Uzun yıllar antik bölgeler içinde bulunan yerleşimleri konu alan belgesel çalışmalarımdan Mysia, Türkiye‟deki
antik bölgeler içinde tarihi geçmişi
coğrafya bakımından zengin fakat siyasi
birlikleri açısından fakir kaldığı bir bölge
olarak yorumlamak yerinde olacaktır.
Birde bunun üzerine bölge sınırları
içinde kalan antik kalıntılara yapılan
tahribat bölge arkeolojisi açısından
sorunlu hal almaktadır.
Ancak Mysıalılar Anadolu‟nun güney batısında jeopolitik konumu ile oldukça enteresan bir coğrafya ile sınırlarının olması tarih sahnesine çıkışından yayılma sürecine
varana kadar geçen zaman içinde zayıf kalıntı bırakmış olması bölge tarihini belgelemekte sorun teşkil etmektedir. Ben bu araştırmada gördüğüm
izlenimler neticesinde yapılan arkeolojik etkenlerin az olduğunun kanaatindeyim. Belki ileri tarihte geniş kapsamlı
bilimsel arkeolojik araştırma ve kazılarda daha fazla bilgi edinebileceğimiz veriler bizi Mysialılar tarihi hakkında daha net ve objektif sonuçlara ulaştırabilir. Elimizde olan veriler içinde değerlendirdiğinde bilinmeyen çözümlenmemiş sır olan yaşantılarını yanlarına alıp gittiği bu antik çağ insanlarını Hitit belgelerinden ya da azda olsa Luvi kaynaklı bilgilerden, antik yazarların hikaye niteliği gibi
notlarından bir parça anlamaya çalışmamız mümkün olduğu sanılmaktadır.
Antik Anadolu coğrafyası içinde çok az bilgiye sahip olduğumuz
Mysia bölgesinin başta coğrafyası olmak üzere tarihi ve nüfus yapısı tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu eksiklik, Mysia‟nın idari bir bölge olmayıp coğrafi bir terim olarak kullanılması ve antik kaynakların yeterince araştırılmamasından meydana geldiğini sanmaktayım. Araştırma konumuzla ilgili bölümler, antik kaynaklar ve günümüz yazarlarının görüşleri ve makalelerinden
faydalanarak kitap biçiminde yazılmaya çalışılmıştır. Belgesel çalışmamızın bir parçası olan araştırmalar hassas bir şekilde ele alınarak, Mysia bölgesine ait antik dönem insanlarının yerleşkelerindeki izleri 20. yüzyılda farkedilmiş olmaları.
Genel olarak siyasi
tarihi ile ele alınan birkaç kent birlikte verilmiş ve M.Ö. 1. yüzyıla kadar getirilmiştir. Bunun nedeni M.Ö. 133 yılında bölgenin bir vasiyetle Roma‟ya bırakılıp Mysia, Lydia, Ionia ve Phrygia bölgelerinin Asia Eyaleti adı altında birleştirilmiş olmasıdır. Tutulan kayıtların Mysia‟ya özel olmayıp genel olarak tüm Batı Anadolu‟yu ifade eder biçimde verilmesiyle coğrafya karışması meydana gelmiştir. M.Ö 8. yüzyıl ile M.S. 4. yüzyıllar arasındaki kaynaklar çeviri olarak karşımıza çıkmaktadır. Stephanos Byzantinos, Prokopios ve Photios gibi geç dönem yazarları sadece dipnot olarak kullanılmıştır. Bölge coğrafyasının ve kentlerinin belirlenmesinde antik kaynaklardan
Strabon‟un Geographika‟sı gibi birçok antik yazar eserlerinden faydalanılmıştır.
Marmara Bölgesindeki Antik Bölgeler
1.Trakya
2.Misya
3.Bitinya
4.Troas
6
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
MYSİA ( MİSYA)
Tarihçe
Mysia bölgesi tarihi hakkında birçok farklı yorumları bulunmaktadır.
Özellikle antik yazarlar bölge hakkındaki yorumları çelişkilidir. Bazı
yazarlar Bölge adını Thrakia‟dan giren bir Thrak boyu olan
Myslerden almıştır. Doğu Balkan kökenli olan Mysler Tuna (Istros)
bölgesinden Trakyaya ve Troia‟nın yıkılmasıyla Anadolu‟ya doğru
göç etmiş olarak yorumlamaktadırlar. Mysialıları Phrig, Lydialılar
ve Karialılarla akraba görmektedirler. Lydia ve Karia halkları 1200
den önce Anadolu‟da bulunmakta oldukları antik kaynaklarda
görülüyor. Mysialılar 1200 den sonra bölge sınırları çizilmiş olduğu bilinmekte. Burada halkların kaynaşması
akrabalık sonuçlarına götürmüş olabilecekleri muhtemeldir. Antik çağ yazarlarından Amasyalı Strabon Mysialıların
dilini Lydia ve Phrigya halkının dillerinin karışımı olarak görse de Mysialıların dilleri bilinmemektedir. Dini
kuralları için canlı bir şey yemediklerini ifade eder. Proteinli besinler, bal, süt ve peynir yediklerinden
bahsetmektedir. Romalı Cicero sanat ve edebiyattan yoksun barbarlar olarak görmektedir. Yunanlı yazarlar kendi
içinde çekingen bir halk olarak anlatır ama Pers, Makedon ve hatta Mısır ordularında paralı askerlik yaptıklarını
antik yazarlardan öğrenmekteyiz. Mysia önceleri yerli krallar ve şefler tarafından yönetilmektedir. M.Ö.7. yüzyıl
başında Lydia egemenliğini kabul ettiler. Pers egemenliği döneminde Sparda – Sardes satraplığına bağlı oldukları
antik kaynaklarda yer almaktadır. 334 yılından sonra İskender‟in ölümüne kadar Makedonya krallığı hakimiyetinde
kaldılar. Sonrası Seleukos Krallığına bağlandılar. Romalıların Seleukos krallığını yenmesinden sonra Bergama
krallığının yardımlarından dolayı burası Bergama krallığına bağlandığı görülmektedir. Son Bergama Kralı 3.
Attalos 133 burayı Roma‟ya bağlar. Roma‟nın Asia Eyaleti sınırları içinde kalır. Roma döneminde yarı özerk Mysia
boyları yaşamlarını devam ettirmiş hatta kendi adlarına sikkeler basmışlardır. Bu bölgede Türk akınlarının
başlamasıyla son olarak Karasi beyliği görülmüştür.
YerleŞim
Mysia” adının aslında Hellenleşme öncesi dönemlerde yerli bir kültürün dilinden geldiği, daha sonra ise Hellen
ağzına uydurularak Mysia biçimini aldığı düşünülmektedir, fakat hangi kültürün dilinden geldiği ve öz biçiminin ne
olduğu saptanamamıştır. Strabon,
Mysia adının aslının Lydialılarda
gürgen ağacı’na verilen isimden
çıktığını söylerken, şöyle devam
eder: Olympos dağının dolayları çok
sayıda gürgen ağacı vardır. Bu
açıklamaya göre halkın onda biri
buraya yollanmıştır. Ve bunların
torunlarına Oksya ağacından dolayı
Mysialı denmiştir ve dillerinde de
bunu doğrulayan kanıtlar olduğu
görülmüştür. Mysialıların dilleri bir
bakıma Lydia ve Phrygia dillerinin bir
karışımıdır. Çünkü Mysialılar
Olympos dağı (Uludağ) dolaylarında bir
süre yaşadıktan sonra Thrakia‟dan gelen Phrygialılar, Troia ve dolaylarını çevirerek burayı ele geçirince, bunlar da
Lydia‟ya komşu olan Kaikos kaynağının üst tarafına yerleşmişlerdir. Antik tarihçi Herodotos ise, Mysialıların
Lydialılar ve Karialılarla kardeş ulus olduklarını ve bunların Karia halkı atası Kar‟ın kardeşleri olan Lydos ve
Mysos‟tan türediği inancında olduğunu, bu yüzden de Mylasa‟daki Zeus Karios tapınağına Karia‟lı olmayan
halklardan sadece Mysialıların kabul edildiğini bildirmektedir. Homeros da, İliada‟sında Mysialılardan bahsederken,
Troialıların yanında savaşa katıldıklarını ve Lykialılarla birlikte Troas‟da oturduklarını söylemektedir. Belgesel film
senaryosu çalışmamızda antik bölgenin adını, bir Thrak boyu olan Mysler‟den almış olduğu ve Anadolu‟ya nereden
geldikleri kesin olmamakla birlikte Thrakia ve Boğazlar üzerinden girmiş olduklarını sanmaktayız. Phrygialı‟lar
gibi, onlar da aşağı Tuna bölgesinden Trakya‟ya doğru yayıldıkları ve Troia‟nın M.Ö. 13. yüzyılın ikinci yarısında
yıkılışından sonra buraya yerleştikleri ve Anadolu‟ya hareket ettikleri düşünülmektedir. Ayrıca Strabon bize, bu
görüşü destekleyen, Mysler‟in Istros (Tuna) civarında yaşadıkları bilgisini de vermektedir. Plinius ise, halkın adını
Avrupalı göçmen Moesi oymağından aldığını aktarmakta. Trakyalı Mysialıları Moesi‟lerle aynı kabul edersek, asıl
yerleşim yerlerini Tuna‟nın güneyine kuzey Trakya bölgesine yerleştirmemiz gerekmektedir. Tüm eski çağ
yazarları onların Trakya kökenli bir ulus oldukları konusunda aynı fikirdedirler. Ege göçlerinden sonra Anadolu‟da
hem Phrygler hem de Mysialılar tarafından hakimiyet altına alınan bölgeler, Asurlular tarafından Muşki adıyla
anılan bölge olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, bu ifadeyi Mysoi‟larla ilişkilendirmek de olasıdır. Kısaca Mysia
Bölgesi, Anadolu‟nun kuzeybatısında, muhtemelen M.Ö. 12. yüzyılda Trakya‟dan göç ederek buraya yerleşmiş
Trakya kabilesine ait olan ve Mysoi adıyla bilinen bölgedir. Ülkenin kapladığı tüm alanı Strabon şöyle açıklar:
Mysia iç kısımda Olympene‟den Pergamane‟ye ve Kaikos adını taşıyan ovaya kadar uzanan bir alanı kaplar. Ve bu
nedenle İda dağı ile Katakekaumene arasında uzanır. Bu görüşe göre, kuzeydoğuda Uludağ‟ın güneyinden,
güneybatıda Bakırçay ovasına, kuzeybatıda ise Gönen çayı ile Kaz Dağı‟nın güneyinden Kula‟ya değin uzanan
kesim Mysia bölgesini oluşturduğu görülmektedir. Mysia kabaca doğuda Phrygia, batıda Troas ve Ege denizi,
güneyde Aiolis ve Lydia, kuzeydoğuda ise Bithynia bölgeleriyle komşudur. Phrygia ile olan doğal sınırı, Olympos
Dağı‟nın (Uludağ) güneyinden başlayarak Kütahya‟nın Gediz (Kadoi) ilçesindeki Şaphane Dağı‟na kadar
uzanmaktadır. Güneydeki sınırı zor tespit edilmektedir. Lydia ve Aiolis arasındaki doğal sınırı Kaikos (Bakırçay)
nehri oluşturmaktadır. Burası Kaikos vadisinin kuzeyi yani Katakekaumene adı verilen yerdir. Bu alan hem
Lydialıların hem de Mysialıların ortaklaşa kullandıkları yerdir. Ancak bu sınır çizgileri çok kesin olmayıp siyasal
gelişmelerle ilgili olarak zaman içinde değişmelere ve hatta tartışmalara neden olmuştur. Fakat Plinius, bir kuzey
Lydia kenti olan Thyateira‟yı (Akhisar) Mysialıların en uzaktaki kenti olarak tanımlamaktadır. Bu durumda Mysia
coğrafyasının kuzeydeki doğal sınır Aisepos (Gönen) çayından, Rhyndakos ve Olympos‟a doğru uzanan Propontis
(Marmara denizi) kıyılarını içermektedir. Olympos‟un (Uludağ) kuzeyi Bithynia, Güneyi ise Mysia‟ya ait olduğu
muhtemeldir. Strabon antik bölgeyi Bithynialılar, Migdonialılar ve Dolionlar, öte yanı ise Mysialılar ve Epiktetos
tarafından iskan edilmiş olarak notları arasına düşmüştür. Herodotos ve Ksenophon, Mysialıların Oympos dağı
çevresinde oturan bu halkın Kios‟a (Gemlik) kadar yerleştiklerini söyler. Ayrıca yine Strabon‟dan Mysialıların
Bithynia‟da yerleşmiş olduklarını öğreniyoruz. Strabon bu bilgiyi Karianda‟lı bir denizci olan Skylaks‟ın
bildirdiğini, Askania Gölü‟nün (İznik Gölü) etrafında Phrygialılar ve Mysialıların yaşadıklarını eserleri arasında
anlatmaktadır. „‟Antik yazarların Mysia bölge sınırları hakkındaki farklı yorumları muhtemelen değişik tarih
aralıklarında yaşamış olmasından kaynaklı olabilir. Mysia bölge sınırları değişik tarih aralıklarında stratejik ve
siyasi değişiklikler gösterdiği antik arşiv ve kayıtlarda geçmektedir.‟‟
Etimoloji
İsmini, bölgenin yerli halkı olan ve ilk olarak Truva Savaşı döneminde Truvalıların müttefikleri arasında bahsi
geçen Misyalılar (Mys Kavmi)’dan almıştır. Ayrıca Misya isminin Lidya dilinde bir çeşit kayın ağacı anlamına
gelen “mysus” kelimesinde türediği açıklaması antik çağ kaynaklarında yer almaktadır. Bölge Hitit
metinlerinde Masa Ülkesi olarak geçer.
Köken
Mysıalılar kökeni hakkında antik kaynaklardaki ilk görüş ise birçok antik yazarın ortak buluştuğu Track (Thrakia)‟lı
olduklarıdır. Diğer antik yazarların görüşleri çalışmanın alt kısmında geçmektedir.
Tarih Sahnesindeki Rolleri Bilim adamları Mysia bölgesi tarihi hakkındaki araştırmaları, Bursa, Balıkesir ve
Çanakkale dolaylarına yerleştirilen Mysia, Hititler zamanında Aššuva memleketi adı veriliyordu. Bu bölgeyle
doğrudan temas kuran ilk Hitit kralı, Yeni Hitit Devleti‟nin kurucusu olarak kabul edilen 2. Tuthalya‟dır. Bu dönem
(MÖ. 1450-1420), Hitit Devleti‟nin yeniden toparlanmaya başladığı ve topraklarını genişletmek için dört bir yana
seferler düzenlediği bir dönemdir. Ancak bu dönem aynı zamanda Batı Anadolu‟da oturan kavimlerin Hititleri
tehdit etmeye başladıklarının ilk işaretini verdiği zamana denk gelmektedir.
Zaten, Aššuva memleketi de, Anadolu kentinin katılımıyla bir koalisyon
oluşturmuş ve Hitit kralı 2. Tuthalya‟ya karşı isyan etmişti. Ancak bu düşman
ittifakını mağlup etmeyi başarmıştı. Böylelikle, Aššuva memleketinin ismi ilk
defa KUB XXIII, 11 numaralı çivi yazılı metinde geçmektedir. 2. Tuthalya bu
metinde, Aššuva ittifakına karşı kazanmış olduğu zaferden bahsetmekte ve
müteakip satırda düşman şehirlerinin bir listesini vermektedir. Kadeş
savaşında ise aynı bölgede oturan kavme Masalar, oturdukları coğrafyaya da
Masa ülkesi denilmektedir. Masa ülkesi MÖ. 1296‟da cereyan eden Kadeş
harbinde Hititler‟in müttefiki olarak yer aldığı bilinmektedir. Gerçekten,
Masa memleketi, Mysia memleketinin Hitit metinlerinde geçen şekli olduğu
gözükmekte. Böylelikle, Kadeş meydan muharebesi hakkında bilgi veren 2.
Ramses‟in sözde zafer kitabesinde, Hititler safında savaşa katılan ülkeler
KADEŞ SAVAŞI : M.Ö. 1274-
12962.Ramses savaş arabası üstünde arasında Arzava, Masa, Gaşka, Kizzuwatna, Dardana, Lukka ve Karkişa‟nın isimleri geçmektedir. Bu durum,
birbirlerine düşman bile olsalar, Anadolulu kavimlerin, dış düşmanlara karşı birleşebilmeleri ortaya çıkmaktadır.
Dış düşmanlara karşı Anadolulu kavimlerin bir araya gelerek büyük bir güç oluşturduklarının bir başka örneğini de
Troia savaşları (MÖ.1240-1230) sırasında görüyoruz. Bilindiği üzere, Doğu ve Batı dünyalarını karşı karşıya
getiren ilk büyük tarihi mücadele, Troia savaşlarıdır. Troia savaşları aynı zamanda dünya tarihinde ilk Boğazlar
savaşı olarak geçmektedir. Bu savaşta hem Akalar‟ın hem de Troialılar‟ın birçok müttefikleri vardı. Batı dünyasını
temsil eden Akalar, yaklaşık 1200 gemiden oluşan bir filo ile Troia önlerine gelmişlerdi. Homeros‟un İlyada adlı
eserinin 2. bölümünde Akalar‟ın müttefiklerinin kimler olduğu hakkında ayrıntılı geniş bilgi vermektedir. Şöyle;
bunların savaşa kaçar gemiyle katıldıkları uzun metinlerde anlatılır. Anlaşıldığı kadarıyla Akalar‟ın yardımına
koşanların büyük çoğunluğunu Kıt‟a karası Yunanistan ile Ege ve Akdeniz adalarında oturan uluslar meydana
getiriyordu. Doğu dünyasını temsil eden Troialılar‟ın müttefikleri ise daha ziyade Anadolulu kavimler
oluşturmaktadır. Troia savaşları sırasında Balıkesir bölgesinde oturan Mysialılar da, daha önceki örneklerde olduğu
gibi, bir Anadolu kavmi olan Troialılar‟ın yanında yer almayı tercih etmiş oldukları görülmekte. Antik yazar
Homeros kaynaklarına göre, bu savaşlar sırasında Mysialılar‟ın başında Khromis ile Bilici (Kâhin) Ennomos vardı.
Troia savaşlarından sonra Ege göçleri başlamıştır. Ancak, bu göçlere katılan kavimler arasında Troialılar‟la aynı
olduğunu ispat eden Turşalar varken, Mysialılar‟ın adına ne birinci aşamada ne de ikinci aşamasında
rastlayabiliyoruz. Tarihçi yazar Ekrem Memiş‟e göre, Mysialılar, tıpkı Kadeş savaşındaki ataları Masalar gibi, Troia
savaşlarına ücretli askerler olarak katılmışlar ve görevlerini yaptıktan sonra da yurtlarına geri dönmüşlerdi. Bundan
sonraki aşamada neler olup bittiğini tam olarak bilemiyoruz. Ege Göçlerinden sonra Mysialılar‟ın akibeti hakkında
net olarak bir şeyler söylemek zordur. Ancak MÖ. 1. Binyıl Asur metinlerinde geçen Muşkiler ile Mysialılar
arasında bir bağlantı söz konusu olursa, Mysialılar‟ın Ege göçleri ile yurtlarını terk ederek daha doğuya
sürüklendiklerini ve Asur krallarının onları, kitabelerinde Muşkiler olarak isimlendirmiş olabileceklerini
varsayımlar arasına koyabiliriz.
Ekonomisi
Mysia Bölgesinin Yeraltı ve Yerüstü Zenginlikleri Bölge ekonomisi ile ilgili en net bilgiler kereste ve maden
zenginliğine dayanmaktadır. Göknar ve Meşe ağaçlarından sağlanan
tomruklar kıyılara tersanelere indirilerek gemi yapımında kullanılıyordu.
Bu dönem Mysia gemileri Akdeniz havzası, Balkanlar ve Karadeniz‟de
iyi bir üne sahipti. Ağaçlardan elde edilen kara sakız yazar Plinius
tarafından Asia‟da elde edilen en kaliteli sakız olarak
nitelendirilmektedir. Ağaçlardan elde edilen terebentin yağı da tıp ta
kullanılmaktaydı. Bergama‟nın kuzeyinde çıkarılan bakır da önemli
ekonomik kaynaklardan biriydi. İda Dağının doğusunda da gümüş ve kurşun çıkarılmaktaydı. Bununla beraber
bölge tarım ve hayvancılıkta da bereketliydi; üzüm ve yağ açısından
önem bir joğrafyaya sahipti. Antik tarihçi Amasyalı Strabon buradan
elde edilen bir üzümden parfüm elde edildiğini söylemektedir.
Bölgenin kuzeydoğusunda, Bithynia sınırındaki Olympos dağı (Uludağ) sık ormanlarla kaplıydı. Orman örtüsünün
yoğun olduğu yörelerden biri de, tıpkı bugün olduğu gibi, İda (Kaz) dağı çevresindedir. Bu ormanlar köknar,
karaçam ve meşe yönünden zengindir. Bu bölge ayrıca kaliteli dişbudak türüyle de dikkati çekmektedir ve bunların
kabuğu soyulduğunda, sanki sedirmiş gibi pazarlaması yapılmaktadır. Tıbbi amaçlarla kullanılan terebentin yağının
çıkarıldığı katran ağacı da bu yörede yetişmekteydi. Bunun yanında bugün demiryollarında kullanılan traverslerin
ham maddesi olan kayın ağacı da bu yörede yaygındı. Mysia bölgesinin maden zenginlikleri arasında Bergama‟nın
kuzeyindeki Perperene yöresindeki dağlardan çıkarılan bakır önemli bir yer alıyordu. Kuzeybatı Mysia ve İda
dağının doğusundaki bölge bereketli gümüş ve kurşun madenleriyle önemli ticaret alanları oluşturmaktadır.
Prokonesos adası beyaz mermerleriyle ünlüydü. Bölge tarım ürünleri yönünden de yoksun
değildi. Sözgelimi Propontis‟in güney kıyısı boyunca uzanan ve ticaret merkezi Kyzikos olan
büyük ova, tahıl, her tür meyve ve özelikle de üzüm ve yağları açısından son derece
bereketliydi. Thebe, bölgenin diğer önemli ovalarından biridir. Burada yetişen üzümden
parfüm üretilmekteydi. Amasyalı Strabon Mysia‟nın en iyi ve en zengin ovası olarak belirttiği
Kaikos vadisi erken Bergama krallarının en önemli ana tahıl deposu durumunda olduğundan
söz etmektedir. Bölge ayrıca zeytin ve zeytinyağı üretimi açısından önemli ticaret
merkezlerinden biri olmuştur.
Kaynaklar
Akurgal, Ekrem., Eski İzmir (Yerleşme Katları ve Athena Tapınağı), T.T.K. Yayınları, 3. Baskı, Ankara
1997.
Akurgal, Ekrem., Anadolu Uygarlıkları, Net Turistik Yayınları A.Ş., 9. Baskı, İstanbul 2007.
Bryce, Trevor., The Kingdoms of The Hittites, Oxford, USA 2005.
Bryce, Trevor., The Trojans and Their Neighbours, USA 2006.
Herodotos, Herodot Tarihi, Çev: Müntekim Ökmen, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2002.
Homeros, İlyada, Çev: Azra Erhat-A.Kadir, Can Yayınları, İstanbul 2005.
Memiş, Ekrem., Eskiçağ Tarihinde Doğu-Batı Mücadelesi, Çizgi Kitabevi, 3. Baskı, Konya 2003.
Memiş, Ekrem., “MÖ. 2. Binyıl Anadolu Tarihinde Mysialılar”, Balıkesir 2005 Sempozyumu, 17-20 Kasım 2005.
Memiş, Ekrem., Troya ve Troyalılar (Troyalılar Türk Müdür?) Çizgi Kitabevi, Konya 2005.
Memiş, Ekrem., Tarih Metodolojisi, 5. Baskı, Çizgi Kitabevi, Konya 2008.
Memiş, Ekrem., Eskiçağ Türkiye Tarihi, 8. Baskı, Çizgi Kitabevi, Konya 2009.
Ramsay, W.M., Anadolu‟nun Tarihi Coğrafyası, Çev: Mihri Pektaş, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1960.
Sevin, Veli., Anadolu‟nun Tarihi Coğrafyası I, T.T.K. Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2007.
Strabon, Geographika, (Kitap XII, XIII ve XIV), Çev: Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2000.
Taşkın, Sefa., Mysia ve Işık İnsanları, Sel Yayıncılık, İstanbul 1998
Umar, Bilge., İlkçağda Türkiye Halkı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1999.
Mysıa Coğrafya
Mysıa coğrafyası günümüzde Marmara Denizi‟nin güneyinde yer almaktadır. Bugünkü arkeolojik verilere
dayanarak antik Mysıa‟nın doğusunda Phrygia, batısında Aiolia, kuzeydoğusunda Bithynia, ve kuzeybatısında
Troas ile çevrili bölge olduğu antik kaynaklarda yerini almıştır. Anadolu‟nun antik çağ bölgelerinden biridir.
