Seçmenin Seçme Hakkı

Seçmenin Seçme Hakkı…

Yerel seçimlere yaklaşırken tüm seçimlerde olduğu gibi, parti genel başkanları , genel başkana yakın seçiciler seçmenin seçmesi gerekenleri seçiyorlar. Seçilmek isteyenler de onların seçiciliğine en küçük itirazda bulunmak şöyle dursun onlara yakın olmak, beğenisini kazanmak için başkandan daha başkancı kraldan kralcı oluyorlar. Allem edip güllem edip kendilerini seçtiriyorlar. Veya seçilebilir sıraya isimlerini yazdırmayı başarıyorlar. Başka bir söyleyişle icazet alıyorlar. Seçmenin seçmek isteyebileceği adaylar daha baştan yarış dışında kalıyor. Seçmen de seçilmişler arasından seçim yapmak durumunda kalıyor. Bu kadarla kalsa iyi. Seçmenin seçtikleri istendiği zaman görevden alınıyor, istenildiği zaman yerlerine kayyum atanıyor. Hapishaneye atılıyor. Bir daha seçerseniz yeniden kayyum atarız deniyor. Bu durumda bir seçmen olarak benim seçme hakkım elimden alınmış olmuyor mu? Oysa seçme ve seçilme hakkının anayasal güvence altında olduğunu sanıyordum. Ülkemin demokrasi ile yönetildiğini sandığım gibi…

Seçilmek isteyen neden seçilmek ister? Neden aday adayı olur, aday olur? Neden ortaya çıkar? Kuşkusuz toplumsal sorunları çözmek, çözümüne katkı koymak için. Toplumsal sorunlarını benimseyen idealist insanlar oldukları için. Hukuktan, adaletten yana oldukları için, barıştan demokrasiden, özgürlükten yana bir ideal taşıdıkları için; özcesi, gidişatın kendileriyle daha iyi olacağına inanan vicdanlı insanlar olduklarından, halkın dertleriyle dertlendiklerinden, sorumluluk duygusu taşıdıkları için aday olurlar. Kuşkusuz her aday olan, insanlık adına insanca işler yapmak arzusuyla yanıp tutuştuğundan, hizmet yarışının içinde olmak için aday olmuyor. Belki de bunlardan çoğu, çıkar peşinde koşan vicdansızlardan da olabilir. Bunlar vicdan taşımaz cüzdan taşırlar. Genellikle vicdanları ile cüzdanları arasında ters orantı vardır. Vicdanları buharlaşıp yok olurken, cüzdanları şişip bavul kadar olur. Evet evet ben bavul diyorum. Senin aklına ayakkabı kutusu geliyorsa ben ne yapabilirim… Seçmen de bu durumdan dolayı kaçınılmaz olarak ikiye bölünüyor. 1-Toplumu, toplumsal sorunları düşünenlerle birlikte yürüyenler. 2-Çıkar peşinde koşanlarla birlikte koşanlar. Nedense kimileri yürür, sürünür. Kimileri de koşar. Kimileri de kabından taşar mayalı hamur gibi…

“Haramsız para, mayasız hamur kabarmaz.”

Adaylar, aday olmazdan önce toplum önderi olma yolunda hayli yol almış olmalılar ki aday olma hakkını kendilerinde görebilsinler. Bir partide, dernekte, vakıfta, meslek odasında, sivil inisiyatifte ya da bir platformda belli bir iddia sahibi olarak çalışmış olmaları olası. Oysa daha aday adaylığından adaylığa geçişte bu iddiaları büyük ölçüde sönümlenir. O artık icazet almış bir adaydır. Öncesinde bulunduğu platformların da kendileri için bir sıçrama tahtası olduğu böylece anlaşılır. Sorulduğu zaman; - ideallerimi gerçekleştirebilmem için etkin bir konumda olmam gerekir, seçilmem gerekir- der. Ya da, -Ben kendime güveniyorum, hiçbir güç bana doğru olmayan hiçbir şey yaptıramaz der.- Artık politikacıdır, der de der… Eğer bu sözleri inanarak söylüyorsa kendini kandırıyor demektir. Değilse seçmeni kandırmayı amaçlıyordur.

Değişim dönüşüm, değişim isteyenlerle kazanılır. Biz daha bizi temsil edecekleri özgürce seçemezken, katılımcı demokrasiden, doğrudan demokrasiden, radikal demokrasiden bahsetmek suç sayılırken, değişim isteyenlerin önü kesilirken, adaletsizliğe uğrarken, hey! Yorgun demokrat, sen sessiz kalıyorsan, bir demokrat olarak azınlığın çoğunluk olma hakkını savunmuyorsan… Çoğunluk diktasını kırmaya çalışmıyorsan, kendinden olmayanların uğradığı haksızlığa hukuksuzluğa ses çıkartmıyorsan, kendini ifade edeceğin adresi ararken ilkeli davranmıyorsan ve hala, -ben arı duru bir adayım- diyorsan aldanıyorsun. Bu neye benzer biliyor musun? Bir kova dolusu kirli suya, bir bardak temiz suyun boca edildikten sonra, boca edilen suyun ben hala temizim demesine benzer. Oysa amaç, steril bir kapta damla damla çoğalmanın önündeki engelleri aşmak için uğraşmak, mücadele etmek olmalı.

