Almanlar, Naziler, Osmanlı, Türkler ve Thule Cemiyeti

Bir Bektaşi olan Paşa Adam Alfred Rudolf Glauer’i sever ve onu yanında çalıştırmak ister. Yazın İstanbul’a giderken onu da yanında götürür. Beykoz’daki yalıya yerleşen Glauer, Paşa’nın yardımıyla Beykoz Camii imamından Türkçe öğrenmiş ve aynı yılın Ekim ayında Paşa’nın Bandırma ve Bursa’daki mülklerini denetleme görevi ile buraya gönderilmiştir

PROF. DR. ALİ FUAT KALYONCU

Almanlar, Naziler, Osmanlı, Türkler ve Thule-Gesselchaft üzerine.. :MAKALE

Birinci Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri ile Almanya arasında imzalanan Versay Barış Antlaşması, içerdiği ağır koşullardan ötürü Almanya’da büyük bir tepkiye yol açmış ve hatta ihanet olarak kabul edilmiştir. Birçok tarihçi Almanya’da 1920’lerde yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa, Nazi Partisi’nin yükselişine ve sonuçta çıkan II. Dünya Savaşı’na esas olarak Versay Antlaşması’nın neden olduğu düşüncesindedir. Almanlar derin bir hayal kırıklığı ve büyük bir ekonomik çöküntüye girer. Kendilerini hep Avrupa ve dünyanın hakimi gibi gören bu insanlar birden kendilerini çok kötü bir noktada bulurlar, ülkeleri bir şekilde parçalanmıştır. İnsanlar böyle dönemlerde kendilerini iyi hissedebilmek için ya dine ya da bazı aşırı (milliyetçi, ırkçı) akımlara yönelebilir, bazı kişi ya da grupları suçlayabilir. İşte o dönemin geri planı bu şekilde bilinirse, insanların düşünsel ve siyasal faaliyetleri daha iyi anlaşılabilir. Bu dönemde ortaya çıkan Nazizm başta Almanları ama belki de muhtemelen bütün dünyayı etkilemiştir. Türkler de bu kötü ideolojiden en çok etkilenenlerden biridir. Ancak Avrupa, Balkan halkları, Doğu Avrupa ülkeleri, Müslüman dünya, eski Sovyetler Birliği ülkeleri ve Uzak Doğu da etkilenmiştir. Nazizm ve benzeri ırkçı ideolojiler bugün hala birçok ırkçı sağcı parti ve gruplar içinde yaşamaktadır.

Thule-Gesselchaft

İngilizce ’de Thule Society olarak bilinen Thule Cemiyeti, Nazilerin en gizemli örgütlerinden birisidir. Berlin’de 1918 yılında Rudolf von Sebottendorff tarafından kurulan bu cemiyet özellikle yaptığı tuhaf deneyler ve hakkında çıkan gizemli komplo teorileri ile tanınmaktadır. Bunu o zamanın şartlarında sosyal ve siyasi bir fikir kulübü olarak görebilirsiniz. Neticede toplum içinde bu tip bir çok kulüp, grup, topluluk, tarikat ve cemaat vardır. Nazilerin bir anlamda ideolojik olarak yetiştikleri bir akademidir Thule. Dönemin neredeyse tüm ünlü Alman soylu, aydın, sanatçı ve Nazileri burasının üyesidir. Antik ve pagan Alman (Germen)köklerini araştırmak amacıyla kurulan bu cemiyetin kurucusu ve Nazilerin benimsediği ırkçı öğretinin manevi babası ya da başöğretmeni olarak tanınan Rudolf von Sebottendorff oldukça gizemli bir kişidir. Üstün ırk düşüncesinin ve neopaganizmin fikir babası olan Viyanalı Guido von List’in, Nazilerin diğer bir lider olarak kabul ettikleri (gazeteci rahip) Adolf Josef Lanz ile birlikte, öğrencisi ve dava arkadaşıdır. Bu isim sadece İkinci Dünya Savaşı sırasında değil, öncesinde de Almanya için tanınan bir kişiydi.

