Açıklanan Asgari Ücret Yeterli Mi?

Ve asgari ücret açıklandı; 8.506 lira 80 kuruş. Brüt Asgari ücret; 10.008 tl, 0 kuruştur. Sgk Pirimi eklendiğinde işverene, bir çalıştırdığı işçinin maliyeti12.259 tl 80 kuruş olmaktadır. Asgari ücret açıklandığı anda, maliyet hesabı yapan küçük çapta esnaflar ve az sayıda işçi çalıştıran iş yerleri, işçi çıkartacaklarını açıklamaya başladılar.

Ülkemizde sigortalı çalışanların sayısı, toplamda 16 milyon olarak geçmekte ve çalışanların asgari ücrete tabi olma oranı da, yüzde 57 olarak, dünya sıralamasının en üst sıralarında yer almaktadır. Şimdi yeni açıklanan asgari ücret, bu oranı hızla yüzde 70’lerin, 80’lerin üzerine taşıyacaktır. Maliyet artışını öne süren işveren kesimi, işsizlik oranının yüksek oluşunun da arkasına sığınarak, işten çıkarma tehdidi ile yanında çalıştırdıklarına asgari ücret artış oranında bir artış hakkı tanımayacak ve böylece ortalama ücret olan asgari ücret, hızla azami ücret muamelesi görecektir.

Bugünden sonra orta sınıf kavramı da ortadan kalkacağı gibi, bu sınıfın tasarruf yaparak ev sahibi olmaları, otomobil sahibi olmaları da imkânsız hale gelecektir. Durum böyle olunca, sorulacak soru şudur; Peki, içinde bulunduğumuz kapitalist sistemde, ulusal kalkınma nasıl sağlanacak tır?

Bir önceki yazımda üretken sermayeye öncelik tanımadan geri kalmış ülke modundan –ölçüsünden- çıkmak, kurtulmak mümkün değildir demiştim; https://www.gercekbandirma.com/eksik-sermaye-birikimi-ile-kalkinamama-mo…. Bu yazımızda da aynı ana fikir etrafında oluşan bir açıklamayı, dilim döndüğünce, kalemim elverdiğince sürdürmeyi amaçlıyorum. Çünkü büyük çoğunluk gibi, ekonominin hayatımızın en önemli mihenk taşını oluşturduğuna inanlardanım.

Günümüz uygarlık sisteminde, karnını doyurmaktan, evine ekmek götürmekten, çoluğuna çocuğuna en iyi şekilde bakmaktan; onların eğitim giderlerini, sağlık harcamalarını karşılamaktan, çağdaş insanlar gibi yaşamaktan kim imtina edebilir ki? Akıl sağlığı yerinde olan herkes, bu imkânların sağlandığı toplumların gelişmişlik düzeyi yüksek olan toplumlarda gerçekleştiğini bilmektedir. Buna rağmen geniş halk kitleleri, anlaşılması zor olan ekonomik kavramlar ile bu konunun dışında tutulmak istenmektedir. Ve de şovenist duygular pompalanmak suretiyle çarpık gelir dağılımı, zihinlerden uzak tutulup, üzerinin kapatılması sağlanmaktadır.

Özel mülkiyetin azami kar etmesi esasına dayanan kapitalist üretim tarzı, dünyanın çeşitli uluslarında, her biri farklı bir gelişmişlik düzeyinde seyretmektedir. Her ulusun ekonomisi, dünya piyasasından daha fazla kar elde edebilmek adına yoğun bir rekabet içindedir. Uluslararası rekabet, ulusların kendi içinde de geçerlidir. Zira kapitalizmin en kısa tanımlaması olan; ”Toplumsal üretim, bireysel temellük” den de anlaşılabileceği gibi, en yüksek geliri elde edebilmek adına herkes, herkesle rekabet içindedir; kapitalist, diğer kapitalistlerle olduğu gibi, işçiler diğer işçilerle ve işsizler, daha düşük ücrete rıza göstermek suretiyle çalışan kesimle rekabet halindedir. Kapitalist, işçiyi daha düşük ücretle çalıştırıp, daha yüksek kar elde edebilmek adına işçi sınıfıyla rekabetten de öte uzlaşmaz çelişki –antagonist ilişki- içindedir.

