Başbuğlar Ölmez !

BAŞBUĞ ATATÜRK

Ben  Kasımım, hep başımdadır  pusum  dumanım  Unutmayın…   Her 10 Kasım  sabahı,  Binlerce,   on binlerce,  Milyon  milyon yürek...  Atatürk ‘ün  ışığında  yeniden   uyanın,   Yeniden   ayağa  kalkın,  İleriye  hep ileriye  bakın... 

Kurtlar puslu havada .Toplandı Ankarada. Giden heybetli çınar. Milyonlarsa arkada... 
Yandı yürekler yandı. Yağan kar ile sönmez. Milyonlar bir ağızdan. Diyor başbuğlar ölmez. 
Başbuğlar ölmez... Vatan mıllet aşkına. Gecen çileli ömür. Yatak yorganda değil.  Çınar ayakta ÖLÜR... BAŞBUĞLAR ÖLMEZ !  

BAŞBUĞ  ATATÜRK !  Mendil yanınızda mı ?

 Bu MUHTEŞEM anıyı biliyor muydunuz ?

Öldüğü için değil, neden bugün yaşamadı diye ağlayacaksınız ! Yıllardır Atatürk e hitabım BAŞBUĞ ATATÜRK’tür de, neden Başbuğ olduğunu da, 10-Kasımda neyi kaybettiğinizi de anlayacaksınız !BAŞBUĞ Atatürk’ün bu anısı beni ağlatmıştır da, Türk olmaktan utanan bazıları, ANDIMIZI okumamak için Reşit GALİP Bey’e çamur atmaya çalışırlar değil mi ?

Çankaya sırtlarında oturan Ankaralılar, şehre Reşit Galip Caddesi’nden geçerek inerler ya, pek azı bu ismin kim olduğunu bilir.  Bu bilinmezlikte belki, belki de İnönü’yle yıldızının hiç barışmaması…Dr. Reşit Galip’in, 41 yaşında göçüp gitmesinde rol oynamıştır. 
Rodos’ta doğan Reşit Galip, ortaokulu bitirince kardeşiyle bir sandala binip, Marmaris’e gelmiş.  liseyi izmir’de okumuşlar.  kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) diplomatlığı seçip, büyükelçilik yapmış.  Reşit Galip ise ; İstanbul Tıp’a gidip, doktor olmuş.  Öğrenciyken, gönüllü olarak 1. dünya savaşı’na katılmış.  kafkas cephesi dönüşü öğrenimini tamamlayıp, fakültede asistanlığa başlamış.  
1923 Mart’ında, hekimlik yaptığı Mersin’e Mustafa Kemal Paşa geldiğinde, paşa’nın huzurunda konuşmuş ve gözlerine doğru bakarak şöyle demiş :  ‘ Muhterem gazi ; Sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün. Sen bu milletin bir ferdisin. Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir.’  

Herkesin, yüceltme yarışına girdiği günlerde Gazi’yi ‘milletin bir ferdi’ sayan 30 yaşındaki bu hatip, herkesin dikkatini çekmiş. Tabii en çok da, Gazi’nin…  Kemal Paşa ona milletvekilliği önermiş ve Dr. Reşit Galip, Ocak 1925’te Meclis’e girmiş.  Bir süre, istiklal mahkemesi üyeliği yapmış. CHP, idare heyeti’nde görev almış.  Türk Ocakları’nda, Halkevleri’nde çalışmış. Yine Atatürk’ün isteğiyle, serbest fırkaya girmiş.  ve Atatürk’ün sofrasına oturmuş. O’nu Bakanlığa taşıyan süreç de, o sofrada başlamış.  Bu sofra sahnesi, pek çok tanığın anılarında vardır:
1931 sonbaharıydı.  O geceki tartışma, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet’in bir yakınmasıyla başladı.  Esat Mehmet, Atatürk’ün Harbiye’den ‘tabya öğretmen’iydi. Kazım Özalp’in ‘Atatürk’ten anılar’ kitabında (T. İş Bankası y., 1992, s. 48-49) yazdığına göre konu, kız öğrencilerin kıyafetinden açıldı.  

Esat Mehmet Gazi ye, ‘ kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini, uygun görmediğini ’ belirtmiş.  Bir tamim yayınlayıp, daha kapalı giyinmelerini isteyeceğini söylemiş.  