Aslında Birinci Dünya Savaşı öncesindeki dönemlerden itibaren Almanların Hristiyanlık öncesi pagan Germen tarihleri hep ilgi çekmiştir. İşte bu pagan dönemini yücelten Töton Şövalyeleri grubu (diğer adı Germaneorden) üyesi olan Walter Nauhaus, Thule Cemiyeti’nin temellerini atan isim olarak bilinse de, örgütün kurucusu olarak kabul edilmemektedir. Kabaca kılıç zoruyla Hristiyan olmanın, Germenleri uyuşturduğunu savunmakta ve eski vahşi Viking dönemlerini özlemektedirler. Bizde de dönem dönem Türklerin kılıç zoruyla Müslüman olduğu tartışmaları yaşanmaktadır. Ben İsveç’te iken hocam Gunnar Hillerdal’a dünyanın tozunu atan Vikingler neden birden tarih sahnesinden çekildiler diye sormuştum, çünkü Hristiyan oldular demişti. Demek her yerde böyle düşünenler var. Kendisi de bir Töton Şövalyesi olan Sebottendorff, Thule Cemiyetinin Almanya’daki faaliyetlerini güvenli bir şekilde başlatabilmesi amacıyla Töton Şövalyeleri’nin Almanya Locasına bağlı olarak 18 Ağustos 1918’de resmi kuruluşunu ilan etmiştir. Şimdi Thule ve kurucusunu biraz daha yakından tanıyalım.

Kimdir bu Rudolf von Sebottendorf?

BANDIRMA'DA Kİ ARAZİSİ NEREDE VE ŞİMDİ KİMİN.

Adam Alfred Rudolf Glauer, 1875 yılında Almanya’da Saksonya eyaletine bağlı Hoyerswerda kentinde doğmuştur. Babası demiryollarında çalışan bir makinisttir. Mühendislik eğitimine başlamış ama bu eğitimini tamamlayamamıştır. Sonra gemilerde elektrikçi olarak çalışmaya başlamış, üç yıl neredeyse tüm dünyayı dolaşıp 1900 yılında Kahire’de Hidiv Abbas Paşa’nın hizmetinde bulunan Hüseyin Paşa‘nın yanına girmiştir. Paşa, kışın Kahire’de yazın İstanbul’da yaşamaktaydı. Bir Bektaşi olan Paşa Glauer’i sever ve onu yanında çalıştırmak ister. Yazın İstanbul’a giderken onu da yanında götürür. Beykoz’daki yalıya yerleşen Glauer, Paşa’nın yardımıyla Beykoz Camii imamından Türkçe öğrenmiş ve aynı yılın Ekim ayında Paşa’nın Bandırma ve Bursa’daki mülklerini denetleme görevi ile buraya gönderilmiştir. Glauer, Uludağ eteklerindeki Paşa’nın arazilerine ipekböcekçiliğinde kullanılmak üzere dut ağaçları ile Avrupa çikolata endüstrisine satılmak üzere fındık ağaçları dikimine nezaret eder. Burada yaklaşık on yıl kalacak ve Paşa’nın bahçesinden çıkan bu fındıklar Glauer’in girişimi ile Nestle firmasına satılacaktır. Bursa’da zamanı bol olacak ki ilgilendiği Bektaşilik, Masonluk, Sufizm ve Kabala üzerine kitaplar okur, kendince araştırmalar yapar. Paşa’nın kendisinin tanıttığı Bektaşilikten ve tanıştırdığı Mevlevilerden etkilenir. Gene Hüseyin Paşa’nın Bursa’da tanıştırdığı bir Yahudi ailesiyle dost olur, sonra bir Mason Locasına girer. Bursa’da o yıllarda geniş bir gayrimüslim nüfus bulunmaktadır. Dost olduğu bu Yahudi ailenin kitaplığında kendine göre ilgilendiği bazı eserler bulan Glauer, Masonluğun hümanist temellerini aslında Türk Bektaşiliği ve sufizmden aldığını ve Avrupalı Masonların bu bilgileri kullanarak 1717 yılında Anderson Anayasası‘nı hazırladıklarını ancak zamanla Masonluğu saptırdıklarını iddia eder. Buradaki bilgileri doğrultusunda sonradan 1924 yılında Leipzig’de basılacak olan Die Praxis der alten Turkischen Freimaurerei, yani Türkçe’ye Eski Türk Masonlarının Uygulamaları ismi ile çevrilen ilk kitabını yazacaktır. Aslında kişisel olarak Yahudilere karşı düşmanlığı ve Aryan ırka olan inancı belirgindir, Hristiyanlık inancı zayıf ya da yoktur. O dönemde muhtemelen Türkleri de Aryan ırktan kabul etmekte veya en azından dost görmektedir. Halbuki uğraştığı, başta Bektaşilik ve sufizm gibi düşünce ve inanç akımlarının hepsi, ırkçılık karşıtıdır. Demek kafası karışık biridir.

