Anadolu'da Kybele - Attis Kültü - Canan Albayrak

CANAN KARATAY /GAZİ ÜNİVERSİTESİ

Eski Yunanca da hikaye,öykü , söylev anlamına gelen mytos  ile söz anlamına gelen logos kelimelerinin birleşmesinden oluşan mitoloji, insanların gördüklerine, duyduklarına bir şeyler katarak, kendi hayal
güçleri ile yoğurmuş oldukları somut olmaktansa soyut olan bir kavramlara  verilen isimdir. Bunun içinde, mitolojilerin gerçekten yaşanmış veya yaşanmış bir olaydan etkilenilerek yazılmış olan eserler olup olmadıklarını tam anlamıyla bilemiyoruz. Mitoloji ile mitos kelimeleri arasında sıkı bir ilişki  vardır. İçerik olarak; mitoloji kelimesinin kapsamında mitos kelimesi bulunduğundan bu iki kelime kimi zaman birbirleri ile karıştırılarak aynı  anlamı taşıyor gibi kullanılabilinir.
Antik dönem yazarlarından bazıları, mitos kelimesinin tanımı konusunda kendi fikirlerini öne sürerek bu kelimeyi yorumlamaya
çalışmışlardır. Herodotos’a göre mitos, tarihi değeri olmayan uydurma güvenilmez masallar olarak adlandırılır; Herodotos’un düşüncesini onaylar şekilde

1 Hançar, 1945: 263.2 Liddel ve Scott, 1965: 1151.3
Liddel ve Scott, 1965: 1057.4 Erhat, 2003: 5.2

Platon’da mitosu, gerçeklerle ilgisi olmayan, uydurma, boş ve gülünç bir masal, diye tanımlar.5 Antik dönem yazarlarının bu tanımlarına rağmen; mitoslar, geçmişte yaşamış bazı toplumlar için kendilerinin düşünce yapıları ile oluşturdukları tanrı ve tanrıçaların yaşantılarının, yaptıklarının açıklayıcı olarak yazılan önemli yazınsal eserlerdir; Bu eserler, toplumların inanma ihtiyacını karşılayan belirli bir taraf kitlesi toplayan bir din kurumu oluşturmuşlar ve birer  kült uygulayıcısı haline gelmişlerdir. Mitoslar ile din kurumlarının iç içe olması da bu nedenle olabilir.
İlkçağ’da yaşamış insanlar, doğa koşullarının fiziksel etkilerini üzerlerinde hissetmişler; bunun içinde tabiat koşullarının kişileştirilmiş hali olan mitosları oluşturmuşlardır.6 Mitoslar sayesinde de, dinlerin gelişimi
gerçekleşmiştir. Bu ilkel dinlerden biri de Paleolitik Çağ’dan beri tapınım gören toprağın bereketlilik timsali doğuran, doyuran, besleyen Ana Tanrıça inanışıdır.
Ana Tanrıça fikrinin oluşması, kadına yüklenen mitolojik bir düşünce olarak tüm İlkçağ boyunca varlığını sürdürmüştür. Bu anlayış, öylesine güçlüdür ki, matriyarkal (anaerkil) düzenin bırakıldığı dönemlerde bile kadın, doğurgan ruhu içinde taşıdığı gerekçesiyle uzun süre tarih sahnesinde  kutsanmıştır. Kadının doğurganlık dileklerinin ön plana çıkması ve inançların kadınlar üzerinde odaklanmasına paralel olarak, Ana Tanrıça’ya ithaf edilen tapınaklar bizlere kutsal doğurgan kadın-tanrıça inancı hakkında önemli  bilgiler sunmaktadır.7 Her toplumun kendine özgü bir Ana Tanrıça anlayışı vardır; ancak bu tanrıçanın öz benliğinde her şeyi doyuran, doğuran besleyici kimliği her zaman varlığını göstermiştir. Ana Tanrıça inanışı, Frigler’de de doğa tanrıçası, hayvanlar hâkimesi, kentlerin koruyucusu, bereket tanrıçası
Ana Tanrıça Kybele ile varlığını devam ettirmiş; onların ülkesinin tek başına hâkimiyet kuran tanrıçası olmuştur. Bu tanrıça belli bir zaman sonra kendine (5Erhat, 2003: 5.6Necatigil, 1969: 7.7 Ateş, 2002: 41.)bir eş, çocuk edinme ihtiyacına girmiş; kendisine bir eş edinmiştir. Bu kişi,rahip/kral, prens olan bir kişinin zamanla tanrılaştırılması ile oluşturulmuş olmalıdır. Daha sonrada o, Yunanistan ve Roma mitoslarına, Kybele’nin sevgilisi olarak Attis adı ile girmiştir. Bu tanrı, yılın belirli zamanlarında ölendirilen, genç ve yakışıklı bir tanrıdır. Onun Frigya’daki varlığı tam olarak saptanamasa da kökeninin Frigya’ya dayandırılması nedeniyle her zaman Anadolu’ya özgü bir tanrı olarak kalmıştır.
Bu tanrının başından geçenlerin anlatıldığı mitos, Mezopotamya’daki Dumuzi, Temmuz, Adonis, Osiris adlı tanrıların mitosları ile benzerlikler taşır.
Bu mitosların hepsinde ortak bir özellik, mevsimlerin değişimine göre, devirli olarak kaybolup tekrar ortaya çıkmalarıdır.8 (Tablo: 2) Bu mitos türleri, toprağa bağlı yaşam sürdüren toplumların daha çok ürün elde etmesi için oluşturulmuş, bereketlilik ve verimlilik ile ilgili anlatımlardır. Biz de bunun için bereketlilik ve verimlilik ile ilgili birbirlerine benzer yönler sergileyen tanrı ve tanrıçalar (Tablo: 1) üzerinde durmaya çalıştık.
Araştırmamızın ana hedefi, Kybele-Attis Kültü’nün kökenini, gelişimini ve yayılımını izlemektir. Bunun için de öncelikli olarak, Frigler öncesi toplumların, Mezopotamya toplumlarının kültlerini incelememiz gerekiyor.
Ayrıca, bu toplumların Frigler’e nasıl bir etki yaptığını anlamamız için; onların din yapılarına, tanrı anlayışlarına, törenlerini de dikkat etmemiz gereklidir. Frigler’de Kybele-Attis birlikteliği ve onlara ait kültün yapısının incelenmesi, şüphesiz çalışmamızın merkezi olacaktır. Ancak Frigler’e ait yazınsal eserlerin azlığı bu dönemdeki kültün yapısını tam olarak anlayamamıza neden oluyor. Bunun içinde mitosun anlatımında Yunan ve Roma yazarlarının yazınsal yapıtları ve arkeolojik materyalleri bize daha çok yardımcı olacaktır. Kültün Frigya’daki karakteristik yapısı ve tapınım şeklinin
ayrıntıları tam olarak çözülememiştir.
Frigya Devleti’nin ortadan kalkmasından sonra, Lidyalı Kybele’nin hadım rahipleri Kybele-Attis kültünü Yunanistan ve Roma’ya taşımış (8 Rousseau, 1974: 53. 4) olabilirler. Bunun içinde bu kültün yayılımı kolaylaşmıştır. Kybele-Attis kültünün incelenmesi konusunda bir sonraki nokta da Yunan ve Roma döneminde kültün yeri ve tapınımı olacaktır.
Birinci bölüm, Frigya Devleti’nin antik dönem coğrafyası ve Demir Devri‘nde yaşayan bu ulusun tarihsel bir çerçeve içinde yaptıkları savaşlar, sosyal ve siyasi olaylar hakkında kısa bir bilgi verilmiştir.
İkinci bölüm, Frigler’in dini yapısı (tanrıça ve tanrılar, tapınaklar, törenler) hakkında genel bir bilgi verilecektir.
Üçüncü bölüm, Kybele-Attis mitosunun içeriği hakkında Yunanlı ve Romalı yazarların verdikleri bilgiler ışığında Kybele-Attis’in doğuş mitosları, birlikteliği ve Attis’in ölümü anlatılmıştır.
Dördüncü bölüm, Kybele-Attis birlikteliğine temel teşkil edecek Anadolu’daki tanrı ve tanrıça çiftleri, Paleolitik Çağ’dan başlayarak Frig dönemine kadar ele alınmıştır. Bunun yanında, Kybele-Attis’e köken teşkil
etmiş olmaları varsayımına dayanarak; Sümer ve Akad, Babil, Suriye, Mısır, Filistin (Levant bölgesi), Girit’teki tanrı ve tanrıça çiftlerinin Kybele-Attis ile kült bağlantıları ve benzer yönleri incelenmiştir.
Beşinci bölüm, Frigler’den sonra Kybele-Attis Kültü’nün Yunanistan ve Roma Kültürü’ne yayılmasından sonraki safhalar, tapınım şekilleri, kült personellerinin yaşantı biçimleri anlatılmıştır.
Altıncı bölüm, bir mitos anlatımına dayanarak Yunanistan ve Roma’da uygulanan kült törenlerinin adları, nasıl ve ne zaman uygulandıkları konusunda bir açıklama yapılmıştır.
Sonuç bölümünde ise, Kybele-Attis Kültü’nün kökenine, gelişimine dair tüm anlattıklarımızdan yola çıkarak; kendimize ait fikrimizi beyan etmişbulunmaktayız.

I. BÖLÜM
FRİGYA ve FRİGLER

1.1.Coğrafi Çerçeve
Frigya’nın genel olarak sınırları, doğuda Kapadokya, sonraları Galatia; güneyde Lykonia, Pisidya bölgeleri, Kabalis, Milyas ve Kibyratis yöreleri; batıda Mysia, Lidya, Karia; kuzeyde de Bithinya ve Pamplogonya bölgeleriyle komşudur.9  (Harita: 1) Kolaylıkla çizilebilen bu şemaya karşılık, bölgenin kesin sınırlarını saptamak oldukça zordur. Büyük Frigya; bu bölgenin, güney ve doğuda kalan geniş bir bölümü oluşturan ve içinde adı efsaneleşmiş kral Midas’ın yaşadığı yerinde bulunduğu, Orta Anadolu Platosu’nun önemli bir kesimini kapsar. Bu bölgenin kuzeydoğudaki sınırını, Pontus Kapadokyası ile sınırı Halys Irmağı
(Kızılırmak) belirler.10 Yunanlılar zamanında Frigler’in en kuzeybatıdaki yerleşmesi, Xenophon (Xenophon, 1. 2. 11.)’un11 belirttiğine göre, kral yolunun Lidya’yı terkettiği yer olan Keramon Agorası idi. Ancak ülkenin kuzeybatı sınırının bilinmesine rağmen, güney sınırı bilinmemektedir;12 güneybatı sınırı Salbakos (Babadağ) dağı ve çevresi belirler;13 kuzeydeki sınırı, doğu-batı yönünde uzanan Sündiken Dağları (1 787 m.) belirler.

Frigya’nın batıdaki; Mysia, Lidya, Karya ve Bithinya bölgeleriyle sınırını belirlemek oldukça zordur. Herodotos (Herodotos, XII. 4. 4.)’da bunu onaylar. Xenephon (Xenephon, I. 2. 10.) Frigya’nın batıda, Mysia tarafına doğru yoğun nufüs barındıran son kentinin Keramon Agora (Ahatköy yakını) olduğunu yazmıştır; Kadoi (Gediz) kenti ise kimi zaman Frigya, kimi zamanda (9Sevin, 2001: 195.10 Sevin, 2001: 195-196.11 Çapar, 1987: 45-46. 12 Çapar, 1987: 45-46. 13 Sevin, 2001: 196. 6) Mysia bölgesine dahil edilen bir kenttir. Herodotos (Herodotos, VII. 30.),14 Frigya ile Lidya bölgeleri arasındaki sınırın Lidya kralı Kroisos’un diktiği Kydrara (Sarayköy yakınında) şehrindeki üzerinde bir kitabe bulunan sütun ile belirlendiğini belirtir.
Strabon’un15 belirttiğine göre; Karia ile Frigya bölgeleri arasındaki sınır; Karuru (Tekeköy yakını) kentidir. Yine aynı antik dönem yazarı, 16 Frigya bölgesinin sınırları hakkında şöyle bir açıklama yapar: “Phrygia Epiktētos’un üstünde güneye doğru Büyük Phrygia yer alır, bunun sol tarafında Pessinus ve Lykaonia ve Orkaorki bölgeleri, sağ tarafında ise Maionia’lılar, Lydia’lılar ve Karialılar bulunur.
Epiktētos’ta, Phrygia Parōreia olarak adlandırılan kısım ve Phrygia’nın Pisidia boyunca uzanan parçası Amorion (Hisarköy) dolayındaki kısımları ve Eumeneia (Işıklı) ve Synnada (Şuhut) ve ondan sonra
Phrygia kentlerinin en büyükleri olan Laodikeia (Goncalı) kenti ile Apameia Kybōtos (Dinar) olarak adlandırılan bir kent bulunur.”
Frigler’in tarihleri boyunca siyasi ve kültürel açıdan en güçlü ve etkin oldukları bölge, Yukarı Sakarya vadisinde Eskişehir, Afyonkarahisar ve Kütahya illeri arasında kalan,17 Frigya Epiktetos (yani Küçük Frigya) adını taşıyan18 kısımdır. Bu bölge, deniz seviyesinden yaklaşık 1 250 m. yükseklikte olup, bu bölgenin içinden Partheonius (Frigya’daki), Tembris (Porsuk), Sangarius (Sakarya nehri) (Strabon, XII. 3. 7.), Rhyndakus (Adırnas-Atranos Çay) gibi Frig dinine ait mitoslarda adı geçen kutsal birkaç ırmak doğar.19 Strabon,20 Frigya Epiktetos’un Apamenia civarında yani Mysia bölgesinde olarak belirtir; bundan sonra da bu bölgenin hiçbir kıyıya inanmışlar ve bunu efsanede büyük özenle korumuşlardır; ikili beraber,Lidya lı özgün Xlılaranthus, Mysia ile ortak bir iste halinde, savaştansonra kabul edebilirdi. Böylesi bir Hellen düzenine göre, Priamusuntartışmahanedanının kızı ile idi. Bir başka hikaye (Homeros, İlyada.
 III. 184.) Troya küçük Priamos'un Sangarius nehri üzerinde Amazonlara karşı savaşeski zaman Frig önderleri Othreus ve Mygdon'un bir başarıi olaraknasıl savaştığını anlatmıyor.

14 Sevin, 2001: 197.
15 Strabon, XII.8.17.
16 Strabon, XII.8.13.
17 Sivas, 1998: 18.
18 Sevin, 1982a: 230.
 12

52
 Troya kazıları da Troya Savaşı sonrasında Anadolu'ya kavuşmalarınısende olarakdoğrulanmıştır.Çünkü,TroyaSavaşı'nınkabul edilen Troya VII A'da ve hatta onu izleyen VIIB1'de bir kültüruygulamada görülmediği halde, VII B2'de (M.Ö. 1190)-1100)“Buckel seramik”adı ve Orta Avrupa bir seramik türü ilk kez ortaya çıkar. Buseramiğin ise gidişiyle ilgili Frigler'in gelişi ile olduğu kabul edilir.
53 Hitit İmparatorluğu'nu Yıkan Ön Frigler, M.Ö. 12-8. arasındabiçimlerde yaşayanlar 54 ve büyük önce Doğu'yaKommagene çocuklar için, burada bir süre olandıktan sonraKızılırmak içinde ve Argaios yöresinin kavsine gelebilmişlerdir. 55 daha sonrada M.Ö. 8. tercih edilen bir güç tercih edilir.56 Gordionkazılarını yürüten R.S. Young'a -57-göre ise, bunlar M.Ö. 9. ortalarınadoğru, belki daha önce, Gordion'a yerleşmişler:“
…..ve bu daha sonra,Orta Anadolu'da Ankara, Sinop, Alacahöyük, Pazarlı, Boğazköy, Konya;güneydoğuda Malatya; Porsuk nehrinin yukarı vadisinde Midas şehrive batıda Manisa'ya kadar Anadolu'nun büyük bir kısmında, birkrallığında olmuştur .” E. Akurgal,58
 
Frigler'in siyasi bir topluluk olarak il k defa M.Ö. 750ortaya çıktıktan sonra ortaya çıkabilir. YILMAZ Öztuna'ya göre I. Gordios/Gordias ile yaşamak Frig kralları listesi
bilgi:
 1.
I. Gordias/Gordios (M.Ö.800)-?)2. ben.Gordios oğlu Midas 3.Midas oğlu I. Midas 4.II. Gordios oğlu II. Midas5.II. Midas oğlu III. Midas6.III. Midas oğlu IV. Midas 7.IV. Midas oğlu V. Midas8.V. Midas oğlu Adraste (M.Ö.620)

 Herodotos (Herodotos, 1. 14 ve 35.); Frig kral sülalesinin ilk krallarıolan Gordias/Gordias, Midas ve Adraste/Adrastus'tan efsane ile karışıkbahsetmiştir.
 Frigya Devleti'nin ilk kral I. Gordias/Gordios'dur.-60-
  Onun yanında çocuklarla ilgili bir Mİtos anlatımı vardır: Midas'ıniş Gordias/Gordios çiftiyle ile uğraşan yazın kazanıldığı yerde yiyen, kendi halinde bir çiftçidir; günlerden bir gün öküzlerini koştuğuarabana biner 
ek daha sonra Gordion olarak isimlendirilecek kente doğru yola koyulmuştur. . Bu kral öğle yemeği, üzerinin sarı , kavurucu sıcağında kalmamak için silah doğmadan yola çıkar. Sabahın erken merkezi belki de gün doğarken şehir merkezine araba ile gelir ve dururlar. Kentin tüm halkı toplanmış yeni krallarını bekliyorlar. Yeni kral Gordias/Gordiosolur. Çünk ü kentin bilicisi, o şehirdeki yükün sabahın erken vakitlerinde arabayla gelipşehir merkezinde duracağını söylemiştir.Gordias/Gordios başına gelen bu durum karşısında şarırır. Çiftçi olan bu kişi, şimdi kral olmuştur. Şehirden sonra onun adı da Gordion olarak adlandırılır. onun ilk işi kendisine krallık tahtını bahşeden at arabasını Zeus BasileosTapınağı’na adamak olur; tanrıları hoşnut etmek için arabasının okunu boyunduruğuna zarar görecek şekilde da taze kızılcık ağacıyla damgalamaip ile sıkıya bağlar, hiç çözülemeyecek gibi bir düğüm atar. bu düğümü çözmek içi bir çok kişi uğraşır; çünkü buna göre bunu çözen tüm Asya'nın hakim olacaktır. Bu düğümü Büyük İskender de açmayı  başaramaz ve kılıcıyla düğümü keser. Bundan sonra da da zor tüm düğümler“Gordion düğümü” olarak adlandırılır.
61
 Gordias/Gordios'un oğlu Midas'ın tahta geçiş yılı (M.Ö. 742/738) dikkate ile, M.Ö. 8. güzel ilk onun Frigya küçükgerekir.Kral Gordias/Gordios'tan sonra Frigya Devleti'nin tahtınaGordias/Gordios'un oğlu Midas
(Resim: 2)geçmiştir.Yunanlılar'a göre FrigyaDevleti'nin en güçlü düşmanı Midas'tır M.Ö. 13. yüzyıl
bir ait Hitit
Doğu Anadolu bölgesinde Mita yani Midas'ta saklanıyorbuluşur. Ayrıca bu isim, M.Ö. 8. ikinci yarına ait Asur belgeleri veHitit hiyoroglifleriyle yazılan yazıtlarda da görülür. Bu durum Midas adının Makedonyalı değil Anadolulu olduğunu gösterir. -64- Bu kral, kendine ait fildişi tahtını Delphi'ye armağan olarak yollamış; Kyme kralının kızıyla evlenmiştir.65-Gerek Antik batıda doğada buluntular, Frig- Batı ilişkilerin M.Ö. 8. yüzyılDan sonra kazandığını açıkca gösteren. Buna göre kral Midas, bir yandan doğu ve güneydoğu Anadolu'daUrartu, Kuzey Suriye veemin ilediğer yandan Batida Batı Anadolu sahilleri veKita Yunanistan ile ilişki verilmiş Anadolu'nun İlk DemirÇağın haklı olarak bir üne sahip olmuştur. -66-
 Midas'ın güçlü dönemlerindeFrig İmparatorluğu'nın etki alanı; güneybatıda Elmalı yöresinden, doğuda Amasya'ya, kuzeyde Samsun'dan güneyde Konya veNiğde çevrena değinmekyayılmıştır.-67-
 

19 Çapar, 1987: 46. 20 Strabon, XII.4. 22
onun da Dindymene adı Dindymos dağınındırdırsı anlamına gelir. Frigler 'den sonraki, Efes Artemis Bence'nde kuleli başlıkıyla Mater Turrita107 ya da Turrigera (LaT. Kuleli ya da kule Taşıyan Ana) ikonunualır. Romalılar'da Magna Mater (Büyük Ana) olarak anılır.108
 
Tanrıça Kybele'ye boyanmış olan sevgili ya da oğlu olarak görünüşte cennettedir  attis 'de Frig millet tarafından önemsenmekte olan bir tanrıdır . Bu tanrı, Kybele- attis mitosunda büyük bir roldan tanıdığı biliniyor.onun''birtanrı mı?'' yoksa ''tanrıçaya kendini adamış bir veya kişi mi ?'' olduğu gibi konusudur; çocuklarında mitos anlatımlarında onun bir kimliğiyle öne çıkan görülür. Ancak onun tanrısı olmadığı konusunda kesin bir yargıdayız yoktur. Bunun içinde bilim adamı farklı görüşler öne sürmüşlerdir.Örneğin; J.G. Frazer'e göre; O, bir bitkidir. Ancak bu tanrınınkimliğin hakkında tam bir bilgimiz yoktur; Frigler'e ait yazılı olanlarokunamadı. Bunun üzerine de Attis'in kim olduğu konusunda halen tam bir açıklama yapılamaz.

III. BÖLÜM  KYBELE-ATTİS MİTOSU
 3.1. Kybele ve Attis 'içinde Doğuşu
 
Tanrıça Kybele ve tanrı Attis'in doğuş mitosu müşterilerimiz,Yunanlı ve Romalı yazarların yazdığıklarından bir şekilde bir şekilde de olsa öğrenebilmekteyiz. Başlangıcı ile ilgili en doğru olan Diodoros (MS1.yüzyıl), Pausanias (MS2. yüzyıl sonu), Arnobius (MS4. yüzyıl)öğrenebiliyoruz.Diodoros'un anlatımında, Kybele doğar doğmaz annesi tarafından
terk Muktezavî bir şekilde korunur. Bebekleri Lidya Kralı Maion ve Annesi Dindymene'nin kızıdır. Doğduğu zaman Kybelon dağında eğitim alan bu çocuk, vahşi hayvanlar tarafından beslenmiş ve Kybele adını almıştur.
 Arnobius'un anlatımında, Magna anne (Kibele) Frigya'daki Agdos Dağı'nın altında yatmış uyurken, Zeus (Jüpiter) onun ırzına geçmek ister.Tanrı amacına ulaşamaz menisini alanlardakitmak aittir. Gebe kalan dağ, Agdistis, hem dişi hem de erkek tipia ve her iki cinsin cinsel dürtülerine sahip olan ve azgın bir genç doğurur. Agdistis'in çifti şehvet düşkünlüğüne düşkünlüğümüzden memnun olmak için bir tehdidinden, erkeklik organını keserler. Bunlar:düşer ve toprakta bir badem ağaç türer. Daha sonra Sangarios'un(Frigya'da büyük bir ırmak) kızı ağaçtan badem toplar ve hemen hamilekalıp, çok güzel bir çocuk olan Attis'i doğurur.
Pausanias ise, Agdistis ve Attis'in doğuşunu şöyle anlatmıştır: “ Zeus bir gece bir rüya görmenin etkisi ile tohumunudöker. Onun haritası Agdistis bir herhrodite çağlayan gelir. Yaptığı azgınlıklar ile tanrıları sinirlendiren Agdistis'i yerleştirme için tanrı Dionysos görevlendirilir. Dionysos, Agdistis'in onu gün serinlemek için suya karıştırarak onunla birlikte gecelik başarır ve sonrada erkeklik organını bir çam ağacına bağlar. agdisti sayılıp kendine gelmek kendi kendine hadım olmuş olur. Agdistis'in kesilen organından akan kanlardan bir bademağaç ve meyveler oluşur. Irmak tanrısı Sangarios'un kızı bu badem çocuğundan bir meyve alıp koynuna koyar ve kalır. Kızın babası bu durumuten sonra kızınını ölüme terk eder ama kıza kıza yardım ederler ve onun beslerler. Kız, Attis'i doğurur. Babası Sangarios çocukların çocuklarında bebek Attis'i atar. Tanrıça Attis'ialır ve onun himayesi altinda bir keçi ve çobanlar tarafından yetiştirip diyeti ile beslenmek 
Pausanias'ın anlatımında,
Agdistis'in doğması ile ilgili bazı kısımlar farklı anlatılmıştır. bu anlatım şöyledir:“ Phrygia ilinin sınırlarında Agdos adlı ıssız bir dağ varmış, orada Kybele tehdidi ya bir taşa tapınılırmış. Zeus gücüya
tutkulu bir şekilde âşık olmuş. Ana Tanrıça, Zeus'a yüz vermemiş; Zeus onunla bütçeyi başaramayınca tohumların bir kısmını dağıtmak için verilmiş.Zeus'un menilerden bir şeyden geleceğinin rahminden içeri girer. Sonra Agdistis olarak korkunç bir canavar geliyor.Tanrılar bu yaratılmaktan arındırılmak isteyenler ve yok etme görevi Dionysos'a verirler. agdistis,Dionysos'un katkısı ile hadım edilir. Agdistis'in cinsel organından akan kandan bir nar ağacı Hermafrodit, hem kadın, hem erkek özelliği yani çiftseçimlere verilen bir isimdir (Vermaseren, 1977: 90.).
görüyoruz. Aynı şekilde, doğanlar da Agdistis'in erkeklik organını keserek onudüş kırıklığına uğramışlardır. Bu beden yutmaz, ama hamile kalma olayların olduğu görülür. bu olay, Kumarbi efsanesinde de şehir merkezi. Hititler'e ait başka bir efsane olan Ullikummi Şarkısı'nda da Attis'in doğuş mitosu ile paralel bir anlatım vardır 
 Ullikummi şarkısında Phryg doğumda bir öğeden oluşur. Bu şiirde, Kumarbi Fırtına tanrısını devirmek istemektedir. Fırtına Tanrısı, Kumarbi'nin Anu'nun cinsel organını yutması doğan doğanlardandır. Kumarbi amacına ulaşmak için Ullikummi'yi yaratır. Kumarbi'nin spermlerini kayaya akıtması süreci Ullikummi'ni Arnobius'un doğumu, Agdistis'in spermlerin agdos doğrultusunda akıtmasına benzemektedir. Ullikummi gibi, Agdistis'te hükmedilmesi zor bir varlık olarak hoştur.
 
Her iki örnekte de tanrının üstesinden gelindiği zaman cinsel organlar, amaç,bu ulaşım aracı bu okulun yokluğudur. Buna karşılık, ikiörnekte de tanrının gücü yok olmayan bir nesile aktarılmıştır agdistis ve Attis'in doğuş mitosunda sergisi Agdistis'in hadımYunan mitolojisinde Tanrıunnde Hesiodos' Theogonia (Tanrılar'ın Doğuşu)adlı eserinde, Kronos ile Uranos arasında geçen mitosta dagörülebilmektedir. Mitosla ile ilgili şöyledir:
 Kronos ile Annesi Gaia anlaşır. Gaia, Kronos'u saklar ve onu pusuyayatırır, eline tırpan verir. Kronos ile annesi Uranos'u planlama planlamakurarlar. Uranos geceyle birlikte avcıne iner. Ama pusudakronos,uranos'un cinsel organını tırpanla keser ve onları fırlatır. atılanorgandanöne çıkan kanlarlatoprakanahamile kalır; Erinysler'i, öçtanrılarını, Parlak zırhlı, uzun kargılı Devleri, Orman perilerini doğurur. atılanhayâlar sakini. Hayâlardan çıkan ak sütunlardan (spermlerle)tanrıların en güzeli Aphrodite geçirmek gelir.

 40
TAgdistis'inkesilen erkeklik organından öne çıkan tohumlar ile güzel bir bebek olan Attis doğar; Theogonia (Tanrılar'ın Doğuşu) efsanesinde de Uranos'un tohumlarından dünyalar güzeli Aphrodite görünümütur. Attis'in doğuşu ile Afrodit'nin doğuş birbirine yakın benzemektedir. Ayrıca güçlü bir kral olanUranos'un temizliğinden kurtulmak istenmesi ile yenilerin Agdistis'i temizlikistek istemeleri de benzer yönlerdendir.
 Theogonia'dan başka, Yunansinde Agdistis'in hadım edilişi ile benzer anlatımlar vardır.Hephaistos'un Athena'ya deneme girişimi buna iyi bir örnektir. Bumitos anlatımında,
 Athena Troya'da kullanmak üzereHephaistos'tan hizmet vermek ister. Hephaistos şaka ile karışık ona birlikte olmadan bu olabileceğinden bahseder. Athena busözler almaz; Hephaistos'un demirci atölyesine gider. Tam bu yanındatanrı Hephaistos arkasını döner ve ona denemeye kalkışır. Atina Hephaistos'tan kurtarıldığında, bebeğinin vücudunu kaybettiğini görür;ayağındaki bu kiri pamuk parçası ile si ve tiksinerek Atina'lar biryer atar. Yere düşen bu tohumlar, Toprak Ana'yı olasılığı döller.

 
3.2. Kybele- Attis Birlikteliği ve Attis'in Ölümü
 
Kybele ve Attis'in birliktelik mitosları, Lidya ve Frigya (Pessinus)Yunan ve Roma yazarlarına ait anlatımlardır.
Lidya versiyonu olarak anlatımda, mitos Lidya'da geçmiştir ve Attis ile yabandomuzu arasında yakın bir ilişki vardır. Buhayvan Aty ya da Attis'i kızı ya da bu hayvanın av içinde Attis yazgısına yenik azaldı. Bu anlatım şekli Attis,Kybele'nin aşığı ya da hadım rahibi değil; kral soyundan gelen bir deneyimkişi olarak görülür.
 çiftçiler ellerinden gelen yapsalar da yabandomuzunu yok olabilirler; odoğrultusundaki çiftler kralları Kroisos'a arkadaşlarının ve onun oğlunun, adamlarınınköpeklerini almalarını bu yabandomuzunu sürmek için gelmelerini isterler. kral,oğlu tüm dünyada onlara ve köpeklerinin yolladığını onlara söylerlerAma Atys için Mysialı elçileri ile konuştuklarını anlattıklarını ve dediklerinibu avda kurulumuna aktarır. Kroisos oğluna rüyasındagörmeklerini ama oğlu Atys'i bu ava gitmemesi için görmek için;Çünkü Atys, bu avda savaş gibi bir başlayacak,yabandomuzunun da kargı kullanmayacak başına bir olaygeleceği söyler ve ava katıl ır .Bunun için kral, koruması içi içinde Frigya'dan gelen Adrastos'u oğluna göz olması için Yolları. Andrastos'laava Atys'i büyük kırmayarak yemek yemeklerini hiç adeti dışında haldekorumak için katılıyor. Tüm görevlendirilenler ve yola çıkarlarOlympos'a ulaşankların da yabandomuzunu bulmak için bir sürek avı başlatılır;domuzu bir köşeyeirler ve kargılarını ona doğru atılırlar.Kroisos'un görevlendirdiği Adrastos kargısını fırlattığında Atys'i vururur,kargının ucu saplanır ve o ölür. Böylece de Kisos'un rüyasında gördüğündekehanet doğru çıkar. Ama yine de olan bu cinayeti törenine gelen olarakinsanın ihtiyacıdır. Adrastos, erkek hayır öldürdüğü gibi birini daha öldürmüştür.Bu avcın biri koşarak Lidya Devleti'nin denizi Sardes'e varır vekrala oğlunun Adrastos tarafından öldürüldüğünü bildirir. Bu ölüm onu ​​altüsteder ama onu asıl üzeninin oğlunun katilinin onu korumakla olan kişisimükemmel. Kroisos bu yaşananlardan dolayı, Zeus'a isyan eder. ava gidenler Atys'inölüsünüLidya'yavericiler;katilbunlararka plandadurmak
edir. Ölünün arkalarında bulunanlar, bu ödemenin ödeme olarak reklam ücreti olarak öldürülmesi dokuz söyler söyler ve kurban edilmek ister. Ancak kral, ona“konuğum”  diye Caddestos'a acır ve onu seslendirmeye yönelik mücadeleyi söndüren Adrastos'a acır ve onu bağışlar.
Lidya kralının törelere uygun olarak bir oğluna gömülür. gece olduğunda hayattana dayanamayan Adrastos, Atys'in mezarı üzerinde kendi canına kıyar.

Bu anlatımda Atys, avcılıkla uğraşan, savaşlarda başarılı olan bir kişiolarak anlatılmıştır. Bugün bu kişi Frigya dışında, Lidya'da bir deneyimolarak bu adı alacak olan kişilerdir. Ayrıca, Atys'inmezarının Lidya'da,başkent sardes iki günden da burada görülür. O halde bu kişi bir tanrılaşıyor yaşamakta olan bir kişidir ve onun mezarı kazılarla belki de bulunabilinir. bu anlatımdaki Atys'in Anadolu'da deneyimeverilen bir isim olduğu ve bundan dolayı bu kişi sizin ya da babanızolan Attis'i belirtir.
 
 Attis'inbir yabandomuzu avı içinde öldürülmesi, Afrodit'in gençsevgilisi Adonis'in ölümünü hatırlatır. Aslında bu hikayelerdeki hikayenineğitim yabandomuzu eğitimi değildir. Bu sadece mitosun biryüzüdür; ama olay avlanma motifi öyküsünün başlangıcıdır.
 

tarafından o kadar hürmet ve takdir görür ki Zeus bu olaya sinirinden veÖfkesinden Attes'in arkasından bir gösteriyi gönderir. bu domuzburada Lidyalı ile birlikte Attes'i de. Bu yol Pessinus'takiGalatyalılar domuzlara dokunmazlar 

 Pausanias, Kybele ve Attis mitosunu anlatı
sürerken iki farklı Attis tiplemesiortaya çıktığı ve farklı bu açıklamalarda geçtiği yerlerin de farklılığıgöze çarpar. Bunun için de Lidya üreticisinin ülkesine giden ve Kybele kültünüLidyalılar'a tanıtan Attis'in bakış açısı, Lidya versiyonu; gelecektesadık sadıkna söz veren ama inanan tutamayarak Pessinus küçüknunküçüka çocuklarınaşık olan Attis'in örneklerinin anlatıldığı Pessinus'tageçtiği anlatımda Pessinus anlatımlarına dahil edilebilirinir.
 
biraz da önemli bir şahsiyettir. B uanlatımda, Kybele ve Attis'in birlikteliğinde ve hakkında konuşulmaması dikkati çeker. Çocuklardan Attis, gelenya adayından sonra doğumsalsonuca ulaşmış bir insan ya da bendedir. Attis'in normal bir insandan sonratanrının ya dönüşü, onun hayatındaki yaşamdan değil; ona olanolduğundan dolayı olmalıdır.Galatlar'ın et yememesini bu şekilde bir açıklamanın yapılmasıbalık ve bu külte verenlerin yabandomuzu yemeklerini paketlemeleri okul eğitimlerinde tanrılarını ya da prenslerini öldürdüğüm için lanetledikleri bu hayvanın etini yememek için olmalıdır.
 

Ayrıca, bu tanrıvekararlılığıntoprakveküreselürünleriiledünyalarşansızde; Attis, tarladakitan çıkan ekinleri, toprak gücünde toprakana olarak Attis'i kucaklayan anneyi, Attis'i öldüren yabandomuzu da anne olarakbaşlangıç ​​kötülükleri simgelemektedir. Bundan dolayı da bu hayvanverimsizlik ve bereketsizlikten istenmeyen bir olmuştur.
 
