1930-1936 Yıllarında Bandırma . Ragıp Kemal Cantürk'ün Gezi Yazıları

1930-36 yılları arasında Bandırma ve çevresine dair yirmi civarında gezi yazısı kaleme alan Ragıp Kemal Cantürk, başka yerlerde olduğu gibi söz konusu yöreyle ilgili de önemli ayrıntılara yer vermiştir.

Dr. Yasin KAYIŞ 

2. Uluslararası Bandırma ve Çevresi Sempozyumu – UBS’19 - 17-19 Eylül 2019 / Bandırma 

1930-1936 BANDIRMA,MANYAS,GÖNEN,ERDEK İZLENİMLERİ

GİRİŞ
Emekli Kurmay Albay ve gazeteci Ragıp Kemal Cantürk için “Erken Cumhuriyet Döneminin Evliya Çelebisi” demek çok abartı olmayacaktır. Çünkü Cantürk 1930-36 yılları arasında Milliyet, Akşam, Vakit
(Kurun) gazeteleri adına Türkiye’nin büyük bölümünü karış karış dolaşmış, bu süre içerisinde bazı vilayetlere defalarca uğramış ve izlenimlerini 600’ün üzerindeki tefrikayla anlatmıştır. Gezilerini kimi zaman bir valinin makam aracında, kimi zaman eşek sırtında kimi zaman da kamyon kasasında yapan Cantürk toplumun hemen her kesimiyle temas kurabilmiş, albaylıktan emekli olduktan sonra deyim yerindeyse gazeteciliğin tozunu yutmuştur. Gezip gördüğü yerleri adeta bir müfettiş titizliğiyle inceleyen Cantürk öncelikle kamu hizmetlerine odaklanmış ama bunlarla da yetinmemiştir. Gelenekler, yerel tarih, hatta otel ve lokantaların kalitesi bile ilgilendiği konular arasındadır.
Muhabirin gezi yazarlığına başladığı yıllarda Türkiye Cumhuriyeti henüz on yaşında bile değildi. Altı yıl boyunca gezdiği yerlerde Cantürk genç cumhuriyetin getirdiklerini ve henüz getiremediklerini
gözlemleme ve anlatma imkânı buldu. Tavsiyelerde bulundu, övdü ve yerdi. Aynı yıllarda Dünya Ekonomik Krizi tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de kasıp kavuruyordu. Cantürk gittiği yerlerde buna da şahit oldu. Karamsar ve suçlayıcı bir dil kullanmamaya dikkat ettiği gözlemlenen muhabir krizsürecinde halkın sıkıntılarını anlatmaya, çözüm önerileri sunmaya, halkla yönetim arasında köprü
olmaya çalışmıştır.

1.BANDIRMA İZLENİMLERİ

Ragıp Kemal Bey’in gezi yazılarına yansıyan Bandırma, Yunan işgalinin son günlerinde yakılıp yıkılmış buna karşın yaralarını sarmakta oldukça başarılı olmuş bir ilçedir. Savaştan adeta tarla halinde çıkan
kent için bu tahribat çok acıklı olmuş, ancak muhabirin gözlemine göre bu durum Bandırma içinzamanla bir avantaja dönüşmüştü. Nitekim kasaba adeta yeniden inşa edilmekte ve giderek daha güzelbir görünüme kavuşmaktaydı. Hükümet konağı eski yerinden, yeni yapılan güzel bir binayanakledilmişti. Kurtuluş Savaşı’nın son günlerinde şehit düşen 61. Alay Kumandanı Hüseyin Vecihi Beyile 20. Fırka Hücum Taburu Kumandanı Binbaşı Süleyman Bey için rıhtıma nazır meydanda şehitlikdüzenlenmiş, şehitlerin mezarının üzerine de bir abide yapılmıştı (Akşam. 1933, 20 Şubat; Akşam. 1933,
3 Mart).Kentin adeta varlık nedeni olan liman o yıllarda da oldukça canlıydı. Seyrisefain vapurlarının dışında özel vapurlar da bu limana sefer yaptıklarından haftanın her gününde iskele üzeri adeta mahşerî bir hal almaktaydı (Akşam. 1933, 7 Mart). Cantürk 1933 yılındaki gezisinde İstanbul’dan akşamüzeri kalkan bir vapurla sabaha karşı Bandırmaya ulaşmıştı. Yola trenle devam edecek olanlar erkenden vapurdan çıkmış, trenin kalkmasından sonra liman çevresi sakinleşmişti. Yine de henüz erken saatler olmasınarağmen sokaklar tenha değildi. Bandırmalılar günlük koşturmacaya başlamışlardı (Akşam. 1933, 3Mart). Her yıl Bandırma’dan dışarıya önemli miktarda satış yapılmaktaydı. 1932 yılında toplam değeri 698,540 lirayı bulan ürünlerin başında 3.000 ton bakla ve yulaf, 1.500 ton burçak ve 3.500 ton burasit madeni vardı. Bu ürünlerin bir kısmı Bandırmaya ait ise de büyük bir kısmı çevre ilçelerden geliyordu (Akşam. 1933, 20 Şubat).
Bandırma’nın bir liman kenti olması halka ticaret zevkini tattırmıştı. Ticaret için geceli gündüzlü durmadan çalışan bir kesim vardı. Bunların içerisinde servet sahibi olmuş on beş kadar tüccar vardı ki
bunlar gerek emlâk ve gerekse nakit açısından çok güçlü kişilerdi. Bu tüccarların bir kısmı zahire ve kantariye, bir kısmı da manifatura üzerine iş yapmakta ve piyasaya hâkim bulunmaktaydı (Akşam. 1933,7 Mart).
Hayvancılığa dayalı ticaret de Bandırma’nın limanını hareketlendiriyordu. İlçenin kaymağı çok lezzetli olduğundan her tarafta ünlenmişti. Okkası 140 kuruşa satılmakta olan bu kaymaklar İstanbul’a ve civar
memleketlere kutularla hediye olarak gönderiliyordu. Muhabirin 1933 Şubat-Mart aylarındaki ziyaretisırasında kuzu ve yoğurt üzerine yapılan ticari işlemler artmıştı. İlçe merkezindeki beş yoğurt
imalâthanesi yoğun bir şekilde çalışıyordu (Akşam. 1933, 7 Mart). Ayrıca her akşam Bandırma’dan İstanbul’a hareket eden vapurlar, tenekelerle yoğurtlar ve sürülerle kuzular taşıyordu (Akşam. 1933,
20 Şubat).  Bandırma limanı önemli bir transit iskelesiydi. Ancak limanın bu özelliği her zaman avantaj değildi.
Nitekim Cantürk 1935 yılındaki ziyareti sırasında “Bandırma bir transit iskelesi olduğundan gerek denizden ve gerek karadan buraya gelen yolcular durmadan geçip giderler ve Bandırmanın güzelliklerinden hiç istifade edemezler. Bu yüzden de Bandırma esnafı alışverişlerden mahrum kalır” diyordu (Kurun. 1936, 22 Temmuz).