Yeniden İstanbul

Bursa’da geçirdiği on yılın ardından 1911 yılında İstanbul’a geri döner. Kendisi gibi İstanbul’a yerleşen Alman asıllı bir Amerikalı olan Baron Heinrich von Sebottendorff ile tanışır ve bu kişi Glauer’i evlatlık olarak alır. Glauer, ismini de Rudolf Freiherr von Sebottendorff olarak değiştirerek Osmanlı vatandaşlığına geçer. Enteresan olaylar dizisidir İstanbul’da yaşananlar. Genç adam, gizli tarihe, komplolara, mistik ritüellere ve astrolojiye çok meraklıdır ve kendince bu konularda araştırmalar yapmaktadır. Beyoğlu’nda kendisi gibi kişilerden oluşan özel bir gayrıresmi grup kurmuş ve bu gruba Thule ismini vermiştir. Pera Palas ve Cumhuriyet otellerinde toplanmaktadırlar.

Thule ismini tarihte ilk kez 2300 yıl önce yaşamış Yunan seyyah Massilialı Piteas kullanmış ve İngiltere’ye yelkenli ile altı günlük uzaklıkta bir ada olduğunu söylemiştir. Bu ada gerçekte Grönland’ın kuzeybatısındadır ve bugün üzerinde ABD’ye ait bir Hava üssü bulunmaktadır. Sebottendorff, Thule adasını Germenlerin köken aldığı bir ütopya gibi düşlemektedir. Yahudi düşmanlığı temelli olan bu örgütün amblemi gamalı haç diye bilinen Swastika ve Kılıçtır. Thule topluluğunun amacı saf Alman ırkını bir araya getirip tek çatı altında toplamak ve dünyaya hakim olmaktır. İşte, Türkler ve Müslümanlar burada kendilerine yardımcı olacaklardır! 1913 yılında 2. Balkan Harbinde Osmanlı Ordusunda savaşa katılır. Birinci Dünya Savaşında İstanbul’da Kızılay başkanıdır. Enver Paşa ile yakından tanışmaktadır. İki ülke vatandaşlığını da kullanmaktadır. Savaş sonrası evlenir ve Almanya’ya döner. Bundan sonraki yaşamı Almanya ve Türkiye arasında gidip gelme ile geçecektir.