 

..... Kybele büyüyünce ilk önce Attis sonra daPapas sevgisi bir genci sevdi, onunla yakın ilişki girdi, onun anne veyatırımında
 
hamileydi. Kralın sarayına götürüldü, bakire olarakkabul edildi ama hamile olduğu anlaşıldı ve baba onu büyüten çobanlarıve Attis'i öldürttü. Ve bedenleri mezarsız bırakıldı. Bu gence karşı olansevgisi ve kendisiyle büyütenlerin başına gelenlerden dolayı çıdıranKybele, saçlarıyla, inleyerek ve tef çalarak deneyelimdolaştı”
 
Kybele ve sevgilisi ile ilgili diğer kişiler arasında anlatımlara göre biraz daha fazla. Burada, Attis ve Kybele uygunsuz birbağlantılılar ve içinde onlar da sınırlandırılmıştır. Diğer anlatımlarda, attis kusur sevgili, kibeleise öç alan kişi olarak; aşksal uygunsuzluğakarşıydı. Ve ayrıca Attis'in Annesi Nana'da bakire AnaTanrıça kutsallığı burada da yukarıda görüldüğü gibi görülüyor. Ve ayrıca,

çıktı. Bunun için öfkeli olmak onu cezalanırdı, Attis çıldırdı, eviyıkılıyormuş gibi, kaçarak koşarak Dindymus Dağı'nın tepsine, kâh“Meşaleleri” kâh “Kamçıları gündüz diyeır”; yemin ederPalaestine'nin orada olduğuna göre, Keskin bir taşla kendini hadımuzun saçlarını ilerletti, kir toz içinde. Şakaydı çığlığı:“hak ediyorum, kanla cezaları ödüyorum, bana veren o bölümleryokluğundan' atıyormuş gibi kasıklarının... çılgınca kendisinden'durumu örnek oldu ve kadınsı benim saçlarını sallayarak aşağılıkuzuvlarını keserler 

4.3. Tunç Çağı (M.Ö. 3000–2000)
Erken Tunç Çağı’nda kadın cinselliğini vurgulayan stilize kadın idolleri,
(Resim: 37) ve heykelcikler önplandadır. Bunun yanında Neolitik Çağ’daki
çocuğunu doğuran, besleyen kadın heykellerinin (Resim: 38) yapım geleneği
de devam eder. Kadının cinsel uzuvları, delikler ve kazıma çizgilerle
belirtilmiş, cinselliği ön plana çıkartılmıştır. Herhalde burada da, kadının
cinselliğine dayalı bir tapınım vardır. Böylelikle buradaki eserler sayesinde
kadının kutsallığına dayalı inanışların Erken Tunç Çağı’nda da devam ettiğini
anlayabiliyoruz.
Horoztepe’den, M.Ö. 3. binin sonlarına ait çocuğunu emziren kadın
heykelciği, (Resim: 39) ayakta, çıplak olarak gösterilmiştir. Döküm tekniğiyle
yapılmıştır. Yük: 21,5 cm.’dir. Sol göğsünü emziren kadın, çocuğunu
bacaklarının arasından geçirdiği sağ eliyle tutar; sol eliyle de çocuğun başını
göğsüne bastırır. Saçlar belirtilmemiştir; ancak başın arkasındaki düzensiz
sarmal çıkıntı olasılıkla bir saç iğnesini simgelemektedir. Sağ göğüs
açıktadır. Göğüsten sonra vücut silindir biçiminde uzundur. Geniş olmayan
kalçalar, arkada çıkıntılı; bacaklar kalçadan dizlere doğru kavislidir. Ayaklar
vücuda göre büyüktür.
Bu heykelciğin sayesinde, Mezopotamya’daki çocuğunu emziren
(kurotrophos) tanrıça örneklerinden (Babil, Mısır... vs.) daha öncesine
tarihlenen örneklerin Anadolu’da var olduğunu anlıyoruz. Belki de bu özellik,
Anadolu’dan Mezopotamya’ya aktarılmıştır. Frigler’deki Kybele
betimlemelerinde buradaki esere benzer bir betimlemenin bulunmadığını
söylemek yerinde olacaktır. Ancak Yunan ve Roma heykeltıraşlık
eserlerindeki Kybele heykellerinde bu tarz görüntünün bulunması olasıdır.
(Resim: 40)
73
Muhtemelen, buradaki doğuran, doyuran bir anneyi gösteren tanrıça,
Frig dönemindeki Kybele ile benzer özelliğe sahiptir fakat Erken Tunç
Çağı’nda bu şekilde görülen tanrıça Frig döneminde yoktur. Ancak Kybele’nin
buradakine benzer bir şekilde bir Attis’in annesi olması, onlar arasında bir
bağlantı kurmamızı sağlıyor.
Hasanoğlan’dan (M.Ö. 3. binyıl sonu), kadın heykelciği, (Resim: 41)
ayakta durmaktadır. Vücutu elektrum’dan, başındaki maske, göğüsleri, ayak
bileklerindeki bilezikler altından yapılmıştır. Vücut ölçüleri orantısızdır. Saçlar,
arkada kütle halinde boynu örtmektedir. Her iki eli de karnının üzerindedir.
Kollarında bilezikler vardır. Vücutu çıplak olup, göğsünde altından yapılmış
çapraz bant vardır. Bu bant bir giysiyi simgeliyor olmalıdır. Cinsel organı, içi
noktalarla doldurulmuş büyük bir üçgen şeklinde gösterilmiştir.264
Bu eserde, kadının üçgen şeklindeki cinsel organının, kazıma ve
noktalama gösterilmesi, onun bereketlilik, doğurganlık ve üreme ile ilgisini
gösterir; ayrıca elleri ile karnını tutması da hamile bir kadının karnındaki
çocuğuna yaklaşımını anımsatır. Yani burada kadının cinselliği ve anneliği
kutsanmıştır.
Aslında buradaki heykelciğe değinmemiz; onun Kybele ile
benzerliğinin bulunmasından değildir. Sadece, Hasanoğlan’da da kadının
bereketliliğinin önemsendiği göstermek için bu eseri de incelemiş
bulunmaktayız.
Kültepe-Kaniş’te (M.Ö. 3. binyıl sonu–2. binyıl başı) bulunan
eserlerden tanrı ve tanrıça çiftini yansıtması açısından önemli olanlar, çift
başlı kurs şeklindeki idollerdir. Çünkü bunlar, Kültepe’de tanrı ve tanrıça
birlikteliğini göstermesi açısından önemlidir. Belki de bu çift başlı idoller,
zamanla Kybele ve Attis’in mitostaki birlikteliğini sağlamışlardır.
Bu eserlerden birinde, (Resim: 42) başlar birbirine yapışık, gözler,
kaşlar, kazıma çizgiler ile belirtilmiştir. Boyunları çok uzundur. Gövde,
yuvarlak ve yassıdır. Gövdenin üzerinde içinde tek nokta bulunan yuvarlak

264 Kulaçoğlu, 1992: 179 (104 No’lu eser).
74
şekiller ve zigzag şekilleri vardır. Boyun kısımlarında da kazıma çizgileriyle
kolye işlenmiş olabilir.
Çift başlı idol, tanrı ve tanrıçayı simgeliyor olmalıdır, ayrıca karnının
üzerinde betimlenen kurs gövdeye yapışık ikiziyle, tanrılıkların kendi özünden
doğarak türemişliklerinin resmini verir. Bunun da somutu yine Kültepe’den
Orta Tunç Çağ “tanrı aile” betimlemelerinde vardır. Bayındır Tümülüsü’nden
çıkarılan iki çocuğuyla betimlenen Kybele görüntüsü ile de bu özellik
somutlaşır.265
Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda (M.Ö. 18. yüzyıl), anne-baba ve
çocuktan oluşan bir tanrı ailesi, tanrı çifti göğsünü tutan bir tanrıça figürini,
araştırma konumuz açısından incelenmesi gereken eserlerdir.
Anne, baba ve çocuktan oluşan tanrı ailesi, (Resim: 43) kurşundan
yapılmıştır. 6.4 X 3.2 cm. ölçülerine sahiptir. Acemhöyük, merkezi çukurdan
bulunmuştur. M.Ö. 2. binyılın başlarına tarihlenir.266 Tanrıça çıplaktır. Elleri ile
göğsünü tutar. Boynunda kolye benzeri bir şey olmalıdır. Saçları uzun ve
başının iki yanından aşağı doğru bir örgü şeklinde uzanır. Tanrıçanın
yanındaki tanrı sakallıdır. Başında sivri bir başlık vardır. O, elini tanrıçanın
omzuna atmıştır. Onların arasında küçük bir çocuk vardır.
Buradaki, anne-baba ve çocuktan oluşan tanrı ailesi görüntüsü,
Hititler’de görülen Teşup-Hepat-Şarumma arasındaki üçlü ilişkiyi anımsatır ve
ayrıca Yunanistan’daki Kybele-Attis mitosunun varyantlarından
Pausanias’ın267 ve Arnobius’un268 anlatımınlarında, Zeus-Kybele-Attis
arasında bir ilişkinin kurulması da oldukça ilginçtir. Nitekim mitos anlatımında,
Zeus bir kayaya (Agdos) spermlerini bırakarak, onun Agdistis’e hamile
kalmasını sağlamıştı; Agdistis’in erkeklik organının kesilmesiyle, Kybele
olmuştu ve onun akan kanlarından da Attis doğmuştu. Yani burada da tam
anlamıyla olmasa da dolaylı olarak, anne-baba ve çocuktan oluşan bir tanrı
ailesi görülür.
Çıplak tanrıça heykelciği, (Resim: 44) M.Ö. 18. yüzyılın ilk yarısına
tarihlenir. Kültepe, 1A mezarından çıkarılmıştır. Fayanstan imal edilmiştir.
Eserin ölçüleri: yük: 5.6; gen: 1.7 cm.’dir. Çıplak, ayakta duran bir kadın
tasviridir. Elleri ile göğsünü tutmaktadır. Bacaklar birbirine yapışıktır. Çıkık
çeneli, iri burunlu ve kulaklıdır. İri yuvarlak gözlüdür. Başının üst kısmında bir
delik vardır. Bu delik, onun kolye tanesi269 ya da bir yere asılarak
kullanıldığını gösteriyor olmalıdır.
Y. Cıbıroğlu:270 “Bu heykelcik başının üzerindeki delikten evin
tapım yerine asılabilecek biçimde yapılmıştır. Çünkü o, çağın
insanlarında kadın gövdesi, başka hiçbir nesneye gerek kalmadan,
kendi başına bir tılsıma sahiptir. Bereket verici ve koruyucu
olduğuna inanılıyor. Elleriyle göğsünü tutması, onun tüm insanları
besleyen ‘tükenmez’ sütüne bir davettir. Bu duruşta, çocuklarına
sonsuzca süt sunan çok tanrı heykeli vardır.” şeklindeki yorumuyla bu
tanrıçanın yapılma amacını vurguluyor.
Fildişi tanrıça heykelciği, (Resim: 45) M.Ö. 18. yüzyılın ikinci yarısına
tarihlenir. Eserin ölçüleri: yük: 9.3 cm., gen: 2.4 cm., kal: 2.3 cm.’dir. Kültepe,
1B yapı katından çıkartılmıştır. Arkalıksız bir taht üzerinde oturan çıplak bir
tanrıça heykelciğidir. Alın hizasından yukarı doğru hafifçe yükselen geniş bir
şapkalı, uçları başlığa dayanan büyük kulaklı, yassı iri burunlu, büyük ağızlı,
dalgalı yanaklıdır. Göz çukurları oval, yuvarlak göz bebeklerinin yeri boştur.
Geri çekik alnı ile başlığı arasında, tam ortadan ayrılıp iki yana taranmış
saçları iyice görülmektedir. Dar ve düşük omuzlu, dirsekleri sivri, ince
kolludur. Kalçaları geniş ve etlidir. Diz kapakları belirgin ayak parmakları tek
tek işlenmiştir. Bacakların dizden altı kısa ve kalındır. Yeri önceden
hazırlanmış, cinsel uzvu yerine ayrı bir maddeden yapılmış üçgen bir parça
takılmıştır.271

Pişmiş topraktan kadın heykelciği, (Resim: 46) M.Ö. 18. yüzyılın ikinci
yarısına tarihlenir. Kültepe, 1B yapı katından çıkartılmıştır. 11 X 6.3 cm.272
ölçülerine sahiptir. Seramik hamuru açık renk ve beyaz astarlıdır. Eserin
üzerindeki bazı ayrıntılar renkli boya ile belirtilmiştir. Yüz ayrıntılarına
baktığımızda kaşlarının çatıklığının koyu renk boya ile yapıldığını, gözlerin iri
patlak şekilde olduğunu, burnunun sivri, iri ve ağzının ince kesik bir çizgi ile
verildiğini görüyoruz. Tanrıça, gövdesi yuvarlak, ağız kısmı keskin bir kabın
ağız kısmını anımsatan başlık giymiştir. Bu başlık, Kybele’nin başındaki
polosun erken dönemlerdeki şeklini yansıtıyor olabilir. Vücudu çıplaktır. Elleri
ile göğüslerini tutmaktadır. El parmakları, kazıma çizgiler ile belirtilmiştir. Bir
yere oturmuş gibi görünüyor. Ancak nereye oturduğu belli değildir. Burada da
tanrıçanın göğüslerini elleri ile tutması kadının doğurganlığı, besleyiciliği ile
ilgilidir.
Sonuç olarak, tüm bu dönemlere ait tanrı ve tanrıça heykelcikleri,
figürleri, Anadolu’da Frigler’den önce, Neolitik Çağ ve sonrasına ait,
doyurucu, doğurucu özelliklerinden dolayı kutsal görülen bir Ana Tanrıça
inanışının olduğunu ve onun yanında bazı kült özelliklerini temsil eden
hayvanların, insanların da önemsendiği görülür. Ayrıca bu eserler, Kybele ve
Attis’in ve onlara ait kültün, mitosun oluşumunda, Anadolu etkili unsurların
etkisini gösteriyor olmalıdır. Ancak Kybele’nin kökeni için Anadolulu bazı
ögeler bulmamıza rağmen, Attis’in kökenine dair somut bir bilgi bulamıyoruz.
Bunun içinde onun kökeni, Mezopotamya’daki ölen ve yeniden dirilen
tanrılarla daha ilişkili gibidir.
4.4. Sümer ve Akad
Sümerler’e ait bereket ve çoğalma ile ilgili kültlerin, Kybele-Attis
kültüne köken olup olamayacakları hakkında bir inceleme yapmak, bu külte
öncü olabilecek diğer toplumların kültlerinin incelenmesinden daha önemlidir;
çünkü onlar kendilerinden sonra varlık göstermiş birçok topluma din ve
mitoloji alanında önderlik yapabilecek eserler bırakmışlardır.
Sümerler’in önemli bir özellikleri daha vardır ki; bu özellik, onların M.Ö.
3000 yılında çivi yazısı adı verilen en erken yazı sistemini bulmalarıdır. Onlar
sayesinde yazıya geçen toplumlar, kendilerine ait bilgileri de gelecek
kuşaklara bırakmışlardır. İlk yazıyı Sümerler buldukları için onlardan önce
yaşayan toplumların var olup olmadığı konusu açıklanamamıştır.
Sümerler’in bu durumu göz önüne alındığında, onların bazı tanrı ve
tanrıçalarının da çivi yazısının Anadolu’ya taşınması ile birlikte geldiği
görülmektedir. Hititler’de görülen Sümer kökenli tanrı ve tanrıçalarda bu
görüşümüzü kanıtlar.
Konumuz açısından, Sümer tanrı ve tanrıçaları arasındaki İnannaDumuzi ile Frigler’deki Kybele-Attis karşılaştırılmalıdır.
İnanna, göğün ve yeryüzünün hakimesi, aşk, verimlilik ve cinsellik
tanrıçasıdır; Sümer pantheonunda, tanrı Anu’nun (Gökyüzü Tanrısı) kızı ve
Dumuzi’nin kardeşi, hayat arkadaşı olarak görülür. Anadolu’da bu tanrıça
Kybele adını almıştır. Bunu klasik çağ Anadolu’sunda kutlandığını bildiğimiz
Adonis (Attis) ve Kybele ayinleri ile bilmekteyiz. Sonbaharda kutlanan bu Attis
bayramlarında ölen Attis’in sembolü olarak bir çam ağacı kesilir.
Pessinus’taki tapınağa konulurdu.273
S. N. Kramer’e274 göre, Dumuzi İnanna’nın yerine yeraltına inmeseydi,
dünyadaki yaşam sonlanırdı. İnanna yeniden canlanmasaydı, doğa canlılığını
yitirecekti. Tarım ürünlerinden mahsul alınamayacaktı. Ancak bu açıdan
duruma baktığımızda, burada ters bir orantı göze çarpar. Çünkü bu tarz
kültlerde ölenler, hep tanrı olmuştur; tanrıça ise tanrıyı kurtarandır. Burada,
bir tanrı yerine tanrıça geçmiştir.
Sümerler, Mezopotamya’nın yerli halkı olmayan, göç etmeden önce
hayvancılıkla uğraşan, çeşitli nedenlerden ötürü Mezopotamya’nın
kuzeydoğusundan Fırat ve Dicle deltasına gelen bir halktır. Onlar, bu bölgeye
gelmeleriyle birlikte hayvancılığı bırakarak, yerleşik hayata geçmişlerdir;
tarım ile uğraşmaya başlamışlardır. Hayat şekillerinin değişmesi ile de, onlar
için mevsimlerle ilgili kültler, tanrılar önemli olmuştur. Onlara ait göçebe
yaşamın tanrı ve tanrıçaları da özellik olarak zamanla değişmiştir. Burada
doğanın egemenliğinin insanlar üzerindeki etkisinin payı büyüktür.
Tanrıçanın aşk ve cinsellik tanrıçası olması, onun tapınak fahişelerini
koruyucusu olmasına neden olmuştur. Tapınak fahişeleri olarak adlandırılan
kadınlar, onun hizmetkârlarıdır. Bu kişiler, kendilerini ona adadıklarını
göstermek için Uruk’taki tanrıçanın tapınağında tanımadıkları kişilerle cinsel
ilişkiye girmek zorundadır. Bu davranış biçimi, bereketlilik ve çoğalma
kültüyle ilişkilidir.
İnanna’nın tapınak fahişeleri ile Kybele’nin hadım rahipleri arasında,
bir benzerlik vardır. Çünkü onlar, kendilerini tanrıçaya adamak zorundadır.
Fakat bunun uygulanış şekli, her iki kültte de farklılık gösterir. İnanna’nın
hizmetkârları yani tapınak fahişeleri, dişiliklerini, kadınlıklarını kullanarak,
tanımadıkları kişilerle cinsel ilişkiye girerken, Kybele’nin hizmetkârı hadım
rahiplerde (Gallus) ise, durum biraz daha farklıdır. Onlar, kendilerini hadım
ederek erkeklik özelliklerini tamamen yitirmek isterler ve cinsellikle ilgili tüm
eylemlerden uzak durma yolunu seçerlerdi. Bu, cinsel işlevsellik yönünden zıt
bir durumdur. Tanrıçaya kendilerini adayanların neden böyle bir şey yaptıkları
konusu tartışmaya açıktır. Muhtemelen kadının egemen olduğu matriyarkal
toplumda kadın cinselliği önplana çıkarılmıştır. Matriyarkal topluma karşı,
erkek egemen toplumun (patriyarkal) güçlenmeye başlamasının önüne
geçmek için, erkeklerin cinsel organı kesilmiştir; onların kadınsal bir yapıya
sahip olmaları istenmiştir. Böylece, kadının gücü korunmaya çalışılmıştır.
Dumuzi, gökyüzü tanrısı Anu’nun oğlu, İnanna’nın eşi ve kardeşidir.
Kullab şehrinin yöneticisidir.275 Ayrıca o, verimlilik ve bereketlilik kültü ile
alakalı bir çoban tanrıdır.
Ancak bu tanrı, mitoslarda bitki tanrısı olarak karşımıza çıkar. Bunun
nedeni, onun zamanla bir bitki tanrısına dönüşmüş olmasıdır. Çünkü o yeraltı
dünyasından kurtulması ile bitki tanrılarına özgü ölme ve yeniden dirilme
özelliğine sahip olmuştur. Tanrı bu özelliğinden dolayı, ölen ve yeniden dirilen
tanrıların en erken öncüsü olmalıdır. Bu özelliğe sahip, tanrılar arasında
Attis’in de olması, onun Sümerler’deki kökeninin Dumuzi olduğunu gösterir.
O halde diyebiliriz ki; tanrı Attis, Sümer kaynaklı Dumuzi ile ölmesi ve
yeniden dirilmesinden dolayı benzerlik gösterir; ancak bu tanrıya ait ölme ve
dirilme motifinin Mezopotamya’daki diğer toplumlarda da görülmesi, onun
kökeni konusunda kesin bir yargıya varmamızı engeller.
Ayrıca İnanna ile Dumuzi arasında görülen hem kardeş hem de eş
olmalarından kaynaklanan akrabalık ilişkisinin bir benzer şekli, Kybele-Attis
arasında da görülür. Ancak onların akrabalık ilişkisi biraz daha farklıdır;
çünkü Kybele, Attis’in annesidir.
Dumuzi ve İnanna arasındaki ilişkiye değinen çok sayıda mitos vardır.
Bu mitoslardan, Dumuzi-Enkimdu mitosu,276 Kutsal Evlilik mitosu ve
İnanna’nın Yeraltına İnişi mitosu konumuz açısından önemlidir. Çünkü bu
mitoslarda Kybele-Attis mitosuna öncü olabilecek bazı ayrıntılar
bulunmaktadır.
Öncelikli olarak, Kutsal Evlilik mitosu ve İnanna’nın Yeraltına İnişi
mitosunu anlatılmalıdır. Daha sonrada bunların içerinde yer alan, daha
sonraki dönemlerde yaşayan toplumlara öncü olabilecek ayrıntılara
bakmamız gerekmektedir.
İnanna ve Dumuzi arasında geçen mitosların sıralanışı açısından ilk
sırayı Dumuzi-Enkimdu mitosu alır, bundan sonra Kutsal Evlilik mitosu ve
İnanna’nın Yeraltına İnişi mitosu sıralanır. Çünkü Dumuzi-Enkimdu
mitosunda, iki tanrının İnanna’nın aşkını kazanmak için yaptıkları rekabet
anlatılmıştır. Muhtemelen, bu rekabetten sonra da Kutsal evlilik
gerçekleşmiştir. Evliliğin gerçekleştiğini düşünürsek, bunun anlatıldığı mitosta

276 S. H. Hooke, mitosu bu şekilde adlandırmıştır (Hooke, 2002: 43.).
80
Kutsal Evlilik mitosu olur. Evlilikten sonra da tanrıçanın yeraltına indiği
düşünülebilinir.
Dumuzi-Enkimdu mitosunda, iki tanrının İnanna’ya eş seçilmek için
yaptıkları rekabet ve İnanna’nın eş seçimi anlatılmıştır.277
S. H. Hooke’un anlatımına göre Dumuzi-Enkimdu mitosunun konusu
şöyledir:
“Çoban Tanrı Dumuzi ile çiftçi tanrı Enkimdu, İnanna’nın aşkını
kazanmak için mücadeleye girişirler, İnanna’nın gönlü, Enkimdu’dan
yanadır; ancak onun kardeşi Utu, Dumuzi’yi ona daha uygun görür,
Enkimdu, Dumuzi’yi bu aşktan vazgeçirmek için elinden geleni yapar,
hediyeler sunar. Ama Dumuzi red eder. İnanna’ya giderek kendisiyle
evlenmesi gerektiğini çünkü kendisinin Enkimdu’nun sahip olduğu her
şeye ve daha fazlasına sahip olduğunu söyler.”278
Tabletin bundan sonraki kısmı kırıktır. Bunun içinde mitosun
devamında neler olduğu bilinmemektedir.
Büyük ihtimalle tabletin devamında Dumuzi, İnanna ile evlenme
niyetinde başarıya ulaşmıştır. Bunu İnanna’nın yanında Dumuzi’nin de yer
aldığı mitosların bolluğundan anlayabiliriz.
F. Kınal’279 da; İnanna’nın Dumuzi ile evlendiği görüşünde hemfikirdir.
Bu mitos, tarımcılık ve hayvancılık yaşam biçimlerinin rekabeti ile
ilgilidir.280 Sümerler, Mezopotamya’ya yerleşmeleriyle birlikte hayvancılığı
bırakarak, tarımcılıkla uğraşmaya başlamıştır. Yani tarım kültürü, hayvancılık
kültürünü yok etmiştir.
S. N. Kramer281 ise, bu mitolojik hikâye de çiftçi ile çoban arasındaki
kavganın bereket ve çoğalma arasındaki kavgayı sembolize ettiği
görüşündedir.

277 Hooke, 2002: 43. 278 Hooke, 2002: 43. 279 Kınal, 1965: 15. 280 Hooke, 2002: 43. 281 Kramer, 1998: 224. 
81
Ancak mitosta tarım tanrısının çoban tanrıyı yenmesi gerektiğini
düşünürken, çoban tanrı Dumuzi’nin, çiftçi tanrı Enkimdu’yu yendiğini
görürüz. Bunun nedeni, Sümerler’in kendilerine özgü Mezopotamya’nın
dışından getirdikleri tanrının, Mezopotamya’nın yerel tanrısı Enkimdu’yu
yenmesi ve onun özelliklerini kendisine almasındandır. Çünkü mitosta dikkat
edilirse; Dumuzi, İnanna’nın aşkını kazanmak isterken, ona Enkimdu’nun
elinde olanlar ve daha fazlasının kendisinde olduğunu söylemektedir.
Dumuzi-Enkimdu mitosu ile Kybele-Attis mitosu arasındaki ilişki,
onların yaşam biçimi ile ilişkilidir.
Frigler bulundukları bölgeye dışardan gelen göçebe bir ulustur;
yerleşik hayata geçmeleri ile birlikte erkek egemen toplumlara özgü yaşantıyı
bırakarak, tarımcılıkla uğraşmaya başlamışlardır. Büyük olasılıkla, onlar
kendilerine özgü Attis adlı tanrıyı bir bitki tanrısına dönüştürmüşlerdi.
Böylelikle de o; verimlilik, bereketlilik, çoğalma kültüyle ilişkilendirilmiştir.
M. İ. Çığ’a282 göre, Kutsal Evlilik mitosunun bölümleri:
1. İnanna’nın Dumuzi’yi evlenmek için seçmesi.
2. Evlenmeleri.
3. Tanrıçanın yeraltına inmesi.
4. Tanrıçanın kurtulup yerine kocası Dumuzi’yi göndermesi,
5. Kocasını baştan çıkaran kızın öldürülmesi.
6. Dumuzi’nin yeraltından kaçması.
7. Dumuzi’nin rüyası.
8. Dumuzi’nin tekrar yeraltına götürülmesi.
9. Dumuzi’nin kardeşi Geştinanna’nın, kardeşi yerine yarım yıl
yeraltında kalmayı kabul ederek, Dumuzi’yi yeraltından yarım yıl için
kurtarması.

282 Çığ, 1998: 14.
82
10. Her ilkbaharda yeraltından çıkan Dumuzi ve İnanna’nın
birleşmesi.
11. Bu birleşmenin, ülkenin kralı ile yüksek düzeyde bir rahibenin
evlenmesiyle sembolize edilmesi ve bulunla başlayan yeni yıl için kutlama
şenlikleri.
S. N. Kramer’in283 anlatımına göre mitos, İnanna’nın Dumuzi’yi eş
olarak seçmesiyle başlar, onun çoban tanrı Dumuzi’yi seçmesinde ailesi de
etkide bulunmuştur. Bundan sonra mitosta İnanna’nın evlilik için
hazırlanmasından ve cinsel organına yazdığı hoş sözlerle Dumuzi’yi
etkilemeye çalışmasından bahsedilir. İnanna’nın Dumuzi’yi eş olarak
seçmesinden sonra, kutsal evlilik töreni gerçekleşir; daha sonra da İnanna ile
Dumuzi arasında cinsel birleşme gerçekleşir.284
İnanna’nın Dumuzi’yi etkilemek için söylediği sözlerden birisi şöyledir:
“Bana benim kadınlık organıma gelince:
Benim için, kim tümseği yığacak,
 Ben, bakireyi kim sürecek ?”
Bu sözlere Dumuzi’den cevap geliyor:
“Ey hanımefendi, kral sürecek senin için onu,
Kral Dumuzi sürecek senin için onu.”
285
Burada geçen “sürecek” kelimesinden yola çıkarak, İnanna’nın cinsel
organının bir tarlaya benzetilmiş olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü
tanrıçanın tanrı ile cinsel birleşmesinden sonra, onun tanrının spermlerinden
hamile kalması, tarlaya tohum atılmasına ve tarlanın sürülmesine
benzetilmiştir. Bunun sonucunda tanrıçanın doğum yapması da, topraktan
(Toprak Ana) tohumların çıkması şeklinde yorumlanmıştır.

283 Kramer, 1998: 242. 284 Çığ, 1998: 30–31. 285 Kramer, 1998: 242. 
83
J. Kovel,286 ürün veriminin doğa tarafından sihirli bir şekilde
sağlanmasına cinselliğin neden olduğunu, tarım toplumlarında cinselliğin
üretkenliği ile doğanın üretkenliğinin aynı algılanıldığını belirtir.
Dumuzi’nin verdiği cevap içerisinde geçen “kral” kelimesi, III. Ur
hanedanlığı döneminde Dumuzi adlı bir kralın sembolik olarak tanrı Dumuzi
yerine geçtiğini ve İnanna’yı temsil eden tapınak fahişesiyle ya da kraliçe ile
birleştiği gösterir.287 Bu birleşme töreninin uygulanmasındaki amaç, ülkenin
bolluk ve bereketini artırılmaya çalışmasıdır.
Eğer bu çıkarım doğru kabul edilebilinirse, Frigler’de de Attis ünvanıyla
adlandırılan rahip-kral ile Sümerli kral Dumuzi ile arasında bir bağlantı
kurulabilinir. Çünkü Frigler’de Midas ve Attis adlı kralların kendilerini
tanrılaştırmak istemesi geleneğinin var olduğunu bilinmektedir. Bu geleneğin,
Frigler’den önce Sümerler tarafından da uygulanması, bu tarz kültlerin ortak
bir noktada birleştiğini gösteriyor.
Kutsal birleşme sonrasında yaşananlar şöyle anlatılmıştır:
“Kralın kucağında yükselen sedir durdu,
 Onun yanından bitkiler çıktı,
 Onun yanından tahıllar çıktı,
 Onun yanında….. bahçeler bollukla doldu.”288
Bitkilerde ve tahıl ürünlerinde yaşanan bu değişimlerden çıkarılacak
sonuç; tabiata bereket ve bolluğun gelmesinin ve tarım ürünlerinin
çoğalmasının, tanrı ve tanrının cinsel birleşmesinin ardından yaşananlar ile
anlatılmak istenmesidir.
Tıpkı buradaki gibi, tanrıça Kybele ve tanrı Attis’in cinsel birleşmesinin
de aynı amaca hizmet ettiği düşünülebilinir.

286 Kovel, 2000: 178. 287 Çağırgan, 1990: 499. 288 Kramer, 1998: 243. 
84
 Her iki toplumda, doğanın gücü karşısında güçsüz kaldıklarında
mitosları kullanarak, tanrılarından yardım istemiştir.
İnanna ve Dumuzi arasında olanlar dışında, kutsal evlilikle ilgili çok
sayıda yazılı ve arkeolojik eser günümüze ulaşmıştır.
M.Ö. 3. binyıl (2300)’a ait iki silindir mühür üzerinde de bu konu
işlenmiştir. İlk mühür, (Resim: 47). Lagaş kentinin yıkıntıları içerisinden
çıkarılmıştır. Sırt üstü yatan bir erkek üzerinde çıplak bir kadın, onun
karşısında da elinde sopa tutan bir erkek figürü işlenmiştir. Sahnenin
sağındaki yazının ilk satırı hasar görmesine rağmen, sondaki satırda
“Ghisgalla” kralı yazmaktadır. Bu kişi, “kral-tanrı” veya “tanrı-kral” olarak
adlandırılan ilahtır. Burada, rahibe ve kralın eşleştirilerek kurban edilme
sahnesi vardır.289
İkinci mühür, (Resim: 48) yine cinsel ilişki ile ilgili bir sahnedir. Bir
yatak üzerinde, kadın ve erkek cinsel birleşme yapmaktadır. H. Frankfort’un
belirttiğine göre bu sahne, “kutsal evlilik”i temsil etmektedir. Yatağın altında
duran akrep, aşk tanrıçası İşhara’yı simgeliyor olabilir.290
 J. Camphell,291 kral veya yerine geçen biriyle rahibe tarafından yerine
getiren cinsel birleşme sahnesinin, tanrının ölümü ve yeniden canlanmasının
ardından, onun tanrıçayla yeniden birleşmesini simgelediğini söyler.
Mezopotamya’da yoğun olarak görülen kutsal evlilik ile ilgili sahneler,
daha sonra Hitit sanat eserlerinden Bitik vazosu ve İnandık vazosunda,
Yunanistan’da Zeus ve Hera’nın evlilik sahnesi olarak nitelendirilen kutsal
evlilik (hieros gamos) sahnelerinde varlığını devam ettirmiştir.292
Hatta günümüzde dahi kutsal evlenme töreninin izleri 6 Mayıs’ta
kutlanan Hıdrellez denilen bayramda görülmektedir.
Frigler’de bereketlilik ve verimlilik kültlerinin olduğunu bilmemize
rağmen, onlara ait kutsal evlilikle ilgili herhangi bir arkeolojik belgeye
rastlanamamıştır. Oysaki kutsal evlilik sahnelerinin bereketlilik, verimlilik,
üreme kültleriyle doğrudan ilişkisinin olduğu bilinmektedir.
Kutsal Evlilik mitosu ve Kybele-Attis mitosunu birleştiren nokta, bunları
oluşturan toplumların yaşamında iklimsel değişimlerin etkisinin çok fazla
olmasıdır. Çünkü her iki toplumun yaşamının huzur ve refah içinde geçmesi;
doğa koşullarının iyi olması ve tarım ürünlerinin bol olmasına bağlıdır. Bu,
onların tarıma dayalı bir yaşam sürmelerinden kaynaklanır. Bunun için
bereketlilik ve bolluk ile ilgili bu mitoslar türemiştir.
M. İ. Çığ,293 bereketlilik kültünün doğmasının altında yatan neden,
Sümerler’in tarım ve hayvancılıkla uğraşmasıydı. Ürünlerin bol olması, halkın
refahını ve zenginliğini arttıracaktı. Ürünlerin bolluğu toprağın ve dölyatağının
verimli olmasına bağlıydı. Bu da cinsel istek ve güç ile olabilecekti. Sümerliler
cinsel güce, “aşın suyu” demişlerdi
F. Kınal,294 Sümerler’in aşk ve harp tanrıçası İnanna ile tabiat ve
bereket tanrısı Dumuzi arasındaki evlilik ilişkisinin, aşk ile tabiatın birleşmesi,
başka bir deyişle aşkın tabiatın özünde bulunduğunun ifadesidir.
Bunun içinde aşk teması uzun yıllar boyunca ülkeden ülkeye nesilden
nesile aktarılmış, günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
İnanna’nın Dumuzi ile evlenmesinden sonra, Dumuzi’nin yeraltı
dünyasında hapsedilmesi ve İnanna’nın yeraltı dünyasına inmesi
gerçekleşmiştir.295 Bunu bir metinde geçen ifadelerden anlamaktayız. Burada
İnanna eşinin trajik bir sonla karşılaşacağını söylemektedir:
“Ah sevgilim, yüreğimin erkeği….. ben seni uğursuz bir yazgıya
sürükledim…. Ağzınla ağzıma dokundun, dudaklarımı başıma bastırdın,
işte bu nedenle uğursuz bir yazgıya mahkûm edildin.”296
Sümerlerden sonra, onların topraklarının yönetimini Akadlar ele
geçirmiştir. Onlar, Sümerlerin dilini kullanmazlar, kendi dilleri Akadcayı

293 Çığ, 1998: 14. 294 Kınal, 1965: 19. 295 Eliade, 2003: 85. 296 Eliade, 2003: 85. 
86
kullanırlar. Ancak, onların dilini dinsel törenlerde ve bilimsel çalışmalarda
kullanmaya devam ederler. Onlar, Sümer dinini ve tanrı ve tanrıçalarını da
benimserler.297 Örneğin; İnanna’nın Yeraltına İnişi mitosunun, Sümer ve
Akad versiyonunun olması.
İnanna’nın yeraltı dünyasına niçin indiği konusunda kesin bir yargıya
varılamamıştır. Bunun nedeni konusunda 3 değişik fikir ileri sürülmüştür:
1. Yeraltı dünyasında hapsedilen eşi tanrı Dumuzi’yi kurtarmak
için,
2. Yeraltı dünyasının kraliçesi Ereşkigal’i yenerek, Yeryüzü ve
Göklerin (Büyük Yukarı) tamamına hâkim olduğu gibi, yeraltı
dünyasının (Büyük Aşağı) da hâkimi olmak için,
3. Kız kardeşi Ereşkigal’in kocası Gurgalanna’nın cenazesine
katılmak için.
S. N. Kramer,298 “The Ancient Near Eastern Texts Relating to the Old
Testament” ( Eski Ahit ile ilgili Yakındoğu metinleri) adlı yapıtında sunduğu
mitos’un ilk şeklinde, tanrıçanın yeraltına iniş nedenini belirtmemiştir. S. H.
Hooke’a 299 göre ise; İnanna, bilinmeyen bir nedenle yeraltına inmiştir.
Sümer versiyonuna göre, İnanna’nın yeraltına inişi mitosunun konusu:
İnanna, yeraltı dünyasına inmek için karar verir; veziri Ninşubur’a 3
gün içerisinde dönmezse yapması gerekenler hakkında bilgi verir. O’na ilk
önce Nippur kentinin tanrısı Enlil’e, Ur kentinin tanrısı Nana’ya gitmesini
söyler. Eğer onlar yardım etmezse en son çare olarak, Eridu kentinin bilge
tanrısı Enki’ye gitmesini ve ondan yardım almasını ister. Bundan sonra
İnanna kraliyet giysilerini giyer, takılarını takar ve yeraltı dünyasının kapısının
önüne gelir. Kapı bekçisi Ninşubur, onun yeraltı dünyasının yedi kapısından
geçmesine izin vermez ve Ereşkigal’e danışır. Ereşkigal de ona, yeraltı
dünyasına gelen her varlık gibi onun da aynı işlemlerden geçirilmesi
gerektiğini bildirir. Yeraltına giriş kuralına göre, o her kapıdan geçtiğinde
üzerindeki bir eşyayı bırakacak ve üzerindekileri tamamen çıkardığında içeri
girebilecektir.300
Tanrıçanın yedi kapıdan geçtiği sırada bıraktığı nesneler:
Birinci kapı : taç
İkinci kapı : küpeler
Üçüncü kapı : gerdanlık (kolye)
Dördüncü kapı : göğsündeki mücevherat (Nunuz taşı)
Beşinci kapı : kemer
Altıncı kapı : ayak ve kol bileklerindeki bilezikler
Yedinci kapı : tüm giysiler (çıplak kalır.).
301
Tanrıça İnanna’nın yeraltı dünyasının yedi kapısından da geçtikten
sonra ortaya çıkan görüntüsü, Babil’in aşk ve güzellik tanrıçası İştar’ın
gösterildiği bir kabartma ile benzerlikler göstermektedir. (Resim: 49) Belki de
bu kabartma üzerinde gösterilen İştar ya da İnanna, onun yeraltı dünyasına
indikten sonraki halini gösteriyordur.
F. Kınal302 da, İnanna’nın yeraltı dünyasına indikten sonraki
görüntüsünün Babilli İştar’a benzediği görüşündedir.
İnanna/İştar kültünün Sümerler’den Babiller’e, oradan da Hititlere
geçtiği bilinmektedir. Onun farklı toplumlar tarafından benzer şekilde
betimlenmesi de, bunu kanıtlar. Ancak; o, Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’nda
savaşçı özelliği ile erkek tanrılar arasında iki hizmetkârı (tapınak fahişeleri?)
ile birlikte (Resim: 50) görülürken; Frigler’e ait sanat eserlerinde ona
benzeyen bir tanrıçayı görememekteyiz. Oysaki bu tanrıçanın Kybele’nin
kökeni olduğu düşünülmektedir. Bu durum tartışmaya açık bir nitelik
taşımaktadır. Ancak bu konu hakkında bilgimiz yetersizdir.
İnanna’nın yeraltına inişi mitosunda yeraltı dünyasının (cehennem) 7
kapısının olduğundan bahsedildiği görülür. Bunun bir benzerini Hitit
mitolojisinde Telepinu mitosunda bulmaktayız. Tanrı Telepinu’nun öfkesinin
yatıştırılması için yapılan büyü duasında cehennemin yedi kapısının olduğu
belirtilir.
Hititçe metnin tercümesi şöyledir:
“Kapıcı yedi kapıyı açtı. Yedi (kapı) sürgüsünü çekti…”
303
Ayrıca günümüz tek tanrılı dinlerinden Müslümanlığın kutsal kitabı
Kuran-ı Kerim’de, Hicr süresi 43–44. ayetlerde,304 cehennemin yedi kapısının
olduğunun vurgulanması bir diğer ilginç benzerliktir.
Sonuç olarak, İnanna tüm eşyaları alındığında çıplak kalır. Yeraltı
dünyasının tanrıları, ona ölüm gözü ile bakar. O bir kazığa çakılı olarak
yaşamını yitirir. 3 gün geçmesine rağmen, İnanna’nın geri gelmediğini gören
İnanna’nın veziri Ninşubur, yas kıyafetlerini giyinir ve yas tutmaya başlar.
Daha sonra kararlaştırılan şekilde belirtilen 3 tanrının kentine gitmek üzere
yola çıkar. Enlil ve Nana’dan yardım ister ama onlar yardım etmezler; ancak
Eridu kentinin bilgelik tanrısı kurnaz Enki, onu kurtarmak için bir çare
düşünür. Kurgarru ve Kalaturru adlı iki cinsiyetsiz varlık 305 yaratır ve onlara
İnanna’nın canlanması için gerekli yaşam suyunu ve yaşam yiyeceğini verir;
onlarda yeraltı dünyasına inerek bunları İnanna’nın başına 60 kez serperler
ve o canlanır. Ancak yeraltı dünyasının kurallarına göre; buradan çıkacak her
kişi yerine birisini bırakmak zorundadır. Bu nedenle tanrıça, yerine geçecek
birini bulmak için “galla” 306 adı verilen yaratıklar ile yeryüzüne yollanır.
Tanrıça yeryüzüne çıktığında onu ilk olarak veziri Ninşubur karşılar; ona
saygıda bulunduğunu göstermek için dizlerinin üzerine çöker. Gallalar onu
yeraltına götürmek isterler ama tanrıça buna izin vermez; sonra tanrıça
Umma ve Bad-tibirg kentlerinin tanrıları Şara ve Latarat’a gider; onlarda ona

303 Karauğuz, 2001: 93. 304 Şüphesiz, onlar cehenneme gönderilecekler ve cehennemin yedi kapısından geçeceklerdir (Feyizli,
2006: 276.).
305 Kramer, 1998: 135. 306 Sümerce Galla, Akadca Gallu şeklinde yazılır (Black ve Green, 2003: 82.).
89
saygı da bulunur ve dizlerinin üzerine çökerler. Tanrıça onları da yeraltı
dünyasına göndermek istemez. İnanna, son olarak eşi Dumuzi’nin şehri
Kullab’a gelir. Eşinin yanına gider ama Dumuzi, tanrıça İnanna geldiğinde
keyfini hiç bozmaz. Bunu gören İnanna, eşini Gallalar ile birlikte yeraltı
dünyasına yollar.307
M. İ. Çığ’ın anlatımında,308 Dumuzi’nin yeraltına gönderilme nedeni ile
ilgili bazı farklılıklar vardır: İnanna, eşinin şehri Uruk’a geldiğinde, kocasını
kral kıyafetleri içinde, kucağında bir kızla görür. Buna sinirlenerek kocasını
yeraltı dünyasına yollar. Kızı da öldürür.
İnanna ile Kybele arasında mitos içerisindeki bir anlatımdan
kaynaklanan bazı ortak özellikler görülüyor. Bu özellik, her iki tanrıçanın da
sevdikleri kişiler tarafından saygı görememesi üzerine, onlardan öç almak
için elinden geleni yapmasıdır. Ortak nokta: Öç alma duygusu.
İnanna kocasının şehri Kullab’a gittiğinde eşinin ona saygı
göstermemesi üzerine, onu Gallalar ile birlikte yeraltına yollar ve öcünü alır.
Ayrıca, eşini bir kız ile yakalamasından kaynaklanan siniri ve öç alma
duygusu da Kybele’nin, sevgilisini bir kızla evlenirken yakalamasından
kaynaklanan sinirini anımsatır.
Kybele ise, sevgilisi Attis’ten kendisine sadık kalacağına dair söz alır.
Ancak o, Kybele’ye verdiği sözü tutmayarak, ondan habersiz bir kızla
evlenmeye kalkışır. Kybele’de buna sinirlenir. Ondan hıncını almaya çalışır.
Attis’i çıldırtır ve onun hadım olmasına neden olur.
Her iki tanrıçada da kıskançlık, hassaslık, sadakat, saygı gibi kadınsı
duygular yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Bunun nedeni, her iki toplumda
da tanrıların insan gibi düşünülmesi ve onların da insanlar gibi duygularının
olduğuna inanılmasıdır.
“Gallus” (γΛλλος) kelimesi etimolojik olarak, “Galla” kelimesinden
türemiş olmalıdır. (GallaGalluGallus/Galli)

307 Kınal, 1965: 3–4; Kramer, 1998:135–136. 308 Çığ, 1998: 16.
90
Sümerce “Galla” olarak görülen bu kelime, sondaki sesli harfin
değişikliğe uğraması ile Akadca “Gallu” olarak karşımıza çıkar. Kelimenin son
harfindeki bu değişikliği temel alırsak; bu kelimenin zamanla değişikliğe
uğraması sonucu Frigler döneminde kelimenin sonundaki sesli harfin
değişmesi ya da sesli harfin sonuna bir sessiz harf eklenmesiyle Galle-Gallus
şeklinde yazıldığını düşünebiliriz.
Bu ihtimale dayanarak, Galla kelimesinin zamanla ülkeden ülkeye
taşınarak şekil değiştirmesi sonucu, Frigler’de Gallus olarak görüldüğü
düşünülebilinir.
Ö. Çapar’ın,309 Galluslar’ın kökenini Eski Doğulu olarak görmesi de bu
savımızı doğrular.
Ancak bu sadece bir varsayımdır. Çünkü Galla kelimesi yeraltı
dünyasına ölenleri götüren ifritlere, demon adı verilen yaratıklara verilen bir
isimdir. Bunun için bu varlıkların, tamamen Kybele’nin hadım rahipleri
Gallusların kökeni olduğunu söylemek sakıncalı bir davranış olacaktır. Kesin
bir yargıya varmak için henüz çok erkendir.
Başka bir varsayıma göre ise, Sümerce Galla (Büyük) anlamına gelen
kelimeden Gallus ismi türemiştir ve K.Suriye’deki tanrıça Atargatis
rahiplerinin de bu ismi taşıması bu düşünceyi destekler.310
Bu mitos ile benzer ayrıntıları taşıyan mitosları karşılaştırmamız
yerinde bir davranış olacaktır.
İnanna’nın yeraltına inmesinden yani ölmesinden sonra yeryüzünde
iklimsel değişikliklerin yaşanması, insanların ve hayvanların yaşamlarının
olumsuz yönde etkilenmesi şeklinde görülen durum, Hititler’deki tanrı
Telepinu’nun ortadan kaybolması ve Frigler’deki tanrı Attis’in ölmesinden
sonra ortaya çıkan durumlar ile benzerlik taşır.