Belediye Hizmetleri ve Kâşif Acar

1933 yılı itibariyle 12.000’i merkezde olmak üzere 48.000 nüfusa sahip olan Bandırma’nın beş nahiyesi,
yetmiş beş köyü vardı. 1933’teki ziyaretinde Bandırma’yı bir yıl öncesine göre çok değişmiş bulan
muhabir, her şey ortada olduğu için Belediye Başkanı Kâşif Bey’e fazla soru sorma gereği duymamıştır.
Daha önce yapılmış olan elektrik ve mezbahaya artık hastane ve Kapıdağı’ndan getirilen nefis bir su da
eklenmiş, böylece Bandırma tam anlamıyla yaşanabilir bir hale gelmişti (Akşam. 1933, 20 Şubat).
Muhabir ilçenin belediyesiyle ilgili en ayrıntılı bilgileri ise 1936’da paylaşmıştır. Söz konusu yılda Kâşif
Acar Belediye Başkanlığını yürütmeye devam ediyordu. Aktardığına göre Kâşif Bey’in Bandırma’ya
yaptığı hizmetler pek çoktu. Bunların başında hastane, su ve elektrik geliyordu. Genel tuvaletler ile
geniş ve güzel caddelerin yapımı, yaya kaldırımların kenarlarına beton kuşakların çekilmesi, büyük
kârgir belediye binasının ortaokula terkedilmesi yine onun döneminde gerçekleşmişti. Ancak daha önce
250.000 lira olan belediye gelirinin son dört seneden beri 130.000 liraya düşmüş olması başkanın
keyfini kaçırıyordu. Su konusunda yapılacak yeni işlerin sürüncemede kalmasının sebebi de belediye
vergilerinde halkın lehine olarak yapılan bu indirimdi. Üstelik 1936 yılında bir de belediye iskelesinin
Deniz Bankası’na devredileceği yönünde söylentiler çıkmaya başlamıştı (Kurun. 1936, 22 Temmuz).
Belediye Başkanı Kâşif Acar rıhtımın ordu evine doğru olan noksan kısımlarını yaptırmış olduğu için
bütün sahil boyu güzelleşmişti. Sahilde yapılan hizmetlerden biri de deniz hamamıydı. Çok para
harcayarak demir direkler üzerine kurulmuş olan bu şık ve temiz deniz hamamı mendireğin ucuna
bağlanmış ve halkın bol bol denize girebilmesine imkân sağlanmıştı. Deniz hamamında yıkanmak yüz
para, mayo ve havlu dâhil olduğunda ise yedi buçuk kuruştu. Ayrıca mendireğin hemen o noktasında
bir de çardaklı kır kahvesi açılmıştı.
Muhabirin 1936’da Bandırma’yı ziyaret ettiği günlerde belediye çarşı içindeki yaya kaldırımlarının
kenarlarına beton bariyerler çekmeye ve şehrin yukarı mahallesine kadar uzanan geniş bir bulvara
kaldırım yapmaya başlamıştı. Bu geniş caddenin ortasındaki ağaçların olduğu bölüm de refüj haline
getiriliyordu.
Kâşif Acar Belediye Başkanlığı görevinin yanı sıra Halk Partisi’nin Bandırma’daki temsilcisiydi. Buna bağlı
olarak Evkaf Oteli ile cami arasındaki meydana yepyeni bir Halkevi kurdurmak üzereydi. Bu binanın
Bandırma’nın en modern binalarından biri olması, içinde sinema ve okuma odası gibi bölümler olması
tasarlanmıştı. Ancak bazı kişiler binanın başka yere yapılmasının daha doğru olacağını savunuyordu.
Cantürk’e göre ise bina için seçilen yer kesinlikle doğruydu. Deniz kenarında ve merkezi bir yerde, diğer
büyük binalarla aynı hizada yapılması fikrinden vaz geçilmemeliydi (Kurun. 1936, 13 Ağustos).
Pertevniyal Belediye Hastanesi
Ragıp Kemal Bey 1933 yılındaki ziyareti sırasında Başhekim Op. Dr. Necdet Bey’in eşliğinde, belediyenin
yeni yaptırmış olduğu Bandırma hastanesini de gezmiştir (Akşam. 1933, 7 Mart). Hastaneyi bir
“şaheser” olarak tanımlayan muhabir gördüklerinden oldukça etkilenmiştir. Öncelikle binanın iç ve dış
mimarisi gayet güzeldir ve adeta görüntüsü bile “şifa kaynağıdır”. Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı proje
ile 20 yataklı olarak inşa edilen hastanenin yapımına Pertevniyal vakfından 15 bin lira civarında yardım
edildiğinden bir vefa göstergesi olarak giriş kapısının üzerine “Pertevniyal Belediye Hastanesi”
yazılmıştı. Belediye Başkanı Kâşif Bey ile Başhekim Necdet Bey omuz omuza vererek en küçük ayrıntıya
kadar düşünmüş, başkan bir amele gibi çalışmış ve başhekim tarafından tavsiye edilen her şeyi kabul
etmişti.
Koğuşları gezen ve hastaların hatırlarını soran Ragıp Kemal Bey hastaneyi oldukça düzenli bulmuştu.
Aslen kanser uzmanı olan Necdet Bey pek çok başarılı ameliyata imza atmış, pek çok hastanın sağlığına
kavuşmasına vesile olmuştu. Muhabirin verdiği bilgiye göre kurumda şikstretomi, laparatomi, apandisit
türü operasyonlar yapılabilmekteydi. Diğer yandan hastanenin önemli eksiklikleri de söz konusuydu.
Laboratuvar, röntgen cihazı ve bir dâhiliye uzmanı bu eksiklerin başında geliyordu.
İnhisarlar İdaresi
Bandırma’daki İnhisarlar İdaresi birleştirildikten sonra başına Balıkesir’den Emin Bey adına bir kişi
müdür olarak atanmıştı. İnhisarlar binası mimari açıdan şehrin şirin binalarından biriydi. Binanın içinde,
müdür odasında adeta küçük bir müze vardı. Hazırlanmış olan köşelerde içki şişeleri, sigaralar ve tuz
parçaları sergileniyordu. Ayrıca tütün yaprakları ve sigaralardan yapılmış bir pano vardı. Bir başka
köşede de işlenmiş tütün demetleri sergileniyordu. Bu binadaki tütün imalathanesinde 400 civarında
amele çalışıyordu. Buradaki faaliyet ve düzen olağanüstü ve görülmeye değerdi.
Diğer yandan İnhisar İdaresi’nin tekelinde olan tuzun dağıtımında ciddi bir sorun söz konusuydu. Çünkü
daha önce balıkçılık mektebinin Marmara Adası’nda olmasından dolayı tuz ambarı orada kurulmuş,
mektebin adadan kaldırılmasından sonra da ambar aynı yerde kalmaya devam etmişti. Marmara
Adası’nda tuz ile yapılacak hiçbir iş kalmamıştı. Oysa balık ve zeytin tuzlama işinin merkezi eskiden beri
Erdek idi ve depo oraya nakledilmemişti. Bu durum nakliye masrafını artırıyordu. Ragıp Kemal Bey’e
göre tuzun sadece üretimi değil satışı da inhisar altına alınmalıydı. Çünkü tuzu inhisarın tekelindeki
tuzlalardan 6 kuruşa alan tüccarlar nakliye masraflarından dolayı tuzu pahalıya satıyor; bu da Türk
balıkçı ve zeytincilerinin Yunanistan’la rekabet edebilmesini engelliyordu (Akşam. 1933, 3 Mart).

1936 yılındaki Bandırma ziyareti sırasında deniz kenarında anfi şeklindeki meşhur ve büyük tütün
müessesesini (Tütün İşleme Evini) bir kez daha ziyaret eden muhabir her ziyaretinde bir başkalık
gördüğünü zikretmiştir. Tütün işleme tesisinin her katında adeta ipek böceklerinin dut yaprakları
üzerindeki hışıldayışlarını andıran bir çalışma gözleniyordu. Yüzlerce kadın ve kız önlerine yığılmış tütün
demetlerini cinslerine göre ayırarak sessizce sepetlere dolduruyordu. Ayakta yalnızca birkaç eksper ve
istifçi dolaşıyordu.
150 amelenin çalıştığı bu tesis sayesinde 150 haneye para giriyor ve yaklaşık 600 kişinin karnı
doyuyordu. Kız ve erkekler tek tip iş kıyafeti giyiyordu. İşçiler için dışarı elbiselerini asacak yerler
ayrılmış, her işçinin gündelik verim ve yevmiye usulleri düzene konmuştu. O yıl yeni düzenlemeler
yapılmış, her işçinin yaptığı işlerin ayrı ayrı fişlere işlenmesi ve herkesin iş verimliliğine bağlı olarak
hakedişleri hesaplanmaya başlanmıştı.
Bu işleri düzenleyen, çalışkanlığı ile ünlü İnhisarlar Müdürü Kadri Lülecioğlu idi. Başeksper Mehmet Bey
ile ekibinin çalışmalarının iyi sonuçlar doğurduğu da ilk bakışta görülebiliyordu (Kurun. 1936, 22
Temmuz).
Adliye-Hapishane
Ragıp Kemal Cantürk 1935 yılındaki ziyareti sırasında Bandırma’nın adliye teşkilatı hakkında bilgi
vermiş, hapishanesini de ziyaret etmiştir (Kurun. 1935, 30 Mayıs).
1935 yılı itibariyle Bandırma mahkemesi ağır ceza yetkisine de sahipti. Mahkeme heyeti; Reis Bay
Seyfettin, azalar Bay Hamdi ve Bay Necati’nin yanı sıra Aza Mülâzımı Bayan Behzat’tan oluşuyordu.
Müddeiumumi Bay Nuri ve yardımcısı ise Bay İzzettin idi. Bayan Behzat haftanın bir kaç gününde sulh
davalarına da bakıyordu ve muhabire göre “bir bayanın hâkim sıfatile davalara bakması kıvançla
temaşa edilecek önemli manzara…” idi.
Cantürk, Bandırma Hapishanesi’nin dikenli tellerle çevrili avlusunda tutuklu ve hükümlülerle
görüşmüştür. Ziyaret sırasında cezaevindekilerin 14’ü borçtan, 9’u hafif 15’i de ağır cezadan dolayı
içerideydi. Ağır cezadan yatanlar içerisinde gayri meşru çocuk doğurduğundan dolayı annesini öldüren
bir delikanlı, düğünde arkadaşını kurtarmak için birisini öldüren köy korucusu, kazayla kardeşini
öldüren bir adam, karısıyla ortak olup mal hırsıyla kendi kız kardeşini öldüren bir kişi de bulunuyordu.
Müdür olarak çalıştığı müesseseden 41.000 lira aşıran bir adam da mahkûmlar arasındaydı.
Mahkûmların kimisi tesbih ve fanilâ yaparak ekmek paralarını çıkarmağa uğraşmaktaydı. Gardiyanların
dikkati sayesinde hapishanede hiçbir olay olmuyordu.
Ortaokul
Ragıp Kemal Cantürk’ün 1935 yılında ziyaret ettiği yerlerden biri de ortaokuldur (Kurun. 1935, 26
Mayıs). Bandırma’nın yıllardır muhtaç olduğu ortaokul nihayet 1933 yılında faaliyete başlamıştı. Ancak
bu okulun açılması sanıldığı kadar kolay bir iş değildi. Zira bu iş için önce elverişli bir bina bulmak sonra
da okulu yaşatabilmek gerekiyordu. Bandırma Belediyesi bu hususta önemli bir fedakârlık yapmış,
içinde bulunduğu güzel binayı okula bağışlamış, belediye de iskele üzerindeki eski subay yurduna
taşınmıştı.
İki yıldır okulun bütün giderleri ve öğretmenlerin aylıkları şehrin imkânlarıyla karşılanıyordu ki
muhabire göre bu Bandırmalılar için kıvanç verici bir durumdu. Okulda 130 öğrenci öğrenim görüyordu.
Bunların yarısı kızdı. Köylerden de birçok erkek çocuk gelmişti. Bununla birlikte okulun bir sonraki yıl
yeterli olmayacağı anlaşılıyordu. Bandırmada yeni bir okul binası yapılması ihtiyacı açıktı.
Bir yandan öğretmenlerin uğraşları, diğer yandan da öğrencilerin çalışmaları güzel sonuçlar doğurmaya
başlamıştı. Öğrencilerin sadece ders başarıları değil elişlerindeki başarıları da dikkat çekiciydi.
Çocukların mumya ve resim işlerindeki yetenekleri görülmeye değerdi. Nitekim Manyas gölünde
vurulduktan sonra mumyalanan ve okulun salonunda sergilenen bir pelikan bunun somut bir örneğiydi.
Subay Yurdu
1935 yılı itibariyle Bandırma’ya güzellik katan binalardan biri de Subay Yurdu idi. Daha önce iskele
üstündeki binada olan bu yurt ihtiyaca cevap veremediğinden yeni bir binaya ihtiyaç duyulmuş,
belediye binasının yanına yeni bir yurt inşa edilmişti. Bu binanın alt kısmında bir gazino, şık bir sinema,
büfe vb. bölümler bulunuyordu. Bir üst kısımda birçok odalar, yatacak yerler, banyolar ve geniş
taraçalar ile balkonlar vardı. En üst kısım ise geniş bir taraça halinde bırakılmıştı. Bu bina askerler
tarafından inşa edildiğinden oldukça az para harcanarak yapılmıştı (Kurun. 1935, 26 Mayıs).
Hava Kurumu
1936 yılı itibariyle Bandırma ilçesi Hava Kurumu işlerinde de ön safta yer alıyordu. O tarihe kadar yüz
binlerce lira toplanmış ve bu yardımlarla üç motörlü bir deniz uçağı alınmıştı. İlçedeki Hava Kurumu
şubesini yöneten Avukat Burhanettin Yener ve kâtibi Mustafa Maçin sayesinde uçak geliri geçen yıllara
oranla beş misli artmıştı. (Kurun. 1936, 22 Temmuz).