Günümüzde merkezi Balıkesir olmak üzere, Manisa‟nın kuzeyi, İzmir‟in Bergama ilçesi, Kütahya‟nın batısı ve
Bursa‟nın güneybatısı Mysia coğrafyası içinde olduğunu değerlendirmemiz yerinde olacaktır. Bölge sınırlarımıza
baktığımızda karşılaştığımız ilk sorun, bölge adını veren halk karşımıza çıkıyor. Şöyle ki Mysıa‟lıların kökeni ve
küçük Asya geçişleri konusunda bazı tarihçiler arasında tereddütler yaşanmıştır.Antik kaynaklar Miysıa halklarının
Bitinyalılar ve Figyalılar ile Thrak kökenli olduklarının muhtemel olasılıklarla değerlendirse de bazı bilimsel
çalışmalar ve antik arşivler Luvi kökenli olduklarından bahsetmektedir. Daha da ötesi Hitit metinlerinde rastlanan
Masa ülkesi Mysıa isminin Lidya dilinde bir çeşit kayın ağacı anlamına gelen mysus kelimesinde türediği
açıklaması antik çağ kaynaklarında yer almaktadır. Fakat Troia, Akha, Likya gibi kent ve kavimleri karşıladığı
sanılan bu belgelerdeki isimler kesin olarak kanıtlanmış değildir. Ses benzerliği üzerinde muallak kalan bu ifade bir
başka antik yerleşimi ya da bir başka halklarıda ifade edebileceği konusunda farklı görüşler karşımıza çıkıyor.
Değişik yazar yorumları ile değerlendirdiğimizde, Mysıa‟lılar hakkında Demir
Çağı dönemi Anadolu‟da yaşamış, Asurlu kaynaklarda görülen ama Hitit kaynaklarında görülmeyen Müşkiler
uzak bir ihtimal değildir. Batılı kaynak çevirilerinde konumu tartışmalı olan antik bölge Mysıa, Bilge Umar
eserlerinde başlangıçta kaynakça olarak ve bazı farklı görüşleri aktarmak adına yararlanılmıştır. Yukarıda
belirttiğim muhtemel olasılık Trak göçmeni olarak kabul ettiğimizde ise, Anadolu topraklarına girişleri hakkında
10
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
tartışmalı bilgiler karşımıza çıkmakta. Çokça farklı yorumlanan konuları içinde barındıran bu antik bölgemizi her
farklı görüşe göre ortak payda ile buluşturmamız ve bu şekilde zaman tarih aralıklarında coğrafya sınırlarını
belirlememiz gerekmektedir. Böylece uydurma hikayeler değilde, bilimsel niteliklerle özgün örnekler ile bulguları
koşut olarak görece eski çağ yaşam şartlarını temsil ettiği gibi yorumlamak gerekiyor.
Mysialılar
Antik yazar Homeros, atlı birlikleri ile ünlü Trakyalılar, kısrak sütü içen Hippomolgiler ve itaatkâr Abiilerle
birlikte, “çıplak elle ve mızrakla savaşan aslan yürekli” Misyalıları‟da Truvalıların müttefikleri arasında
zikretmekte, savaşa katılan bazı Misyalıların isimlerini saymaktadır.Tarihçi Amasyalı Strabon Misyalılar canlı
varlıkları yemekten kaçınmakta, süt, peynir ve balla beslenmektedir. Herodot Misyalıların başlangıçta bir Lidya
kolonisi olarak ortaya çıktıklarını ve Lidyalılar ve Karyalılar ile akraba oldukları için Milas’taki Karya Zeus’u
Tapınağı’nda ibadet etme hakkına sahip olan üç halk arasında yer aldıklarını
belirtmektedir.Yine Herodot, Misyalıların bir dönem Avrupa yakasına
geçerek Adriyatik Denizi’ne kadar uzanan ve güneyde Peneus Nehri’ne kadar inen
bölgeyi ele geçirdiklerini yazmaktadır. Öte yandan, Misya
kökenlerini Balkanlarda arayan kaynaklar da mevcuttur. Strabon her iki tezi dile
getirmektedir. Misyalılar için Anadolu veya Trakya kökeni savları arasında veya bu
halkın her iki kökenden kavimlerin kaynaşması sonucu ortaya çıkmış olabileceğini
öne süren görüşler arasındaki tartışmalar sürmektedir.
Mysia kralları
İki Misya kralının ismi, ilki eski Yunan mitolojisi, ikincisi de Lidya tarihi yolu ile
günümüze ulaşmıştır. Krallardan ilki, eski Yunan mitolojisi kahramanı Telefus ve
annesi Auge’nin Arkadya’dan kovulduktan sonra bir kayıkla Kaikos Nehri (Bakırçay) ağzına kadar sürüklenmesi
sonrasında, Auge ile evlenerek Telefus’u evlat edinmiş ve yetiştirmiş olan kral Teutras’tır. Bu kral aynı zamanda
yukarı Bakırçay havzasında yer alan günümüz Dikili bölgesindeki Teutronia kentinin kurucusudur. Tarihe geçen
ikinci Misya kralı ise kızı Tudo’yu Lidya kralı Sadyattes ile evlendirmiş olan Arnossos’tur. Tudo, Sadyattes’in
öldürülmesi ile, ilk kocasının katili olan kral Giges ile evlenmiştir
***
Mysia’da Pers, eski Yunan ve Roma dönemleri
MÖ’da 790’da Kyzikos ve Prokonnes’te Miletos kolonileri kuruldu. M.Ö. 680’de Kyzikos’a yine Miletos’tan büyük
bir göçmen grubu daha geldi ve Kyzikos’un “altın çağı” başladı. MÖ 600’lerden itibaren Anadolu’nun diğer
bölgeleri gibi Mysia bölgesi de Pers İmparatorluğu etkisi altına girdi.
Bölgedeki satraplık merkezi Deskileion (Manyas yakınlarındaki Ergili mevkii) oldu. MÖ 546-547’de Edremit’te bir
isyan çıktı ve Persler Atina tarafını tutan bütün Adramytionluları öldürttü. M.Ö. 500’de Persler’e karşı
düzenlenen İyonya merkezli ayaklanmaya Misya kentleri de katıldı. 494’te isyan bastırıldıktan sonra Misya’da
bulunan kentler de cezalandırıldı.
M.Ö. 480’de Pers İmparatoru Kserkses Yunanistan üzerine sefere çıkarken Misya bölgesinden geçti (Maraton
Savaşı). M.Ö. 478-477’de Misya kıyılarındaki şehir devletleri de Attik Delos Birliğine katıldılar. M.Ö. 410’da
Kyzikos’u kuşatan Persler’e karşı kente yardıma gelen Atinalı Alkibiades Bandırma Körfezinde yaptığı deniz
savaşını kazandı.
M.Ö. 334’te Makedonyalı Büyük İskender Çanakkale Boğazından Anadolu’ya geçti. Biga Çayı (Granikos)
yakınlarında 3. Darius’ün Pers ordusunu yendi. Bölge
Perslerden temizlendi.
Büyük İskender’in ölümünden sonra Misya bölgesi
Silifke Hanedanına (Selevkoslar) bağlandı.
Batı Anadolu’nun Roma İmparatorluğu’na tabi hale
gelmesinden sonra M.Ö. 129’da iç bölgelerde önemli
bir direniş hareketi yaşandı.
12
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Antik kaynaklarda Mysia bölge coğrafyası, Bithynia ile Aisepos ırmağının denize döküldüğü kıyıdan Olympos‟a
kadar olan bölgeyi içine almaktadır. Misya batıda Troad (Troas),
güneybatıda Aiolis, güneyde Lidya, güneydoğuda Frigya ve son olarak
doğuda Bitinya ile çevrelenmiştir. Bölgenin batı sınırını Gönen
Çayı (Aesipus), doğu sınırını da “Mysian Olympus” olarak
adlandırılan Uludağ oluşturur.Misyalıların yayılımını
güneyde Kula yakınlarındaki Yanıkyöre (Katakekaumene) bölgesine
kadar uzatan kaynaklar olduğu gibi, bu bölgeyi Lidya (Meonia) veya
Frigya’nın bir parçası sayan kaynaklar da bulunmaktadır. Bölgenin
Frigya ile olan sınırları ise Strabo’nun da şu şekilde belirttiği gibi kesin
değildir:”Misyalılar‟ın ve Frigyalılar‟ın sınırları ayrıdır fakat
aralarındaki sınır ayrımını yapmak zordur.” Homeros, Aisepos‟u Mysia sınırlarına dâhil eder. Aisepos‟un ilerisinde,
Mysia bölgesi Troas‟ın kuzey ve doğu sınırındaydı. Bithynia‟nın güney sınırında Mysia Olympos‟u denen dağın
etrafında Mysia ve Phrygliler oturuyordu. Mysia ve Phrygialılara ait söylentiler Troia savaşından önceye
dayanmaktadır. Propontis‟e hâkim mevkide, İda dağı ve Mysia Olympos‟u bulunmaktadır. Kaikos ırmağı,
Pergamon yakınından ve Mysianın en verimli ovalarından geçmektedir. Strabon‟un Mysia ile ilgili aktardığı bu
bilgilerin dışında Ekrem Akurgal‟a göre Güneydoğu Avrupadaki Mosia ile Marmara‟nın güneyindeki Mysia
adlarının Muşkilerle ilişkisi vardır. Bu bilgiler ile Frigler gibi Mysialıların da Balkan kavimlerinden biri olduğu
söylenebilmektedir. Mysialılar‟ın M.Ö. 2. binin sonunda Anadolu‟ya geldikleri varsayımına Hitit metinlerinden
ulaşılmaktadır.
jeopolitik
Mysia bölgesinin jeopolitik ve coğrafi özellikleri hakkındaki bilgilerden sonra bölgenin tarihçesine bakacak olursak,
Mysia bölgesine Hititler zamanında Assuwa ülkesi denildiği bilinmektedir. Mysia ile doğrudan ilişkiler kuran 2.
Tuthalia‟dır. M.Ö. 1450-1420 arasındai dönemde bazı Batı Anadolu kavimlerinin Hititleri tehdit ettiği
bilinmektedir. Assuwalılar da 2. Tuthalia‟ya karşı ayaklanmışlardı. 1296 Kadeş Savaşı sırasında, Assuwa
bölgesinde oturan Ma-salar‟ın Hitit müttefiki olarak savaştıkları bilinmektedir. Benzer bir durum Troia Savaşı
sırasında da yaşanmıştır. Mysialılar, Anadolu kavimi olan Troialılar‟ın yanında savaştılar. Troai Savaşından sonra
başlayan Ege Göçlerinden sonra Mysialılar‟ın akıbetine dair bir bilgi yoktur. Troia‟nın düşüşünden sonra Lydialılar,
Aeolis‟liler, İonialılar, Persler, Makedonyalılar ve son olarak da Romalılar Mysia topraklarında hâkimiyet
kurmuşlardır. Provincia Asia‟nın (Asya Eyaletleri ) kurucusu Manius Aquillius‟tur.Bu eyalet, Lydia, Phrygia, Karia
ve Mysia‟yı içine alır. Mysia bölgesinde yaşayan halklar zaman içinde değişik
parçalara bölünmüş ve daha sonraları ise isimlerini de kaybetmişlerdir. Bazı
kaynaklar tüm Batı Anadolu Misya, Lidya ve Karya arasında paylaşılmış olarak
gözükür. Bu görüşte Troad’nın tamamı ile Aiolis’in kuzeyi de Misya’ya dahil edilir.
Fakat bazı kaynaklarda bu bölge için Misya adı hiç kullanılmaz, onun yerine daha
bilinen Frigya’ya ithafen Lesser Phrygia ya da Phrygia Minor (Küçük
Frigya) olarak adlandırılır. Daha sonraki tarihler aralığında az sayıda kaynak
bölgenin özellikle Marmara kıyıları için Phrygia Hellespontica tabirini
kullanmıştır. Bölgenin başlıca yükseltileri batıda Kazdağı (İda), doğuda Uludağ ve
güneydoğuda bulunan Simav Dağı (Temnos)’dır. Simav Çayı veya Susurluk Çayı
(Makestos) ise bölgenin en büyük akarsuyu olduğu görülmektedir.
Mysia Olympos’u
Bursa’nın ilçelerinden olan Orhaneli, Büyükorhan, Harmancık ve Keles’i kapsayan alanda bulunmaktadır. Uzun
yıllar boyunca bölge insanları için kutsal bir yeri olmuştur. Antik dönemde tanrıların mekanı olarak kabul edilen
dağ Hristiyanlık Dönemi’nde keşişler tarafından ilgi görmüş ve günümüze
kadar önemini korumaya devam etmiştir.Bu çalışma ile bilimsel araştırma
yöntemleri kullanılarak bölgede bulunan arkeolojik eserler, sikkeler ve
yazılı eserler incelenerek hangi tanrı ve tanrıçaların yoğunlukta tapınım
gördükleri, hangi yerel isimleri aldıkları ve nasıl tasvir edildikleri
incelenmiştir. Bunun yanında bölgede ele geçen arkeolojik buluntular ve
yüzey araştırması ile tespit edilen yapı kalıntıları ışığında bölgedeki kutsal
alanlar araştırılmış ve bu kutsal alanların baş tanrı ya da tanrıçalarının
hangileri oldukları tespit edilmeye çalışılmıştır.
Gönen Çayı – Aesipus
Asya Eyaletleri kurucusu
Manius Aquillius
Mysia Olympos’u-(Uludağ)
13
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Ġç bölgeler
Abbaitis, bölgenin güneydoğusunda Simav Çayı’nın dağlık yukarı bölgesidir.
Abrettene, yaklaşık olarak Simav Çayı’nın Balıkesir Merkez bölgesine verilen addır.
Olympene, Uludağ’ın özellikle batı ve güney kısmı için kullanılan isimdir.
Teuthrania, Madra bölgesi için kullanılan bir bölge içi bir assır.
Bölge sınırları
Mysia, tarihin değişik dönemlerinde farklı yüzölçümlerine sahip bir yer olarak bilinmektedir. Bölge hakkında bilgi
veren antik kaynakların üstünkörü tutulmuş kayıtları ve bazılarının kendi içinde çelişen ifadeleri nedeniyle ve en
önemlisi Mysia‟nın idari bir yapı olmayıp Mysialıların yaşadığı yer anlamındaki coğrafi bir terim olması sebebiyle
ve araştırmacıların da sınırları belirleme hususunda farklı kaynakları
referans almalarıyla Mysia coğrafyasını belirlemek imkansız hale
gelmektedir. Örneğin, yazıtlar, mühür ve para katalogları gibi bölgeye
has materyalin toplandığı Corpuslar bölgeyi farklı sınırlara koymuşlar ve
neticede Lampsakos (Lapseki) ve Kyme gibi kentler bölge sınırları
içinde gösterilmiştir. Bu detaylara girmeden Mysia bölgesinin sınırlarını
kabaca çizecek olursak; batıda Troas ve Aiolis, güneyde Lydia, doğuda
ise Phrygia ve Bithynia arasında kalan yöre Mysia‟dır. Bölge hakkında
bilgi veren ilk kayıtlardan itibaren Mysia‟nın kuzeyden güneye doğru
kaydığı ve coğrafi sınırlarında bir daralma görülmektedir.Bölge
sınırlarını tespit etmek farklı tarih aralıklarında değişkenlik
göstermiştir. Strabon‟un Khalkisli Dionysios‟tan yaptığı aktarmaya göre
Mysialıların yaşadığı yerler kuzeyde Bosporos‟tan başlar. Boğazın her
iki yakasında özellikle de Thrakia‟da yoğun bir Mysialı varlığı
mevcuttur. Mysialıların bu kalabalığından ötürü boğaza Thrakia
Bosporos‟u yerine Mysia Bosporos‟u sanılmaktadır. Belki bu veriler söylenceden ibaret olup başka antik yazarlar
tarafından teyit edilmediğide görülmektedir.ya da Mysialıların bu bölgede oturan diğer uluslar gibi Thrak kavmi
olması sebebiyle Troia Savaşı öncesi bu yerlerde yaşayan Thraklara ortak isim olarak muhtemelen Mysialı da
denmiş olabileceği sanılmaktadır. M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış Karyandalı Skylaks, Periplus adlı coğrafya eserinde
Mysia‟yı kuzeyde Thrakia‟dan sonraki yer olarak adlandırır. Olbia Körfezinden (İzmit Körfezi) başlattığı bölgeyi
Propontis (MarmaraDenizi) kıyısı boyunca getirir ve Kios (Gemlik) kentinin doğusundaki nehre (EkheleosParmaklar Deresi) kadar olan bölgeye Mysia der. Ona göre Mysia bugünkü Yalova ili ve Bursa ilini toprakları
arasında kalan Armutlu yarımadasından ibaret olduğuda olasılıklar arasında yer almaktadır. Böylelikle Skylaks‟tan
biraz daha sonra yaşamış Herodotos M.Ö. 5.yüzyılda ve Ksenophon M.Ö. 4.yüzyıl arasında sınırda bulunan Kios
kentinden Mysia kenti olarak bahsetmektedir. Bu bağlamda erken dönemde Mysialıların yaşadığı yerler tarihçi
yazar- Hüryılmaz, Texier ve Sevin tarafından Askanios İznik gölü ve çevresi gösterilebilir yorumunu kaleme aldığı
görülmektedir.. Bithynlerin güçlenmesiyle Mysialılar, Askanios civarından çıkarılıp daha batıya doğru ilerledikleri
sınırlarını büyüttükleride muhtemeldir. Strabon‟un yaşadığı dönemde ise (M.Ö. 1. Yüzyıl ile M.S. 1. Yüzyıl‟da
kuzey doğudaki sınırı Rhyndakos nehrinin (Orhaneli- Adırnaz Çay) yatağı belirlemiştir. İç kesimlerde Olympos
Dağı‟nın (Uludağ) batı etekleri Mysialıların bölgesi olarak tanımlandığında, bölgede yoğun olarak bulunan
Mysialılar nedeniyle dağa Mysia Olympos‟u denmiş olabileceği görüşleri fazladır. Dağın kuzey ve doğu yamaçları
Bithynler, Mygdonlar, Dolionlar, diğer yerleri ise Epiktetler ve Mysler tarafından iskan edilmiştir. Rhyndakos
nehrinden başlayarak Propontis kıyısı boyunca Aisepos nehrine (Gönen Çayı) kadar uzanan kıyı bölgesi kuzeydoğu
ile kuzeybatı sınırını oluşturmuştur. Dolayısıyla farklı kaynakların farklı bilgiler vermesi Mysia sınırının tespitini
güçleştirmektedir. Örneğin Skylaks Phrygia‟nın kıyı kentlerini Myrlea‟dan (Mudanya) başlatıp Kyzikos (Belkız),
Plaika (?), Prokonnesos (Marmara Adası), Priapos (Karabiga), Parion (Kemer), Lampsakos, Perkote (Umurbey
yakınları) ve Abydos‟a (Aydos- Nara Burnu) kadar götürüp Mysia‟ya ait kentleri Phrygia‟ya dahil etmiş olduğu
görülmekte. O dönem sonrası yaşayan Batlamyus Hânedânı Ptolemaios Propontis (Marmara Denizi) kıyısındaki
Mysia kentlerini Kyzikos‟tan başlatıp Lampsakos‟a kadar götürmektedir.Bu bağlamda farklı yorumlanan kaynaklar
değişik tarih aralıklarından gelen bilgiler neticesinde verildiği ve bu yazılanları referans alan antik yazarlar
günümüz araştırmacılarına.daha fazla kaynak ve bilgi için arşivleri günlerce incelemiş oldukları görülmektedir.
„‟Tıpkı benim gibi..!‟‟ Dolayısıyla bu araştırma neticesinde verilen bilgilerle çakışmayan ve günümüzdeki
araştırmacıların çoğunun referans kaynağı olan Strabon ve diğer antik yazarların yaklaşımları esas alınarak ve farklı
bilgileri de göz önünde bulundurularak özgün bir değerlendirme ile bölgenin coğrafi sınırlarını şöyle sıralayabiliriz.
Daskyleion steli üzerindeki Aramice
yazıt (KAI 318)
14
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Anik Yazarlar-Mysia-Troas,(Truva) Sınırı
Anadolu‟nun kuzey batısında nehirler, dağların yapısı gereği güneyden kuzeye, Propontis‟e akar. Mysia ile Troas
arasında sınır görevi gören Aisepos nehri İda Dağı (Kaz Dağı) silsilesinin doğu kısmını oluşturan Sakan
Dağlarından ve Evbekdağ‟dan çıkar. Aisepos‟un denize ulaştığı yerden başlayarak güneye doğru nehrin batısı
Troia, doğusu Mysia‟dır. Bölge hakkında ilk bilgileri veren Homeros nehrin batı yakasında Troaslı Zeleialıların
(Sarıköy) oturduğunu bize nakletmektedir. Herodotos Homeros‟tan farklı olarak Prokonnesos ve Kyzikos
satraplarını Hellespontos bölgesine ait satraplar olarak vermektedir. Aisepos nehrinin kaynaklarından güneye doğru
inildikçe İda Dağı‟nın güneybatısı Aiollere, batısı Troas‟a aittir. Adramytteion körfezinde (Edremit Körfezi) batıya
doğru en uç sınır Antandros‟un (Yarmataş) biraz daha doğusunda bulunan Astyra (Ilıca) kentinden başlamaktadır.
Verimliliği ile ünlü Thebe Ovası‟nın doğusu Mysialılara aittir . Aiollerin Yunanistan anakarasından ve adalardan
bölgeye göç etmesiyle Mysialılar iç kesimlere çekilmek durumunda kalmışlardır. Sınır problemi bu kısımda fazla
olmamakla birlikte Homeros çağında Troaslılar kuzeyde Aisepos nehrinden başlayarak güneyde Kaikos Nehri‟ne
(Bakırçay) kadar ulaşmaktadır. Lekton Burnu (Baba Burnu) ile Astyra arasında bulunan Antandros kentinde önemli
bir Leleg yoğunlaşması mevcuttur (Strabon, Sayce, Texier, . Herodotos). Yunanistan seferine giderken Kserkses‟in
başından geçenleri anlattığı bölümde coğrafyayı ve kentleri yanlış olarak vermiş, Thebe Ovası‟nı Antandros‟tan
sonraya koymuştur. Bu yanlışlığa rağmen sınır belirleme konusunda bize bir ipucu da bırakmıştır. Buna göre Mysia
ile Troas arasında bir tampon bölge olarak Assos ve Antandros‟un bulunduğunu en azından kıyıda Troas‟ın
Kaikos‟a kadar uzanmadığını bize göstermektedir. M.Ö. 7. yüzyılda yaşamış Yunan şair Alkman, Assos‟un
(Behramkale) Mysia‟da Aiollerce koloni edilmiş bir yerleşim olduğunu belirtmektedir. Aiol nüfusunun artması ile
bölge tamamen Aiollerin kontrolü altına girmiş ve Mysialılar daha iç kesimlere çekilmişlerdir. Yine Mysia‟nın bu
köşesinde Ptolemaios yanlış olarak küçük Phrygia‟yı Aleksandria Troas‟tan (Eski İstanbul) başlatıp Assos‟a kadar
getirmiştir. Aynı müellif yanlışlığa devam ederek Plaiskepsis ve Antandros‟u Mysia kentleri olarak zikretmiş ve
zaten mevcut olan karışıklığı daha da çözümlenmesi zor bir hal aldığı görülmektedir. Daha öncede bahsi geçen
sınırlar gibi bölgeden hikaye anlatımı ile söz edilmesi yörede yaşayan halkların ve bu halkların yaşadığı bölgelerin
birbirine karıştırılmasına neden olduğu düşünülmektedir. Bütün antik kaynaklar içerisinde kapsamlı tespitlerin
Strabon tarafından yapıldığı gözlenmektedir. Onun belirttiği ve günümüz araştırmacılarının da kabul ettiği sınır
olarak en kuzeyde Adrasteia Ovası‟nın (Biga Ovası) doğusundan ve Aisepos nehrinden başlayarak, Artamea
(Gönen) içerde kalacak şekilde Armutçuk Dağı‟nın ve Kiraz Tepesi‟nin doğusu, Argyra (Pazarköy) ve
Perikharaksis (Balya) Mysia‟ya bırakılarak ve Yenice‟nin doğusundaki vadi izlenerek Sakar Dağı‟nın doğusuna ve
oradan Astyra kentine kadar çizginin doğu tarafının Mysia bölgesi sınırları içinde kaldığı muhtemeldir.
1. Bithynia,(Bitinya)- Mysia Sınırı
2. Phrygia,(Firigya)- Mysia Sınırı
3. Lidya, – Mysia Sınırı
4. Aiolis- Mysia Sınırı
5. Troas-Mysia Sınırı
Mysia Minor
Kuzey kesimdeki küçük bölge.