309 Çapar, 1979a: 182. 310 Çapar, 1979a: 182.
91
Kısacası, bir tanrının ölmesi ve yeniden doğmasıyla ile ilgili mitosların
birçok toplum tarafından ortak olarak görülmesi, bu tarz mitosların
mevsimlerin değişimiyle ilgili olmasından kaynaklanır.
Yeraltına inen ve yeryüzüne çıkan tanrı anlayışının, tanrının ölmesi ve
yeniden dirilmesi şeklinde algılanması gereklidir. Çünkü tanrının yeraltında 6
ay geçirmesi demek tanrının 6 ay ölü sayılması demektir; yılın 6 ayını da
yeryüzünde geçirmesi ise, onun canlı bir insan gibi yaşamını sürdürmesi
demektir. Tanrının bu özelliği ile doğanın canlanması ve canlılığını yitirmesi
arasında bir ilişki kurulabilinir.
Mitosun Akadca versiyonunda İnanna’nın yeraltı dünyasından
kurtulması için yapılan plan Sümer versiyonundakinden biraz daha farklıdır;
burada Ea, tanrıça Ereşkigal’i kandırmak için ‘yakışıklı’ görünümlü ‘hadım’
tanrı Asusunamir’i yaratmıştır.311
Asusunamir’in özellikleri ile Attis’in özelliklerinden birkaçının benzerlik
göstermesi, tanrı Attis’in kimliğinin oluşmasında bu tanrının da etkisinin
olabileceğini aklımıza getirmektedir. Bu özellikler: Asusunamir’in bir tanrıçayı
kandırabilecek kadar yakışıklı görünmesi ve hadım olarak belirtilmesidir.
Asusunamir ile Attis arasındaki benzerliklere değindikten sonra,
İnanna dışında Ereşkigal adlı tanrıça ile Kybele arasındaki benzer noktalara
değinmek gerekir. Bu benzerlikler, Ereşkigal’in de Kybele gibi
hizmetkârlarının olması, onun hizmetkârları Gallalar’ın isminin Galluslar ile
benzerliği, bunun yanında Ereşkigal’inde Kybele’ye benzer şekilde bir
hadıma ilgi duyacağının düşünülmesidir.
Mitosun Babil versiyonu olan İştar’ın yeraltına inişi mitosunda da
İştar’a hadım yollanır. Babiller’de de aynı şekilde hadım tanrı motifinin
görülmesi benzerdir. Bu mitosun Babiller aracılığıyla Hititler’e geçtiği kabul
edilebilmektedir. Çünkü bir tanrıçaya hadım bir tanrının gönderilmesi motifi
görülmese de, bu mitosun içerinde anlatılan bir kısımda tanrının kaybolması
temasının bir benzerini Hitit mitolojisinde Telepinu mitosunda

311 Bratton, 1995: 57. 
92
bulabilmekteyiz. Böylece, bu mitosun başka toplumlara aktarılırken
değişikliğe uğradığını görmekteyiz. Örneğin; Hititler, mitosun bazı kısımlarını
değiştirerek kendilerine uygun bir şekle getirmişlerdir. Tanrıça Ereşkigal’in
Hitit tanrılar topluluğuna girdiğinde özelliklerinin değişmediğini bilmekteyiz.
Muhtemelen, tanrıçayı kandırmak için yollanan hadım tanrıda şekil
değiştirerek Hitit tanrıları arasında yerleşmiş olmalıdır; ancak Hititler’de böyle
bir tanrının varlığı saptanamamıştır. Oysaki Hititler’den sonra Anadolu’da
yaşayan Frigler’de, hadım tanrı olarak nitelendirilen tanrı Attis’in varlığı
görülmektedir.
Hititler’in Sümerler’in bazı tanrı ve tanrıçalarını, mitoslarını aldıklarını
ve kendilerine uyarladıklarını bildiğimiz için, onların hadım olan bir tanrıyı
Frigler’e taşımada yardımcı olduklarını düşünebiliriz.
Asusunamir ile Attis arasında benzerliğin olmasına rağmen,
Asusunamir’in Attis’in öncüsü olabileceği şeklinde bir yorum yapmak şimdilik
bir varsayım olarak kalmaktadır. Çünkü böyle bir sonuca varmamız için bu
konu da yeterli bilgimiz yoktur.
Bazı araştırmacılar,312 Ninhursak/Ninhut adlı tanrıçanın da Kybele’nin
öncüsü olduğunu söylenmektedir. Bu fikrin altında yatan neden, onun
bereketlilik ile ilgili bir tanrıça olmasındandır. Ancak bu tanrıçanın Kybele gibi
bereketlilikle ilgili tanrıçalara öncü olması onun toprakla ilgili olmasından
ziyade doğum yapan, çocuğunu büyüten bir anne kimliğini taşımasındandır.
O, Enlil’e çocuk doğuran bir doğum tanrıçasıdır.313
Hayatın topraktan gelip toprağa döneceği inancı toprakla ilgili
(chitonik) tanrıçalara çocuklarıyla ilgilenen anne (kurotrophos) özelliğini
kazandırmıştır. Ayrıca bu kültte, çocuk bakımının dışında genel üretken bir
karakter vardır ki bu da bereketlilik kültüyle bağlantılı Toprak Ana’dır.314 Bu
kült, birçok yerde yaygın olarak görülür ve evrensel bir nitelik taşır.

312 Sarıkçıoğlu, 2002: 22. 313 Çevirici, 1998: 62. 314 Çevirici, 1998: 61.
93
Sümerler’e ait törenler içerinde, Pessinus’taki törenlere benzer
uygulamaların yaşandığı bir törenin varlığı tam olarak bilinmemektedir; ancak
tanrı Dumuzi’nin ardından yas tutulması ve onun canlanmasından sonra
törenlerin yapılması ile Attis’in ölmesinin ardından tutulan yas ile tanrının
canlanmasından duyulan sevinçten ötürü yapılan tören ile bir bağlantı
kurulabilinir.
Dumuzi’nin ölümünün ardından Ululu ayında bir tören yapılır. Bu ayda
yapılan törenin 15 Ağustos-15 Eylül tarihleri arasına315 denk gelen zamanda
kutlandığı düşünülmektedir. Bu ayda Lagaş kentinde Sümerce “iti.ezen.
d.dumuzi” kelimesinden tercüme edilen tanrı Dumuzi’nin bayramı316 olarak bir
bayram kutlandığı görülür. Ululu ayında tanrıçanın nehirde yıkanması317 ile
Mart töreninde Magna Mater (Kybele)’in heykelinin Almo nehrinde yıkanması
arasında bir bağlantı olabilir.
Bu törende, temsili olarak Dumuzi’nin ölmesi ve onun ardından
tanrıçanın tuttuğu yasın bir benzeri uygulanmaya çalışılır. Bunun için tanrı ve
tanrıçayı temsil edecek kişiler (kral ve kraliçe, tapınak fahişelerinin başı ?)
seçilir; bunlar arasında İnanna ve Dumuzi gibi kutsal evlilik töreni gerçekleşir.
Daha sonra, tanrıyı temsil eden kişi ortadan kaybolur; onun ardından da
tanrıçayı temsil eden kişi ve tüm Sümer halkı yas tutmaya başlar. Ertesi sene
bu olayın aynısı tekrarlanır.
Öldükten sonra yılın 6 ayını yeraltı dünyasında ölü olarak geçirmeye
mecbur olan Dumuzi, ilkbaharın gelmesi ile birlikte yılın altı ayını da
yeryüzünde geçirmek için bitkilerin toprağın altından çıkması gibi yeraltından
çıkar ve eşine yani Toprak Anaya kavuşur. Bitkilerin polenler tarafından
döllenmesi gibi, bu tanrı da tanrıçayı kutsal birleşme töreninde öyle döller. Bu
törende tüm halk sevinç ve neşe içinde şiirler, şarkılar söyler, çalgılar
eşliğinde dans eder.318 Muhtemelen o, Temmuz gibi yazın

315 Çağırgan, 1986: 171. 316 Çağırgan, 1986: 172. 317 Çağırgan, 1986: 173–175. 318 Çığ, 1990:486.
94
kavurucusıcaklarının yaşandığı Temmuz ayında yaşamını yitirmiştir.319 Bu
tarz doğa ile ilgili kültlerde tanrının ölmesi ve yeniden dirilmesi motifinin ortak
olarak gördüğü izlenmiştir. Onun içinde tanrı adları farklı olsa da konu hep
aynıdır. Örneğin; bu tanrının adı Babiller’de Temmuz, Suriye’de Adonis,
Mısır’da Osiris, Filistin’de (Levant bölgesi) Baal, Hititler’de Teşup ve
Frigler’de ise Attis olarak görülür.
Ayrıca nisan ayının ilk on iki günü boyunca Akadca’da “akitu” adı
verilen bir bayram daha ilkbaharda kutlanır. Bu bayramında ilkbaharda
kutlanması ve tören uygulamasının içeriğinde tanrı (Marduk) ve tanrıçanın
birleşmesini temsilen kralın tanrıçayı simgeleyen tapınak rahibesi ile
birleşmesi320 temaları ile Kybele-Attis törenleri arasında bir bağlantı
kurulabilinir. Muhtemelen bu bayramda bereketlilik ve verimlilik kültü ile
alakalıdır.
4.5. Babil
Babil’deki tanrı ve tanrıça çiftleri arasında, benzerlik yönünden Kybele
ve Attis ile karşılaştırabileceğimiz tanrı ve tanrıça çifti, İştar ve Temmuz’dur.
İştar, Sümerler’deki İnanna olarak adlandırılan tanrıçanın devamı olarak
Babil’de varlığını sürdürmüştür. Bu tanrıça Kybele ile benzer özellikler
gösterir. Bu özelliklerden özellikle onun aşk, verimlilik, savaş tanrıçası
olması bizim için önemlidir.
Venüs yıldızı ile (bazen de bir yıldız kursuyla) temsil edilen;321 tanrıça
İştar; aşk, cinsellik ve savaş tanrıçasıdır; M.Ö. 2. binyılında Babil’in en
tanınan, en yaygın tapınılan tanrıçası olmuştur.322 Tanrıçanın betimleniş
tarzı, ona yüklenen özelliğe göre biçim alır. O, savaşçı kimliği ile
canlandırıldığında, şatafatlı giysiler içinde, genellikle bir kraliyet tahtına
oturmuş şekilde ya da ayakta betimlenir; elinde bir halka ile ucunda iki sarılı

319 Çağırgan, 1990: 501. 320 Eliade, 2003: 93–94. 321 Dinler Tarihi Ansiklopedisi, 1999: 89. 322 Oates, 2004: 183. 
95
bir asa tutar. Omzunda ise, silahları vardır. Asurlular dönemi
betimlemelerinde ise o, elinde tuttuğu kılıç ile yedi tane aslanın çektiği bir
arabanın içerisine oturmuş vaziyettedir.323 Ayrıca bu tanrıça sürekli bakire
kalan bir tanrıça olarak görülür. Bu özellik onun periyodik olarak bir gölde
banyo yapması ve bekaretini yeniden kazanmasındandır.324
Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’nda da tanrıça İştar, savaşçı kimliği
öne çıkarılmış şekilde, Hitit tanrıları arasında yer almıştır. Muhtemelen onun,
Hitit tanrıları arasında savaşçı olarak gösterilmesi de, bu betimleme
anlayışının devamıdır. Onun Hititler’e getirilmesindeki amaç, savaşçı tanrıça
olmasından olmalıdır. Çünkü buna benzer bir tanrıça olan Kybele’nin kent
koruyucu ve savaşçı kimliğimden ötürü, Roma’ya götürüldüğü bilinmektedir.
Ayrıca, Asur dönemine ait bir eserde tanrıça İştar’ın aslanlar
tarafından çekilen bir arabanın içinde oturan görüntüsü, Ana Tanrıça
Kybele’nin Roma dönemi’ndeki tasvirlerini anımsatmaktadır. Bu benzerlik,
oldukça ilginçtir. Çünkü her iki tanrıçanın da kutsal hayvanın aslan olması,
Ana Tanrıçalar ile aslanlar arasındaki bağlantının ne olabileceğini
düşündürüyor. Muhtemelen, aslanlar Ana Tanrıçalar’ın gücünü gösteriyordu.
Babil’in İştar Kapısı (M.Ö. 6. yüzyıl) olarak adlandırılan tanrıça İştar’a
izafeten yapılmış kapının giriş kısmında da, (Resim: 51) tanrıça İştar’ın kutsal
hayvanı aslan (Resim: 52) betimlenmiştir. Burada görülen, kapı girişine bir
aslan motifinin işlenmesi geleneğinin, Frig döneminde tanrıça Kybele’ye
tapınım amaçlı yapılan anıtsal kaya anıtlarının ön cephesinde, kapının iki
yanına işlenen aslanlar olarak devam etmesi mümkündür. Bu fikir, düşünce
boyutundan öteye geçememiştir. Çünkü bu konu hakkında, kesin bir yorum
yapmak için gerekli yazılı ve arkeoloji belge yoktur.
Temmuz, verimlilik ve bereketlilik ile ilgili bir bitki tanrısıdır; 325 İştar’ın
oğlu ve sevgilisidir.326 Onun adı, Sümerce “gerçek oğul” ya da “derin suyun

323 Dinler Tarihi Ansiklopedisi, 1999: 89. 324 Comte, 2000: 112. 325 Frazer, 1961: 8. 326 Leeming ve Page, 1996: 106. 
96
gerçek oğlu” olarak görülür.327 Daha sonra bu ad, takvimde Temmuz olarak
görülen aya verilmiştir. Bu tanrı, birçok adlar taşıyan, İnanna,
Ninhursak/Ninhut, İştar, Astarte, Artemis, Demeter, Aphrodite, Venüs, Ana
Tanrıça’nın hem bakire doğum ile doğmuş oğlu hem eşi; klasik çağın
Adonis’in prototipidir.328 O, sonbaharda çürüyüp ölen ve ilkbaharda yeniden
dirilen doğanın sonsuz tekrarında kendini göstermiştir; Onun her yıl yazın
kavurucu sıcaklarıyla birlikte öldüğüne ve ilkbaharda bitkilerle ve tarım
ürünleriyle birlikte hayata geri döndüğüne inanılır.329 Bu tanrı ile
Sümerler’deki Dumuzi, Suriye’deki Adonis, Mısır’daki Osiris, Filistin’deki Baal,
Hititler’deki Teşup, Frigler’deki Attis’in de ölme ve yeniden dirilme özelliğine
sahip olması, onların oluşumunun aynı temele dayandığını gösterir. Bu
temel, mevsimlerin değişiminin bir tanrının ölmesi ve yeniden dirilmesi
şeklinde algılanmasıdır.
J. G. Frazer,330 bitkilerin ölmesi ve dirilmesi şeklindeki kültlerin, aynı
temele dayandığını, Osiris, Adonis, Temmuz, Attis ve Dionysos adları
altındaki tanrıların bu kültü temsil ettiklerini bildirir. Nitekim, tanrı Temmuz ile
Adonis’in aynı tanrı olabileceği şeklinde bir varsayım da öne sürülebilinir.
Çünkü onların ölümünün ardından tutulan yas töreninin uygulanış şeklinin
benzerlik taşıması bu fikri destekler.
Babiller ile Anadolu arasında gerçekleşen ticari ve sosyo-kültürel
alışveriş neticesinde bu iki ülke birbirlerini tanıma fırsatı bulmuşlardır.331
Böylece de Mezopotamya kökenli kültler, tanrılar Anadolu’ya taşınmıştır.
Örneğin; İştar kültü, Hititler tarafından da tapınım gören bir tanrıçadır.
Tanrıça İştar’ın Anadolu’ya taşındığını bildiğimiz halde, eşi ve kardeşi tanrı
Temmuz’un buraya taşınıp taşınmadığı bir türlü anlaşılamamıştır. Ancak,
Hititler’den sonra Anadolu’da yaşayan Frigler’de, Temmuz ile aynı nitelikleri
taşıyan Attis adlı bir tanrının varlığı bilinmektedir.

327 Frazer, 1961: 8 328 Camphell, 1993: 46. 329 Sarıkçıoğlu, 2002: 25. 330 Frazer, 1991: 268. 331 Oates, 2004: 97–98. 
97
İştar’ın yeraltına inişi mitosu, Sümerler’in İnanna’nın yeraltına iniş
mitosunun Babiller’deki devamıdır. Babilli sanatçılar, bu mitosu kendi
kültürlerine uygun olarak düzenlemişlerdir.332 İştar’ın yeraltına iniş mitosu ile
İnanna’nın yeraltına iniş mitosu arasındaki benzerliklerin kaynağını bu şekilde
açıklanabilinir. Onlar gibi, Hititler ve Frigler’de kendilerine ait mitosları
oluştururlarken, Mezopotamya toplumlarının mitoslarından esinlenmişlerdir.
Bu benzerlikler, Kybele-Attis mitosunun Mezopotamya kaynaklı olabileceği
şeklindeki varsayımı bir açıdan doğrulamaktadır.
Öncelikli olarak İştar’ın Ölüler Dünyasına İnişi mitosunun konusunu
genel hatlarıyla anlatacağız; daha sonra da bu mitosun oluşum nedeni
üzerinde bir inceleme yapacağız.
S. H. Hooke’un333 anlatımına dayanarak mitosun konusu kısaca şöyle
özetlenebilinir:
İnanna gibi İştar’ın da yeraltı dünyasına iniş nedeni verilmemiştir.334 O,
yeraltı dünyasının kurallarına göre, yedi kapıdan geçerken, her kapıdan
geçtiğinde üzerindeki bir eşyayı bırakmak zorundadır. Onun, yeraltına
inmesinin ardından yeryüzündeki canlılarda cinsellik ile ilgili tüm faaliyetler
durur. Bunun üzerine, Ea, hadım bir tanrı Aşuşunamir’i yaratıp, Ereşkigal’i
yaşam suyu tulumunu kendisine vermesine razı etmek için yollar.335 Onun
görevi, İştar’ın başından yaşam suyunu atmış kez serperek, onun yeryüzüne
geri dönmesini sağlamaktır. Aşuşunamir, Ereşkigal’i kandırır. Ereşkigal’in
emriyle, Ereşkigal’in veziri Namtar, yaşam suyunu İştar’ın başına döker. İştar
canlanır ve salıverilir. Tanrıçanın dönmesinin ardından, tüm canlılar
arasındaki çiftleşme ve üreme olayları yeniden eski haline döner.

332 Diakov ve Kovalev, 1987: 123–124. 333 Hooke, 2002: 50. 334 Hooke, 2002: 48. 335 Hooke, 2002: 48–50.
98
A. Schimmel,336 Temmuz’un yeryüzüne çıktığı gün, İştar’ın yeraltına
indiğini ve onun yeraltına inmesinin ardından bitkilerin ve hayvanların
çoğalmasının durduğunu söylemektedir.
S. H. Hooke337 ise, İştar’ın yeraltına inişininin ardından yaşanan cinsel
verimliliğin ve üretkenliğin azalması şeklindeki etkilerin, onun kültünün cinsel
üretkenlik ve çoğalma ile ilgisini belirttiğini vurgular.
İştar’ın dönüşü olmayan ülkeye yaptığı seyahati anlatan mitosa
değindikten sonra, burada İştar’ın eşi Temmuz’un ölümünün nasıl
gerçekleştiği konusunun üzerinde durmakta fayda vardır. Bazı yazarlar, onun
bir yabandomuzu tarafından öldürüldüğünü bildirirler. Bazılarına göre ise; O,
eşi İştar tarafından öldürmüştür.338
Temmuz’un bir yaban domuzu tarafından öldürülmesi şeklindeki
anlatım nedeniyle, bu tanrı ile Adonis ve Attis arasında bir bağlantı
kurulabilinir. Nitekim belirttiğimiz tanrılara ait mitoslarda da, onların bir
yabandomuzu tarafından öldürüldüğüne değinilmiştir.
Yaz zamanında (yani Temmuz ayı) öldüğüne inanılan tanrı
Temmuz’un, ilkbaharın gelmesiyle yani yeni yılın başlaması ile birlikte tekrar
hayata kavuştuğuna inanılırdı.339 Böylece oiştara kavuşur cinsel birleşme gerçekleştirilir.bu olayı her yıl anmak için AKİTU adlı bayram 4 Nisanda gerçekleştirilir.

, tu” adlı bir bayram düzenlerlerdi; tu bayramı sırasınca tanrıların heykelleri şehrin duvarlarının dışına çıkan geçit yolu boyunca taşınır ve bir kanal yakınına ya tu tapınağına getirilir. Temmuz ile İştar’ın birleşmesi bayram sırasında İştar rahibelerinin rol aldığı kutsal evlilik ile canlandırılır, tapınağın bahçesinde tanrılar ve ataların ruhları için kurbanlar yapılır ve topluca yemek yenirdi.340 336 Schimmel, 1955: 38. 337 Hooke, 2002: 48. 338 Yurdaydın ve Dağ, 1978. 339 Schimmel, 1955: 37. 340 Ökse, 2006: 53. 99 Babilliler, her yıl Temmuz’un ölümü ve dirilişini kutlamak için bir bayram düzenlerlerdi.341 Bu bayramda halk tarafından seçilen kişi, Temmuz’un ölümü, yeraltı dünyasına inişi ve yeniden yeryüzüne dönüşünü canlandırırdı. Tören esnasında, Temmuz’un resmi bir sandal içine konulur ve ırmağın akışına bırakılırdı. 342 Böyle bir uygulama büyük olasılıkla, onun yeraltına inişini yani ölümünü simgeliyordu. Tören esnasında tanrıça İştar’ın mitos içerisinde yaptıkları da sembolik olarak canlandırılırdı. Bu bayram, tarım kültüyle alakalıdır; burada tarım işlerinin başlangıcı ve bitişi anlatılmak istenmiştir. Bir rahibin yönetiminde bütün Babil toplumunun katıldığı dramatik ayinlerin amacı, ekimin başarılı ve ürünün bol olmasını sağlamaktı.343 Temmuz’un ölümünün ardından törenlerle yas tutulması geleneği yaygınlaşmıştır; ancak bu mitosun anlatımının çeşitli şekillerde yazılması, bu varsayımla ilgili kanıtların birbirleri ile çelişmesine neden olmuştur.344 Babil’de resmi devlet dinine ait birçok bayramında düzenlendiğini bilmekteyiz. Ancak bunlar arasında, nisan ayının ilk on gününde yapılan bahar ekinoksuna denk gelen yeni yıl bayramı önemlidir.345 Bu bayram, baharın gelişini müjdeler. Ayrıca, bahar bayramının Babiller tarafından uygulanması, onların da mevsimlerin değişimiyle ilgilendiklerinin açık bir göstergesidir. Bu açıdan duruma baktığımızda, bu uygulamalar, Frigler’de baharın gelmesi ile birlikte Pessinus kentinde kutlanan bahar bayramı ile ilişkilendirilebilinir. Temmuz adına yapılan bahar bayramı törenlerinin günümüzdeki uzantısı, Harran’ın putperest Suriyeliler’i tarafından yapılmaktadır. Bu bayramın adı, Ta-uz’dur ve bu ad Temmuz’dan başka bir şey değildir. Ta-uz festivali tanrı Ta-uz adına kutlanır. Bu bayramda kadınlar, efendileri Ta-uz’un kemiklerinin bir tahıl tanesi gibi öğütüldükten sonra ona ait tozların rüzgâra savrulduğuna inanılır Kadınlar, bu festival boyunca, hiçbir şey yemezler ve

341 Diakov ve Kovalev, 1987: 123–124. 342 Dinler Tarihi Ansiklopedisi, 1999: 91. 343 Diakov ve Kovalev, 1987: 123–124. 344 Oates, 2004: 183. 345 Oates, 2004: 185. 100

diyetlerini ıslatılmış buğday, tatlı bakla gibi yüksek protein değerli yiyecekler, kuru üzüm... vb. şeylerle sınırlandırırlar.346 Muhtemelen bu bayram, Babil’deki Temmuz’a adanan bahar bayramıyla aynı içeriğe sahiptir ve onun uzantısıdır. Mezopotamya’daki bu uygulamanın uzantısı olarak, Anadolu’da ve Roma’daki Magna Mater (Kybele) rahiplerinin de kendilerine özgü bir diyet (oruç) tutmaları arasında bir bağlantı olmalıdır. 4.6. Suriye Suriye’de Adonis; Anadolu, Yunanistan ve Roma’da Attis adı ile anılan tanrılar gerek tapınım; gerekse şahsi özellikleri bakımından birbirlerine benzer yönler sergilemektedirler. Ayrıca, bu tanrıların birbirleri ile benzerlikleri kadar onlara eşlik eden tanrıçalarında tam olarak olmasa da birbirlerine benzer yönleri vardır. Onların bu benzerliği, isimleri Attis ya da Adonis olsun fark etmeden kışın ölen ve ilkbaharda yeniden dirilen bir tanrının eşi, annesi, sevgilisi olmalarındandır. Attis’in kökenini incelerken, Adonis kültünün Suriye’deki şeklini temel alıp, Yunanistan’daki şeklini de göz atacağız. Ama bildiğimiz bir nokta vardır ki; bu da Adonis kültünün, Akdeniz Havzası’nın her köşesinde yaygın olarak tapınım gördüğüdür.347 Kökeni Fenike’ye dayandığı düşünülen tanrı Adonis, Temmuz ile özdeşleştirilir ve sık sık onun ismi Temmuz ile beraber telaffuz edilir. Fakat Biblos, İskenderiye, Kıbrıs ve Yunanistan’da o, anlamı “efendi” olan Adonis olarak çağrılır.348 Adonis,349 Attis ile aynı özelliklere sahip; bitkiler dünyası ile ilişkili, yakışıklılığı ile dillere destan olmuş; Aphrodite’in oğlu ve sevgilisi olan Suriye’deki Sami halkın tapındığı bir tanrıdır. Bu tanrı Osiris, Adonis,

346 Frazer, 1961: 230. 347 Çelik, 1988: 220. 348 Comte, 2000. 349 Adonis, Fenike dilinde adon, “efendi’’ anlamına gelen Suriyeli yarı-tanrı bereket tanrısı Temmuz/Tammuz’un Yunan versiyonudur (Graves, 2004: 78.). 101

Temmuz, Attis ve Dionysos gibi bitkiler dünyasının ölümünü ve yeniden canlanışını simgeler.350 Yunanlılar Adonis tapınımını M.Ö. 5. yüzyılda Samiler’den almışlardır.351 Onun başından geçenler, gerek Suriye’de; gerekse Yunanistan’da bir mitos ile anlatılır; bu mitos, Suriye’deki şeklini muhafaza ederek, Yunan dünyasına ve hatta Roma dünyasına kadar ulaşan bir anlatımdır. Aphrodite’in bir üreme ve bereket tanrıçası olması, bu münasebet ile Orta Doğu’nun bereket tanrısı Dumuzi’nin, Temmuz’un, Attis’in bir benzeri olan Adonis’i, Myrrha’nın babası Khyras ya da Kindras’tan edindiği güzel delikanlıyı, kendine sevgili olarak seçmesi ve bu yüzden Persophone ile bir çekişmeye girmesi, onun, Horalar ile yakın bir ilişki içerisinde bulunduğunu göstermektedir. Bu bakımdan Sümer’de İnanna ile Dumuzi’ninkine, Akkad ve İştar ya da Astarte ile Temmuz’unkine, Frigya’da ise Kybele ile Attis’inkine benzer bir birliktelik, Aphrodite, Persophone ve Adonis üçlüsü için de bir model oluşturmuş olsa gerekir.352 Adonis’in trajik hikâyesi ve tapınımı hakkındaki bilgileri, Yunanlı yazarlar vasıtasıyla öğrenebilmekteyiz. Ayrıca onun varlığını, günümüz tek tanrılı dinlerinden Yahudilik’in kutsal kitabı Tevrat’ta, Hezekiyel bölümünde,353 Temmuz/Tammuz adıyla görülmektedir. Yunan mitolojisinde doğu kökenli dinlerin yansıması olarak gelen bu genç tanrı Adonis ile Aphrodite, Persophone arasında yaşananların anlatıldığı354 mitos şöyledir: Suriye kralı Theias ya da Kıbrıs kralı Kindras’ın Myrrha355 ya da Smyra356 adında bir kızı vardır;357 bu kız Aphrodite’in ya da sütannesinin yardımı ile on iki gece boyunca babasının yatağına girer; onunla sevişir ve son gece hamile kalır. O gece babası yanında yatanın kendi kızı olduğunu

350 Frazer, 1991: 268. 351 Frazer, 1991: 268. 352 Yörükân, 2000: 21. 353 (Hezekiyal 8.14): ‘‘..... İşte Tammuz için ağlayan kadınlar orada oturmakta idiler.’’ ( Kitabı Mukaddes, 1988: 794). 354 Frazer, 1961: 11. 355 Fink, 1997: 15. 356 Adonis’in annesinin adının Smyrna olarak verilmesi Apollodoros’un anlatımındadır (Fink, 1997: 15.). 357 Erhat, 2003: 11. 102

anlar ve bu korkunç günahı temizlemek için kızını öldürmek ister ve bunu yapmak için kılıcını çeker.358 Ovidius’un anlatımına (Ovidius, Metomorphoses X 298–518.) göre,359 Myrrha Arabistan’a kaçar; tanrılara yalvarır ve mür ağacına dönüşür.360 Kimilerine göre ise,361 tanrıların ona acıması ile o, bir mersin ağacına dönüşür. Ama her iki anlatımda da ortak olan nokta, kızın bir ağaca dönüşmesidir. Ancak bu ağacın gövdesinin ikiye yarılması ile olağanüstü güzellikteki bir bebek olan Adonis doğar.362 Apollodoros’un (Apollodoros, Bibliotheke III 183-185) 363 anlatımına göre, bebeğin güzelliğinden Aphrodite etkilenir ve bu bebeği himaye etmek ister. Bebeğin bakımı için yeraltı dünyasının kraliçesi Persophone’yi görevlendirir. Ama bu tanrıça da bebeğin güzelliğinden etkilenir ve onu Aphrodite’ye geri vermek istemez. Persophone ile Aphrodite arasında bebek yüzünden kavga çıkar; bunun üzerine hakem tayin edilen Zeus’un kararına göre, Adonis bir yılın yarısını yeraltı dünyasında Persophone ile birlikte; geri kalan yarısını ise yerüstündeki dünyada tanrıça Aphrodite’in yanında geçirecektir.364 Onun bu durumunu kıskanan rakipleri ona karşı haince bir plan yaparlar ve onu Ares tarafından ya da bir yaban domuzu tarafından öldürmeye çalışırlar.365 Başka bir anlatıma göre,366 Adonis ava çıkar. Kırlarda, ormanlarda dolaşırken domuz görür. Onu avlamak ister. Oklarını atar, ardından koşar. Bir aralık aldığı yaranın etkisiyle geri döner. Adonis, yaralanır; oğlunun bu durumunu gören Aphrodite onun yardımına koşmak ister; ancak sandallarını ayağına giymediği için çıplak ayakla koşamaz;

358 Erhat, 2003: 11; Fink, 1997:15. 359 Fink, 1997: 15. 360 Fink, 1997: 15. 361 Erhat, 2003: 11; Frazer, 1991: 270. 362 Erhat, 2003: 11. 363 Fink, 1997: 15. 364 Frazer, 1961: 11. 365 Frazer, 1961: 11. 366 Halikarnas Balıkçısı, 1990: 215. 103

Adonis’e yardım edemez ve o ölür.367 Onun ölümüne üzülen Aphrodite, acıklı bir şekilde ağıtlar yakar.368 Aphrodite’in çıplak ayakla koşmasından dolayı ayağına gülfidanının dikenleri batar ve onun kanları güle bulaşır; beyaz olan gül, kırmızıya dönüşür.369 Adonis’in akan kanlarından ise kırmızı gelincikler oluşur.370 Adonis, öldükten sonra yeraltı dünyasına iner ve onun peşinden de Aphrodite oğlunu aramak için yeraltı dünyasına (cehennem) iner; ama Persophone onu da yeraltı dünyasında (cehennem) alıkoyar. Bunun üzerine toprak kurur, kısırlaşır; yeryüzünde istek, arzu namına hiçbir şey kalmaz. İnsanlar ile hayvanlar çiftleşmedikleri için yok olacaklardır. Kurbansız kalmaktan korkan tanrıları, cehennem tanrıları nezdinde faaliyete geçerler. Aphrodite serbest bırakılır ve yeniden dirilen Adonis yanında olduğu halde yeryüzüne dönerler.371 Ovidius’un Metomorphoses adlı eserinde (Ovid, Metomorphoses, X, 530–545.) Aphrodite tarafından söylenen sözler sanki Adonis’in öleceğini haber vermektedir: “Bu genç adam tarafından baştan çıkarılınca, artık gökyüzünde görülmedi (...) Onunla her yere gitti. Eskiden gölgede tatlı tatlı dinlenme alışkanlığı vardı; fakat şimdi aylak aylak dolaşıyor; dağları geçiyordu. Vahşi erkek domuzlardan uzak durdu. Aphrodite Adonis’e şöyle dedi: “Senden kaçınacak olanlara karşı cesur ol, delice cesur olmaktan ve mutluluğumu riske atmaktan sakın.”372 Kybele-Attis mitosunun bir anlatımına göre, Attis’in hadım edilmesinden sonra akan kanlarından menekşeler oluşmuştur; bu tanrı gibi Adonis’in kanından da menekşe olmasa da başka bir çiçek türünün oluşması, bu iki tanrı arasında başka bir benzer öğedir. İlkbahar ile birlikte açan çiçeklerin kırmızılığının da Adonis’in kanından oluştuğuna inanılır.373 Muhtemelen bu tanrıların kanları onların üreme gücünden bir parça

367 Can, 1970: 102. 368 Frazer, 1961: 11. 369 Can, 1970: 102. 370 Frazer, 1991: 270; Çelik, 1988: 219. 371 Çelik, 1988: 218. 372 Comte, 2000: 23. 373 Çelik, 1988: 219. 104

taşıyordur ve onların kanının toprağa karışmasından sonra Toprak Ana döllenir ve böylece de bitkiler dünyasından haber veren çiçekler, tıpkı bir bebeğin annesinden doğması gibi yeryüzüne çıkarlar ve baharın geldiğini müjdelerler ve sonbahar ayına kadar toprak ürün vermeye devam eder; kış ayına doğru tanrının gücü etkisini yitirir ve toprak verimsizleşir. Ta ki ertesi yılın ilkbahar mevsimine kadar. Adonis’in bir yabandomuzu tarafından öldürüldüğünün söylenmesi, onunla Attis arasında bir bağlantının olduğunu düşündürüyor. Çünkü Attis’de mitos anlatımının bir versiyonuna göre, yabandomuzu tarafından öldürülmüştür. Bir görüşe göre de Adonis öldükten sonra, kendisini öldüren yabandomuzu kılığına girmiştir.374 Adonis’in yabandomuzu ile ilişkisi, “Onun bu tanrının şekil değiştirmiş hali mi?” yoksa “Onu öldüren hayvan mı?” olduğunu bildirmez. Ama bu dine inananların yabandomuzu eti yememeleri, onların bu tanrıyı öldüren hayvanı lanetlendirmelerinden ya da kendi tanrıları olmasından dolayı kutsal görmelerinden olmalıdır. Ayrıca, tanrı Attis’in ölümünün ardından bir çam ağacına dönüşmesi gibi bu tanrının annesinin de aynı durumu yaşaması, bu iki mitos arasındaki başka bir benzer noktadır. Belki de bu mitoslar, yalnızca bir tane olan mitos anlatımının, farklı uluslarda biçimlenmiş halidir. Adonis’in yaşamının yarısını ya da üçte birini yeraltı dünyasında Persophone ile birlikte geçirmesi, onun yaz ayının kavurucu sıcaklarından sonra bitkilerle birlikte ölmesini ve yeraltında kalmasını simgeler; yeryüzünde annesi Aphrodite ile birlikte kalması ise; onun canlı olduğu yani bitkilerin yaşadığı aylardır. Tanrının yeryüzüne çıktığı zaman; bitkilerin ilk filiz verdiği ilkbahar ayı olmalıdır. Tanrının bir bitki tanrısı olarak sembolleştirilmesi de bundan dolayı olmalıdır. 374 Çelik, 1988: 219.

5. Onların eşi, kardeşi olan tanrıçalardan daha zayıf karaktere sahiptirler; tanrıçalar daha güçlü bir kişiliğe sahiptir. Onlar tanrıçalar ile çiftleşmek isterler. 6. Onların yıllık ölümlerinden sonra, büyük bir üzüntü içerisinde, daha çok üzüntü yas tutulur. Osiris’in karakteri hakkındaki bilgileri, Yunanlı yazarların eserleri ve Mısır edebiyat eserleri sayesinde öğrenebilmekteyiz. Ve bu belirtiler sayesinde onun bitkilerin, ölümün tanrısı olduğu değerlendirmesine varmaktayız. Ama biz hala şu soruları sorabiliriz: “Tanrılar arasındaki böyle bir karma anlayış bu tanrı da nasıl başladı?”, “Mevsimlerin büyük yıllık dalgalanmasının gözleminden ve onları açıklamaya çalışmaktan mı doğmuştu?”, “Doğanın gizemini kurgulanmanın bir sonucu muydu?”, “İlkel felsefenin paravanı kaldırmaya çalışma girişimi miydi?”407 Belki de bu sorular, tanrı Osiris’in geçmiş dönemlerde yaşamış tanrılardan aldığı özelliklerle alakalıdır ve bizim bu konu da kesin bir bilgi edinemememize rağmen onun ölümü ve yeniden dirilişinin benzerinin Adonis, Attis, Temmuz ve Dumuzi’de de ortak olarak görülmesi bu soruları açıklar. Aynı zamanda Attis tapınımı ve köken mitoslarından Osiris’in tapınımı ve mitosu geniş bir fark ile birbirinden ayrılır. Bu ayrım, Attis’in mitostaki anlatımında tanrıçaya ölümcül bir şekilde âşık olan kendi sosyal sınıfından yükselen basit bir köylü, bir çoban ya da avcı olarak tasvir edilmesi; Osiris’in ise Attis’ten farklı olarak Mısır pantheonunda önemli bir konuma sahip olan bir kral olmasıdır.408 Osiris-İsis mitosunun günümüze kadar korunarak gelebilmiş en iyi anlatımı,409 Romalı yazar Plutarchos’un (M.S. 1. yüzyıl) “İsis et Osiris” adlı eseridir. Ancak bu mitos hakkında, birden fazla anlatım şekli vardır. Bunun içinde mitosun anlatımını birkaç kaynaktan yola çıkarak anlatacağız. Mitos, tanrı Seth ile tanrı Osiris’in mücadelesi ile başlar; mücadeleyi kazanan

Seth, 407 Frazer, 1961: 158. 408 Frazer, 1961: 158. 409 Tuna, 1997: 22. 113

Osiris’i bir sandığa kapatır ve onu Nil nehrinin sularına bırakır; sandık Biblos kentinde kıyıya vurur. Sandığın bulunduğu yerde olan bir ağaç büyüyerek sandığı içerine alır. Bu ağacın görüntüsünden etkilenen Biblos kralı bu ağacı kestirerek kendi sarayına dikilmek üzere bir sütün yaptırır. Eşinin, kardeşi Horus’un başına gelenleri öğrenen İsis, onu bulmak için her yeri arar ve Biblos kentine kadar ulaşır. Saraya gelen İsis, Osiris’in tabutunun sütun içinde olduğunu anlar ve kralın izni ile sütünün içindeki sandığı çıkarır. Sandığı alarak kendi ülkesine doğru yola çıkar. Seth, Osiris’in bedeninin bulunduğu bu sandığa İsis’in sandığın başında durmaması üzerine ulaşır. Osiris’in bedenini parçalara ayırır ve her uzvunu farklı yerlere fırlatır. Osiris’in parçalarını toplayan tanrıça bütün uzuvları bulur ancak Osiris’e ait üreme organını bir balığın yutmasından dolayı ulaşamaz410 ve bu organ dışında tüm dağılan birleştirir Osiris’in yeniden dirilmesini sağlar. Osiris’ten sonra oğlu Horos babasının öcünü almak için görev alır ve Seth ile Horos arasında mücadele başlar.411 Mitosun başka bir anlatımında ise, tanrı Seth’in kendisini kaybederek, bulduğu sandığın içerisindeki tanrı Osiris’in cesedini 14 parçaya ayırdığından; İsis’in ona ait her parçayı oradaki toprağa gömmesinden bahsedilir.

412 J. G. Frazer413

Attis ile Osiris’in benzemeyen bir yönü üzerinde durur ve Osiris’in öldükten sonra mumyalanılarak anısının yaşatıldığını; Attis’in ise, çürümeye bırakıldığını vurgular. Seth ile Osiris arasındaki mücadelenin bir zaman sonra Horos ve Seth arasında görülerek devam etmesi nedeniyle Horus ile Osiris’in aynı tanrı olabileceği düşünülmektedir.