Üretimde en yeni teknolojiyi kullanan uluslar (ki onların tanımlanmasında en yüksek organik sermaye bileşeni kullanan ekonomiler diye geçmektedir), yüksek verim elde ederler. Daha az emek-gücüne daha yüksek ücret ödeme potansiyeli içinde verimlilik artışı sağlayabildikleri gibi, daha kısa sürede daha yüksek ve daha kaliteli meta üretebilirler. Daha çok meta üretebildikleri için, birim başına düşen maliyet fiyatları da düşmüş olur. Bu seri üretime verilebilecek en güzel örnek, otomobil üretim fabrikalarıdır. Otomatik üretim ile daha az işçiyi daha yüksek ücretle çalıştırıp, onların moral ve motivasyonunu yüksek tutmakta ve verimlilik artışı sağlayabilmektedirler.

Gelişen teknolojiyi öncelikle kullanan uluslarda olduğu gibi, bireysel girişimcide de “nispi artı-değer” elde etme imkânı, belirli bir süre için yüksek olmaktadır. Bunu da bir örnekle anlatacak olursak, ekmek üretim fırınlarıyla konuyu biraz daha anlaşılabilir kılarız diye düşünüyorum.

Bizlerin, çocukluğumuzun geçtiği dönemlerde, yani bundan 40- 50 sene öncesinde, ekmek üretiminde hâkim olan unsur, odun ateşiyle çalışan “kara-fırın” , “taş-fırın” denilen fırınlardan aldığımız mis gibi buram buram kokan ekmeklerdi. Her mahallenin kendi fırını bulunmakta ve her fırın kendi çapında üretimini yaparak tezgâhında satmakta, ya da kendi anlaşmalı bakkallarında ekmeğini satışa sunmaktaydı. Odun ateşiyle ve yoğun emek-gücüyle, belirli sayıda ekmek çıktığı için, birim başına düşen emek/zaman daha yoğun oluyordu. Derken, elektrikle çalışan fırınlara geçildi ve ekmek üretimi arttı. Kara fırınlar, sözün gelişi günde 3.000 ekmek üretebiliyorsa ve ekmek başına 1 lira maliyet harcıyorsa ve bunu 1.5 liradan satıyorsa diyelim, elektrikli fırınlarda üretilen ekmek miktarı, kara fırın ekmeğine oranla çok daha fazla olduğu gibi, aynı emek/zaman içindeki birim başına maliyet fiyatı da düşük oluyordu. Yeni teknolojiyle üretim yapan fırıncı, daha düşük maliyetle elde ettiği, daha çok sayıdaki ekmeğini aynı fiyattan satmaya devam ederek daha çok kar elde ediyordu. Bir süre bu yüksek karını cebine indiren fırıncıyı hasetle gözlemleyen diğer fırıncılar da aynı teknolojiye geçip aralarında rekabete giriştiler. Onların düşürdükleri fiyata ekmek üretemeyen kara fırın sahipleri ya tedricen teknolojilerini yenilemek zorunda kaldılar, ya da fırınlarını kapatıp meslek değiştirdiler.

Benzetmek gibi olmasın ama teknolojide geri kalırsak ve üretim maliyetlerini düşürmek adına dünyanın en düşük asgari ücretiyle işçi çalıştırmayı sürdürürsek, ya kara fırını kapatmak ya da bu dünyada elde edemediğimiz mutlu bir yaşamı, öteki dünyada hayal eder hale geleceğiz.

Sedat Pamuk, 23.12.2022, İzmir

2
A+
A-
REKLAM ALANI