Sokaklar metruk binalar, yaşlı ağaçlar ve ağarmış insan yüzleri.. Hüzünlü bir öyküden fırlayıp üzerimize çullanıyor.
Bulutların arasına sıkışmış boğulmak üzere olan güneş, nefeslenmek için çırpınıyor. Işığı öyle belirsiz ki ; bulutların tutsaklığında çaresiz..
Daha dün rastladığım insanlar, yaşlanmış yüzlerinde oluşan çizgiler derin yarıklarla ruhlarına yapışmış….
Paramparça hayatların kaçınılmaz suretleri bunlar .
Kent ölüm döşeğinde…!
Kentin katilleri son nefesin peşinde…
Kentin ölümünü hazırlayıp ve bekleyenlerin telaşı ve acelesi şaşırtıcı. Varoluşları kentin ölümüne bağlı belli ki…
Oysa bu insanları daha geçenlerde gördüm ben.
Pırıl pırıl yüzleri kırışmış çizgiler kalınlaşmış solgun gözlerin altında zamanın hızını anlatan o mor halkalar..
Kentin ölümüyle kendi ölümlerinin farkında olamayacak kadar kendilerinden geçmişler.
Daha dün gördüğüm çocuk bugün yaşlanmışsa ve bu hızın acımasızlığında çaresizse bu anlamsız kavgaların sebebi ne…?
İşgal altındaki kenti tutsak edip ruhlarımızı mesken eden katiller nasıl sürekli “HEPYEK” atıp kazanıyor? Niye herkes zarların hileli olduğunu bildiği halde susuyor.
Niye hep birbirlerine benzeyenler kazanıyor…?
Zamanın hızında kaybedeceklerini bile bile…
Devasa dalgalar deniz fenerlerini de yuttu. Gemiler kör ve dilsiz kayaların içinde, paramparça iskeletleri..
Kara’nın sertliği gemileri ve içindekileri yeniden denize püskürtüyor..Kendine yabancılaşan insanın doğaya da yabancılaşması bu…
Kendisi olmayan insan yığınlarının içinde kaç kişilik taşıdıklarını farkında olmadığı bir kent.
Bu kent yok oluşuna büyük bir hızla koşuyor..
Yakında küller savrulacak, rüzgarlar yerine bu kentte..
18-12-2023/SÜLEYMAN TAKUNYACIOĞLU