Mysia Maiör
Pergamon dâhil güneydeki büyük kısım ve yöreler.
Mysia ‘nın bazı önemli antik şehirleri
Pergamon, Teuthrania, Apollonia, Daskyleion, Kyzikos, Artake, Prokonnesos, Miletopolis, Apollonia’dır.
Misya Kentleri
Batı ve Güney Mysia
Pergamon
Teuthrania
Alisarna (Halisarna) / Sarnaka ve Komania
Allianoi
Perperene- Theodosiuopolis
Trarion
Gambreion
15
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Apollonia
Kerasa-Savaştepe
Trakhala-Trakhoule-Darkale (Altınlı)
Soma-Germe
Sandaina-Yirce/Yırca
Khliara
Stratonikeia (Siledik)
Akrasos-Nakrasa (İlyaslar )
Agroeira-Alloeira-Attaleia(Selçikli )
Yortan Nekropolisi
Kalanda (Gelenbe)
Adramytteion (Edremit)
Orta Mysia (Balıkesir- Gönen yakınları)
Pteleai-Eftalye (Pamukçu )
Hadrianoutherai
Akhyraous
Kepsut
İvrindi
Ergasteria-Balya
Kirmasti (Mustafakemalpaşa)
Miletopolis
Daskyleion (Eşkel Limanı)
Paimanenon (Eski Manyas)
Konan-Artemea (Gönen)
Zeleia (Sarıköy)
Daskyleion
Kuzey Mysia (Bandırma yakınları)
Apollania ad Rhındacum (Gölyazı)
Artaka-Artake (Erdek)
Prokonnesos
Kyzikos
TartıĢmalı Mysia kentleri
Hiera (Germe)
Antandros (Mysıa ve Troya)
Kadoi
Hadrianeia- Hadrianoi
Aternus
Ponemanenum
Kareseis (Karasu)
Ovalar
Kizikos Ovası
Apia Ovası (Balıkesir Ovası)
Kaikos Ovası (Bergama Ovası)
Thebe Ovası (Havran Ovası)
16
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Dağlar
Olympos Dağı (Uludağ)
İda Dağı (Kaz Dağı)
Kane (Kanai) Dağı (Karadağ)
Nehirler
Rindakos Nehri (Mustafakemalpaşa-Orhaneli/Adırnaz Çay)
Makestos Nehri (Susurluk Çayı)
Tarsios Nehri (Kocaçay)
Euenos Nehri (Havran Çayı)
Kaikos Nehri (Bakırçay)
Antik yazarlar’dan Mysıa
Homeros
Antik Çağ‟da yaşamış İyonyalı yazar. Yaşadığı zaman ve tarihsel kişiliği tam olarak
bilinmemekle beraber genel olarak M.Ö. 8.‟da yaşadığına ve Ionialı olduğuna inanılmaktadır.
Batı dünyasının ilk ozanı olan Homeros, İlyada ve Odysseia adlı iki destanın anlatıcısıdır. İlk
defa M.Ö. 7. yüzyılda Atina‟da Peisistratos‟un tiranlığı zamanında yazıya geçirilmiş olan
destanlar Türkçeye A. Kadir ve Azra Erhat tarafından kazandırılmıştır. Homeros‟un Mysia ile
ilgili verdiği bilgiler ilk olması bakımından önemlidir. Homeros tarafından Mysialılar,
önderlerinin isimleri verilerek Troia Savaşı‟nda Priamos‟un müttefikleri olarak gösterilmiştir.
Hesiodos
Yunan didaktik şiirinin babası olarak bilinen, bilim insanlarınca MÖ 750-650’li yıllarda aktif
olduğu düşünülen ünlü ozan. M.Ö. 7. yüzyılda yaşamış olan Hesiodos, Yunan tanrılarının soy
ağaçlarını belirlemiştir. Askralı ozan, Yunan Arkaik çağının Homeros‟tan sonra en önemli
yazarıdır. Dilimize Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu tarafında çevrilen İşler Ve Günler (Erga
Kai Hemerai) ve Tanrıların Doğuşu (Theogonia) Yunan dinini anlamamız bakımından önemlidir.
Kaynak doğrudan Mysialılar ile ilgili bilgiler vermemektedir.
Aiskhylos
Eshilos (Yunanca: Αἰσχύλος, Aiskhylos) (d. yak. MÖ 525/524 – ö. yak. MÖ 456/455) Antik
Yunan oyun yazarıdır. M.Ö. 525-455 yılları arasında yaşayan Atinalı tiyatro yazarıdır.
Dönemin siyasi koşullarına uygun tragedyalar yazan Aiskhylos oyunları günümüze kadar
ulaşabilen ender yazarlardandır. Pers Yunan Savaşını konu alan Persai (Persler) oyununda
Mysialılar ile ilgili olarak Perslerin müttefikleri olması dolayısıyla bilgi verilmiştir. Aiskhylos‟a
göre Mysialılar, kargı ustaları ve savaşçı bir ulustur.
Skylaks
M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış Karialı denizcidir. Pers kralı 1. Dareios tarafından İndus Nehri‟nin kaynaklarının
araştırılması için görevlendirilmiştir. Skylaks‟ın bilgileri Mysia‟nın tarihi coğrafyasına ait ilk bilgiler olması
sebebiyle önemlidir. Ona göre Mysia, Kios Körfezi ile Olbia Körfezi arasında bugünkü modern Armutlu yarımadası
topraklarıdır.
17
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Herodotos
Herodot (Grekçe: Ἡρόδοηος, Herodotos), Antik Yunan tarihçi ve yazar. M.Ö. 484-425 yılları
arasında yaşayan ve Cicero‟ya göre Tarihin Babası olarak kabul edilen tarihçi Halikarnasos
(Bodrum) doğumludur. Uzun süren seyahatlerinin sonucunda eseri Tarihler‟i (Historiai)
Atina‟da kaleme almıştır. Eserinin konusunu M.Ö. 492–449 yılları arasında yapılan Pers
Savaşları oluşturur. Eser ayrıca Herodotos‟un yaşadığı çağın bilinen dünyasını da yansıtır.
Herodotos, Mysia ile ilgili olarak pek çok efsanevi bilgi vermekle birlikte genel olarak, Persler
ile Mysialıların ilişkileri, Mysia kentleri, Mysia dini ve ilk defa onun tarafından dillendirilmiş
olan Mysialılar ile Lydialılar‟ın ve Karialılarla Mysialıların kardeş uluslar olduklarının bilgisini
vermektedir.
Theophrastos
Theophrastus (MÖ 371 – MÖ 287) Midilli adasında doğmuş, oradan Atina’ya geçerek
çalışmalarını burada yürütmüştür. Aristoteles’in halefi olan Theophrastos, Aristoteles’in
ölümünden sonra, Akademi’nin başına geçmiştir. Onun gibi sistemci olmaktan ziyade bir
gözlemci ve koleksiyoncu olarak bilinir. M.Ö. 3. yüzyılda yaşamış Lesboslu bir filozof olan
Theophrastos Platon ve Aristoteles‟in öğrencisi olmuştur. Botanik biliminin ilk örneklerinden
olan De Historia Plantarum adlı eseriyle İda Dağı‟nda yetişen bitkilerle ilgili bilgiler vermiştir.
Thukydides
Tukididis (Antik Yunanca:Tukidídis; ( MÖ 472- MÖ 400), Antik
Yunan tarihçisi ve Atinalı general. Trakya kökenli yazar Atinalılar ve Spartalılar arasında
yapılan savaşta Strategos (Kumandan) olarak görev aldığı işi başaramamış ve gönüllü olarak
sürgüne gitmiştir. Sürgün sırasında belirli bir adı bulunmayan ve genel olarak
Peloponnesoslularla Atinalıların Savaşı olarak bilinen 8 kitaplık bir tarih kitabı kaleme
almıştır. Mysia ile doğrudan alakalı olmamakla birlikte Kyzikos, Daskyleion ve Adramytteion
ile ilgili bilgiler vermiştir. Tukididis, Atina ile Sparta arasındaki 30 yıl süren ve MÖ
404 yılında sona eren ünlü Peloponez Savaşı sırasında yaşamış ve bu savaşları tasvir etmiştir.
Ksenophon
Sokrates’in öğrencisi olan Yunan filozof, yazar, tarihçi ve asker. M.Ö. 430–355 yılları arasında
yaşamış Atinalı tarihçidir. Oldukça üretken olan yazar, Sokrates‟in doğrudan öğrencisi
olmamakla beraber onun çevresinde olan ve ondan etkilenen kişilerdendir. Thukydides‟in eserini
kaldığı yerden devam ettirdiği Hellen Tarihi (Hellenika) ve Kyros‟un kardeşine karşı yaptığı
seferden Yunanlı askerleri geri dönüşünü anlattığı Onbinlerin Dönüşü (Anabasis) adlı eserleri
kaleme almıştır. Ksenophon, Mysia‟nın en önemli kentlerinden olan Pergamon ve çevresindeki
kentler hakkında bilgi veren ilk kişidir. Ayrıca onun Daskyleion hakkında verdiği emsalsiz
bilgiler 20. yüzyılda kentin yeniden bulunmasına olanak sağlamıştır. Ksenophon M.Ö. 411
yılında yapılan Kyzikos muharebesini en detaylı anlatan yazardır.
Aristoteles
Antik Yunanistan’da Klasik dönem aralığında yaşamını sürdürmüş olan Yunan filozof ve bilge. M.Ö. 4. yüzyılda
yaşamış Makedonya doğumlu filozoftur. Assos ve Atarneos‟da bir süre oturduğu için
Mysialıları en iyi tanıması gereken yazarlardan biridir. Buna rağmen eserlerinde Mysialılar ile
18
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
ilgili doyurucu bilgi yoktur. Retorik‟te geçen Mysialı av tabiri dolayısıyla dipnot olarak kullanılmıştır. Platon ile
düşünce tarihinin en önemli filozoflarından biri
Hellenika Oksyrhynkhia
Yazarı bilinmeyen ancak M.Ö. 4. yüzyılda kaleme alındığı sanılan ve adını 1906 yılında Mısır‟da bulunmuş
papirüsten alan eserdir. Ksenophon‟un Hellenika‟sı gibi Thukydides‟in eserinin devamı niteliğindedir. Agesialos‟un
Küçük Asia seferi münasebetiyle Mysia hakkında bilgi vermiştir. Apia Ovası‟nın ilk geçtiği metin olması sebebiyle
önemlidir.
Apollonios Rhodios
M.Ö. 3. yüzyılda yaşamış şair ve kütüphanecidir. Belirli bir süre Rodos‟ta yaşadığı için Rhodios lakabıyla tanınır.
Mysia ile ilgili olarak Argonautların Arktonnesos yarımadasında karaya çıkmaları sebebiyle bölgenin canlı bir
tasvirini yapmıştır. Bu vesileyle Mysialıların dini inanışlarını hakkında da bilgi sahibi olmaktayız.
Polybios
Helenistik dönemi ayrıntılarla ele alan antik Yunan tarihçisi. Megapolis (Arkadia) doğumlu tarihçi
M.Ö. 200–120 yılları arasında yaşamıştır. M.Ö. 264 ile 144 yıllarını kapsayan 40 kitaplık Tarihler
(Historiai) adında bir dünya tarihi kaleme almıştır. Mysia ile ilgili bilgilerini genellikle Pergamon
Krallarının Roma ile ilişkileri münasebetiyle vermektedir.
Apollodoros
M.Ö. 2. yüzyılda yaşamış Atinalı gramercidir. Apollodoros eserinde genel olarak mitolojik olaylara değinmiştir.
Mysia ile ilgili olarak Troia Savaşı döneminde Mysia Kralı Teuthras ve Herakles tarafından iğfal edilen Auge‟nin
Mysia‟ya gelişi ve oğlu Telephos‟un Troia Savaşına katılması ve Mysia‟da tapım gören tanrıların bilgisini
vermiştir.
Marcus Tullius Cicero
Latin kökenli Romalı devlet adamı, bilgin, hatip ve yazar. M.Ö. 106–43 yılları arasında yaşamış
Romalı hatip ve düşünür olan Cicero, eskiçağın en üretken yazarlarından biridir. İyi bir eğitim
almış olan Cicero devlet yönetiminde önemli görevlerde bulunmuştur. Mysia ile bilgi veren
yapıtları genel olarak mektupları ve söylevleri olmuştur.
Diodoros Sicilus
M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış Sicilyalı tarihçidir. Ulaşabildiği kaynakları genellikle kopya etmek suretiyle yazan tarihçi,
Bibliotheka adında 40 kitaplık bir dünya tarihi kaleme almıştır. 1–5 ve 11–20. kitapları günümüze ulaşmış olan
yazar Mysia hakkında Pers Satraplarının bölgedeki faaliyetleri ve İda Dağı ile ilgili anlatılan efsaneler vasıtasıyla
bilgi vermiştir.
19
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Dionysios Halikarnassos
M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış Halikarnassos‟lu hatip ve tarihçidir. Roma tarihini anlattığı 20 kitaplık Rhomaike
Arkhaiologia adlı eseri kaleme almıştır. 1-10. kitaplar tam olarak, 11-20 kitaplar ise parçalar halinde günümüze
ulaşmıştır. Yazar Aeneas‟ın İtalya‟ya gelmeden önce kuzey Mysia‟ya gelmesi ile alakalı olarak Mysia hakkında
bilgi vermiştir.
Vitruvius
M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış Romalı mimar ve mühendistir. Vitruvius eskiçağdan günümüze kalan tek mimarlık
eserini 10 kitap halinde kaleme almıştır. Mysia ile ilgili verdiği bilgiler Prokonnesos mermeri ve Pergamon
Kütüphanesi sayesinde olmuştur.
Vergilius
Publius Vergilius Maro (15 Ekim MÖ 70 – 21 Eylül MÖ 19), ünlü bir Romalı şairdir. Roma
İmparatorluğu’nun destanı olarak kabul edilen Aeneis’in de yazarıdır. M.Ö. 70 – M.Ö. 19 yılları
arasında yaşayan yazar Mantua yakınlarındaki Andes kasabasında dünyaya gelmiştir. Augustus
çağının İmparatorluk şairi olan Vergilius, Mysia ile ilgili olarak Çiftçilik Sanatı‟nda (Georgica)
bölgenin ekonomik ve natürel zenginliğinin canlı tasvirini yapmıştır.
Horatius Flaccus
M.Ö. 65 yılında Apulia yakınlarında dünyaya geldi. Yunanca ve felsefe öğrenimi için babası tarafından Atina‟ya
gönderildi. Augustus döneminin en önemli şairlerinden olan Horatius, Pergamon Krallarının mirasına ve bu mirasın
kabulüne her Romalının iyi gözle bakmadığını şiirlerinde belirtmiştir. Horatius, M.Ö. 8 yılında ölmüştür.
Strabon
M.Ö. 64 – M.S. 19 Amaseialı (Amasya) coğrafyacı ve tarihçidir. 47 kitaplık bir tarih eseri
yazmasına rağmen eseri günümüze ulaşamamıştır. 17 kitaplık Coğrafya (Geographika) eserinin
12-14. kitapları Anadolu ile ilgilidir. Mysialıların kökeni başta olmak üzere, bölgenin coğrafi
yapısı ve tarihi hakkında kendisinden önce yaşayan ve eserleri günümüze ulaşmamış olan
yazarların Mysialılara bakışlarını da aktararak yazan Strabon Mysia ve Mysialılar hakkında en
detaylı bilgi veren kaynaktır. Eğer Strabon‟un coğrafyası günümüze ulaşamamış olsaydı Mysia
ve Mysialılar tabiri bölük pörçük bilgilerden ibaret olup anlamsız olarak çözülmeyi bekleyecekti.
Hyginus
Gaius Julius Hyginus, M.Ö. 64 ile M.S. 17 yılları arasında yaşamış oyun yazarıdır. Alexander
Polyhistor’un öğrencisi ve Augustus’un azatlısıdır. Suetonius’un De Grammaticis’inde yazdığına
göre, Augustus tarafından Palatine kütüphanesinin yöneticiliğine atanmıştır. Yine Suetonius’a
göre ilerleyen yaşlarda sefalete düşmüş ve Clodius Licinus’un maddi desteği ile hayatına devam
edebilmiştir. Hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Hyginus Fabulae adlı eserinde Mysialı
mitolojik kahramanlar olan Kyzikos, Teuthras, Auge ve Telephos hakkında bilinenler diğer
yazarlardan farklı olarak anlatmıştır.
Velleius Paterculus
Marcus Velleius Paterculus (d. MÖ 19 – ö. 31) Roma İmparatorluğu döneminde
yaşamış tarihçi. Ayrıca kısaca Velleius adıyla da bilinir. Kendine lakap olarak Marcus adı
20
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
verilse de, pek çok araştırmacı ve tarihçi tarafından Gaius Velleius Paterculus olarak da anılmaktadır. Capualı
tarihçidir. Devlet görevlerinde bulunan yazar, Troia Savaşından başlayarak M.S. 30 yılına kadar geltirdiği 2 kitaplık
Roma Tarihi özeti yazmıştır. Mysia ile ilgili olarak Pergamon Krallığı vasıtasıyla ve 3. Attalos‟un ölümüyle birlikte
Romalıların bir vasiyetle bölgeyi ele geçirmeleri suretiyle bilgi vermiştir.
Plinius
Gaius Plinius Secundus Maior, (kısaca Büyük Plinius (Latince Plinius maior) ya da YaĢlı
Plinius) (d. 23, Como – ö. 24 Ağustos 79, Stabiae), Naturalis Historia’yı yazmasıyla tanınan
yazar, doğa bilimci, Roma İmparatorluğu komutanı ve filozof. M.S. 23-79 yılları arasında
yaşamış Romalı politikacı, tarihçi ve yazardır. Günümüze 37 kitabı ulaşan ve çağının bilgi
ansiklopedisi niteliğinde olan Doğa Tarihi (Naturalis Historia) sanat tarihi, coğrafya kültür tarihi
konularının başvuru kaynağıdır. Plinius, Strabon‟dan sonra Mysia kentleri ve coğrafyası hakkında
en detaylı bilgi veren yazardır. Yaşadığı dönemde ayakta olan veya olmayan kentleri tek tek
saymış ve bunların bir kısmının bağlı bulunduğu yargılama bölgelerini de belirtmiştir.
Mysialıların kökeni sorununa o da cevap bulmaya çalışmıştır.
Sextus Iulius Frontinus
M.S. 30-104 yılları arasında yaşamış, teknik ve askeri konularda yazmış Romalı politikacı ve yazardır. Roma‟da ve
diğer eyaletlerde pek çok görev yapmış olan Frontinus Mysia ile ilgili olarak Alkibiades ve Mithridates‟in Kyzikos
kuşatması ve Pergamon‟da taht iddiacısı olan Aristonikos vasıtasıyla bilgi vermiştir.
Plutarkhos
M.S. 46-120 yılları arasında yaşamış Khaironeialı (Boiotia) biyografi yazarıdır. Paralel Yaşamlar
(Bioi Paralelloi) dizisinde eskiçağın en çok bilinen ya da en önemli kişilerinin yaşamöykülerini
kaleme alan yazar Ethika (Moralia) adlı felsefi yazıları da bulunmaktadır. Plutarkhos, Romalı
komutan Lucullus‟un hayatını anlattığı yapıtında Mithridates‟in Kyzikos kuşatması vasıtasıyla
Kyzikos hakkında, Marcus Antonius‟un biyografisinde Pergamon kütüphanesi ve Tiberius
Gracchus biyografisinde ise 3. Attalos‟un ölümü üzerine bölge topraklarının Romalılara
bırakılması ile ilgili bilgi vermiştir.
Tacitus
Gaius Cornelius Tacitus (veya genel bilinen adıyla Cornelius), MS 56-120 yılları
arasında Roma’da yaşamış hatip, avukat, senatör ve tarihçidir. Roma senatosundaki görevleri,
Roma tarihi ve imparatorluğun kuzeyindeki Germanialılar üzerine yazdığı eserleriyle
tanınır.Gallia kökenli tarihçidir. İyi bir hitabet eğitimi alan yazar, üst düzey devlet görevlerinde
bulunmuştur. Mysia ile ilgili verdiği bilgiler Kyzikos ve Pergamon vasıtasıyla olmuştur.
Columella
Lucius Junius Moderatus Columella, 4-70 yılları arasında yaşamış İmparatorluk
döneminin önde gelen bitki bilim yazarıdır. Özellikle De Re Rustica (Tarım Üzerine) adlı eseri
takip eden yazarlar tarafından sıklıkla referans gösterilmiştir. Ayrıca sadece ağaçları konu
edinen De Arboribus‟un (Ağaçlar Üzerine) da yazarıdır. De Re Rustica yapısı itibarıyla bir
tarımcılık ve çiftçilik kitabıdır. Tıpkı Cato‟nun Tarım Üzerine adlı eserinde olduğu gibi, De Re
Rustica da iktisadi yönü ağır basan bir eserdir. De Re Rustica (Tarım Üzerine) adlı eserinde
Mysia topraklarının verimliliğinden bahsetmektedir.
Memnon
Hakkında çok az şey bilinen Memnon, muhtemelen M.S. 1. yüzyılda yaşamış Heraklea Pontikalı (Karadeniz
Ereğlisi) tarihçidir. Mysia ile ilgili verdiği bilgiler Mithridates‟in Kyzikos kuşatması ile alakalıdır.
21
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Polyaenos
M.S. 2. yüzyılda yaşamış ve Makedonyalı olan Polyaenos, Retorikçi olarak bilinir. Savaşlar (Stratagemata) adlı
eserinde Pergamon Kralı 1. Attalos‟un Galatları yenerek Basileos (Kral) ünvanını alması dolayısıyla bilgi
vermektedir.
Ptolemaios
M.S. 83-161 yılları arasında yaşamış, Mısırlı coğrafyacı,matematikçi ve gök bilimcisidir. Ptolemaios, Mysia
kentleri ve bu kentlerin matematiksel konumları hakkında bilgi vermiştir. Verilen bu bilgilerin büyük bir kısmı
diğer kaynakların verdiği bilgilerle çelişmektedir. Buna rağmen Hiera Germe gibi başka kaynaklar tarafından
gözden kaçırılmış Mysia kentlerinden bahsetmiş olması önemlidir.
Aelius Aristides
M.S. 117-180 yılları arasında yaşayan ve Balıkesir yakınlarındaki Hadrianutherae kentinde dünyaya gelen Aristides,
iyi bir eğitim almıştır. Mysialı olmasına rağmen kullanmış olduğumuz Hieroi Logoi (Kutsal Hikâyeler) adlı
eserindeki bilgilerin pek çoğu kendi yaşantısı ve rüyaları ile ilgilidir. Yine de bölgede tapım gören tanrıları
bilmemiz açısından önemlidir.
Lukianos
Yaklaşık olarak M.S. 120-200 yılları arasında yaşayan Lukianos, Samosata doğumludur. Mysia‟da kahinlik ve
haydutluk yapan Aleksandros‟un yaşamöyküsüyle bölge hakkında bilgi sahibi olmaktayız.
Galenus
Bergamalı Galen (Claude Galen; Yunanca Galenos, Latince Galenus, İslam dünyasındaki
adıyla Calinus, d. 129 – ö. 216), tıp doktoru, bilim insanı ve filozof. M.S. 130-200 yılları arasında
yaşamış ve Pergamon‟da doğmuş fizik ve tıp uzmanıdır. İkincil literatürde, Galenus‟un, özellikle
Adramytteion kentinin kuzeyi hakkında önemli bilgiler verdiği zaman zaman not edilmektedir.
Bu çalışma çerçevesinde, yapılan kütüphane taramalarında Galenus‟un eserlerine ne yazık ki
ulaşılamamıştır.
Athenaeos
Hakkında fazla bilgi sahibi olmadığımız yazar M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda yaşamış Mısır doğumlu gramercidir. Mysia
ile ilgili verdiği bilgiler genellikle tarımsal üretimle ve bitkiler ile alakalıdır.
Appianos
M.S. 2. Yüzyılda yaşamış İskenderiyeli tarihçidir. Yunanca olarak 24 kitaptan oluşan bir Roma Tarihi (Rhomaika)
kaleme almıştır. Yazarın Mysia ile ilgili verdiği bilgiler Mithridates Savaşları sırasında Mysia Mikras da denen
Mysia bölgesinin kuzeyi ile ve Pergamon Krallığı vasıtasıyla olmuştur.
Lucius Annius Florus
M.S. 2. Yüzyılda yaşamış tarihçi, Roma kentinin kuruluşundan İmparator Augustus‟a kadar olan dönemi ele alan 2
kitaplık Roma Tarihi eserini kaleme almıştır. Genel olarak eser, Livius‟un eserinin bir özeti durumundadır. Florus,
Kyzikos kenti ve Pergamon Krallığının Roma İmparatorluğuna ilhakı vesilesiyle bölge hakkında bilgi vermiştir.