,414 410 Tuna, 1997: 23; Hooke, 2002: 70. 411 Mitosun tamamının anlatımı için bkz: Hooke, 2002: 82–85; Frazer, 1991: 290; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, 1999: 66–68; Özer, 1987: 63. 412 Çelik, 1988: 217. 413 Frazer, 1961: 218. 414 Özer, 1987: 61. 114

Osiris mitosunda görülen ölen ve eşi tarafından aranan tanrı imajının benzer şekillerini Sümer’de İnanna’nın yeraltına inişi, Babil’de İştar’ın yeraltına inişi, Filistin’de, Baal-Mot mitosunda görülür. Bu benzerliklerin nedeni olarak da toplumların yaşam biçimlerinin benzer olması ve onların birbirlerinden kültürel anlamda etkilenmesi gösterilebilinir. Zaten bu toplumların hepsi Mezopotamya’da yaşamışlardır; onun için de mitosların benzerlikler taşıması gayet doğaldır. Ancak bu mitoslarla Anadolu’daki mitoslarda da benzer temaların işlenmesi ne anlama gelir. Muhtemelen bunlar, ortak bir amaca mevsimlerin değişimiyle ilgili bitkisel ya da tarımsal bereketlilik ve üreme kültüne hizmet ederler. Kybele-Attis mitosu ile bu mitosu karşılaştırdığımızda; mitosta görülen ölen bir tanrının kardeşi, eşi olan bir tanrıça tarafından aranması şeklinde görülen durumun bazı değişiklikler taşımasına rağmen bir benzerini KybeleAttis mitosunda ölen bir tanrının annesi ve sevgilisi olan bir tanrıça tarafından yaşama yeniden döndürülmesi çabası şeklinde görmekteyiz. Osiris’in parçalanan uzuvlarının toprağa atılması ile tohumların toprağa atılması arasında bir bağlantı kurulabilinir. Zira atılan nesneler farklı olsa da Zeus’un tohumlarını Agdos adlı kayaya boşaltması ile de aynı temanın işlendiği bu görüşümüzü kanıtlar. J. G. Frazer:415 “Parçalanmış kalıntıların yeryüzüne saçılması söylencesi ya tohum ekmenin ya da danelerin savrulmasının mitsel bir anlatım biçimidir.” şeklindeki ifadesi bu görüşümüzü destekler. Yani J. G. Frazer, Attis’i tahılın kişileştirilmiş hali olarak yorumlar. Ayrıca Osiris’in cinsel organı dışındaki tüm parçalarının bulunması oldukça ilginçtir. Osiris’in bitkilerin ve tahıl ürünlerinin büyümesi ve çoğalmasını sağlayıcı yapısı biliniyor. Tanrının cinsel organının ortadan kaldırılması ile onun bereketlilik ve çoğalma ile ilgili işlevi kısıtlanmak istenmiştir. Muhtemelen bu düşünce yapısı, Osiris kültünün gelişimini ve

415 Frazer, 1991: 294.

115 yayılmasını engellemek isteyen mitos yazarları tarafından oluşturulmuş olmalıdır. Tanrının içersinde bulundğu sandığın bir ağacın gövdesi ile kaplanması ile Attis’in bir çam ağacının altında kendisini hadım etmesinden sonra yaşananlar arasında bir bağlantı kurulabilinir. Zira Attis’in vücudunun bir ağaç şeklinde düşünülerek Palatinus tapınağına dikilmesi ile Osiris’in içerisinde olduğu ağacın bir sütun olarak tapınağa dikilmesi de bunu gösterir. Osiris’in ölümünün ardından İsis’in tuttuğu yas, Attis’in ölümünün ardından Kybele’nin yas tutması ile benzerlik taşır. Bu tanrıçaların üzüntüleri ve tuttukları yas sembolik olarak tapınım gördükleri yerlerde her yıl kutlanmıştır.416 Biblos’ta ölen Osiris’i temsil eden sütün tapınağa dikilir ve böylece tanrı yapılan tören ile anılır. Bu törenin uygulanış biçimi Attis’in Mart töreni ile benzer ayrıntılar taşır. Attis’in resminin Mart töreninde bir çam ağacının içerisine yerleştirilmesi gibi Mısır’daki törende de Osiris’in resmi kesilen bir çam ağacının ortasına yerleştirilirdi.417 Yazıtlarda ona “ağacın içindeki ya da akasyanın içindeki yalnız adam’’ denilmesi418 de bunu kanıtlar. Plutarchos,419 İsis’in acısını çekenlerin, onun gibi Osiris için dövünüp ağlayanların ruhlarının inanç açısından eğitildiğini ve bu eylemlerin benzer acılar çeken insanlar için bir teselli kaynağı olduğunu belirtir. Ayrıca Osiris’in sandığını içerisinde barındıran ağacın saray içerisine götürülerek dikilmesi ile Roma’daki Mart töreninde, Attis’i temsil eden çam ağacının Magna Mater (Kybele)’in Palatinus’taki tapınağına götürerek dikilmesi arasında bir bağlantı kurulabilinir. Osiris kültünde de Taurobolium törenleri gibi, boğa kurban etme töreni vardır. Bu kurban törenininde mitosa uygun olarak, Osiris’in parçalara ayrılması sembolik olarak temsil edilir; boğa 14 parçaya ayrılır; daha sonra da inananlar tarafından yenilir. Böylelikle de dine kabul edilecek kişi Osiris’in

416 Frazer, 1961: 3. 417 Frazer, 1991: 296. 418 Frazer, 1991: 299. 419 Dürüşken, 2000: 65. 116

ilahi-beşeri hayatına iştirak etmiş olmaktadır. Osiris’in dirilişini sembolleştirmek için, yenilen boğanın yerine başka bir boğa konulmuştur.420 Uzun bir süre geçmeden, M.S. 2. yüzyılda İsis-Osiris kültü ve mitosu, Roma’ya taşınmıştır ve Roma’nın doğu toplumlarından aldığı, inançlar arasında kendine önemli bir yer bulmuştur. 4.8. Filistin (Levant Bölgesi) Filistin’de, Levant bölgesinde, Kybele gibi; analık, kadınlık, savaşçılık, kent koruyuculuk özelliklerine sahip Astarte (Aşera) ve Anat adlı tanrıçaların varlığı bilinmektedir. Bu bahsettiğimiz tanrıçalara bereketlilik, verimlilik ve tarım kültüyle alakalı tanrı Baal’da eşlik eder. Bu tanrıçaların ve tanrının Kybele ve Attis’e öncü olabilecek karakter özellikleri taşıyıp taşımamaları konusunda bir inceleme yapmamız; bu konuda bir fikre sahip olmamızı sağlar. Ancak kesin bir görüşe varmamız için yeterli bilgimiz yoktur. Öncelikli olarak, bu tanrıların özelliklerini, Frigler’deki Kybele ve Attis ile karşılaştırmalıyız; daha sonra onların mitos içerisindeki rollerine bakmamız gerekir. Anat, Baal’ın eşi ve kız kardeşidir. O, bazı eski Ana Tanrıçalar’ın özelliklerini alıkoyar; halkın annesi, sevginin kaynağı bereketlilik ve yeniden doğumun simgesidir ama bunun yanında bir bakire ve savaş tanrıçasıdır. Onun bu özelliği, onu tanrıça Athena ile ilişkilendirir. Baal’ın yeniden doğuş hikâyesinde, biz bu tanrıçanın tüm niteliklerini bulabiliyoruz. Onun öfkesi, tanrı Mot’un elleri ile tanrı Baal’ı öldürmesini öğrendikten sonra sonsuzlaşır.421 Astarte ise, Fenike’deki Eros ve Aphrodite adlı tanrıların özelliklerini bir arada toplaması ile oluşmuştur.422 Baal’ın hem eşi hem de muhalifidir. Astarte ile Baal arasındaki eş ilişkisinin nasıl olduğu, net olarak anlaşılamamaktadır. Büyük ihtimalle, onun kültü Filistin’e Sümerler’den

420 Çelik, 1988: 218. 421 Leeming ve Page, 1996: 144. 422 Comte, 2000: 112.

Babiller aracılığı ile taşınmış olan İştar kültünün devamıdır. İştar ve Astarte kelimelerinin birbirlerini çağrıştırması da bunu doğrular niteliktedir. Astarte’nin de, İnanna ve İştar gibi tapınak fahişelerine benzeyen hizmetkârları vardır. M.S. 2. yüzyılda yaşamış Romalı yazarlardan Lucianus, Lübnan’daki Biblos kentinde Aphrodite’ye (muhtemelen Astarte) ait bir tapınakta, kutsal birleşme âdetinin devam ettiğini söyler.423
Tanrıça Anat’ın sahip olduğu savaşçılık özelliği; onun hâkimiyet kurduğu bölgeyi koruyan bir tanrıça olmasından kaynaklanır. Anat, savaşçı kimliğini kullanarak kardeşi, eşi Baal’ı öldüren yeraltı dünyasının tanrısı Mot ile savaşır.424 Bu tanrıça gibi, İştar, Hepat ve Kybele adlı tanrıçaların da aynı özelliğe sahip oldukları bilinmektedir.
Tanrı Baal ise; bereketlilik, verimlilik ve tarım tanrısıdır.425 Onun görevleri arasında verimlilik işlemini kontrol etmek, bitkileri canlandırmak ve mevsimlerin düzenini sağlamak vardır.426
Bu belirttiğimiz tanrı ve tanrıçaların adının geçtiği, onlara ait birçok mitos vardır; ancak bunlardan Kybele-Attis mitosu gibi doğa ve mevsim değişimi ile ilgili olanları incelememiz yerinde bir davranış olacaktır.
Öncelikli olarak; tarım, verimlilik ve bereket kültüyle alakalı, mevsimlerin değişimini konu alan mitoslardan, Tanrı Baal’ın başından geçenleri anlatan mitosa değinmemiz gereklidir. Daha sonra da buradaki rolü
açısından, onun tanrı Attis ile karşılaştırılması iyi olur. Ayrıca, bu tarz kültlerin oluşmasının altında yatan nedenin ne olduğu da incelenmelidir.
Bunun nedeni, tarımla uğraşan toplumların, bereketlilik, verimlilik ve çoğalma için, mevsimlerin ve doğanın kişileştirmesi ile oluşturulmuş bir tanrıyı doğanın yıkıcı güçleri karşısında kurtarıcı olarak görmeleridir. Bu tarz tanrıların adlarının farklı olması önemli değildir; önemli olan onların rollerinin ve görevlerinin aynı olmasıdır.

423 Black ve Green, 2003: 79. 424 Eliade, 2003: 193. 425 Bratton, 1995: 162. 426 Bratton, 1995: 102–103. 118
Şimdi bahsettiğimiz mevsimlerin değişimi ile ilgili mitoslardan biri olan, Baal ile Mot arasında geçen mitosu ele alalım. Mitosun konusu: Baal ile Mot’un hâkimiyet savaşıdır. Yeraltı dünyasının tanrısı Mot, Baal’dan haraç ister; ancak Baal bunu kabul etmez ve habercilerini Mot’a yollar. Bu haberciler, Mot’tan bir tehdit mesajıyla döner.
Bunun üzerine Baal’da, Mot’a karşı daha alttan alan bir tavır takınır. Bu haberden sonra, o El’in tarlasında ölü olarak bulunur. Tanrının ölümünden sonra, ağıtlar yakılır; yas törenleri tertip edilir. Kardeşinin ölümüne dayanamayan Anat, onu aramaya başlar; Güneş Tanrısı Şapaş’ın yardımı ile Baal’ı bulur;427 daha sonra Mot’u öldürür ve onun kemiklerini öğüterek tarlalara serper. Bunun üzerine tanrı Baal dirilir. Bahar mevsimi gelir.428
Ertesi yıl hâkimiyet savaşı yeniden başlar; kazanan taraf belli olana kadar devam eder; bu olaylar her yıl tekrarlanırdı.
Büyük ihtimalle, iki tanrı arasında gerçekleşen savaş temasının altında yatan neden başkadır. Çünkü burada iklimlerin değişiminin tarım ürünleri üzerindeki etkisi belirtilmek istenmiştir. Savaşı kazanan tanrının özelliğine göre, o yıl toprağa ekilen tarım ürünlerinin elde edilme durumu değişir. Eğer tanrı Mot savaşı kazanırsa, toprak susuz kalır; kuraklık baş gösterir ve ekilen ürünlerden verim elde edilemezdi. Ama tanrı Baal savaşı kazanırsa, durum tam tersi bir hal alırdı. Yağış bol görülür; toprak susuz kalmaz. Tarım ürünleri bol olurdu. Verimli bir yıl geçerdi.
Baal’ın ölümünün ardından yas tutulması; toprağın ölmesi, kuraklığın baş göstermesi, bitkilerin kuruması şeklinde görülen durum; Attis’in ölmesinin ardından yaşanan olayları anımsatmaktadır; o öldüğünde de doğanın ve insanların düzeni bozulur, bitkiler yeşermez; kadınlar çocuk doğuramazdı.
Bir tanrının ölmesi ve buna dayanamayan tanrıçanın kardeşini, eşini yaşama döndürmek için uğraşma çabasını; eşinin yardımı ile onun yeniden

427 Hooke, 2002: 118. 428 Yurdaydın ve Dağ, 1978: 57. 119

canlanması motifinin izlerini, Mezotamya’da (Sümer, Babil, Suriye, Mısır), Anadolu’da (Frig) ve adını sayamadığımız birçok yerde bulabiliriz. Bilindiği gibi, bu çeşit anlatımlar, mevsimlerin değişimi ile alakalıdır.
Tanrının ölmesi ve yeniden dirilmesi temasının, Mezopotamya’dan Anadolu’ya kadar nasıl yayıldığı konusunda iki görüş ileri sürülebilinir:

1. Mezopotamya’dan Asurlular ya da Babilliler aracıyla Anadolu’ya
taşınmıştır. (Mezopotamya kaynaklı.)
2. Tanrının öldüğü ve yeniden dirildiği şeklinde görülen temalar, iklim
şartlarının insan yaşamında etkisinin çok fazla hissedildiği tarım toplumlarının
hepsinde ortak olarak görülmesi nedeniyle görülür ve evrensel bir nitelik taşır.
Bunun içinde, Anadolu’da da böyle bir temanın görülmesi doğaldır. Kısacası,
Mezopotamya’dan bu temayı almamışlardır. (Evrensel.)
Mitoslar dışında, arkeolojik verilerden de yararlanmak Ana Tanrıça
kültünün Filistin’de de görüldüğünün kanıtlanması açısından önemlidir.
Bunun için, günümüzde dahi kendini heybetli bir şekilde gösteren Sion Dağı,
bize bazı ipuçları sunar.
Kudüs kentinde, Haram-i Şerif’in üzerine oturduğu dağın bu bölgeye
tek tanrılı dinler gelmeden önce ve tek tanrılı dinler döneminde kutsal olduğu
söylenmektedir.429 Eski Ahit’te, Zekeriya bölümünde, 8. kısımda; RAB, o
dönemin Kudüs’ünde varlık gösteren tanrıyı kıskandığını belirtirken Kudüs’te
bir dağa kutsal görülerek tapınıldığını da belirtmiş olur: “… Sion’a döndüm,
Yereşalimin (Kudüs) içinde oturacağım ve Yereşalime (Kudüs),
gerçekler şehri,ve ordular RABBİ’nin dağına, Mukaddes dağ denilecek.”
430
Böylece, çok tanrılı dinler zamanında, Sion Dağı’nın kutsal sayıldığını
ve dağların hakimesi Ana Tanrıça Kybele’nin bir benzerinin Kudüs’te var

429 Işık, 1999: 1. 430 Kitabı Mukaddes, 1988: 894–895.  120
olduğunu anlıyabiliyoruz. Arapça’da dağ anlamına gelen Cebel sözcüğününde Kybele’den türeyip türemediği, merak konusudur.431 4.9. Girit Kybele-Attis Kültü’nün kökenini incelerken, Girit adasında belli bir süre varlık göstermiş olan Ana Tanrıça inanışına bir bakış yapmamız ve konumuz açısından Kybele-Attis kültüne öncü olabilecek Girit tanrı ve tanrıçalarını incelememiz gerekecektir. Çünkü Frig Ana Tanrıçası Kybele ile Girit tanrıçaları arasında bazı benzerlikler göze çarpmaktadır. Özellikle Girit Ana Tanrıçası ile Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kybele arasında, her iki tanrıçanın da ana kimliğini taşıması bir benzerlik gösterir. Bu tanrıçalar gibi, Yunan Tanrıları’nın anası Rhea da ana kimliği ile ön plana çıkar.
Rhea ile Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kybele‘nin aynı ünvanı taşıması nedeniyle; bu tanrıçaların özde aynı ama isim olarak farklı tanrıçalar olduğunu söyleyebiliriz. Rhea’nın kökeni Girit’tir; o halde Kybele’nin de
Girit’ten aldığı bir şeyler vardır. Bu açıdan baktığımızda, Kybele’nin kökeni açısından Rhea’nın Girit’teki mevkisi önemlidir. Ayrıca, Ana Tanrıça’ya tapınımın Girit’te ne zaman başladığına ve Anadolu ile Girit Ana Tanrıçaları arasında bir akrabalığın olup olmadığına bakmamız gerekmektedir.
Girit’te, Paleolitik Çağ tanrıça tapınımına ait herhangi bir arkeolojik kalıntı ele geçmemiştir; fakat Neolitik Çağ’a ait küçük kadın heykelcikleri(idoller)432 (Resim: 56) bulunmuştur. Bu heykelciklerin, Girit’te Ana Tanrıça tapınımının ilk somut belirtileri olduğunu söyleyebiliriz. Böylelikle Girit’te görülen kadın heykelciklerinin sayesinde Neolitik Çağ’da Ana Tanrıça’ya tapınımın şekillenmeye başladığını düşünebiliriz.
Neolitik Çağ ve sonrasında, Ana Tanrıça heykelciklerinin kadın şeklinde yorumlanmasının altında yatan neden; toprağın, kadının doğum ve insanın oluşmasındaki rolünden etkilenilerek kadın gibi düşünülmesi,

431 Yavuz, 2002: 133. 432 Mansel, 1947: 7–8. 121

toprağın içinden ekinlerin fışkırmasının ise, yeni doğum yapan bir kadının çocuğuna kavuşmasına benzetilmesi olduğunu düşünebiliriz.
Anadolu’nun Ana Tanrıçası ile Girit tanrıçaları arasında akrabalık ilişkisinin olduğunu, Anadolu ile Girit tanrıçaları arasında benzerliklerin görülmesinden anlayabiliriz; ancak ne tür bir akrabalık ilişkisinin olduğunu
bilemiyoruz.
Giritliler, tanrıçalara433 tapınaklar ve kült alanları yapmışlardır. Girit’teki tanrıçaların birçok sıfatı vardır. Bu sıfatlara örnek olarak; dağ anası, hayvanlar hakimesi, kutsal ağaç tanrıçası, yılanlı tanrıça, güvercin tanrıçası, haşhaş tanrıçası ve ayrıca kollarında genç tanrı’yı tutan Ana Tanrıça verilebilinir.
Girit dininde çeşitli şekillerle tasvir edilmiş bu tanrıçaların farklı tanrıçalar mı, yoksa aynı tanrıçanın değişik görünüşlerini mi yansıttığı konusu halen tartışılmaktadır. Bu konuda A. M. Mansel:434 “Girit’te tarihi çağlarda büyük tanrıçaların izlerine Rhea yahut tarihçi Diodor’un bildirdiği “Meteres” yani “Ana Tanrıçalar” şeklinde rastladığımız göz önüne alınırsa, bu adada yalnız büyük bir tanrıça bulunduğu, yukarıda tarif
ettiğimiz tanrıçaların ise büyük tanrıçanın başka şekillerde tezahürü oldukları kabul olunabilir.” demiştir. Minos Tanrıçası’nın potnia theron (hayvanlar hakimesi) olma özelliği, daha geç dönemlerde Frigler’in Ana Tanrıçası Kybele kültünde tekrar ortaya çıkıyor. Minos Ana Tanrıçası gibi Frig Ana Tanrıçası Kybele’nin de kutsal hayvanının aslan olduğunu görülüyor. Her iki tanrıçanın kutsal hayvanının da
aslan olması, aslanların tanrıça kültlerinde önemli bir yerinin olduğunu gösteriyor; çünkü aslanlar Ana Tanrıça’nın gücünün ve her şeye hâkim olmasının göstergesidir.

433 Neolitik Çağ’dan başlayarak, bütün Ege bölgesinde olduğu gibi, Girit adasında da en çok üreme
uzuvları belirtilmiş insan biçimindeki kadın heykelcikleri her şeye hayat veren ve her şeyi tekrar
kucağına alan büyük bir tabiat tanrıçasına tapınılmış olduğuna işaret eder. M.Ö. 2000’de bu tabiat
tanrıçasına dağların ve hayvanların hakimesi olarak rastlanıyor ve bu tanrıçanın tarihi devirde Girit’te
Rhea, Anadolu’da ise Kybele adını taşıyan “Tanrılar Anası” nın karşılığı olduğunu anlıyoruz

(Mansel,1947: 47–50.). 434 Mansel, 1947: 52.  122
Kybele ile Rhea kültünün birbirine karıştırılmasının nedeni aslında
Zeus’un doğuşunun anlatıldığı mitostur. Mitos’un anlatımı 435 şöyledir:
“Tanrıların Anası Rhea ile Gök Tanrısı Kronos evlidir. Gök Tanrısı
Kronos rüyasında gördüğü bir kehanete dayanarak her çocuğunu doğar
doğmaz yutmaktadır. Gök Tanrısı Kronos’un çocuklarını doğar doğmaz
yutmasından dolayı Rhea, Zeus’u kurtarmak için Girit’in Lykos
mağarasına götürmüş; Tanrı Zeus’u doğurmuştur.436 Bu öykünün daha
geç tarihli versiyonlarında, Girit’te çocuk Zeus’a Kuretalar denilen bir
grup gencin baktığı kaydedilmiştir. Kuretalar, babası Zeus’un
varlığından haberdar olmasın diye, kalkanlarını vurarak çıkardıkları
gürültüyle bebeğin seslerini bastırmışlardır.”
Bu öykünün bazı yönleri Kybele’nin kimliği üzerinde kalıcı bir etki
bırakmış olmalıdır.
Aslında Kybele’nin Girit ve Frigya kökenlerinin birbirlerine
karıştırılmasında mitos içerisinde adı geçen Kuretalar’ın da büyük payı vardır,
çünkü bunlar yine Kybele taraftarı olan bir başka delikanlı grubuyla, esrik bir
halde dans edip müzik yapan ve Frigya kökenli oldukları söylenen
Korybantlar ile bir tutulmuşlardır.437
Kısacası, Girit’teki Rhea-Zeus kültüyle, Frigler’deki Kybele ve Attis
kültü arasında bazı ortak noktalar bulunur; bunun içinde bu tanrıçalar
Yunanistan’a taşındıktan sonra birbirleriyle eşleştirilerek Meter adlı tanrıçanın
yapısında kimlik bulmuş olmalıdırlar. Onlar, bu benzerlikleri nedeni ile
birbirleri ile ilişkilidir. Ayrıca Ana Tanrıça inanışı evrensel bir nitelik
taşıdığından, farklı uygarlıklarda değişik adlarla görüldüğünden, Girit’teki Ana
Tanrıçalar ile Anadolu’daki Ana Tanrıçalar’ın birbirlerinin kökeni olup
olmadığı konusu hakkında tam bir açıklama yapamıyoruz, çünkü bu tarz bir
açıklama yapmak için henüz yeterli bir bilgimiz yoktur.

435 Hesiodos, 1991: 120. 436 Hesiodos, 1991: 120. 437 Roller, 2004: 172–173. 

O. James,438 tanrıça Rhea’nın Yunan tanrıları arasında tanınmaya
başlandığında Frigyalı Ana Tanrıça ile ilişkilendirildiğini belirtir; onun içinde
Frigyalı kültün tanrıçasının kutsal eşyaları olan ziller, davullar, kavalların
tanrıça Rhea’ya verildiğini söyler ve o, tanrıçanın Kybele ile eş tutulmasının
altında yatan nedeninin, tanrıçanın bitki tanrılarına özgü nitelikler
taşımasında olduğuna değinir.
Girit Ana Tanrıçası Rhea’nın Anadolu Tanrıçaları ile ilişkisi hakkında
bilgi verdikten sonra, Giritliler’in tanrı anlayışlarına, Ana Tanrıça’nın yanında
Anadolu’daki Ana Tanrıça Kybele’nin sevgilisi, oğlu, Attis’e benzeyen bir
erkek figürünün olup olmadığına ve bu tanrı ve tanrıçanın onuruna
düzenlenen törenleri anımsatan Girit’teki bazı dini uygulamaların olup
olmadığına bakmamız gerekmektedir.
Girit toplumunda Frigler’deki gibi tanrının her yıl ilkbaharda doğması
ve ardından sonbaharda ölmesinin altında yatan nedir? Sorusuna en iyi
cevap: o dönem insanının doğaya olan inancıdır. Onlar, hayatlarının devam
etmesi için doğanın yegâne üstün güç olduğunu görmüşler ve doğa canlı
kalmadığı sürece yaşamalarının imkânsız olduğunu anlamışlardır. Bunun
korkusu ile mevsimlerin birbirini takip etmesi ve bitkilerin esrarengiz bir
şekilde yeşermesi ve solmasını, bir tanrının ölüp dirilmesine benzetmişler ve
onu bir tanrı ile kişileştirmişlerdir. Böylelikle de her tarım toplumunda olduğu
gibi Girit’te de bir bitki tanrısı oluşturulmuştur. Bu tanrının adı “Zeus”tur ve o,
Minos Çağı’nda, Girit’in Genç Tanrısı (Resim: 57) “Kuros” (oğlan), “ZeusVelkhanos439/Megistos Kuros” olarak adlandırılmıştır.
A. M. Mansel,440 Zeus’un “Megistos Kuros” sıfatıyla tapınım gördüğünü
ve her yıl ilkbaharda onun doğumunun şenlikler ile kutlandığını, kışın
ölümünün yaslara neden olduğunu ve bu tanrının Anadolu’daki tanrı Attis ile
benzer olduğunu belirtir.

438 James, 1960: 298–299. 439 Alexiou, 1991: 89. 440 Mansel, 1947: 53. 
124
Böylelikle de, Zeus olarak adlandırılan tanrının Attis ile aynı tanrı
olduğunu ve farklı toplumlarda değişik adlar altında varlığını gösterdiğini
anlıyabiliyoruz. Bu tanrıların kışın ölmesi sonrasında insanların kendinden
geçerek yas tutmaları şeklinde ortaya çıkan durumun benzerlik göstermesi
olağandır. Çünkü tanrının doğumu ve ölümü, bundan ardından da yapılan
törenler doğanın insan yaşamı üzerindeki etkisinin neticesidir. Bu tanrının adı
Attis, Zeus veya başka bir ad olsun fark etmez; önemli olan tanrının bereketi
ve verimliliği sağlamasıdır.
Tanrı Zeus’un doğayı simgelemesinin yanı sıra onun eşi ve annesinin
tanrıça Rhea olduğunu görüyoruz. Zeus tanrıça Rhea’nın eşi olduğunda
onunla birleşir ve sonrasında toprağı simgeleyen ana rolündeki Rhea,
Zeus’un tohumlarından hamile kalır. Böylelikle de bitkilerin yeşermesi
sonucunda tabiata gürlük ve bereketin geldiğine inanılır.441 Bu tanrıça çifti ile
Sümerler’deki İnanna–Dumuzi, Babiller’deki İştar-Temmuz, Frigler’deki
Kybele-Attis birlikteliği arasında bir bağlantı olmalıdır. Farklı adlarla anılsalar
da tanrı ve tanrıçanın cinsel birleşmesi teması ortaktır.
M.Ö. 1400 yılına doğru Minos Uygarlığı’nın Girit’te egemenliğini
yitirmesi ile onların yerine Akalar’ın geçtiğini görürüz.442 Onların dini
görüşlerine dair fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ancak M.Ö. 1600 yıllarından
başlayarak Yunanistan’ın kültür hayatının hemen her sahasında olduğu gibi,
din sahasında da Minos Uygarlığı’nın kuvvetli tesirinin onları etkilediğini
görürüz. Örneğin; Mikenai kuyu mezarından birinde bulunmuş altın bir iğne
üzerinde Giritli Ana Tanrıçası’nın tasvirinin bulunması,443 Ana Tanrıça
inanışının Akalar devrinde de devam ettiğini göstermesi açısından önemlidir.
Girit’teki törenlere baktığımızda ise, Frigler’deki gibi Giritliler’in de tören
esnasında müzikli bir takım dans yaptıklarını ve bu dansların bazen,
inananların kendilerinden geçercesine dans etmeleriyle, törenlerin canlı ve
hareketli bir hal aldığını444 söyleyebiliriz. Belki buradaki müzik ve dans ile

441 Mansel, 1947: 53. 442 Mansel, 1947: 61. 443 Mansel, 1947: 79. 444 Mansel, 1947: 57. 
125
ortaya çıkan dinsel esrime hali ile Kybele-Attis onuruna düzenlenen törenler
esnasında, Galluslar’ın typmhanum (tef) gibi müzik aletlerinin çıkardığı sesler
eşliğinde çılgınca dans ederek, kendilerinden geçmeleri arasında bir bağlantı
kurulabilinir. Ayrıca, Girit’teki törenlerde kullanılan aletlerle Kybele-Attis
törenlerinde kullanılan aletler arasında bir benzerlik olmalıdır.
L. E. Roller,445 Yunan ve Roma dünyasına yayılan Meter kültünün
dinsel törenlerinde kullanılan tefin Girit’teki Rhea kültünün bir parçası olduğu
ve Meter’in esrime ayinlerinin başlangıçta Girit’te yapılmış olabileceğini
söylemesi de bizim bu görüşümüzü destekler niteliktedir.
Girit’e ait dinsel törenlerde Roma’daki Megalensia tören alayı gibi
yapılan kadın/kadın elbiseli hizmetkârlar ve erkeklerden oluşan bir tören alayı
ellerinde sunu malzemeleri ile sembolik anlamdaki tapınağa doğru
ilerlemektedirler. Bu tarz bir geçit resmi, Knossos’tan reliefli bir kap üzerinde
betimlenmiştir. Bu resimde, kadınlar ve erkeklerden oluşan dini bir alay
sahnesi canlandırılmıştır. 446
Törende Kybele rahiplerine benzer şekilde uzun kadın elbiseleri giyen
ve bellerine kurdele takan kişiler görev almışlardır. Bu kişilerin tören
esnasında bu kıyafetleri giyinmeleri ve müzisyenlerle birlikte tören alayına
katılmaları447 geleneği, Minos saraylarında görev alan bu hizmetkârların o
dönemde yaşamış hadım rahipler448 olabileceğini düşündürüyor. Ancak
onların hadım edilip edilmedikleri hakkında herhangi bir arkeolojik ve yazılı
belge elimize geçmemiştir. Bunlar ile Kybele’nin hizmetkârları hadım rahipler
(Gallus) karşılaştırıldığında aralarındaki benzerlik kadın giysisini andıran
uzun bir elbise giymeleri olarak görülse de onların giyinişleri Kybele’nin
hadım rahiplerinden daha farklıdır. Ancak müzik eşliğinde yürüyerek tanrı
veya tanrıçalarına yiyecek...vs. gibi sunu da bulunmaları arasında bir
benzerlik söz konusudur. Çünkü Girit’te, bayram günlerinde rahipler,

445 Roller, 2004: 174. 446 Alexiou, 1991: 138. 447 Alexiou, 1991: 137–138. 448 Alexiou, 1991:130. 
126
müzisyenler ve kültle ilgili şahıslardan oluşan tören alayları bize Roma’daki
törenleri çağrıştırmaktadır.
Frigya kernoslarının benzeri kap türleri, Girit’te de görülmektedir. Bu
kaplar Girit’te de kernos adını taşır ve Ana Tanrıça inanışının olduğu yerlerde
kült törenlerinde kullanılan bir malzemedir. Bu kap türlerine ait buluntular,
Mesara’dan449 (Resim: 58) Phaistos’taki ilk saraydan ve Malia’dan ele
geçmiştir.450 Girit kernoslarına benzer bir kap türü olan Panspermia adlı bir
kap türü de kernoslar ile aynı işleve sahip olarak Girit’te kullanılır. Bu kap türü
de bereketlilik kültü ile ilgilidir. Bu kapların içine tarladan ele geçmiş
mahsüller konularak o yılda elde edilen ürünlerin bereketli geçeceğine
inanılır.451 Yuvarlak şekilli Minos kernosları, mevsim dönümünde etkili
olabilecek sembolik bir taç niteliğindedir. 452
Kernosların ortaya çıkarıldığı merkezlerden elde edilen kanıtlar ortak
bir noktada birleşmişlerdir ki bu kaplar, ölümden sonraki yaşama ilişkin
inanışların gereği gömülere konulur ve bunun yanı sıra, özde ortak özelliklere
sahip Ana Tanrıça kültlerinde kullanılırlardı. Bu kaplar, antik döneme ait
edebiyat eserlerinde her zaman Rhea-Kybele kültüyle bağlantılı
gösterilmişlerdir.453 Kybele kültünde bu kaplar, Roma’da tanrıça Magna Mater
(Kybele) ve tanrı Attis adına düzenlenen yıllık dinsel kutlamaların bir parçası
olup Taurobolium töreninde kullanılmışlardır.454 Ancak bu kapların Frigya’da
kullanım görmesi biraz şüphelidir.
4.10. Hitit
Frigler’in yaşadığı topraklarda, onlardan önce belirli bir süre Hititler
yaşamışlar; kavimler göçüyle de yıkılmışlardır. Hititler yıkıldıktan sonra da bu
topraklara Frigler, yerleşmişlerdir; doğal olarak, Hititler’in toplumsal, siyasi ve

449 Kernoi:kerannümi, karıştırmak fiilinden türemiştir (Alexiou, 1991: 121.). 450 Alexiou 1991: 121. 451 Alexiou, 1991: 122. 452 Alexiou, 1991: 122. 453 Özkaya, 1997: 24–25. 454 Alexiou, 1991: 121. 
127
dinsel özelliklerinden etkilenmişlerdir. Böylelikle her alanda olduğu gibi dinsel
alanda da etkileşimin neticesi olarak, Hitit kökenli bazı tanrı ve tanrıçalar Frig
dinine girmiş ve Frig yerel tanrılarıyla eşleştirilmiştir. Belki de Kybele ve tanrı,
oğlu, sevgilisi Attis’in kimliklerinin oluşmasına az da olsa bir etkide
bulunmuşlardır. Bunun içindir ki, Kybele ve Attis kültünün kökeni açısından,
kültün Hitit zemini önemli bir yer teşkil eder. M.Ö. 12. yüzyılda Hitit
İmparatorluğu’nun yıkılışından M.Ö. 8. yüzyıl başlarına kadar olan süreç göz
önüne alınırsa, Hitit dininin Frig dini inanışlarına nasıl ve ne ölçüde etki
ettiğini tespit etmenin zor olduğu kabul edilmelidir.
Öncelikle Kybele-Attis ile benzer özellikler gösteren Hitit tanrıça ve
tanrılarının özelliklerini, Hitit bahar bayramlarında geçen bilgiler çerçevesinde
değerlendirmek; daha sonra da Hitit mitolojisindeki Telepinu ve Kumarbi
mitoslarına içerik açısından, Kybele ve Attis mitosu ile benzer yönleri
karşılaştırılmak gereklidir.
Hitit dininin yapısına baktığımızda, Hititlerin çok tanrılı bir din sistemine
sahip olduklarını görüyoruz. Bunun içindir ki, Hititler çivi yazılı tabletlerde
“Hatti Ülkesinin bin tanrısı”ndan söz ederler.455 Hititler’in bu kadar çok
tanrısının olmasının nedeni, onların Hititler’in iletişim kurdukları toplulukların
tanrılarını benimsemelerinden ve kendi tanrıları arasına yerleştirmelerinden
kaynaklanmaktadır. Böylece, onlar, farklı kökenlerden birçok tanrı ve
tanrıçayı benimsemişlerdir.456 Bu tanrı ve tanrıçalar, Anadolu/Hatti, Hint
Avrupa veya İndo-Ari ve Asur-Babil kökenlidir.457
Hititler yabancı ülkelerden aldıkları tanrı ve tanrıçaları Hitit halkına
kabul ettirmek için, onları kendi tanrılarıyla eşleştirme (sinkretizma) yoluna
gitmişlerdir. Sinkretize edilen tanrı ve tanrıçalar başka adlar altında görülseler
de özellikleri açısından benzerlik gösterirler.458 Bu eşleştirmeye örnek olarak,
Puduhepa’nın duası verilebilinir:

455 Sevin, 2003: 183. 456 Akurgal, 1995: 79. 457 Dinçol, 2006: 76. 458 Akurgal, 1995: 79. 
128
“Arinna’nın Güneş tanrıçası, leydim, bütün ülkelerin kraliçesi,
Hatti topraklarında sana ‘Arinna’nın Güneş tanrıçası’ denir ama acelece
yarattığın ülkede, sedirlerin diyarın da senin adın 'Hepat' tır.”459
Frigler ve Yunanlılarda olduğu gibi, Hititler de tanrılarını insan
biçiminde düşünmüşler ve onların da insanlar gibi yiyip içtiklerine,
sinirlendiklerine, uyuduklarına, kıskandıklarına, öç aldıklarına inanmışlardır.
Hititler’de Kybele ile karşılaştırılacak en önemli tanrıça, Hepat ya da
Arinna’nın Güneş Tanrıçası olarak bilinen tanrıçadır. Hattiler’de “Vuruşemu”,
Geç Hititler’de “Kubaba”, Frigler’de “Kybele” olarak adlandırılan tanrıça, Tunç
Çağları, Neolitik - Kalkolitik Çağlar, Paleolitik Çağ Venüsleri’ne kadar uzanan
Ana Tanrıça olgusu şeklinde, devamlılık gösterir. Yunan ve daha sonra
Roma döneminde “Kυβελη” (okunuşu “Kubele”) olarak adlandırılır.460
O halde şunu diyebiliriz ki, Anadolu’da yüzyıllardan beri devam eden
Ana Tanrıça inancı evrensel bir inanıştır ve çeşitli adlarla anılsa da bir tane
Ana Tanrıça vardır. Onun içinde Hepat ya da Arinna, Kybele’nin kendisidir.
Ayrıca, Hitit tanrılar topluluğunun (pantheon) binlerce tanrısının
arasında “Kara Tanrıça” adlı bir tanrıçanın da Kybele ile ilişkili olabileceği
düşünülmelidir. Nitekim “Kara Tanrıça” sıfatı, Kybele’yi temsil eden kara taşın
Pessinus tapınağına yerleştirilmesi, bu paralelliği çağrıştırır.
Bazı otoriteler de bu görüşü onaylamışlardır.
F. Kınal 461: “Hitit devleti çöktükten sonra, Ege göçlerinin dalgaları
arasında Kara Tanrıça’ya yani (İştar’a) Kybele denilmiş ve ilkin Frigler,
sonradan da Romalılar tarafından tapınılmıştır.” şeklindeki ifadesiyle bu
paralelliği açıkça ortaya koymuştur.
R. D. Barnett462 ise, M.S. 204 yılında, Roma’ya götürülmesi ve ‘Bona
Dea’463 olarak tapınımının, Kybele’nin siyah bir taş şeklindeki figürünün,

459 Gurney, 1977: 18. 460 Akurgal, 2000: 121; Bayladı, 1998: 25. 461 Kınal, 1986: 239. 462 Barnett, 1967: 22. 
129
Hititler döneminde tapınılan Kara Tanrıça’nın devamı olduğunu ve
Anadolu’daki dinsel devamlılığın göstergesi olduğunu söylemektedir.
Kara Tanrıça, “DINGIR GE6” şeklinde geçmektedir:
“ma-a-an DINGIR LUM GE6, Kur URU Parnassa EZEN Harpas…
DU-zi, İs-TU E.GAL KİSLAH 1 PA ZİZ, 1 PA SE LAL AMA DİNGİR LİM=
Eğer Parnassa Şehri Kara Tanrıçaya Harpas bayramı yaparsa, 1 ölçek
arpa, 1 ölçek buğday tanrılar anası (için verilir) .”
464
Aslında, çağlar boyunca kutsal sayılan siyah meteor taşı, sadece
Frigler’de veya Hititler’de değil birçok ülkede gökten düştüğü için kutsal
sayılmıştır.465
Hititler’de, Ana Tanrıça Kybele’nin kökeni olabilecek tanrıçaların var
olduğunu bildiğimiz halde, genç âşık Attis’e benzer bir tanrının Hititler’de
varlığını bilemiyoruz. Ancak, Attis’in öldürüldüğü yabandomuzu avı sahnesini
Alacahöyük İmparatorluk dönemi Hitit sanat eserlerinde görülebilmektedir.466
(Resim: 59)
Ayrıca Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı'nda kaya üzerine betimlenen
tanrı Şarruma’nın, Attis’e benzer özellikler gösteren bir tanrı olduğunu
düşünebiliriz. Çünkü Kybele ve Attis arasında sevgili ilişkisinin olmasının yanı
sıra ana-oğul ilişkisinin de olması, Hepat ve Şarruma arasındaki ana-oğul
ilişkisine benzerlik gösterir. Belki de bu tanrı, Attis’in Hititler dönemindeki
betimlenişinin nasıl olduğunu bize gösteriyordur.
Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı A galerisinde, Şarruma, annesi Hepat
ve babası Teşup ile birlikte betimlenmiştir. (Resim: 60-61) Şarruma, Hepat’ın
arkasında, bir aslan ya da panter üzerinde ayakta durmaktadır; onun önünde
duran anneside, oğlu gibi bir panter (?) üzerinde durmaktadır.467 Hem
 463 Bona Dea, “İyi Tanrıça” anlamına gelir. Roma’da yalnızca kadınlar tarafından geceleri gizli
şenlikler ile tapınılan bereket ve bolluk bahşeden tanrıça, kardeşi ya da eşi olarak Faunus ile bir araya
gelirdi (Fink, 1997: 96.).
464 Kınal, 1986: 236 (KBo II 8). 465 Günümüzde “Hacer’ül Esved”de siyah bir taş olarak kutsanmaktadır. 466 Çapar, 1991: 86. 467 Akurgal, 2000: 122.
130
Hepat’ın hemde oğlunun aynı türden hayvana binmesi, iki tanrı arasında
değişik bir ilişkinin olduğunu gösteriyor. Herhalde Hititliler, Şarruma’nın
Hepat’ın oğlu olduğunu göstermek istemişlerdir. Buradaki gibi Babil’in İştar
kültünde de aslanların görülmesi, Anadolu’nun Ana Tanrıçası’nın ve Frigler’in
Ana Tanrıçası’nın aslanlarla birlikte tasvir edilmesi de buna paralellik gösterir.
Bunun için, aslanların Ana Tanrıça inancındaki yeri açısından, Frig Ana
Tanrıçası Kybele ile Hepat’ın özelliklerinin kaynaşıp kaynaşmadığı sorusu
akla takılmaktadır.
Hepat ve Şarruma arasındaki ana-oğul ilişkisini Hepat Şarruma adı
altında Şarruma’nın hiyeroglifinde bulabiliriz. Şarruma’nın hiyeroglifi onun
elinin hemen üzerinde kafasız insan vücudu şeklindedir. H. G.
Güterbock’un468 yorumuna göre, Şarrumma, Hepat’ın oğludur. HepatŞarruma ilişkisi, ana-oğul olmaları açısından Agdistis (Kybele) ve Attis
arasındaki ilişkiye benzemektedir. Mitolojiye göre; Attis’in annesi Nana kabul
edilmiştir. Ancak Agdistis’in çift cinsiyetli doğuşunun ardından erkeklik
organının tanrılar tarafından kesilmesi ve bunun ardından da onun cinsel
organından akan kanlardan bir badem ağacının oluşması, Nana’nın da bu
ağacın meyvelerinden birini göğsüne koyması sonucunda hamile kalması
açısından, dolaylıda olsa Attis’in annesi aslında Agdistis olarak görülür.469
Frigler’de Attis mitosu bahar ya da yıldönümü ile ilişkilidir. Hititler,
doğanın insan üzerindeki üstün gücüne inandıklarından iklim değişiklikleri ile
ilgili çeşitli törenler düzenlemişlerdir. Bunun içinde birçok farklı isme sahip bu
törenler arasında, ilkbaharda yapılanlar törenler, özellikle uygulamadaki
paralellikleri açısından benzerlik göstermektedir. Hititler’de, bahar
bayramlarından “AN. TAH. ŞUM. SAR”470 ve “Purilli (yaş)” bayramları dikkat
çekmektedir.471

468 Akurgal, 2000: 123. 469 Ayrıca, Tevrat’taki Meryem-İsa arasındaki ana-oğul ilişkisi de bu türden bir ilişkiyi
çağrıştırmaktadır.
470 Bu kelime, soğan anlamına gelir (Ar, 1943: 57). 471 Ar, 1943: 57; Gurney, 1977: 31. 
131
İ. Z. Eyüpoğlu,472 “AN. TAH. ŞUM. SAR” bayramının ilkbaharı
müjdeleyişini, doğanın değişimini, Hitit halkının tören uygulamalarını
mısralara şu şekilde aktarır:
“Ekinler sallayınca yeşil başlarını
Esen yellerin türküleriyle tarlalarda
Doğa çevirir toprağın boyasını yeşile
Kuşlar sıcağın kucağına döker yumurtalarını
Yakaran birer avuç gibi yuvalarına.
Tomurcukların ucunda kıvancın gözleri
Kırpışırken güller dallar birbirine.
Gökten iner yağmurlar, yumuşar yer
Gider kışın katılığı soğuğun izleri
Tütsüler yakılır tapınaklarda
Güzel kokular yağlar sürünür biliciler;
Kadınlar kızlar en güzel giysilerini giyer
En güzel yemekler, içkiler konur ortaya
Çalgıcıların eşliğinde tanrısal türküler
Yalvarışlar, yakarışlar, adaklar, saçılar
Dizilir görkemli kralın ardınca binlerce kişi
Çıkarlar baharı karşılamaya tapınaklara
Giden süpürülmüş düzenlenmiş yollarda.
Bütün Hitit ülkesinde bucak bucak il il
Törenler düzenlenir düğün dernek kurulur

472 Eyüpoğlu, 1998: 237.
132
Yaşanır bayramın sevinci günün kıvancı
Barış mutluluk dilenir tanrılardan
Güneşe yükselen bakışlarla yarakan gözlerle
Yaprak yaprak açılan ellerde dilekler dolu
Mutlu geleceklere yönelen gönüller dolu
Daha güzel günlere daha güzel yaşama
Bağlanan yüreklerde duyguların sıcaklığı
İri güller, gelincikler gibi açılır.”
Tanrı Zababa adına yapılan bir diğer bahar bayramı, Frig törenleriyle
benzer ayrıntılar göstermesi açısından paralellik gösterir. Bu tören, kralın
sabah arabaya binmesiyle başlar; kral arabasıyla tüm kutsal yerleri ziyaret
eder; bu yerler arasında tapınaklar, kutsal dağ tepeleri de vardır. Tapınak
bulunmayan yerlerde ise “Huvaşi” adı verilen mukaddes bir taşı ziyaret eder.
Bu işlemler bittikten sonra, Halentu evine gelir, burada kraliçe ile birleşir. Bu
olaydan sonra törende farklı bir uygulamaya geçilir. Bir alay halinde kral ve
kraliçe, saray görevlileri ve halktan oluşan bir grup, Zababa tapınağına ilerler
ve bu esnada çalgıcılar tören alayının etrafında çalgı çalar, onlara
dansçılarda eşlik eder.473
Zababa adına yapılan bahar bayramı ile Pessinus’taki tören arasındaki
benzerlikler:
1. Zababa bahar bayramında, kralın dolaştığı yerler arasında olan
dağ tepeleri ve su kaynakları; Kybele’nin de kutsal yerlerdir.
2. Kralın tapınak bulunmayan yerlerde ziyaret ettiği “Huvaşi”
olarak adlandırılan mukaddes taş, Pessinus tapınağında bulunan Kybele’nin
kutsal taşını anımsatır.

