An'daVaftiz (Varoluşçu Psikoterapi)

 

AN’ DA VAFTİZ (VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ ) 

“Üzerine düşünülmeden yaşanmış bir hayat yaşanmış sayılmaz” diyor Sokrates. Meriç Bilgiç de ekliyor, “Durmadan düşünerek geçirdiğimiz bir yaşam da yaşanmış sayılmaz.” Bir yaşamın yaşanıp yaşanmadığına nasıl karar veririz? “Öyle veya böyle yaşıyoruz işte!” Öyle mi böyle mi? Bir hayatın yaşanıp yaşanmadığına nasıl karar veriyoruz? Ya nasıl yaşanacağına? Nasıl yaşayacağımıza? Kendimiz mi? Ne kadarı bize ait bu kararın ne kadarı biçimlenmiş? Peki kişiliğimiz? Eylemlerimiz, düşüncelerimiz… Ya duygularımız? Belirlenmiş olabilir mi? Nasıl hissedeceğimiz bize öğretilmiş olabilir mi? Belki de “karakteridir bir insanın hapishanesi!”  
Ne büyük kabus!  
Yaşama engel bir kendilik… Sıyrılamadığın, değiştiremediğin ve bazen farkına bile varamadığın bir hapishane. Varoluşa vurulmuş bir zincir gibi ayağına dolanır mı insan kendinin? Var olmak kendin olmaktır, ama kendin her defasında yokluğunu bağırır ve kemirir bir yılanın kuyruğunu kemirdiği gibi seni.  
Ne paradoks! 
Varoluş ceza gibi çıkar karşısına insanın, var olamayışa döner. Kırmak ne zor zincirleri, bir adım daha gidebilmek hem içeride hem dışarıda. Arınabilir mi insan kendisinden? Tüm bir varlığını yıkayabilir mi? Korkularını, öfkelerini, incinmişliklerini, pişmanlıklarını hazmedip atabilir mi? Geçmişinin bıraktığı kalıntıları bazen çer çöpü şükranla koyabilir mi raftaki yerine? Seçebilir mi insan kendine rağmen bugünü ve şu anı? Yalnızlığını bağıran aynalara rağmen kabul edebilir ve kucaklayabilir mi insan bu gerçeği? Ve bu gerçekle karışabillir mi insanların arasına, yalnızlığın herkes için olmasıyla gelen birliğe. *Kendi olup taşabilir mi insan, insanların arasından. İnsanlarla mı kendisi olur yoksa? Seçebilir mi “kendi” ni, kim olduğunu? Yaşamın her bir anında var olmakla yok olmak arasında bir seçim yapıp kendi olmayı seçebilir mi? Kim olduğunu seçerken sonsuz olasılıklar arasından biricik sen olmak? Seçtiğin ve karar verdiğin sen olmak? Belirsiz bir oluşu, özgürce, kendi varoluşuna çevirmek ve yeni bir sen yaratmak, her bir anda… Hem de yok olacağını bilerek, belirsiz bir zamanda ve mekanda öleceğini bilerek. Tüm bir uğraşın bir gün uçup gideceğini bilerek…  
Ölene kadar yaşayacaksın, sadece ölene kadar, ama yaşayacaksın… Kendi olmak ne büyük cesaret! Özgür olmak ne büyük cesaret! Ne kadar belirlendiğini belirleyebildiğin ölçüde… Korkular ve kaygılar ve kalp çarpıntıları… Bunlarla ilintili olabilir mi? Ya da varoluş cezası gibi görünen şey aslında neşe ve coşkuyla kendini yaratması mıdır insanın? Seçebilme özgürlüğü korku değil de heyecanı tetikleyebilir mi? Yaşam ağır bir roman yerine oyun tadında geçebilir mi? Ölüm gerçeği anlamsızlığı değil de şu anın anlamını imliyor olabilir mi ve kederin, savaşların, acıların gelip geçiciliğini, anlamsızlığını? Ölüm karşısında ne kadar da çaresiziz, bu çaresizlik biraz da rahatlatabilir mi? Tehdit, korku, güvensizlik, kontrol, büyüklenme, başarısızlık, haksızlık… Bunların yükünü azaltabilir mi?  
 
Bu kadar soruyu niye sordum? Hiç! Sadece bir kılçık atmak istedim. Edip Cansever’ in bir şiiriyle bitireyim yazıyı o zaman, biraz da açılsın içiniz… 
BİTİŞ 
Ester' in söyledikleridir  
Yalnızlığına korku vurma 
Ester' in söyledikleridir  
Ve gelsin ve geçsin bütün sözlerim  
Gelsin ve geçsin 
Ester' in söyledikleridir  
İnsanların içinden  
Kendim olup taşayım 
Ester' in söyledikleridir  
İnsanlara uzaklık vurma  
Ama herkes ki kendisi olsun  
Sonra herkes kendisi olsun  
Bir gün herkes kendisi olsun 
Ester' in söyledikleridir  
Dünyada bakınıp durma  
Bütün ol ve ayrı tut ki kendini  
Zaten öyledir  
Çünkü öyledir.  
Edip Cansever* 
 
 
Psikoterapist Sinem Arıtemiz Özer 
sinemaritemiz@yahoo.com

Ocaklar-Erdek- 22-06-2016