22
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Flavios Arrianos
M.S. 2. yüzyılda yaşayan Bithynialı tarihçidir. Yazar, Büyük İskender‟in hayatını anlattığı İskender‟in Seferi adlı
eserinde Granikos Savaşı sonrası Daskyleion satraplığı vasıtasıyla bölge hakkında bilgi vermiştir.
Pausanias
“Pausanias (Gezgin)”,coğrafyacı. M.S. 2. yüzyılda yaşamış Lydia doğumlu seyyahtır. 10
kitaptan oluşan Hellas‟ın Tasviri (Perihegesis Tes Hellados) isimli seyahat kitabının günümüzde
özellikle Yunanistan için el kitabı olarak kullanılması mümkündür. Pausanias eserinde genel
olarak Yunan tanrılarını işlediği için Mysia ile ilgili olarak yine bölgede bulunan ve tapım gören
tanrılar hakkında bilgi vermiştir.
Cassius Dio Cocceianus
M.S. 150–235 yılları arasında yaşamış Bithynialı tarihçidir. En eski devirlerden başlayıp
yaşadığı çağa kadar getirdiği Yunanca seksen kitaplık bir Roma Tarihi (Romaika) yazmıştır.
Eserinin bazı bölümleri fragmanlar halinde günümüze ulaşmıştır. Yazarın Mysia hakkında
verdiği bilgiler genelde Kyzikos üzerinden olmuş, Hadrianoutherae kentinin İmparator
Hadrianus tarafından kurulduğunu kayda geçiren ilk tarihçi olmuştur.
Eusebios
M.S. 260–340 yılları arasında yaşamış Kaisareialı Hıristiyan kilise tarihçisidir. 10 kitaplık bir
Kilise Tarihi (Historia Ecclesiastica) kaleme alan yazar, Mysia ile ilgili olarak Montanizim
vasıtasıyla bilgi vermektedir. Eusebios‟un Propontis‟in güneyinde bulunan Kyzikos, Artake ve
diğer kentler hakkında bilgi verdiği diğer eseri de Khronikon‟dur. Ne yazık ki bu metne
ulaşılamamıştır.
Ammianus Marcellinus
Ammianus Marcellinus, Antakya doğumlu Romalı tarihçi. 322-400 yılları arasında yaşamış
olan Marcellinus imparator Iulianus ile birlikte Pers seferine katılmıştır. 31 kitaptan oluşan bir
Roma tarihi (Res Gestae) yazan Marcellinus’un eserinden 353-378 yılları arasındaki olayları
anlattığı 14-31. kitaplar günümüze kalmıştır. 31 kitaplık bir Roma Tarihi (Res Gestae) yazmış
Antiokheialı tarihçidir. Yazmış olduğu Roma Tarihi‟nin ilk 13 kitabı kaybolmuştur ve yazar
Mysia hakkında Kyzikos vasıtasıyla bilgi vermiştir.
Eutropius
M.S. 4. yüzyılda yaşamış Romalı tarihçidir. 10 kitaplık bir Roma Tarihi özeti kaleme alan yazar,
Pergamon Krallarının III. Antiokhos ile savaşı, bölgenin Attaloslara bırakılması ve Kyzikos
kenti vasıtasıyla Mysia bölgesi hakkında bilgi vermiştir.
23
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Historia Augusta
M.S 4. yüzyılda bir araya toplanan ve kim tarafından yazıldığı bilinmeyen İmparatorlar tarihidir.
Mysia ile ilgili olarak İmparator Hadrianus‟un yaşam öyküsünde verilen bilgiler sonucunda
bilgi sahibi olmaktayız. Stephanos Byzantinos: M.S 6. yüzyılda yaşamış Byzantiumlu sözlük
yazarıdır. Çalışmamız için oldukça geç bir dönem kabul edildiği ve sözlüğünün pek çok
maddesinin uydurma olduğu saptanmıştır. Adramytteion kentinin kuruluşunu izah ederken
dipnot olarak kullanılmıştır.
Arkeolojik AraĢtırmalar
Mysia bölgesi üzerine 2008 yılına kadar yapılan arkeolojik araştırmalar kaynak bilgi boşluklarını ne yazık ki yeterli
boyutta doldurmadığı görülmektedir. Mysia coğrafyasında her yıl en az beş merkezde bilimsel nitelik taşıyan kazı
yapılmasına rağmen bugüne değin Mysialılara ait ciddi bulgulara rastlanmadığı gözükmekte. Oysaki Mysialılar
yaşam biçimleriyle bölgeye kendi adlarını verecek kadar etki etmiş olabileceği bu halkların hiçbir kalıntı
bırakmamış olması mümkün olmadığı tarihe bırakmış olduğu antik yazarların söylencelerinden ibaret değildir. Şunu
biliyoruz ki yaşam biçimlerine uygun eşyalar ve mezarlar hala toprak altında kaldığı bilnmektedir. Bu nedenle
Mysia coğrafyasında kazı yapan araştırmacıların, lokal bir model oluşturmayı ivedilikle hedefleri arasına almaları
gerekmektedir. Daha önemlisi ise Mysialıların kentleşme açısından çevredeki diğer halklara göre az gelişmiş
oldukları dikkate alınarak araştırmaların kırsal kesimdeki küçük boyutlu yerleşimlerde yapılması daha fazla veri
imkanı getirebileceği kuşku taşımadığı görülmekte. Fakat bu tür yerleşimlerin denetimden uzak olması kaçakçılar
tarafından kolayca tahrip edilmelerine neden olmakta ve gün geçtikçe elde edilecek bilgilere ulaşmak daha da zor
bir hal almaktadır. Antik yerleşimlere yapılan tahribat sadece
defineciler tarafından değil, bazen sit sınırlarının değiştirilmesi,
bilinçsizce hazırlanan baraj ve yol projelerinde olduğu gibi,
bizzat devlet kurumları eliyle bazen de arazi ıslahı, yapı
malzemesi temini gibi nedenlerle bilinçsiz yöre halkı tarafından
gerçekleştirildiği grülmektedir. 2021 yılına dek Balıkesir’de
Daskyleion, Kyzikos, Antandros ve Adremeyteion olmak üzere 4
büyük arkeolojik kazı bölgesi hala araştırlmaya devam
etmektedir. Mysıa daki yine önemli yerleşim alanı olarak kabul
edilen antropolü Olypos etekleri etrafına dayanan Miletopolis
antik yerleşimi hala toprak altında haykırmaya devam ediyor.
Bunun gibi onlarca yerleşim alanı hala toprak altında bilimsel kazı ve açmaları bekliyor. Mysia sadece Balıkesir ili
ile sınırlı değildir. Bursa, Çanakkale, İzmir ve Kütahya sınırları bu antik bölgeyi tarif etmekte. Son zamanlarda
bölge ile ilgili akademisyenlerin çalışmaları Bursa‟daki Mysia yerleşimleri konu alan çalışmalar Prof. Dr. Mustafa
Şahin Mysia hakkında önemli makaleler yayınlamakta, bununla beraber Dr. Murat Çubukçu ve tarih öğretmeni
Halit Ersöz kuzey ve orta Mysia ile ilgili yerleşimleri konu alan araştırmaları kitap haline getirmiştir. Mysia
çalışmalarına katılan birçok akademisyen bu bölgenin bilimsel kazı hareketlerini izlemekte fakat ülkemizde toprak
altında kalmış gizli tarih yetkililerin ekonomik arz nedeni ile çok az ilgisini çekmekte ve bilimsel kazı programları,
açmalar kısa tarih aralıklarında yapılmaktadır. Mysia ve antik yerleşimleri hakkında istenilen arkeolojik bilgi elde
etmemiz mümkün olmuyor. Bu nedenle Üniversitelerin kısıtlı bütçede yaptığı kazı programları öğrencilerin bile tez
konuları içeriğinde antik tarih yazarlarının bölge hakkında yazılmış bilimsel, özgün örneklerden uzak efsane, hikaye
anlatımlara dayanan kaynak alıntılardan çalıştıkları görülüyür. Bu nedenle bölgenin tarih öncesi yerleşimlerini
anlamak bilimsel araştırma ve kazı çalışmaları neticesinde ortaya çıkmaktadır.
Kazılar
Mysia bölgesi tarih öncesi yerleşimleri Paleolitik, Mezolitik, Neolitik, Kalkolitik ve Tunç çağlarını kapsayan PreProtohistorik dönem izleri taşımaktadır. Paşalar Kazıları, İnönü Mağaraları, Yortan Kültürü merkezleri ve yüzey
24
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
araştırmalar ve bilimsel netlik yakalayan yerleşimlerdir. Bunlardan ilk olanı Paşalar‟daki Miyosen döneme ait fosil
yatağı kazılarıdır. Arkeolojik açıdan çok Paleoantropoloji ve Jeoloji bilim dallarının kapsamına giren Paşalar
kazıları konunun kapsamı açısından bir istisna olmasına rağmen Mysia coğrafyasında yer alması ve Miyosen dönem
verileri ile Anadolu jeolojik devirleri açısından önemli izler ve veriler aktarmaktadır. İkinci önemli yerleşim ise
Havran İnönü mağaraları gerek Paleolitik çağ verileri su altında kalacağından arkeolojik tahribat açısından
önemlidir. Üçüncü alt başlık ise özellikle Apias Pedion‟da yer alan Yortan kültürü merkezlerini içermektedir. Tunç
çağına ait bu merkezler K. Bittel, E. Akurgal ve İ. Kılıç Kökten‟in kazı ve çalışmaları ile bilim dünyasını
aydınlatmış olduğu görülmektedir. Ayrıca bölge hakkında Mehmet Özdoğan ve Engin Beksaç, Bilge Umar,
Emrullah Güney gibi araştırmacılar tarafından yapılan yüzey araştırmalarıda oldukça heyecan verici gelişmeler
taşımakta, kazı ve araştırma sonuçları toplantılarınla değerlendirilmektedir. Fakat en önemli araştırmalar ise TAY
projesi, Müze çalışmaları ve Arkeometri verileridir. Fakat Mysia bölgesinde günümüze kadar gelen süreçte yapılan
bilimsel araştırma ve kazılarda Mysia halkı hakkında önemli bilgiler ortaya çıkmadığı görülmektedir.
Pre-Protohistorik Yerleşmeler
PaĢalar Kazıları
Mysıa bölgesinde yapılan en önemli araştırmalardan ilki Bursa ili Mustafakemalpaşa ilçesi Paşalar köyündeki Orta
Miyosen dönem fosil yatağı kazılarıdır. Bu yatak ilk kez 1965- 1969 yılları arasında MTA. Enstitüsü ve bir gurup
Alman Jeolog- Paleontolog işbirliğiyle gerçekleştirilen linyit araştırmaları sırasında keşfedilir. Anadolu
yarımadasının Jeolojik zaman içersinde Miyosen ve Pliyoseni kapsayan dilimindeki önemini belirleme amacını da
taşıyan bu araştırmanın sonuçlarına göre Anadolu‟da orta-üst Miyosen, Pliyosen ve alt Pleistosen‟i kapsayan zaman
dilimi 12 fauna topluluğu ile temsil edilmektedir. Paşalar lokalitesi de Anadolu neojeninde tanıtılan bu 12 fauna
gurubundan kronolojik olarak en eskisidir. Fosil primat dişlerini içeren fauna, günümüzden 14 milyon yıl eskiye
orta- üst Miyosen döneme tarihlenmektedir. 1983 yılından itibaren bu lokalite AÜ. DTCF. Paleoantropoloji öğretim
üyesi Prof. Dr. Berna Alpagut başkanlığındaki bir ekip tarafından yeniden incelenmeye başlanmış, 1984‟te kazıya
dönüşen araştırmalar Antropoloji, Jeoloji, Fizik vb. çeşitli bilim dallarından uzmanların katılımıyla günümüze kadar
devam etmiştir. 1983‟te yapılan yüzey araştırmasının ilk sonucu Paşalar Köyü‟nün güney batısında köy yolunun
kenarında dar bir şerit halinde uzanan neojen sedimanlarının, etrafını çeviren ana kayalardan sağladığı zengin
kalsiyum karbonat sayesinde fosilleşerek iyi derecede korunduğunun anlaşılmasıdır. Fosil sedimanı vadi benzeri
çöküntünün yaklaşık en dar yerindedir ve yola paralel olarak bugün ölçülen uzunluğu 42.60 m. yüksekliği ise 4 m.
civarındadır. Ancak yol yapımı sırasında kuzey sınırının tahrip edilmesi nedeniyle sedimanın ana kaya ile bağlantısı
tam olarak görülememektedir. Yüzey araştırmasından çıkan diğer sonuç, sedimanın fluvialite olmadığı aksine
Miyosen dönemin akarsuları tarafından taşınarak havzaya birikmesi sonucu oluştuğudur. Yakın çevredeki kalkerli
alanlardan akıntıların sürüklemesiyle dişler ve kemik parçaları, kum ve çakıl taneleri tarafından taşınarak burada
birikmişlerdir. Ele geçen kemik parçaları ve dişlerde görülen kırıklar, kemik uçlarının yuvarlak olması, çakıllı
ünitenin kırık fosil parçacıkları içermesi gibi deliller bunun kanıtlarıdır. Daha sonraki kazılarda elde edilen küçük
memeli fosilleri üzerinde taramalı elektron mikroskobu ile yapılan incelemelerde Paşalar fosil topluluğunun
bulunduğu yere taşınarak geldiği, taşınmadan önce bir süre açık havada kalarak güneş ışınları, rüzgâr gibi hava
koşullarından etkilendiğini göstermektedir. Paşalar faunası Anadolu‟da miyosen dönemin paleo-ekolojik ortamı
hakkında vereceği bilgiler açısından da son derece önemlidir. Günümüzden 15 milyon yıl öncesinin ekolojik
ortamını aydınlatan verilerin sağlanması, Bursa- Gönen havzasında doğal yaşamın tablosunu ortaya çıkaracaktır.
Jeolojik verilere göre günümüzden 18 milyon yıl önce başlayan kıta çarpışmaları sonucunda Afrika ile Avrupa
arasında oluşan birkaç kara köprüsü kıtalar arasında hayvan topluluklarının geçişini sağlamıştır. Afrikalı
primatlardan maymunlar, kemirgenler, et yiyiciler vb. hayvan gurupları da Avrasya‟ya bu sırada geçmişlerdir
Bunların günümüzden 24 milyon yıl ile 5 milyon yıl arasını kapsayan Miyosen dönemde gerçekleşmiş olması ve
Paşalar fosillerinin de aynı döneme ait olması merkezin önemini arttırmaktadır. Miyosen‟in paleo-ekolojik ortamını
primatlar ile paylaşan ot ve et yiyiciler, kemirgenler, filler, gergedanlar gibi memeli hayvanlar Miyosen dönemin
yaşam tablosunu oluşturmakta ve bize ortam hakkında ip uçları sunmaktadır. Bu ip uçlarından insan oğlunun
evrimini hazırlayan ekolojik ortamların nasıl olabileceği yönünde teorilerde elde edilebilir. Ancak doğaldır ki bu
bilgilerin edinilmesi, fosillerin çeşitli bilimsel yöntemlerle incelenmesiyle mümkündür. Bunlardan biri de fosil
kalıntılarının ölümünden yeniden bulununcaya kadar başına gelenleri inceleyen Paleontoloji‟nin alt disiplini
25
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Tafonomi bilimi kapsamındadır. Genellikle fosiller bütün olmayan parçalardan oluştukları ve geçmiş faunayı tam
olarak temsil etmediklerinden tafonomik analizler fosillerin değişmesine neden olan süreçlerin belirlenmesi yolu ile
geçmiş ortamlar hakkında bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Paşalar tabakalarında hiçbir polen, ağaç yada omurgasız
canlı kalıntısına rastlanmaması paleo- ekolojik değerlendirmelerin sadece omurgalı fosil kalıntılarına bakılarak
yapılmak zorunda bırakmaktadır. Özellikle küçük memeli kemikleri ortamdaki değişikliklerden kolaylıkla
etkilenmeleri nedeniyle bu konuda önemli bir veri kaynağıdır. Bu doğrultuda küçük memeli hayvan fosillerini
içeren örnekler Güney Metodist Ünv. Jeoloji Bölümü‟nde tafonomik analizler (fosillerin gömülme kuralları)
yöntemiyle incelenmiştir. Sonuçların bilimsel bir şekilde değerlendirilmesiyle çevrede yaşamış en küçük memeli
hayvandan fillere kadar zengin bir hayvan topluluğu tanınmış olacaktır. Fosillerin çökelmesine ilişkin bilgilerin bir
araya gelebilmesi ve sağlıklı bir yoruma gidilebilmesi için Jeokimyasal analizlerin sonuçlarına da ihtiyaç vardır.
Ancak kazıdan ele geçen diş minesi parçalarının ESR (Elektron Spin Rezonans) yöntemiyle yaş tayininin
yapılabilmesi olasılığını araştırmak için yapılan ön çalışma gelecek için umut verse de şimdilik element
yoğunluğundan kaynaklanan sorunlar nedeniyle kesin bir sonuç vermemiştir. Ancak bu yönde yapılan Jeolojik ve
Arkeometrik çalışmalar havzanın paleocoğrafyası konusunda bazı ipuçları vermektedir. Buna göre; genel olarak
Paşalar faunası günümüzdeki tropikal koru faunasına benzemektedir. Koruluk tropikal- subtropikal bir iklim ve
sürekli yeşil bir orman örtüsünden ziyade geçici koruluk hâkimdir Yazları yağışlı, yarı geçici orman örtüsü ile
Hindistan ve Afrika‟nın ortamına benzemektedir. Toprakta yaşayan büyük, küçük otçul hayvanlar; meyve ve
mevsimsel gıdalarla beslenen bir grup hayvan ve etçilleri, kemirgenleri, primata takımı üyelerini de içerdiği
anlaşılan fosil kalıntıları, 10 takım, 29 aile ve 56 türden oluşmaktadır.
Kazıların kronolojik tarihleri
MTA 1965- 1969
Alpagut 1985a
Alpagut 1985b; Alpagut 1986
Alpagut 1986
Alpagut 1987
Alpagut 1986; 1988
Alpagut 1990
Bulur& Özer& Göksu 1991
Alpagut 1991
Alpagut 1994
Alpagut& Demirel 2003
İnönü Mağaraları
Mysia coğrafyasında bilinen en eski yerleşimlerden biri Havran‟ın İnönü Köyü yakınlarındaki mağaralardır. Bu
mağaralar, İnboğazı denilen yerde Büyük ve Küçük Çal adlı iki yükseltiden Büyük Çal Tepe‟nin dereye bakan
kalker yapılı yamaçlarında yer almaktadır. Mağaraların Paleolitik çağa uzanan verileri yanında bizim açımızdan asıl
önemi hemen önünde inşa edilen baraj sularından etkilenecek olmasıdır. Wiegand (Reisen in Mysien) gibi birçok
araştırmacının yayınlarında değinilmiş olmakla birlikte bölgede en ciddi araştırma İ. Kökten Kılıç‟ın TTK. adına
yaptığı “Tarih Öncesi Araştırmaları” kapsamındaki kazılardır. Mağaraların adlarını da son değinilen araştırmacıdan
öğrenmekteyiz: Devedamı, Karanlık, Aydınlık ve Andık mağarası. Kökten‟in kazdığı mağara bizimde incelediğimiz
dere tabanına yakın ve diğerlerinden daha büyük olan Karanlık mağarası olmalıdır. Bu mağaranın ağzı güneye
bakmaktadır. İçten ağzına yakın bir yerde açılan açmada yaklaşık 2. 20 m. derinlikteki kültür toprağında üç farklı
tabaka tespit edilmiştir. Ayrıca en üstteki 2, ortadaki karışık olmakla birlikte 6, alttaki de 7 ayrı seviye göstermekte,
böylece 15 farklı kültür evresinin varlığı anlaşılmaktadır. Bunlardan ilk iki seviye Yunan ve Roma malzemesi
vermiş, bu seviyelere ait adak heykelcikleri de Kybele kültünün mağaradaki göstergesi olarak yorumlanmıştır. 6
seviyeden oluşan ikinci katta kaba siyah çömlek kırıkları ve küçük boyda değirmen taşları ile karşılaşılmıştır. En
alttaki tabakanın üst kısımlarında üst seviyelerdeki kap parçaları devam etmekle birlikte Troia II seramiği ile
karşılaştırılabilecek parçalarla çakmaktaşı, kemik eşya, artık hayvan kemik parçaları ele geçmiştir. Bu seviye
Kalkolitik ve Neolitik devirlere tarihlenmektedir. Ancak çakmak taşından yapılmış olan ok uçları ve yonga aletler üzerinde Paleolitik devir tekniğinin izlerine rastlanması mağaranın en erken kullanım aşamasının Paleolitik döneme
ait olduğunu düşündürmektedir.
Yortan Kültürü Merkezleri
Mysia‟da Pre-Protohistorik araştırmaların tarihi 20. yüzyılın başında Yortan Nekropolü‟ndeki kazılarla
başlatılabilir. Manisa‟nın Kırkağaç İlçesi Gelenbe Bucağı‟na bağlı Bostancı Köyü‟ndeki nekropol, aynı zamanda
Kaikos Irmağı yakınındadır. Burada 1900- 1901 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu hizmetinde bir mühendis olan
Paul Goudin ve M. Victor Chapot tarafından yapılan ilk kazılar, Tunç Çağı‟na ait bir mezarlık ortaya çıkarmıştır.
Adak Stelleri
Mysia Bölgesi‟nde ele geçen adak stellerine baktığımızda Olympos tanrılarından Apollon ve Zeus‟un özel bir yeri
olduğu gözlemlenmektedir. Bunların yanı sıra Kybele‟ye sunulan adak stelleri de dikkate değer sayıdadır. Steller
genellikle mermerden, üçgen alınlıklı, çerçeveli ve dikdörtgen şeklindedir. Bunlar, akroterlere sahip olup; aşağıya
doğru genişlemektedirler. Stellerin çoğunluğu tek resim alanlıdır. İki resim alanlı olanlara az sayıda da olsa
rastlanmaktadır. Figürler alçak ya da yüksek kabartma olarak işlenmiştir. Apollon‟a adanmış olan adak levhalarında
çoğunlukla kurban töreni gibi anlatımlı sahnelerin işlendiği göze çarpmaktadır. Steller üzerinde resim alanının sağ
yarısında tasvir edilen Apollon, cepheden, vücut ağırlığını sağ ayak üzerine vermiş, sol ayak hafif dizden bükülerek
geriye atılmış olarak canlandırılmıştır. Göğüs altında bir kuşakla bağlanmış uzun khiton ve sırt mantosu giymiştir.
Sol elinde bir kithara ve sunağın üzerine doğru uzattığı sağ elinde sunu tası tutmaktadır. Adak levhalarında
çoğunlukla tasvir edilen tanrılardan bir diğeri de Kybele‟dir. Tanrıça kare veya dikdörtgen bir panel içinde
cepheden ya ayakta ya da bir taht üzerinde oturmuş olarak tasvir edildikleri görülmektedir. Bölgeden ele geçen tanrı
Dionysos‟a ait olan adak levhalarının çoğu kayıp olduğu için bunların üzerindeki kabartmalar hakkında yeterli bilgi
sahibi değiliz. Fakat adak levhaları arasında göze çarpan önemli sayılabilecek bir grup, kahramanlara ait olanlardır.
Burada ölen kişi, hayatında gerçekleştirdiği önemli bir işten dolayı diğer ölülerden ayrı tutulmuş ve bazı simgelerle
bu farklılık anlatılmaya çalışılmış ve bu bir gelenek haline getirilmiştir. Bu gelenek, Hellenistik dönemin halk
sınıflarının tümünde yaygın olarak görülmektedir. Böylece, ölen kişi bir bakıma tanrısallaştırılmış olduğu
görülmektedir. Yapılan incelemer sonucu bunların tanrı olmayıp kahramanlaştırılmış insanlardan oluştuğunu,
Poseidon, Asklepios, Hermes, Artemis, Demeter, Kore, Athena ve Aphrodite gibi tanrı ve tanrıçalara adanan adak
levhalarında da benzer sahneler canlandırılmış olabileceği görülmektedir . Muhtemelen Mysia‟dan ele geçen adak
levhalarının çoğunda kurban töreni sahnesinin işlendiği göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra Kybele için yapılan
adak levhalarında olduğu gibi sadece tanrıçanın işlendiği kabartmalar görülmektedir.
MYSĠA BÖLGESĠ KÜLTLERĠ
,
Tanrılar
Tanrılar genel anlamda hiyerarşi düzenleyici ve otorite koruyan özelliklerle bazen düşünceli, bazen de babacan
tavırlarla işlendiklerine rastlanmaktadır. Herakles‟le fiziki gücün ve kahramanlığın; Ares‟le savaşın, kan
dökücülüğün ve gözyaşı döktürmenin, Hermes‟le ticaretin, aile içi kuralları koymanın ve hırsız koruyuculuğunun,
ayrıca Asklepios‟la hekimliğin ve diğer mesleklerin, Poseidon ve Helios‟la doğanın da simgeleri halinde
tapınıldıkları bilinmektedir.