473 Ar, 1943: 61–62. 133
3. Halentu Tapınağı’nda kral ve kraliçenin cinsel birleşmesi,
Pessinus’taki törende gerçekleştiği düşünülen, Kybele ve Attis arasındaki
cinsel birleşmeyi çağrıştırır.
4. Kral ve kraliçenin birleşmesinin ardından bir tören alayının
kurulup insanların eğlenmesi, dans etmesi olayı; Kybele’nin hadım
rahiplerinin, Kybele ve Attis’in cinsel birleşmesinden sonra, ellerindeki
çalgılarla çalgı çalmalarını, kendilerinden geçerek dans etmelerini anımsatır.
İnandıktepe’den ortaya çıkartılan İnandık vazosu474 (Resim: 62) olarak
adlandırılan vazonun ilk frizi üzerindeki rahip ve rahibe olabileceği düşünülen
kişilerin cinsel birleşme sahnesi, Attis ile (24 Mart gününü takip eden gece
Attis’in canlanmasından sonra) Kybele’nin cinsel birleşmesini anımsatır. Yine
aynı frizde, cinsel birleşme sahnesinin ardından çalpara çalan dört kadın,
birer adet lir ve saz çalgıcısı, iki akrobat ve dans eden bir kadının
resmedildiği görüntü, (Resim: 63) Kybele ve Attis’in kutsal birleşmeyi
gerçekleştirmelerinin sonrasında ortaya çıkan tymphanum (tef), kymbalon
(zil) ve aulos (flüt) eşliğinde Kybele rahiplerinin törenlerde yaptıkları dans
etme ve sevinme şeklinde gerçekleştirdikleri uygulamalarla palalellik
gösterebilir.
İnandık vazosunda görülen cinsel birleşme sahneleri ve Pessinus’taki
törende gerçekleşen Kybele ve Attis’in cinsel birleşmesi olayı, bereketlilik,
verimlilik ve üreme, çoğalma kültüyle ilişkilidir.
Bitik vazosunda da aynı durum geçerlidir. Burada ana frizde, metop
içinde görülen, kral ve kraliçe arasında gerçekleştiği düşünülen kutsal evlilik
(hieros gamos) sahnesi de, (Resim: 64) bereketlilik, çoğalma kültüyle
alakalıdır. Kral, eliyle eşinin duvağını açmaktadır; diğer eliyle de ona kadeh
uzatmaktadır. Bu görüntünün kutsal evlilik sahnesi olarak
değerlendirilmesinin nedeni, kraliçenin bütün vücudunu ve başını kaplayan
bir giysi giymesi ve kralın elini onun başına doğru uzatmasıdır.

474 Dinçol, 2006: 77.134
Mitoslar, Sümerler, Babiller gibi Mezopotamyalı toplumlardan, Hurriler
aracılığıyla alınmış; Hititler’e geçmiş, oradan da batı uluslarına
aktarılmışlardır. Bu aktarma işlemde Hititler’in rolünün ne olduğu günümüzde
dahi netlik kazanmış değildir. Ancak, Mezopotamya’da görülen bereket ve
verimlilik ile ilgili mitoslar ile Hititler’deki bereketlilik ile ilgili mitosların ortak
nitelikler içerisinde buluşması, onların, bir etkileşim içerisinde olduklarının
göstergesidir. Kybele ve Attis mitosunda da aynı durumun geçerli olması
mümkündür.
Bereket, verimlilik, çoğalma gücü; Telepinu ve Kumarbi adlı tanrılarda
kimlik kazanmıştır.
Ayrıca, bu tanrıların başından geçenlerin anlatıldığı bereketlilik ve
çoğalma kültüyle ilgili, Telepinu ve Kumarbi mitosları da vardır. Ancak Hitit
metinlerinde bu mitosların mevsim dönümü törenleriyle ilgisi açık değildir.475
Telepinu, Fırtına tanrısının çocuğudur. O, tohum ekmek, tarlaları
sürmek, sulamak, ürünü yetiştirmek ve hasat gibi eylemleri içine alan bir
tarım tanrısıdır. Direk üzerine asılan koyun postu, onun bolluk ve bereketi
temsilini gösterir. Bu tanrı için ay (EZEN. ITU), yıl (EZEN. MU-ti), kış
(gimmant-), ilkbahar (hamešhant-) ve sonbahar (zenant-) bayramları
kutlanır.476 Bu bayramlardan ilkbaharda yapılan bayram konumuz açısından
önemlidir.
Hitit bahar bayramları, yıllarca süren kurak dönemin ardından besin
bulunamaması ve bunun son bulması için oluşturulan mitoslara tapınıma
dayanır. Bu mitoslarda, kıtlık ve bolluk, yaşam ve ölüm arasındaki
mücadeleler işlenir. Bayramlar, dokuz yıl süren kuraklık dönemlerinde
yağmur yağmasını sağlamak için bazı büyü ritüellerini de içerir.477
Bereketlilik kültüyle ilgili olan ilk mitos, Telepinu mitosudur. Bu mitosta
konu kısaca şöyledir: Telepinu hiddetlenerek bozkırda kaybolur ve
beraberinde ülkedeki bolluk ve bereketi de götürür. Bunun üzerine tanrıları,

475 Yurdaydın ve Dağ, 1978: 50. 476 Karauğuz, 2001: 56. 477 Ökse, 2006: 55–56 (Kıtlık-Bolluk Döngüsü ve Yağmur maddesi). 135

insanları ve hayvanları açlık tehdit eder. Hannahanna’nın arısı onu bulur.
Onun el ve ayaklarını sokar. Gözlerini ve ayaklarını balmumu ile siler. Bu
duruma daha da kızan Telepinu, doğa şartlarını bozar; insanlara büyük
zararlar verir.
Bu arada tanrıça Kamrusepa, onun içindeki kötülük ve kini yok etmek
için büyü yapar.478 Bunun üzerine Telepinu evine bolluk ve bereketi yeniden
getirerek, döner.479
Telepinu mitosunda, tanrının kaybolmasının ardından yaşananlar,
Attis’in ölümünün ardından olan olaylar ile karşılaştırılabilinir. Telepinu
mitosunda, tanrı ortadan kaybolduktan sonra doğa canlılığını yitirir, Tanrıça
Kamrusepa’nın büyüsü ile de evine geri döner. Onun evine geri dönmesiyle
de doğa yeniden canlanır.480
Ancak Attis, onun gibi kaybolmamış, Kybele’nin çıldırtması sonucu,
kendisini hadım ederek ölmüştür. Telepinu gibi, onun ölümünün ardından da,
doğa olumsuz yönde etkilenir. Kybele’nin yalvarması sonucu, yeniden
canlanır, onunla birlikte doğada canlılığını yeniden kazanır. Bu
benzerliklerinin nedeni, her iki tanrının da aynı amaca hizmet etmesidir.
M. Eliade:481 “Telepinu, “öfkelenince gizlenen”, yani çevredeki
dünyadan kaybolan bir tanrıdır. Dönemsel olarak ölen ve dirilen bitki
tanrıları sınıfına ait değildir. Yine de “kaybolması” kozmik hayatın bütün
düzeylerinde aynı yıkıcı sonuçlara, felaketlere açmıştır. Zaten
“kaybolma” ve “epifani”, yeraltına iniş ve yeryüzüne çıkış ve yeryüzüne
geri dönüş anlamına da gelir. Ama Telepinu’yu bitki tanrılarından
ayıran, onun arı tarafından bulunması ve canlandırılmasının durumu
daha da kötüleştirmesidir: Tanrı ancak arındırma ritüelleri ile
yatıştırılır”’.

478 Bu büyü duasında geçen 7 kapı ifadesinin bir benzeri Sümerliler’in İnanna’nın yeraltına inmesi
mitosunda görülmektedir. Burada tanrıça, yeraltı dünyasına inebilmek için 7 kapıdan geçmek
zorundadır (Hooke, 2002: 26.). 479 Karauğuz, 2001: 55–56. 480 Arıkan, 1996: 166. 481 Eliade, 2003: 179.

Bu efsanede görülen tanrının ortadan kaybolması ve ardından insan
yaşamında ve iklim şartlarında kötü durumların yaşanması, onun geri
dönmesi ile doğanın yeniden canlanması motifini, Dumuzi, Temmuz, Adonis,
Osiris Baal, Attis ve ile ilgili mitoslarda da görebilmekteyiz. S. H. Hooke482 da
bu görüşü onaylar.
Telepinu mitosundan sonra bereket kültü ile ilgili ikinci mitos, Kumarbi
mitosudur. Bu mitos, iki bölümden oluşur. Birinci bölümde, Anu ile Kumarbi
arasında geçen hâkimiyet savaşı anlatılmıştır. Bu bölümde önemli olan kısım,
Kumarbi’nin tanrı Anu’nun cinsel organını ısırması ve bu olayın sonrasında
yaşananlardır:
“(25) O (Kumarbi) onun (Anu’nun) “dizini” ısırdı; ve onun
(Anu’nun) erkekliği (Kumarbi’nin) içine döküldü (?)….. (26) Birleşince
(?)…. İçini (düşünerek) (29) seviniyorsun, çünkü benim erkekliğimi
yuttun. (30) İçine sevinme! İçine tohum (31) koydum: ilkin seni sağır
bir….. ya gebe bıraktım, (32) fakat ikinci olarak seni….. Aranzah (Dicle)
nehrine gebe bıraktım. (33) ve üçüncü olarak seni sağır tanrı Taşmişu’
ya gebe bıraktım.”483
Bu metinde anlaşılan Telepinu’nun erkeklik gücü ön plana çıkarılmak
istenmiştir. Onun, sembolik anlamda erkeklik gücünden yararlanılarak bir
tanrıyı gebe bırakması; verimlilik, bereketlilik ve çoğalma ile ilişkilidir. Ayrıca
onun, Anu’ya söylediği: “İçine tohum koydum.” cümlesinde geçen “tohum”
kelimesi, tarım ürünlerinin yetişmesi için toprağın üzerine serpilen tohumu
anımsatmaktadır. Anu’nun hamile kaldığı tanrılardan biri olan Aranzah adlı
tanrının da, bir nehri (Dicle Nehri) simgelemesi nedeniyle, kurak toprakları
sulayan ve bitkilerine çoğalmasını sağlayan bir işlevi vardır.

482 S.H. Hooke, Telepinu mitosundaki tanrının yok oluşu temasının, Temmuz’un yeraltına inişi,
Baal’ın ortalıktan kayboluşu gibi değişik mitoslar adı altında farklı toplumlarda değişik adlar adı
altında işlenildiğine, konunun hem bitkiler hemde hayvanlar üzerinde, verimliliğin her alanda düşüşü
ile ilgili olduğuna, yok olan tanrının tek, belli bir tanrı adı altında görülmediğine, çeşitli tanrıların yok
oluşundan söz edildiğini söylemiştir (Hooke, 2002: 137.).
483 Güterbock, 1945: 11–12. 
137
Anu’nun Kumarbi’den hamile kalması; bu tanrının cinsel kimliğinin tek
bir cinsiyete ait olmadığını; hem kadın hemde erkek cinsel özelliklerine sahip
bir varlık olduğunu gösterir. Onun çift cinsiyetli karakteri, Frigler’e ait tanrıça
Agdistis ile de benzerlik gösterir. Bu yönden Anu ile Agdistis’in
karşılaştırılması gerekir. Agdistis, Zeus’un spermleri ile “Agdos” adlı kayayı
döllemesi ile doğmuştur; ancak o’da Anu gibi erkek ve kadın özellikleri bir
arada görülen çift cinsiyetli bir yaratık olarak dünyaya gelmiştir. Nitekim bu iki
tanrıda da, ilk tanrıların ayırt edici özelliği, erkek ve kadın özelliklerinin bir
tanrıda toplanması durumu görülür.484 Daha sonraki zamanlarda tanrılar tek
cinsiyeti olarak görülürler. Tanrıların tek cinsiyetli gösterilebilmesi için,
erkeklik organlarının kesilerek hadım edildikleri gözlemlenmiştir.
İkinci bölüm ise, “Ullikummi Şarkısı” olarak adlandırılır. Bu bölümde
Kumarbi’nin Teşup’a kaptırdığı krallığı yeniden ele geçirmek için harcadığı
çabalar anlatılmıştır. Burada da önemli olan kısım, yine cinsellikle ilgilidir. Bu
sefer tanrı Kumarbi, spermleriyle bir kayayı döller ve Ullikummi adlı yaratığın
doğmasına neden olur.485 Burada anlatılan tanrı Ullikummi’nin doğuş biçimi
tanrıça Agdistis’in doğuşu ile karşılaştırılmalıdır: Bir tanrı tarafından kayanın
döllenmesi, onun bir tanrıya hamile kalması şeklinde görülen anlatım şekilleri
her iki mitosta da ortak olan temadır. Ullikummi ile Agdistis arasında ortak
yönler: Her iki tanrı da bir tanrının kayayı döllemesi sonucu dünyaya
gelmiştir.
Agdos olarak adlandırılan kaya, sembolik anlamda yer anayı ya da
Ana Tanrıça’yı simgeler. Çünkü onlar, tanrıça Kybele’nin ilk olarak kaya
şeklinde tasvir edildiğine inanılmıştır. Muhtemelen, onun isimlerinden birisinin
Dağ Ana (yun. Mater Oreia) olması da bunu gösteriyordur.
Kumarbi Efsanesi ile Eski Yunanistan’da Hesiodos’un Theogonia adlı
eseri arasında da bazı paralellikler görülüyor:

484 Eliade, 2003: 183. 485 Eliade, 2003: 182.138
Uranos ile mücadele eden tanrı Kronos, Kumarbi ile eşitlenebilir.
Kronos ve Uranos arasındaki savaşta da, Anu ve Kumarbi arasında olduğu
gibi, erkekliği yitirme motifi işlenmiştir.486
Hitit Devleti’nin Kavimler Göçü ile yıkılmasından sonra, burada
yaşayanlar varlıklarını belirli bir süre küçük şehir devletleri şeklinde
sürdürmüşlerdir. Bu devletlere, Geç Hitit Şehir Devletleri denir. Bunlardan biri
olan Kargamış kentinde, Ana Tanrıça inancının devam ettiği gözlemlenmiştir.
Burada, onun adı Kubaba’dır; Demir Çağı’nda (M.Ö. 1200–750) ise, Frigler’in
Ana Tanrıçası Kybele olarak görülür.
487 Ayrıca Kubaba’nın isminin Kybele’nin
ismini çağrıştırdığını da belirtmemiz gerekir. Onun ismi Hitit metinlerinde,488
Ku-pa-pa-aš, Ku-ba-ba ve Kupa-pa olarak sıralanıyordu. Bu tanrıçanın ismi
(Kubābā), zamanla İyonya’ya özgü bir hal alarak Kυβēβē olmuş, Lidyalılar ve
Frigler arasında Kybele (Kυβέλη) olarak görülmüş, Yunanlı yazarlar
Heishylos ve Photius’un belirttiğine göre ise Yunanistan’da Kybebe olarak
varlığını sürdürmüştür yani Gubaba-Kupapa –Kupapa’yı, Grekli Kybebe’den (
Κυβήβη) ayırmak imkânsızdır.489
Ö. Çapar’a göre,490 Frigler ile Tabal ülkelerinin kültürel alışveriş
yapması sonucu, Kubaba kültü, Frigya’ya taşınmıştır. Tabal krallığının en batı
ucunda bulunan Karaburun Hitit Hiyeroglif yazıtının Frigler’in Pessinus
kentine yakın olması da böyle bir alışverişin olabileceğini göstermektedir.491
W. Albright,492 Kubaba’nın Kybele’nin öncüsü olduğunu, onun isminin
doğu ve güney Asya Anadolu’da büyük Ana Tanrıça’nın yerel bir adı
olduğunu belirtir.
W, Sayce, Kybele’nin (Κύβηβοι) ismiyle, Kybele’nin hadım rahipleri
Galliler’in Grekçe ismi arasında bir bağlantı kurar ve bu yüzden Kumbabos

486 Dinçol, 2006: 89; Akurgal 1995: 86; Arıkan, 1996: 169. 487 Gurney, 1977: 18; Karauğuz, 2001: 66. 488 KUB VI, 45, I, 53 (Muttallu’nun metinlerinin içerisindeki tanrılar listesinde), KUB XVII, 20,III,
10 (Bir kurban listesi), KUB XII, 69, 4. (Bir kehanet metni), (Albright, 1928–1929: 229.). 489 Albright, 1928–1929: 229–230. 490 Çapar, 1979b: 201. 491 Çapar, 1979b: 201. 492 Albright, 1928–1929: 229–230. 
139 Suriyeli hadım rahiplerin arketipidir. Babil’de, “De dea Syria” adlı
bir tanrıçaya tapınan hadım rahiplerin varlığını Lucianus’tan
öğrenmekteyiz.493
Tanrıça Kubaba’nın kökeninin Sümerler’in Gılgamış destanında
görülen Humbaba’ya dayandığı düşünülmektedir. Bu durum, onun zamanla
önceki cinsiyetini kaybederek, salt kadın özellikleri kazanması ile
açıklanmıştır.494
Kargamış’ta, Ana Tanrıça Kubaba’nın betimlemelerinden birinde
tanrıça, bir elinde nar, diğer elinde ayna tutmuş şekilde gösterilmiştir.
(Resim: 65) Onun elinde tuttuğu nar meyvesi, bereket ve zürriyetin
simgesidir.495 Muhtemelen, tanrıçanın elinde tuttuğu bu meyve, tanrı Attis’in
Geç Hitit dönemindeki halini simgeliyordur. Ayna ise, tanrıçanın kehanet
gücünün göstergesidir.496 Ayrıca, Maraş anıtlarından birisinde, o kucağında
bir çocuk ile gösterilmiştir.497 Onun kucağında tuttuğu çocuğun, Attis’in
öncüsü bir tanrı olabileceği düşünülebilinir. Nitekim kucağında çocuk tutan
tanrıça betimlemesine, Hititler’de ilk kez burada rastlanılmıştır. Ayrıca F.
Kınal’a498 göre, Frigler’in bu tanrıçayı ana anlamına gelen Ma adıyla buradan
almış olmaları da muhtemeldir.

4.11. Frig
M.Ö.12. yüzyılda Kavimler göçü ile Anadolu’ya göç eden Frigler, bu göçün etkisi ile yıkılan Hititler’in topraklarında (M.Ö. 9–6. yüzyıl) yaklaşık 400 yıl hüküm sürmüşlerdir. Frigya devletini kuran bu halk, Anadolu’ya gelmedenönce göçebelik ve savaşçılıkla uğraşırlardı. Muhtemelen onlar, bu bölgeye yerleşmeleriyle birlikte savaşçı özelliklerini bırakmışlar; tarım ve hayvancılıkla
uğraşmaya başlamışlardır. Yaşam biçimlerini değişmesi sonucunda da dini

493 Albright, 1928–1929: 230. 494 Barnett, 1967: 22; Çapar, 1991: 86–87; Albright, 1928–1929: 230. 495 Çapar, 1979b: 201. 496 Çapar, 1979b: 200. 497 Kınal, 1962: 270. 498 Kınal, 1962: 270.140
yapıları ve tanrı inanışları da etkilenmiş olmalıdır. Böylelikle de onlar, Anadolu’nun yerli kültürünü benimsemeleriyle birlikte kendilerine özgü tanrı ve tanrıçalarını Anadolu’nun yerli tanrı ve tanrıçalarıyla eşleştirerek modifikasyona uğratmışlardır. Sonuç olarak; Anadolulu Frigler, kendilerine ait yeni bir din anlayışı ve tanrılar topluluğu oluşturmuşlardır. Onların din anlayışı içinde tanrıça Kybele’nin yeri kuşkusuz büyüktür; onun yanında sevgilisi, oğlu, hizmetkârı Attis’ te değer verilen bir tanrı olmalıdır.
Biz burada yazılı belgelerden ziyade arkeolojik belgelere ve yazıtlara dayanarak, Frigler’in yaşadığı dönemde Kybele-Attis kültünün varlığını inceleyeceğiz. Bunu yapmak içinde öncelikli olarak Kybele ve Attis’in
Frigya’daki kökenini incelemekle araştırmamıza başlayacağız. Kybele’nin kökeni olması muhtemel varsayımlar:
1. Kybele, Frigler’in Anadolu’ya gelmeden önce inandıkları tanrı ve tanrıça inanışlarını, Anadolu’nun Ana Tanrıçası ile eşleştirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
2. Mezopotamya’daki İnanna, İştar, Baal gibi tanrıçalarla aynı özellikleri taşımasından dolayı Mezopotamya kaynaklıdır.
3. Kybele, tarım toplumlarında görülen bereket, verimlilik ve çoğalma ile ilgili evrensel bir tanrıça anlayışının Frigya’daki yansımasıdır.
Trakya’dan gelen Frigler beraberlerinde eski vatanlarının coğrafyasını, koruluklarını, ormanlarını, mağaralarını ve hızlı akan nehirlerini, rüzgârlarının dövdüğü ağaçları hatırlamak için zihinlerinde yaşattıkları o yöreye özgü inanç unsurlarını da Anadolu’ya getirmişlerdir. Onların inancına göre, doğanın düzenini sağlayan üstün bir güç vardır.499 Bu üstün güç onlar için Kybele
olmuştur.
Kybele’nin (Frig, Kubela, Kubila) kökeni, Hitit-Luviler ve Hurriler’in inandığı, Kubaba adlı tanrıçaya dayanır.500 Frigya’da Kybele kültü bilinmeden

499 Dürüşken, 2000: 173. 500 Diakonoff ve Neroznak, 1985: 16. 141
önce onun yerine Ma adlı bir tanrıçanın tapınım gördüğü bilinmektedir;501 bu tanrıça büyük olasılıkla Mater’in (anne) öncüsüdür;502 daha sonra Ma adlı tanrıçanın yerine Frigya’da en büyük tanrıça olan Kybele geçer.
Frigya’da Anadolu’nun büyük Ana Tanrıçası Kybele’nin ismi, Matar ya da Mater olarak bilinir.503 Onun adı Paleo-Frig dilinde yazılmış dokuz Frig yazıtında, altı örnekte özgün adıyla ve üç örnekte “areyastin” (bir kere) veya “kubileya” (iki kere) sıfatlarıyla görülür. “Kubileya” kelimesi tanrıçanın Grekçe adı olan Kybele için bir kaynaktır; ama Paleo-Frig metinleri bunun onun adı olmadığını sadece bir sıfatı olduğunu gösterir. Frigyalılar ona, öncelikle ve en önemli olan “Matar”, ismiyle hitap ederler.504 Kybele’nin Frigya’daki varlığını yazılı ve arkeolojik belgeler yardımı ile kolaylıkla saptayabiliyoruz. Attis’in Frigya’daki varlığı, ona ait ikonografinin Frigya’da görülmemesinden dolayı zor anlaşılmaktadır. Ancak bazı kaya anıtlarındaki yazıtlar sayesinde Ates505 ismine rastlayabiliyoruz.
Yazılıkaya-Midas Anıtı’ndaki yazıtta (M.Ö. 8. yüzyılın sonu), (Resim: 66) Frigce “Ates” kelimesi kazınarak işlenmiştir.506 Bu kelime, Attis’in
Frigya’daki varlığını ispatlar. Yazıtta Bu kelime ile birlikte, Mater ve Papas507 kelimelerinin de bulunması, Kybele-Attis ve Papas adlı tanrıların birlikte tapınım gördüğünü gösteriyor olmalıdır. Burada yazıtın tamamı okunduğunda Ates adlı kişinin yaşayan bir kişi olduğu ve anıtı Midas’a adadığı anlaşılmaktadır. Yazıtın tamamının tercümesi şöyledir:
“Ates, Arkeavas’ın oğlu, Akenolas’ın torunu, bunu Lawagetas, kral Midas için yaptı.” 508
Ayrıca Afyon yakınlarında, Çepni’de dini içerikli yazıtlarda da bu adın iki kez tekrarlanması Attis’in Frigya’daki varlığını kanıtlar.509 Bu yazıt bir

501 Bu konu hakkında detaylı bir bilgi için bkz: Çapar, 1995a: 583–598. 502 Diakonoff ve Neroznak, 1985: 16. 503 Çapar, 1995b: 17. 504 Roller, 1988: 43 505 Bu isim, Ata, ato, NPR atti (ē) (Attis) şeklinde görülebilinir (Orel, 1990: 107.). 506 Baştak, 1944: 3. 507 Sivas, 1999: 63–64. 508 Huxley, 1959: 86. 142

dağın ön yüzüne üç metin şeklinde mimari cephe olmadan oyulmuştur. Diğer kaya anıtlarının üzerindeki metinlerde buradakine benzer şekilde yapılmıştır; bu dinsel karaktere sahip bir anlayıştır. Ates’in ismi bunların ikisinde görülür; ilk örnek yalındır; ikincisi yönelme halinde anıtın Ates tarafından yine Ates adında birine adandığını gösterir.510
Ates isminin, Frigya halkı tarafından kullanılan bir erkek ismi mi olduğu ya da dini bir zümrenin yöneticisinin ismimi olduğu konusunda bazı araştırmacılar tarafından çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar aşağıdabelirtilmiştir.
L. E. Roller,511 Attis/Ates adının Frigya’da yaşamış kraliyet ailesine mensup kişilerin kullandığı bir unvan olduğunu belirtir ve Ayrıca Midas adının da soylu kişilere verildiğini belirtir.
V. Özkaya,512 Attis/Ates adlı kişinin Frigya’da yaşamış dini bir otoriteye sahip, yönetici olduğunu; saygın kişiliği ve güçlü hatıraları nedeniyle Kybele’nin yanında tapınım gördüğünü söyler.
B. Umar’ın Kuzey Frigya’da Kad/Kadoi (şimdi Gediz); Güney Frigya’da Atyokhorion adlı yerleşim yerlerinin isimlerinin tanrı Attis ile ilişkili olduğuna değinmesi,513 Attis’in bazı şehirlere adını verecek kadar önemli bir konuma sahip olduğunu gösteriyor.
Kısacası Kybele-Attis ilişkisinin Frigler’deki varlığını doğrulayan buyazıtlar, Attis’in başlangıçta dini ve mitolojik bir kişi olmaktan çok, yaşayan biri olduğunun göstergesidir; Lidya’daki Salyattes, Alyattes şeklindeki kral adlarının son hecesinin –attes eki ile son bulması da Attis’in de bir kral ismi olabileceği anlaşılmaktadır.514 O zaman Yunan ve Roma dünyasında bir
tanrı olarak görülen Attis’in Frigya’daki bir kralın zamanla tanrıya dönüşmesi olarak algılamak gereklidir.
 509 Özkaya, 1995: 20–21; Roller, 1988: 48. 510 Roller, 1988: 48. 511 Roller, 2004: 122; Roller, 1988: 48. 512 Özkaya, 1995: 21. 513 Umar, 1982: 19–37. 514 Roller, 1988: 48.143
Benzer bir şekilde, Midas’ta bir kral olarak öldükten sonra tanrılaşmış;bundan sonra O da tapınım gören bir tanrı olmuştur. Onun Ovidius (M.S. 1. yüzyıl) tarafından “Kybele’nin aç gözlü oğlu”515 olarak nitelendirilmesi buna en güzel örnektir. Bu kral belki de Hitit kralları gibi öldükten sonra kendisini bir tanrı-kral olarak göstermek istemiştir. Yunan ve Roma imparatorlarının da kendilerini tanrı olarak göstermeleri bu anlayışın devamı olabilir.
Attis ve Midas isimleri bir Frig çömleğinin üzerinde kazıma olarak birlikte gösterilmiştir. Bu isimler, vazonun sahiplerinin adı olabilir. Diğer epigrafik yazıtlarda, bununla beraber Frig inanç kültüyle Midas ve Attis’in
yakın bir bağlantısı olduğunu işaret eder.516 Attis’in de Kybele gibi kökeni bilinmemektedir.517 Bu tanrının öncülleri konusunda birçok görüş vardır. Ancak bizim görüşümüze göre onun benzerlerini, Mezopotamya’daki ölen ve yeniden dirilen tanrılarda bulmaktayız. Muhtemelen bu tanrı, Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticaret ve kültür alışverişleri sonrasında Anadolu’ya taşınmıştır. Anadolu’ya
geldiğinde de onun kültü, Anadolu’nun yerli Ana Tanrıçası Kybele kültü ile kaynaşmıştır.
Bazı araştırmacılar,518 Attis ile Papas adlı tanrının aynı olduğu görüşündedirler. Bunu da Attis ve Papas isminin baba anlamına gelmesine dayandırırlar. Nitekim M.İ. Diakonoff ve P.V. Neroznak519 adlı yazarlar da onun Attas (baba)? adlı tanrının gençlikteki hali olmasından dolayı Attis ismini aldığı fikrindedirler. Tanrıça Kybele’nin Ana Tanrıça’yı karşılaması, Attis’inde baba tanrı olarak düşünülmesi baba-ana tanrı ilişkisini göstermesi açısından dikkatçekicidir.
Papas adlı tanrının Yunan tanrılarının babası Zeus adlı tanrınınAnadolu’daki karşılığı olduğu bilinmektedir. Papas’ın da Attis’in diğer bir

515 Roller, 1988: 48. 516 Roller, 1988: 48. 517 Diakonoff ve Neroznak, 1985: 16. 518 Frazer, 1961: 281. 519 Diakonoff ve Neroznak, 1985: 16.144
adının olduğunun düşünülmesi bu tanrıların aynı kökenden geldiklerini düşündürüyor. Zeus ile Attis’in benzerlik göstermesine, onların hadımmotifinde yer alması da tanıklık eder. Çünkü Attis’in kendisini hadım etmesi neticesinde iktidar gücünü Kybele’ye devretmesi şeklindeki bir düşünce ile
Zeus’un babasının cinsel organını kesmesi ile gökyüzü krallığının yeni kralı olması arasında bir bağlantı kurulabilinir.
Ancak, Midas Anıtı’ndaki yazıtta adı geçen kişinin ismi gibi Kybele ‘nin sevgilisi ve Pessinus’taki hadım rahiplerin yöneticisinin isminin de Attis olması, bu adın verildiği kişilerin kimler olduğu konusunda tam bir açıklama yapmamızı engelliyor. Bunun içinde bu konu her zaman tartışmaya açık bir haldedir.
Kybele’nin Frigya’daki varlığını gösteren birçok ikonografik betimlemesinin bulunmasına rağmen, Attis’in Frigya’daki varlığını gösteren hiçbir betimlemesi yoktur. Onun varlığına dair, en erken belge Frigya’da değil ama Yunanistan’da görülmektedir.520 Muhtemelen Kybele kültünün Yunanistan’a taşınmasından sonra, Attis kültü de Yunanistan’a taşınmış; Yunanlılar’da bu şahsı tanrı olarak göstermek için onu somut anlamda göstermek istemişlerdir. Belki de onlar, bu tanrıya inanışın köklü bir dinden geldiğini göstermek için onu betimlemişlerdir.
Yunanistan’da Mater olarak görülen tanrıça Kybele’nin, Frigya'da da bu adla bilinmesine dair bir kanıt Fındık Asar kaya anıtındaki yazıtta
“Matar” 521 adının bulunmasından anlaşılır.
Yunan ve Roma sanatında Kybele’nin tasvirleri genellikle bir tahtta oturur biçimdedir. Bu betimleme tarzı Gordion’daki Hellenistik dönem Kybele heykelciklerinde522 (Resim: 67) de görülür. Erken dönem Frig sanatında tahta 520 Bu arkeolojik belge, Pire stelinin üzerindeki bir kabartmadır. Bu eser konusunda, Yunanistan
Kültürü’nde Kybele-Attis kültünü incelerken ayrıntılı bir şekilde bilgi verdik.

521 Sivas, 1999: 152. 522 Kulaçoğlu, 1992: 207 (164–165 No’lu eserler).145 oturan Kybele yoktur. Bütün örneklerde Kybele ayakta523 bir idol şeklinde gösterilmiştir.
M.Ö. 204 yılında Romalılar’ın götürdükleri Kybele’nin simgesi taşın da idol şeklinde524 olması, Frigya’da onun idol şeklinde tapınım gördüğünün
göstergesidir Kybele’nin Frigya’daki en erken yüz ve baş ikonografisini M.Ö. 8–7. yüzyıla ait Boğazköy ve Gordion’dan ele geçebilmiş Kybele başları göstermiştir. (Resim 68-69)
Frig Kaya Anıtları’ndan Aslankaya Anıtı’nda, nişin iki yanında arka ayaklarının üzerinde duran Kybele’nin aslanlarının (Resim: 70) üreme organları zamanla aşınarak tahribata uğramıştır. Bu bölgelerin bu kadar çok aşınması, Frigya halkının aslanların cinsel uzuvlarına dokunarak, onların cinsel güçlerinden faydalanmak istediklerini gösterir. Muhtemelen, çocuk sahibi olamayan kadınlar, bu dertlerine şifa verici olarak Kybele ve onun aslanlarından medet ummuşlardır. Büyük olasılıkla bu aslanlar, Neolitik Çağ’da Ana Tanrıça’nın yanında yer alan leoparlar gibi erkek tanrı olarak
nitelendiriliyor ve Ana Tanrıça’nın üreme ve doğurganlık özelliğini güçlendiren unsurlar olarak karşımıza çıkıyorlar. A. Erhat,525 aslanların üreme bölgelerine dokunulmasından dolayı aşınmasını, bu kaya tapınağına gelen Kybele’ye inananların Kybele’nin simgelediği bereket ve doğurganlıktan pay almak için gerçekleştirildiği şeklinde bir yorum yapar.
Ayrıca Kybele ve Attis’in birlikteliğine dayanan mitosun Frigya’daki kökenine dair bilgiler de yetersizdir.526 Antik dönem yazarlarının bu kültün Frigya kökenli olduğunun belirtilmesine rağmen, Kybele-Attis birlikteliğini ve onların başından geçenlerin anlatıldığı mitosun Frigya’daki varlığını ispatlayan Frigler’e ait yazılı belgeler ele geçmemiştir. Bu nedenle de kültün

523 Sivas, 1999: 189. 524 Kınal, 1986: 206. 525 Erhat, 2003: 185. 526 Roller, 1988: 47.  146

köken sorunu bir türlü çözülememiştir. Ancak bu mitos hakkında, Yunan ve Roma yazarlarını yazdıkları anlatım şekilleri çok zengin bir içeriğe sahiptir. Frigya’daki arkeolojik eserlerde yazıtların az bir kelime haznesine sahip, geometrik formlara bel bağlaması ve nadiren insan figürlerinin gösterilmesi, bizim Kybele ve Attis mitosu anlatım şekli hakkında yetersiz kalmamızı sağlamıştır. Bununla birlikte, Grek ve Roma edebiyatı, bizim için çok sayıda Frig figürlerinin önemli bir rol oynadığı anılmaya değer hikâyeleri korumaktadır.-Bunların arasında Midas, Attis, Frig tanrıçasının kendisi de bulunur- Görülüyor ki klasik efsaneler hakikaten mitosun Frig kökenine sahip olduğundan Frig materyallerinin incelenmesi istenir.527 Mitosun ve kültün kökeni konusunda dört farklı görüş ileri sürülebilinir: 1. Mezotamya kaynaklı,
2. Anadolu kaynaklı, 3. Trakya kaynaklı, 4. Evrensel. Kybele-Attis Kültü’nün öncülerine değinirken bu kült ile benzer temaları işleyen Mezopotam’yadaki bitkilerin büyümesi ve ölmesi ile ilgili mitosların
varlığına değinmiştik. Attis ölmesi ve yeniden dirilmesi nedeniyle
Mezopotamya’daki Dumuzi, Temmuz, Baal ile benzerlik gösterir. Onun içinde bu tanrının kökenini Mezopotamya olarak görüyoruz.
Mezopotamya’da Dumuzi, Temmuz, Baal gibi ölen bir tanrının arkasından eşi, sevgilisi, kardeşi olan bir tanrıçanın yas tutması, tanrınınb yeniden canlanması için verilen çaba ve bu olayların anılması için
düzenlenen törenlerin Frigler’de de görülmesi Mezopotamya kökenli bir kültün Anadolu’ya geçişinin göstergesidir. Mezopotamya’daki tanrıların doğanın ölümü ve canlanmasındaki etkin gücü Attis için de geçerlidir. O halde tanrı Attis Mezopotamya kökenli bir tanrı olmalıdır. Fakat Osiris, Anu ve Kumarbi gibi hadım edilen tanrı motifinin Attis mitosunda da görülmesi Attis’in kökeninin sadece Mezopotamya’ya da
dayanmadığını gösteriyor. Belkide o, Mısır’daki hadım edilmiş bereket,b verimlilik tanrısı Osiris kültünün Yunan mitolojisine taşınmasındaAnadolu’daki köprü vazifesini taşıyordur.

