Martın sonunu kediler düşünsün, biz değil...

Martın sonunu kediler düşünsün, biz değil...

REHAVET 

     Karanlık giderek büyüyor ve giderek kuşatıyor etrafımızı... Bahardan bahseden, güzelliklerden bahseden, her şey güzel olacak diyen, ayakta uyuyup rüya gören varsa gördüğü düşü hayra yormasın ey ahali! Geliyor demiyorum, gelmiş de alıcı kuş gibi çökmüş üstümüze, pençeleri batmış etimize ve kemikten duyuluyor acısı...

   II. Dünya savaşı öncesi Almanya’sının sosyal ve ekonomik şartlarına çok yakın bir atmosferdeyiz sanki. Teori-tarih ikilisiyle tespitimizi kurcalamaya uğraşmayın boşuna. Hem buna gerek de yok. 

       Vaziyet ortada... Bu kamu vicdanındaki akıl tutulması, bilime ve adalete karşı bunca düşmanlık, korkunun tasmasını elinde tutan güruhun hayâsızlığı... Daha sayalım mı? ‘’Aman aynı şeyler’’ diyenler olacaktır sayalım biz yine de. Yoksul kalabalıkların dağlar gibi büyümesi, kamuda ve hayatın her alanında liyakat eksikliğinden kokuşmuş yapılanmalar, kadını öldüren, kadını yok sayan, çocuk tecavüzlerine kör ama namus bekçiliğine gönüllü bir vicdansızlık.  Ekmeğine mahkûm ağzı ve zihni kilit altındaki öfkeli sessizler... Atanamayıp ölümü seçenler, beti-bereketi, güler yüzü, çayı-kahvesi, kurumuş dere yatakları gibi çekilip boşalan çarşılar... Personel azaltan iş yerleri, fabrika ve atölyeler. Akademisyensiz kalmış kürsüler, seviyesi yerlere düşmüş eğitim, okuduğunu anlayamayan bir gençlik...

Daha sayalım mı? Evet, sayılabilir gerisi daha uzun, daha çok ve daha acı. O beynimizin arka odalarına hapsettiğimiz ve sosyal medyada politik ya da bireysel hayatımızda ‘’öz tatmin’’ ile ötelediğimiz elle tutulacak kadar yakın ama bize çok uzak gibi gördüğümüz gerçeklerimiz bunlar. Bizim dışımızda gibi algılasak bile olan biteni, bu bizim hikâyemiz... Aydın, demokrat, devrimci, Kemalist, Cumhuriyetçi, laik, yurtsever, hümanist, arkadaşlar bakın bu tarafa heeeeey!

    Bu bizim hikâyemiz.  Ciddi, hakiki ve yakıcı... Burası Bandırma. Ne yapıyoruz bizler?
    Samimiyetle, çağının ve zamanın üzerine yüklediği sorumluluğu bin bir meşakkatle taşımaya gayret edenlere değil bu sorum. Hiçbir makam, hiç bir çıkar beklemeden, bir merhabanın bile kıymetini bilip gereğince yaşayanlara da değil.

         Her belediye seçiminde pozisyon ve statü için şekil değiştirenlere, solun ve demokrasinin aydın olmanın kalıbını kirletenlere soruyorum. Egosunu kırk beş senedir tatmin etmeye doyamamış, hala kendini vazgeçilmez sanıp, orada burada dedikodu üretenler, sizlere soruyorum. Başına çöreklendiği kurumların hareketsiz kalması için ve o kurumların yeri geldiğinde birer sıçrama tahtasına dönüşmesi için hünerlerini sergileyenler bazı STK yöneticileri, sendikacılar, sizlere soruyorum.

      Ne yapıyoruz bizler? Pratikte sermayedarlığı cilalayıp teoride ’78 kuşağı sözüm ona ağabeyler sizlere soruyorum. Her zaman en kızılından konuşup Sandık ortaya çıktığında vekillerin yanında mantar misali bitenler sizlere soruyorum. Sırttan parkayı, mangaldan külü bırakmayan ama 1 Mayıs geldi mi en uslu korteje, en yasal pankarta sığınan ağalar, sizlere soruyorum.

     Birlik borusu çaldığında, en önce koşan ama fesat ve dedikoduya, küçük burjuva rekabetine zaaflı haliyle her birliğe ilk balyozu vuran maşalar topluluğu, size soruyorum. Rahata alışmış, uyum sağlamış, kafe-meyhane arasında mesai tamamlayanlar. Ama lakin bence diye lafa başlayıp  ‘işime gelmiyor’ demenin teorisini yapanlar. Küskünler, ‘o varsa ben yoğum’ diyenler, toplumsal konuşup teori yapanlar, sizlere soruyorum Ne yapıyoruz biz?
      
            CHP, adeta kör gözüne parmak sokarcasına, rezilce neredeyse diktatörce bir belediye başkanı adayı belirleyip çıkardı bu kentin önüne... Sol, demokrasi, usul-erkân, temayül hak getire... Önceki başkanlar pir-ü pak değildiler elbet, bu arızalar da yeni değil zaten. Ama her adımda, her defasında bu kadar özünden, kendinden, fikrinden, zikrinden uzaklaşan bu yapı daha nereye kadar omuzda taşınır sizce? Bandırma soldur arkadaşlar, teorisi ıvırı-zıvırı bir kenara... Aydındır, moderndir, devrimci ve cumhuriyetçidir. Dışımızda her şey bu kadar berbat haldeyken, bu son garabetten mutluluk duyan varsa, umutlanan varsa, doğru yoldayız diyen varsa bu rehavettir arkadaşlar, rehavet... Uyuşmaktır, uyumaktır, tepkisiz kalmaktır...  Bunun bir adım sonrası, kenti teslim etmektir arkadaşlar, dostlar, ağabeyler.
      Bakın, çayır aynı çayır sadece pehlivanlar değişiyor. Bırakın artık küçük hesapları, rantı, rekabeti, arkadan dolaşıp puan almaları bırakın... Bırakın gitsin şu egoları bir kenara, burası yangın yeri olur yarın, birbirimize bir kova su verecek yüzümüz de olsun. Bırakalım kadrolu yağdanlıkları bir kenara, bırakalım fesat makinelerini bir kıyıya, bakın o kocaman riyakârlık devleri siz rağbet etmeyince nasıl da küçülüp yok olacak. Bırakın didişmeyi statü için, bırakın kadro için kavgayı, tamah etmeyin...  Devrimcilikten, önderlikten bahsedip bari bizi yemeyin, özünüze dönün. Kopmayın. Korkmayın. Müdahale edilmezse daha beteri sırada, hazırlıklı olalım.
        Konuşalım tartışalım bir şeyler yapalım. Bandırma’nın bir meclise bir foruma, bir senatoya, bir konseye adını ne isterseniz koyun ama birlikte söyleyip birlikte herkese dinletebileceği bir yere ihtiyacı var. Söyleyip değiştireceği, konuşup belirleyebileceği şeyleri var insanların. En kolayıdır bir araya gelmek, tespit etmek ve değiştirmek... Koca bir kâinatı değil, bir kenti bir araya getiremiyoruz, Bize ayıp değil mi?

Karanlık giderek büyüyor ve giderek kuşatıyor etrafımızı...  

Değiştirmek bizim elimizde, neyi bekliyoruz?

Martın sonunu mu?

Martın sonunu kediler düşünsün, biz değil...

ERTUĞRUL ERSÖZ - BANDIRMA - 03-03-2019