Toplum adil yaşamayı talep edebilir adalet isteyebilir, istemelidir de. Yani adalet aşağıdan yukarı istense de, yukardan aşağıya doğru dağıtılır hayatın her alanına nüfuz eder. Yukarıdan aşağıya yayılan adalet değil adaletsizlik ise, korku ise, bu kez de yaşamın her alanına nüfuz eden korku ve adaletsizlik olur. Bu korkunun kaynağı yönetenlerin yönetemez olduklarında halkın tepki göstermesinden korkmalarında gizlidir, kendisini bu korkudan var eder. Ne ki korktukları için, korkutanlar ne yaparlarsa yapsınlar sürgit iktidar olamazlar. Yaptıkları, yapacakları hiçbir seçim adil ve güvenilir değildir. İktidarlarını süreğen kılmak için verilen nafile bir çabadır. Adil yönetimlerin yaptığı seçimler adil olur. Toplumsal mutabakat sözleşmesi, anayasa, hukuk, etik değerler rafa kalkmışsa, toplumda sağduyu dibe vurmuşsa, adalet yoksa orada kaos vardır. Karmaşa vardır.

Devlet olanakları yanlı kullanılır yandaş olanların kullanımına sunulur, yurttaşlık hukukunun yerini yandaşlık hukuku alırsa, kitle iletişim araçlarını ses yükselticileri elinde bulunduranların sesi duyulur. Muhalefetin sesi kısılır veya tümüyle kesilirse, algı yönetimi, manipülasyon geçer akçe olur. Bireyin yani seçmenin iradesi baskı altına alınır, bilinci çarpıtılır ise buradan milli irade çıkmaz. Çıksa çıksa milli felaket çıkar.

Görülen o ki, seçmenin işi seçilmek isteyenlerinki kadar zor. Belki daha da zor. Sorumluluk gerektiren ciddi bir iş. Seçmenin bu sistemde pek seçeneği yok. Seçime gidiyoruz ama seçmenin elinde gerçekten iler tutar yanı olan bir seçenek var mı? Yok. Demokrasilerde özne olması gereken halk sıradanlaştırılıyor, dikta yönetiminin sıradan bir o kadarda edilgen bir nesnesi olma konumuna sokuluyor. Hiç kuşku yok ki, koşulları biz (halk) belirleyemiyoruz. Bizim (halkın) dışında belirleniyor. Bu anlamda bir isyanımız itirazımız olmalı, kullanabileceğimiz en küçük demokratik hakkımızı maksimum düzeyde kullanmalıyız. Oldukça dezavantajlı durumda olmamıza rağmen umudu yitirmeden güçlerimizi maksimum düzeyde birleştirmeliyiz. Rasyonel davranıp, her şeyden evvel AKP-MHP

yönetimini geriletmeli, seçme hakkımız tümüyle elimizden gitmeden en geniş demokrasi cephesini kurmalıyız. Son derece sınırlı imkanlarla son derece güç olanı başarmalıyız. Unutmayalım ki sistemin mağdur ettikleri her geçen gün çoğalıyor. Biz sistem mağdurları çoğunluğuz. Sistemin kaymağını yiyen “mutlu” azınlıkla kıyas kabul etmeyecek kadar çoğuz. Önyargısız birlikte demokrasi mücadelesini yükseltir, birbirimize nasıl yaklaşacağımızı biz belirlersek, kendi dikta ittifakını kuran AKP-MHP ittifakının muhalefetin de kimlerden oluşacağına karar vermesine izin vermeden, yalan yanlış gerekçelerle ortamı kriminalize etmesine aldanmadan, evrensel hukuk normlarına uygun davranıp demokratik parlamenter sistemden yana tutum alırsak, yerelde yerelin söz ve kararı ile bir araya gelir birbirimize sağduyu ile yaklaşırsak kazanan demokrasi olur. İnsanlık olur. Bana göre bu bağlamda AHİM’in Selahattin Demirtaş hakkındaki kararının kamu oyundaki yansıması, demokrasi algımız anlamında turnusol kağıdı…

Bu hukuksuzluktan, bu kaotik durumdan çıkışın yolu sağduyulu davranmaktan geçer. Tabi, sağduyu hala sağ ise…

hgencerucar@gmail.com

H.Gencer Uçar