Değerli okuyucu, bu yazı bir methiye yazısı değildir.
Yazı, “İnsan olmanın erdemlerini yakalamış bir kul’un, nasıl davranması gerektiğini anlatmaya çalışan bir yazıdır”, ve uzun olmasına bakmaksızın sonuna kadar anlayarak okumanız tavsiye edilir, en fazla beş dakikanızı alır, ama size bir ömürlük nasihat verir!.
Okurken bıkmayasınız diye yazıyı özellikle kısa paragraflar halinde yazdım.
İllede rahmet verecekseniz verin ama lütfen yazıyı okuyun da öyle verin!!.
Haytefin değerlerinden, Esnaflığın bakkallığın duayeni, Ahi evran kültürünün zirve yaptığı bir kişilik, Sabır, sebat, dürüstlük, vatandaşlık konusunda örnek insan, Haytefi Haytef yapan, ilk market tipi dükkanını açıp vatandaşa ne lazımsa onu mutlaka bulundurmayı ilke edinmiş bir esnaf.
Bakkal Ziya Yılmaz.
1925 yılında, Mehmet Tevfik Yılmaz(Poltara) ın ilk oğlu olarak dünyaya geldi.
Yeni kurulmuş bir Cumhuriyet, yokluk, açlık, sefaletin hüküm sürdüğü köylerde, hayata tutunabilmenin çok zor olduğu bir dönem, Babası İstanbulda olduğundan, henüz çocuk yaşta ailenin yükünü yüklenerek, hem tarlada bahçede çalışmaya, hemde okumaya başladı, yaz kış yağmur çamur demeden, yalın ayak yarı çıplak, önceleri Raşot okuluna, daha sonra Büyük köy okuluna giderek ilk okulu bitirdi, diplomasını Muallim Abdullah Balcıdan aldı.
İlk okuldan sonra Öğretmen olmayı çok istemiş ama ekonomik sıkıntılar ve okul ulaşım zorlukları yüzünden bu isteği gerçekleşememişti, sonraları konuşmalarımızda bu konunun içinde ukde kaldığını hep belirtirdi.
Çok geçmeden ikinci dünya savaşının ayak sesleri gelmeye başlayınca, köylerde zaten var olan açlık ve yoksulluk iyice arttı, Annesi ve kardeşleri ile birlikte günler süren vapur yolculuğu ile 1937 yılında, İstanbul’da bulunan Babalarının yanına göç etti.
1937 yılında İstanbul tophanede yahudi asıllı bir bakkalın yanında çırak olarak başladığı ve sonraları babasının yanında sürdürdüğü bakkallık mesleğini yaklaşık on yıl kadar devam ettirdi, bir sürede Karaköyde işportacılık yapan babam, 1947 yılında köye dönüp evlendi, 1948 yılında askere gitti.
Askerlik dönüşü temelli köyde kalmaya ve çalışmaya başladı.
Biriktirdiği üç beş kuruş sermaye ile Haytefte açtığı dükkanla bakkallığa devam etti, daha sonraları kardeşi Nuri Yılmazın askerliğini bitirmesi ile onu yanına ortak alarak iki kardeş Haytefte çok zor şartlarda esnaflığın, dürüst ve kaliteli esnaflığın zirvesini yaşayıp yaşattılar.
2005 yılında yaşlılığından dolayı yetmiş yıllık çok sevdiği ömrünü verdiği ve duayeni sayılabileceği bakkallık mesleğini bıraktı.
Onu tanıyan (Çarşıda pazarda camide) gören yaşlı genç herkesin, babama gösterdiği sevgi saygı hürmet ve samimi muhabbetin nedeni, babamın karakterinde, hayata topluma ve insanlara bakışında gizli.
Doksan beş yıllık ömründe, hiç kimseyle karşılıklı kavga münakaşa etmemiş, hakaret etmemiş, maruz kalmamış, Kimseye gözünün üstünde kaş var dememiş, kimseyi kırmamış küstürmemiş, kimseye de küsmemiştir.
Altmış yıllık oğlu olarak ağızından çıkan en ağır en argo kelime “avradı kınalı” onu da bir kere duydum başka en ufak argo laf ağzından çıkmamıştır.
Bir kelime dahi olsa asla ve kata kimsenin dedikodusunu yapmamış, kimseyi çekiştirmemiş, arkasından konuşmamış, kimsenin hakkında eleştirel bir kelime bile etmemiştir.
Yanında başkaları hakkında konuşulunca, kaşlarını çatar susar ve beklerdi, asla konuya girmez, konu uzayınca da orayı terk eder başka işle meşgul olurdu.
Sabrın zirve yaptığı ve hiç bitmediği bir kişilik.
Yedi çocuk büyüttü hiç birimize bir fiske dahi vurmamıştır.