Zeus
Hellen Pantheonu‟nun en büyük tanrısı olan Zeus özellikle ışık, aydınlık, gök ve yıldırımlar tanrısıdır. İliada‟da
birçok sıfatla anılan Zeus, en çok Kronos oğlu, insanların ve tanrıların babası, tanrılar tanrısı olarak
adlandırılmaktadır. Onun gücünü yalnız Moira (kader) olarak görülmektedir. Çünkü ölümü Zeus değil, kader tayin
etmektedir. Zeus, yalnız semavi olayları yönetmekle, yağmur yağdırmak, şimşekler çaktırmak ve yıldırımlar
fırlatmakla kalmaz, özellikle yeryüzünde düzen ve adaletin korunmasını sağladığı görüşü vardır. Katilleri,
27
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
döktükleri kanın vebalinden arındırır, yeminlere bağlı kalınmasını ister, krallık gücünün ve genel olarak sosyal
hiyerarşinin düzenleyicisidir. Bu yetkilerini sadece insanlara karşı değil tanrılar topluluğu içinde de kullanır. Zeus,
tüm Anadolu‟da olduğu gibi Mysia Bölgesi‟nde de oldukça sevilmiş ve tapınım görmüştür. Tanrıya ait günümüze
kadar ulaşan çok sayıda stel vardır.
Zeus Agoraios
Agora‟nın (çarşı, pazar yeri) koruyucu tanrısı olarak verilen bu epitheti, Zeus, birçok tanrı ve tanrıça ile paylaşır.
Yunanistan, adalar ve Batı Anadolu‟da birçok yerde tapınım görmüştür. Batı Anadolu‟da Bithynia, Ionia ve Lydia
Bölgesi‟nde izleri görünen tanrının Mysia Bölgesi‟ndeki varlığı ise Karacabey‟de ele geçen bir yazıt ile
kanıtlanmaktadır. Bir Adak takviminin parçalarını oluşturan bu yazıt, 1975 yılında Mustafakemalpaşa, Karacabey
yol yapımında Miletopolis Höyüğü civarlarında bulunmuştur. Şu anda Bursa Müzesi‟nde korunan yazıt üzerinde
kabartma bulunmamaktadır. Yazıt, Skirophorion ayında ya da bir önceki Thargelion ayında tanrılar ve bu tanrılara
ne tür adaklar sunulduğu hakkında bilgi vermektedir. Ancak yazıt oldukça eksiktir. Yazıta göre, Skirophorion
ayının muhtemelen 20. gününe denk gelen bir bayram ya da adak gününde Zeus Agoraios için bir koyun kurban
edilmiştir.
Zeus Aithrios
Zeus Aithrios “Berrak Göğün Zeus‟u” anlamında olup, Homeros‟a göre, Aither‟de (gökyüzü) oturur şekilde
yorumlanmaktadır. O, her şeyi gören tanrı olduğu sanılır. Onun gözünden hiçbir hata ve suç kaçmaz. Mysia
Bölgesi‟nde tanrının bu epitheti ile ilişkili ele geçen yazıtlar azdır. Fakat Zeus‟u birçok edebi metinde bu epithet
altında görmekteyiz. Batı Anadolu‟da Mysia dışında ele geçen bazı yazıtlarda da Zeus Aithrios‟a rastlanılmaktadır.
Bu yazıtlardan ikisi, Aithrios (berrak, temiz) kültünün çok önemli olduğu Priene kentinde ele geçmiştir. Bunun
dışında, Lydia ve Kuzey Lykia‟da da bu kültün izleri görülmektedir.
Zeus Beudenos
Mysia Bölgesi‟nde Zeus, bu sıfatı ile karşımıza yerel bir tanrı olarak çıkmaktadır. Malay, Lydia‟da ele geçen bir
adak yazıtında Beudenos kelimesinin, etnik bir epithet olduğunu ve bunun bu yörede Beudos, Beudon, Beudoi, veya
Beuda gibi küçük bir yerleşim yerinin varlığına işaret ettiğini belirtilmektedir. Yazıttan, Emmodi adında bir
yerleşim yerinde, Mysia kökenli halkın yaşadığı sanılmaktadır. Emmodi‟nin, Saittai kentine ait küçük bir yerleşim
yeri olduğu düşünülmektedir. Burada yaşayan halk da Bergama Krallığı‟na bağlı orduda paralı asker olarak görev
yapan Mysialılardır. Emmodi‟de yaşayan Mysialı halk, Hegesias oğlu olan bir topografın kendilerine yaptığı
iyilikler ve gösterdiği iyi niyetten dolayı bu adağı Zeus Beudenos‟a sunmuşlardır.
Zeus Brontaios
Tanrının bu epitheti (Bronta›ow: Gürleyen), daha çok Bithynia ve Paphlagonia bölgelerinde görülmektedir. Mysia
Bölgesinde, Zeus Brontaios kültünün varlığı sadece Kyzikos‟da ele geçen bir yazıt ile kanıtlanmaktadır. Bu kültün,
Zeus Bronton kültü ile ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Bir Gök Tanrısı, özellikle de Fırtına Tanrısı olarak tapınım
gören Zeus, bu sıfat altında muhtemelen tarımın koruyucu tanrısı olarak saygı görüyordu.
Zeus Bronton
Zeus Bronton (ZeÁw Bront«n= Gürleyen Zeus) adının da belirttiği gibi, bir hava ve fırtına tanrısıdır. Ancak tanrının
aynı zamanda çiftçileri, hayvanları ve tarım ürünlerini kollayan ve koruyan bir yönünün de var olduğu
anlaşılmaktadır. Phrygia ve Bithynia, Lydia‟da Kula yakınlarında çok sık görülen Zeus Bronton kültü, Phrygia‟ya
komşu olan yörelerde de tapınım görüyordu. Mysia Bölgesi‟ndeki varlığı ise, Ulaşlar mevkiinde ele geçen Kat. No:
16‟daki yazıtla kesinleşmiştir. Üzerindeki kabartma fazla aşındığından canlandırılan sahne seçilememektedir. Yazıt
da fazla bilgi vermez, fakat komşu bölgelerden yazıtlar incelendiğinde, tanrının bu epithet altında, “Çift
Hayvanlarının Koruyucusu” işlevinde olduğunu ve “Çiftçi Tanrı” olarak tapınıldığını anlayabiliyoruz. Gerçekten
de, tanrı bu sıfat ile gök olaylarını simgeleyen, şimşek çaktıran, yıldırım gönderen ve yağmur yağdıran bir tanrı
görünümündedir. Ancak, bu işlevleriyle ekinlerin üremesine yardımcı olmaktadır.
28
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Zeus Hypsistos
Antik yazarlar tarafından değinilen tanrının (ÜUcistow- En yüksek) epitheti Trakya ve Batı Anadolu‟da birçok
yerde görülür. Doğu Trakya‟da bulunmuş olan ve Roma İmparatorluk Dönemi‟ne tarihlenen on üç adak yazıtı, Zeus
Hypsistos‟a adanmıştır. Bythnia Bölgesi‟nde ise tanrıya adanmış olan bir stel Bursa‟da ele geçmiştir. Karia
Bölgesi‟nde Mylasa‟da ele geçen iki yazıt üzerinde tanrının bu sıfatı yer almaktadır. Doğu Kilikya‟da Anazarbos
yakınlarında ele geçen bir sunak üzerinde de tanrının bu sıfatla anıldığı görülür. Yazıttan, Zeus‟un en yüksek
tepelerin tanrısı yani bir Dağ Tanrısı olarak tapınım gördüğü anlaşılmaktadır. Mysia Bölgesi‟ndeki varlığı da ele
geçen yazıtlardan anlaşılmaktadır.
Zeus Hypsistos Brontaios
“Zeus Hypsistos Brontaios” sıfatını sadece Mysia‟da Karacabey‟de ele geçen Kat. No: 26‟daki adak steli üzerinde
görmekteyiz. LeBas tarafından Haghia Paraskevi Kilisesi‟nin duvarında görülmüş daha sonra İstanbul Müzesi‟nde
koruma altına alınmıştır. Tiberios Klaudios Synthrophos adlı kişi “Brontaios” (fırtına-hava tanrısı) epithetini de
taşıyan “Zeus Hypsistos” adına bu steli yaptırmıştır. Yazıtta geçen kat (emir uyarınca) ifadesi tam olarak açık
değildir. Adağı sunan kişi, kimin emri uyarınca bu steli diktirmiştir? Mendel‟e göre, Syntrophos‟un rüyasına giren
Zeus, bu steli yaptırmak için emir vermiştir. Emri getiren kişi ise kabartmada görülen Hermes‟tir. Stel üzerinde
görülen yerde yatan kişi de Synthrophos‟un kendisidir.
Zeus Khalazios Sozon
Mysia Bölgesi‟nde, Bandırma‟da ele geçen Kat. No: 27‟deki yazıt ile tanrıyı bu epithet altında tanıyoruz. Zeus
Khalazios (Xãlaza) (Khalaza- dolu, dolu yağmuru ve dolu fırtınası), Hyetios (yağmur) ile benzer özelliktedir ve
Zeus başka hiçbir yerde bu sıfat ile bilinmemektedir.
Zeus Krampsenos
Mysia Bölgesi‟nde Maden‟de ele geçen iki yazıtta, tanrıya bu epithetle tapınıldığı anlaşılıyor. Bu, bölgede yerel bir
külttür. Tanrıyı bu epithet altında başka hiçbir yerde görmüyoruz. Maden‟de ele geçen yazıtlardan bir tanesi
kabartmalıdır. Adak levhası üzerinde tanrı için yapılan kurban törenini tasvir etmektedir.
Zeus Megistos
Tanrının bu kültünü Anadolu‟nun birçok bölgesinde görebilmekteyiz. Lydia Bölgesi‟nde Kollyda‟da, Lykonia
Bölgesi‟nde Sızma‟da bulunan bir yazıt üzerinde tanrı bu isim altında geçmektedir. Lykia Bölgesi‟nde Bayındır‟da
bulunan bir onur yazıtında ise Olypos olarak geçmektedir.
Zeus Olbios
Günümüze kadar Anadolu‟nun çeşitli yerlerinde ele geçen yazıtlardan, tanrı Zeus‟a çeşitli epithetler altında
tapınıldığını bilmekteyiz. Bunlardan birisi olan Olbios (mutlu, varlıklı, zengin ya da Olbia‟lı) sıfatı, Mysia
bölgesindeki yazıtların yanı sıra Olba ve çevresi (Kilikia Bölgesi) ile Olbia civarındaki (Karadeniz Bölgesi)
yazıtlarda da karşımıza çıkmaktadır. Bu isim benzerliği, Zeus Olbios‟un, adı geçen yerleşim yerlerinin isim babası
ya da şehir tanrısı olarak yorumlanmasına neden olmuştur.
Zeus Olympios
Tanrının bu kültü ile ilişkili en önemli merkez kuşkusuz Olympia‟dır. Olympos‟un, kelime anlamı ise “yüksek
dağ”, “ulu dağ” demektir. Batı Anadolu‟da Bithynia ve Mysia‟yı birbirinden ayıran Olympos, antik kaynaklarda
“Mysia Olympos‟u olarak geçmektedir.
Zeus Orneos
29
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Tanrının bu sıfatı, Mysia Bölgesinde Prokonnesos‟da (Marmara Adası) bulunmuş ve Herakleia kökenli denizcilere
ait olan Kat. No: 45‟deki adak yazıtında geçmektedir. Robert‟te yer alan anlatıma göre, Herakleia, aslında
Perinthos‟tur. Fakat bu, metni doğrular nitelikte değildir; çünkü Perinthos ismini Tetrarkhi döneminde almıştır.
Zeus Pandemos
Tanrının bu epithetini özellikle Phrygia Bölgesi‟nde görmekteyiz. Zeus Pandemos, Synnada (Şuhut) kentinin baş
tanrısıdır. Kentin İmparatorluk Dönemine ait sikkeleri üzerinde tanrının başı ile beraber isminin de yer aldığını
görmekteyiz. Tanrıya adanmış sunak ve steller üzerinde büst şeklinde betimlenen Zeus‟un sağ eli, göğüs üzerinde
büyük ve geniş olarak gösterilmiştir.
Zeus Polieus
Polieus, tanrının politik içerikli bir epitheti olup; devletin bütünlüğünü simgelemektedir. Atina akropolisinde bir
heykeli ve sunağı bulunan tanrı, aynı zamanda kentin koruyucu işlevine sahipti. Yunanistan‟da farklı bölgelerde
tapınım gören Zeus Polieus, Anadolu‟da da birçok yerde tapınım görmektedir. Kültün izlerine, Bithynia
Bölgesi‟nde, Nikaia‟da, Troas Bölgesi‟nde Ilion‟da, Ionia Bölgesi‟nde Smyrna ve Ephesos‟da, Lydia Bölgesi‟nde
Sardeis antik kentinde rastlanmaktadır.
Zeus Poteus
Kimi yazarlara göre Phrygia Bölgesi‟nde, kimilerine göre de Mysia Bölgesin‟de olan antik Kadoi kentinin
güneyinde bulunmuş olan bir mermer stel üzerinde, tanrıyı bu isim altında görmekteyiz.
Zeus Sabazios
Thrakia ve Phrygia kökenli bir tanrı olan Sabazios‟un 413 Illyria bölgesinde, Sabaium olarak tanınan “bira”dan
geldiği ileri sürülmektedir Bu isim en erken dönemden itibaren olasılıkla “Savadios” idi ve giderek Savadios‟un
farklı formları içinde farklı şekiller almıştır. Zeus Savadios kültünün Anadolu‟da İda Dağı ile Tmolos arasındaki
bölgede oluştuğu düşünülmektedir.
Zeus Soter
Tanrı için en sık kullanılan epithetlerden biri olan Soter (kurtarıcı, koruyucu) kötülüklerden kurtarıcı ve koruyucu
işlevi ile dikkat çekmektedir.
Zeus Thimenos
Mysia Bölgesi‟nde Hadrianeia antik kentindeki küçük bir kutsal alanda ele geçen Kat. No: 58‟deki mermer sunak
üzerinde, tanrı bu epithet altında geçmektedir.
“Uğurlu olsun; Augustus‟ların zaferi vesilesiyle halk, Zeus Thimenos‟a adak olarak (sundu); işin yapılmasıyla 70
yılında Menodoros oğlu Epineikos uğraştı.”
Zeus Trosou
Yoğun epigrafik buluntulara bakılarak bu kültün, Dionysoupolis (Bekilli) yakınlarındaki Çağılarası mevkiinde
lokalize edildiğini anlıyoruz. Tanrıyı genetivus halinde bir isimle birlikte görmekteyiz. Batı Anadolu‟da birçok
yerel tanrının, Zeus Trossou örneğinde olduğu gibi, genetivus halinde görülmesi sık karşılaşılan bir durumdur ve bu
kelimenin tanrının kültünü buraya getiren kişinin ismi olduğu düşünülmektedir
Apollon
Apollon kelimesinin Yunan etimolojisinde belirgin bir açıklaması yoktur. Apollon yani cezalandırmak ya da apello
yani defetmek, kötülüğü önleyip korumak anlamına gelen fiillerden ya da başka kökenlerden türemiş olduğu ileri
sürülmektedir. Yunanlılar‟da tanrının özünü belirtmek için Phoibos ek adını takmışlardır. Phoibos, “belli, parlak”
demektir. Bu isimle tanrının ışık saçan aydınlık varlığını dile getirmektedirler. Mysia‟da tanrı Apollon‟un özel bir
30
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
yeri olduğunu ele geçen kabartmalı ya da kabartmasız yazıtların çokluğundan anlayabiliyoruz. Apollon kültü çeşitli
yollarla Kyzikos‟a girmiştir. Bunların en eskisi Aisepos Ovası‟ndan, Zeleia‟dan gelendir. Zeleia şehri ve çevresinde
Apollon‟a tapınılmaktaydı.
Apollon Bathylimenites
Mysia Bölgesi‟nde bu kültün varlığı, Kyzikos (Kat. No: 30, 74) ve Erdek (Artake) (Kat. No: 75) civarından ele
geçen yazıtlarla belgelenmektedir. Bunlardan iki tanesi adak stelidir ve İstabul Arkeoloji Müzesi‟nde, diğeri ise
mermerden bir sunak olup, N. Tolunay‟a ait özel koleksiyonda korunmaktadır. İlk olarak L. Robert, Hellenica adlı
eserinde tanrıyı bu epitheti ile tanıtmıştır. Apollon Bathylimenites‟i tanıtan üçüncü yazıtı ise Schwertheim bilim
dünyasına kazandırmıştır.
Apollon Daphnousios
Mysia Bölgesi‟nde Ulubat Gölü kıyısındaki Akçapınar Köyü civarında bulunan ve 1991 yılında Bursa Müzesi‟ne
getirilen bir dekret ve beş adet adak steli üzerinde tanrı Apollon, Daphnousios epitheti ile geçmektedir. Bu yazıt
grubunun, Apollonia ad Rhyndacum kentinin hem kült hem de tarihi coğrafyası hakkında önemli bilgiler
vermesinin dışında, bugüne kadar Mysia‟da çok karşılaşılan Apollon Kitharoidos‟un yerel bir tapınağının
lokalizasyonuyla ilgili bilgiler sağlaması açısından da önemlidir (Kat. No: 76). Dekretin çevirisi şöyledir:
“Daphnous‟taki Katoikia karar aldı: Katoikia‟ya armağanlar vermek yoluyla iyilikleri dokunmuş olan Asklepiades
oğlu strateg Polemaios ve Smylos oğlu Zenon çelenk takılarak onurlandırılmalıdırlar ve (karar) taş stele yazılarak
Apollon‟un tapınağına konmalıdır.”
Apollon Deonteios
Stilistik özellikleri açısından Mysia Bölgesi‟ne ait olduğu düşünülen ve bugün Bursa Müzesi‟nde koruma altına
alınan Kat. No: 82‟deki mermerden, üçgen alınlıklı adak levhası üzerindeki yazıtta tanrıyı bu epithetle görmekteyiz.
Cepheden sol ayağını dizden bükerek geriye atmış, göğsün hemen altından kalın kemerli uzun khiton ve sırt
mantolu, sol elinde kithara, sağ elinde sunu tası taşıyan Apollon Kitharodos olarak tasvir edilmiştir. Apollon elinde
tuttuğu kithara nedeniyle yaygın olarak Apollon Kitharodos olarak adlandırılmış olmasına rağmen adak levhası
üzerinde yer alan yazıtın yardımıyla tanrının burada yerel bir adla tapınım gördüğünü anlamaktayız.
Yazıtın çevirisi şöyledir:
“Sasaros oğlu Menodoros bu adağı Apollon Deonteios‟a (sundu).”
Apollon Germenos
1995 yılında İzmir‟de bulunan ve aynı yıl İzmir Arkeoloji Müzesi‟ne teslim edilen adak stelinin, üzerindeki yazıtın
içeriği ve kabartmanın stilistik özellikleri açısından Mysia Bölgesi‟ne ait olduğu düşünülmektedir. Ancak, stelin
buluntu yeri tam olarak saptanamamıştır. Tanrıver‟e göre stel, bugün yeri tam olarak belirlenemeyen antik Germe
kentindeki, Apollon‟a ait bir kutsal alanda bulunmuş olmalıdır. Mermerden ve üçgen alınlıklı olan adak stelinde
Apollon, bugüne kadar görmediğimiz bir epithetle (Germenos) karşımıza çıkmaktadır. Kat. No: 83‟deki yazıtın
çevirisi şöyledir:
“Teimon oğlu Metrobios bu adağı Apollon Germenos‟a (sundu).”
Apollon Karneios
Bu kültü daha çok Anadolu‟da Karia Bölgesi‟nde Knidos antik kentinde görmekteyiz. Dorlar‟ın Karia Bölgesi‟ni
iskan etmeleriyle bölgede her alanda olduğu gibi din konusunda da etkileri olmuştur. Peloponnesos‟tan getirdikleri
Apollon Karneios kültünü aynı özelliklerle Karia‟da da devam ettirmişlerdir. Bölgeden ele geçen eserlerden bu
kültün burada önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Mysia Bölgesi‟nde Karacabey‟de ele geçen Kat. No: 84‟deki
adak takviminden tanrıya bu epithet altında tapınıldığını anlamaktayız.
31
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Apollon Kitharodos
Apollon Kitharodos aslında bir tasvir tipidir. Mysia‟da ele geçen hemen her stelde tanrı bu şekilde tasvir edilmiştir.
Bazı stellerde yazıt korunmadığı için, muhtemelen değişik yerel Apollon‟lara adanmışlardır. Burada Apollon
Kitharodos‟la ilişkili steller genel isimle toplanmıştır.
Apollon Krateanos
Tanrı Apollon‟u Krateanos epitheti altında sadece Mysia Bölgesi‟nde Kyzikos ve civarında ele geçen adak
stellerinde görüyoruz. Anadolu‟nun birçok bölgesinde ele geçen Apollon‟a adanmış adak stellerinde tanrı,
genellikle Kitharodos tipinde tasvir edilmektedir.
Apollon Leonteios
Tanrının bu epithetini Mysia Bölgesi‟nde Susurluk civarında ele geçen bir adak steli üzerinde görmekteyiz. Yazıt,
G. E. Bean tarafından bulunmuştur. Yazıtı, harflerin biçimi incelendiğinde Hellenistik döneme
tarihleyebilmekteyiz. Yazıtın çevirisi şöyledir:
“Apollonidos oğlu Leonides bu adağı Apollon Leonteios‟a (sundu).”
Apollon Libotenos
Bursa Müzesi envanter kayıtlarından İnegöl kökenli olduğu öğrenilen mermer adak steli, Libotenos epithetini
taşıyan elimizdeki tek örnektir. Üzerindeki kabartmanın ve yazının stilistik özelliğinden dolayı stel M.Ö. 120-110
yıllarına tarihlenir. Kat. No: 111‟deki yazıtın çevirisi şöyledir:
“Dionysios oğlu Demetrios bu adağı Apollon Libotenos‟a (sundu).”
Apollon Mekastenos
İstanbul, Bebek Robert Koleji‟nde bulunan Kat. No: 112‟deki adak steli üzerinde tanrı, Mekastenos sıfatı ile
geçmektedir. Yazıttan Menodoros‟un steli, Apollon Mekastenos için adadığını anlayabiliyoruz. Ancak yazı oldukça
silinmiş ve eksiktir. O yüzden bu stelin ne için dikildiğini ve tanrının işlevini de öğrenemiyoruz. Hasluck‟a göre
epithet, Makestus, Mekistos nehri ile ilgilidir. O halde, Makestus vadisi civarında oturan halkın tanrıya bu sıfat
altında tapındıklarını ve yerel bir kült olduğunu söyleyebiliriz. Kısacası, Yunanlı bir tanrı ile yerel Anadolu ismi
birleştirilmiştir. Stel üzerindeki kabartmaya baktığımızda tanrı, yine kitharodos tipinde tasvir edilmiştir.
Apollon Phoibos
Parlak anlamına gelen Phoibos, Apollon‟un önemli bir sıfatı olarak karşımıza çıkar. Phoibos olan Apollon hem arı,
arındıran ve arınmış hem de parlak olandır. Öyle ki ışıltısı, koruması altında olanları bile korkutur ve şaşırtır.
Kallimakhos Apollon‟a övgü eserinde Apollon için şunları söyler:
“….Phoibos‟tur, yani ölümü geciktirme bilgisine sahiptir ama çoban gibidir de… Phoibos‟un izinde kentler
kurulur, Phoibos bunların kurulmasına sevinir ve kendi eliyle temellerini atar…”
Apollon Tadokomeites
Mysia‟da Kyzikos civarında ele geçen bir başka mermer adak steli üzerinde tanrıyı Tadokomeites epitheti ile
görmekteyiz. Bu taş, Tadokomeites sıfatını içeren elimizdeki tek örnektir. Yazıtın çevirisi şöyledir:
“Diphilos oğlu Asklepiodos bu adağı Apollon Tadokomeites‟e (sundu).”
Apollon Tarsenos
32
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Mysia Bölgesi‟nden Soma‟da ele geçen Kat. No: 115‟deki bir mektupta tanrının ismi bu epithet ile geçmektedir.
Attalos mektupta, Apollon Tarsenos‟un rahibinden, kurdukları Panegyris‟de (panayır) koyunlar için vergi
muafiyeti (ateleia) istemektedir. Zaten bu tür organizasyonlarda yerel tapınaklara bazı ayrıcalıklar verilmekteydi.
Büyük ihtimalle vergiden muaf tutulan koyunlar pek çok adak töreninde kullanılmaktaydı. Koyun, Anadolu‟nun
ekonomik hayatında büyük bir yere sahipti.