Ragıp Kemal Bey’in ifadesiyle Bandırma postanesinin “zarfı da mazrufu da cidden takdirlere şayeste…”
idi. Postane binası hem merkezi konumu hem de mimari tarzındaki estetik sebebiyle çevresinde az
rastlanabilecek bir özellikteydi. Posta Müdürü Rasim Demirok buraya atandıktan sonra binanın bahçesi
düzenlenmiş, iç dış badanası yapılmıştı. Temizliğine de çok dikkat ediliyordu. Postane iş bakımından da
saat gibi işliyordu. Havale, posta ve telgraf işleri gayet kolay ve çabuk görülüyordu (Kurun. 1936, 13
Ağustos).

2.MANYAS İZLENİMLERİ
Ragıp Kemal’in gezi yazılarını kaleme aldığı yıllarda Manyas, Bandırma’nın “en tanınmış”, “en önemli ve
en verimli” nahiyelerinden biriydi. Manyas’ın merkezi olan Maltepe köyü, Manyas Gölü’nün 10 km
uzağında, Bandırmaya 45 kilometrelik bir şose ile bağlı güzel bir kasaba idi. Nüfus itibariyle Edincik daha
büyük ise de Manyas daha önemli görülüyordu. 850’si merkezde olmak üzere toplam 8000 nüfusu olan
nahiyenin 18 köyü vardı. Ayrıca Koyun Kâtibi Çiftliği ile Mülki Bey Çiftliği denilen iki de çiftlik
bulunuyordu. Nahiyenin toprakları, özellikle de ova kısımları oldukça verimliydi. Kasaba, nüfusu az
olmasına rağmen kârgir ve şık binalara sahipti. Altmış yıldan beri nahiye olan Manyas beş sene öncesine
kadar tam teşkilatlıydı. Ancak beş sene önce bu teşkilat kaldırılmış, yalnızca nüfus memurluğu
bırakılmıştı. Beş sınıflı güzel bir okulu, posta ve telgrafhanesi, sıtma mücadele dairesi ve inhisarlar
idaresi vardı. Her köyde telefon , beş köyde okul, bütün köylerde kaldırım döşenmiş yollar vardı.
Bunların yüz ölçümü 12.000 metre2
’yi buluyordu. Ova köyleri şose yollarla birbirine bağlıydı. Beş yıl
öncesine kadar arabayla gidilemeyen dağ köylerine de araba yolları yapılmıştı (Kurun. 1935, 3 Haziran;Kurun. 1935, 6 Temmuz).
Panayır
Muhabir uzun zamandan beri şöhretini işittiği Manyas panayırını görmek üzere akşam saat dokuzda
İstanbul’dan vapurla yola çıkmış ve sabahleyin Bandırma’ya varmıştı. Öğleden sonra çok sıcak bir
havada bir kaptıkaçtıyla yola çıkan Cantürk, Manyas yolunda yörenin tarımsal zenginliğine şahit
olmuştu. Arazi dalga dalga arpa, buğday ve yulafla doluydu (Kurun. 1935, 6 Haziran).
Bandırma-Manyas yolu kısmen şose ve kısmen de patikaydı. İnsanlar arabalarıyla, hayvanlarıyla, yaya
veya atlı olarak panayıra doğru akın ediyorlardı. Biraz zorlu bir yolculuktan sonra panayır yerine varan
Cantürk’ün aracı hükümet yetkililerinin kurdurduğu çardakların önünde durdu. Çınar ağaçlarının
gölgeleri altındaki çardakta yeşil bir masanın etrafına maroken kanepe, koltuklar ve sandalyeler
yerleştirilmişti. Bir tarafta da jandarma kumandanlığının çalışma alanı ile telefon santrali vardı. Nahiye
müdürüyle kaza jandarma kumandanı düzenin bozulmaması için tedbir alıyorlardı. Yakalanan yirmi
kadar yankesici ile uygunsuz kimseler toplanarak geldikleri yerlere jandarmalarla sürülmüşlerdi (Kurun.
1935, 6 Haziran).
Ünlü Manyas Panayırı her yıl haziranın üçüncü günü kuruluyor ve alışveriş beş gün boyunca sürüyordu.
Muhabirin aktardığına göre tarihi oldukça eskiye dayanan bu panayıra eski zamanlarda Şam ve
Halep’ten deve katarları ile katılanlar olmaktaydı. 1935 yılı için panayır yerinde yeni düzenlemeler
yapılmış, rahatlık için her şey hazırlanmıştı. Bu yüzden geçen senelerden daha fazla kalabalık olacağı
umuluyordu (Kurun. 1935, 3 Haziran).
Panayır yeri adeta kalabalık, uğultulu bir şehir halini almıştı. Her taraf insanlar, arabalar, hayvanlar,
çadır ve çardaklarla doluydu. Her çeşit eşya satan dükkânlar, gazinolar, çalgıcılar, dondurmacılar, sazlı
kahveler, tiyatrolar, canlı ve cansız hayvanları seyrettirenler ile atlıkarıncaya kadar pek çok şey
panayırdaki yerini almıştı. Halkın dikkatini çekmek için gösterilenler arasında yılan ve denizkızı da vardı.
Panayıra çevre vilâyetlerden, hatta Eskişehir’den bile gelenler vardı. Bunların kimisi zevk için, kimisi dealış veriş için gelmişti. Bir gün önceki ziyaretçiler arasında Bandırma hükümet erkânı ile Gönen
Kaymakamı ve Gönen Jandarma Komutanı da vardı.
Panayırda hayvan alış verişi oldukça hararetliydi. Piyasa yüksekti. Ayrıca sürü sürü hayvanlar gelmeye
devam ediyordu. Gündüz yorulan halk, geceleri kahvehanelerle tiyatro ve eğlence yerlerinde
dinleniyor, şenlikler gece yarılarına kadar devam ediyordu. Bunca kalabalığa rağmen halkın çok temiz
olduğu da muhabirin gözünden kaçmamıştı (Kurun. 1935, 6 Haziran; Kurun. 1935, 9 Haziran).
Nahiye Yönetimi ve Beledî İşler
Manyas’ta kasabanın nüfusu 2000’in altında olduğu için belediye teşkilâtı yoktu. Nahiyenin merkezi
olan Maltepe köyünün işleri muhtar ve ihtiyar heyeti tarafından görülüyordu. Muhtar akıllı, çalışkan ve
başarılıydı (Kurun. 1935, 9 II.Teşrin). Maltepe köy sandığının yıllık geliri 4000 lira idi. Ayrıca nahiyenin
(Komünün) yedi köyü de oldukça zengindi (Kurun. 1935, 6 Temmuz). Bandırma-Manyas arasında
düzenli ulaşım kamyonlarla sağlanıyordu ve iki kamyon her gün yolcu ve eşya taşıyordu (Kurun. 1935,9 II.Teşrin).
Dört yıldır Manyas’ın Kamunbayı (Direktörü/Nahiye Müdürü) olarak görev yapan Nebil Baran yaklaşık
bir yıl boyunca Susurluk (Susığırlık) kazası kaymakam vekilliğini yürütmüş 1935 ortasında nahiyeye geri
dönmüştü. Köyün ihtiyar heyetiyle el ele vererek kasabanın bayındırlığı için çalışıyordu. Bütün köylerin
müracaatlarını can kulağı ile dinliyor, yoğun bir mesai sarfediyor ve bu işlerden büyük bir zevk aldığı
izlenimini veriyordu (Kurun. 1935, 3 Haziran; Kurun. 1935, 6 Temmuz; Kurun. 1935, 9 II.Teşrin).
Nahiye merkezinde müdürün çabalarıyla bir umumî tuvalet, bir cami, idman birliği, okuma yurdu ve
ziraî kredi kooperatif binaları yaptırılmıştı. Kasabayı elektrikle aydınlatmak için bir dinamo alınmak
üzereydi (Kurun. 1935, 3 Haziran). Nebil Baran köylerde köy odaları kurdurmuş, köy muamelâtını
düzenli bir hale sokmuş, halkın gereksiz yere mahkemelere gitmelerini önlemek için köy davalarına
düzenli olarak baktırmış ve bu gibi davalarla yakından ilgilenmiştir. Ayrıca köy sandıklarının gelirlerini
arttırmak için de 1935 yılında emece (imece) usulüyle tarlalar ektirilmiş, yalnız iki köyde bakladan 4000
lira gelir elde edilmişti (Kurun. 1935, 6 Temmuz).
Dört ay aradan sonra 1935 sonbaharında Manyas’ı ziyaret eden muhabir gördüğü değişimden
memnundu. Peçelerle çarşafların kaldırılmasına karar verilmişti. Kasabadaki evlerin etrafındaki çit
siperlerin kaldırılmasına emir verilmiş olduğu için taş ve kerpiçten güzel duvarlar çekilmeğe başlanmıştı.
Hükümet konağının dışarısı sıvanmış ve içi-dışı düzgün şekilde badana edilmişti (Kurun. 1935, 9II.Teşrin