Babam, bizim hiç bir davranışımıza, ideolojimize, siyasi görüşümüze, düşünce ve fikirlerimize asla müdahil olup yön vermeye kalkmamıştır. Bizimle her türlü fikir tartışmasını karşılıklı yapardı, ama asla siz yanlış düşünüyorsunuz demezdi. Bu konuda bizleri tamamen özgür bırakmış, doğruyu yanlışı kendi davranışlarımızla ve onun nasihat destekli doğru davranışlarını örnekleyerek daha kolay ve kalıcı kavrayabileceğimizi düşünürdü, önce bizi özgür irademizle davranmaya teşvik eder, yanlış yapsak da bize asla kızmaz, doğrusunu öğretirdi,
Bunda da haklı çıktığı kanısındayım.
Çok şükür ailemizde onu örnek almayan yoktur.
Örnek alıp pişman olan da yoktur.
Mütevazılığın zirve yaptığı bir kişiliğe sahipti, kibrin, gururun, büyüklenmenin, eseri yoktu onda.
Her an görebileyim diye dükkanda oturduğu yerin karşı duvarına çerçeveleyip astığı yazı, babamın karakterini özetler gibiydi.
“Şefkat ve merhamette güneş gibi ol”
“Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol”.
“Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol”.
“Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol”.
“Hoşgörülükte deniz gibi ol”.
“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol”.
Bu yazı yetmiş yıl hep gözünün önünde asılı durdu.
İyi insan iyi vatandaş, vatanseverliğinin ve dürüstlüğünün delili arkasına asılı duran vergi levhasında gizliydi.
Memlekette koca koca tüccarların vergi vermemek için bin takla attığı hepimizin malumudur, o bir kuruş vergi kaçırmamak için elinden geleni yapardı, denetleyen vergi memurlarının bile dikkatini çeker, neden? diye sorduklarında da, “Olsun, devlet güçlü olmalı ki bizler rahat ve huzurlu yaşayıp iş yapabilelim” derdi.
Köy bakkallarının çoğunluğu götürü usul de vergi verirdi, Babam bunu kabul etmez gerçek usulde vergisini öderdi.
Yanı defter muhasebe tutardı.
Dükkanda sattığı mallara fiyat koyması da enteresandı, Devlet yasal olarak yüzde kaç kar hakkı tanımışsa onu bir milim geçmezdi, genelde yüzde oniki üzerinden kar koyar satardı, bu oran, devletin koyduğu ve bu oran üzerinden vergilendirdiği kar haddı idi, doksan dokuz kuruşu yüz kuruş yaptıramazdık ona, bu konuda çok çelişir çok tartışırdık onunla ama o asla taviz vermezdi.
50 – 60 – 70 lı yıllar köylünün çok zor şartlarda yaşam mücadelesi verdiği yıllardı, babamın köylüye yıllık veresiye vermesi ve kimseden para istememiş olması, dürüst ve ağırbaşlılığı, Ahilik kültürüyle yetişmiş esnaflık kariyeri ona beslenen bu güzel sevgi ve muhabbetin bilinen başlıca sebepleridir.
O yıllardaki fakirlik ve yokluğu iliklerine kadar yaşayan köylü ailelerin bilinç altlarını rahatlatan, “Aç kalmam mümkün değil, nasıl olsa bakkal Ziya var, param olmasa da giderim ona, bana veresiye kumanya verir, benim ihtiyacımı karşılar” duygusu, bu duygu izah edilemez anlatılamaz sadece yaşanır.
Bu konuda sakın kimse yanlış anlamasın, elbette babam kimseye bedava bir şey bağışlamıyordu, ama o dönemi biraz empati yaparak hayal ederseniz, eğer çevrenizde yüz lira alabileceğiniz kimse yoksa ve kış ortası yollar kapalı evinizde bir çuval ununuz yoksa, bakkal Ziya nın Haytefte olduğunu bilmenizin bilinç altınızı nasıl rahatlatacağını iyi anlarsınız.
Bu duygunun itirafını, daha sonra bir çok insan kendi aralarındaki muhabbetlerde itiraf edercesine babama duydukları minnet duygusuyla anlattıklarına defalarca şahit olmuşumdur.
Bize hep şöyle nasihat ederdi, “Veresiye almaya gelen kimseyi boş geri çevirmeyin, eğer eski borcu varsa ve ödememişse bile, en azından zeytinini ekmeğini, un tuz ve gaz yağını verin öyle gönderin” derdi.
Kendisine sorulan,” Ömrünü burada tükettiğine pişmanmısın” sorusuna, “Hayır asla değilim, ama bazen de benden tuz ve gaz yağını veresiye alanların, sonradan zengin olup buradan geçerken bana, “Ziya abi sen hala buralardamısın” diye hava atmaları zoruma gitmiyor değil derdi.
2005 yılında Dükkanı kapattığında hatırı sayılır bir alacağın veresiye defterinde kaldığını söylemişti, eski defterlerini hep saklayan babam, son veresiye defterini yakıp imha etmişti.
Babamın çoğu tanıyanın bilmediği bir özelliğinden bahsetmek isterim.