Bunun üzerine Reşit Galip söz almış ve :  ‘ Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi’ demiş. ‘Bu bir geriliktir. Kadınlar, eski durumda yaşayamazlar. İnkılaplardan en mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü, batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz.’  Sofra gerilmiş.  

Gazi, MEB olan vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan, hoşlanmadı.  ‘Bu konuyu uzatmayalım. kısa çorap giyip giymemek, çok önemli değildir, sonra tartışırız’ dedi.  Ama Reşit Galip alttan almadı.  ‘Af buyurunuz Paşam! bu, inkılap ve zihniyet meselesidir! müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. hatta daha ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda bu sofrada inkılapları zedeleyeceği icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez.’  

Reşit Galip’in, tartışma yaratmasının özel bir nedeni vardı :  Halkevi’nde sanatı yaygınlaştırmak için tiyatro çalışmaları yapıyor, ancak sahneye çıkacak, kadın oyuncu bulamıyorlardı.  Buna gönüllü kadın öğretmenler için, maarif vekâletinden izin alamamışlardı.  

Reşit Galip ;  ‘bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez’ diye kestirip attı.  Atatürk’ün kaşları çatıldı.  ‘Sözlerinizde müsamahalı, ölçülü olunuz’ diye çıkıştı. 

Herkes yaklaşan fırtınayı hissetmişti.  Ama Reşit Galip bulutların üstüne gitti. 57 yaşındaki Milli Eğitim Bakanı’nı işaret ederek dedi ki:  ‘Devrimci devrimcidir. insanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. meclis’te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri milli eğitim bakanı yapmak hatadır.’  

Atatürk yeniden uyarma gereği duydu:  ‘Esat bey yeteneklidir. davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. beni okutmuş olması sence bir değer taşımıyor mu?’  ‘

-Kusura bakma Paşam, taşımıyor! okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır.’  ‘Sizi de eleştiririm!’ bunun üzerine Gazi’nin sabrı taştı: ‘Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı’na hakaret etmenize, müsaade edemem’ diye haşladı.  Ama Reşit Galip sineceği yerde, hepten üste çıktı :   ‘Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir’a verdiğiniz 15 bin liralık kredi mektubu da, siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz.’  ilk kez Atatürk’ün sofrasında Atatürk, bu kadar sert eleştiriliyordu.  