Sıtma Mücadelesi
Manyas mıntıkası bataklık olduğu için altı yıldan beri çalışmakta olan bir mücadele teşkilâtı vardı. Daha
önce sıtma çok yaygın iken 1935 yılı itibariyle sıtmalılar %10’un altına düşmüştü. Manyas gölüne
akmakta olan Kocadere ile nahiye (komun) merkezi olan Maltepe’nin yanından geçen Değirmenderesi
sıtma yapmakta idi.
Değirmenderesi’nin fenalıklarını yok etmek için sıtma teşkilatından önce yanlış bir hesapla 3,5
kilometrelik bir kanal açılmıştı. Bu kanalla dere, Kocadereye akıtılmak istenmiş ise de bir sonuç
vermemiş, emekler boşa gitmişti. Oysa sağlıklı bir kurutma işlemi için Kulak azmağı ile eski Çatal
azmağının, Ördekçi köprüsünden Koca Manyas gölünün ayağı olan Karadereye akıtılması lâzımdı. Bu
kanal Manyas çevresinin bütün azmaklarını da alarak nahiye alanını tamamen temizleyecekti. Bu
sayede merkezle beraber yedi köy de kurutulmuş olacaktı.

Beş yıldan beri Manyas’ta sıtma mücadelesinde bulunan teşkilât çok çalışmış ve çok yararlı sonuçlar
elde etmişti. Bir yıl öncesine göre dalaklılar azalmıştı. Herkes mücadele sayesinde sıtma belâsından
kurtulduklarını söylüyordu. Bu konuda Doktor İbrahim Etem Kurayla çalışma arkadaşları Necmeddin,
Ziya, Saim ve Hüseyin Avni’nin gayret ve fedakârlıkları takdire lâyıktı (Kurun. 1935, 6 Temmuz).
Manyas’ta Sosyal Hayata Dair İzlenimler
Ragıp Kemal Cantürk’ün verdiği bilgilere göre Manyas’ta eşkıyalık ve uygunsuzluk yoktu. Manyas
muhitindeki erkeklerin kıyafetleri diğer köylere benzemiyordu. Halk çakşır, potur ve kuşak gibi şeyler
kullanmıyor, uzun pantolon giyiyordu. Okur yazarları –özellikle kadınlarda olmak üzere- çoktu (Kurun.1935, 3 Haziran).
Cantürk 1935 yılında dört ay içerisinde birkaç kez ziyaret ettiği Manyas’ın toplumsal yaşantısına dair,
birinci gelişiyle ikinci gelişi arasında kadınların sosyal hayatına dair birbiriyle çelişen ifadeler
kullanmıştır. Muhabir, Haziran 1935 tarihli yazısında “Kadınlık ve Ahlâk” başlığı altında şöyle
demektedir:
“Manyasın kadınları şayanı hayrettir. Asrî hayata ve terakki yollarına çoktan atılmışlardır. Taassup ve
bâtıl itikatlarla alâkaları yoktur. Nahiyenin her tarafında taassup, sehalet, içki, kumar ve fuhşiyatın fena
akıbetleri hakkında müdür (Nebil Baran) tarafından verilmiş olan konferanslar çok tesirli olmuştur. Bura
kadınlarının hakikati ve hayatı böylece çarçabuk kavramaları, eski âdet ve ananelere arkalarını
çevirmeleri sayesinde yetiştirecekleri çocukların da çok kıymetli olacağına şüphe yoktur” (Kurun. 1935,
3 Haziran).Yaklaşık bir ay sonra ise Manyas’taki kadınların halinden şikâyetçidir. “Gizlenme ve Örtünme Derdi”
başlığı altında şunları söylemektedir:“Burada dehşetli bir örtünme ve erkeklerden kaçınma derdi vardır. Buralarda çarşaf ve peçe hâlâ
kalkmamıştır. Zavallı kadınlar bu sıcaklarda başları örtülü ve çarşaflar içinde ne kadar eziyetler
çekiyorlar! Buranın bayanlarında ruhî bir hastalık var: Birisi azıcık açılmış olsa diğerleri onu kınıyorlar
ve her taraftan hücumlar yaparak onu kabuğuna çekilmeğe mecbur ediyorlar! Fakat, tuhafı şurasıdır ki
bu kınayıcı bayanların hepsinde de açılmak ve şapka giymek için dehşetli bir arzu vardır. Görenek
yüzünden kızlarını mektebin dördüncü sınıfından (artık büyüdü!) diye çıkaranlar varmış. Cümhuriyet
perisi 13 yaşına bastığı halde Manyaslıların hâlâ eski âdetlerden ayrılmamaları üzülecek bir şeydir”
(Kurun. 1935, 6 Temmuz).
Dört ay sonra ise Cantürk Manyas’ın kadınları konusunda şu bilgilere yer vermiştir:
“Peçelerle çarşafların kaldırılmasına karar verilmiş olduğundan bir çok bayanlar manto yaptırmağa
başlamışlardır. Burada erkeklerden kaçmak hususunda büyük bir taassup vardı. Artık bundan sonra öyle
ümit olunur ki bu eski ve lüzumsuz âdet te ortadan kalkmış olacaktır” (Kurun. 1935, 9 II.Teşrin).
Cantürk, Ekim 1935’teki ziyareti sırasında nahiye merkezine yaklaşık bir saat uzaklıktaki –Çerkes
nüfusun yoğun olarak yaşadığı- Cümhuriye[t] köyüne de misafir olmuştur. “Köyde âhenk var, hep
beraber gidelim” teklifi üzerine gittiği evin bahçesinde gördüğü manzarayı şöyle anlatmaktadır:
“Orada köyün kızlarile erkekleri toplanmışlar. Birisinin elinde de körüklü bir mızıka vardı. Çerkes havası
çalıp duruyordu. Kızlar bir sıraya dizildiler, delikanlılar da onların karşısına geçtiler. Sıra ile bir erkek
kızlara yaklaşıyor, bir kızın önüne giderek reverans yapıyor ve onu dansa davet ediyor. Kız derhal ortaya
çıkıyor. Karşılıklı oynuyorlar. Sonra kız eski usûlde bir temenna ederek geriye çekiliyor, arkadaşlarının
arasına karışıyor. Öbür tarafta birkaç delikanlının tuttukları tahta üzerine diğerleri değneklerle
vuruyorlar, mızıka ile beraber bir trampet vazifesini görüyorlar, ortalığı kızıştırıyorlar. Bu oyun bir nevi
dansa benziyorsa da bizim bildiğimiz tarzda elden ve belden tutmuyorlar ve küçük hatvelerle kendi
kendilerine oynuyorlar” (Kurun. 1935, 31 I.Teşrin).
Çerkeslerin ahengine katılan Cantürk’ün hakkında bilgi verdiği bir başka etnik grup Kazaklardır. Manyas
gölünü çerçeveleyen pek çok köyden iki tanesinin de Kazak köyü olduğunu belirten muhabir Kazaklar
hakkında şu bilgilere yer vermiştir:
“Bunlar göllerde balık avlıyarak geçinirler, kendi âlemlerinde ve daimî bir zevk içinde yaşarlar. İşrete
olan iptilâlarile meşhurdurlar. Rakı yerine boyalı ispirtolar içmektedirler. Âdet ve ahlâkları kimseye
benzemez. Her yerde elbise ve kıyafetlerinden derhal tanılırlar” (Kurun. 1935, 9 II.Teşrin).
3.GÖNEN İZLENİMLERİ
Ragıp Kemal Cantürk yörede en çok Gönen kazasına ilişkin yazılar kaleme almıştır. İlçeyi ilk olarak 1930
yılında ziyaret eden muhabir ayrıca 1932, 1933 ve 1935 yıllarında da ziyaret etmiştir. Bu gezilerinde
Gönen merkezinin dışında Sarıköy ve Kavak nahiyeleri ile Bakırlı ve Tuzaklı köylerini de görmüştür.
1930’ların başlarında Gönen’in nüfusu 48.000’di. Bu nüfusun 10.000’den biraz fazlası ilçe merkezinde
yaşıyordu. 103 köyü olan ilçenin üç tane de nahiyesi bulunuyordu (Milliyet. 1932, 9 Teşrinievvel). Ragıp
Kemal Bey’e göre burası tam anlamıyla emeklilere uygun bir ilçeydi. Emekli olduktan sonra İstanbul’da
maddi sıkıntı çekmek yerine Gönen vb. yerlerde yaşamak oldukça cazipti (Milliyet. 1932,13
Teşrinievvel). Bu sevimli kasaba havası, suyu, şifalı kaplıcası ve ucuzluğu itibariyle tam anlamıyla
yaşanacak bir yerdi. Bir otelin altındaki geniş gazinosu ve diğer kahveler temiz ve güzeldi. Çarşısı pazarı
hoştu. Mahsulâtı çok, sebzesi boldu. Özellikle de kavun ve karpuzları meşhurdu (Kurun. 1935, 12
II.Teşrin). İlçe içinde dirlik-düzenlik pek yerindeydi. Halkı zararsız ve çalışkan, memurları da doğrudüzgün insanlardı. Gençlerinde spora ilgi vardı. Dere kenarındaki alanda antrenmanlar yapıyor ve
çevredeki takımlarla maçlar oynuyorlardı (Kurun. 1935, 9 Temmuz).
Ne var ki bu şirin ilçenin kusurları da yok değildi. Gönen biraz “kenarda kalmış” bir kaza olduğu için
özellikle kış mevsimlerinde oldukça tenha ve sönük bir hal alıyordu (Akşam. 1933, 10 Mart).
Mahkemedeki davaların birçoğu kadın, kumar ve içki yüzündendi. İlçenin bazı yerlerinde bu gibi kötü
şeyler çok yaygındı (Kurun. 1935, 9 Temmuz). Dedikodu almış yürümüştü. Taassup ve tesettür
haddinden fazlaydı. İçme suyu yoktu. İyi su Kalfa köyünden hayvanlarla getirilip satılıyordu (Milliyet.
1932, 9 Teşrinievvel). Ayrıca yemek yemek için düzgün bir lokantası da bulunmuyordu (Kurun. 1935,
12 II.Teşrin).Kaymakam Zeki Bey1932 yılında Gönen Kaymakamı olarak görev yapmakta olan Zeki Bey Mülkiye mezunu, nahiye
müdürlüklerinde çekirdekten yetişmiş ve Suşehri’nden buraya atanmış işine hâkim, aktif bir
yöneticiydi. Burada bir fidanlık oluşturmuş, fidanlığa tahsis edilmek üzere bir kısım arazinin de istimlak
işlemlerine başlanmıştı. Bütün köylere telefonlar yapılmıştı. Köy yolları da yapılmaktaydı. Yakında bir
memurlar kooperatifi kurulacak böylece memurlar vurgunculuktan kurtarılacaktı. Merkezde ve Kavaklı
nahiyesinde kooperatifler teşkil edilmişti (Milliyet. 1932, 9 Teşrinievvel).
Gönen kazasının vergi geliri 1932 yılı itibariyle 200.000 lira kadardı. Yeni mevzuat hükümlerine göre