Poseidon
Sularla ilgili yeryüzü olaylarının tanrısı olan Poseidon, denizlerin tartışmasız efendisiydi. Homeros destanlarında
Poseidaon olarak adlandırılırken Linear B yazıtlarında ise, Po-si-da-e-ia şeklinde geçer. Potidan‟dan türeyen kelime
denizin efendisi anlamına gelmektedir. Poseidon yazılı kaynaklara göre değişik biçimlerde yazılmıştır: Poseidaon,
Posidaon, Poteidan, Potedan, Posoidan, Pohoidan ve Posdan. Zeus kızdığı zaman yıldırımıyla yeri göğü yaktığı gibi
Poseidon da üç dişli yabasıyla denizde dev dalgalar oluşturur, denizdeki tekneleri parça parça, karadaki yüzlerce
binayı ise yerle bir ederdi. Bu nedenle tanrıya Enosigaios sıfatı (yerleri sarsan ve titreten) ile tapınılırdı. Ayrıca,
Poseidon “At Tanrısı Hippios”tur. Atları ve atlıları korurdu. At yarışlarını düzenleyen ilk tanrıdır. Örneğin
Arkadia‟da tanrıya, at biçimi verilerek tapınılıyordu.
Poseidon Ġsthmios
Kyzikos‟da ele geçen bir mermer kaide üzerinde yer alan yazıtta tanrı, Poseidon Isthmios epitheti ile anılmaktadır.
Üzerindeki kabartmalardan dolayı halk arasında “Balık Taş” olarak adlandırılan silindir şeklindeki, grimsi renkteki
kaidenin üst kısmı oldukça tahrip olmuştur. Kaide, dikey olarak yerleştirilmiş olan üç dişli mızrak ile dörde
bölünmüştür. Yine üzerinde özenle çalışılmış dört tane gemi figürü, yunus ve ton balıkları ile küçük balıklar
işlenmiştir. Kaidenin üst kısmında tabula ansata içinde birisi düz yazı diğeri methiye olmak üzere iki ithaf yazıtı yer
almaktadır.
“Antonia Tryphaina kendisi ve onun oğlu Trakia kralı olan Rhoemetalkes ve onun erkek kardeşleri Pontus kralı
olan Polemo Catys adına kraliçe, kralların annesi olan Antonia Tryphaina tarafından iskelenin etrafının ve onun
kendi yönetimi altında gölcüğün ve kanalların tıkanmış uzun parçaların temizlenmesinden sonra Poseidon
Isthmios‟a kendi gelirinden adağı sundu. ” “Tryphaina‟nın adayı yeniden şekillendirdikten sonra kanalların
yatağını belirledi ve beni bularak buraya yerleştirdi, deniz tanrısına bir heykel adadı. Poseidon sen kendine ait olan
yere sahip çık ki ben de sakin denizin iki kanalının varlığını doğrulayım.”
Poseidon Kaseos
Bursa Müzesi‟ne Dikencik çiftliğinden getirilen Kat. No: 120‟deki adak steli üzende tanrıyı bu sıfat ile
görmekteyiz. Küçük ve düzensiz harflerle oluşturulan yazıtın harf karakterinden N.Ö. 2. Ya da 1. yüzyıla
tarihleyebiliyoruz. Stel üzerindeki isim listesine baktığımızda, hiçbir Romalı ismin bulunmaması da bu tarihi
desteklemektedir.
Dionysos
Yunan pantheonunun en gizemli tanrısı olan Dionysos, Bakkhos (bãkxow) olarak da adlandırmış ve Roma‟da Liber
Pater ile özdeşleştirilmiştir. Doğayı simgeleyen şarap tanrısı Dionysos M.Ö. 6. yüzyılla birlikte sanatı ve insan
hayatını etkileyen bir tanrı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dionysos Attu Heliou
Karacabey‟de ele geçen ve İstanbul Arkeoloji Müzesi‟nde koruma altına alınan 270 envanter numaralı mermer,
masif blok üzerine işlenen üçgen alınlıklı yüzeyi aşınmış olan adak levhası üzerinde, Kat. No: 128‟deki adak
levhasında tanrıya bu epithet ile seslenilmektedir.
Dionysos Kebrenios
üzerinde Paleolitik devir tekniğinin izlerine rastlanması mağaranın en erken kullanım aşamasının Paleolitik döneme
ait olduğunu düşündürmektedir.
Yortan Kültürü Merkezleri
Mysia‟da Pre-Protohistorik araştırmaların tarihi 20. yüzyılın başında Yortan Nekropolü‟ndeki kazılarla
başlatılabilir. Manisa‟nın Kırkağaç İlçesi Gelenbe Bucağı‟na bağlı Bostancı Köyü‟ndeki nekropol, aynı zamanda
Kaikos Irmağı yakınındadır. Burada 1900- 1901 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu hizmetinde bir mühendis olan
Paul Goudin ve M. Victor Chapot tarafından yapılan ilk kazılar, Tunç Çağı‟na ait bir mezarlık ortaya çıkarmıştır.
Adak Stelleri
Mysia Bölgesi‟nde ele geçen adak stellerine baktığımızda Olympos tanrılarından Apollon ve Zeus‟un özel bir yeri
olduğu gözlemlenmektedir. Bunların yanı sıra Kybele‟ye sunulan adak stelleri de dikkate değer sayıdadır. Steller
genellikle mermerden, üçgen alınlıklı, çerçeveli ve dikdörtgen şeklindedir. Bunlar, akroterlere sahip olup; aşağıya
doğru genişlemektedirler. Stellerin çoğunluğu tek resim alanlıdır. İki resim alanlı olanlara az sayıda da olsa
rastlanmaktadır. Figürler alçak ya da yüksek kabartma olarak işlenmiştir. Apollon‟a adanmış olan adak levhalarında
çoğunlukla kurban töreni gibi anlatımlı sahnelerin işlendiği göze çarpmaktadır. Steller üzerinde resim alanının sağ
yarısında tasvir edilen Apollon, cepheden, vücut ağırlığını sağ ayak üzerine vermiş, sol ayak hafif dizden bükülerek
geriye atılmış olarak canlandırılmıştır. Göğüs altında bir kuşakla bağlanmış uzun khiton ve sırt mantosu giymiştir.
Sol elinde bir kithara ve sunağın üzerine doğru uzattığı sağ elinde sunu tası tutmaktadır. Adak levhalarında
çoğunlukla tasvir edilen tanrılardan bir diğeri de Kybele‟dir. Tanrıça kare veya dikdörtgen bir panel içinde
cepheden ya ayakta ya da bir taht üzerinde oturmuş olarak tasvir edildikleri görülmektedir. Bölgeden ele geçen tanrı
Dionysos‟a ait olan adak levhalarının çoğu kayıp olduğu için bunların üzerindeki kabartmalar hakkında yeterli bilgi
sahibi değiliz. Fakat adak levhaları arasında göze çarpan önemli sayılabilecek bir grup, kahramanlara ait olanlardır.
Burada ölen kişi, hayatında gerçekleştirdiği önemli bir işten dolayı diğer ölülerden ayrı tutulmuş ve bazı simgelerle
bu farklılık anlatılmaya çalışılmış ve bu bir gelenek haline getirilmiştir. Bu gelenek, Hellenistik dönemin halk
sınıflarının tümünde yaygın olarak görülmektedir. Böylece, ölen kişi bir bakıma tanrısallaştırılmış olduğu
görülmektedir. Yapılan incelemer sonucu bunların tanrı olmayıp kahramanlaştırılmış insanlardan oluştuğunu,
Poseidon, Asklepios, Hermes, Artemis, Demeter, Kore, Athena ve Aphrodite gibi tanrı ve tanrıçalara adanan adak
levhalarında da benzer sahneler canlandırılmış olabileceği görülmektedir . Muhtemelen Mysia‟dan ele geçen adak
levhalarının çoğunda kurban töreni sahnesinin işlendiği göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra Kybele için yapılan
adak levhalarında olduğu gibi sadece tanrıçanın işlendiği kabartmalar görülmektedir.
MYSĠA BÖLGESĠ KÜLTLERĠ
,
Tanrılar
Tanrılar genel anlamda hiyerarşi düzenleyici ve otorite koruyan özelliklerle bazen düşünceli, bazen de babacan
tavırlarla işlendiklerine rastlanmaktadır. Herakles‟le fiziki gücün ve kahramanlığın; Ares‟le savaşın, kan
dökücülüğün ve gözyaşı döktürmenin, Hermes‟le ticaretin, aile içi kuralları koymanın ve hırsız koruyuculuğunun,
ayrıca Asklepios‟la hekimliğin ve diğer mesleklerin, Poseidon ve Helios‟la doğanın da simgeleri halinde
tapınıldıkları bilinmektedir.
Zeus
Hellen Pantheonu‟nun en büyük tanrısı olan Zeus özellikle ışık, aydınlık, gök ve yıldırımlar tanrısıdır. İliada‟da
birçok sıfatla anılan Zeus, en çok Kronos oğlu, insanların ve tanrıların babası, tanrılar tanrısı olarak
adlandırılmaktadır. Onun gücünü yalnız Moira (kader) olarak görülmektedir. Çünkü ölümü Zeus değil, kader tayin
etmektedir. Zeus, yalnız semavi olayları yönetmekle, yağmur yağdırmak, şimşekler çaktırmak ve yıldırımlar
fırlatmakla kalmaz, özellikle yeryüzünde düzen ve adaletin korunmasını sağladığı görüşü vardır. Katilleri,
27
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
döktükleri kanın vebalinden arındırır, yeminlere bağlı kalınmasını ister, krallık gücünün ve genel olarak sosyal
hiyerarşinin düzenleyicisidir. Bu yetkilerini sadece insanlara karşı değil tanrılar topluluğu içinde de kullanır. Zeus,
tüm Anadolu‟da olduğu gibi Mysia Bölgesi‟nde de oldukça sevilmiş ve tapınım görmüştür. Tanrıya ait günümüze
kadar ulaşan çok sayıda stel vardır.
Zeus Agoraios
Agora‟nın (çarşı, pazar yeri) koruyucu tanrısı olarak verilen bu epitheti, Zeus, birçok tanrı ve tanrıça ile paylaşır.
Yunanistan, adalar ve Batı Anadolu‟da birçok yerde tapınım görmüştür. Batı Anadolu‟da Bithynia, Ionia ve Lydia
Bölgesi‟nde izleri görünen tanrının Mysia Bölgesi‟ndeki varlığı ise Karacabey‟de ele geçen bir yazıt ile
kanıtlanmaktadır. Bir Adak takviminin parçalarını oluşturan bu yazıt, 1975 yılında Mustafakemalpaşa, Karacabey
yol yapımında Miletopolis Höyüğü civarlarında bulunmuştur. Şu anda Bursa Müzesi‟nde korunan yazıt üzerinde
kabartma bulunmamaktadır. Yazıt, Skirophorion ayında ya da bir önceki Thargelion ayında tanrılar ve bu tanrılara
ne tür adaklar sunulduğu hakkında bilgi vermektedir. Ancak yazıt oldukça eksiktir. Yazıta göre, Skirophorion
ayının muhtemelen 20. gününe denk gelen bir bayram ya da adak gününde Zeus Agoraios için bir koyun kurban
edilmiştir.
Zeus Aithrios
Zeus Aithrios “Berrak Göğün Zeus‟u” anlamında olup, Homeros‟a göre, Aither‟de (gökyüzü) oturur şekilde
yorumlanmaktadır. O, her şeyi gören tanrı olduğu sanılır. Onun gözünden hiçbir hata ve suç kaçmaz. Mysia
Bölgesi‟nde tanrının bu epitheti ile ilişkili ele geçen yazıtlar azdır. Fakat Zeus‟u birçok edebi metinde bu epithet
altında görmekteyiz. Batı Anadolu‟da Mysia dışında ele geçen bazı yazıtlarda da Zeus Aithrios‟a rastlanılmaktadır.
Bu yazıtlardan ikisi, Aithrios (berrak, temiz) kültünün çok önemli olduğu Priene kentinde ele geçmiştir. Bunun
dışında, Lydia ve Kuzey Lykia‟da da bu kültün izleri görülmektedir.
Zeus Beudenos
Mysia Bölgesi‟nde Zeus, bu sıfatı ile karşımıza yerel bir tanrı olarak çıkmaktadır. Malay, Lydia‟da ele geçen bir
adak yazıtında Beudenos kelimesinin, etnik bir epithet olduğunu ve bunun bu yörede Beudos, Beudon, Beudoi, veya
Beuda gibi küçük bir yerleşim yerinin varlığına işaret ettiğini belirtilmektedir. Yazıttan, Emmodi adında bir
yerleşim yerinde, Mysia kökenli halkın yaşadığı sanılmaktadır. Emmodi‟nin, Saittai kentine ait küçük bir yerleşim
yeri olduğu düşünülmektedir. Burada yaşayan halk da Bergama Krallığı‟na bağlı orduda paralı asker olarak görev
yapan Mysialılardır. Emmodi‟de yaşayan Mysialı halk, Hegesias oğlu olan bir topografın kendilerine yaptığı
iyilikler ve gösterdiği iyi niyetten dolayı bu adağı Zeus Beudenos‟a sunmuşlardır.
Zeus Brontaios
Tanrının bu epitheti (Bronta›ow: Gürleyen), daha çok Bithynia ve Paphlagonia bölgelerinde görülmektedir. Mysia
Bölgesinde, Zeus Brontaios kültünün varlığı sadece Kyzikos‟da ele geçen bir yazıt ile kanıtlanmaktadır. Bu kültün,
Zeus Bronton kültü ile ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Bir Gök Tanrısı, özellikle de Fırtına Tanrısı olarak tapınım
gören Zeus, bu sıfat altında muhtemelen tarımın koruyucu tanrısı olarak saygı görüyordu.
Zeus Bronton
Zeus Bronton (ZeÁw Bront«n= Gürleyen Zeus) adının da belirttiği gibi, bir hava ve fırtına tanrısıdır. Ancak tanrının
aynı zamanda çiftçileri, hayvanları ve tarım ürünlerini kollayan ve koruyan bir yönünün de var olduğu
anlaşılmaktadır. Phrygia ve Bithynia, Lydia‟da Kula yakınlarında çok sık görülen Zeus Bronton kültü, Phrygia‟ya
komşu olan yörelerde de tapınım görüyordu. Mysia Bölgesi‟ndeki varlığı ise, Ulaşlar mevkiinde ele geçen Kat. No:
16‟daki yazıtla kesinleşmiştir. Üzerindeki kabartma fazla aşındığından canlandırılan sahne seçilememektedir. Yazıt
da fazla bilgi vermez, fakat komşu bölgelerden yazıtlar incelendiğinde, tanrının bu epithet altında, “Çift
Hayvanlarının Koruyucusu” işlevinde olduğunu ve “Çiftçi Tanrı” olarak tapınıldığını anlayabiliyoruz. Gerçekten
de, tanrı bu sıfat ile gök olaylarını simgeleyen, şimşek çaktıran, yıldırım gönderen ve yağmur yağdıran bir tanrı
görünümündedir. Ancak, bu işlevleriyle ekinlerin üremesine yardımcı olmaktadır.
28
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Zeus Hypsistos
Antik yazarlar tarafından değinilen tanrının (ÜUcistow- En yüksek) epitheti Trakya ve Batı Anadolu‟da birçok
yerde görülür. Doğu Trakya‟da bulunmuş olan ve Roma İmparatorluk Dönemi‟ne tarihlenen on üç adak yazıtı, Zeus
Hypsistos‟a adanmıştır. Bythnia Bölgesi‟nde ise tanrıya adanmış olan bir stel Bursa‟da ele geçmiştir. Karia
Bölgesi‟nde Mylasa‟da ele geçen iki yazıt üzerinde tanrının bu sıfatı yer almaktadır. Doğu Kilikya‟da Anazarbos
yakınlarında ele geçen bir sunak üzerinde de tanrının bu sıfatla anıldığı görülür. Yazıttan, Zeus‟un en yüksek
tepelerin tanrısı yani bir Dağ Tanrısı olarak tapınım gördüğü anlaşılmaktadır. Mysia Bölgesi‟ndeki varlığı da ele
geçen yazıtlardan anlaşılmaktadır.
Zeus Hypsistos Brontaios
“Zeus Hypsistos Brontaios” sıfatını sadece Mysia‟da Karacabey‟de ele geçen Kat. No: 26‟daki adak steli üzerinde
görmekteyiz. LeBas tarafından Haghia Paraskevi Kilisesi‟nin duvarında görülmüş daha sonra İstanbul Müzesi‟nde
koruma altına alınmıştır. Tiberios Klaudios Synthrophos adlı kişi “Brontaios” (fırtına-hava tanrısı) epithetini de
taşıyan “Zeus Hypsistos” adına bu steli yaptırmıştır. Yazıtta geçen kat (emir uyarınca) ifadesi tam olarak açık
değildir. Adağı sunan kişi, kimin emri uyarınca bu steli diktirmiştir? Mendel‟e göre, Syntrophos‟un rüyasına giren
Zeus, bu steli yaptırmak için emir vermiştir. Emri getiren kişi ise kabartmada görülen Hermes‟tir. Stel üzerinde
görülen yerde yatan kişi de Synthrophos‟un kendisidir.
Zeus Khalazios Sozon
Mysia Bölgesi‟nde, Bandırma‟da ele geçen Kat. No: 27‟deki yazıt ile tanrıyı bu epithet altında tanıyoruz. Zeus
Khalazios (Xãlaza) (Khalaza- dolu, dolu yağmuru ve dolu fırtınası), Hyetios (yağmur) ile benzer özelliktedir ve
Zeus başka hiçbir yerde bu sıfat ile bilinmemektedir.
Zeus Krampsenos
Mysia Bölgesi‟nde Maden‟de ele geçen iki yazıtta, tanrıya bu epithetle tapınıldığı anlaşılıyor. Bu, bölgede yerel bir
külttür. Tanrıyı bu epithet altında başka hiçbir yerde görmüyoruz. Maden‟de ele geçen yazıtlardan bir tanesi
kabartmalıdır. Adak levhası üzerinde tanrı için yapılan kurban törenini tasvir etmektedir.
Zeus Megistos
Tanrının bu kültünü Anadolu‟nun birçok bölgesinde görebilmekteyiz. Lydia Bölgesi‟nde Kollyda‟da, Lykonia
Bölgesi‟nde Sızma‟da bulunan bir yazıt üzerinde tanrı bu isim altında geçmektedir. Lykia Bölgesi‟nde Bayındır‟da
bulunan bir onur yazıtında ise Olypos olarak geçmektedir.
Zeus Olbios
Günümüze kadar Anadolu‟nun çeşitli yerlerinde ele geçen yazıtlardan, tanrı Zeus‟a çeşitli epithetler altında
tapınıldığını bilmekteyiz. Bunlardan birisi olan Olbios (mutlu, varlıklı, zengin ya da Olbia‟lı) sıfatı, Mysia
bölgesindeki yazıtların yanı sıra Olba ve çevresi (Kilikia Bölgesi) ile Olbia civarındaki (Karadeniz Bölgesi)
yazıtlarda da karşımıza çıkmaktadır. Bu isim benzerliği, Zeus Olbios‟un, adı geçen yerleşim yerlerinin isim babası
ya da şehir tanrısı olarak yorumlanmasına neden olmuştur.
Zeus Olympios
Tanrının bu kültü ile ilişkili en önemli merkez kuşkusuz Olympia‟dır. Olympos‟un, kelime anlamı ise “yüksek
dağ”, “ulu dağ” demektir. Batı Anadolu‟da Bithynia ve Mysia‟yı birbirinden ayıran Olympos, antik kaynaklarda
“Mysia Olympos‟u olarak geçmektedir.
Zeus Orneos
29
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Tanrının bu sıfatı, Mysia Bölgesinde Prokonnesos‟da (Marmara Adası) bulunmuş ve Herakleia kökenli denizcilere
ait olan Kat. No: 45‟deki adak yazıtında geçmektedir. Robert‟te yer alan anlatıma göre, Herakleia, aslında
Perinthos‟tur. Fakat bu, metni doğrular nitelikte değildir; çünkü Perinthos ismini Tetrarkhi döneminde almıştır.
Zeus Pandemos
Tanrının bu epithetini özellikle Phrygia Bölgesi‟nde görmekteyiz. Zeus Pandemos, Synnada (Şuhut) kentinin baş
tanrısıdır. Kentin İmparatorluk Dönemine ait sikkeleri üzerinde tanrının başı ile beraber isminin de yer aldığını
görmekteyiz. Tanrıya adanmış sunak ve steller üzerinde büst şeklinde betimlenen Zeus‟un sağ eli, göğüs üzerinde
büyük ve geniş olarak gösterilmiştir.
Zeus Polieus
Polieus, tanrının politik içerikli bir epitheti olup; devletin bütünlüğünü simgelemektedir. Atina akropolisinde bir
heykeli ve sunağı bulunan tanrı, aynı zamanda kentin koruyucu işlevine sahipti. Yunanistan‟da farklı bölgelerde
tapınım gören Zeus Polieus, Anadolu‟da da birçok yerde tapınım görmektedir. Kültün izlerine, Bithynia
Bölgesi‟nde, Nikaia‟da, Troas Bölgesi‟nde Ilion‟da, Ionia Bölgesi‟nde Smyrna ve Ephesos‟da, Lydia Bölgesi‟nde
Sardeis antik kentinde rastlanmaktadır.
Zeus Poteus
Kimi yazarlara göre Phrygia Bölgesi‟nde, kimilerine göre de Mysia Bölgesin‟de olan antik Kadoi kentinin
güneyinde bulunmuş olan bir mermer stel üzerinde, tanrıyı bu isim altında görmekteyiz.
Zeus Sabazios
Thrakia ve Phrygia kökenli bir tanrı olan Sabazios‟un 413 Illyria bölgesinde, Sabaium olarak tanınan “bira”dan
geldiği ileri sürülmektedir Bu isim en erken dönemden itibaren olasılıkla “Savadios” idi ve giderek Savadios‟un
farklı formları içinde farklı şekiller almıştır. Zeus Savadios kültünün Anadolu‟da İda Dağı ile Tmolos arasındaki
bölgede oluştuğu düşünülmektedir.
Zeus Soter
Tanrı için en sık kullanılan epithetlerden biri olan Soter (kurtarıcı, koruyucu) kötülüklerden kurtarıcı ve koruyucu
işlevi ile dikkat çekmektedir.
Zeus Thimenos
Mysia Bölgesi‟nde Hadrianeia antik kentindeki küçük bir kutsal alanda ele geçen Kat. No: 58‟deki mermer sunak
üzerinde, tanrı bu epithet altında geçmektedir.
“Uğurlu olsun; Augustus‟ların zaferi vesilesiyle halk, Zeus Thimenos‟a adak olarak (sundu); işin yapılmasıyla 70
yılında Menodoros oğlu Epineikos uğraştı.”
Zeus Trosou
Yoğun epigrafik buluntulara bakılarak bu kültün, Dionysoupolis (Bekilli) yakınlarındaki Çağılarası mevkiinde
lokalize edildiğini anlıyoruz. Tanrıyı genetivus halinde bir isimle birlikte görmekteyiz. Batı Anadolu‟da birçok
yerel tanrının, Zeus Trossou örneğinde olduğu gibi, genetivus halinde görülmesi sık karşılaşılan bir durumdur ve bu
kelimenin tanrının kültünü buraya getiren kişinin ismi olduğu düşünülmektedir
Apollon
Apollon kelimesinin Yunan etimolojisinde belirgin bir açıklaması yoktur. Apollon yani cezalandırmak ya da apello
yani defetmek, kötülüğü önleyip korumak anlamına gelen fiillerden ya da başka kökenlerden türemiş olduğu ileri
sürülmektedir. Yunanlılar‟da tanrının özünü belirtmek için Phoibos ek adını takmışlardır. Phoibos, “belli, parlak”
demektir. Bu isimle tanrının ışık saçan aydınlık varlığını dile getirmektedirler. Mysia‟da tanrı Apollon‟un özel bir
30
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
yeri olduğunu ele geçen kabartmalı ya da kabartmasız yazıtların çokluğundan anlayabiliyoruz. Apollon kültü çeşitli
yollarla Kyzikos‟a girmiştir. Bunların en eskisi Aisepos Ovası‟ndan, Zeleia‟dan gelendir. Zeleia şehri ve çevresinde
Apollon‟a tapınılmaktaydı.
Apollon Bathylimenites
Mysia Bölgesi‟nde bu kültün varlığı, Kyzikos (Kat. No: 30, 74) ve Erdek (Artake) (Kat. No: 75) civarından ele
geçen yazıtlarla belgelenmektedir. Bunlardan iki tanesi adak stelidir ve İstabul Arkeoloji Müzesi‟nde, diğeri ise
mermerden bir sunak olup, N. Tolunay‟a ait özel koleksiyonda korunmaktadır. İlk olarak L. Robert, Hellenica adlı
eserinde tanrıyı bu epitheti ile tanıtmıştır. Apollon Bathylimenites‟i tanıtan üçüncü yazıtı ise Schwertheim bilim
dünyasına kazandırmıştır.
