Ağaç Diken Adam

AĞAÇ DİKEN ADAM

‘Bir insanın kişiliğinin gerçekten olağanüstü yönlerini anlayabilmek için eylemlerini uzun yıllar boyunca izleyebilme şansına sahip olmak gerekir. Kişinin eylemleri bencillikten tamamıyla arınmışsa, onu eyleme yönlendiren itki eşsiz bir yücegönüllülük örneğiyse, hiçbir ödül beklemediği kesinse ve dahası yeryüzünde silinmeyecek izler bırakmışsa, işte o vakit gerçekten de, hataya yer bırakmayacak bir kesinlikle unutulmaz bir insandan bahsediyoruz demektir.’

Jean Giono’nun boyutu küçük, etkisi büyük öyküsü bu cümlelerle başlıyor. Öyküde, bir insan ömrünü değilse de şöyle bir 20-30 yılını neye vermeli sorusunun şahane ve mütevazı cevabını buluyoruz.20-30 yıl az bir zaman değil, hatırı sayılır bir zaman. Ucu açık, nereye uzanacağı belli olmayan bir akış zamanı.

Başlarda öykünün kahramanını, Alpler’in bir yöresinde çobanlık yapan bir münzevi olarak tanıyoruz. Ailesini kaybetmiş, koyunlarıyla insanlardan uzakta yaşayan sessiz bir adam. Yaşadığı, koyun sürüsünü yaydığı geniş bölgede, topladığı meşe palamutlarını ve yetiştirdiği ağaç fidanlarını ısrarla toprakla buluşturan bir eylem adamı. Bunu yaparken ciddi zorluklarla, umut kırıcı başarısızlıklarla karşılaşıyor ama yılmıyor. İnatla, karınca sabrıyla ağaç dikme işine devam ediyor.

Çöle benzeyen geniş bir bölge, adım adım akarsuların, envai çeşit hayvan ve bitkinin mucizevi bir şekilde geri geldiği, ormanlık bir yeryüzü cennetine dönüşüyor. Tüm bu süreçte , yeryüzünün geniş parçalarının ekolojik yıkım yaşadığı 1. ve 2. dünya savaşlarına teğet geçen, izole, yeni, taze bir hayat boyveriyor. Bu o kadar uzun bir zamana yayılan bir değişim ki, kimse bunun bir adamın günlük çalışması sonucunda olduğunu anlamıyor, bilmiyor. Adam da yaptığını kimseye bildirme ihtiyacı duymuyor.

Ağaç Diken Adam’ın eylemlerinin sonuçları özellikle o bölgede yaşayan insanlar için büyük bir armağan. Yine de tüm bunları insanlar için yaptığının bir kanıtı yok öykü içinde. Sadece yapıyor, yapmak istediği için ısrarla yapıyor. İnatla ve tutkuyla yapıyor.

Görünür olmak, gündemde olmak günümüz dünyasında neredeyse varolmakla özdeş bir fenomen. Toplumlar da gösteri üzerinden yeniden örgütlenmiş durumda. Gösteri toplumlarında yaşıyoruz kısacası. Sessiz ve renksiz kalabalıklardan sıyrılmak, varlığımızı duyurabilmek için daha fazla göstergeye ihtiyaç duymamız bundan. Sonu gelmeyecek gibi duran ve gittikçe daha fazlasını talep eden bir gösteri piyasasına sunacak neyimiz varsa ortalık yere döküyor, olmayanları da hayal tezgahlarında üretiyoruz. Daha fazla görüntü, daha fazla renk, daha fazla ses, daha fazla ışık dipsiz bir karadelikten durmadan emiliyor.

Gerçekle, hayali olan birbirine karışıyor bu durumda. İnsanın zihni bulanıyor. Neye yöneleceğini, neyi anlamlı, değerli sayacağını şaşırıyor insan.

Görülme, görünür olma Nesne İlişkileri Teorisi perspektifinden bakarsak, erken çocukluk döneminde yeterince görülmeyen, görüldüğünü hissedemeyen ruhların ihtiyacı bir bakıma. Bir ucunda teşhirciliğin bulunduğu davranış örüntülerine kaynaklık eden bu açlığın doyurulması mümkün olmayabilir. Ta ki almak yerine vermenin geçtiği bir ilişkilenme modeline geçene kadar.

Görülmek başka bir gözü, bakışı, görülmenin bildirimini içeren bir talep hali. Görmek ise vermek, başka bir insanın, nesnenin varlığını onaylamak. Almada da, vermede de bir dengeye ulaşana kadar insan ruhu ferahlayamıyor, bütünlenemiyor. Hayat bir denge işi, sürekli çözülüp yeniden yeniden kurulan bir denge.

Aygün Özer/Uzm. Psikolojik Danışman/Psikoterapist

BANDIRMA/ 15-02-2022