Hüsam Yapar mı?

HÜSAM YAPAR MI?
Hüsam hayal ile gerçeğin, olurla olmazın içiçe olduğunu farkedenlerdendi. Yaşayarak deneyimlemiş, sonuçlar almıştı. Uçuk düşüncelerin içinde elle tutulur partiküller olduğunu; bu partiküllerin doğru seçilip bir araya getirildiklerinde maddeleştiğini görerek, deneyerek, yaparak öğrenmişti.
Bu bilgi ve yeteneğini doğru yer, doğru zaman ve en doğru şekilde hayata geçirmek istiyordu. O'na yine kimse inanmayacaktı, hatta deli diyenler olacaktı. Küçümseyecekler, alay edeceklerdi. Hüsam bunları göze alırken yer yer kırılıp incineceğini, türlü sınavlardan geçeceğini biliyordu. Ama başaracaktı, illa ki başaracaktı...
İşe en yakınından başlamalıyım diye düşündü. Doğup büyüdüğü Taşlık Köyü'nden. O'nun köyü zengin ama bu zenginlikle örtüşmeyen bir yaşamı olan ülkemizin ulaşılması en zor, yaşanması hemen hemen en imkansız yerindeydi. Taşlık adı boşuna verilmemişti bu köye. Toprak yok denecek kadar azdı. Kayalıklar arasından bataklık kokan bir su sızar, yazın kuruma noktasına gelen minik bir gölet oluştururdu. Bu gölette yazın çocuklar yüzer , oynar, bu suyun içildiğini temizlikte kullanıldığını bildikleri halde içine işerlerdi. Bu gölet köyün tüm su ihtiyacını karşılıyordu. Kişi başına birkaç evlek düşen taşlı tarlalarda patates , lahana , havuç, gündöndü biraz da mısır yetişirdi. Elma, ahlat, erik, dut, ayva ağaçları tek tek sayılacak kadar azdı. Her evde tavuk ve keçi beslenirdi. Bir boğa ve birkaç inek köyün en değerli varlığıydı. Tezek, kuru çalı çırpılarlarla yakılan ocaklarda bazlamalar pişer, dut pekmezi kaynatılırdı. Köydeki tek bakkal ara sıra katırlarıyla yakın kasabalara gider don lastiğinden plastik leğene kadar ne ihtiyaç varsa getirirdi. Yaşlılar ona; yakı, aspirin, gripin ve vicks ısmarlar genç erkekler tütün, genç kızlar akide şekeri ve lokum çocuklarsa balon, sakız ısmarlayıp yolunu heyecanla beklerlerdi. Birkaç top pazen ve basma bütün köye yeterdi. Her kadın kendi giyeceğini kendi diker, erkekler için özel sipariş; beden beden potur ve mintanlar olurdu. Yaz kış lastik ayakkabı giyilir, keçi kılından dokunmuş kilimler kullanılır, örülmüş yelekler, hırkalar kışlık giysi ihtiyaçlarını karşılardı. Köy bakkalı diğer erkekler gibi okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Çok akıllı ve çalışkandı. Askerliğini Sivas'ta yapmıştı, Kabak Yazısı denilen yerdeki kışla anılarını abarta abarta anlatırken muhtarın kızına nasıl aşık olup kaçırdığını da her sözün arasına sıkıştırırdı. Muhtarın sekiz tane kızı vardı. Türkan'ın kaçırıldığını hiç farketmemiş gibi ne sordu, ne peşine düşüp aradı. Türkan Taşlık Köyüne çabucak alıştı. Tezek yaptı, duvar sıvadı, çatı onardı. Kocasıyla katırlara binip kilometrelerce uzaktan çuval çuval toprak taşıdı. Evinin önündeki taşları tek tek toplayıp bahçesine bu taşlardan duvar ördü. Taşıdığı toprağa soğan , Sarımsak ekti. Hatta birkaç kök de aksam sefası vardı hemen camının önünde. Akşamları komşular minderlerini alır bu çiçeklerin dibinde oturup sohbet ederlerdi. Onların bildikleri kelime sayısı o kadar azdı ki bilmediklerinin