527 Roller, 1988: 48. 147
Anlattıklarımızdan yola çıkarak aklımızda iki soru oluşur: “Attis, ölmesi ve dirilmesi ile mevsimlerin değişimini sağlayan bir bitki tanrısı mıdır ?” yoksa “Hadım edilmesiyle tanrılar dünyasının hakimiyetini kaybeden tanrılardan mıdır ?”
Kısaca şunu söylemek gereklidir ki; tanrıça Kybele’nin Anadolu kökenli bir tanrıça olduğu genel bir kanıdır; ancak onun doğurganlık ve üreme gücünün oluşumunu sağlayan erkek tanrı faktörünün varlığı erken
dönemlerde bilinmemektedir. Zamanla erkeğin üreme ve doğurganlıktaki etkisinin anlaşılması ile tanrıçanın yanında erkek bir tanrının da oluşturulması düşüncesi gelişmiş olmalıdır. Muhtemelen bu tanrı da Attis adını alır. Hititler’de tanrı Telepinu’nun ortadan kaybolması şeklinde görülen mitosun ana temasının Frigler’e nasıl geçtiği çözüm bulamamış bir konudur.
Bu durum Frigler döneminde yazılan mitosun içeriğinin tam olarak bilinememesinden de kaynaklanır.
Strabon’un,528 bu külte ait törenleri Trakya’daki Bendis ve Kotyto adlı tanrılar ile ilişkilendirilmesi, Frigler’in Anadolu’ya geldiklerinde kendilerine ait tanrıçaları Frigya’ya getirdiklerini ve buradaki yerel Ana Tanrıça kültünü kendi tanrıçaları ile eşleştirdiklerini düşündürüyor.
V. Orel,529 Frigler’e ait tanrı ve tanrıçaları, İndo-Avrupalı olarak nitelendirir. Özellikle bunlardan, Attis ve Matar (Kybele)’ın epithetleri, onların
Avrupa’dan kaynaklanan tanrılar olduğunu göstermesi açısından dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Böylelikle bu tanrıların bir açıdan Avrupalı ya da Trakya kaynaklı olduklarını anlamaktayız. Bu da, Frigler’in Kybele-Attis Kültü’nün kökenini başka bölgelere kaydırıyor. Kybele-Attis Kültü’nün Frigya’daki kökenine baktığımızda bu kültün Frigya’daki varlığını Boğazköy’de ve Bayındır tümülüsünde bulunan eserler
gösterir.

528 Strabon X.3.16. Kat. No. 29: “Trakyalılar arasında uygulanan Kotyto ve Bendis ayin törenleri…
Frigya törenlerine benzer, en azından benzemesi umulur, Frigyalılar Trakya’dan gelen koloni
kurucuları olduğuna göre…“ (Akça, 2004: 130.).529 Orel, 1990: 107. 148

M.Ö. 6. yüzyıla ait Boğazköy, Büyükkale’nin Doğu kapısı yanındaki Kybele ve kitara ve çift ağızlı flüt çalan iki çalgıcıyı gösteren bir kaide
üzerindeki heykel grubu,
530 (Resim: 71) Kybele’nin müzik ile ilişkisini göstermesi açısından önemlidir. Kybele heykelinin başında Kybele ikonografilerinin tümünde olduğu gibi bir polos vardır. Elbisesi uzun, pileli ve
ayaklarına kadar uzanmaktadır. Karnının hizasındaki elinde bir nar tutar. Nar, onun bereketlilik ve verimlilik ile ilgili simgesidir. Tanrıçanın iki yanında ince bacaklı, ufak, iki tane erkek figürü (pan?) vardır. Soldaki figür aolus (çift ağızlı flüt), sağdaki ise kitara çalmaktadır. Boğazköy heykel grubundaki aolus çalan figür ile benzer şekilde Eskişehir civarından çıkarıltılmış bir eser
karşılaştırılabilinir.
Ö. Çapar,531 Boğazköy Kybelesi’nin kent kapısının önünde bulunmasını, onun kent koruyuculuk özelliği ile ilişkili olabileceği görüşündedir.
Ayrıca, Gordion’dan, Kybele’nin hizmetkârını gösteren erkek figürleri (Resim: 72) de ele geçirilmiştir.532 Ve yine Gordion’dan bir niş içerisine yerleştirilmiş elinde bir kase ve kuş tutan Kybele heykeli vardır. Bu heykelde, onun atribüleri kuş ve kâse (sunu kâsesi) görülür.533 (Resim: 73)
Kybele ve müzisyenler heykeli, (Resim: 74) Eskişehir’den ele geçmiştir. Eser, koyu renk hamurdan imal edilmiştir. Tanrıçanın sol omzunda çifte flüt (aulos) çalan bir erkek figürü (Resim: 75) vardır. Kybele, dikdörtgen bir kaide üzerinde; müzisyen ile beraber ön cepheden gösterilmiştir. Onun başında ikonografilerine özgü bir polos vardır. Yüz hatları yumuşak geçişlere sahiptir. Gözleri detaylı işlenmiş, burnu düz ve ince, elmacık kemikleri belirli, küçük bir ağzı ve ince dudakları vardır. Saçları, bukleler halinde gösterilmiştir. Tanrıçanın sağ omzunda da bir erkek figürünün olduğu ayak izlerinden anlaşılır. Muhtemelen kitara çalan erkek figürü buradadır.

530 Kulaçoğlu, 1992: 206. 531 Çapar, 1979b: 197. 532 Roller, 1988: 44. 533 Roller, 1988: 44. 149
Küçük erkek figürü kısa bir elbise giymiştir. Bukleler tanrıçanınki
gibidir. Onun yüz hatları da tanrıçaya benzer. Çift ağızlı flüt çenesinin
altındadır. Tanrıçanın büyüklüğünü göstermek için erkek figürünün bilhassa
küçük yapıldığı düşünülebilinir. 534
Muhtemelen bu görüntü Frigya’da uygulanan kült törenlerinde, müzik
eşliğinde çalgılar çalındığını gösterir. Belki de burada ellerinde çalgı tutan
figürler, Mart töreninde çalgı çalan çalgıcıları simgeliyordur. Bilindiği gibi
Kybele ve Attis törenlerinde kendilerini hadım eden rahiplere müzikleri ile
çalgıcılar eşlik ederler. Ancak şunu da belirtmek isterim ki; törende genellikle
tymphanum (tef), kastanyet (zil) tarzı çalgı aletleri çalınır.
Genel bir kanıya göre,535 Kybele, Frig müziğinin bulunuşunu ve
yaşamasını sağlar. Kybele’ye eşlik eden çifte flüt ve yedi telli çalan,
korybantlar ve kuretler de bu müziği ve müzik aletlerini icat eden kişiler olarak
bilinirler.
Antalya’daki Bayındır Tümülüsü’nden çıkartılmış bir heykel grubunda
Kybele ile iki çocuk figürü birlikte gösterilmiştir. (Resim: 76) O, sol eliyle
çocuklardan birinin elini tutmaktadır; sağ eli ile de omzuna oturmuş küçük
yaştaki çıplak bir çocuk figürünü tutmuştur. Onun bu görüntüsü, tanrıçanın
annelik özelliği ile ilgili olmalıdır. Annelik özelliğini taşıyan tanrıçaların
bereketlilik, çoğalma ve doğurganlık özelliğini taşıdığını biliyoruz. Ancak
burada görülen heykel dışında Kybele’yi çocuklar ile gösteren başka bir Frig
eseri bulunmamaktadır. Ancak M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen yeni bir Kybele
heykelinin bulunması,536 Bayındır Tümülüsü’nden çıkartılmış Kybele
heykelinin bazı yönlerden tek olması şeklindeki düşünceyi ortadan kaldırır.
Çünkü burada da tanrıça bir nar ile betimlenmiştir. Ayrıca bu heykelde
tanrıçanın hiçbir ikonografisinde görülmeyen kirmen537 (iğ) olarak
nitelendirilen bir atribüsü ile betimlendiği görülür. Kirmen (iğ), Kybele olarak
tanımlanan hiçbir heykelde yoktur. Bu Kybele heykeli, bu yönden ünik bir

534 Tunay, 1972: 137–138. 535 Tunay, 1972: 137. 536 Bu eser hakkında detaylı bir bilgi edinmek için bkz: Aslan ve Metin, 2004: 1-10. 537 Elde yün eğirmeye yarayan tahtadan yapılmış alet (Aslan ve Metin, 2004: 2.).

eserdir.538 Onun buradaki atribüler ile betimlenmesi, Kybele-Attis mitosunun
dışında, Frigya’da Kybele’nin dâhil olduğu başka bir mitosun olabileceğini
aklımıza getiriyor. Eğer böyle bir mitos varsa da, ona bu ait hiçbir ipucunun
bulunmadığını da söylemekte fayda vardır.
Ayrıca, Bayındır Tümülüsü’nden çıkartılmış Kybele’nin dış görüntüsü,
Efes’te bulunmuş Artemis rahibini (Megabyzos) gösteren bir heykeli (Resim:
77) ile de benzerlikler taşır; ancak tanrıça Kybele, Megabyzoslar ile ilişkili
değildir. Muhtemelen bu heykeller, aynı dönemde yaşamış heykel ustaları
tarafından yapılmıştır.539 Buradan çıkarılacak sonuç, Kybele’nin Efes
Artemisi’ne dönüştüğü ve onun rahiplerinin de Megabyzos olarak varlıklarını
devam ettirmiş olmalarıdır.
Attis ve Kybele’nin kökenine değindikten sonra Kybele’ye hizmet eden
hadım rahiplerin Frigya’daki varlığına bakmamız gerekir. Bu rahiplerin
Frigya’da da görüldüğünü Antalya Elmalı Tümülüsü’nden çıkartılmış heyke
l(M.Ö. 7. yüzyıl başı), (Resim: 78) kanıtlar. Bu heykel uzun bir elbise giymesi
ve başında polos taşıması ile Kybele gibi bir kadın görüntüsüne sahiptir.
Muhtemelen o, ellerini göbek hizasında birleştirerek kutsal bir duruş
pozisyonunda durmaktadır.
Bu figür, Kybele’nin hadım rahiplerinin M.Ö. 8–7. yüzyılda da var
olduğunu ispatlaması açısından önemlidir. Çünkü hadım rahip olduğu tahmin
edilen bir buluntunun ele geçmesi, Kybele ve Attis birlikteliğinin görüldüğü
mitosa inananların Frigya’daki varlığını kanıtlar.
Kybele-Attis kültünün tapınıcıları, Pessinus’taki bir tapınakta
görevlerini sürdürmüşlerdir. Bu tapınak N. İşcan’a540 göre, Kybele ve Attis
kültünün Anadolu’daki varlığının ispatıdır; 13.70 X 24.10 m. ölçülerinde, 6 X
11 sütunlu, peripteros planlı bir yapıdadır. (Resim: 79) Tapınağın günümüz
kalıntıları, M.S. 14–37 yıllarında, İmparator Tiberius döneminde inşa edilmiş

538 Aslan ve Metin, 2004: 2–5. 539 Testini,1995: 30. 540 İşcan, 1996: 7. 151
tapınağa aittir;541 daha önceki dönemlere ait tapınak yapısı Roma dönemi
kalıntılarının altında olmalıdır. Tiyatroya benzer anıtsal bir merdiven, sütunlu
bir avlu tapınağa eklenerek tapınak kompleksi oluşturulmuş olmalıdır. Yerel
özellikleri ağır basan Korinth düzenindeki bu tapınak kompleksinin, Kybele
tapınımından çok imparatorluk kültü için Sebastion (?) olarak inşa edildiği
sanılır.542
M.Ö. 189 yılında Pessinus tapınak devletinin rahipleri, tanrıça
Kybele’nin kültünü yaşatırlarken, bu bölgeye dışarıdan gelen Galatlar’da
M.Ö. 2. yüzyılda komşularının dininden etkilendiler ve onlar, M.Ö. 2. yüzyılın
ortalarından itibaren Kybele-Attis rahipleri arasında görülmeye başladılar.543
Onlar, Pessinus’taki tapınağın yönetimini üstlenmişler; tapınak hizmetini
kendilerine ait yöneticiler ile devam ettirmişlerdir. Tapınağın yönetiminden
Battakes ve Attis adında iki rahip sorumludur. Galatlar döneminde, Roma’dan
gelenler Kybele’nin siyah idolünü Galatlı rahiplerden almışlardır.544 M.Ö. 1.
yüzyılın ikinci yarısında Pessinus’taki Ana Tanrıça kültünün önemi azalmıştır.
Ancak külte tapınma, Pessinus’un Galatya Eyalet kenti olmasından sonra da
devam etmiştir. Pessinus yazıtlarında ve sikkelerinde Ana Tanrıça Kybele ve
sevgilisi Attis’in kayıtları ve tasvirlerinin görülmesi buna kanıttır. 545
Pessinus’ta basılmış bazı sikkelerin ön yüzünde bir tapınağın ön
cephesine ait resmin bulunması, (Resim: 80) Pessinus’taki tapınağın varlığını
gösteriyor olmalıdır.
Frigya’daki törenlere ait bilgileri Antik dönem yazarları sayesinde
öğrenebiliyoruz.
Frigya’da tören uygulamaları hakkındaki en erken bilgiyi M.Ö. 5.
yüzyılda yaşamış tarihin babası olarak ünlenen Herodotos’tan546
öğrenebiliyoruz. O, Skythia’da (İskitya) yaşayan Anarkharsis adlı bir kişinin

541 İşcan, 1996: 7. 542 Sevin, 2001: 202. 543 Kaya, 2000: 229. 544 Kaya, 2000: 72–75. 545 Kaya, 2000: 227. 546 Herodotos, IV.76. 152
Kyzikos’ta yapılan Kybele törenlerinin uygulanışını görmesinden; bunu
ülkesinde uygulamak istemesinden ve onun bu uygulamasını görenlerin onu
öldürmesinden bahseder.
Bu tören uygulamasının Yunanistan’a nasıl geçtiği ise tam olarak
bilinemiyor. Belki de ülkesine dönen bu kişinin Shtyhia’ya (İskitya) götürmüş
olduğu kült, Skythia’dan (İskitya) Trakya’ya, oradan da Yunanistan’a doğru
yayılmıştır. Ancak Yunanistan’ın içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde,
tapınım şekillerinin Kybele kültüyle beraber Anadolu’dan Yunanistan’a
taşınması mümkündür.
Ö. Çapar,547 bu şahsın ülkesine Kybele kültünü taşıması sırasında
kültün Yunanistan’a taşınmış olabileceği görüşünü ilk başta düşünür; ancak
daha sonra bu kültün Anadolu’dan Yunanistan’a taşınmış olduğunu ve
Yunanlıların tanrıçaları Rhea ve Demeter ile Kybele’nin eşleştirilmesi
neticesinde Yunanistan’da tanrıça Kybele’nin varlığı görüldüğünü belirtir.
Herodotos’un (M.Ö. 490–425) burada anlattığı, orman içerisinde,
trampetler ile gerçekleşen tanrıça Kybele’ye adanmış bir törendir. Bu törende
Attis’in varlığından söz edilmez. Ancak Roma’daki törenler gibi burada da
kendinden geçilerek müzik eşliğinde yapılan bir dans ve sonrasında kan
kurban edilmesi olayı olmuş olabilir.
Herodotos’un bahsettiği törende, Taurobolium törenine benzer bir
uygulamanın yapıldığı görülmektedir. Bu törende, Kybele’ye adanan
hayvanların kanının çukur içine akıtılması olasıdır.
Bu törende kendinden geçilerek yapılan dans şekli nedeniyle törenleri
Dionysos’a ait törenlerle ilişkilendirebiliriz.
Plutarchos (M.S. 46–127):548 “Phrygialılar, tanrının kışın uyuduğuna
ve yazın uyandığına inandılar...”
Plutarchos’un anlattıklarının tanrının adının verilmemesinden dolayı,
tanrı Attis ile ilişkili olduğunu iddia edemesek de, bu belge, yıllık bir kültün

547 Çapar, 1979a: 185–186. 548 Akça, 2004: 144; Sivas, 1999: 195. 153
Frigya’ya özgü halini temsil etmesi 549 açısından önemlidir ve Frigler’in bitkiler
dünyasının ölümü ve yeniden dirilişini bir tanrı da kişileştirdiklerinin
göstergesidir.
T. T. Sivas,550 da burada anlatılanları Frigler’in mevsimlerin
dönüşümüyle ilgili törenler yapmalarına dair bir ipucu niteliği taşıdığı
görüşündedir. Frigler’in yaşam şekli olarak çiftçiliği seçmelerinin onlara ait
bolluk ve bereketlilik ile ilgili, doğanın canlanmasını içeren ilkbahar şenlikleri
ya da verimli geçen hasadın ardından, ekonomik yönden rahatlama, ürünün
stoklanıp geleceğin garanti altına alınması karşısında tanrıçaya duyulan
şükran borcunun ödendiği hasat şenlikleri, kurban törenleri gibi şenlikleri
oluşturduğunu belirtir.
Diodoros Siculus (M.Ö. 1. yüzyıl),551 Frigya’daki Kybele tapınımı ve
tapınak yapıları hakkında bazı bilgiler verir:
“….. Kybele’ye gelince, eski zamanlarda onlar (Frigyalılar)
sunaklar yaptılar ve her yıl ona kurban töreni düzenlediler. Onun için
Frigya’daki Pessinus’ta (Ballıhisar) görkemli bir tapınak inşa ettiler.
Sevgi, dolu en parlak törenleri orada düzenlediler. Frigya kralı Midas
bütün bu ibadetlerde yer alarak saygısını gösterdi ve tanrıçanın
heykelinin yanına panterler, aslanlar yerleştirdiler, zira genel bir kanıya
göre tanrıça ilk önce bu hayvanlar tarafından emzirilmişti …..”
Aynı yazar,552 Frigya’daki törenin yapılış maksadını ve uygulanış
biçimine şöyle ışık tutar:
“Fakat mitos bütün Frigya’yı, insanlarını etkileyen, salgından söz
ederek ve toprağın meyve vermekten vazgeçtiğini ve talihsiz halkın
tanrıdan sorduklarında, o da, denildiğine göre, Attis’in bedenini
yakmalarını bir tanrıça olarak saygı göstermelerini buyurduğunu
anlatmaktadır. Bu sebepten Frigyalılar, zamanın akışında cesedin

549 Gasparro, 1985: 60. 550 Sivas, 1999: 195. 551 Uçankuş, 2002: 165–166. 552 Akça, 2004: 128.
154
ortadan kayboluşundan beri, bir genç heykeli yaptılar ve gördüğü
haksızlıktan öfkesini yatıştırarak ızdırabını paylaşmak maksadıyla, onun
önünde ağıtlar yaktılar ve bu ayinleri bizim zamanımıza kadar yapmaya
devam ettiler.”
Ç. Dürüşken553 ise, Frigler’in Anadolu’ya gelmeden önceki Ana
yurtlarını, tapınımlarını hatırlamak için flütler, aulos (kaval), kymbalon (zil),
krotalon (çalpara), tymphanum (tef) eşliğinde törenler düzenlediklerinden,
ancak bu törenlerin iklimsel farklardan ötürü Trakya’dakinden daha sert ve
vahşice olduğundan, Kybele’nin rahiplerinin de vahşice cinsel organlarını
kesmesinin buna dayandığından bahseder.
Kybele’ye hizmet eden rahiplerin ayrı ayrı adları vardır. Bunlara:
Kabirler, Korybantlar, Telkinler; Daktiller, Semivirler, Galliler denilirdi.
Bunların çoğu -Attis dolayısıyla- üreme organlarının hepsi de kesilmiş
bulunduğu için, hadım ya da iğdiş idiler. Çoğu diyoruz, çünkü Kybele’ye
papazlığına girmenin ve papazlığa girmenin ve kabul edilmenin ilk koşulu,
hadım olmak, yani sünnet olmaktı. Bunlar hadım olmadıkça, Kybele’nin rahibi
olamazlardı; bu takdirde onların, Kybele ile başka ilişkileri vardı. Belki de
hadım olmak, sonradan konulmuş bir koşuldu.554
Antik dönem yazarlarından Strabon (M.Ö. 63/64-M.S. 19),555
bahsettiğimiz Kybele’nin hadım rahipleri ile Dionysos’un hizmetkârı
Kuretler’in dinsel bir coşku halinde kendilerinden geçerek dans etmeleri ve
dinsel törenlerde (ziller, tefler, kavallar) müzik aletleriyle sesler çıkarmaları
nedeniyle benzediklerini düşünüyor.
A. Erhat,556 Zeus, Kybele ve Dionysos kültlerinin birbirlerine karışması
neticesinde Daktiller ve Korybantlar’ın, Kybele tapınımına girdiğini belirtir.
Kybele rahiplerin tümü ilkbaharda yapılan törende kendi kendilerine
cinsel organlarını keserek hadım olmak zorundaydılar. Bu uygulamanın

553 Dürüşken, 2000: 173. 554 Halikarnas Balıkçısı, 1990: 118. 555 Akça, 2004: 128–129. 556 Erhat, 2003: 180–181. 155
esası, tanrı Attis’in kendi kendisini hadım etmesine dayanır. Rahiplerin Attis
gibi hadım olma zorunlulukları aklımıza şu soruyu getirir: “Niçin erkeklik
organını kesmek zorundaydılar?” Bu olayın olmasının esası, mitosta anlatılan
bir uygulamaya dayandırılsa da bunun altında başka bir neden yatar. Bu
neden, Kybele ve Attis’in arasında cinsel birliktelik olmadan temiz bir aşk
ilişkisinin olmasıdır. Bu durum, Attis’in tanrıçaya sadık kalmamasına ve bunu
gören tanrıçanın onu hadım olma cezası vermesi ile sonuçlanır. Yani üreme
ve çoğalma yetisi elinden alınan tanrı Attis, üremeyi sağlayıcı gücünü
kaybeder.Tanrının gücünü kaybetmesi ile de mutlak güç yalnızca tanrıçada
olur. Yani erkek tanrılar, kadın tanrılara oranla daha iradesi zayıf ve küçük
sayılmış olur. Bunu Kybele’nin yanında betimlenen erkek figürlerinin küçük
yapılmasından da anlayabiliyoruz.
Ayrıca başka bir yazarın anlattıkları557 Attis’in hadım olmasının
nedenine farklı bir bakış açısı ile bakmamız için yeterlidir:
“..... Phrygialı genç ve güzel yüzlü Attis ormanlarda kule taşıyan
tanrıçayı yendi lekesiz bir aşkla..... İtaat sözü verdi ama yemini bozdu ve
Nymphe Sangaritis ile kendi olmaktan çıktı. Bunun için öfkeli tanrıça
onu cezalandırdı. Attis çıldırdı, evi başına yıkılıyordu sanki, kaçtı
koşarak Dyndimus Dağı’nın tepesine. Bazen “kamçıları kaldırın” diye
bağırır, yemin eder Palaestine tanrıçalarının orada olduğuna. Keskin bir
taşla kabaca kesip bedenini, uzun saçlarını peşinden sürükledi, kir toz
içinde. Şöyleydi çığlığı: “Hakettim, kanla hak ettiğim cezaları ödüyorum,
bana zarar veren o bölümler yok olsun”... kasıklarının ağırlığını kaldırıp
attı. Çılgınca kendinden geçmesi örnek oldu ve tanrıçanın yumuşak
rahipleri saçlarını sallayarak aşağılık uzuvlarını keserler .....”
L. E. Roller,558 rahiplerin kendilerini hadım etmesi sayesinde
cinsellikten ömür boyu uzak durarak kendilerinden temiz ve el değmemiş

557 İznik, 2004: 140–141. 558 Roller, 2004: 247. 156
kalmalarının559 istenmiş olabileceğini söyleyerek hadımlık olayına farklı bir
yönden bakar.
Ancak erkeksi özellikleri ile ön plana çıkan atlı, savaşçı Frigler neden
bir kadın tanrıçayı benimsemişlerdir. Bu da belirsizlik kazanmış bir sorundur.
Belki de onlar, böyle bir tanrıçayı benimseyerek Anadolu’daki dinlere hoşgörü
ile yaklaşarak, kendilerini bu bölgede kabul edilmelerini kolaylaştırmıştırlar.
Frigya’da Roma’da görülen Taurobolium ve Criobolium törenlerindeki
kan sunusunun uygulandığını, Frig Kaya anıtlarındaki sunu çukurları tanıklık
eder. Ancak, bu çukurların sunu amaçlı kullanım görmeleri kesinlik
kazanmamış bir yargıdır.
Sonuçta, Frig kültü ve mitolojisi hakkında ne çözebiliriz?
Araştırmamızla ilgili Anadolu anıtlarına bakarsak, Frig Ana Tanrıçası’nın
Anadolu’da çok büyük bir şöhreti olduğunu görürüz. Farklı sıfatlarının ve
atribülerinin tapınımda kullanılmasına rağmen, o açıkça üstün bir figürdür.
Gördüğümüz gibi, ona adanmış önemli anıtlar ve onunla birleşen soylu
isimlerinin sayıları yönetici otoritelerden resmi onay almıştır.560 Bu önemli
tanrıçanın yanında, onun yanında tapınım gören tanrı, rahip, soylu bir kişi
olarak görülen Attis’te gerek Frigya’da gerekse Yunan ve Roma dünyasında
önemli bir karakter olarak varlığını korumuş; tapınımını yaygınlaştırmıştır.
Frigya Devleti’nin yıkılmasından sonra, Frigya bölgesinde Lidya
egemenliğinin başlamasıyla,561 Frigler’e özgü bir kült olan Kybele-Attis kültü
de Lidyalılar tarafından tanınmış, onlarda bu kültü benimseyerek tapınım
göstermişlerdir. Ancak onlar, tanrıça Kybele’yi benimserlerken adını
değiştirmişler, Artemis adını ona uygun görmüşlerdir. Özellikle krallardan
Ardys zamanında (M.Ö. 652–624) tanrıça’nın tapınımı Sardes kentine girmiş
olmalıdır. Ayrıca Ardys’ın oğlu Salyattes’in (M.Ö. 624–609) ve torunu

559Kybele’nin hadım rahiplerinin cinsel eylemlerden uzak durmaları ile günümüz tek tanrılı
dinlerinden Hıristiyanlık’ın din görevlilerden rahiplerin bakir kalması arasında bir bağlantı olabilir.
Ancak, bu durum hassas bir durum teşkil ettiği için bu iki din arasındaki bağlantı, ince sınırla ayrılmış
bir yaklaşım ile değerlendirilmelidir.
560 Roller, 1988: 49. 561 Uçankuş, 2000: 31.
157
Alyattes’in (M.Ö. 609–560) isimlerinin son ekinin “Attes” olması da tanrıçanın
sevgilisi Attis’in teophor isimler altında varlık gösterdiğini düşündürüyor.562
Ayrıca Herodotos’un,563 Kroisos’un oğullarından birisinin adını Atys şeklinde
vermesi, Atys ile Attis isimlerinin birbirlerini çağrıştırması açısından oldukça
ilginç bir benzerliktir. Böylelikle de Lidyalılar’ın Frigler’in varisi olarak KybeleAttis Kültü’ne sahip çıktıklarını ve onların tanrı ve tanrıçası Kybele ve Attis
mitosunu ve tapınımını kendi amaçları doğrultusunda kullandıklarını
görüyoruz. Özellikle de Lidya krallarının isimlerine “Attes” ekini eklemesi ya
da sadece Atys adını kullanmaları, tanrı gibi nitelendirilmek istendiklerini
gösteriyor. Böylelikle onların halk gözündeki itibarı artacak, siyasi güçleri
pekişecekti ya da onlar, Attis gibi ölümsüzlük özelliğine sahip olmak
istemişler, bunu kazanınca da güçlerinin ebedi olacağını düşünmüşlerdir.
Lidya’daki Kybele-Attis kültüne tapınanlar, uzun saçlıdır; hadım
edilmişlerdir. Yapılan uygulamalar sırasında vahşi çığlıklar atarlar. Dini
törenlerde, teflerini, kırbaçlarını, gürültülü seslerini (zillerini) ve etrafa kokular
saçan buklelerini tanrıça Kybele’ye ithaf ederlerdi.564
Ayrıca Kybele, Sardes kentindeki gibi Efes kentinde de Artemis olarak
görülür.565 Ancak Sardes kentindeki bir stel üzerinde (Resim: 81) Kybele’nin
ve Artemis’in ayrı tanrıçalar olarak gösterilmeleri,566 aynı tapınakta iki farklı
tanrıçaya tapınımın olabileceğini düşündürüyor. Bu durum anlaşılamamıştır.
Kybele rahiplerinin çalışmaları tanrıça Kybele’nin kültünü Efes kentine
kadar ulaştırmıştır. Bu kentte Kybele değişime uğrayarak Efes Artemisi’ne
dönüşmüştür.567 Onun çok göğüslü monumental heykelleri, (Resim: 82)
bereketlilik ve çoğalma, doğurganlık ile ilişkilidir. Her iki tanrıçanın da kült
personeli açısından benzerlikler görülür. Kybele’nin hadım rahipleri

562 Çapar, 1979b: 195. 563 Herodotos, 1. 34. 564 Uçankuş, 2000: 624; Sevin, 1982b: 259. 565 Hanfmann ve Waldbaum, 1969: 266. 566 Hanfmann ve Waldbaum, 1969: 266. 567 Erhat, 2003: 59. 
158
Galluslar’ın Efes Artemis kültünde Megabyzos568 adıyla devam etmiş olması
mümkündür. Her iki rahip heyetinin üyeleri de hadım idiler; üstelik her iki isim
de “büyük” anlamına gelmektedir;569 onların törenlerinde zil, davul
kullanmaları da benzerlik gösterir.570 Bütün bu bilgiler ışığında Metragyrtoi’ler
ile Galluslar arasında devamlılık niteliğinde bir ilişkinin olduğunu söylemek
şimdilik en kabul edilebilinir açıklama olacaktır. Ayrıca, gene Kybele
kültündeki bir rahip sınıfı olan Kuretler’in de Efes Artemis kültünde varlığını
sürdürdüğünü görmekteyiz. Ayrıca Kybele kültündeki tanrıçanın hizmetkârı
Metragyrtai’lere571 yani gezgin dilenci rahiplere, Perge Artemis kültünde
Argyrtes adıyla rastlayabiliyoruz. Önceden de belirttiğimiz gibi, Perge
Artemisi, Anadolu’nun yerel Ana Tanrıça anlayış geleneğini sürdürmektedir.
Efes kentinde yapılan Artemis Tapınağı’nın düzenleniş biçiminin arı
hayvanının işlerine göre ayarlanmış olması, tanrıça Artemis’in Melissai
(=arılar) denilen bir rahibeler topluluğunun olması, Hititler’de Telepinu
mitosunda öne çıkan arı motifinin burada da görülmesi açısından ilginç bir
benzerliktir. Bu hayvanın önemi, onun ilkbaharın müjdecisi olarak çiçekler
aramak üzere yola çıkmasından, doğanın tekrar canlanmasını temsil eden bir
varlık olmasındandır.572
Kybele ile Artemis’in birbirlerine benzeyen yönlerinden en dikkat çekici
olanları: her iki tanrıçanın da gökten düşmüş bir taş 573 ile simgelenmesi, kent
koruyucu ve kurucu özelliğinden dolayı tasvirlerinde bunun sembolü olan
kulelerden meydana gelmiş taç taşımaları, doğanın hâkimi olarak
görülmeleridir. Hatta Efes Artemisi’nin Kybele’nin isimlerine benzer bazı
epithetleri de bu benzerliği onaylar: ΄Αρτεμις ( en
büyük tanrıça Artemis), Έφ (Ephesos’un hakimi), μαινάδα

568 Strabon, XIV.1.23: “..... Megabyzos olarak adlandırdıkları hadımlar vardı. Bu yükselmeye uygun
kişiler başka yerden getirilir ve onlara büyük paye verilir. Bunlar görevini yaparken, görevleri gereği
bakireler onlara yardım etmek zorundaydılar.
569 İndirkaş, 2001: 19. 570 İznik, 2004: 132. 571 Metragyrtai, Grekçede Meter: anne ve agermos: toplayıcı kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş
olabilir (Roller, 2004: 218.).
572 Çapar, 1991: 83. 573 Erhat, 2003: 60. 
159
(menad), θυάδα (bakhant), (kahin), (çılgın, kendinden
geçmiş) kelimeleri Efes Artemisi’nin Kybele’ye kadar giden orgiastik
karakterini ortaya çıkartmaktadır.574
Efes Artemisi’ne hizmet eden kült personeli kalabalıktır. Buradaki
başrahip Arkhierus ismini taşıyordu; yaptığı göreve ise, Arkhierosyne
(başrahiplik) deniliyordu. Başrahibin nezareti altında her biri belli bir iş ile
görevli rahip ve rahibeler heyeti vardı. Megabyzoi575 veya Megalobyzoi576
diye adlandırılan heyet,hadım rahiplerden oluşuyordu ve bunlardan biri MİZOS adını alıyordu.

Bu heyetinde
aslına Kybele’nin rahipleri olduğu bilinmektedir.577
Kybele ve Efes Artemisi’nin benzer yönlerinin bulunmasının yanında,
Efes kentinde tanrıça Kybele sadece kendine ait bir tapınım yerine de
sahiptir. (Resim: 83) Bu da onun Efes’teki varlığını ispatlıyor. Bu yer Pion’un
(bugün Panayır dağ) Kuzeydoğu eteklerinde, Stadion’un (Stadyum)
kuzeyinde yer alan olası Koressos Limanı’ndan yaklaşık 300 m. doğuda,
Tracheia (yarık) olarak tanımlanan alandadır.578 Bu kutsal alan, sayısız kaya
nişleri, kaya kabartmaları, kaya altarları, kayalara oyulmuş sayısız stel
yuvaları ve kaya adak yazıtları ile Frigler’e özgü gibidir. Buradaki kayalara
yapılmış nişler, Frigya’dakilerin devamıdır. Çünkü buradaki gibi, Frig Kaya
Anıtları’nın dik yüzlerine dikdörtgen ya da oval olan fazla büyük olmayan
kaya nişleri yapılırdı. Bu yerlerin içerisine, tanrıçanın heykeli yerleştirilirdi.
Burada da aynı durum geçerlidir. Bu durum, Frigler’e özgü geleneğin,
İyonya’daki görünüş şekli olmalıdır.579

574 Çelgin, 1986: 43–44. 575 Çelgin, 1986: 46; Epigrafik belgelerde görülmese de antik dönem yazarları tarafından Efes
Artemisi’nin hadım rahipleri Megabyzoi olarak görülür (Smith, 1996: 334–335). 576 Çelgin, 1986: 46. 577 Çelgin, 1986: 46. 578 Alanyalı, 2002: 4–5. 579 Alanyalı, 2002: 5–6. 
160
F. Işık,580 Efes Artemis Tapınağı’nda kendine bir yer edinen tanrıça
Kybele’nin asıl yerinin buradaki mihraplık yani kayalara oyulmuş nişler
olduğunu ve tanrıçaya bir tapınak verilmesine rağmen ona güç veren, asıl
yeri olan kayalık alanların eski önemini koruduğu görüşündedir.
Efes kentinde olduğu gibi, Daskyleion kentinde de Kybele kültünün
varlığı görülmektedir ve bu kentte de Kybele-Attis kültü önemsenir. Bu kentte
yapılan kazılar sonucunda birçok kült malzemesi ele geçmiştir. Bunlar:581
Kybele’ye ait bir tapınak modeli (M.Ö. 7. yüzyılın ortası), Kösemtuğ
Tümülüsü’nden ele geçmiş bir adak yazıtı, gri renkteki bir kâse üzerindeki
yazıt (M.Ö. 6. yüzyıl sonu-5. yüzyıl başı), bothros (çöplük) buluntuları (zarlar,
hayvan figürlerine ait boynuzlar, gri renkli bir kandil, ompholoslu kâseler).

580 Işık, 1999: 3. 581 Bu konu hakkında detaylı bir bilgi için bkz: Bakır, 2004:55–66. 
161
 V. BÖLÜM
FRİGLER’DEN SONRA KYBELE-ATTİS KÜLTÜ
5.1. Yunan Kültürü’nde Kybele-Attis Kültü
Meter (Kybele) kültü, Yunanlılar’ın yaşadığı sıkıcı ve buhranlı bir
dönemde, Atinalılar ile Spartalılar arasında gerçekleşen Peleponnes
Savaşları (M.Ö. 431–404)582 sırasında, savaşın kötü etkilerinden kurtulmak
için Sibylla bilicilerinin önerisi ile Frigya’dan Atina’ya getirilmiştir.583
Tanrıçanın Atina’ya getirilmesinden sonra da, ona Metroon tepesinde bir
tapınak inşa edilmiştir.584
M.Ö. 4. yüzyılda, Metroon tepesine yapılan Meter (Kybele) tapınağının
yapılma nedenini Julianus,585 şöyle belirtir:
“Atinalılar aslında Kybele’nin ne kadar önemli olduğunu ve Deo,
Rhea ve Demeter kimliğinde nasıl saygı gördüğünü anlamayarak, dinde
yenilikçi olan Kybele rahibine hakaret ettikleri ve onu zorla
uzaklaştırdıkları anlatılmaktadır. Buradan da Tanrıça’nın öfkesi ve onu
sakinleştirme çabaları kaynaklanmıştır.
..... Pythian Tanrısının rahipleri, onlara Tanrıların Anası’nın
öfkesini yatıştırmalarını emretmişti. Söylediklerine göre, Atinalılar’ın
tüm resmi evraklarının saklandığı yer olan Metron bu amaçla
kurulmuştu.”
Günümüz yazarlarından Ö. Çapar586 ise bu olayı detaylı bir şekilde
anlatır ve M.Ö. 5 yüzyılın sonu 4 yüzyılın başlarında Atina’ya Frigyalı Büyük

582 Peleponnes Savaşları, Atinalılar ile Spartalılar arasında gerçekleşen 27 yıl süren bir savaştır.
Detaylı bir bilgi için bkz: Mansel, 1947: 300–322. 583 İndirkaş, 2001: 12. 584 Erhat, 2004: 186; Çapar, 1979a: 187. 585 İndirkaş, 2001: 13–14. 16

Ana’nın ritlerini tanıtmak üzere bir dilenci-rahip (metragyrtai) geldiğini, bu
kişinin Atinalı öfkeli vatandaşlar tarafından barathron (uçurum)’a atıldığını;
daha sonra Atina’da bir veba salgını çıktığını ve bu durum sonucunda Delphi
kehanetine danışılması neticesinde onlara tanrıçaya bir tapınak yapılmasını
önermeleri üzerine Metroon’da bir tapınak yapıldığını belirtir.
Ana Tanrıça, Yunan dünyasında Ana anlamına gelen Grekçe Meter
(μήτερ) ismi ile ünlenmiştir. Tanrıçanın epithetlerinin büyük bir kısmını
“Dindymene”, “Berecynthia”, “Sipylene”, “İdaia”, “Gallesia”, “Asperdene”, gibi
dağ isimleri ya da kısaca Grekçe’de dağ anlamına gelen “Oreia” (Оρέιη)
epithetlerinin oluşturduğunu görüyoruz.587
Yunan yazınsal kaynaklarında Kybele; Meter Megale (Büyük Ana),
Meter Antropon (İnsanların Anası), Meter Theon (Tanrıların Anası) ya da
Magna Mater deum İdea (İdalı Tanrıların Büyük Anası) olarak geçer.588
Ö. Çapar,589 Meter (Kybele) kültünün Yunanistan’a geliş yolları ve
biçimi konusunda üç farklı görüş ileri sürmüştür:
1. Hellespontos ve Trakya yoluyla,
2. Ege adaları üzerinden,
3. Ras-Şamra (Ugarit) yoluyla,
Ö. Çapar’ın görüşlerinden ilki daha akla yatkın gibi görünüyor. Nitekim
Hellespontos (Karadeniz) ve Trakya yolu üzerinden kültün Yunanistan’a
taşınması daha kolay olmalıdır. Ancak, o dönemin savaş ortamı içinde
olduğu düşünüldüğünde de kültün bu yoldan da gelmesi mümkün değilmiş
gibi görülüyor.
Ö. Çapar’a590 göre, Meter (Kybele) kültü Doğa Akdeniz yoluyla
Yunanistan’a girmiştir. Onun bu görüşü, Yunanlılar’ın Doğu Akdeniz
sahillerinde, özellikle Kuzey Suriye’de Al-Mina, Tell Sukas (Paltos), Tabbar
 586 Çapar, 1979a: 187. 587 Alanyalı, 2002: 1. 588 Dürüşken, 2000: 72. 589 Çapar, 1979a: 188. 590 Çapar, 1979a: 189–190. 
163
el-Hammam vs. gibi işlek koloniler kurmaları, Ugarit’te tüccarlık yapmaları ve
bunun sonucunda da kültür alışverişi yanında bir takım fikri veya manevi
unsurların da alışverişini yapmalarına dayanır.
Z. İndirkaş,591 Meter (Kybele) kültü Anadolu’dan Yunanistan’a
taşınmıştır.
Meter (Kybele) kültünün ve tapınımının Yunanistan’a taşınması
sırasında onun yanında, eşi, sevgilisi, oğlu Attis’in kültü de Yunanistan’a
gelmiş olmalıdır. Ancak bu konu hakkında kesin bir bilgimiz yoktur; elimizde
olan bilgiler varsayımlara dayanmaktadır. Yunanistan’da, tanrı Attis’in ilk
varlığı, M.Ö. 4. yüzyıldaki bir arkeolojik belgeye dayanır; bu belge, bize onun
kültünün Yunanistan’a Meter (Kybele) kültünden daha sonra geldiğini
düşündürüyor. Belki de bu tanrı, bazı özelliklerini Yakındoğu’daki tanrılardan
harmanlayarak, kendine özgü bir kimlikle Yunanistan’a gelmiştir.
Frigya’da Attes (Αττής) olarak görülen tanrı ya da kral soyundan gelen,
rahip olarak nitelendirilen şahsın ismi, Yunanistan’da form değiştirmiş şekliyle
Attis (Αττίς) şeklinde tanrıçanın yanında ona hizmet eden, sevgilisi olan
tanrının adı olarak karşımıza çıkar. Yeni vatanı Yunanistan olan Attis artık bir
tanrıdır.
Bazı araştırmacılar, Attis kültünün ve isminin Yunanistan’da M.Ö. 4.
yüzyıldan daha erken bir tarihte olduğunu belirtmişler; bunu kanıt olarak da,
Plutarchos’un (M.S. 46–127) anlattığı bir olaydan, M.Ö. 415’deki Sicilya
seferi öncesinde Atina Agorası’nda bir adamın kendini hadım etmesi ile ilgili
bölümü kanıt almışlardır. Ancak burada, Plutarchos’un Meter (Kybele) ya da
Attis’ten hiç söz etmemesi göz ardı edilmiştir.592 Plutarchos’un anlatımı ne
Ana Tanrıça ne de Attis hakkında tam bir açıklama yapmaz onun anlatımı
dini bir tapınmadan öte psikolojik olarak kişileri rahatsız eden bir olayı anlatır
ve bu olay Sicilya yenilgisinden sonra çıkar. Diğer bilginlerin açıklamaları ise,
M.Ö. 4. yüzyıldan önce Attis’in görülmeyişinin sebebini Yunanlılar’ın onu