Apollon Daphnousios
Mysia Bölgesi‟nde Ulubat Gölü kıyısındaki Akçapınar Köyü civarında bulunan ve 1991 yılında Bursa Müzesi‟ne
getirilen bir dekret ve beş adet adak steli üzerinde tanrı Apollon, Daphnousios epitheti ile geçmektedir. Bu yazıt
grubunun, Apollonia ad Rhyndacum kentinin hem kült hem de tarihi coğrafyası hakkında önemli bilgiler
vermesinin dışında, bugüne kadar Mysia‟da çok karşılaşılan Apollon Kitharoidos‟un yerel bir tapınağının
lokalizasyonuyla ilgili bilgiler sağlaması açısından da önemlidir (Kat. No: 76). Dekretin çevirisi şöyledir:
“Daphnous‟taki Katoikia karar aldı: Katoikia‟ya armağanlar vermek yoluyla iyilikleri dokunmuş olan Asklepiades
oğlu strateg Polemaios ve Smylos oğlu Zenon çelenk takılarak onurlandırılmalıdırlar ve (karar) taş stele yazılarak
Apollon‟un tapınağına konmalıdır.”
Apollon Deonteios
Stilistik özellikleri açısından Mysia Bölgesi‟ne ait olduğu düşünülen ve bugün Bursa Müzesi‟nde koruma altına
alınan Kat. No: 82‟deki mermerden, üçgen alınlıklı adak levhası üzerindeki yazıtta tanrıyı bu epithetle görmekteyiz.
Cepheden sol ayağını dizden bükerek geriye atmış, göğsün hemen altından kalın kemerli uzun khiton ve sırt
mantolu, sol elinde kithara, sağ elinde sunu tası taşıyan Apollon Kitharodos olarak tasvir edilmiştir. Apollon elinde
tuttuğu kithara nedeniyle yaygın olarak Apollon Kitharodos olarak adlandırılmış olmasına rağmen adak levhası
üzerinde yer alan yazıtın yardımıyla tanrının burada yerel bir adla tapınım gördüğünü anlamaktayız.
Yazıtın çevirisi şöyledir:
“Sasaros oğlu Menodoros bu adağı Apollon Deonteios‟a (sundu).”
Apollon Germenos
1995 yılında İzmir‟de bulunan ve aynı yıl İzmir Arkeoloji Müzesi‟ne teslim edilen adak stelinin, üzerindeki yazıtın
içeriği ve kabartmanın stilistik özellikleri açısından Mysia Bölgesi‟ne ait olduğu düşünülmektedir. Ancak, stelin
buluntu yeri tam olarak saptanamamıştır. Tanrıver‟e göre stel, bugün yeri tam olarak belirlenemeyen antik Germe
kentindeki, Apollon‟a ait bir kutsal alanda bulunmuş olmalıdır. Mermerden ve üçgen alınlıklı olan adak stelinde
Apollon, bugüne kadar görmediğimiz bir epithetle (Germenos) karşımıza çıkmaktadır. Kat. No: 83‟deki yazıtın
çevirisi şöyledir:
“Teimon oğlu Metrobios bu adağı Apollon Germenos‟a (sundu).”
Apollon Karneios
Bu kültü daha çok Anadolu‟da Karia Bölgesi‟nde Knidos antik kentinde görmekteyiz. Dorlar‟ın Karia Bölgesi‟ni
iskan etmeleriyle bölgede her alanda olduğu gibi din konusunda da etkileri olmuştur. Peloponnesos‟tan getirdikleri
Apollon Karneios kültünü aynı özelliklerle Karia‟da da devam ettirmişlerdir. Bölgeden ele geçen eserlerden bu
kültün burada önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Mysia Bölgesi‟nde Karacabey‟de ele geçen Kat. No: 84‟deki
adak takviminden tanrıya bu epithet altında tapınıldığını anlamaktayız.
31
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Apollon Kitharodos
Apollon Kitharodos aslında bir tasvir tipidir. Mysia‟da ele geçen hemen her stelde tanrı bu şekilde tasvir edilmiştir.
Bazı stellerde yazıt korunmadığı için, muhtemelen değişik yerel Apollon‟lara adanmışlardır. Burada Apollon
Kitharodos‟la ilişkili steller genel isimle toplanmıştır.
Apollon Krateanos
Tanrı Apollon‟u Krateanos epitheti altında sadece Mysia Bölgesi‟nde Kyzikos ve civarında ele geçen adak
stellerinde görüyoruz. Anadolu‟nun birçok bölgesinde ele geçen Apollon‟a adanmış adak stellerinde tanrı,
genellikle Kitharodos tipinde tasvir edilmektedir.
Apollon Leonteios
Tanrının bu epithetini Mysia Bölgesi‟nde Susurluk civarında ele geçen bir adak steli üzerinde görmekteyiz. Yazıt,
G. E. Bean tarafından bulunmuştur. Yazıtı, harflerin biçimi incelendiğinde Hellenistik döneme
tarihleyebilmekteyiz. Yazıtın çevirisi şöyledir:
“Apollonidos oğlu Leonides bu adağı Apollon Leonteios‟a (sundu).”
Apollon Libotenos
Bursa Müzesi envanter kayıtlarından İnegöl kökenli olduğu öğrenilen mermer adak steli, Libotenos epithetini
taşıyan elimizdeki tek örnektir. Üzerindeki kabartmanın ve yazının stilistik özelliğinden dolayı stel M.Ö. 120-110
yıllarına tarihlenir. Kat. No: 111‟deki yazıtın çevirisi şöyledir:
“Dionysios oğlu Demetrios bu adağı Apollon Libotenos‟a (sundu).”
Apollon Mekastenos
İstanbul, Bebek Robert Koleji‟nde bulunan Kat. No: 112‟deki adak steli üzerinde tanrı, Mekastenos sıfatı ile
geçmektedir. Yazıttan Menodoros‟un steli, Apollon Mekastenos için adadığını anlayabiliyoruz. Ancak yazı oldukça
silinmiş ve eksiktir. O yüzden bu stelin ne için dikildiğini ve tanrının işlevini de öğrenemiyoruz. Hasluck‟a göre
epithet, Makestus, Mekistos nehri ile ilgilidir. O halde, Makestus vadisi civarında oturan halkın tanrıya bu sıfat
altında tapındıklarını ve yerel bir kült olduğunu söyleyebiliriz. Kısacası, Yunanlı bir tanrı ile yerel Anadolu ismi
birleştirilmiştir. Stel üzerindeki kabartmaya baktığımızda tanrı, yine kitharodos tipinde tasvir edilmiştir.
Apollon Phoibos
Parlak anlamına gelen Phoibos, Apollon‟un önemli bir sıfatı olarak karşımıza çıkar. Phoibos olan Apollon hem arı,
arındıran ve arınmış hem de parlak olandır. Öyle ki ışıltısı, koruması altında olanları bile korkutur ve şaşırtır.
Kallimakhos Apollon‟a övgü eserinde Apollon için şunları söyler:
“….Phoibos‟tur, yani ölümü geciktirme bilgisine sahiptir ama çoban gibidir de… Phoibos‟un izinde kentler
kurulur, Phoibos bunların kurulmasına sevinir ve kendi eliyle temellerini atar…”
Apollon Tadokomeites
Mysia‟da Kyzikos civarında ele geçen bir başka mermer adak steli üzerinde tanrıyı Tadokomeites epitheti ile
görmekteyiz. Bu taş, Tadokomeites sıfatını içeren elimizdeki tek örnektir. Yazıtın çevirisi şöyledir:
“Diphilos oğlu Asklepiodos bu adağı Apollon Tadokomeites‟e (sundu).”
Apollon Tarsenos
32
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Mysia Bölgesi‟nden Soma‟da ele geçen Kat. No: 115‟deki bir mektupta tanrının ismi bu epithet ile geçmektedir.
Attalos mektupta, Apollon Tarsenos‟un rahibinden, kurdukları Panegyris‟de (panayır) koyunlar için vergi
muafiyeti (ateleia) istemektedir. Zaten bu tür organizasyonlarda yerel tapınaklara bazı ayrıcalıklar verilmekteydi.
Büyük ihtimalle vergiden muaf tutulan koyunlar pek çok adak töreninde kullanılmaktaydı. Koyun, Anadolu‟nun
ekonomik hayatında büyük bir yere sahipti.
Poseidon
Sularla ilgili yeryüzü olaylarının tanrısı olan Poseidon, denizlerin tartışmasız efendisiydi. Homeros destanlarında
Poseidaon olarak adlandırılırken Linear B yazıtlarında ise, Po-si-da-e-ia şeklinde geçer. Potidan‟dan türeyen kelime
denizin efendisi anlamına gelmektedir. Poseidon yazılı kaynaklara göre değişik biçimlerde yazılmıştır: Poseidaon,
Posidaon, Poteidan, Potedan, Posoidan, Pohoidan ve Posdan. Zeus kızdığı zaman yıldırımıyla yeri göğü yaktığı gibi
Poseidon da üç dişli yabasıyla denizde dev dalgalar oluşturur, denizdeki tekneleri parça parça, karadaki yüzlerce
binayı ise yerle bir ederdi. Bu nedenle tanrıya Enosigaios sıfatı (yerleri sarsan ve titreten) ile tapınılırdı. Ayrıca,
Poseidon “At Tanrısı Hippios”tur. Atları ve atlıları korurdu. At yarışlarını düzenleyen ilk tanrıdır. Örneğin
Arkadia‟da tanrıya, at biçimi verilerek tapınılıyordu.
Poseidon Ġsthmios
Kyzikos‟da ele geçen bir mermer kaide üzerinde yer alan yazıtta tanrı, Poseidon Isthmios epitheti ile anılmaktadır.
Üzerindeki kabartmalardan dolayı halk arasında “Balık Taş” olarak adlandırılan silindir şeklindeki, grimsi renkteki
kaidenin üst kısmı oldukça tahrip olmuştur. Kaide, dikey olarak yerleştirilmiş olan üç dişli mızrak ile dörde
bölünmüştür. Yine üzerinde özenle çalışılmış dört tane gemi figürü, yunus ve ton balıkları ile küçük balıklar
işlenmiştir. Kaidenin üst kısmında tabula ansata içinde birisi düz yazı diğeri methiye olmak üzere iki ithaf yazıtı yer
almaktadır.
“Antonia Tryphaina kendisi ve onun oğlu Trakia kralı olan Rhoemetalkes ve onun erkek kardeşleri Pontus kralı
olan Polemo Catys adına kraliçe, kralların annesi olan Antonia Tryphaina tarafından iskelenin etrafının ve onun
kendi yönetimi altında gölcüğün ve kanalların tıkanmış uzun parçaların temizlenmesinden sonra Poseidon
Isthmios‟a kendi gelirinden adağı sundu. ” “Tryphaina‟nın adayı yeniden şekillendirdikten sonra kanalların
yatağını belirledi ve beni bularak buraya yerleştirdi, deniz tanrısına bir heykel adadı. Poseidon sen kendine ait olan
yere sahip çık ki ben de sakin denizin iki kanalının varlığını doğrulayım.”
Poseidon Kaseos
Bursa Müzesi‟ne Dikencik çiftliğinden getirilen Kat. No: 120‟deki adak steli üzende tanrıyı bu sıfat ile
görmekteyiz. Küçük ve düzensiz harflerle oluşturulan yazıtın harf karakterinden N.Ö. 2. Ya da 1. yüzyıla
tarihleyebiliyoruz. Stel üzerindeki isim listesine baktığımızda, hiçbir Romalı ismin bulunmaması da bu tarihi
desteklemektedir.
Dionysos
Yunan pantheonunun en gizemli tanrısı olan Dionysos, Bakkhos (bãkxow) olarak da adlandırmış ve Roma‟da Liber
Pater ile özdeşleştirilmiştir. Doğayı simgeleyen şarap tanrısı Dionysos M.Ö. 6. yüzyılla birlikte sanatı ve insan
hayatını etkileyen bir tanrı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dionysos Attu Heliou
Karacabey‟de ele geçen ve İstanbul Arkeoloji Müzesi‟nde koruma altına alınan 270 envanter numaralı mermer,
masif blok üzerine işlenen üçgen alınlıklı yüzeyi aşınmış olan adak levhası üzerinde, Kat. No: 128‟deki adak
levhasında tanrıya bu epithet ile seslenilmektedir.
Dionysos Kebrenios
***
Yeri
Hadrianoutherai‟nin Balıkesir yakınlarında olduğu halk arasında söylenmektedir fakat yeri henüz saptanamamıştır.
Bu isim Hellen dilinde Hadrianus‟un av yeri anlamında olup M.S.2.yüzyılda yörede ayı avı yapan İmparator
Hadrianus tarafından kurulmuştur. Hadrianoutherai‟nin Balıkesir yakınlarında olduğu sanılırsa da yeri
saptanamamıştır.Bu isim Hellen dilinde Hadrianus‟un av yeri anlamında olup M.S.2.yüzyılda yörede ayı avı yapan
İmparator Hadrianus tarafından kurulmuştur.
Hadrianoutherai’ın kuruluĢ hikâyesi
Roma İmparatoru Hadrianus tarafından kuzey batı Anadolu‟da kurulan üç kentten biri olan Hadrianoutherai, Roma
ve Bizans kaynaklarında özellikle kuruluş hikâyesiyle yer almıştır. Bu kaynakların aktardığına göre, bölgedeki
seyahati sırasında katıldığı av partisinde bir ayı öldüren imparator, başarılı geçen avın anısına avlandığı bölgede
Hadrianoutherai kentini kurmuştur. Söz konusu av, kentin bastığı sikkelere de yansımıştır. Ephesos‟un kuruluş
mitosuna benzerliği, Antikçağ‟da avın bir simge olarak krallar veya imparatorlar tarafından çok sık kullanılması ve
Hadrianus döneminde kentlerin kökenlerini Hellen geleneğine bağlama çabaları, Hadrianoutherai‟ın kuruluş
hikâyesinin de mitos olabileceği şüphesine yol açmaktadır. Buna karşın imparatorun antik kaynaklar, sikkeler ve
kabartmalardan öğrendiğimiz av tutkusu, bu tutkusunu eyaletlerdeki gezileri sırasında icraata dönüştürmüş olması
ve Hadrianoutherai‟ın lokalize edildiği Balıkesir çevresinin fauna ve flora açısından av için uygunluğu ise hikâyeyi
tamamen bir mitos olarak görmemizi engellemektedir. Bu çalışma, gerçekten yaşanmış bir olayın düzenlenerek
kentin kuruluş hikâyesi haline getirildiğini ortaya koymaktadır.
75
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Tarihçe
Ramsay, Hadrian tarafından inşa edilen kentin, yanlışlıkla, Ergasteria (Balya) ile Miletopolis arasındaki yol
üzerinde gösterildiğini söyler. Kentin konumu hakkındaki en iyi bilgileri, Bizans kaynaklarından öğrenmekteyiz.
Piskoposluk listelerinde Hadrianoutherai ismi yerine Akhyraous isminin kullanıldığını görmekteyiz. Akhyraous
ismi muhtemelen Bizanslıların Hadrianoutherai kentine verdikleri bir isimdi ya da buraya oldukça yakın bir başka
yerleşimdi. Schwertheim, antik kentin Kyzikos‟tan Bergama‟ya giden yol üzerinde Robert ise Balıkesir‟in
doğusunda olduğunu savunmaktadır. Ramsay da, kentin Pergamon-Miletopolis arasındaki yol üzerinde olduğunu
söylemektedir. Günümüzde kentin kalıntıları saptanamadığı gibi tarihçesi hakkında da bilgimiz yoktur. Antik
yerleşim hakkında net bilgiler olmasa da antik tarihçiler arasında farklı görüşler bulunmaktadır.Antik kaynaklar
Hadirnoutherai‟ın adını Aelius Aristides, Historia Augusta, Cassius Dio,Tabula Peutingeriana, Hierokles listesi,
Notitia Episcopatuum, Ioannes Malalas, Georgios Cedrenus ve Ioannes Zonaras gibi Roma ve Bizans kaynaklarında
geçmektedir. Historia Augusta ve Cassius Dio kente Hadrianus‟un av sevgisi bağlamında değinmiştir. Her iki
kaynakta verilen bilgiler, kentin kurucusunu vurgulaması ve av sonrasında kurulmuş olduğunu aktarması açısından
önemlidir. Zira bu bilgiler nümismatik kaynaklar tarafından da desteklenmektedir. Cassius Dio‟nun verdiği
bilgilerden imparatorun av merakının yaralanmasına neden olduğu da anlaşılmaktadır. Ancak bunun
Hadrianoutherai‟da gerçekleştirdiği av sırasında mı yoksa başka bir yerde mi olduğu konusu çok açık değildir.
Historia Augusta‟nın Hadrianoutherai‟daki avın başarılı geçtiğini bildirmesi nedeniyle kazanın başka bir yerde
gerçekleşme olasılığı daha fazladır. Ayrıca Historia Augusta, imparatorun söz konusu avda bir ayı öldürdüğünü
bildirmektedir. Bu bilgi, öldürülen hayvanın cinsi konusunda sikkeler dışındaki tek yazılı kaynağımızdır. Fakat
Hadrianoutherai sikke tiplerinden bazıları üzerindeki ayı başı Historia Augusta‟yı doğrularken, bir diğer tip
imparatorun öldürdüğü hayvanı ayı değil yaban domuzu olarak göstermektedir. Aristides‟in verdiği bilgiler ise
diğer iki Antikçağ kaynağından farklı olarak kentin konumu ile ilgili ipucu içermektedir. Verilen bilgilerden
Aristides‟in Pergamon‟a gitmek için Hadrianoutherai‟dan geçmesi gerektiği ve Hadrianoutherai‟ın yazarın o an
bulunduğu yerden birkaç saatlik mesafede olduğu anlaşılmaktadır. Adın geçtiği Bizans kaynaklarına toplu olarak
bakıldığında da Roma dönemini özetleyen kronikler veya idari ve dini yapılanmaya dair hazırlanmış kaynaklar
olduğu göze çarpmaktadır. Bunlardan Malalas, kuruluş öyküsüne değinmemekle birlikte kentin kurucusunun
Hadrianus olduğunu belirtmiştir. Bir başka Bizans kaynağı olan Zonaras, Roma tarihi için Cassius Dio‟yu kaynak
olarak kullanmıştır.Dolayısıyla Hadrianoutherai üzerine aktarımı neredeyse bu kaynağın kopyasıdır. Cedrenus ise
kuruluş öyküsünü özetlemektedir. Yazarın tartışmalı da olsa mevcut bilgilere yaptığı en önemli katkı kentin
Mitata‟da (Milata ?) bulunduğu yönündeki aktarımıdır. Ramsay, Aristides‟in Hieroi Logoi‟da anlattığı bir öyküden
yola çıkarak, Hadrianoutherai‟dan Miletopolis Gölü‟ne (Ulubat Gölü) kadar olan bölgede Milatalılar adlı bir
kavmin yaşadığını, dolayısıyla bölgenin adının Milata olduğunu iddia etmektedir (Ramsay, 1960). Buna karşın
Bizans tarihçisi Cyril Mango, Bithynia kökenli Aziz Ioannikios hakkındaki bir makalesinde Balıkesir‟de “metata”
ya da “lakkou metata” adlı bir yerin varlığından bahsetmektedir. Hadrianoutherai‟ın adı Tabula Peutingeriana‟nın
Asia ve Mısır topraklarındaki yerleşimleri içeren 9. parçasında geçmektedir. Haritada kentin adı Hadrianuteba
şeklinde verilmiş ve kent Miletopolis ve Pergamon arasında gösterilmiştir. Mesafe olarak ise MiletopolisHadrianoutherai arası XXXIII, Hadrianoutherai-Pergamon arası VIII Roma mili olarak kaydedilmiştir. Bu durumda
Miletopolis-Pergamon arası mesafe için 41 mil (yak. 61 km.) rakamı ortaya çıkmaktadır. Ancak rakam, günümüz
yol ağları üzerinden ölçülen Mustafakemalpaşa –Bergama arasındaki yaklaşık 190 km. lik mesafe ile çelişkilidir.
Bu çelişki, Tabula Peutingeriana‟da özellikle Hadrianoutherai- Pergamon arasındaki mesafenin yanlış verilmiş
olmasına dayandırılmaktadır. Hierokles‟in sınıflandırmasında ise Hadrianoutherai, başkenti Kyzikos olan
Hellespontus Eyaleti içinde yer alır. Burada XXI. Eparkhia olan Hellespontus eyaletine bağlı üç gruba ayrılmış
kent adı verilmiştir. Hadrianoutherai‟ın adı ikinci grup kentler arasında sayılmaktadır. Bu grupta 13 kent adı vardır.
Fakat yedinci sıradaki Ἡραι adlı kentin, Hadrianoutherai‟ın sonundaki ekin yanlışlıkla tekrarlanmasından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Kiliselerin ve piskoposların hiyerarşik sırasını konu alan Notitia Episcopatuum‟da
bölgenin Metropolisi Kyzikos‟tur. Kyzikos‟a bağlı piskoposluk merkezlerinin sayısı ise 10-13 arasında
değişmektedir. Hadrianoutherai‟ın adı genelde beşinci ya da altıncı sırada yer almıştır. Kaynağın bir başka önemi,
VIII. ve IX. listede Hadrianoutherai ve Hadrianeia kentlerinin aynı liste içinde bulunmasıdır. Bu listelerde
Hadrianoi da (Αδριανών) Bithynia Prima kentleri arasında gösterilmiştir. Bu durumda Kuzeybatı Anadolu‟da
Hadrianus‟un adını taşıyan her üç kent te aynı kaynakta yer almış olmaktadır. Ayrıca X., XI. ve XIII. listelerde
Akhyraous‟un adı vardır. X. ve XIII. listede Hadrianoutherai ve Akhyraous‟un adları birlikte verilmiştir. Bu durum,
Akhyraous‟un ya Hadrianoutherai‟ın yeni adı ya da ona yakın ve bu kentin yerini almış olan bir Ortaçağ kalesi
76
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
olduğunu düşündürmektedir. Khalkedon, 2. Constantinopolis , 2. Nikaia ve Doğu Ortadoksları tarafından yapılan 4.
Constantinopolis konsillerine Hadrianoutherai‟dan temsilci katıldığı bilinmektedir. Khalkedon Konsili‟nde
Hadraianoutherai ve Hadrianeia, 2. Nikaia Konsili‟nde ise Hadrianoutherai, Hadrianeia ve Hadrianoi kentlerini
temsil eden birer piskopos adı geçmiştir. Bölgemizde aranan en önemli epigrafik veri, Hadrianoutherai‟ın adının yer
aldığı ya da Hadrianus‟u kurucu olarak onurlandıran bir yazıttır. Ancak ne yazık ki Balıkesir çevresinde bugüne
kadar Hadrianoutherai adının geçtiği her hangi bir yazıt ele geçmemiştir. Buna karşın Louis Robert‟in Balıkesir‟de
kopyaladığı iki yazıt parçası, kentin Hadrianoutherai ile bağına dair kaynaklarımızdan birini oluşturmaktadır.
