Kliniğimizde en kıdemli asistan olduğum 1990 başları… Altımdaki üç asistanla bile sekiz ay kıdem farkım var. Beş altı ay sonra aksilik olmazsa uzman olacağım. Servis ve acil nöbetlerini yapıyor, asistan servis çalışma düzenini ayarlıyor, asistan-başasistan arasındaki sorunlarda ben muhatap oluyorum. Sorun yoksa aferin yok ancak asistan ve başasistanlar gözünde en küçük yanlışın, sıkıntının sorumlusu benim. Gönül kırgınlıklarım olsa da dert etmemeye çalışıp kendime göre doğrularımla adil şekilde kıdemliliğin gereklerini yapmaya çalıştığım günler…
Her günkü gibi o gün de sabah erkenden hastaneye gelip iki çekyat, bir büro masası, iki kişilik çelik soyunma dolaplarımızın olduğu asistan odamıza girdim. 1.85 boyu, kel kafası, sarkık bıyıkları, iri cüssesiyle hastalar gözünde güven verici fiziğe sahip, çok sevdiğim, maddi-manevi çok şey paylaştığım, güvendiğim, kıdemsizlerimin kıdemsizi Erdinç çekyata oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, keyifle çayını yudumluyor… Hiç nöbetten çıkmış hali yok. Afalladım.
Erdinç iki seneyi yeni tamamlamış asistan!!.. Cerrahi disiplin gereği üç seneyi tamamlamamış asistana kalın barsak ameliyatı yaptırılmaz. Erdinç’ten altı ay kıdemli üç asistan zamanını bekliyor. Çok büyük yanlış… Sebep belli! Haldun abi doçentliğe hazırlanıyor ve Erdinç ile birlikte deneysel yayın hazırlıyor. Sevgili torun çömezim her türlü angaryayı hallediyor, katlanıyor diye Haldun abi de ödüllendiriyor güya!
-Tamam o zaman Erdinç.
Biz konuşurken bir iki dakika arayla diğer asistanlar da geldi, olayı öğrendiler. Erdinç’ten kıdemli üç asistanın suratı mosmor oldu. Sebep kıskançlık değil, haksızlık. Şahsımla ilgili sorun yok. Derken odamıza alışılmadık şekilde Haldun abi girdi. Bayram değil seyran değil, eniştem bizi niye öpüyor? Hepimiz anladık!
Günaydın diyerek zoraki cevap verdik. Haldun abi, mutlu, gururlu, havalı… Sinir oldum, sabrediyorum.
Erdinç ayağa kalktı, dayanamadım patladım.
-Tamam, görüşürüz.
Kıpkırmızı yüzle durdu, düşündü, cevap vermedi. “Erdinç gel benimle” deyip peşinde Erdinç sinirle odadan çıktı. Haksızlığa uğrayan, esas itiraz etmesi gerekirken ağzını açmadan susup seyreden kıdemsizlerim, özellikle Erdinçten kıdemli üç asistan tebrik etmeye başladılar beni. Kalan öfkemi onlara kustum.
Mahcubiyet dolu sessizlikten sonra İlk Kenan konuştu.
“Özüre gerek yok, anlamı da… Bedeli ben öderim, dert değil” cevabı verdim. İstanbul’da doğup büyümüş, İstanbul beyefendisi Ümit araya girdi.
Düşündüm ve haksız oldukları halde onlar açısından hak verdim onlara. Sakinleşmiştim. “Kenan, Ümit… Anlıyorum ancak sıra size gelince olsun susmayın olmaz mı? “Susma, sustukça sıra sana gelecek” sloganını mutlaka duydunuz. Unutmayın, yaşayın. Bizler susarsak sıra bizden sonrakilere gelir. Ben susmadım, İnşallah sizler de susmazsınız” deyip cevap beklemeden odadan ayrıldım.
Tartışmam, hocam dahil tüm serviste duyuldu. Astlarımın gözünde cerrahi servisinin fedaisi Malkoçoğlu oldum ama üstlerimin zindana atmasını –hocamdan fırça yemeyi, ameliyatlardan kesilmeyi- pişmanlığım olmadan beklemeye başladım…
Haldun abiyle soğuk-mesafeli, diğer başasistanlarla olağan, hocamın odasına çağrılmadan geçen beş gün sonrası sol görüşlü başasistanla nöbetteyiz serviste. Sohbete başlar başlamaz aynı konuya girdi.
Sustum. Kısa süreli sessizlik… Sonra “Kızmayacak, sen de beni ameliyatlardan kesmeyeceksen devam edeyim mi?” diye sordum. Olumlu cevap üzerine devam ettim.
Devam edecektim ama kapı tıkladı, çömezim kafasını uzattı.
Canan, cerrahlığı seçmiş, genç, güzel bir kadın asistanımızdı. Kliniğin en çömeziydi.
-Tamam Sinan, fırla… Sohbet bitti, cerrahi başladı.
Evet… Cerrahi başlamıştı. En kıdemli de olsam, kıdemimde tek de olsam sonuçta asistandım. Canan’ın söylediği vakayı değerlendirip başasistanıma takdim etmek zorundaydım. Yüzümde mutlu bir tebessümle odadan çıkıp acile yöneldim…
*** PENCEREM kitabımdan alıntıdır. ***
14-04-2021 –