tahakkuk muamelesi tamamlanmıştı. Tahsilât sayım vergisinde % 99 ve diğerlerinde % 70’ti. Hususî
muhasebenin geliri ise 80.000 liraydı ve tahsilat miktarı %55’ti (Milliyet. 1932,13 Teşrinievvel).
Belediye
Eski Belediye Başkanı Hüsnü Bey zamanında mal sahiplerinin itirazına rağmen pek çok ev istimlâk
edilmiş, düzgün bir cadde açılmıştı. Sokaklar kaldırımlı ve temiz, belediyenin önündeki meydanlık da
çok şirindi. Belediye Başkanı değerli ve hatırı sayılır bir kişiydi. Ancak 1932 yılı itibariyle belediye
parasızlıktan faaliyet gösteremez durumdaydı. Çünkü eskiden kantar rüsumundan 8 bin, oktruvadan
da 5 bin lira vergi geliri olan belediye, yeni vergi düzenlemeleriyle bu gelirlerden mahrum kalmıştı.
Ayrıca bir mezarlık meselesinden dolayı borcu vardı ve bunun ödemesiyle uğraşılıyordu. Toplam borcu
18.000 lira kadardı. Kasabada elektrik yoktu. Ancak Ali, Ahmet ve Rasim adında üç arkadaş Rusçuklu
değirmenini almışlardı. Burada su ile elektrik üreterek şehri aydınlatmayı planlıyorlardı. Belediye de
yılda gaz için ödediği 3000 lirayı bu kişilere verecekti. Diğer yandan kasabanın suyu da yoktu ve bulunan
sular bakteriyoloji tahlilinde iyi sonuç vermemişlerdi. İçilmekte olan sular üç pınardan künklerle
gelmekte ise de bu suyollarının tamire ihtiyacı vardı. Temizlik işleri de yolunda değildi (Milliyet. 1932,
9 Teşrinievvel; Milliyet. 1932,13 Teşrinievvel).
Teşekküller
Cantürk’ün ilçeye yaptığı ilk gezi sırasında Gönen’de Halk Fırkası, Himayeietfal Cemiyeti, Tayyare
Cemiyeti ve Türk Ocağı aktif olarak çalışıyordu. Halk Fırkası Mutemedi Rifat Bey geçmişte kaza
kaymakamlıkları yapmış, artık avukatlık yapmakta olan bir kişiydi. Himayeietfal Cemiyeti’nin çok
başarılı çalışmaları görülmekte ve genç başkanları Cemal Bey’in gayretiyle her yıl 70 öğrenciye giyecek
yardımı yapılmaktaydı. 1930 yılında belediyenin yardımı ile cemiyete zarif bir bina yapılıyordu. Kaza
adına bir uçak almış olan Tayyare Cemiyeti ise ikinci uçağı almak üzereydi. İsmail Hakkı Bey’in
başkanlığında 85 üyesi olan Türk Ocağı çeşitli vilâyetlerde tahsilde bulunan öğrencilerin masraflarını
üstlenmişti (Milliyet. 1930, 13 Temmuz).
Kaplıca
Ragıp Kemal Bey Gönen’i ilk ziyaret ettiği yıl olan 1930’daki gezi yazısının büyük bir bölümünü eskiden
beri ününü duyduğu kaplıcanın tanıtımına ayırmıştır. Muhabir pek tanınmadığını tahmin ettiği kaplıcayı
neredeyse tüm ayrıntılarıyla anlatmış, adeta reklamını yapmıştır.
Verdiği bilgilere göre hasta ve sakat olarak bu kaplıcaya gelen binlerce kişi memleketlerine sapa sağlam
dönüyordu. Suyun kaynaktaki sıcaklığı 78 derece idi. Havuzlarda yarım saat içerisinde 40 dereceye
düşüyordu. Muhabire bu suyun romatizmaya, her tür ağrı ve sızılara, böbrek, cilt, mesane, göğüs, kalp
ve ciğer hastalıklarına birebir olduğu söylenmişti. Buna karşılık Bandırma üzerinden Gönen kaplıcasına
ulaşmanın zor olması üzüntü vericiydi. Yol çok bozuk olduğundan yolculuk çok sarsıcı oluyor ve
Bandırma-Gönen arasını 2,5 saatten kısa sürede kat etmek mümkün olamıyordu. Bu da İstanbul ve
Marmara’nın diğer yerlerinden gelecekler için caydırıcı bir durumdu.
Kaynağın ne zaman keşfedildiğini bilen yoktu. Ama antik Yunanlılar döneminde bu kaplıcanın isminin
“Hayat ilahesi,, olduğunu söyleniyordu. [1]315 [M. 1899-1900] yılında bu suyun üzerine belediye
tarafından gayet güzel bir hamam yaptırılmış ve ihtiyaca yeterli otel ve apartmanlar da inşa edilmişti.
Hamamın ortasında büyük ve derin bir havuz ve etrafında yıkanacak kurnalar ile birer kişilik banyolar
ve bitişiğinde de özel yerler yaptırılmıştı. Kaynağın suyu çok boldu ve fazlası dışarıya akmaktaydı.
Eski bir raporda bu suyun “kibritiyetli [Kükürtlü] maden suları sınıfından” olduğu söylense de sular
hakkında genel inceleme yapmakta olan Dr. Mehmet Kâmil Bey ile Şehremaneti Kimyageri Mustafa Bey
1930 yazında Gönen’e gelerek suları bizzat tahlil etmişler ve gerek suyunda gerekse de havasında
yüksek radyoaktivite bulunduğunu tespit etmişlerdi.
Bu kaplıcanın yanı sıra Gönen’e 12 kilometre uzaklıkta, suyu 37 derece sıcaklıkta olan bir de dağ ılıcası
vardı. Binası olmayan bu ılıcaya gelen kişiler her yıl 50-60 kadar çadır kuruyordu. İçeriğinde çelik olan
bu su kansızlığa iyi geliyor, böbrek hastalarına ise tavsiye edilmiyordu (Milliyet. 1930, 13 Temmuz).
Beş yıl sonra, 1935’te yeniden kaplıcaya değinen Cantürk, kaplıcayı Gönen’in önemini artıran başlıca
unsur olarak nitelendirmiştir. Verdiği bilgiye göre kaplıcanın işletmecileri değişmişti ve müşteriler yeni
işletmecilerin hizmetlerden gayet memnundu. Ayrıca kaplıcanın tesisleri ihtiyaca yeterli gelmediğinden
belediye tarafından yenilemeye gidilmişti ve hemen yanı başına dokuz gözden oluşan modern
hamamlar yapılmaktaydı. İşin gelecek kış aylarında bitirilmesi, yeni tesislerin 1936 yazında müşterilere
açılması planlanıyordu. Hamamların her biri bir ailenin banyo yapabilmesine uygun olarak inşa
ediliyordu. Üst katlarında birer oda ile birer salon, alt katlarında da banyo ve tuvaletler olacaktı (Kurun.
1935, 12 II.Teşrin).
Eğitim
1930 yılı itibariyle Gönen’in merkezinde iki tane karma okul mevcuttu. Bunlardan birisi adeta kanarya
kafesine benzeyen zarafetiyle dikkat çekiyordu. Ne var ki okulların sayısı ve kapasitesi yeterli
olmadığından eğitim çağındaki 1200 çocuğun yalnızca yarısı okula devam edebiliyor, diğerleri ise
sokakta vakit geçiriyordu. Merkezde en az iki okula daha ihtiyaç vardı. Köylerin durumu ise daha
kötüydü. 103 köyden sadece 11’inde okul açılabilmişti. Muhabir, Maarif Vekili Cemal Hüsnü Bey’in
konuya dikkatini çekiyordu. Aynı yıl millet mekteplerinden şahadetname alan kişi sayısı ise 500’dü
(Milliyet. 1930, 13 Temmuz).
1933 yılında yeniden Gönen’e giden Cantürk Kaymakam Zeki Bey’i eğitim için kolları sıvamış halde
bulmuştur. Gayretli ve çalışkan bir genç olan Zeki Bey gündüz mesaisini tamamladıktan sonra geceleri
de okulu olmayan Bakırlı köyüne giderek halka ders veriyordu. Üç aydan beri haftanın altı gecesinde
bu işi yapan kaymakama bir gece Ragıp Kemal Bey de eşlik etmiş ve yardımcı olmuştur. Daha önce hiç
bilmeyen köylüler artık okuma-yazma öğrenmişlerdi. Zeki Bey emeğiyle takdir ve tebriki hak ediyordu
(Akşam. 1933, 10 Mart).
Yine aynı yıl Vilâyet Umumî Meclisi ödenek veremediğinden millet mekteplerinin açılamaması söz
konusu olmuştu. Ancak Gönen’de görev yapan öğretmenler hiçbir maddi beklenti olmaksızın millet
mekteplerini açmışlar ve ücret almadan ders vermişlerdi (Akşam. 1933, 10 Mart). Sarıköy nahiyesinin
öğretmenleri de aynı fedakârlığı göstermişlerdi (Akşam. 1933, 13 Mart).
1935 yılına gelindiğinde ilçenin kültür yönü “fena değil” ise de okul sayısı hâlâ pek azdı. Toplam 22
okuldan ikisi beş, ikisi dört ve 18’i de üçer sınıflıydı. 102 köyden sadece 18’inde okul bulunuyordu. Aynı
yıl Gönen’deki eğitimin eksiklerinden biri de ortaokuldu. Bandırma bu işi başarmıştı. Gönenliler de
çalışıp yapmalıydı. Cantürk’e göre, böyle olunca Kültür Bakanlığı yardımını esirgemezdi (Kurun. 1935, 9
Temmuz).Panayır Ragıp Kemal Cantürk, Gönen’in Sarıköy nahiyesinde her yıl haziran ayında yapılan panayıra ilişkin bilgi
ve fikir paylaşmayı ihmal etmemiştir. İfadelerinden anlaşıldığı kadarıyla bu paylaşımlarının kaynağında
Gönenlilerle yaptığı bilgi ve görüş alış verişi de vardır.
1933 baharında Sarıköy nahiyesini ziyaret eden Cantürk, buradaki meşhur panayırı da tanıtmadan
geçmemiştir. Aktardığı bilgilere göre haziran ayında kurulan panayır çok güzel ve çok şirin bir görünüme
sahip oluyor, çevre kazalardan ve vilâyet merkezlerinden çektiği ziyaretçilerle dolup taşıyordu.
Ziyaretçiler arasında tüccarlar olduğu gibi eğlenmek için gelen zevk-safa erbabı da vardı. Orta oyunları
ve saz takımları ile panayır yeri adeta bir mesire halini alıyordu (Akşam. 1933, 13 Mart).
1935 yazındaki ziyaretinde ise panayırın ilçe merkezinden uzakta kurulmasına eleştirel bakmaktaydı.
Cantürk, özelde Sarıköy panayırını ele alsa da genel kanılar da ifade eden eleştirilerini şöyle sıralıyordu:

