Ağlamakta Fayda Var!

AĞLAMAKTA FAYDA VAR

Bugün bir dostuma rahatlaması için böğüre böğüre, tepine tepine ağlamasını önerdim.

Ben bunu çocukluğum dışında hiç beceremedim. Beceren insanlara hep özendim. Biz insanlar sevinince, üzülünce bir de canımız yandığında ağlarız. Bu duygularımızı aktarmanın bir şeklidir. Memeli hayvanlar da insana benzer göz ve gözyaşı mekanizmasına sahip oldukları için onların da gözleri yaşarıyormuş . Ama buna ağlamak denir mi? Bu konu net bilinmiyor. Göz içine yabancı madde kaçarsa, yaralanma veya iltihaplanma varsa, bağışıklık sistemimizin bir parçası olan gözyaşı, akarak görevini yapıyormuş. Gördüğümüz kadarıyla, gözlerimiz iç organ kadar hassas ve korumasız olduğundan, dışarıdan gelen zararlılara karşı gözyaşı salgılayarak bir şekilde kendini yıkıyor temizliyor. Memeli hayvanlarda bu böyle açıklanırken; insanlarda gözyaşının duygularımızla da ilgili olduğunu görüyoruz. Duygularımızla ilgili akan gözyaşlarımızla rahatlıyor kendimizi bir şekilde ifade ediyoruz. Kanımızda bulunan bedenimize zararlı serbest radikalleri de gözyaşı aracılığı ile attığımız biliniyor.

Yüce Yaradan bu mükemmel bedeni bize bağışlarken en ince ayrıntısına dek düşünmüş şükürler olsun. Ama biz gözyaşlarımızı tutmaya çalışır, olabildiğince saklarız. Özellikle erkeklerimizin ağlaması toplum baskısı altındadır. Belki de onları, kadınlara oranla daha sert, daha sinirli yapan ağlayamamaktır. İki kadeh içki içen erkek, bu baskıdan biraz kurtulunca salya sümük ağlıyorsa onu anlayışla karşılamak gerekir. Kıyıda köşede gizli gizli ağlamak yerine gerektiğinde içimizden geldiği gibi gözyaşı dökmek bizim insan yanımızın göstergesidir. Bazı hayvanların da duygusal nedenlerle ağladığı görülüyormuş. Bir de timsah gözyaşları dediğimiz içtenliğine inanmadığımız ağlamalar var. Timsahlar beslenirken ağızlarına aldıkları kocaman parçayı ezmek için çenesini sıkıştırınca basınçtan mı nedendir, açıklanamayan yaşlar, gözlerinden akıyormuş. Bunlara sahte gözyaşları veya timsah gözyaşları deniyormuş. Bazı insanlar da kendine acındırma, duygusal görünme, karşısındaki insanı etki altına almak için sahte gözyaşları dökebiliyorlarmış. Bebeklerin belli bir yaşa gelinceye kadar gözleri yaşarmadan ağladığını da biliriz.
Müzelerde gördüğümüz geçmiş yıllara ait minik gözyaşı şişeleri bana çok komik gelir. Güya sevgilisinden ayrılan bayanlar, ayrılık süresince döktükleri gözyaşlarını bu şişelerde biriktirir saklarlarmış. Sevgili gelince ( Bak senin yokluğunda senin için ne çok ağladım .) deyip kanıtlamak için. Şimdi böyle bir davranış devam ediyor olsaydı. Maket raflarında yarım ve birer litrelik tuzlu su dolu şişeler ( En acıklı gözyaşı) etiketiyle satışa sunulurdu herhalde. Bir de Moğolistan farelerinde ( kırmızı kuruntu gözyaşlarından) söz ediliyor. Bu gözyaşları demir içerikli (Hader Bezi) salgısıyla oluyormuş. Kötü şartlarda stres altındaki farelerde görülüyormuş. Bizim türkülerimizde geçen kanlı gözyaşı da bu olmalı. Satışa sunulan gözyaşı şişelerinin kırmızı boyalı olanları bir tık daha pahalı olurdu, diye aklımdan geçiyor, kendi kendime gülümsüyorum.

İnsanların dış görünüşlerine bakıp fikir yürütmek git gide zorlaşıyor. Gözümüze baka baka yalan söyleyenler, iftira atanlar, iç çeke çeke yalancıktan ağlayanları, sahte gülümsemeleri, konuşurken mangalda kül bırakmayanları. Az sonra kılıcını kuşanıp atına atlayarak şehadet yoluna düşecekmiş gibi nutuk atanları, yalan yere umut verenleri gördükçe; anlamadan alkışlayan, dinlemeden , bilmeden onaylayanlar çoğaldıkça. Toz pembe bir dünyada yaşıyormuş gibi mış mışlarla yaşamak yerine ağlamamız gerekiyorsa ağlayalım diyorum. Tepkimiz ne olursa olsun ülke olarak sorunlarımızı çözmeye odaklanalım var olan gücümüzü birleştirip hep birlikte daha kaliteli yaşayalım istiyorum.
Ne yazık ki; istediklerimiz, düşünmek veya hayal kurmakla olmuyor. Ekonomi ve eğitim alanında devlet kuruluşları, sivil kuruluşlar prosedürler içinde debelenirken bireyler kendi bütçelerini, varsa gelir kaynaklarını gözden geçirip düzenlemeler yapmalı. Kullandığımız tuvalet kağıdından, kıyafetlerimize, ev eşyalarımıza, yediğimiz içtiğimiz ne varsa hepsinde kontollü, ölçülü kullanım yolları bulmalıyız. Hep birlikte okuma seferberliği başlatıp bölge kütüphanelerini işler hale getirmeliyiz. Alabildiğimiz klasik ve eğitici kitapları raflarda saklamak yerine birbirimizle takas etmeli, veya okuyabilenlere ulaştırmalıyız. Yatağımıza girdiğimizde uykuya dalmadan önce kendimize mutlaka sormalıyız .( Bugün ülke ekonomisine katkı olarak, ülkemin eğitim açığını gidermek için ben ne yaptım?) 

Yaşam şartları her geçen gün ağırlaşıyor.Soğan, patates, biber patlıcan derken yaşamımızın olmazsa olmazı gıdalar birer birer sofralarımızdan uzaklaşıyor. Pastırma, sucuk, pirzola bazı kesimlerde çoktan unutuldu. Geçen yıl en ucuz meyve beş liraydı, bu yıl kimbilir maaşımızla midemizin kaçta kaçı dolacak? Boş kalan yeri su ile dolduralım desek, bir damacana su en az on lira . Doktorlar günde en az iki litre su içmemizi öneriyorlar. Sütü, ayranı bereketli olsun diye sulandıranları duymuştuk da artık sıra. sanırım suyu sulandırmaya geldi. Zar zor alabildiğimiz gıdalar da GDO lu hormonlu, katkı maddeleriyle içerikleri bozulmuş. Hasılı en temel ihtiyacımız olan beslenme en büyük sorunumuz haline geldi. Bir de yetkili ağızlardan duyduğumuz koca koca yalanlar, çizilen pembe tablo yok mu? Küfür gibi geliyor insana.

Açız aç!

Sanata, eğitime, dürüstlüğe zaten açız.

Ceplerimiz boşaldı, depolari kilerler ambarlar boşaldı. Sadece yalan dolan ve ayak oyunlarına tokuz artık. Sadece bu konularda kusma zamanı.

Doya doya ağlama zamanı!
ULVİYE KARA AKCOŞ - BANDIRMA -18-02-2019