Babam okurdu, ama öyle sıradan düşüneceğiniz okurlar gibi değil, babam sürekli okurdu, Gazete okur dergi okur kitap okurdu, bizim evimize ben bildim bileli hemen her gün günlük farklı gazeteler, ama özellikle cumhuriyet gazetesi girerdi.
Cumhuriyet gazetesini bu günkü haliyle düşünmeyin, o dönem ki Cumhuriyet elbet politik ve ideolojik bir gazete idi ancak baştan sona kadar resimsiz yazı ve makalelerle dolu, her sayısı bir bilgi hazinesi değerinde idi.
Kitaplar ve babam.
Babamın ömür boyu okuduğu kitapları gözümde bir canlandırdığımda, şöyle küçük ölçek bir odanın bir duvarını dolduracak kadar dersem abartmış olmam.
Daha çok Felsefe kitapları okurdu, Yunus Emreyi çok severdi, Divanı ezberlemiş sayılırdı, bize nasihatlerini Yunus Emre dizeleri üzerinden verirdi, ayrıca, Sadi Şirazi, Beydaba ve Mevlana okuduğu önemli felsefi kitaplardandı.
Dükkanda boş kaldığı zamanlar elinde mutlaka ya bir gazete yada bir kitap olurdu, eve geldiğinde, yemeğini yer köşesine çekilir ve okumaya başlardı.
Yaşlılığında artık gözleri gözlükle de görmeyince büyüteç almıştı, onunla okumaya devam ederdi.
1968 yılında neredeyse bir sağımlık inek parası vererek aldığı 6 ciltlik “Hayat Ansiklopedisi” bizlerin bilgi ve kültür kaynağımızdı.
1955 yılından 1976 yılına kadar her sabah Bekirli de ki evimizden haytef te dükkana kadar yürür, yaklaşık 2 km, her akşam da dik yokuşu çıkarak eve gelirdi. Yazın gün kararmadan gelirdi ama kışın karda yağmurda hep gece karanlıkta yaktığı lüküs lambası eşliğinde gelirdi, sağlıklı oluşunu o yürümelere bağlardı.
Sağlığına çok dikkat ederdi, dengeli ve sağlıklı beslenirdi.
Ailenin en önemli toplantı zamanı akşam yemeğimizdi, akşam yemeği mutlaka ama mutlaka birlikte yenir, sofrada birisi eksikse asla yemeğe başlanmazdı, Babam ilk lokmayı ağzına koymadan besmele çeker ve bizim de besmele çekmemizi beklerdi, o yemeğe başladımı bizlerde başlardık, yemeği bitirdik mi Elhamdulillah der kalkardı.
Bir radyomuz vardı, Babam müzik dinlemeyi pek sevmezdi, arada bir klasık müzik dinlerdi, radyoyu daha çok dünyadan haber almak için kullanırdı, Almanyanın sesi, Amerikanın sesi ve Moskova radyolarını kısa dalga üzerinden arayarak bulur pür dikkat bu radyoları dinlerdi.
Yeni nesil bilmez Radyoda kısa dalga frekans vardı, milimetrik ayar isterdi, radyonun ayar düğmesini çevirince çıkan karışık sesler hala kulaklarımda çınlar.
Televizyondan önce bizimle evde hep fikir tartışmaları yapar, bize ayak uydurup isim şehir oynar, bilgi yarışmaları düzenlerdik.
Matematiği süper denecek kadar iyi idi, o dönemin meşhur havuz problemleri olan dört işlem zor çözülen problemlerini karşılıklı yarışmalar halinde çözerdik.
Coğrafya bilgisi, Ankara dil tarih coğrafya fakültesini bitirmiş küçük kardeşi Fevzi amcama bile parmak ısırtacak kadar kuvvetliydi.
Arapça bilmediğinden Türkçe kuran’ı kerimi vardı, istisnasız her cuma gecesi evde herkesi toplar ve mutlaka yasin’i şerif okur duasını yapardı.
Ömründe tek bir vakit namaz üzerinden geçmemiştir, Öldüğü günün sabahı bile sabah namazını teyemmumla abdest alarak oturduğu yerde kıldı, zaten öğlende de vefat etti.
Hayteften geçip bakkal Ziya yı hayırla yad etmeyen yok sanırım.
Birisi bana sorsa, “Baban size ne bıraktı” diye, vereceğim cevap aynen şu olurdu,
“Babam bize, “Çağdaş ve özgür düşünce, özgür irade, doğruluk, dürüstlük, edep, tevazu, gerçekçilik, hoş görü, sabır, iyi ahlak, iyi insan iyi vatandaş olma kültürü bıraktı”.
Dükkanda arka tarafına asılı duran, iradeye vurgu yapan eski ve minik bir çerçeve kağıtta yazanlar: “İnsan bir gemi, Akıl yelkeni, Fikir dümeni, Kullan gemini, Göreyim seni”.
Size bir sırrımızı vereyim: “Bizim ailede hiç kimse ne muska takmış, nede hocaya okunmuştur”.
Allah Bakkal Ziya Yılmaza ve tüm ölmüşlerimize rahmetiyle muamele eylesin.