“Panayırların hepsi ücra ve uzak yerlerde kurulduğundan oraya gidenler perişan olmaktadırlar.
Panayıra giden hayvanlar yollardaki ekinleri harap ettiklerinden o civar köylüleri bundan çok zarar
görmektedirler. Panayıra gidenlerin nekadar sefil olduklarını gidip de bir kere görmelidir. Manzara
tamamile (kurunu ûlâ) manzarasıdır! Halkı uzak ve ıssız yerlere toplamak, onlara birçok taşınma
masrafları yaptırmak, bu suretle Allahın kırlarını şenlendirmekte ne mâna vardır? Panayır dediğimiz
pazar yerleri şu asırda Avrupada kurulan sergiler değil midir? Bir oraya bir de bizim panayıra bakalım.
Adetâ ilk insanların toplanıp alış veriş yapmalarına benziyor!
Bu biçimsizliğin önüne geçmek için hiç olmazsa panayırları şehirlerin kenarlarında kurmalıdır. O zaman
belediye hududu içine gireceklerinden düzenlik ve temizlik de yoluna girer, şimdiki şikâyetlere de yer
kalmaz. Gönen çayının iki tarafı bu gibi panayırlar için en elverişli bir yerdir. Ve bütün halk da buna
taraftardır” (Kurun. 1935, 9 Temmuz).
Cantürk, aynı yılın sonbaharında da bu konudaki fikirlerini sürdürüyor ve Gönen’in daha kârlı işler
görebilmesi için Sarıköy panayırının Gönen’e nakledilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Balıkesir Valisi
Salim Gündoğan’ın bu konuya dikkatini çeken muhabir validen Gönenliler için bu konuda ricacı
oluyordu (Kurun. 1935, 12 II.Teşrin).
Hapishane-Mahkeme
1932 yılındaki ziyareti sırasında 45 kişinin bulunduğu Gönen hapishanesini ziyaret eden Cantürk iki oda
içinde kalmakta olan tutuklu ve hükümlüleri tek tek değerlendirmeye çalışmıştır. Hepsinin kalplerinde
birer pişmanlık ateşinin yandığı belli olan bu kişilerden kimisi cinayetten kimisi hırsızlıktan kimisi de
eşkıyalıktan mahkûmdur. 12 defa kız kaçırmak suçundan beş sene ceza alan bir kişi de aralarındadır.
Gönen’den 58 yaşındaki Fırıncı Mustafa’nın durumu ise oldukça ilginçtir. Adam vurmaktan hapse düşen
Mustafa önce 5 yıla mahkûm olmuş, evrakını temyize gönderince cezası 15 yıla çıkarılmıştır (Milliyet.1932,13
Aynı yıl Gönen’de on iki tütün ve sigara kâğıdı kaçakçılığı vakası olmuştu. Kısa süre önce 12 okka kaçak
esrar yakalanmıştı. Son sekiz ay içerisinde de 32 ağır ceza hâdisesi görülmüştü (Milliyet. 1932,13
Teşrinievvel).
1935 yılında Gönen’deki ağırceza işlerinin olması gerektiği kadar hızlı yürümediğini söyleyen Cantürk
bu durumun mahkeme üyelerinin eksik olmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Aynı sırada Gönen
hapishanesinde, aralarında 60 ve 80 yaşlarında insanların da bulunduğu, 50 kişi vardı. Bunların çoğu
adam öldürmekten mahkûmdu (Kurun. 1935, 9 Temmuz).
Posta İdaresi
1935 yılına kadar Gönen’e haftada üç gün posta geliyordu. 1935 Temmuzundan itibaren yapılan
düzenlemeyle her gün posta gelmeğe başlamıştı. Bu konudaki emir gelir gelmez halkla paylaşılmış,
Gönen halkı hükümetin bu kararından dolayı çok memnun olmuşlardı. Yıllardır burada Posta Direktörü
olarak bulunan Nuri Meriç görevlerini gayet düzgün yaptığı için herkes ondan memnundu (Kurun. 1935,9 Temmuz).
Gönen Ekonomisi
Ekonomisi tarıma dayalı Gönen ürün çeşidi bakımından oldukça zengindi. Bunların başında tütün, koza,
bostan ve hububat geliyordu. Yalnız meyvesi azdı (Kurun. 1935, 9 Temmuz). 1929’da Gönen’den
dışarıya 1.600 ton buğday, 1.300 ton arpa, 850 ton mısır, 4.500.000 adet yumurta satılmıştı (Milliyet.
1930, 13 Temmuz).