Sebottendorff ’un önce İstanbul’da gayrı-resmi olarak kurduğu, sonra da 1918’de Münih’te resmen kuracağı Thule Cemiyeti Almanya’da çok gelişecek ve Alman siyasetini belirleyecektir. Sebottendorff, tüm dünyada yükselen komünizme karşı milliyetçi sosyalist bir hareketin başarılı olabileceğini görmektedir. Bu nedenle Thule hareketi, 1919 yılında önce Alman İşçi Partisi’ni (DAP) kurar, bu parti sonra Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’ne (NSDAP) evrilecektir. Bu partiye Dieter Echardt aracılığıyla getirilen ve Sebottendorff tarafından kayıt edilen 7555 kayıt numaralı üyesi ise Adolf Hitler’dir. Sebottendorf Hitler’in sadece fikir babası değil, siyasette ortaya çıkmasında ana nedendir. Thule, 1919 ile 1924 tarihleri arasındaki toplantılarını Münih’te Hotel Vier Jahreszeiten’de yapmıştır.

Hotel Vier Jahreszeiten Münih

Ancak Sebottendorf önderlik yönü olmakla birlikte belli ki biraz da huysuz biridir. NSDAP’ın üye bilgilerini basına sızdırdığı iddiasıyla parti içindeki konumu sarsılınca, Türkiye’ye geri döner. Meksika’nın Türkiye Fahri Başkonsolosu olur, bir kaç kez Amerika’ya gider. Seyahati ve kendince yeni bilgiler öğrenmeyi çok sevmektedir. Bilinmeyen birileri (muhtemel bazı gizli servisler) onu korumakta ve kollamaktadır. 1933 yılında Hitler’in iktidara gelmesiyle Almanya’ya döner ve Hitler Gelmeden Önce isimli kitabını yayımlar. Ne var ki bu kitap başına bir sürü sorun açar. Hitler kitapta Thule’nin NSDAP’ın kuruluşundaki rolünü fazla abarttığı için kendisine kızar ve tutuklattırır. Ancak artık Türk vatandaşı olduğundan Türk Büyükelçisi’nin girişimleri ile bir kaç gün sonra serbest bırakılır ve 1934 yılında İsviçre üzerinden tekrar Türkiye’ye döner. Doğru olup olmadığı bilinmez ama İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya, İngiltere ve Türkiye adına casusluk yaptığı konusunda bilgiler vardır. Sonraki yaşamı da Türkiye’de geçmiştir. Muhtemeldir ki, İkinci Dünya Savaşı esnası ve sonrasında Türkiye’deki Naziler ve Nazi eğilimli Turancı gruplar ile ilişkileri yürütmüş olabilir. Neticede Türkiye’de bu gruplar ile ilgili bilgiler çok azdır. Sebottendorff konuşmalarında, Reich(Almanya) ve İtalya, yanına Türkiye ile Japonya’yı alarak düşmanlarına karşı muazzam bir mihver oluşturacaktır, demektedir.

Türkiye ile Almanya ilişkileri

Almanya, ilk dünya harbine Osmanlı’yı belki de biraz oldu bittiye getirip de sokmuştu. Almanya, Türkleri şimdi yine kendi safında İkinci Dünya Harbine de istemektedir. Bu seferki pazarlık galiba şöyledir; Türkiye Almanya’nın yanında savaşa girerse, Hitler savaş sonunda Kafkasya’yı Türklere verecek. Ama bu tez galiba sadece bazı Turancı fikirleri olan kişiler dışında, Ankara’yı ikna edemeyecektir. Birinci Dünya savaşında koskoca bir İmparatorluğu kaybeden ve Almanlardan hiçbir şey alamayan Türkler, şimdi bu sözlere nasıl güvenecektir? Zaten savaşın sonunda, savaşa girmemenin ne kadar doğru bir karar olduğu anlaşılacaktır.

