Irmak (1)

Irmak  (I)

Yüce dağ tepelerinde kar oldum.

Buz oldum. Eridim su oldum. Toprak ananın rahmine düştüm. Karanlık dehlizlerde dolandım durdum. Hançer hançer olmuş, üstüme gelen sarkıtlardan damla damla su topladım. Birden bire değil ama günden güne çoğaldım, kabıma sığmaz oldum. Toprağın yumuşak karnını yarıp yeryüzüne çıktım.

Koca koca ağaçların dalları arasından güçlükle sızan güneşi gördüm. Yüzlerce koldan akıp gelen sularla buluştum. Her buluşma sonrasında daha çok derinlik kazandım. Zenginleştim. Serin sularımda başka yaşamlara kucak açtığımı görüp mutlu oldum. Kırmızı benekli balıklarla birlikte geçtim uçsuz bucaksız ormanlardan. Ağaçların, kuşların bin bir çeşidini tanıdım. Bin bir çeşidine su verdim hayvanların. İlk dinlediğim koro, kuşlar korosu oldu. İlk kez çoksesliliğin uyumunu onlarda yakaladım. Kuşlar korosunu dinlerken, ilk kez gördüm serin sularımda dans eden balıkların çeşitliliğini. Bu denli çeşitliliği görüp, bu denli kıvrak dansları izleyince kendimi balıklar balosunda sandım. Bir an balonun benim evimde yapıldığını unuttum. Doğrusu burada ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Ben baloda mıyım? Balo bende mi? Galiba akışkan ve kucaklayıcı olduğum için; hem ben balodayım, hem de balo bende.

Duramıyorum, akıyorum. Durmayı bilmiyor, durmayı beceremiyorum. Nereye doğru, nasıl aktığımın pek de ayırdında değilim. Birden kayalıklar çıktı önüme. Sıkıştırıldım, daraldım. Kafamı taşlara vurma pahasına da olsa önüme çıkan engelleri bir bir aştım. Yalçın kayalardan atladım. Bu denli yükseklikten düşünce ne olurum diye düşünmedim bir an. Çağlayan olup çağıl çağıl çağladım. Ak köpükler saçtım. Düştüğüm yerde derin oyuklar açtım. Girdaplara girip çıktım. Coştum bir kez, bir türlü dinginleşemiyorum. Köpük köpük akarken, ilk kez insanlarla tanış odum. Rafting yapan insanların heyecanlı çığlıklarını, keyifli gülüşlerini duydum. Tahtaların ve halatların birbirine eklenmesi ile yapılmış olan asma köprü rüzgardan beşik gibi sallanıyordu tepemde. Köprünün orta yerinde bir adam bir eli ile asma köprünün korkuluğuna sarılmış, diğer eli ile işaretler yaparak, rafting yapanlara heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Belli ki yaklaşan bir tehlikeye kaşı onları uyarmak istiyordu.

Ben bu sırada aralarından yol bulmaya çalıştığım dağların eteklerinde iyice sıkıştım. Dağların birbirlerinin sınırını zorlaması, birbirlerinin üzerine abanması yüzünden ara yerde kıvrım kıvrım kıvrılan ben oluyorum. Dönüşüm yok benim. Geriye dönemem. Dur durak bilmem, duramam. Akmak zorundayım. Önüme çıkan engelleri aşmak zorundayım. Kafamı taştan taşa vurma pahasına koca koca kayaların üstünden atlıyorum. Köpük köpük köpürdüm. Gürül gürül gürlüyorum. Sesim dağlarda yankılanıyor. Rüzgarın sesi, rafting yapan insanların sesleri karışıyor sesime. Her birimiz; bir panik içinde, bir heyecan içinde bir yerlere varmanın, bir yerlere ulaşmanın peşindeyiz.

Rafting yapan gruptan tek bir ses yükseliyor. Belli ki yetke o. “Arkadaşlar, bu lanet ırmak kemer köprüye kadar böyle akacak. Dört kürek, tek yürek olmak zorundayız. Konsantrasyonumuzu bozmayalım. Aksi durumda bedelini yaşamımızla öderiz. Teslim olmayalım bu lanete.” Dedi ve art arda buyruklar yağdırmaya devam etti.

 Daha yeni tanıştım insanlarla. İlk şaşkınlığı da onlar yaşattı bana. Ben yatağımda deli deli akıyorsam bunun bir nedeni var. Size engel olmak değil benim amacım. Benim amacım engelimi aşmak. Burada keyfilik yok. Burada zorunluluk var. Sizin zorunuz ne? Bir de akıl ve mantık bizim ayırt edici özelliğimiz dersiniz. Ey insanlar sizi anlamak çok zor. Sabırlı olun dingin sularımda taşıyayım sizi. Hani sabır da size has bir özellikti. O halde neden lanetliyorsunuz beni? Yoksa küfür de mi size özgü?

Her zaman doğru aktığımı söyleyemem. Zoru gördüm, kıvrıldım, büküldüm. Zoru gördüm, kenardan dolandım. Gücümü topladım üzerine abandım. Sırası geldi, dağların eteklerinde geniş yay çizdim. Bu yüzden yolu uzattığımı düşünenler oldu. İyi ki de uzatmışım yolu. Bu sayede gördüm ağaçların, bitkilerin, çiçeklerin binlerce çeşidini. Renkleri tanıdım. Yeşili, yeşilin tüm tonlarını tanıdım, öğrendim. Daha sonra, sarıdan kırmızıya kadar renk değiştirdiklerini gördüm ağaçların. Bitkiler de çok renkli idi ama ben çiçeklerdeki renk bolluğuna vuruldum. Kelebeğin kanadında bile yoktur bu kadar renk. Düz ovaya geldim duruldum. İyice yayıldım. Kem gözler genişlediğimi görmediler. Sığlaştığımı söylediler.

Oldukça dinginleştim. Akmakla akmamak arasında kaldım. Manzara olağan üstü güzeldi. Kıpkızıl bir gelincik tarlasının ortasından geçerken güneş de dağların ardından kaybolmak üzereydi. Güneş beni de gelincik tarlası gibi kızıla boyadı. Ben de kızıl oldum. Daha sonra güneş kayboldu. Bir karanlık çöktü içime, tüm sularım karardı. Kara üzüm asmaları gibi bulutlar çöktü üzerime. Ne bir ay ne de bir tek yıldız vardı gökyüzünde. Gece, tüm objeleri sildi. Dağlar silindi, gelincik tarlası silindi. Ağaçlar, çiçekler, otlar, renkler silindiler birer birer. Gece karanlık. Gece sessiz. Ara ara kurt ulumaları duyulsa da geceye egemen olan derin bir sessizlik ve zifiri karanlıktı.(Devam edecek…)

 

hgencerucar@gmail.com                                                                              H. Gencer UÇAR