yerine yeni sözcükler uydura uydura başkalarının anlamadığı yepyeni bir dil doğmuştu bu köyde. Hüsam bu dili seviyordu. Gelişsin ve yaygınlaşsın istiyordu. Öğrenci sayısı 20yi geçmeyen okula yıllarca öğretmen atamadı. Atananların kimi hiç gelmedi, gelenler de kısa zamanda başka yerlere gittiler. Sonunda tam da Hüsam'ın okula başladığı yıl gelen öğretmen siyasete karışmış, ne olduysa buraya sürgün gelmişti. Gidecek yeri, özleyecek yakını yoktu. Köyde iki çocuğuyla dul kalan Esma kadınla imam nikahı yaptı. O'na çocuklarına iyi eş, iyi baba oldu. Bir sürü kitabı vardı. Bakkal kasabaya indiğinde onun maaşını ve mutlaka üç beş kitap ve okunmuş gazete getirirdi. Köyde öğretmen seviliyor bir dediği iki edilmiyordu. Sık sık minaresi bir türlü tamamlanamayan caminin avlusunda sesli kitap okur, anlayan anlamayan kadın erkek onu dinlemeye giderdi. Okuma aralarında açıklamalar yapar, soruları cevaplardı. O'nun söylediğine göre bizim ülkemizin üç yanı denizlerle çevriliymiş. Yer altı zenginliklerimiz varmış. Kendi yağıyla kavrulabilen sayılı ülkelerden biriymişiz. Ovalarımız, yaylalarımız bir defasında 30_40kg süt veren ineklerimiz bile varmış. Turistik ve tarihi değerlerimize paha biçilemiyormuş. Ama her nedense ülkede bir yabancı hayranlığı varmış. İnsanlarımız doğu veya batı, illa birilerine benzemeye çalışıyormuş. Ulusal bilinç yerleşmemiş. Tarihimize sahip çıkmıyor, anayasamızı kendi yapımız göre düzenlemiyor, hukuksuz, bunca kaynağa göre refah düzeyi düşük, pejmurde, fakir, köhne, bakımsız, cahil, aklı tutulmuş, iradesi elinden alınmış insan sayısı çok fazlaymış. Durumu gören bilen anlayan azınlık ise aymazlık, umursamazlık içinde entelektüel denen bir grup olarak yaşıyormuş. Bizim burada gece karanlıkta parlayan yıldız dediğimiz ışıkların her biri meğer bir dünyaymış, bizim hastalandı öldü dediklerimizin meğer daha uzun yaşama şansları varmış, Çolak Metin gibi olanlara robot kol takılıyormuş, her işlerini kendileri yapabiliyorlarmış. Anasının sırtında yıllarca okula taşıdığı Ali gibi engelliler takma bacakla özel aparatlarla yürüyebiliyorlarmış. Birçok devlet bu hizmetlere karşılık bir kuruş almıyormuş. Okumak isteyenler yüksek okullarda parasız okuyor, insanlar birbirleriyle kolayca haberleşiyor, PC denen alet herşeyi biliyor söylüyormuş. Bizim havada uçarken gördüğümüz uçakların içine binen insanlar, türlü yerlere gidiyorlarmış. Teknoloji denilen bir güç insanlığa hizmet ediyormuş. Bu gücü kötüye kullananlar da varmış.... Öğretmenin okudukları, anlattıları insanların içine umut tohumları ekiyor, uygarlaşma hevesi yeşertiyordu. İşte bu duyguyu kamçılamak şaha kaldırmakla olurdu bu iş . Taşlık Köyü, gelişir güzelleşir, bu zengin ülkenin aklı tutulmuş, iradesini kullanamayan ,haklarına sahip çıkamayan insanlarına örnek bir refah düzeyine ulaşabilirdi. Öykümü buraya kadar okuyan değerli dostlarım; Sizce Hüsam'ın bu hayali gerçek olabilir mi ? Olursa nasıl olur? Lütfen yorum yapın ! Ne düşündüğünü yazan ve paylaşanlara minnettar kalacağımı bilin.

Hoş olun, hoşça kalın.
ULVİYE KARA AKCOŞ - BANDIRMA