591 İndirkaş, 2001: 12. 592 Roller, 2004: 178–179. 
164
barbar ve itici bulup dinlerine girmesini engellemiş olmaları şeklinde
anlatırlar.593
Attis ikonografisinin kendi anavatanı olan Frigya ile direk bir ilişkisi
bulunmaz ve bununla birlikte Attis’in hiçbir tasviri Frigyalılar tarafından
bilinmemektedir. Cevap olarak şu tartışılır ki belki bu tasvirler bir zamanlar
yaşamış ama hayatta kalmayı başaramamışlardır. Fakat bu, bazı sebepler
için muhtemel gözükmüyor. Frigya Ana Tanrıçası’nın tasvirleri Frigya’da kaya
anıtları ve kabartmalarda düzenli olarak var olurken; tanrı Attis’in Frigya’daki
varlığı ancak Roma dönemine ait heykel ve kabartmalarda görülebiliniyor.594
Ana Tanrıça Meter (Kybele) kültünün Yunanistan’a yayılmasından sonra da
Attis, Frigya’daki betimlenmemiş görüntüsünden sıyrılarak tanrıça Meter
(Kybele) ile birlikte tasvir edilmeye başlar.
Yunanistan’da Attis’in betimlendiği en erken örnek, M.Ö. 4. yüzyıl
ortalarına tarihlenen Pire’de bulunmuş bir adak stelindeki kabartmada
(Resim: 84) görülür; burada onun Yunan karakteri ortaya çıkar.595 Kabartma,
solda oturan bir erkek, sağda ayakta duran bir kadın figüründen oluşur;
figürler bir naiskos içerisine yerleştirilmişlerdir. Anıtın üzerindeki yazıtta:
ŵν παιδίων κατà πρόσταγμα:
Timothea, emirlere uyarak çocukların yararına Angdistis ve Attis adına
adadı.”596 yazmaktadır. Bu yazıttan sol tarafta oturan kişinin Attis, sağda
ayakta duran kadının da Angdistis olduğu anlaşılmaktadır. Attis şekilsiz bir
kayanın üzerinde oturmuştur. Attis’in vücudu, yüzü sağa dönük, sağ ayağı
ve bacağı biraz sağ tarafa uzanmış ve sol bacağı ve ayağı kayaya yaslanmış
şekilde geriye dönük olarak tam olarak gösterilmiştir. Sol eli dizinin
üzerindedir, sağ elini de Angdistis’ten bir şey almak için uzatmış gibidir.
Uzun ve kavisli sopasını da üzerine oturduğu kayaya yaslamış durumdadır.
Frigya’nın Ana Tanrıçası olan Angdistis burada ne Frigya’da tapınılan Ana
Tanrıça başlığıyla ne de Yunanlılar tarafından bilinen Kybele adıyla

593 Roller, 1994: 256. 594 Roller, 1994: 247. 595 Roller, 2004: 179. 596 Roller, 1994: 248; Roller, 2004: 179. 
165
belirtilmiştir, sağ ayağı öne yukarı doğru, sol ayağı da arka tarafa doğru adım
atmış şekildedir. Attis’in sağında oturmuş ve yüzü ona dönüktür. Heykeltıraş,
Angdistis’in göğüslerinin altından ikinci geniş bir kemer vermiştir; onun sağ
elinde yonca ağızlı bir testi vardır; bunu vücudunun aşağısında başparmağı
dışarıda gözükecek şekilde tutar. Onu, bu testiyi sağ eliyle Attis’e doğru
uzatır durumda görüyoruz. Sol elinde, sol bacağına doğru tuttuğu yuvarlak bir
disk vardır. Bu kabartmanın M.Ö. 4. yüzyılın üçüncü çeyreğinin ortalarında
yapıldığı düşünülüyor. Bu kabartmada gösterilen Attis, Kerkyra’da M.Ö. 5.
yüzyılın ilk yarısında Zeus’un adına yapılan bir kabartmaya benzer bir şekilde
bir kayanın üzerine oturmuş durumda resmedilmiştir. Angdistis ise M.Ö. 4.
yüzyılın 3. çeyreğinin ortalarında Atinalılar’ın kayıtlarında bulunan birkaç
Atina figürü ve Lachares’in figürününe benzerlik gösteriyor olmalıdır.. Bu tarih
aynı zamanda Sigma ve Omega harflerini içeren M.Ö. 4. yüzyılın standart
Attika alfabesi olan yazı harflerinin kullanıldığı tarihtir.597 Bu tartışma Attis’in
üzerine yapılsa da Angdistis’in figürü de yorumu hak ediyor. Onun Frigya’daki
adı Yunanistan’da pek görülmez; fakat M.Ö. 4. yüzyıl Yunan inanışlarında
geçen Yunan Ana Tanrıçası’na benzer bir figürdür. Ana Tanrıça’ya ait ilk
heykel M.Ö. 6. yüzyılda Batı Anadolu’nun Yunan illerinde yapılmıştır. Bu
heykel chiton ve mantle giymiş bir şekilde oturur vaziyettedir. Bu Yunan
şekilleri Frigyalılar’ın Ana Tanrıça’yı tasvirlerinden geliştirilmiştir, çünkü her iki
kültürde de Ana Tanrıça oturmuş bir şekilde ve özel bir kostüm giymiş olarak
tasvir edilir. M.Ö. 6. yüzyılın sonlarında Ana Tanrıça tamamen Yunanlılaşmış
olarak görülür. Artık bir tahta oturmuş Yunan kadın giysisi khiton ve mantle
giymiş olarak gösterilir. Sol elinde bir aynalık tutar ve yanında da bir aslan
oturur. Bu şekilde M.Ö. 5. yüzyıl temsillerinde en etkileyici olanı kabul
edilmektedir. Bu heykel heykeltıraş Agorakritas tarafından Atina Agorası’nda
yapılmıştır. Agoraktis’in çalışmaları Yunan dünyası boyunca yayılan Ana
Tanrıça adına yapılmış olan kabartmaların kaynağıdır. Angdistis’in bu anıttaki
ayaktaki figürü, bu standartlardan farklı olmasına rağmen, onun Yunan
kostümü ve tymphanumu (tef) hala Yunan geleneklerindeki Ana Tanrıça gibi

597 Roller, 1994: 248 
166
gösterilmiştir.598 Bu kabartma sadece onun mitolojisinin tercümesini verir.
Pausanias’ın anlatımından sonraki literatürlerde de bu tekrarlanır. Kabartma
belki de Attis ve Ana Tanrıça arasındaki eskiye dayanan ilişkileri bize
söylüyordur.599
Attis betimlemeleri, özellikle Attis’in terakota heykelcikleri tanrı Attis’in
Yunan dinindeki işlevini ortaya koymaktadır. Bunların çoğu onu dans
ederken, hoplayıp zıplarken ya da bir müzik aleti çalarken, bir başka deyişle
Meter (Kybele)’e tapınan insanların dinsel törenler sırasında yaptıkları
hareketleri sergilerken gösterir. Attis bu heykelciklerde tapınıcılara vekillik
görevi yapar, böylece insan bir Attis heykelciği sunmakla, kendinden bir
parça sunmuş olur.600
Attis’in cinselliğini ön plana çıkaran, onun cinsel organlarının
gösterildiği teşhirci betimlemeler (Resim: 85) ilk olarak M.Ö. 2. yüzyılda
Roma’da görülür.601 Onun Yunanistan’daki betimlemelerinde hiçbir zaman
tanrının cinsel bir kimlik taşıdığını gösteren betimlemeler bulunmamaktadır.
O genellikle Atina’da söylenceye dayanarak; Meter (Kybele)'in genç aşkı,
sevgilisi ve oğlu; arkeolojik belgelere göre ise tanrıçanın hadım rahibi kimliği
ile görülmektedir.
Özetle; Frigyalı kökeniyle güçlü bağlar bulunduran bir tanrı, Attis,
Yunan sanat ve mezhebine Ana Tanrıça’nın eşi olarak girdi. Attis tek başına
Frigya’da çok farklı bir figüre sahiptir, Frigya Kitabeleri’nde temsil edilmemiş
olan bir insan, tanrı olmuştur. Attis’in Yunanlılar’a ait görünümü, Yunanlılar’ın
ona tapabilmesi için Ana Tanrıça’ya uygun bir şekilde düzenlenmiştir. Ana
Tanrıça’nın Yunan dünyasında hem popüler hemde korkulan bir tanrı olarak
ikilem içinde var olmasının yanında, Attis de Ana Tanrıça gibi Yunan halkı
içerisinde karışık duygular uyandırmıştır. Attis’in ikilemi, onun tasvirleriyle
desteklenmiştir. Bu tasvirler, yabancıların Yunanlılar tarafından yapılan
tasvirleri ve Paris’in Troyalılar’ı alt tabaka insan olarak görmeleri de Attis için

598 Roller, 1994: 249. 599 Vermaseren, 1966: 23. 600 Roller, 2004: 182; Vermaseren, 1966: 22. 601 Roller, 2004: 182. 
167
geçerli olmuş ve öyle görülmüştür. Ana Tanrıça’nın eşi olarak Attis
yardımsever tanrı olarak öne çıkmıştır. Aynı zamanda Attis, Yunanlılar’ın
gözünde doğulu komşularının sahip olduğu barbarlık ve kadınsılık özelliklerini
de temsil etmiştir ve bu yönler sonradan oluşan hem modern hemde eski
bakış açılarını da etkilemiştir. Frigya ile hiçbir alakası olmayan bir figür için bu
sürekli devam eden bir miras olmuştur.602
Meter (Kybele) ve Attis kültünün Yunanistan’da gelişini gördükten
sonra, Gallus adlı hadım rahiplerin onlardan ayrı kaldığını düşünemeyizl.
Muhtemelen onlar da, Meter (Kybele) kültünün Yunanistan’a taşınmasından
sonra, Yunanistan’a gelmişlerdir. Ancak onlar, Meter (Kybele) gibi bu ülkede
hoş karşılanmamışlar; Atina halkı tarafından ülkelerine geri dönmeleri için
zorlanmışlardır. Zira Grekçe’de Gallus teriminin kullanılış biçimi de
Yunanlılar’ın bu rahiplere bakış açısını yansıtıyor. “Gallus”, iyimser bakış
açısıyla, sorunlu bir etnik grup şekliyle açıklanırken; kötümser bakış açısıyla,
yıkıcı, barbar bir topluluk olarak belirtilmektedir. Aslında bu durum biraz da
Yunanistan halkının Galluslar’a ve Meter (Kybele) kültüne genel anlamda
olumsuz bir tutum içerisinde olduklarını da gösteriyor.
Yunanlılar, tanrıça Meter (Kybele)’i Yunanistan’a getirdiklerinde onun
aşk, doğurganlık, verimlilik, bereketlilik tanrıçası olma gibi birçok özelliğini,
Yunan tanrı ve tanrıçalarının arasında (Rhea, Demeter, Aphrodite, Demeter)
paylaştırmışlardır. Ve böylece de Yunanistan’daki tanrı ve tanrıçaların
özellikleri Ana Tanrıça’nın özelliklerini taşıyan, değişik anlayışları içinde
barındıran bir yapıya bürünmüştür
Meter (Kybele)’in özelliklerinin paylaşıldığını, onunla benzer özelliklere
sahip olduğunu düşündüğümüz Yunan tanrı ve tanrıçaları şunlardır:

602 Roller, 1994: 259. 
168
Bu tanrıçalardan ilki Rhea’dır;603 çünkü Yunanlılar, Rhea’nın Tanrıların
Anası604 (Μήτηρ θεŵν) olma özelliğini alarak Meter (Kybele) ile
özdeşleştirmişlerdir. Bunun içinde onların adları farklı olmasına rağmen; her
ikisinin de aynı özellikleri taşıyan tanrıçalar oldukları görülür. Muhtemelen bu
birleşme, Rhea’nın dinsel esrime ayinlerinin simgesi olan tefin, Meter’in
törenlerine katıldığı M.Ö. 6. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiş olmalıdır.605
Bazı Yunanlı ve Romalı yazarlar, Meter (Kybele) ve Rhea’nın aynı
tanrıça olduğuna şöyle değinir:
Strabon (M.Ö. 64/63-M.S. 19.):606 “Phrygialılar’ın bir kabilesi olan
Berekyntes ve genel olarak Phrygialılar ve İda dolaylarında oturan
Troialılar, Rhea’ya saygı gösterip ibadet ederler ve ona Agistis ve
Tanrıların Anası Phrygia’nın Büyük Tanrıçası adını verirler ve o ibadet
gördüğü yerlere göre, İdaea ve Dindymene, Sipylene, Pessinuntis ve
Kybele adların alır.” şeklindeki ifadesiyle Rhea ile Kybele’nin aynı tanrıça
olduğunu vurgular.
Stephenas Byzantios607: “Phrygialı Kybele vardır ve Kybele Dağı,
bundan dolayı Kybele’ye Rhea denilir.’’
Bazı kaynaklarda Korybantlar, İda Daktylosları’nın ve Telkinler’in
akraba olduğunun belirtilmesi,608 Rhea’nın hizmetkârı ile Meter (Kybele)’in
hizmetkârlarının benzerliklerini de gösteriyor. Çünkü bunların hepsinin ortak
özelliği, onların törenlerde ziller, tefler, kavallar ile gürültülü bir ses
çıkarmalarıdır. 609
Demeter’in toprak ve bereket tanrıçası olma özelliği,610 onunla Meter
(Kybele) arasında bir bağlantı kurmamızı sağlar.611 Yunanlılar kendi

603Girit’te Kybele-Attis’in kökenine değinirken; buradaki tanrıça Rhea’nın kültünün Yunanistan’a
taşındığından ve Kybele ile eşleştirilerek Yunan pantheonuna katıldığından bahsetmiştik. 604 Roller, 2004: 175. 605 Roller, 2004: 175. 606 Dürüşken, 2000: 72. 607 Alanyalı, 2002: 2. 608 Özbayoğlu, 1999: 233. 609 Özbayoğlu, 1999: 233. 610 Yörükân, 2000: 21. 611 Burkert, 1999: 132. 
169
tanrıçaları Demeter ile onun annesi İda dağı, Frigya Ana Tanrıçası ismi
altında birleştirerek612 Yunanistan’daki Meter (Kybele) kültünü oluştururlar.
Demeter’in kızı Persophone de bitki dünyasını, ilkbahar ile yeniden doğmak
üzere ölen tohumu kişileştiren613 simgeleyen bir tanrıçası olması nedeniyle;
Kybele’nin sevgilisi, aşkı, oğlu Attis ile ilişkilidir.
Ayrıca bu tanrıçanın atribüleri arasında olan nar meyvesinin,614 Meter
(Kybele)’nin de atribüleri arasında da olması iki tanrıça arasında ortak bir
noktadır.
B. Umar,615 Demeter ismini inceleyerek, kelimenin aslının Ada/Da Ana
anlamında Da-Meter kelimesinden türemiş olabileceğine değinir ve böylelikle
de onun Ana Tanrıça ile ilişkisini ortaya koyar.
Derveni papirüsü, Demeter’in De Meter (Гˆη Μήτηρ) adını aldığını
çünkü iki tanrıçanın bir karışımı olduğunu bildirerek, aynı şeyi iddia eder. 616
W. Mannhardt,617 Demeter ismini inceleyerek; ismin ilk bölümünün
Giritçe arpa anlamına gelen “deia”dan oluştuğunu söyleyerek, tanrıçanın
arpa-ana ya da tahıl ana618 olarak görülebileceğini bize gösterir. Böylelikle
de biz, bu tanrıçanın tarım ile ilişkili olduğunu ve onun sayesinde tarım
ürünlerinin bol ve verimli geçtiğini anlayabiliyoruz. Bu durumda da tanrıça
Meter(Kybele)’inde tanrı Attis ile birlikte olduğunda aynı durumların
yaşandığını görebiliyoruz. Her iki kültte de bu tarz bir nitelik olduğu için bu iki
tanrıça birbirleri ile bağlantılı olmalıdır.

612 Kınal, 1962: 271. 613 Frazer, 1991: 323. 614 Nar, cinsel uyarıcı olarak görülen, doğurganlık ve zürriyet gücünün simgesidir. Bu kelime,
Yunanca kızıl kelimesinden türemiştir. Ona bu rengi veren savaş kanı değil; özellikle doğurganlık
kanı’dır (Thomson, 1983: 245–246.). 615 Umar, 1999: 212. 616 Roller, 2004: 176. 617 Frazer, 1991: 324–325. 618 Frazer, 1991: 325. 
170
Callimachos,619 hem Kybele’nin hem de Demeter’in rahibesi olan bir
kadından söz eder. Buradan da Demeter ile Kybele’nin birbiriyle aynı
olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.
Demeter ile Meter (Kybele)’in benzerliği dışında, Demeter’in kızı
Persophone ile Attis arasında da bazı benzerlikler vardır. Çünkü bu iki
tanrısal varlık, ilkbaharın gelişinin ardından yeraltındaki dünyalarından
çıkarlar; yeryüzünde kısa bir süre yaşadıktan sonra yeraltına geri dönerler ve
böylelikle de onlar bitkilerin verimliliğini ve bereketliliğini simgelerler. Ayrıca
onlara ait mitoslarında bazı benzerlikleri vardır. Persophone’nin başından
geçenlerin anlatıldığı mitos şöyledir:
Hades, Demeter’in kızı Persophone’ye âşık olur. Kızın babası Zeus’a
aşkını itiraf eder, ancak Zeus, Persophone’nin annesi Demeter’in bunu kabul
etmeyeceğini söyler. Bunun üzerine iki tanrı bir plan yapar. Persophone her
zamanki gibi çiçek toplamaya çıktığında diğer çiçeklerden farklı çok güzel bir
çiçek görür ve onu da koparmak ister. Çiçeği koparacakken toprak ikiye
ayrılır; içersinden atlarıyla Hades çıkar ve onu yeraltı dünyasına kaçırır. Bu
esnada Persophone sesinin annesi tarafından duyulması için sürekli bağırır
ama sesini duyanlar korkudan bir şey yapamaz. Ancak Demeter onun
çığlıklarını yeraltından duyar ve çılgına döner; kızını aramaya başlar. Ona hiç
kimse yardım etmez. Bunun üzerine Demeter, tanrıça kıyafetlerini ve tüm
eşyalarını çıkarır; tüm dünyayı ve tanrıları açlıkla tehdit eder. Tanrılar ona
yalvarırlar ama o kızının bulunması şartıyla her şeyin eskisi gibi olacağını
söyler. Bunun üzerine Zeus ona, Persophone’nin Hades tarafından
kaçırdığını; ancak bu evliliğin güzel bir evlilik olduğunu söyler. Demeter
kızının geri dönmesini ister; Zeus, Persophone’yi getirmesi için Hermes’i
yeraltı dünyasına yollar. Hades kurnazlık yaparak, Persophone gitmeden
önce nar meyvesinden ona bir parça verir ve onu yollar. Çünkü ölüler
ülkesinin yiyeceğinden yiyenler bir daha buradan çıkamaz. Böylelikle Hades
karısını kısa bir süre de olsa bir yıl içerisinde görebileceğini garantilemiş olur.
Persophone yeryüzüne geri döndüğünde, Demeter çok mutlu olur ve

619 Çapar, 1979a: 184.
171
yeryüzündeki bütün bitkiler dünyasının yaşantısı eski haline getirir. Kızına
yeraltı dünyasından bir şeyler yedin mi diye sorar; Persophone’de Hades
tarafından kandırıldığını anlar. Bunun üzerine o, yılın üçte ikisini annesi ile
birlikte Olympos’ta tanrılar arasında; geri kalan üçte birini de yeraltında
kocasınını yanında geçirecektir.620
Demeter’in kaybolan kızını araması motifi, Mezopotamya’daki (Sümer,
Babil, Filistin) bazı mitoslarla bağlantılı olmalıdır. Çünkü bu tema kaybolan
bir tanrının annesi ya da sevgilisi, eşini araması şeklinde görülse de aynı
amaca hizmet eder. Bu da bitkiler dünyasının mevsimlerin deviniminden
etkilenmesidir. Onun yeraltında kaldığı günlerde, mevsim kıştır; yeryüzüne
çıktığı zaman ise ilkbahar gelmiş olur. Ayrıca, Persophone’nin bitki dünyası
ve tarım ürünleri ile ilişkisi ve onun yılın belli zamanlarında yeryüzüne
çıkması ile Attis arasında da bir bağlantı kurulur.
Persophone, Attis gibi yılın belli bir kısmını yeraltında geçirir ve
ilkbaharın gelmesi ile birlikte annesi Demeter’e kavuşur. Bu tanrıça ile
Mezopotamya’daki bazı tanrıların da benzerlikleri vardır. Örneğin; Demeter’in
kaybolan kızını bulmaya çalışmasının bir benzeri, Dumuzi’nin, Temmuz’un,
Baal’ın kayboluşunda da vardır. Ayrıca kaybolan tanrının aranması Hititler’de
de vardır. Benzer bu temalar, evrensel olmalıdır. Yani bunların hepsi,
mevsimlerin değişimini, kış ayından sonra baharın gelişini anlatırlar.
Persophone’nin kaçırılması, tohumluk buğdayın hasattan ekime kadar
yeraltındaki çukurlarda saklanmasının bir simgesidir. Çok eski zamanlardan
beri tapınaklar ve gömütlerle bağıntılı oldukları için bu tahıl ambarlarına
yakıştırılan kutsallık, yeraltına saklanan tahılın ölülere değmesi nedeniyle
verimin arttığı inancını doğurmuş; olayın bütünü de Hades’in kaçırdığı,
annesinin ardından yas tutup, gözyaşı döktüğü yılın üçte birinde yeraltındaki
sevgilisine dönmesi koşuluyla salıverilen genç kıza ilişkin bir söylence olarak

620 Mitosun Yunan ve Roma Mitolojisine göre anlatımı için bkz: Frazer, 1991: 324; Can, 1970: 147-
155.) 
172
tasarlanmıştır. Persophone, gömülen ve yeniden doğan tohumluk ekinin
ruhudur.621
Demeter adına, her yıl ekim ayında “Thesmophoria” adı altında bir
bereket ve tahıl bayramı kutlanır. Bu bayramın amacı ekinlerin bereketini
arttırmaktır. Bayram başlamadan önceki birkaç ayda kadınlar domuz kurban
ederler, bunları “megaron” adı verilen kutsal mağaralara bırakırlar ve sonra
Thesmophoria bayramı gelince üç gün bedenlerini temiz tutarlar; domuzları
bıraktıkları mağaraya girerler, domuzların çürümüş kalıntıları toplayarak güz
ekimi için tohumluk tahıllara karıştırırlar. Ayrıca Persophone yeraltına
kaçırıldığında orada bulunan domuzlarda yeraltı dünyasına çekilmiş622
olduğundan törende domuzlar kurban edilmiş olmalıdır.
Domuzlar, insanın ve ekinin doğuşunun simgeleridir. Dolayısıyla
domuzlar tam bir bereket simgesidir ve kadının kendisini simgeler. Zira
onlardan akan kan, kadının aybaşı ya da loğusalık kanını temsil ediliyordu.
Bu bayramın kökeni, aybaşı ya da loğusalık kanının tohumların verimini
arttırmada kullanılmak amacıyla gizlice dağıtılması şeklindeki ilkel bir
uygulamadır.623
İki bayramın uygulanma zamanının farklı olmasına rağmen; bu bayram
ile Kybele-Attis törenleri arasında bazı benzer ayrıntılar göze çarpar. Her iki
bayramda, bitkilerin ve tahıl ürünlerinin bereketliliğini sağlamak amaçlı yapılır.
Thesmophoria bayramındaki dini arınma ve kan sunusu yapılarak insanın ve
ekinlerin yeniden doğuşunu simgelemesi anlayışının olması, Kybele-Attis
törenindeki uygulamalara benzerdir.
Sicilya’nın Gela kentinde, M.Ö. 6. yüzyıldan kalma bir kutsal alanda
bulunan ve tanrıçayı kucağında aslanla tahtta oturur durumda, yani standart
Meter ikonografisinde gösteren Demeter adak heykelciği, en erken M.Ö. 6.
yüzyılın sonlarından beri Meter (Kybele)’in Demeter ile kaynaştığını ortaya
koymaktadır. Bu ortak simge kullanımı, M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda artmıştır.

621 Thomson, 1983: 257. 622 Thomson, 1983:245–246. 623 Thomson, 1983: 246–247. 
173
Pindaros Demeter’e çınlayan ziller taşıyan tanrıça diye seslenirken, Meter
imgesinden yararlanır. M.Ö. 5. yüzyıl şairi Melanippides’te ikisinin aynı
tanrıça sayıldığını gayet iyi bir biçimde bildirir:
Δήμητέρ(ακαί) ητέρα θεŵν φησινμίεν υπάρχ(ειν): Melanippides der ki,
Demeter’le Tanrıların Anası birdir.”
624
Bu iki tanrıçanın birleşmesi, özellikle Atina ve Attika’da güçlü olmuştur.
Atina Agorası’ndaki Metroon’un civarında Demeter törenlerinde kullanılan
kaplara Meter (Kybele) törenlerinde kullanılan kapların benzerliği, bir kült
birleşmesini akla getirmektedir. M.Ö. 6. yüzyıla ait siyah figürlü bir Attika kabı
böyle bir birleşmeyi daha da belirginleştiriyor. Bu kabın üzerinde, buğday
başağı tutan Kore ile Demeter bir aslanla birlikte betimlenmiştir. Bir önemli
kanıt da, Atina Metroonu’nun yanında yer alan ve Eleusis’in iki tanrıçasına
adanan bir sunaktır.625
Muhtemelen onlar, Frigya tanrıçasının törenlerindeki vahşi ve yırtıcı
yönlerini yumuşatmak, bunları toplumca kabul edilebilir kült uygulamalarına
dönüştürmek626 istedikleri için Demeter ile Meter (Kybele) kültünü birbirleri ile
kaynaştırmışlardır. Frigyalı Ana Tanrıça’nın sık ve yaygın bir biçimde Rhea
ve Demeter ile özdeşleştirilmesi, yabancı ve Yunanlı tanrıçaların bilinçli
olarak birleştirildiğini ve Meter (Kybele)’in en saygın Yunan tanrılarının
arasına sokulmasının bu birleşmenin bir yolu olduğunu belirtiyor.627
Tanrı Dionysos’un tam anlamıyla Meter (Kybele) ile ilişkisinin olduğu
söyleyemeyiz, ancak o, ölmesi ve yeniden dirilmesi ile mevsimlerin değişimini
simgeleyen bir bitki tanrısı olması nedeniyle, Attis’e benzemektedir. Bu
benzerlik, onların aynı yörenin tanrıları olmalarından; mitoslarının ve
törenlerinin bazı benzerlikler taşımasındandır:
Efsaneye göre, Zeus’un oğlu Dionysos’un kaderi Osiris’inkini andırır.
Bir mağarada büyümekte olan Dionysos’un tanrıça Hera tarafından
bulunarak üzerine saldırttığı Titanlar tarafından parçalanması, büyükannesi

624 Roller, 2004: 176. 625 Roller, 2004: 176. 626 Roller, 2004: 176. 627 Roller, 2004: 177. 
174
tarafından parçalarının tamamen bulunarak birleştirilmesi628 ile ya da onun
kalbinin kurtulması ile yeniden dirilmesini sağlanır.629 Bu tanrının yeniden
dirilmesi, onu Attis ile ilişkilendirmemizi sağlar. Ayrıca Dionysos şenliklerinde,
Dionysos’a tapınan Bakkhalar (bağıranlar), Mainadlar (çılgın kadınlar),
Thyiadlar (öfkeliler) adlı kadınların, kendilerinden geçerek tanrılarının onlarda
birleştiğine inandıkları yılan ya da başka hayvanları parçalayarak, etini yiyip
kanını içmeleri, derilerine sarılmaları, enerjileri bitene kadar dans etmeleri630
tam anlamı ile olmasa da Kybele’nin hadım rahiplerinin Mart töreninde
yaptıkları çılgınlıkları anımsatır.
Euripides’in “Bakkhalar” adlı oyunundan bir alıntı:
“Ey karanlık diyarı Kureta’ ların.
Girit’te Zeus’un doğduğu kutsal mağaralar!
Orada icat ettiler, benim için,
Üç sorguçlu miğfer giyen Korybant’lar
Çembere gerilen deriyi.
Orada karıştı coşkun davul sesleri
Frigya kavallarının tatlı nefeslerine.
Korybantlar davulu ve Rhea anamızı verdiler
Bakkha’ların çığlıkları arasında gümbürdesin diye.”631
Buradaki anlatım, Dionysos şenlikleri ile Meter (Kybele) törenindeki
çalgıların ve törenlerin uygulanış biçimlerinin benzerliğini vurguluyor. Ayrıca
burada, Meter (Kybele) ve Rhea’nın hizmetkârları olan Kuretler’den632 de
bahsedilmesi iki kültün birbirlerini kapsayan niteliğine bir göndermedir.

628 Graves, 2004: 115. 629 Çelik, 1988: 222. 630 Dinler Tarihi Ansiklopedisi, 1999: 115–116. 631 Erhat, 2003: 180. 632 Kuretalar, Ana Tanrıça Rhea’nın, Korybantlar’da Frigyalı Kybele’nin rahipleridir. Sonradan Zeus,
Kybele ve Kuretalar, hepsi birden Ana Tanrıça Kybele’nin kültüne bağlanmıştır (Erhat, 2003: 180–
181.). 
175
Bakkha alayları geleneği, Ana Tanrıça Kybele törenlerinde görülen
coşkudan, yarı çılgın (esrime) duruma gelmeden, dümbelek çalınmasından
geniş ölçüde bu dinin etkilendiğini göstermiştir.633 Zaten, Dionysos
törenlerinde dinsel esrime halinde tapınanların kendilerinden geçmeleri,
parçalama ayinleri Kybele-Attis kültünün bir uzantısı olmalıdır. Ancak
buradaki törenler daha vahşi bir hal almıştır.
Aslında bu iki kültün törenlerinin benzerliği, Meter kültünün Anadolu’ya
Balkanlar’dan (Trakya) gelmiş olabileceği şeklindeki varsayıma dayanır.
Çünkü Frigler, Dionysos kültünün dağda düzenlenen ayinler (oreibasia), ucu
sarmaşık dalı ile sarılı değnekler (thrysos), dinsel topluluk alayı (thiasos),
sarmaşık tacı gibi ayrıntıları Dionysos kültünden almışlardır. Bu kült, kutsal
araçların eşliğindeki müziği ile coşkun dinsel ortamıyla ve kutsal çılgınlık
yaratma amaçlı ayin şenlikleriyle Meter (Kybele) kültünü bütünler.634
Ayrıca tanrıça Aphrodite’in de Meter (Kybele) ile bir benzerliği vardır;
çünkü her iki tanrıça da bir tanrının spermlerinden dünyaya gelmiştir. Mitosa
göre, Aphrodite, Zeus’un babası Uranos’un cinsel organını kesmesinden
sonra cinsel organdan akan tohumların denize boşalması ile doğmuştur.
Kybele’nin de çift cinsiyetli olan halini simgeleyen Agdistis’te bir tanrının taşa
akan tohumlarından doğmuştur. Görünürde olmasa da, bu iki tanrıçanın
arasında bir tanrının tohumlarından doğma temasının aynı olması ilginçtir.
Suriye’den Yunan dünyasına geçen Aphrodite’in yanındaki sevgilisi,
oğlu Adonis ile Attis arasında da birçok benzer nokta vardır.635
5.2. Roma Kültürü’nde Kybele-Attis Kültü
Roma ile Kartaca arasında gerçekleşen II. Kartaca636/Pön637 (M.Ö.
218–202) savaşının ardından, Roma’da sıkıntılı ve buhranlı bir dönem

633 Umar, 1999: 216. 634 Özbayoğlu, 1999: 228. 635 Bu konu hakkında detaylı bir bilgi için Suriye maddesine bakınız. 636 Sevin, 1982c: 299; Dürüşken, 2000: 70. 637 Sarıkçıoğlu, 2002: 91; Çapar, 1979a: 170.
176
yaşanmıştır. Bu durum karşısında çaresiz kalan Romalı yöneticiler, halkın
dini duygularını körükleyerek, onların Roma yönetimine karşı güvenini
yeniden kazanmak için çareyi Sibylla bilicilerine ve onların kehanet
kitaplarına başvurmakta görürler. Bu incelemeler sırasında Romalılar,
Sibyllini Libri’yi incelerken şu kehanete rastlarlar:
“Yabancı ırktan bir düşman, savaşı İtalya toprağına kaydırdığı
zaman Roma’ya; getirmekle, onu bu topraklardan sürülebilinir.’’
Bu kehaneti öğrenen Senatus, Pergamon (Bergama) Kralı I. Attalos’a
(M.Ö. 241–197) beş senatörden oluşan bir heyeti en önemli savaş
gemilerinden beş tane quinqueremis (beş sıra kürekli gemi) göndererek,
ondan Pessinus Ana Tanrıçası’nın heykelini isterler. Bunun üzerine Kybele
Tapınağı (Megalesion) rahipleri, Attalos adına Pessinus Tapınağı’ndaki
(Metron) meslektaşlarıyla konuşurlar ve Anadolu’da çok eski çağlardan beri
tapınılan Ana Tanrıça’nın idolü638 Roma heyetine teslim edilir. Heyet daha
sonra, “Tanrıların Anası” diye nitelendirilen kutsal taşı, Frigyalı rahiplerden
oluşan bir kurulu da yanına alarak, deniz yolu639 ile M.Ö. 4 Nisan 204
tarihinde,640 Roma’ya götürürler.641 Bu olaydan sonra Roma orduları
Hannibal’i Zama’da yenince, Sibylla bilicilerinin kehanetinin doğru çıktığına
inanılır642 ve Roma halkı panik terörden kurtulur;643 böylelikle de Pessinus
Tapınağı’nda farklı özellikleri ile tapınılan tanrıça, başka bir özelliğinden
yaralanılarak Roma’ya taşınmış olur. Roma dininin tanrıları arasına
Anadolulu bir tanrıçanın yerleştirilmesindeki amaç, dışardan gelen güçlü,
maruf bir tanrıça ile Roma Devleti’nin gücünün daha da artacağının
gösterilmesidir. Onun Roma’ya getiriliş şeklini,644 Romalı yazarlardan
Ovidius645 ve T. Livius646 sayesinde bilmekteyiz. Her iki yazarında Kybele

638 Bu siyah bir göktaşıydı (Arrianus, 2005: 73.). 639 Arrianus, 2005: 72–73. 640 Arrianus 2005: 73. Dipnot: 31’den Alıntı 641 Arrianus, 2005: 72–73. 642 Dürüşken, 2000: 71. 643 Cumont, 1956: 47. 644 Çapar, 1979a: 175. 645 Ovidius, Kybele’yi taşıyan gemiyi çeken Claudia Quintina adlı bakire kızın başından geçenleri
anlatarak kültün Roma’ya gelişini anlatmıştır (Bremmer, 1979: 10.).
177
kültünün Roma’ya taşınmasını anlatmalarına rağmen, Attis kültünün
taşınması hakkında bilgi vermediklerini görülür. Büyük ihtimalle, Kybele kültü
ile birlikte Attis kültü de Roma’ya taşınmış olmalıdır. J. G. Frazer,647
Roma’nın Kybele kültüne taşınması sırasında Attis’in kültünün de
taşındığının söylenmemesine rağmen; onun Kybele ile birlikte Roma’ya
geldiği görüşündedir. Ayrıca, Strabon, Varro, Pilinius ve Seneca’da kültün
Roma’ya getirilmesinden söz eder.648
Magna Mater (Kybele)’in bir takım Roma Cumhuriyet dönemi (M.S. 1.
yüzyıl) sikkelerinde de gösterilmesi, Magna Mater (Kybele) kültünün Roma
Devleti ile ilişkisini destekleyen başka bir noktadır. Bilinen en eski örnek olan
M.Ö. 102’ye ait olan bir denarius’un649 (Resim: 86) ön yüzünde başında kuleli
taç olan Magna Mater (Kybele)’in büstünün arka yüzdeki zafer imgesi ile
eşleştirilmesi, Ana Tanrıça’nın zaferle eskiden beri süregelen bağını gösterir.
M.Ö. 1. yüzyıla tarihlenen diğer Roma Cumhuriyet dönemi sikkelerinde
tanrıça yine kuleli taçla resmedilmiş, bazen başı gösterilmiş, bazen de
aslanların çektiği arabası (Resim: 87) ile betimlenmiştir.650
Kybele’nin Roma dinine kabul edilmesinin altında yatan neden, onun
kentleri koruyuculuk özelliğini taşımasından da olmalıdır. Zira burada,
Kybele’nin başında kale surları şeklindeki mazgallı bir tacın bulunması da
bunu gösteriyor. Magna Mater (Kybele)’in kent koruyuculuk özelliğini
 646 T. Livius 29.14.10–14.: “Scipio taşı bizzat gemiden alıp karaya çıkardıktan sonra, onu kente
götürecek olan kadınlara emanet etmekle görevlendirilmişti. Gemi Tiberis’in ağzına vardığında,
emredildiği gibi yaptı ve denizi kürekleriyle yarıp tanrıçayı rahiplerinden alarak karaya çıkardı.
Kentin ileri gelen kadınları... onu teslim aldılar. Bunlar tanrıçayı sıra ile taşıyıp, elden ele geçirerek
götürdüler. Bütün kent tanrıçayı karşılamak için toplanmıştı ve güzergâhları boyunca, girişlerin
önünde tütsü yakıcıları yerleşmişti Halk tütsüleri yakarken tanrıçanın Roma kentine istekle ve dostça
girmesi için yakarıyordu. Kadınlar tanrıçayı Palatinus’ta yer alan Zafer tapınağına taşıdılar. O gün, 4
Nisan, bayram olarak ilan edildi. Kalabalık halk grupları, Palatinus’taki tanrıçaya armağanlar
getirdiler, orada tanrıların şölen sofraları kuruluydu ve Megalensia adı verilen oyunlar düzenlendi...’’
(Akça, 2004: 161.).
647 Frazer, 1961: 266. 648 Roller, 2004: 255. 649 Denarius, Roma’da M.Ö. 187 yılından itibaren basılmaya başlanan gümüş paralara verilen isimdir
(Saltuk, 1997: 52.).
650 Roller, 2004: 277

gösteren, başında kuleli taca benzeyen başlık taşıyan çok sayıda heykeli
vardır. Onun kuleli taç ile gösterilmesi, Yunanistan’da yaygın değildir.651
Ayrıca, Romalılar, Magna Mater (Kybele)’de kendilerine ait bir şeyler
buluyorlardı. Çünkü Troya kentinin yok oluşu sırasında Troya’dan kaçarak
gemi ile İtalya’ya gelen Aphrodite ile Troyalı prens Ankhises’in oğlu Roma
devletinin kurucusu, Romalılar’ın atası Aenias ile Kybele arasında bazı
yönlerden benzerlikler vardı. Bu benzerlik, her ikisinin de Romalılar’ın
kaderini etkileyecek bazı özelliklere sahip olmasıydı.
Bunun içinde Romalılar, Frigler’in Ana Tanrıçası Kybele ile Roma’nın
kaderi arasında bir bağ kurdular. Bu bağı, M.Ö. 70–19 yıllarında yaşamış
Latin şairlerden Publius Vergilius Maro şöyle anar: Aenias destanındaki
hikâye, Troya’nın yıkılışı ile başlar, bu yıkılış Tanrıların eseri olmuş ve yine
Tanrılar Batı’da büyük bir ülkenin doğacağını müjdelemişlerdir. Aenias küçük
Lulus’un elinden tutar, Ocak tanrıları (Penates)’nı da alırlar ve karanlıklarda
büyük bir doğuşun yolunu tutarlar, bu yolda birbirlerini kaybederler, kaybolan
karısını bulmak için Troya’ya döner, o anda karanlıklarda bir hayalet belirir.
Bu, karısının hayalidir; kendisinin Ulu Tanrıça Kybele’ye adadığını, Batı
ülkesine gitmesini ve orada kendisine vaat edilen büyük şehri kurmasını
söyler ve kaybolur. Prens Aeneas, Delos Adası’na gelir, muhteşem Apollon
Tapınağı’nda tanrının yol göstermesi için dua ederken, dağların ve mabedin
şiddetle sarsıldığını görürler, tapınağın içinden bir ses yükselir. Dardanos
oğullarına hitap eder ve esrarlı bir şeyler söyler: “Eski annenizi arayınız.”
(Antiquam exquirite matrem). Atalarının ve ulu tanrıça Kybele’nin de Giritli
olduğunu düşünürler orada şehir kurmaya çalışırlar, derken salgın hastalık
çıkar ve anlarlar ki tanrıların vaat ettiği ülke orası değildir. Böylece
Anadolu’nun büyük tanrıçası ile Roma’nın kaderi arasında bağlantı kurulur.652
Başka bir anlatıma göre ise, Troya’dan kaçan Aeneas babası
Ankhises’i de sırtına alarak kurtulmayı başarır. Troya’dan kaçarken oğlunu ve
Athena’nın kutsal heykeli Palladion’u da yanında götürmüştür. Bu kadar çok