Cantürk’ün 1930 yılındaki ziyaretine ilişkin aktardığı bilgiler Gönen’in de yurdun pek çok yeri gibi Dünya
Ekonomik Krizi’nden ağır bir darbe aldığını göstermektedir. Nitekim kozacılığı ile ünlü olan ilçede
senelik 106.000 lira değerinde 85.000 kilo koza çıkarken, 1930 yılı itibariyle önemli bir sarsıntı
yaşanıyordu. Koza piyasası 113-37 iken günden güne düşerek 64-45-80 kuruşa kadar gerilemişti. Oysa
bir önceki yıl piyasa 110-168’den açılmış, ortalamada 145 kuruş olmuştu. Halk bu düşüşten çok
etkilenmişti. Aynı durum buğday ve arpada da yaşanıyordu. Özellikle afyonlar 6-10 liraya kadar
düşmüştü ve tütünlerin de böyle olmasından korkuluyordu.
Gönen tütünleri iyi cinsti ve kuruduğu anda içilebilir kalitedeydi (Milliyet. 1930, 13 Temmuz). Ancak
buranın tütünlerinin tahammür (mayalanma) dönemi zor olmakta şıra gibi sular akmaktaydı (Milliyet.
1932,13 Teşrinievvel). Gönen’de daha önceleri iki milyon kiloya yakın tütün çıkarken 1928-1930 yılları
arasında senelik üretim ortalaması 600.000 kilo olmuştu. Düşüşün ana sebebi ise “akdamar ve
demirkiri” denilen hastalıktı. Sisli havalarda yaprakların üzerine su toplanıyor, arkasından şiddetli güneş
çıkınca hastalık etkisini gösteriyordu. Bununla beraber hastalık genel değil mevzi düzeyindeydi. İlçedeki
aylık tütün sarfiyatı 6000 lira tutmaktaydı. İnhisar idaresi Gönen’de henüz inşaata başlayamamıştı.
Gerek bina ve gerekse deponun yapılması daimi masraftan kurtulmak için iyi olacaktı (Milliyet. 1930,13 Temmuz).
1932 yılına gelindiğinde tütün rekoltesinin 200.000 kilo olacağı bile şüpheliydi. Gönen’de tütün
aleyhine propaganda yapılmış olduğundan bu ürünün ziraatı iyice düşmüştü. İnhisar idaresi 21’den 85
kuruşa kadar tütün almıştı. Tüccarlar da tütünü ucuza almaya devam ediyordu. Üretici ise elindeki bir
milyon kilodan ancak yüz bin kilosu satabilmişti. Tütünün satılamaması vergi tahsilatını da -özellikle de
hususi muhasebe gelirini- düşürüyordu (Milliyet. 1932,13 Teşrinievvel).
Gönen halkının yaşadığı ekonomik sıkıntıların da etkisiyle olsa gerek 1933’ün Mart ayı itibariyle icradaki
dosya sayısı 5853’ü bulmuştu. Bunlardan 5683’ü bir önceki yıldan devrolunan dosyaydı. Bu tıkanıklığın
sebebi ise memur sayısının yeterli olmamasıydı. Bu durumun adalette gecikmeye yol açtığını belirten
muhabir acilen tedbir alınması ve icra dairesine memur takviyesi yapılması gerektiğinin altını çiziyordu
(Akşam. 1933, 10 Mart).
Kazanın batı ve güney kısımlarında 38.000 hektar büyüklüğünde ormanlar vardı. Bu ormanların % 60’ı
kayın % 33’ü meşe ve geri kalanı da çam, çınar ve kızılağaçtı. Yıllık 150 m3kereste İstanbul’a sevk
ediliyordu (Milliyet. 1930, 13 Temmuz).
1930 yılı itibariyle kaza çapında dokuz maden keşfedilmiş ve iki madenin işletilmesine başlanmıştı. Bu
madenler demir, kurşun, gümüş, borasit, manganez, pirit, zenk, kükürt, bakır ve simli kurşundu.
Bunların ruhsatları verilmiş olduğundan yatırımcı bir şirkete devrolunması arzu ediliyordu (Milliyet.1930, 13 Temmuz).
Ulaşım
Gönen’in coğrafi konumu ve iskelelerden uzak olması ilçedeki ekonomik potansiyelin değerlendirilmesi
yönünde önemli engellerden biriydi. Bandırma-Gönen yolu uzun yıllardan beri bakımsız kaldığı için bu
iki ilçe arasındaki ulaşım oldukça zordu. Nihayet Balıkesir Valiliği bu şoseyi ele alarak yaptırmış, 1935
yılı itibariyle iki ilçe arasındaki ulaşım sorununu çözmüştü. Gönen’in denize açılan bir başka kapısı olan
Gönen-Balya-Ayvalık güzergâhında bir şosenin açılması da ilçe için hayati öneme sahipti. Eğer iki ilçe
halkı işbirliği yapıp Balya-Gönen şosesini yapabilirlerse Balıkesir il merkeziyle Gönen’in ulaşımı da
kolaylaşacak, Balıkesirliler Gönen’in sebzeleri ve kaplıcası için en önemli müşteri olacaklardı. Diğer
yandan Ayvalık’a açılacak bir şosenin de Ayvalık ile Gönen arasındaki ticareti artıracağına şüphe yoktu.
Balya Kaymakamı Rifat Bey yolun Balya kısmının yapımı için çalışıyordu. Eğer Gönenliler de onun gibi
çabalarsa yolun kısa sürede açılması ve Gönenlilerin emeline ulaşması mümkün olurdu (Kurun. 1935,
12 II.Teşrin).Tuzakçı Köyü Ziyareti
Cantürk, Tuzakçı’yı 1932 yılında Kaymakam ve Jandarma Kumandanı ile birlikte ziyaret etmiştir.
Gönen’in en büyük köyü olan Tuzakçı’da 280 hane, 1400 nüfus vardı. Hububat, koza, tütün, bol
miktarda bostan ve mısırın yetiştiği bu köyün özellikle tereyağı çok nefis ve meşhurdu. Ancak bu köyde
kendi toprağını işleyen hane sayısı sadece 100’dü. Diğerleri civar köylere giderek toprak işliyordu.
Köyün havası ve suyu iyiydi. Sıtma yoktu. Köy halkı Gönen deresinin suyunu içmekte oldukları için
öğretmen Haki Beyin çabasıyla köye bir saat mesafede bulunan Kafara bayırındaki kaynak suyunun
köye ulaştırılması için çalışmalara başlanmıştı.
İşgal zamanında köy halkı –özellikle de kadınlar- kurtuluş için hizmet etmişlerdi. İki kişi de istiklâl
madalyası almıştı. İçki, kumar ve fuhuş gibi ahlâksızlıklar köyde meçhuldü. Köydeki kahvelerde tavla ve
iskambil dahi yoktu. Doğum fazlaydı. Bir senedeki ölüm sayısı ise 8-10 kişiydi. Okula devam eden
öğrenci sayısı 120 idi. Halk dershanesinde de 150 köylü vesika almıştı. Geçim durumunun iyi olduğu
köyde herkes hükümete vergisini verebilmekteydi. En önemli dertleri ise tütünlerini satamamış
olmalarıydı ve köylünün gözleri bir alıcı çıkması için yollardaydı (Milliyet. 1932, 9 Teşrinievvel).
Sarıköy Ziyareti
1933 yılında Gönen’in Sarıköy nahiyesini iki saatliğine ziyaret eden muhabir buranın tarihinin antik çağa
kadar uzandığını, çevrede çıkan tarihi eserlerin de bu kanıyı desteklediğini belirtmiştir.
Her yıl haziran ayında meşhur bir panayıra ev sahipliği yapan Sarıköy’ün arazisi çok verimliydi. Bu
yüzden her cins zahire yetişiyordu. Özellikle de karpuz, tütün, koza ve üzümü çok rağbet görüyordu.
Sarıköy’de 1933 yılı itibariyle 3.750’si merkezde olmak üzere 13.700 kişi yaşıyordu. Kasaba içinde 8
kahve ve 60 dükkân bulunuyordu. Belediye teşkilatı vardı ve yıllık geliri 4470 liradan ibaretti. Bir doktor
ile bir de nüfus memuru mevcuttu. Belediye başkanının gayretiyle kasabada imar çalışmaları yapılmıştı.
Bir hamam ve bir umumî tuvalet inşa edilmiş, Gönen caddesi açılmış ve kaldırımla döşenmiş, belediye
kahvesi genişletilerek üzerine üç oda eklenmişti. Köy halkı yeni ve güzel bir cami yaptırmıştı. Kaza
merkezinde bir radyo olduğu halde Sarıköy’de iki radyo vardı.
Baştan başa ahşap olan Sarıköy’de aydınlatma gaz lâmbaları ile sağlanıyordu. Binalar ikişer katlı ise de
çoğu köhneydi. Hükûmet konağı da kısmen harap haldeydi. Yangın tehlikesinin oldukça yüksek olduğu
bu nahiyede belediyenin bir motörpomp alması önemli bir hizmet olacaktı ve Ragıp Kemal Bey’e göre
belediye bunu mutlaka yapmalıydı.
Nahiyede dört okul açılmıştı. Ancak muhabir bunlardan yalnız merkez mektebini ziyaret edebilmişti. Bu
okulun son sınıfındaki zeki ve başarılı bir öğrencinin fakirlik sebebiyle eğitimine devam edemeyeceğini
öğrenen Cantürk, maddi durumu yerinde olanları bu öğrencinin elinden tutmaya çağırıyordu.
Ragıp Kemal Bey dikkatini çeken ve üzüldüğü bir gözlemini okuyucularıyla paylaşmıştı. Bu kasabada
emekli, memur ve aydın kişiler olduğu halde gazete okumadıkları için dünyadaki gelişmelerden
bihaberdiler. Ne kahvehanelerde ne de evlerde gazete ve kitap vardı. Buradaki insanlar gelip geçen
yolculardan bir gazete bulabilirlerse adeta kapışıyorlardı (Akşam. 1933, 13 Mart).

