Akıl Tutulması

                                                                     AKIL TUTULMASI

      En sevdiğim deyimdir ‘akıl tutulması’. Ülkemizin tamamında uzunca bir süredir yaşadığımız şeyin, daha kolay bir açıklaması olmazdı herhalde. Bütün doğruları karartıp susturursanız, yalanlarınız tek gerçeğiniz oluverir. Yalanlar televizyonunuzdan, sosyal medyanızdan, gazetenizden, dost sohbetlerinizden, kapınızdan, pencerenizden sızar hayatınıza... Davetsiz ve pişkince bir konuk gibi kurulur aklınızın başköşesine... Akıl tutulması böylece başlar.

     İki seçenek vardır elinizde. Ya kapı dışarı edersiniz yalanı ya da onunla aynı atmosferde yaşamaya devam edersiniz. İkinci seçenek hayli kolaydır, hiçbir sıkıntısı yoktur, üzmez ve yormaz ama sonradan çıkar acısı söylemiş olayım. İlk seçenek, yalana karşı koymak. Ciddi zor ve zahmetli iştir. Başta aklınız olmak üzere yüreğiniz, ciğeriniz ve dahi bileğiniz gibi pek çok uzvunuzu hırpalayacak kadar zorludur. Kondisyon ister...
              Annelerin ninnilerinden 
              spikerin okuduğu habere kadar, 
              yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, 
              anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, 
              anlamak gideni ve gelmekte olanı.

 Diyor Nazım Hikmet RAN. İşte aynen öyle... Doğrularla kalabilmek ve doğru kalabilmek, günümüz demokratının, aydının en büyük çilesidir. Her türlü yalanın Bandırma kıyılarına boşaltılan deşarj suyu gibi üzerimize boşaltıldığı bu zamanda dayanmak zor.

      Kırk yıldır içi boşaltılan akılların üzerine, tonlarca yalan yağdırıyorlar kardeşim. Bir kaç belediyede seçim kazanamazlarsa ülkenin elden gideceğini, muhalefet partisinde tüm iç ve dış düşmanların ittifak halinde olduğunu söylüyor muktedir parti. Alkış kıyamet... Milli uçak konusu her seçimde yalanın kanatlısı olur uçar. Gören yoktur. ‘İnşallah göklerde’ denir. Yine alkış,  yine tezahürat. Offf yazması bile başını ağrıtıyor adamın. Lakin yalanlar dünyalarca. Bundan gerisi Yılmaz ÖZDİL’in olsun. O daha iyi anlatır. Biz bu yalanlara inanan sokaktaki ortalama adama nasıl da kızıyoruz değil mi? Ona sabahtan akşama kadar küfür edenimiz de var, adam olmaz bunlar diyen de... Ortalama aklın, rejimin temel dayanak noktası olmasındaki payımız ne olacak canım kardeşim?

    O kızdığın, o uzak durmaya gayret ettiğin, sohbetine tahammül bile edemediğin o adam var ya, işte sen ne yaparsan yap, yine onunla aynı toplumsal yapının bir parçası olarak kalacaksın kardeşim... Kırk yıldır kimi zaman korkuyla, kimi zaman da şiddetle kimi zaman da yalanla terbiye edilirken bu insanlar, biz ne kadar diri tutabildik aklın ateşini? İşte mızrabın tele değdiği yer tam da burası...

       Yalancının varlığını sürdürmesi için, yalana inanacak yığınlara ihtiyacı var, biliyoruz. Yalana inananlar azalıp yok olduğu gün, isterse en cevval, en zalim, en kudretli ya da en muktedir yalancı olsun, gölgesi bile kalmaz yok olur gider. Bunu da biliyoruz... Gel gelelim, biz ne yapıyoruz, bu çok önemli. Sokakta, koca bir çoğunluğu oluşturan ve ne yazık ki ciddi bir oy potansiyelini temsil eden yığınlar var. Pek çoğumuzun pratiği sokaktaki bu adamı her fırsatta eleştirmekten, ötekileştirmekten, onu var eden etkenleri görmeden aşağılamaktan çok öteye gitmedi. Elbette pek çoğumuz derken, bu yaranın ne kadar derinlere indiğini bilen ve mevcut duruma yüzeyden bakmayan, gerçekten duyarlı ve çözüme odaklı arkadaşları bir kenarda tutalım. 

    Bu ülkenin, bu coğrafyanın aydını, duyarlısı, demokratı, devrimcisi, yurt severi... Toplasan ateş topu gibi bir akıl, zekâ ve bilimden ibaret... Giremeyeceği yer, değiştiremeyeceği durum, aydınlatamayacağı yer yok. Aklın, birliğin, bilimin açamayacağı kapı mı var? Üstelik her şey değişimin, sıçrayışın sancılarını işaret ediyorken... Akımızla oynanıyor, alay ediliyor ve bizler adeta buna ses çıkarmıyoruz. 

    Bir düşünün 40-50 yıl önce aynı durumlara ne tepki veriyorduk? Şimdi ne değişti? Pardon, tabi ya, artık sosyal medya var değil mi? Öfkemizi oraya döküp tatmin oluyoruz değil mi? Bandırma’mızdaki sosyal medyaya ait politik sayfalarda dahi, ne kadar seviyesizleştiğimizi görüyorum. Kamplaşanlar, beklentilerine ya da çıkarlarına göre yazanlar, hiçbir şey yapmadan yorumlar yapanlar, her türlü sefaleti görüp önce ses çıkarmayan ama çıkarı zedelenince ver yansın edenler... Daha sayalım mı? Yaptığı iki satır paylaşımı yağdanlık olmak için var gücüyle dizayn edenler, bir gün en soldan öbür gün birden bire ortadan paylaşım atanlar, birlik olamamanın her fırsatta teorisini yapanlar... Yahu bırakın bu işleri ne olursunuz. Ne iki kuruş nema, ne de üç günlük makam, layık olana verildi mi de size kalsın? 

       Bakın daha önce de söyledim. Üniversitelerde ne kadar yürek sahibi akademisyen varsa yavaş yavaş uzaklaştırıldı kürsülerinden, kalanlar cenderede zaten. İlköğretim taşımalı olmaya devam ediyor. Köylerde aklına saygı duyulan, her fırsatta danışılan öğretmenlerin ne kadarı kaldı? Şehirlerde durum farklı değil... Cehaletin geçer akçe olmaya başladığı yerde aklı, kültürü, bilimi yeniden hayata geçirecek olan yine bizler değil miyiz? Bizler değil miyiz aydınlığı bir mumla başlatacak olanlar...

    Daha didişip duracak mıyız? 40 yıllık küçük burjuva rekabeti devam edecek mi? Helalleşip işimize bakacak mıyız günün birinde? Çözüm üretecek miyiz yoksa çözüm üretenler için, yol üzerindeki koca bir engel olmaya devam mı edeceğiz?

BANDIRMA - 09-03-2019