Dönemin ünlü kişilerinden biri olan Enver Paşa’nın üvey kardeşi Nuri Killigil Paşa da Enver Paşa’nın İttihatçı ve Turancı ideallerine inanmaktadır. Killigil Paşa, ikinci Dünya Savaşında Alman Ordusunda Azeri ve Türkmen kıtalarının örgütlenmesinde önemli rol oynamıştır. 1941 yılında Killigil Paşa, Ankara’da Alman büyükelçisi von Papen ile görüşmeye başlar (veya belki de tam tersi, görüşmeyi Papen başlatmıştır). Killigil Paşa’nın görüşleri doğrultusunda Almanya’da Turancılık Masası ve SS Doğu Türkistan Alayı‘nın kurulur. Nuri Paşa, Azerilerle Türkmenler ’in Türkiye ile birleşecek ilk Türk halkları olacağına inanıyordu. Daha sonra da Orta Asya’ya kadar uzanan bölgede yaşayan diğer Türk halkları bu birliğe katılacaktı. Bu nedenle Türkiye, Almanya ile birlikte Sovyetler Birliği’ne karşı savaşmalı ve Almanlar Türk asıllı Sovyet esirlerinden bir ordu kurup Türkiye’nin emrine vermeliydi. Sebottendorff ‘un Killigil Paşa ile fotoğrafları vardır, belli ki birbirlerini iyi tanımaktadırlar. Dolaylı olarak, Ankara’daki İnönü yönetimi 1944 yılında savaşın Almanlar tarafından kaybedildiği anlaşılana kadar, müttefiklere de, Almanlara da hep biraz mesafe koyacaktır.

Savaşın seyri değişince Ankara, Nazi yanlısı Turancılara artık dünya dengesinin değiştiğini gösterircesine tutuklamalara başlayacaktır. Savaşı kazandığı belli olan müttefiklerin Şubat 1945’te toplandığı Yalta Konferansı’nda artık işlevsiz kalan Cemiyeti Akvam yerine yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar almaları üzerine, Türkiye 23 Şubat 1945’te Almanya’ya savaş ilan edecektir.

Sebottendorff ‘un ölümü ve bugün Thule

Çeşitli kaynaklarda Sebottendorff ‘un 1945 yılında İstanbul’da boğaza atlayarak intihar ettiği, 1957 yılında Adana’da öldüğü ya da 1965 yılında Üsküdar Doğancılar parkında soğuktan donarak öldüğü ve kimsesizler mezarlığına defnedildiği gibi bir sürü bilgi vardır. Hangi bilginin doğru olduğunu bilmek mümkün değildir. Muhtemelen Nazi avcılarından saklanmıştır.

Thule topluluğu ise muhtemelen yeraltında hep devam etmiş ve 1980 yılında Almanya’da Kassel şehrinde savaştan sonra ilk kongresini düzenlemiştir. Kongreyi düzenleyen kişi Fransız milliyetçi Alain de Benoist’dır. Thule’yi yeniden örgütleyen bir başka kişi ise ünlü Neo-Nazi Pierre Krebs’tir. 1993’ten itibaren Mailbox Phantom, BBS ve Elias BBS gibi çeşitli adlarla kamufle olan radyo ağı Thule Netzwerk‘e 22 Ekim 1995’te New York Times’ta yer alan bir haber ile dikkat çekilmiştir.

Thule Netzwerk

1999 yılında artık Thule Netzwerk adıyla yayın yapmaya başlayan bu radyolar, ağırlıklı olarak Tibet’te ve Türkmenistan’dan yayın yapmaktadır. Örgütün sembolleri ve amaçları bugün Ku Klux Klan, neo- Naziler ve diğer çeşitli ırkçı gruplar tarafından açıkça savunulmaktadır.

Sebottendorff’un hayatından anlaşılacağı üzere, Türklerin  ve Avrupa’nın tarihi iç içedir. Ne iki dünya savaşı ne de Almanya tarihi, Türkler bilinmeden asla anlaşılamaz. Hayatının yarısı Türkiye’de geçen ve Türk vatandaşı olan bir Alman, kabaca Hitler’i yaratan birkaç kişiden biridir. Türkiye’de edindiği hümanist öğretileri belli ki kullanmamış olsa da, adamın Türkiye-Almanya gelgitleri insanlık tarihini ne yazık ki olumsuz etkilemiştir.

PROF. DR. ALİ FUAT KALYONCU :/ Kaynak :FİKİR NEWS