Kavak
Cantürk’ün 1935 yılında panayır dönüşünde ziyaret ettiği Kavak nahiyesi 10 köyden oluşuyordu.
Merkez köyde 200 hanede 800 nüfus vardı. Bandırma-Gönen yolunun ortasında yer alan bu nahiye ilk
bakışta ağaçlıkları ve yel değirmenleri ile dikkat çekiyordu. Ancak muhabir kasabada hiç kavak ağacı
olmamasına rağmen buranın adının Kavak olmasını oldukça yadırgamıştı.
Kavak halkının bir kısmı Rumeli muhaciriydi. Ragıp Kemal Bey’in edindiği izlenimine göre köy ahalisi çok
uyanık, yaşayışın ne olduğunu anlamış, çalışkan ve namuslu insanlardı. Gayet gürbüz ve pehlivan
yapılılardı.
Kavak’ta köyün ortasından geçen geniş ve temiz bir cadde vardı. Bu caddenin uygun bir yerine
Cumhuriyet Meydanı yapılmış, ortasına da bir andaç ve birkaç tane de ağaç dikilmişti. Nahiye dairesi,
jandarma, telefon ve köy odaları temiz ve düzenliydi. Çarşıda köy için gereken dükkânlar ile bir araba
yapıcısı, iki tane de kahve vardı. Evlerin bahçeleri çitle çevriliyse de nahiye müdürünün emriyle bunlar
beyaz duvarlarla çevrilmeye başlanmıştı. Köyün suyu ve havası iyiydi. Sıtma gibi hastalıklar yoktu.
Etraftaki ufak tefek bataklıklar da kurutulmuştu.
Köyün girişine yeni bir hükümet konağı yapılıyor, bu bina için gerekenler köylüler tarafından
karşılanıyordu. Konak inşaatının karşısına da büyükçe bir ilkokul yapılmıştı. Muhabir bu binaya
girmemişse de hem okulun dışarıdan görünümü hem de içine girenlerin anlattıkları binanın çok kötü
olduğu yönündeydi. Görünüşe göre yapılan masraflar ve emekler boşa gitmişti. Bununla birlikte
nahiyede toplam üç okul vardı.
Kavak nahiyesi buğdayının güzelliğiyle anılmaktaydı ve adeta Gönen ilçesinin zahire merkeziydi. 8 tane
yel değirmeni vardı. Ayrıca son sistem bir un fabrikası da yapılmaktaydı. O yıl ekinler dolgun ve
bereketliydi ve ziyaret esnasında nahiye halkı ekinlerini biçmekle ve harman yapmakla meşguldü
(Kurun, 935, 11 Temmuz).
Bakırlı Köyü
1933 yılındaki ziyareti sırasında Gönen Kaymakamı Zeki Bey’in refakatinde Bakırlı köyüne giden Ragıp
Kemal Bey köyle ilgili şu bilgileri vermiştir:
“Bugün 67 hane ve 300 nüfus vardır. Bunların hepsi çalışkan ve kanaat ehli adamlardır. İçlerinde kavga
gürültü olmadığı gibi mahkemede de davaları yoktur. Suyu, havası iyidir, sıtma nedir bilmezler!.
Geçimleri yolundadır, vergiye de borçları yoktur. Kırk sene evvel Şimniden 7 hane olarak gelmişler, kırk
senede 67 hane olmuşlardır.
(21) sene evvel koleradan (20) kişi ve muharebede de (10) kişi zayiat vermişlerdir. 70 yaşında üç
ihtiyarları vardır. Hiçbir dertleri yoktur” (Akşam. 1933, 10 Mart).
4. ERDEK İZLENİMLERİ
1930 yılında “Kiraz Bayramı” vesilesiyle Erdek’i ziyaret eden Ragıp Kemal Cantürk iki yıl sonra, 1932’de
tekrar ziyaret ettiğinde ilçede hiçbir değişiklik görmemiştir. Zira Yunan istilasında harap olan bu
kasabaya bir iki mağazadan başka bir şey yapılmamıştı.
Bandırma’ya iki güzel şoseyle bağlı olan Erdek’e motorlu araçlar yarım saatte varıyordu. Yol ücreti ise
kişi başı yarım liraydı.
2
nd International Symposium of Bandirma and its Surroundings - UBS’19
September 17-19, 2019 / Bandırma - TURKEY
113
Cantürk, Erdek halkıyla yaptığı temaslarda insanların geleceğe üzüntü ve endişeyle baktığını tespit
etmişti. Çünkü kazanın temel ürünleri zeytin ve balık olduğu halde her iki geçim kapısının önü de
tıkanmıştı. Bunun sebebi de inhisar idaresinin tuz meselesini çözememiş olmasıydı. Yunanlı balıkçılarla
rekabet şansı kalmadığından Erdek’te balıklarla zeytinler depolarda çürüyor ve müşteri bulamıyordu.
Çözüm tuz fiyatının düşürülmesi ve parasının da balık ve zeytin ihraç edildiği zaman tahsiliyle mümkün
olabilirdi. Ama bu durum pek çok makama bildirildiği halde henüz bir çözüm gerçekleşmemişti.
Ekonomik olarak umut verici bir gelişme ise birisi merkezde olmak üzere beş zirai kredi kooperatifinin
kurulmuş olmasıydı. Merkezdeki faaliyet halindeydi. Diğerleri de yakında işe başlayacaklardı.
Ragıp Kemal Bey Erdek ziyareti sırasında köylerde sakin Pomaklar arasında sürmekte olan ve ona tuhaf
gelen bazı gelenekleri de aktarmıştır. Muhabirin bu konudaki duyumları şunlardır:
“1-Pomaklar kehleleri öldürmezler, tutar atarlarmış! Sebebi de öldürürler ise o kadar malları noksan
olurmuş!
2-Keçiyi şişte kebap ettikten sonra parçalarını kuşaklarının arasına sokarlarmış! Ve gittikleri yerde çerez
gibi çıkarıp yerlermiş! Hattâ bir erkek et kokmazsa kadınlarca asla makbul olmazmış!
3-Kızlar gelin gittikleri evde kendi odalarına girer girmez iç taraftan kapının balâsına avucunda tuttuğu
bir tutam sade yağı yapıştırırlarmış! Bunun sebebini bilen yoktur.
Pomaklar vurucu, kırıcı adamlardır” (Milliyet.1932,14 Teşrinievvel).
SONUÇ
1930-36 yılları arasında Bandırma ve çevresine dair yirmi civarında gezi yazısı kaleme alan Ragıp Kemal
Cantürk, başka yerlerde olduğu gibi söz konusu yöreyle ilgili de önemli ayrıntılara yer vermiştir.
Cantürk’ün anlattığı Bandırma 1930’larda küllerinden yeniden doğmaya çalışan bir kenttir. Bu zorlu
aşamada en önemli gücü ise transit bir liman kenti olmasıdır. Bu sayede ekonomik canlılığını
sürdürebilen Bandırma, belediyenin öncülüğünde yeni kamu hizmetlerine kavuşabilmiş ve
kentleşmesine ivme kazandırabilmiştir.
Aynı yıllarda Manyas, Bandırma’nın mütevazı ama önemli bir nahiyesi olarak gelişimini sürdürmektedir.
Tarım potansiyeli yüksektir. Tarihi panayır çekiciliğini sürdürmekte, hem ticaret hem eğlence için gelen
konuklarını tatmin etmektedir. Ne var ki nahiyede bir belediye teşkilatının olmaması, kentleşme
açısından önemli bir engel teşkil etmiştir.
Yörede Bandırma ile birlikte önemli olan ikinci ilçe Gönen’di. Bu ilçe tarım ve kaplıca turizmi açısından
müthiş bir potansiyele sahip olsa da ulaşım sebebiyle bu kaynaklarını yeterince değerlendiremiyordu.
Diğer yandan Cantürk’ün gezi yazılarına yansıdığı kadarıyla Dünya Ekonomik Bunalımı’ndan yörede en
çok etkilenen ilçe Gönen olmuştur. Ürünlerin üretim miktarı azaldığı gibi fiyatlar da düşmüştür.
Yunan işgalinden derin bir yara alarak kurtulan Erdek ise durağan bir haldeydi. İlçede en önemli geçim
kapıları olan balıkçılık ve zeytincilik tuz fiyatları yüzünden büyük bir darbe almıştı. Bu sebeple Erdek
yaralarını saramadığı gibi geleceğe de umutla bakamıyordu.
Gezdiği yerlerde okulları görmeyi ve okuyucularına anlatmayı önemseyen Cantürk’ün yöredeki
gezilerinde –istisnai durumlar haricinde- eğitime dair verdiği haberler çok da iç açıcı değildir. Özellikle
Gönen’de ciddi bir okulsuzluk göze çarpmaktadır.
Tefrikalarda dikkat çeken bir başka unsur yöredeki kültürel çeşitliliktir. Manyas’ta Çerkeslere konuk
olan muhabir bizzat gördüğü kültürel ögeleri anlatmış, ne var ki aynı ilçedeki Kazaklar ile Erdek’teki
Pomaklar hakkında ise duyumlarını aktarmakla yetinmiştir.
 

Dr. Yasin KAYIŞ 

2. Uluslararası Bandırma ve Çevresi Sempozyumu – UBS’19
17-19 Eylül 2019 / Bandırma - TÜRKİYE114

KAYNAKLAR
R. K. (1930, 13 Temmuz). Anadolunun her köşesinde birer çift yaşıyor… Milliyet, s. 3.
Ragıp Kemal. (1932, 9 Teşrinievvel). İşile, gücü ile ve alışverişi ile meşgul bir köy… Milliyet, s.7.
Rağıp Kemal. (1932,13 Teşrinievvel). Tekaütler için en kolay geçim yeri… Milliyet, s. 6.
Rağıp Kemal. (1932,14 Teşrinievvel). Pomakların değiştirmedikleri âdetleri. Milliyet, s. 5.
Ragıp Kemal. (1933, 20 Şubat). Bandırmada göze çarpan bir imar faaliyeti var. Akşam, s.7.
Ragıp Kemal. (1933, 3 Mart). Bandırmada mütemadiyen yeni bina yapılıyor. Akşam, s. 10.
Ragıp Kemal. (1933, 7 Mart). Bandırmada bir şefkat yurdu: yeni hastane. Akşam, s. 4.
Ragıp Kemal. (1933, 10 Mart). Gönen kaymakamı geceleri köylüleri okutuyor. Akşam, s. 10.
Ragıp Kemal. (1933, 13 Mart). Her tarafı eski eserlerle dolu bir yer: Sarıköy… Akşam, 4.
Cantürk, Ragıp Kemal. (1935, 26 Mayıs). Bandırmada yenilikler. Kurun, s. 6.
Cantürk, R. K. (1935, 30 Mayıs). Bandırma Hapishanesini ziyaret. Kurun, s. 6.
Cantürk, R.K. (1935, 3 Haziran). Manyas panayırı her yıldan iyi hazırlandı. Kurun, s. 6.
Cantürk, R.K. (1935, 6 Haziran). Manyas panayırında neler gördüm ? Kurun, s. 6.
Cantürk, R.K. (1935, 9 Haziran). Manyas panayırı canlı bir şekilde devam ediyor. Kurun, s. 6.
Cantürk, R.K. (1935, 6 Temmuz). Manyasta-Sıtmaya karşı neler yapıldı? Kurun, s. 5.
Cantürk, R.K. (1935, 9 Temmuz). Gönende- ilk okulları çoğaltmalı. Kurun, s. 5.
Cantürk, R. K. (935, 11 Temmuz). Gönenin güzel bir nahiyesi. Kurun, s. 5.
Cantürk, R. K. (1935, 31 I.Teşrin). Köyde ahenk var! Kurun, s. 9.
Cantürk, K. (1935, 9 II.Teşrin). Manyas gölü kıyısında. Kurun, s. 8.
Cantürk, R.K. (1935, 12 II.Teşrin). Gönen yollarını tamamlamak lâzım! Kurun, s. 8.
Cantürk, R. K. (1936, 22 Temmuz). Bandırmada Belediye. Kurun, s. 4.
Cantürk, R.K. (1936, 13 Ağustos). Bandırmada bayındırlık. Kurun, s. 5.