651 Roller, 2004: 266. 652 Tuna, 2003: 29. 
179
yükün altında sağına soluna bakamaz hale gelen Aenias, karısı Kreusa’yı
kaybeder. Sonra geriye dönüp onu arasa da bulamaz. Bir rivayete göre,
Kreusa, kocasının ardından gelirken Aphrodite veya Kybele tarafından
kaçırılmıştır.653
Ayrıca Homeros’un İlyada destanında da (Homeros, İl. XX, 292 vd.)
Aenias’a Troya savaşından ölmeden kurtulacağı, Dardanos soyunu devam
ettirerek bu soyu Roma’da yaşatacağı şöyle müjdelenir:
“..... Kaderi kurtulmaktır Aenias’ın
 tohum ekmeden, iz bırakmadan ölmemeli,
yok olmamalı Dardonos soyu,
 ölümlü kadınların verdiği çocuklar arasında
 Kronos oğlu Dardonos’u severdi en çok.
 İğreniyordu artık Priamos’un soyundan,
güçlü Aenias kral olacak Troyalılar’a,
kral olacak çocuklarının çocukları.”
Ancak burada Romalılar’ın soyunun da Anadolu’ya (özellikle Troya’ya)
dayandırılmış olması gözden kaçırılmamalıdır. Romalılar’ın soyu Anadolulu
olarak kabul edildiğinde onların, Frigler’i tanıdığını düşünebiliriz. Nitekim yine
Homeros’un İlyada destanının başka bir kısmında (Homeros, İl. II, 862.)
Frigler’in Troyalılar’a yardım ettikleri anlatılır:
“Askanios yönetir Phrygialılar’ı,
Uzak Askenia’dan654 gelmiş onlar...”
A. Erhat,655 İlyada destanının bazı kısımlarında Troyalılar’ın Frigyalı
diye anılmasının, şairlerin bu iki ulusu birbirlerine karıştırmasından
kaynaklandığını ama bu olayın sonucunda Aeneas’ın Roma’nın kurucu atası
sayılmasıyla Romalılar’ın Frigler’i de kendi kültürlerinin kaynağı saydıklarını,

653 Yörükân, 2000: 178–179. 654 Askenia, Mysia bölgesi civarında, Askenia gölü civarında olan bir şehirdir (Strabon, XIV.5.29.). 655 Erhat, 2003: 186. 
180
böylece de Ana Tanrıça’nın da (Magna Mater/Kybele) bu kültür göçü ile
Roma’ya alındığını belirtir.
Frigler ile Romalılar’ın Troya soyundan gelmiş olarak algılanmaları,
onları birbirlerine yaklaştırmış, belki de onun için Romalılar kendilerine ait bir
tanrıçayı benimserlerken büyük bir sevinç ve neşe duyarak, Kybele’nin
Roma’ya taşınmasını istemişlerdir.
Ayrıca Roma’ya gelen tanrıça Kybele’nin ismi değiştirilerek “Magna
Mater İdea”656 adının verilerek tapınılması, onun İdalı bir tanrıça olarak
görülmesinden ve bu yüzden de onun da kendileri ile Troyalılar’ın devamı
olarak düşünülmesindendir.
Tanrıça Kybele’nin Roma’ya getirilişinin üzerinden uzun yıllar
geçmesine rağmen, bu olayın etkisi uzun yıllar varlığını sürdürmüştür. Romalı
bir yazar olan Lucreitus (M.Ö. 99–55), tanrıçanın Roma’ya getirilişini
anımsamış gibi şöyle anlatır:
“Arabasını kendi kutsal yöresinde doğan çift aslan çekerdi;
görkemli kalelerle kuşatılmış şehirlere güç verdiği için başına mazgallı
bir taç giymişti. Hatta bugün de bu amblemi taşıyan Kutsal Ana’nın
imgesi büyük kentlerde korku ile gezdirilmektedir. Eski tapınç
törenlerinde çeşitli toplumlar onu İda’nın Anası diye
adlandırmışlardır.....”
657 şeklindeki anlatımı ile tanrıça Kybele’nin kent
koruyuculuk özelliğini taşıyarak Roma’da tapınım gördüğünü açıkça ortaya
koyar.
Tanrıça Magna Mater (Kybele)’in Roma kentine gelişi, Romalılar’a ait
bazı arkeolojik eserlerde gösterilmiştir.
Roma’daki bir Taurobolium altarında (Resim: 88) tanrıça Magna Mater
(Kybele), iki aslanın çektiği arabasıyla birlikte Roma’ya gelmektedir. Tanrıça
şatafatlı bir giysi giyinmiştir ve elinde de ona özgü atribülerden biri olan
tymphanum (tef) bulunmaktadır. Tanrıça gelirken bir yandan da hadım rahibi,

656 İdalı Büyük Ana (Yun.) 657 İndirkaş, 2001: 15.
181
sevgilisi, eşi, oğlu olarak nitelendirilen Attis’e bakmaktadır. Attis de tanrıçanın
gelişini dikkatlice izlemektedir. Onun yanındaki çam ağacının üzerine bir kuş
tünemiştir. Attis, bacaklarını çapraz atmış; ağaca yaslanmaktadır. Attis’in
elinde de bir tymphanum (tef) vardır. Muhtemelen Attis’in elinde tanrıça gibi
tymphanum (tef) bulunması; onun tanrıçaya katıldığını ve bu kültün
gizemlerine, sersemletici doğasına uyduğunu göstermektedir. 658
Ovidius (M.S. 1. yüzyıl),659 Pessinus’un büyük rahibi ve Galatyalı
rahipler kurulunun tanrıçanın Roma’ya getirilişine; ancak tanrıçanın bizzat şu
sözleri söylemesinden sonra, razı olduklarını yazmıştır:
“Buradan kaldırılıp götürülmeyi kendim diledim; çünkü bütün
tanrıların bir araya gelmesine layık tek yer Roma’dır.”
“Matri Deum et Navi Salvie” adlı bir kişiye adandığı anlaşılan bir altar
kabartmasında660 (Resim: 89) tanrıçanın Roma’ya getiriliş şekli, Ovidius’un
anlattığı getiriliş tarzına uymaktadır.
Tanrıça Kybele kendisi ile birlikte kült personelini de Roma’ya getirmiş
olmalıdır; ancak Romalılar’ın onları benimsemeleri hiç de kolay olmamıştır.
Romalılar tarafından onlar, yabancı olarak görülmüşlerdir.661 M.Ö. 103 yılında
yani tanrıçanın İtalya’ya götürülmesinden yaklaşık bir yıl sonra, adı
belirtilmeyen; sadece ünvanı belirtilen Battakes adlı bir rahip, Pessinus
kentinden Roma’ya bir yolculuk yapmıştır. Rahip, önce senato binasında bir
konuşma yapmış ve Kartaca savaşları sırasındaki gibi tanrıça Magna
Mater’in bir kez daha Roma’nın üstünlük ve zafer kazanacağını önceden
haber verdiğini söylemiştir. Battakes, saygıdeğer bir konuk olarak halka
seslenmiştir. Romalı halk, başında altın tacı bulunan, uzun elbisesi çiçeklerle
ve değerli mücevherlerle süslenmiş bu egzotik rahipten oldukça

658 Vermaseren, 1966: 27. 659 Arrianus, 2005: 73–74. 660 Bu eser, Roma Capitolini Müzesi’nde bulunmaktadır. Burada, Cumhuriyet döneminin önde gelen
ailelerinden birinin temsilcisi olan Claudia Ouintina adlı Romalı kadın, bu dönemin bir erdem simgesi
olarak gösterilmiştir. Sağ tarafta görülen Claudia, Vesta rahibelerinin giysilerini andırır bir kıyafet
giymiştir. Claudia’nın sağ elinde ucu gemiye bağlı bir halat vardır. Gemide oturan figür ise, hiç
kuşkusuz Magna Mater’in heykelidir. Kabartmanın altındaki yazıt, bunun Tanrıların Anası’na ve
kurtuluş gemisine, yani Navasalvia’ya adanan bir sunu olduğunu belirtir (Roller, 2004: 298–300.). 661 Rohde, 1943: 234. 
182
etkilenmişlerse de, A. Pompeius ve arkadaşları rahibe “dilenci” diye
bağırmışlar ve platformdan kovalamışlardır. Ona böylesine sert bir alan
tribün, Pompeius’un ateşlenip birkaç gün sonra ölmesi ile halkın Battakes’e
hayranlıkla karışık korku dolu bakışını güçlendirmiştir.662
Tanrıça’nın Roma’ya getirilişinin ardından ihtişamlı bir kutlama
başlar.663 Ona eşlik etmek için gelen tüm kadınlar, onunla birlikte Ostia
şehrine kadar giderler, ona ait siyah taşı, Roma’nın caddelerinde dolaştırırlar
ve bu tören sonrasında Magna Mater (Kybele)’in sembolü siyah idol belirli bir
süre Palatinus Tepesi’ndeki Victoria (Zafer) Tapınağı’nda misafir olarak
kalır.664 Daha sonra da M.Ö. 191 yılında Palatinus tepesinde, kendisine ait
tapınağa sahip olur.665 Ona bir tapınak inşa edilmesinin ardından bir kutlama
yapılır; Ludi Megalenses (Megalensia bayramı) olarak görülen bayram
tapınağın Magna Mater (Kybele)’e adanmasının gününü ve tanrıçanın
dönüşünün anısına kutlanır.666 Bu tapınak, sella ve pronaos’tan oluşan
standart bir Roma tapınağı modelindedir. Yüksek bir podyum üzerine inşa
edilen yapının ön tarafında, büyük olasılıkla Korinth düzeninde olan altı sütun
bulunur.667 (Resim: 90) Ayrıca, bu tapınak bir kabartmada da gösterilmiştir.668
Palatinus’ta inşa edilen bu tapınak dışında tanrıçanın Roma’ya gelişini
onurlandırmak için Via Sacra’da yuvarlak planlı bir tapınak yapılmıştır; bu
tapınağın yerini Martialis ayrıntılı bir şekilde anlatmış; ama bu yapının bir
tapınak olduğu kuşkuludur.669 Magna Mater (Kybele) Kültü’nün Roma’da iyice
nüfus edinmesinden sonra da bugünkü Vatikan kilisesinin bulunduğu alanın
içerisinde yer alan Frigianum/Frigidarium adı ile anılan tanrıçaya ikinci bir
tapınak inşa edilmiştir.670 Bu tapınak, M.Ö. 111 yılında, ilk yapılan tapınağın
yangın geçirmesi sonucunda yapılmıştır. İkinci tapınak, ilk yapının planını
tekrarlayan, önde altı sütunlu, tek sellalı bir prostylos yapıdadır. Yenilik olarak

662 İznik, 2004:139; Çapar, 1979a: 179. 663 Bu bayram hakkında ayrıntılı bilgiyi Megalensia maddesinde bulabilirsiniz. 664 Rohde, 1940: 11. 665 Rohde, 1940: 11. 666 Cumont, 1956: 47. 667 Roller, 2004: 263. 668 Rohde, 1940: 11. 669 Roller, 2004: 300. 670 Rohde, 1943: 235. 
183
bir revak ve iç duvarlar boyunca kült heykelinin iki yanında uzanarak arkada
kesişen sekiler eklenmiştir. Ayrıca kutsal alan genişletilmiş, tapınağın
önündeki basamakların dibine doğru büyük bir meydan eklenerek burada
gösterişli bir hale getirilmiştir.671 Magna Mater (Kybele) Tapınağı’nın giderek
büyümesi ve anıtsallaşması,672 tanrıça Magna Mater (Kybele)’in kültünün
Roma’ya iyice yerleştiğinin de göstergesidir.
Ayrıca, Frigya’daki Ana Tanrıça inanışında açık olarak görülmeyen,
Roma’ya Magna Mater (Kybele)’in taşınmasından sonra, kent koruyuculuk
özelliğinin verilmesinden başka, cinsellik ve bereketlilik gücünü arttırma
özellikleri arasına eklenmiştir. Teşhirci Attis heykelciklerinin bolluğu da bunu
vurgular. Aslında, üreme ve bereketin vurgulanması, insanla ilgili olduğu
kadar, tarım ile de ilgilidir. Plinius, Magna Mater (Kybele)’in Roma’ya gelişinin
ertesi yılında ürünün her zamankinden bereketli olduğunu söyler; Ovidius da
Claudia efsanesini anlatırken, toprağın Ana Tanrıça’nın gelişinden önceki
kısırlığının, onun varlığı sayesinde düzelmiş olabileceğine parmak
basmıştır.
673
Romalılar, tanrıça Magna Mater (Kybele)’i, Roma pantheonuna
yerleştirirlerken; onun özellikleri ile Roma’nın yerel bir bereket tanrıçası olan
adı belli olmayan bir tanrıçanın (Bona Dea?) (Resim: 91) özelliklerini
birleştirmişler ve bu tanrıçanın tapınağının yerine Magna Mater (Kybele) için
bir tapınak inşa etmişlerdir. Böyle bir eşleştirmenin amacı, Magna Mater
(Kybele) kültünü Romalılar’a kolay kabul ettirmek olmalıdır; böylelikle de onu
Roma’nın yerel bir tanrıçasının Ana vatanına dönüşü olarak yorumladılar.674
M.Ö. 2. yüzyıla ait bir kabartma (Resim: 92) üzerinde tanrıça Magna
Mater (Kybele) ve Attis birlikte görülmektedir. İki tane tanrıça (hizmetkâr) gizli
kapalı bir yerden veya bir tapınaktan çıkar şekilde görülmektedir. Çıktıkları
kapı bronz yüksek bir kapıdır; açıktır. Ve buradan muhtemelen bir anne ve
kızı, tanrıçaya meyveler ve bazı hediyeler sunmak için çıkmaktadırlar.

671 Roller, 2004: 275–276. 672 Roller, 2004: 276. 673 Roller, 2004 269. 674 Rohde, 1940: 15. 
184
Tanrıça tamamen şaşkın bir ifade içerisindedir. Magna Mater (Kybele)
ayakta; heybetli bir şekilde durmaktadır. Üzerine bir himation ve chiton
dolamıştır. Ve alçak bir başlık giymiştir; sağ elinde büyük bir tymphanum (tef)
tutar. Onun sol tarafında hırçın bir aslan ağzını açar ve kükrer; efendisine
doğru bakar. Attis, ayakta durur. Doğuya özgü bir şapka giymektedir; bununla
birlikte iki uzun çubuk tutar. Uzun kollu bir tunik, bir manto ve uzun bir
pantolon giymiştir. O, alçak bir kayaya doğru yaslanmıştır.675 Sanatçı,
tanrıçaya hasat mevsiminde elde edilen meyveleri vererek onu tarım
tanrıçası ile ilişkilendirmiş olmalıdır.676
Attis’in tanrıçanın yanında gösterildiği başka eserlerde vardır; bunlar,
kandiller üzerindeki kabartmalardır. (Resim: 93) Burada tanrıça ve Attis büst
olarak gösterilmiştir. Tanrıçanın elinde bir typmhanum (tef) ve patera (sıvı
sunmak amaçlı sunu kabı) vardır.677
Roma İmparatorluk dönemine ait Atina’daki bazı Taurobolium
altarlarında (Resim: 94) tanrıça Magna Mater (Kybele) ve onun sevgilisi Attis
yan yana gösterilmiştir.678
Tanrıça Magna Mater (Kybele)’in kutsal hayvanının aslan olduğu
bilinmektedir; (Resim: 95) ancak onun gibi tanrı Attis’in de aslanla yakın bir
ilişki içerisinde olduğu görülür. (Resim: 96)
Tanrıça Magna Mater (Kybele) kültü ile birlikte tanrı Attis’in kültü de
Roma’ya getirilmiş olmalıdır. Nitekim Attis olmadan başka bir ülkeye
götürülen Magna Mater (Kybele) kültü, onun varlığı olmadan anlamsız ve
eksik bir hal alır. Roma’daki Attis betimleri oldukça ilginçtir. Attis’i çeşitli
pozlarda görebiliriz: Ayakta dururken, bir kayanın üzerinde ya da at sırtında
otururken, ya da hareket halinde, dans ederken ve yürürken çoğunlukla tipik
atribüleri olan Pan kavalı ve çoban değneğiyle bunlardan biri ya da ikisiyle
gösterilmiştir. Heykelciklerin çoğunda onu Attis ikonografisinin standart bir
özelliği haline gelen sivri başlık, uzun kollu tunik ve bol pantolondan oluşan

675 Vermaseren, 1966: 23. 676 Vermaseren, 1966: 23. 677 Vermaseren, 1966: 24. 678 Vermaseren, 1966: 26. 
185
kendine özgü kostümüyle görürüz. Bazı heykelciklerde, onun giysisi göbeğini
ve cinsel organlarını açıkta bırakır.679
L. E. Roller,680 Attis’e ait ikonografik ve epigrafik belgelerin Frigya’da
olmamasından dolayı, Roma’daki Attis kültünün Pessinus’taki tapınaktan
kaynaklanmış olamayacağına, Bergama’dan kaynaklanmış olabileceğine dair
bir fikir beyan eder.
Ayakta duran çocuk Attis figürleri ise, doğuya özgü giysisi tiara, tunik
ve kolsuz manto ile gösterilir; yanında bir ağaç ya da ağaç gövdesi vardır. Bu
ağaç genellikle, bir çam ağacıdır. Ama her zaman bu ağacın olması kesin
değildir. Bazen bu Attis figürleri çeşitlilik gösterir. Bazı örneklerde Attis kanatlı
gösterilebilinir. (Resim: 97) Bazen de müzik aletleri (zil, tef ve flüt) ile
gösterilir. Terakotta örneklerde Attis, bir kayanın önünde bacaklarını çapraz
atarak durmuş; üzerinde sadece tiera (başlık), ve omzundan aşağıya sarkan
bir örtü bulunur; elinde bir syrinks ve bir horuz bulunur. Buna örnek olarak
Sarsina’da bulunmuş bir mermer heykel (Resim: 98) verilebilinir.681 Bu eser,
M.S. 2. yüzyıla aittir.682 Attis’in ayakta duran figürleri grubuna girer. Attis
çıplaktır; başında kendisine özgü sivri külahı vardır. Saçları iç içe dalgalar
halinde kısadır. Sol omzundan aşağıya doğru bir pelerin sarkar. Belki de bu
pelerin değil, Attis’in üzerinden çıkardığı giysisidir. Onun yanında bir ağaç
gövdesini andıran bir görüntü vardır. Muhtemelen Romalı usta, bu eseri
ayakta durmasını kolaylaştırmak için bunu yapmıştır.
Bazı Attis heykelcikleri kanatlı gösterilirler. Bunlar Attis’in aşk tanrısı
Eros’tan etkilendiğin göstergesidir683.
Attis’in dans eden figürlerinde o, genç bir erkektir.684 M. J.
Vermaseren’e685 göre o, tanrıça Magna Mater (Kybele)’e bir aşk dansı

679 Roller, 2004: 266. 680 Roller, 2004: 268. 681 Vermaseren, 1966: 14–15. 682 Vermaseren, 1966: 15. 683 Vermaseren, 1966: 46 684 Vermaseren, 1966: 46 685 Vermaseren, 1966: 46 
186
yapmaktadır. Attis, hileria’dan önce dans ediyor ve çocuk olarak yeniden
diriliyordu. Belki de bu figürlerle bu olay anlatılmak istenmiştir.686
Dans eden Attis figürlerinin en erkeni M.Ö. 4. yüzyıla tarihlenen bir
vazonun süsü (Resim:99) olarak görülür. Burada Attis, kanatlı ve dans eder
şekilde gösterilmiştir.687
Attis’in tanrıça Magna Mater (Kybele)’in oğlu olarak gösterildiği
tasvirleri de vardır. Örneğin Brindisi’den bulunmuş bir terakota figürün
grubunda (Resim: 100) tanrıça bir kayanın üzerinde durmaktadır. O, uzun bir
elbise giymektedir. Sağ elinde bir patera; sol elinde bir tymphanum (tef)
tutmaktadır. Onun sağ elinin olduğu tarafta Attis ayaklarını çapraz atmış
şekilde durmaktadır. Onun tanrıçadan daha küçük yapılmış olması oldukça
dikkat çekicidir.688
Attis’e ait kadınsı heykel formları da vardır. Bu eserlere en güzel
örnek, M.S. 2. yüzyıla ait bir mermer kült heykelidir. (Resim: 101) Burada
Attis, yapılmış bir kline üzerinde uzanmaktadır. Attis’in altındaki klinenin baş
kısmında büyükçe bir insan başı vardır; bu, Zeus, nehir tanrısı ya da Dağ
koruyucusu tanrı olmalıdır. Attis’in yüz tipografyası bir kadının ifadesini
yansıtır. Yani burada Attis, bir hermaphroditedir. Bacaklarının üzerinde bir
örtü vardır. Ayağına sandal giyinmiştir. Sol elinde bir pedum; sağ elinde de
çiçek ya da dövme vardır.689
Ayrıca Palatinus’ta bulunan heykelciklerden, Attis’e ait olanların
sayısının, tanrıça Magna Mater (Kybele)’in heykelcikleri kadar bol olması,
Ana Tanrıça kültünün Roma’daki başlangıç döneminden beri Attis’in Kybele
kültünün önemli bir parçası sayıldığını, Roma’da oldukça ünlü olduğunu
gösterir. Magna Mater (Kybele)’in hadım sevgilisi, belli ki tanrıça ile birlikte
tanrıçanın Roma’daki yeni evine taşınmıştır.690

686 Vermaseren, 1966: 47. 687 Vermaseren, 1966: 47. 688 Vermaseren, 1966: 24. 689 Vermaseren, 1966: 24. 690 Roller, 2004: 265.

Romalılar ilk başta bu tanrıçayı kendilerine çok yakın bulsalar da; onun
kültünü hiç tanımadıklarını anladılar. Çünkü zaman geçtikçe tanrıçanın
gizemleri ile ilgili etkinliklere tanık oldukça, devlet teşvikiyle getirilen Kybele
kültünün kendi tanrılarına tapınıma hiç uymadığını anladılar. Bu dinin insanı
çıldırtan tiz sesli müziğini, rahiplerin kendilerinden geçerek dans etmelerini,
insan ruhuna son derece büyük coşkular yaratan heyecanını gören Romalı
yöneticiler şaşkınlıklarını gizleyemediler. Özellikle Magna Mater (Kybele)’in
hadım rahiplerinin dinsel ayin törenlerini bir nevi delilik hali içinde
kutlamaların Roma’nın dinsel düşünce yapısına oldukça ters bir durum
yaratıyordu.691 Bu dini kabullenmekte zorlanan bazı Roma yazarları da
eleştirel bir bakış açısıyla eserlerini oluşturmuşlardır. Bu yazarlara örnek
olarak; Catullus ve Varro verilebilinir.
Catullus (M.Ö. 1. yüzyıl), Kybele-Attis kültüne dair yazdığı 63. şiir692
ile tanrıça Magna Mater ve Attis’e farklı bir bakış açısı ile yaklaşır:
“Hızlı teknesini derin deniz üstünde sürüp Attis
Frig korusuna alelacele ayakbastı sabırsızca
ve tanrıçanın ormanlarla kaplı gölgeli mekânına gitti,
çılgın bir öfkeye kapılıp ruhu sersem sepelek
sivri bir çakma taşıyla koparıp attıkasığındaki ağırlıkları.
Hissedince kalan organlarından erkekliğinin yittiğini,
hatta toprağı lekeleyince taze kanı
aldı karbeyaz ellerine çarçabuk hafif defini,
senin defini, Cybele, ey Cybele Ana, gizli ayinlerini senin,
vura vura sırtına incecik parmaklarıyla boğa derisi defin,
terennüm etmeye başladı yoldaşları için salına salına:

691 Dürüşken, 2000: 71. 692 Catullus, 63.5-90. 
188
“Haydi, gidin Gallalar, Cybele’nin yüksek korularına, hep
beraber,
hep beraber gidin, Dindymus’un sahibesinin gezgin takımı,
başka mekânlar arayan sürgünler gibi
benim önderliğimde arkamdan gelen yoldaşlar,
göğüs gerdiniz yiyip yutan sulara, azgın denizlere,
hadım ettiniz bedeninizi aşkın çekiciliğine duyduğunuz aşırı
 kinle,
neşelendirin ilahenizin ruhunu sürekli koşuşturmalarınızla,
yavaşlatır duraksamalar, alır aklınızı başınızdan; gidin hep
 beraber,
izleyin Frigya’daki Cybele’nin evini, Frigya’daki korularını
tanrıçanın
ziller çalar orada, defler yankılanır,
Frigyalı flütçü ağır ağır çalar kıvrık flütüyle,
sarmaşıklar dolanmış başlarını sallar hızlıca Maenadlar orada,
derin inleyişleriyle kutlarlar, orada, kutsal ayinlerini,
orada dolanıp durur tanrıçanın gezgin alayı:
Yoldaşlarına bunu söyler söylemez kadınsı Attis
birden dillerini şiddetle çırparak şenlikçiler feryat ederler,
hafif def karşılık verir buna, yankılanır oyuk ziller,
telaşlı adımlarla yeşil İda’ya gider koro çarçabuk.
Hep beraber soluk soluğa yollarına devam ederler; çılgın
gezginler,
ölesiye,
189
eşlik eder onlara davuluyla önderleri Attis, gölgeli korular
arasında,
yabanıl bir düve gibi, boyunduruğun ağırlığından kaçan:
hızla izler Gallalar ayağına çabuk önderlerini.
Böylece ulaşınca Cybele’nin tapınağına yorgun argın,
ekmek bile düşünecek halleri kalmadan dalarlar uykuya.
Dermansız kalınca ağır bir uyku çöker gözlerine:
dingin bir sessizlik içinde kaybolur ruhlarının taşkın çılgınlığı.
Ama ışıl ışıl gözleriyle altın yüzlü Güneş
dolaşmaya başlayınca parlak gökyüzünde, katı toprakta, çılgın
denizde,
diri küheylanlarıyla kovunca gecenin gölgelerini.
kendine gelen Attis’i terk edip gitti uykusu o zaman,
çırpınan göğsüne aldı onu tanrıça Pasithea.
Dingin sessizlik sonrasında, düşüncesiz öfkesinden arınmış,
yaptıklarını bir bir aklından geçirdi Attis o an,
ve açık zihniyle gördü yitirdiklerini ve nerede olduğunu,
geri dönüp kumsala koştu tutkuyla yanarken yüreği
orada engin denize bakıp yaşlı gözlerle
kederli sesiyle şöyle seslendi yurduna hüzün içinde:
“‘Ey beni yaratan, beni doğuran yurdum,
seni terk eden efendilerini bırakıp kaçan beslemeler gibi zavallı
ben,
İda dağının korularında doğruldum ayaklarımın üzerinde,
kar ortasında, yabanıl hayvanların buz kesmiş mağaralarında
yaşamak için
190
ve girmek için çılgınlıklarını gösterdikleri bütün gizli inlerine:
Nerede, hangi yörelerde yer aldığını düşüneyim, ey yurdum?
Gözbebeklerim sana yönetmek istiyor bakışlarını,
şu yabanıl öfkeden kurtulup bir an önce.
Ben miyim evimden uzaklaşıp bu korulara sürüklenen?
Uzak mı kalacağım yurdumdan, mülklerimden,
arkadaşlarımdan, ana babamdan,
pazar yerimden, güreş okulumdan,
koşu alanımdan, spor okulumdan.
Zavallı, ah zavallı kalbim, bir daha, bir daha yakınmalısın!
Hangi suret kalmış ki ben bürünmemiş olayım?
Delikanlıydım, gençtim, çocuktum ben, şimdi kadınım,
spor okulunun çiçeğiydim, güreş okulunun onuru:
Tıklım tıklım olurdu kapım, sıcacık kalırdı eşik,
evim vardı çiçekten çelenklerle donatılan
yatağımdan kalkar kalkmaz güneş doğarken.
Şimdi, tanrıların hizmetçisi mi olacağım ben, Cybele’nin
beslemesi?
Bacchus rahibesi mi olacağım, kendimden bir parça ha,
kısır bir erkek mi yoksa?
Yeşil İda da karla kaplı, soğuk bir yer mi yaşayacağım?
Frigya’nın yüce doruklarında mı sürdüreceğim yaşamımı?
Yaptıklarım acı veriyor bana şimdi, pişmanlık veriyor.’
Gül renkli dudaklarımdan çıkınca bu ses,
götürünce yepyeni haberler tanrıların kulaklarına, 
191
çözer o zaman Cybele aslanlarının boyunduruğunu,
solda duranı, sürü düşmanını, dürterek der:
“Haydi, haydi git gözüpek hayvan
çılgınlık ele geçirsin bu adamı, rahatsız etsin,
git ki çılgınlık geri döndürsün onu koruya,
egemenliğimden kaçmak isteyen bu özgürlük delisi adamı.
Haydi, vur sırtına kuyruğunla, şaklat kırbaçlarını,
öyle vur ki, yankılansın böğürmeleri dört bir yanda,
salla kızıl yeleni kaslı boynundaki gözüpek hayvan!”
Bunları söyler Cybele, tehdit edercesine çözüp eliyle
boyunduruğu.
Kendi kendini azdıran yabanıl hayvan yerinden uğrar
kızgınlıkla,
yola çıkar, kükrer, kırıp geçirir fundalıkları ayaklarıyla.
Ama bembeyaz köpüklü kıyının ıslak kısmına gelip de
görünce kadınsı Attis’i, denizin parlak yüzeyine yakın bir yerde,
atılıp saldırır üstüne: Yabanıl korulara kaçar Attis, aklını yitirir.
Yaşam boyu kalır orada, hizmetçi olarak.
Büyük Tanrıça, tanrıça Cybele, Dindymus’un sahibesi
tanrıça,
evimden uzak olsun senin çılgınlıkların:
haydi, git başkalarını hiddete sal, başkalarını çıldırt!, haydi!”
Bu şiir, Attis’in elinde bir davul tuttuğu halde tanrıçaya kendisini
adamasına, tanrıçanın hadım rahipleri Galluslar’a, tanrıçanın Dindymene693
lakabına, vahşi hayvanlar üzerindeki egemenliğine, zil, davul, flüt, dümbelek

693 Dindymene, Dindymos dağının tanrıçası anlamına gelir (Erhat, 2003: 184.).
192
gibi müzik aletlerinin ayinlerinde özel bir yer tuttuğuna, İda dağı (Kaz dağı) ile
ilgisine, anıt ve relieflerde göreceğimiz sürüler boğan aslanlarına, Dionysos
ile ilişkili karakterine, tanrıçanın çıldırtıcı ayin kutlamalarına işaret eder.694
Burada karşımıza çıkan mitolojik Attis, Palatinus tepesinde Kybele ile
birlikte tapınılan tanrı değil, tanrıçanın kötü yazgılı yoldaşı rolündedir. Şair,
Attis olarak, tanrıçanın hem bir numaralı tapınıcısı, hem kurbanı haline
geliyor. Magna Mater (Kybele) burada insanı ayartan, çıldırtan ve mahveden
bir kadına dönüşmüştür. Catullus, Magna Mater (Kybele)’e saldırısının hem
kişisel hem politik düzeyde etkili olacağını bilerek, masum delikanlıları ağına
düşüren, onları kulu kölesi haline getiren695 bir tanrıçayı işliyordu.
Başka bir Romalı yazar olan Varro:696
“Defol! O çılgınlıkları evimizden uzak tut.” diyerek Attis’in başına
gelenlerden önce, Magna Mater (Kybele) kültünün dışardan görüldüğü kadar
cazip olmadığını; bu kültün içeriğinin erkekleri tutsak eden bir yapıda
olduğunu belirtmeye çalışmıştır.
Bu metin, kültün bir başka çekim kaynağı olan iki yönlü politik ve
sosyal durumunu da ima ediyor. Magna Mater (Kybele) kültünün resmi kabul
gören devlet kültleri içinde yer almakla birlikte, toplumca uygun sayılan
davranış ölçüleri dışında kalması, insanlara yasak ve heyecan verici cinsel
deneyim yaşama şansı veriyordu.697
Attis’in kimliği konusunda kesin bir sonuca varılamamasına rağmen;
ona öykülenerek kendilerini hadım eden rahiplerin (Gallus) Roma’daki varlığı
kesindir. Galluslar, Geç Cumhuriyet ve İmparatorluk Roma’sında göze çarpar
hale gelmişlerdir. Onların geçmişine dair fazla bir bilgimiz yoktur. Galluslar,
Roma yurttaşı değildir. Bu durumda Gallus rolü için geriye, ataları Roma’ya

694 Çapar, 1979a: 174. 695 Roller, 2004: 292–293. 696 Roller, 2004: 295. 697 Roller, 2004: 295. 
193
dışardan gelmiş olsa da, kendileri Roma’da doğan, dolayısıyla Romalılar’ın
geleneklerini yakından tanıyan bir sürü aday kalır.698
Galluslar, Roma kamusal yaşamı içerisinde699 çeşitli görevler
üstlenmişlerdir. Bayramlar ya da spor günlerindeki törenler sırasında
dilenmek için dolaşırlar, sadaka karşılığında insanların geleceği ile ilgili haber
verirler, yani bir anlamda fal bakarlar, bu sayede gündelik yaşamın içinde
olurlardı. Hatta onların dilencilik yapmaları, devlet tarafından onaylanmıştır
diyebiliriz. Ayrıca törenlerde, tiz sesli kavallar ve tekdüze bir davul sesi
eşliğinde dans ederler, vech haline ulaşınca (tanrıça içlerine girdiğinde ve
kutsal güce sahip olduklarında) kan gelene kadar kendilerini kamçılarlar bu
kanı tapınaklardaki sunaklara serperlerdi, Kendilerine “fanaticus” da
derlerdi.700 Bu rahipleri denetlemek amaçlı Roma hükümeti tarafından hadım
olmayan kişilerden oluşturulmuş bir üst düzey denetleme organı vardır ve
ayrıca bu rahiplerin seçimlerinin de Quindecimviri tarafından onaylanması
gerekirdi. Roma dışında görevlendirilecek rahipler tapınaktan izin almak
zorundadırlar. Galluslar yani fanaticuslar dışında; Mart törenlerinde görev
alan “cannophori” ile “dendrophori”
701 de vardır.
Roma’daki hadım rahiplerin kendilerine özgü kadınsı kıyafetleri vardır.
Bu kıyafetlerinden dolayı onlar; Romalılar tarafından tuhaf karşılanırlardı.
Çünkü bu hadım rahipler, tören sırasında erkek kıyafetlerini bir kenara
atarlar; genelde sarı veya çok renkli, stola (uzun kollu ve kemerli uzun bir
elbise) giyer, kafalarına bir çeşit mitra başlığı ya da kulaklarından çeneye
kadar yanakları kapayan bir tiara takarlardı. Takıları kıyafetlerini tamamlar;
bazen küpe veya yüzük gibi süs aksesuarları da kullanırlar. “Uzun saçlı”
sıfatını almak için saçlarını uzatırlar, bazen de saçlarının bir kısmını tanrıçaya
adarlar. Tercihen saçlarını beyazlatırlar, Attis’e atfedilmiş yas gününde
darmadağın saçlarıyla etrafta koşuştururlardı. Darmadağın olsa da yine de
saçlarını kadınlar gibi kapatırlar ve üstelik seslerini kadın sesine benzetirlerdi.

698 Roller, 2004: 288. 699 İznik, 2004: 143. 700 İznik, 2004: 143. 701 Burkert, 1999: 69. 
194
Galluslar için bir diğer süs öğesi de kollarına işlettikleri zambak ve tef
şeklinde yapılan dövmelerdir.702
Roma’da Galluslar’ın varlığının kanıtı olarak üç eser bizim için
önemlidir. Burada, dini törenler de onların giyiniş şeklini ve kullandıkları
malzemeleri görebiliriz.
Bir Gallus’un mezarına ait kabartmada (Resim: 102) Magna Mater’in
rahibi olan mezarda yatan kişinin törenlerde kullandığı aletler: zil, davul, çiftli
Frig flütü; Attis ve Jüpiter (Zeus)’i gösteren tabelalı başlık, uzun kıvırcık
saçına tutturulmuş uzun baş sargısı veya kurdeleler, göğsünde Attis’i
gösteren göğüs plakası, sağ elindeki dal demeti, sol elinde hadım olma
sırasında Attis’in kanından fırladığı düşünülen bademlerle dolu bir kâse; en
solda altta kapalı olmasından dolayı bu kültün gizliliğini gösteren kült
objelerinin içinde bulunduğu bir kutu, çağdaş yazıt ve kadınsı bir yapıyı
çağrıştıran sargılı bir elbise703 görülmektedir.
Diğer eserde (Resim: 103) ise, Attis’e tapınan bir rahip görülmektedir.
Bir çam ağacının altındadır; yüksek bir heykel ayaklığı üzerinde dikilmiş Frig
tanrısının heykeli önünde elinde yanan iki meşale ile durmaktadır. Attis, sol
elinde bir çobandeğneği diğerinde flütünü tutmakta, aynı zamanda ağaçtan
ziller sarkmaktadır.704
Bu eserler dışında Romalı hadım rahiplerin yöneten bir Archigallus’u
gösteren heykel (Resim: 104) de bu rahiplerin varlığını göstermesi açısından
önemlidir. Bu heykelin boynunda bir kolye ve karın kısmında ön kısmı bir
tapınak cephesini anımsatan bir kabartma vardır. Bu kabartmada, büyük
ihtimal ile tapınağın alınlığında uzanmış yatan kişi Attis’tir. Burada onun kendi
cinsel organını kestikten sonraki durumu yansıtılmış olmalıdır. Tapınağın
üstünde sağda ve solda iki madalyon vardır. Madalyon içerisindekiler de
Attis olmalıdır. Böylelikle de Attis iki kere gösterilmiştir.

702 İznik, 2004: 144–145. 703 İznik, 2004: 160. 704 İznik, 2004: 153.
195
Tapınağın içerinde ortada tanrıça Magna Mater (Kybele) sol eli ile
tymphanum (tef) tutmakta; iki yanında da iki figür bulunmaktadır. Belki de bu
kişiler, tören sırasında kendilerini hadım eden rahiplerdir.
Roma’nın Geç Cumhuriyet ve Erken İmparatorluk dönemi (M.Ö. 1-
M.S. 1. yüzyıl)’nde Kybele-Attis Kültü’nün varlığına baktığımızda, bu kültün
varlığının devam ettiğini arkeolojik ve filolojik belgeler ışığında
görebilmekteyiz. Bu döneme ait yapılardan ilki, Magna Mater (Kybele)’in
üçüncü tapınağıdır. Bu tapınak, Palatinus tepesinde inşa edilen ikinci
tapınağın yangın geçirmesinden sonra, M.S. 3. yüzyılda, İmparator
Augustus’un çabalarıyla yeniden inşa edilmiştir. Ara Pietatis’ten kalan bir
kabartmada (Resim: 105) bu tapınak yapısı gösterilmiştir. Tapınak, mermer
bir cepheye ve süslemelere sahiptir. Kabartmalı alınlığının ortasında bir taht,
alınlığın üstünde kuleli bir taç, onun sağında ve solunda bir tymphanuma (tef)
dayanmış uzanan iki erkek figürü (Attis iki kez betimlenmiş olabilir.) ve
önlerindeki kâseden bir aslan su içer vaziyette gösterilmiştir. (Resim: 106)
Geleneksel kültün tüm öğeleri burada mevcuttur. Tanrıçanın kent koruyucusu
olduğunu gösteren taç, tanrıçanın eşi Attis, tanrıçanın dinsel törenlerinin
simgesi tymphanum (tef) ve tanrıçanın masasında sanki onun elinden yemek
yiyen uysallaşmış aslanlar.705
Bu dönemde tanrıça Magna Mater (Kybele), sol elinde bir tef, yanında
bir aslanla birlikte tahtta oturan olgun bir kadın olarak gösterildiği klasik
Yunan ikonografisini izler.706
M.S. 1. yüzyıla gelindiğinde, Magna Mater (Kybele) Roma yaşamının
merkezinde olan bir tanrıçadır. Kültünün Roma’daki ömrünün ilk iki yüzyılında
kendisine verilen erefli yeri Erken İmparatorluk döneminde de korumuştur.
Augustus, kendi azatlıları olan “liberti” arasından seçilen rahipleri kült
yöneticisi olarak atayarak, kültü daha yakından denetlemiştir ve Magna Mater
şenliklerine sadece özgür doğmuş Romalılar’ın katılabileceğine dair eski
uygulamanın dışına çıkılmıştır. Söylendiğine göre, imparator Claudius (M.S.

705 Roller, 2004: 296. 706 Roller, 2004: 296. 
196
41–54), kültü desteklemiş ve iffetli atası Claudia’nın dindarlığından gurur
duymuştur. Claudius döneminde, Attis resmen Roma pantheonuna kabul
edilmiştir. Roma yurttaşlarının onun rahibi olmasına izin verilmiş ve Attis
kültünün idaresini “quindecemviri” denilen bir rahip heyeti üstlenmiştir. Magna
Mater (Kybele), Erken İmparatorluk Dönemi Roma sikkelerinde kaybolduğu
halde, Hadrianus döneminde (M.S. 117–138) yeniden ortaya çıkmıştır. Bu
tanrıça her zaman Roma tarihinin ve toplumunun bir parçası olduğu halde,
birçok kültün başına geldiği tanrıçanın gelecekteki durumu hüküm süren
imparatora ve onun tercih ettiği tanrılara göre değişir.707
Sonuç olarak, M.S. 394’de Roma İmparatoru I. Theodosius’un Ana
Tanrıça’nın törenlerini kamuya açık alanlarda kutlanmasını yasaklamasının
ardından,708 Kybele ve Attis kültü de yavaş yavaş gücünü kaybetmiş;
zamanla da tarih sahnesinden silinmiş olmalıdır.
Ancak bu kültün etkileri, Romalılar’ın Hıristiyanlık dinini kabul
etmesinden sonra da devam etmiş gibi görülüyor. Zira Hıristiyanlık dininin
kurucularından biri olan Montanus’un, geçmişinde Kybele’nin hadım rahibi
olması da bu kültün Roma’daki gücünün halk arasında ne kadar çok
yayıldığının göstergesidir. Bu kültün gücünü kırmak için kilise, uzun uğraşlar
vermiş; ama en sonunda Magna Mater (Kybele) kültünün709 yerine
Hıristiyanlık dininin geçmesini başarmıştır.

707 Roller, 2004: 301–302. 708 Dürüşken, 2000: 183. 709 Rohde, 1940: 14.

ESERİN DEVAMI İÇİN LÜTFEN BAKINIZ ...ANADOLU’DA KYBELE - ATTİS KÜLTÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Canan ALBAYRAK  GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI

01-01-2022/BANDIRMA GERÇEK KÜLTÜR SERVİSİ-