Reşit Galip’in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu’nda, rus karı-kocanın işlettiği bir barın adıydı. Atatürk bir gece oraya gitmiş, mekânın sahibi madam Senya’dan ‘iş bankası’ndan kredi alamıyoruz’ yakınmasını dinlemiş ve orada bir kâğıda İş Bankası Genel Müdürü’ne hitaben ‘yardımcı olunması’ isteğini yazmış, rus çifte vermişti.  Reşit Galip bu iltimas talebini eleştiriyordu.  Atatürk, bu kez kızmadı ;  ‘Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin’ diyerek kibarca Reşit Galip’i sofradan kovdu.  Ama genç devrimcinin, yılmaya niyeti yoktu.  Yıllar yılı bir efsane gibi anlatılacak çıkışını o an yaptı:  ‘Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. milletin işlerini  milletin işlerini görüşüyoruz. burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır.’
Atatürk, kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra yanındakilere dönüp ; ‘‘Öyleyse biz kalkalım ’ dedi. Sofradaki bütün heyet ayaklandı ; Reşit Galip’i sofrada, yapayalnız bırakıp çıktılar.
Bu müthiş sahnenin devamı, daha da ibret vericidir:
Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı’nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirir. Atatürk uyandığında genel sekreteri’ne Reşit Galip’i sorar.
‘Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara’ya gidecek kadar borç para istedi. 25 lira verdik’ derler.
Atatürk ; ‘Ankara’ya gidecek adama 25 lira mı verilir... bari benim  hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz’ der. sonra ‘Cebinde beş parası  yok, ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var’  diye ekler.
1932 sonbaharında Atatürk, Reşit Galip’in Ankara radyosu’ndaki bir konuşmasını dinler; ‘Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız. gerekirse babamıza ve çocuklarımıza karşı bile’     demektedir...
Atatürk, birkaç gün sonra kendisini yeniden sofraya davet eder. Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder. Onun yanına da, hocası Esat Mehmet’i oturtur. Ve orada ;  yeni Milli Eğitim Bakanı’nın 39 yaşındaki Reşit Galip olduğunu açıklar.
Rose noir olayı mı ? onu da hatırlatalım isterseniz :
İş Bankası genel müdürü Muammer Eriş, Atatürk imzalı kâğıdı alınca,  doğruca Dolmabahçe Sarayı’na gelmiş, Ata’nın ricacı olduğu krediyi  vermeye, kuralların uygun olmadığını bildirmiş, ve talebi reddetmiştir. 
Reşit Galip’in Milli Eğitim Bakanlığı sadece 13 ay sürdü. Bu süre içinde Darülfünundan üniversite reformunu başlattı. Öğretmenlere genel bütçeden maaş ödenmesini sağladı. Eşi Zubeyre hanım’ın deyimiyle ‘deli gibi çalışıyor’ ama Atatürk’e  çıkışacak kadar ayarsız dili yüzünden, her gün işe cebinde istifa  mektubuyla gidiyordu. Aslında Atatürk’le araları iyiydi. o Gazi’ye  ‘Paşam’, Gazi de o’na ; ‘doktor’ diye hitap ederdi.
Bir gün sofradan ayrılırken, Atatürk; ‘Seni eve ben bırakacağım’ demiş. Eve bırakınca, o da saygıdan; ‘Ben de sizi uğurlayacağım Paşam’ karşılığını vermiş. Ama kendisinin arabası olmadığından, yürüyerek uğurlamış. O gece  zatürree olmuş. Dinlenmesi tavsiye edilince, 1933 Ekim’inde, görevden  ayrılmış. 1934 yazında da, Moda’daki bir deniz kazasında, kızlarını kurtarmaya  çalışırken, akciğerlerini hepten üşütmüş. Bir mucize eseri kurtulduğu bu  kazadan sonra, ölümü bekleyerek, hastalığını takip etmeye başlamış.  Keçiören’deki bağ evinin kütüphanesine, demir yatağını taşıtıp, yedi ay  kitaplar arasında yatmış. 1934’te de, 41 yaşında, hayata veda etmiş.  ‘ Öldüğünde cebinde 5 lira parası varmış.’
Her sabah okul öğrencilerini güne başlatan; ‘Türk'üm doğruyum çalışkanım’ andı var ya…Kim kaleme almış biliyor musunuz ? ‘Reşit Galip…’
O andın 1933’ün 23 Nisan günü Reşit Galip’in kaleminden çıktığını, eminim çoğumuz bilmeyiz. ( Kaynak: Kazım Özalp "Atatürk'ten anılar" (T. İş Bankası y., 1992, s. 48-49)
BAŞBUĞ ATATÜRK’ü bilmeyen, babasını ne bilir ? Milli Yazılımın babası Gazi GÜDER’in (kendisi şu anda sağlık problemi ile hastanededir, ama ) baskıya verdiği ATATÜRK Kitabı, bugüne kadar çıkan ATATÜRK kitaplarından, daha gerçekçi ve muhteşem ve kaynak olacaktır.
Gazi Mustafa Kemal’e ATATÜRK ünvanını nasıl ki TBMM ve Türk Milleti vermişse, Atatürk’e devlet kuran Türk olarak, BAŞBUĞ Ünvanını da TBMM vermiştir.  Ben, her şeyden önce TÜRK Milliyetçisiyim. Böyle doğdum ve böyle öleceğim...diyen, ata Başbuğdur.
 - TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR..! 
 - Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk' tü bugün de Türk’ tür ve sonsuza dek, Türk olarak yaşayacaktır…
 -  Dünya yüzünde, Türk' ten daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz  bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir…
 - Hayattaki yegâne üstünlüğüm, Türk doğmaktır ! Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki ; sinesinde  yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki,  vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden, bir an  feragat etmesin…
 -  Bu  memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna  mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin  senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla  sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk  tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela,  korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı  onların oğlu oldu. Birgün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım,  güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı  aydınlatan güneştir...
 - Bir gün, ressamlar Türk' ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler…
 - Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir…
 - Hayattaki yegâne üstünlüğüm, Türk doğmaktır..!
 - Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla, şanım ve şerefim vardır…
 -  Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz.  Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne  kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de, o  kadar kuvvetli olur…
 -  Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk  milletindenimdiyen insan, her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe  konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluğuna  bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz…
 -  Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar  memleketiolamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır…
 - Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur…
 -  Türkiye, bir maymun değildir ve hiç bir milleti de taklit etmeyecektir.  Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır; o sadece  özleşecektir.
 - İstanbul’ da çıkan bir gazeteyi, Kaşgar’ daki Türk’ te anlayacaktır… 
 - Türk' lerin yaşadıkları her yer, misak-ı milli hudutları içindedir.
 -  Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni  takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve  asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize  durmadan, yorulmadan yürüyecektir.
 - NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...!        Başbuğ Atatürk’ün sözleridir.
BAŞBUĞ Hitap ve kelimesini, özellikle gizleyen, konuşma ve yazılardan kırpan Türk düşmanı hainlere ve ilgi duyanlara, buyrunuz diyorum !  

Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey'in I. Türk Dil Kurultayında (1932) yaptığı konuşmadan alıntı :   " Türkiye Cumhuriyeti'nin şanlı reis'i, Türk irfan aleminin dahi  Başbuğ'u Gazi Mustafa Kemal hazretleri'ni, Türk Dil Kurultay'nın mümtaz  ve muhterem azalarını, derin saygılarımla selamlarım " 

30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın Mustafa Kemal Atatürk'e telgrafı :   " 30 ağusts zaferini, cumurluğun çelik ordusuna örnek olarak yaratan ulu  başbuğ'a, ordu adına kutlar ve candan saygılar sunarım. " 
Türkiye Cumhuriyeti Başbakan'ı Celal Bayar'ın 12 Aralık 1937 tarihli konuşmasından alıntı : " hergün geçtikçe teçhizat itibarı ile, kudret itibarı ile mütemadiyen  büyüyen ve yükselen ordumuz eşsiz başbuğ'unun kumandası altında elbette  Türk vatanına müteveccih olacak, her tehlikeyi bertaraf etmek kudret ve  istidadındadır " 
1935, 30 Ağustos kutlamalarında en genç subay Nuri Cuylan'nın konuşmasından alıntı : " yaşasın türk ulusu; o'nun başbuğ'u ve ordusu ! yaşasın cumhuriyet ! "
Ulus Gazetesi yazarı Faik Rıfkı Atay'ın 11 Kasım 1938 tarihli yazısından alıntı :  " Halk en büyük türk kahramanını, ordu en büyük Türk başbuğ'unu, tarih en büyük Türk'ü ve asrımız en büyük insanını kaybetti "  
 
BAŞBUĞ ;  Türklerin bilinen 7.000 yıllık tarihlerinde, kullanılan bir sıfattır.  Baş, Başkan, Baş Komutan anlamındadır. Mustafa Kemal ATATÜRK için de, bu  sıfat kullanılmıştır. Atatürk için BOZKURT diyen de, BAŞBUĞ diyende çıkmıştır.  Mareşal Fevzi ÇAKMAK, İsmet İNÖNÜ ve Celal BAYAR'ın  bile, ne kadar gizlense de, sözlü ve yazılı hitaplarında BAŞBUĞ ATATÜRK dedikleri, TBMM kayıtlarında ve basında sabittir.  BAŞBUĞ ATATÜRK  adıyla ALİ KOÇ imzasında, kitap ta  ( TBMM nin verdiği BAŞBUĞ Ünvanı konusu belgesi kitaptadır.) yayınlanmıştır. BOZKURT ATATÜRK ismiyle de kitaplar yayınlanmıştır.  

Türkiye de 11.KASIM 1938 den itibaren, kripto olarak yaşayan Türk düşmanları BAŞBUĞ ve BOZKURT adlarını silmeye, kısmen muvaffak olmuşlar ama ATATÜRK adını silememişlerdir. Silemeyeceklerdir de...! Her sene 10 Kasım törenlerini iptal ettirecek bahaneler arayan ve yaratan Türk Düşmanları...bir gecede 1000 tanemizi öldürseniz bile, BAŞBUĞLARI öldüremeyeceksiniz ! Saatin 9.05 olmasını, şehitlerimin acısını hissederek bekliyorum.  Atamız BAŞBUĞ’dur, BAŞBUĞ Atatürk’tür. BAŞBUĞLAR ÖLMEZ !  10.11.2018  NOGAYTÜRK