İdare'de İrade'nin Sonu

                                                                İDAREDE İRADENİN SONU

 

       Aklın ve sabrın sınandığı günlerden geçiyoruz. Duyarlı olmanın beynimizi kanattığı günler, kara ve ağır yük katarları gibi geçiyor üstümüzden desek, daha doğru olur belki...

 

      Yerel seçim kampanyaları dolu dizgin giderken, bir yandan da iki üç belediye kaybetmenin, iktidar partisi AKP tarafından ne denli ölüm-kalım meselesi haline geldiğini, şaşarak izliyoruz. Seçildiği halde görev yapamama riskiyle karşı karşıya kalan adaylar, geçmişi didiklenip bir kara lekesi aranan adaylar, asimetrik propaganda bildirileri, çarpıtmalar, tehditler, inkar ve demagoji ve çok daha fazlası...

 

    Farkında mısınız bilmem, çok değil on beş-yirmi yıl önce duysaydık bunları, her halde Aziz Nesin’den bir öykü ya da Levent Kırca’dan bir parodi olarak düşünüp, manidar bir gülümsemeyle karşılardık. Oysa artık mesele, politik mizah saydığımız şeyin şimdi yakıcı bir gerçek olduğudur. Seçilmiş bir adayın meşruiyetini dahi hazmedememek, her halde işin son perdesi olmayacak. Durum bunu gösteriyor. Daha ciddi durumlara hazırlık olmak gerek. 

 

    Oysa pek çoğumuz için güvenli bir limandı burjuva demokrasisi, değil mi? Sandık, seçim, meclis, liste, encümen, kadro derken yuvarlanıp gidiyorduk nasılsa... Yok arkadaşlar. Artık işler değişti. Kazın ayağı öyle değil artık. Şimdi ya da çok yakında delege, il, teşkilat, ilçe, kollar, vekil, aday, bölge ve hatta seçmen... Bunların hiiiiiiç bir önemi kalmayacak.

 

  ‘‘Seçilse dahi görev yapamayacak’’ bu cümleyi çok iyi analiz edelim, hem de çok çok iyi... Bu, seçilmiş iradenin artık hiç bir şey ifade etmediğinin yahut gelecekte hiçbir şey ifade etmeyeceğinin en açık anlatımıdır. Ben burada çözümlemeyeceğim yok. Bunu sizlerin yapması gerek. İdareni seçerken iraden olmayacak. Nasıl? İğrenç geliyor kulağa değil mi? Evet arkadaşlar bu, idarede iradenin fiili olarak reddidir. Dediğim gibi durum fiilidir zira yukarıdan bu tür bir şeyin zikredilmesi ile pratiğe geçmesi arasındaki zaman bir hayli kısa oluyor. Daha ağızdan çıkması ile önce medyadaki kapı kulları ile azaplar tarafından ve sonra da resmi uygulayıcıları tarafından hayatımıza giriyor. Her şeyde böyle olmadı mı? Hatırlayın... Ben örnek vermeyeceğim biraz düşünün bulacaksınız örneklerini. Biraz akıl egzersizi iyidir. Neleri önemsemeden geçip gittiğimizi hatırlatır belki.

 

    Anti-demokratik her uygulama bizim kırmızı çizgimizdi değil mi? Belki bizim cenahtaki ‘zübüklerin’ anti-demokratik icraatlarını görmezden gelirken ya da o icraatlara göre hesap yaparken, konum alırken hiç düşünmedik bunları değil mi? Vaka-i adiyedendir, bizim cenahta olursa suç sayılmaz yahut görmezden gelinir. Bir şekilde hasır altı olması, çok hızlı gerçekleşir. Tıpkı muktedir cenahtaki gibi değil mi? Bu işlerde kalite yönetimi çok hızlıdır, hemen teoriden pratiğe geçilir.

 

    Konunun merkezinde, demokrasi ve çoğulculuk var arkadaşlar. Eşitlik var, halklar ve haklar var. Konun merkezinde emek var arkadaşlar, bedelini ödemek, biat etmemek, boyun eğmemek, sorgusuzca onaylamamak var. Konunun merkezinde dürüstlük var, liyakat, sağduyu, halka dost olmak, ekmeği- tuzu bölüşmek var.

   Uzun lafın kısası; sosyalizm var... Konunun merkezinden uzaksanız, ona istediğiniz kadar ekler, fiilimsiler, isimler takın ya da ona farklı bir şeymiş gibi bakın. İşin merkezine bakmadan, özüne dokunmadan etrafından dolanmanın, kıvırmanın, kafayı kuma sokmanın zamanı geçti. Sosyal demokrat, demokratik solcu, ulusalcı ne kattı bizim hayatımıza? Koca bir hiç... Değişen dönüşen bir şey gördünüz mü? Kanaması durdurulmuş bir toplumsal yara mesela, var mı? Yok... Peki, gerçekten demokratik mi her şey, toplumcu mu, dokunuyor mu topluma? O da yok...

 

    Hepimiz sahanın kenarından ya da tribünlerden taktik anlatıyoruz, güzel de, koşturup terleyen forvete bir yudum su veren yok. Sen gel kenara terleme sırası bizim diyen yok... Nasıl olacak? Sahaya şöyle bir çıkıp on dakikalığına tribünlere oynayanları saymıyorum. Sahaya inmeli, koşmalı terlemeli, presler yapmalı, ataklara çıkmalı. Sürekli defans bir yere kadar be kardeşim.

 

    Bakın, 17 yaşına gelmiş bir genç düşünün... Akıl kavrama ve düşünme olarak tüm bu genel durumun içinde ve başka türlüsünü bilmiyor, düşünemiyor, sorgulayamıyor... Anlatmak gerek herkese, söylemek, söyleşmek gerek... Sözü demir gibi işleyip, ışıltısını güneşle bir yansıtmak gerek yalanla beslenen akıllara. Ahmed Arif’ in dediğince, dağlar gibi yoğrulurken yalan hamurları, ne kadar ihtiyaç var, doğruları söyleyip sesini yükseltenlere biliyor musunuz?

 

    Çarşılar kurudu. Fabrikalar, atölyeler huzursuz, para eriyor cepte, yoksullaşıyoruz. Maaşlar erirken vergiler ve zamlar katlanıyor, emeklilik mezara kalmış ve demagoji malzemesi olmuş... Anlatmaya gerek var mı daha?

   Bu günler gelir geçer de, bu dar günde üzerine düşeni yapmayanlar, asla unutulmaz dostlar. Bunu da buraya yazalım, tarihe notumuzu düşmüş olalım.

 

   Dostlukla.

14-04-2019 - BANDIRMA