Bunlardan ilki, oldukça eksik olmasına rağmen araştırmacının gezilerini değerlendiren Jones tarafından Hadrianus
ile ilişkilendirilerek tamamlanmıştır. İkinci yazıt da Septimius Severus ve Caracalla‟nın 202 yılına tarihlenen
mektubudur . Fakat kırık olduğu için, Robert yazıtın yalnızca baş kısmını kopyalayabilmiştir.Kentin adının geçtiği
elimizdeki tek yazıt ise oldukça geç tarihli bir mühür üzerinde karşımıza çıkmaktadır. Georgios Zacos‟un Byzantine
Lead Seals adlı eserinde yayımlanan bu mühür, 11. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmiştir. Mühür, Hadrianoutherai‟ın
adının geçtiği literatürdeki tek örnek olmasının yanında, kentin tarihinin 11. yüzyılın ilk yarısına kadar devam
ettiğini göstermesi açısından da önemlidir. Literatürdeki örnekler, Hadrianoutherai‟ın İmparator Hadrianus
tarafından kuruluşundan başlayarak aralıklarla da olsa 1. Philippus dönemi sonuna kadar 100 yılı aşkın bir süre
boyunca sikke bastığı göstermektedir. Basılan sikkelerin ön yüzleri eyaletlerdeki diğer kentler de olduğu gibi
genelde imparatora, ailesine ya da imparatorca onaylanan dinsel bir simgeye ayrılmıştır. Arka yüzlerinde ise
lejandla birlikte Hadrianoutherai için önemli tasvirler yer almaktadır. Herakles, Asklepios, Telesphoros, Tykhe, ayı
başı ve boğa en fazla kullanılan tasvirlerdir. Arka yüzdeki ethnikon da, genelde ΑΓΡΗΑΝΟΘΖΡΗΣΩΝ veya
ΑΓΡΗΑΝΟΘΖΡΔΗΣΩΝ şeklinde yazılmıştır. Yalnız sikke basımında boşluklar vardır. Roma imparatorlarından
sadece Hadrianus, Septimius Severus, Caracalla , Geta ve 1. Philippus‟a ait örnekler elimize geçmiştir. Bu örnekler
Cassius Dio ve Historia Augusta tarafından aktarılan kentin kuruluş öyküsünü desteklemektedir. Genel olarak,
yayımlanan sikkelerin 19. Yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarındaki Avrupalı seyyah ya da araştırmacıların yaptıkları
faaliyetler sonucu elde edildiği anlaşılmaktadır. Sikke darbı süreci benzer olan diğer bölge kentleriyle
karşılaştırıldığında henüz ele geçmemiş tiplerin olduğu da düşünülebilir. Lokalizasyon Antik kentlerin
lokalizasyonu Eskiçağ araştırmalarının en önemli problemlerinden biridir. Doğal veya zoraki nedenlerle
yerleşimlerin tarihinde meydana gelen kesintiler, zamanla bazı antik yerleşimlerin adlarının unutulmasına ya da
yerlerinin kaybolmasına yol açmıştır. Bu durum Hadrianoutherai için de geçerlidir. Özellikle kuruluş öyküsü ile
dikkat çeken kent, genelde modern Balıkesir‟e lokalize edilmektedir. Ancak henüz kesin yeri belirlenebilmiş
değildir. Lokalizasyon konusundaki kaynaklarımız; az sayıda Roma ve Bizans yazarının verdiği bilgiler, kentin
kuruluş öyküsü, bölgenin fauna ve florası, kurucu İmparator Hadiranus‟un Küçük Asya‟daki gezi rotası,
Hadrianoutherai sikkelerinin buluntu yerleri ve hatip Aelius Aristides‟in yaşamı hakkındaki bilgilerden
oluşmaktadır. Bunlardan yazılı kaynaklardaki bilgiler, iki istisna dışında genelde kuruluş öyküsü üzerine
yoğunlaşmıştır. Bölgenin Antikçağ‟daki fauna ve florası hakkında bilinenler ise kuruluş öyküsünde geçen avın
yapıldığı yerin belirlenmesi için yeterli değildir. Öyküde Hadrianus‟un avladığı bildirilen ayı; bugün Madra Dağı,
Uludağ ve Kaz Dağları gibi yüksek kesimlerde yer alan sık orman bölgelerinde görülür. Buna karşılık sikkeler
üzerinde işlenen domuz, ayıya göre daha geniş bir alana yayılmış durumdadır. Fakat Antikçağ‟dan bugüne fauna ve
floranın değişmesi kaçınılmaz olduğundan, bugünkü durumdan yola çıkarak kesin hüküm vermek oldukça
sakıncalıdır. Kuruluş öyküsünün verildiği bir başka kaynak olan sikkeler ise lokalizasyon için iki yönlü
incelenmelidir. Bunlardan biri, üzerlerindeki tasvirlerin konuma dair bilgi içerip içermediği diğeri de sikkelerin
buluntu yerleridir. Hadrianoutherai sikkeleri üzerindeki tasvirlerde kentin konumuna dair tek ipucu, Asklepios
tapınımının yaygın olduğu sıcak su kaynaklarına yakın olması gerektiğidir. Ancak Kuzeybatı Anadolu‟da bu kritere
uygun çok fazla alan bulunması işimizi zorlaştırmaktadır. Sikkelerin buluntu yerleri konusundaki sorun ise
örneklerin az olması ve kataloglarda bulutu yerlerine dair bilgilerin yer almamasıdır. Literatürde bu konuda kentin
yeri ile bağdaştırılan iki bilgi vardır. Bunlardan biri, İtalyan gezgin Domenico Sestini‟nin 18. yüzyıl sonlarında
Küçük Asya‟da yaptığı bir gezi sırasında Soma yakınlarındaki Darkale‟de bulduğu madalyondur. Sestini madalyon
nedeniyle Hadrianoutherai‟ı Darkale‟ye lokalize etmiştir. İkinci bilgi de F. W. Hasluck ve Louis Robert‟in
Balıkesir‟de Hadrianoutherai sikkelerinin yoğunlaştığını bildirmesidir. Ki bu, aynı zamanda Hadrianoutherai‟ın
Balıkesir‟e lokalize edilmesini destekleyen verilerden biridir. Kentin konumu hakkında en açık ipucu ise geç Roma
dönemine ait bir yol haritasının 12. yüzyılda veya 13. yüzyılın başında yapılmış kopyası olan Tabula
Peutingeriana‟da yer alır. Söz konusu haritada Hadrianoutherai, kuzey güney yönlü yol ağı üzerinde, Miletopolis ve
Pergamon arasında gösterilmiştir. Hadrianoutherai‟ın her iki kente olan uzaklığı da, Miletopolis‟e XXXIII,
Pergamon‟a VIII mil olarak verilmiştir (Tabula Peutingeriana, IX).Bu durumda kent, Pergamon‟a oldukça yakın
77
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
olmalıdır. Nitekim Marquardt, Cyzicus und sein Gebiet adlı eserinin sonundaki haritada Hadrianoutherai‟ı olasılıkla
bu kaynağa dayanarak Pergamon‟a çok yakın bir konumda göstermiştir. Ancak genellikle Tabula Peutingeriana‟da
verilen mesafelerin yanlış olduğu kabul edilmekte, doğru mesafelerin Balıkesir yakınlarına tekabül ettiği ileri
sürülmektedir. Örneğin Ramsay, gerçek ölçünün Pergamon‟a LIII, Miletopolis‟e ise XXXXIII (33)15 mil olması
gerektiğini belirtmiştir. Bu durumda Pergamon –Balıkesir arası yaklaşık 80 km, Balıkesir- Mustafakemalpaşa arası
mesafe ise yine yaklaşık 50 km. olmaktadır ki bu ölçüler günümüzdeki ölçülere biraz daha yakındır. Buna rağmen
Hadrianoutherai‟ın lokalizasyonu konusundaki belirsizlik 19.yüzyıldan buyana devam etmektedir. Kaynaklardaki
kısıtlı verilerle kendi deneyim ve gözlemlerini birleştiren Ramsay, Munro, Wiegand, Hasluck, Robert ve
Schwertheim gibi araştırmacılar Hadrianoutherai‟ın konumuna dair öneriler sunmuşlar, fakat araştırmalarında
görüşlerini kesinleştirecek her hangi bir veriye ulaşmamıştır. Yukarıda değinilen Marquart ve Sestini‟nin kenti
Pergamon‟a oldukça yakın göstermelerine karşılık, Smith‟in sözlüğünde kent, Miletopolis ve Ergasteria arasına
yerleştirilmiştir. Fakat Ramsay, hem Tabula Peutingeriana‟da verilen mesafelere hem de bu mesafeden
kaynaklandığını ileri sürdüğü Schmitz‟in lokalizasyonuna karşı çıkmış, Milotopolis ve Pergamon arasındaki yolun,
doğu-batı doğrultulu yolla Balıkesir‟de birleşmesi nedeniyle Hadrianoutherai‟ın burada aranması gerektiğini
savunmuştur . Theodor Wiegand ve Louis Robert‟in önerileri de aynı yöndedir. Wiegand, Aristides‟in Laneion‟dan
Pergamon‟a gitmek için yola çıktığında ilk mola yerinin Hadrianoutherai olmasını dikkate alarak, kentin Laneion ve
Pergamon arasında bugünkü Balıkesir civarında olması gerektiğini bildirmiştir. Buna karşın Robert daha kesin
konum belirtmiş, kentin yerinin Balıkesir‟de bugünkü Atatürk Parkı‟nın olduğu tepede veya hemen yanında inşa
edilen stadyumun bulunduğu alanda olduğunu ileri sürmüştür. Robert‟in düşüncesinde, alanın topografyasının
yerleşim için uygunluğu ve bölgede yaptığı araştırmalar sırasında gördüğü çeşitli kalıntılar önemli bir rol
oynamıştır. Hadrianoutherai‟ı Balıkesir‟e yerleştiren bir başka araştırmacı, Kyzikos çevresiyle ilgili kapsamlı
çalışmasıyla tanınan Hasluck‟dur. Kenti Balıkesir Ovası‟nın güney batı köşesine yerleştiren Hasluck, Balıkesir‟de
Hadrianoutherai‟a işaret eden görünür kalıntı olmamasına rağmen, kendisini bu kanıya götüren dört neden
saymaktadır. Nedenlerden ilki, Balıkesir Ovası‟nın genişliği ve verimliliğinin ovada her dönemde gelişkin bir
yerleşimin varlığını gerektirmesi, ikincisi kentin Hadrianoutherai‟ın kaynaklarca aktarılan Miletopolis-Pergamon
arasındaki konumuna uyması, üçüncüsü Balıkesir‟in adının ve çevrede ele geçen yazıtların antik bir yerleşime işaret
etmesi ve son olarak dördüncüsü de Hadrianoutherai sikkelerinin Balıkesir‟de diğer alanlara göre daha yoğun
olmasıdır.Kentin lokalizasyonu konusunda literatürdeki ikinci önemli öneri ise Beyköy‟dür. Öneriyi ilk ortaya
koyan araştırmacı olan Munro, 1901 yılında bölgede yaptığı araştırmalar sırasında gördüğü Beyköy‟ün hemen
yanındaki tepeyi Hadrianoutherai‟ın yeri olarak tanıtmıştır. Araştırmacının en önemli dayanağı çevrede ele geçen
Eski Yunanca yazıtlardır. Bunun yanında kalıntıların önemli bir yerleşime işaret etmesi, topografyanın kuruluş
öyküsündeki av için uygunluğu, alanın Kaikos (Bakırçay) Vadisi‟ne giden yol üzerinde bulunması ve yine kendisi
tarafından Bigadiç‟e yerleştirilen Akhyraous‟a yakınlığı diğer dayanakları arasında sayılabilir. Monro‟nun bu
görüşü daha sonra kısmen Elmar Schwertheim tarafından da devam ettirilmiştir. Schwertheim, Kyzikos
çevresindeki yazıtları derlediği 1980 yılında yayımlanan Die Inschriften von Kyzikos und Umgebung I adlı eserin
sonundaki haritada genel kanıya uyarak kenti Balıkesir‟de göstermekle birlikte, sonraki yayınlarında Monro ile
hemen hemen aynı gerekçelere dayanarak Kepsut‟a yerleştirmiştir.
Sonuç
Sonuç olarak, Hadrianoutherai ile ilgili antik ve modern literatürde en çok tekrarlanan husus, kentin Hadrianus‟un
bölgede yaptığı başarılı bir av sonrasında kurulmuş olmasıdır. Anlatı, içinde gerçeklik barındırmakla birlikte,
kuruluş öyküsünün hem kent hem de Hadrianus‟u yüceltmek amacıyla düzenlenerek yayıldığı anlaşılmaktadır.
Kaynaklar tesadüfi bir ava dayandırmasına rağmen, kentin kuruluşunu Hadrianus‟un imparatorluğun iç huzurunu
sağlama politikasına bağlamak gerekmektedir. İmparator bölgedeki seyahati sırasında boşluğu fark ederek, aynı
zamanda yol ağının güvenliğini sağlayacak olan Hadrianoutherai‟ı kurmuş olmalıdır. Lokalizasyon konusunda ise
iki farklı bakış açısı karşımıza çıkmaktadır. Tarihi coğrafyaya yoğunlaşan araştırmacılar, Balıkesir‟de Atatürk
Parkı‟nın bulunduğu alanı; epigrafik malzemeyi ve görünür kalıntıları dikkate alanlar ise Kepsut‟un Beyköy
Mahallesi‟ndeki bir tepeyi Hadrianoutherai‟ın yeri olarak önermişlerdir. Bu iki öneri dışındaki görüşler de
genellikle kesin konum bildirmeksizin Balıkesir çevresini işaret etmektedir. Balıkesir Atatürk Parkı önerisinin
dayanakları daha güçlü olmakla birlikte, elimizde hâlâ kesin bir kanıt yoktur. Yani mevcut çalışmalar, lokalizasyon
önerilerinin doğruluğunu ya da yanlışlığını kanıtlayacak boyutta değildir. Bu konuda düğümü çözecek ilk
adımlardan biri, Balıkesir Atatürk Parkı‟ndaki kalıntıların mahiyetinin anlaşılması için uzun soluklu bir kazı
çalışması yapılmasıdır. Hadrianoutherai‟ın burada olmadığı anlaşılırsa; sonraki adım Propontis kıyısından
Pergamon‟a giden iki yol ağı takip edilerek, bu yolların yakınındaki kalıntı alanlarının incelenmesi olmalıdır.
78
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Kaynaklar
Aelius Aristides, Heilige Berichte, çev. Heinrich Otto Schröder, Heidelberg,
Carl Winter, Univeritätsverlag, 1986.
Cassius Dio, Römische Geschichte, Band: V, çev. Otto Veh, Düsseldorf,
Artemis & Winkler Verlag, 2007.
Georgius Cedrenus, Compendium Historiarum I, yay. I. Bekler, Bonnae,
Inpensis Ed. Weberi, 1838.
Hasluck, F.W. (1910). Cyzicus, Cambridge, Cambridge University Press.
Hierokles, Synecdemus, Ed. Augustus Burckhardt, Lipsiae, in Aedibus B.G.
Teubneri, 1893
Historia Augusta, The Scriptores Historia Augusta I, Çev. David Magie, (The
Loeb Classical Library), London, William Heinemann LTD, 1960.
Howatson, M. C. (2013). Oxford Antikçağ Sözlüğü, ed. M.C. Howatson, çev.
Faruk Ersöz, İstanbul, Kitap Yayınevi.
Ioannes Zonaras, Epitome Historiarum, Vol. II, ed. Ludovicus Dindorfius,
Libsiae, B.G. Teubneri, 1869.
Jones, A. H. M. (1971). The Cities of The Estern Roman Provinces, Oxford,
Oxford University Press.
Jones, C. P. (2014). “Louis Robert in Central Mysia”
Laflı, E. (2016). “Hadrianoutheria ve Palaiokastro”, Balıkesir Kent
Sempozyumu 2015, ed. Şener Ceryan, Abdullah Soykan, Balıeksir 2016
Lequien, M. (1740). Oriens christianus in quatuor Patriarchatus digestus, Vol.
I, Ex Typoraphia Regia, Paris.
Malalas , Chronographia, Recensuit. Iohannes Thurn, (Corpus Fontium
Historiae Byzantinae, Vol.: XXXV), Berlin, Walter De Gruyter, 2000.
Mango, C. (1983). “The Two Lives of St. Ioannikios and the Bulgarians”,
Harvard Ukrainian Studies, Vol. 7, Okeanos: Essays presented to Ihor
Ševčenko on his Sixtieth Birthday by his Colleagues and Students (1983)
Mansi, J. D. (1767). Sacrorum Conciliorum Nova et Amplissima Collectio, Vol.
13, Florentiae, Expensis Antonii Zatta Veneti.
Mansi, J. D.: 1792 Sacrorum Conciliorum Nova et Amplissima
Collectio, Vol. 7, Florentiae, Expensis Antonii Zatta Veneti.
Marquardt, J. (1836). Cyzicus und sein Gebiet, Berlin, Bei Theod. Chr. Friedr.
Enslin.
Parthey, G. (1967). Hieroclis Synecdemus et Notitiae Graecae episcopatuum:
Accedunt Nili Doxapatrii Notitia patriarchatuum et locorum nomina
immutata, Ed. Theodoro Mommsen, Amsterdam, Adolf M. Hakkert.
Ramsay, W. M. (1960). Anadolu‟nun Tarihi Coğrafyası, çev. Mihri Pektaş,
İstanbul, Milli Eğitim Basımevi
Robert, L. (1962 ). Villes d‟Asie Mineure, Études De Géographie Ancienne,
Seconde Edition, Paris, E. de Boccard.
RPC III, Roman Provincial Coinage III: Nerva, Trajan and Hadrian (AD 96–
138), Part I, II, ed. Michel Amandry, Andrew Burnett, British Museum Press,
2015.
Schmitz, L. (1873). “Hadrianuthe’rae”, A Dictionary of Greek and Roman
Geography, Cilt: I, ed. Willim Smith, London, John Murray, Albemarle Street.Schwertheim, E. (1987). “Forschungen in Mysien”, Araştırma
Sonuçları
Toplantısı, V, Cilt I, Ankara 1987
Sestini, D. (1807). Viaggi E Opuscoli Diversi, Berlin, Apresso Carlo Qvien.
Tabula Peutingeriana, Castori Romanorum Cosmographi, Tabula quae
dicitur Peutingeriana, ed. Conrad Miller, 1887.
Türk, M. (2018). “Geç Antikçağ Kaynakları Işığında Hellespontus Eyaleti
Kentleri”, Uluslararası Bandırma ve Çevresi Sempozyumu, Tam Metin
Bildiriler Kitabı I, Ed. Prof. Dr. Zekai Mete, Doç. Dr. Ahmet Aydın
Wiegand, T. (1904). “Reisen in Mysien”, AM, 29, s. 254- 339, Lev. XXIII-XXVI.
Zacos G. (1985). Byzantine Lead Seals, Volume Two, Nos 1-1089, compiled
and edited by John W. Nesbitt, 2 parts, Berne, Benteli Publisher
****
AKHYRAOUS
Yeri
Akhyraous Balıkesir‟in 15-20 km. güneyindeki, Hocakalesi denilen yerde olduğu sanılmaktadır. Akhyraous ismi
Prof. Dr. Bilge Umar‟a göre Hellen dilinin çarpıtılmış bir sözcüğü olup bir anlamı yoktur. Luwi dilinden türetilerek
Hellen diline uyarlandığını da düşünebiliriz.Bigadiç ilçesinin doğusunda bulunan tepe üzerinde M.S.11. yüzyılda
Bizanslılar tarafından yapılmış Achyraos Kalesinin kalıntıları bulunmaktadır. Yunan işgali döneminde karargah
olarak kullanılan kalenin dış surları çok harap bir şekilde günümüze kadar gelebilmiştir. Haçlı Seferi sırasında
Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa 1190‟da buradan geçmiştir
79
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Tarihçe
Ramsay‟a göre, Akhyraous, Hermos ile Kaikos vadilerinden Miletopolis ve Costantinople‟a giden büyük yolun
üzerinde yer alıyordu. Bu yol Balıkesir‟den de geçmekteydi. Ramsay, Bizans Devrinde kentin sahip olduğu önem
nedeniyle, bu noktada bulunmasına şüphe olmadığını savunmaktadır. Bu dönemde kent metropolislik mevkiine
yükselmiştir. Robert, kentin ilk yerinin, Balıkesir‟in güneyindeki Pamukçu kasabasının yanı başında bulunan
“Hocakalesi” adı verilen kalıntıların bulunduğu yer olduğunu düşünmektedir. Bilge Umar‟a göre Akhiraous,
bugünkü Biga yakınlarında Salihli ve Alaşehir yönündeki İlkçağ ve Ortaçağ‟da kullanılan yol üzerindedir. İlkçağ
kentine ait kalıntılar günümüze kadar ulaşmamıştır.
KEPSUT
Kepsut‟ta antik çağa ait herhangi bir kalıntı bulunamamıştır. Çevresindeki köylerde ise Bizans kaleleri
görülmektedir. Bunlardan bir tanesi Kepsut‟un 5 km. doğusundaki Beyköy‟de, diğeri Beyköy‟ün 1 km.
kuzeybatısındaki Akçaköy‟de, bir diğeri Beyköy‟ün 4 km. kadar kuzeydoğusunda Keçidere köyünde, bir başka
Bizans kalesi ise, Kepsut‟un 7 km. güneybatısında Hotaşlar köyü ile Simav çayı arasında bulunmaktadır.
ĠVRĠNDĠ
Yeri
Balıkesir ili İvrindi ilçesi doğuda Savaştepe ilçesi, güneydoğuda Manisa, güneyde İzmir illeri, güneybatıda
Burhaniye, batıda Havran, kuzeyde Balya ilçeleri, kuzeydoğuda da merkez ilçe ile çevrilidir.
Tarihçe
İvrindi’nin yerleşme tarihi M.Ö. 3000-4000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Mysia bölgesi olarak bilinen bölge uzun
süre Bergama Krallığı yönetiminde kalmıştır. Daha sonra Roma ve Bizans hakimiyetinde yaşayan bölge 1071
Malazgirt Zaferi’nden sonra büyük gruplar halinde Türk göçlerine sahne olmuştur. İvrindi, elverişsiz coğrafi
yapısından dolayı tarih boyunca refah düzeyine hiç ulaşamamış bir yerleşim yeridir. Özellikle ana yollara uzak
olması bunun başlıca nedenidir. Bu yüzden burada ilkçağa ait herhangi bir kalıntının bulunamaması da doğaldır.
İvrindi‟nin 15 km. kuzeydoğusunda bulunan Gömeniç köyünde bir Bizans kalesinin kalıntıları görülmektedir. L.
Robert, Strabon‟un da bahsettiği ve yeri tartışmalı olan Pionia köyünü buraya yerleştirmektedir fakat bu kesinlik
kazanamamıştır.
ERGASTERĠA
Ergasteria-Balya Balıkesir‟e bağlı Balya, Hellenistik dönemde Ergasteria (işyeri, maden çıkarma/işleme yeri) olarak
bilinmekteydi. Bizans döneminde ise adı Palia‟dır. Balya kasabası da aynen İvrindi gibi elverişsiz bir coğrafi yapıya
sahiptir. Manyas Gölü‟ne akan Kocadere‟nin izlediği vadi geçidinin yanındadır. Bu elverişsiz coğrafi durumu
nedeniyle, burada antik çağdan kalma bir kalıntı yoktur. Sadece Balya‟nın 6 km. kuzeydoğusunda bulunan
Kadıköy‟de bir Roma kalesi kale bulunmaktadır.
80
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
KĠRMASTĠ-( MUSTAFAKEMALPAġA)
Yeri-Konumu-Çevresel özellikleri
Mustafakemalpaşa eski ismiyle Kırmasti, halk arasındaki ismiyle Kemalpaşa, Bursa iline bağlı bir ilçedir. Uluabat
Gölü yakınlarında bulunan
Mustafakemalpaşa; doğusunda Orhaneli,
güneydoğusunda Büyükorhan,
güneybatısında Balıkesir’
in Kepsut ve Dursunbey, batısında Balıkesir’
in Susurluk,
kuzeyinde Karacabey ve Uluabat Gölü,
kuzeydoğusunda merkez ilçe ile çevrilidir.
Tarihçe
Kirmasti‟nin tarihçesi hakkında bilgiler antik kaynaklar, arşivler ve bölgede yapılan arkeolojik bilimsel araştırma
kazılarında elde edilen verilere dayanmaktadır. En yakın bilgi ise ilçe girişindeki eski yerleşim olan Miletopolis
antik kentidir. Melde bayırı (Üçkürnalı) olarak bilinen mevkide 1975 yılında Bursa, İzmir karayolu çalışmasında
ortaya çıkmış Miletopolis höyük ile başladığı sanılmaktadır. Tarihçi Strabon’a göre antik şehir Miletos kolonisi
olarak göl kıyısında yerleşimin kurulduğu belirtilmektedir. Yaptığım tarih öncesine ait yerleşim araştırmalarda
Kirmasti sınırları içinde bulunan bazı köylerin bahçe ve eski mezarlarında tarih öncesi iskan izleri taşıyan harabe
kalıntı parçaları ile karşılaşılmaktadır. Öyleki Miletopolis
M.Ö. 1. yüzyılı zaten işaret ediyor. Ayrıca ilçenin 15 km
uzaklığında bulunan Akarca (tümbüldek) kaplıcalarının antik
dönemde de bu bölgede varlığının sürdüğü sanılmaktadır.
Zengin arlkeoloji verilerine sahip Kirmasti çevresindeki antik
dönem ayrıntılarıyla Bi Yalman, B. Alpagut, M. Şahin,
M.Çubukçu, H. Ersöz akademik araştırma ve makalelerinde
yer almış tarih öncesi kalıntıları ile antik yerleşimlerden birisi
olduğu görülmektedir. Antik kentin içinden geçen çay da aynı
ismi taşımaktadır. Adının kökeni mübadele öncesine
dayanmaktadır. Kentin içinde günümüze ulaşmış yapı
kalıntısı ancak bazı köylerin bahçe çitlerinde kullanılmış tarih öncesine ait yapı kalıntıları görülmektedir. En önemli
veri ise bir evin temel inşaatı sırasında ele geçmiş olan tunçtan yapılmış bir Athena başı heykelidir. Bu eserin
Miletopolis kökenli olduğu düşünülmektedir. Gün yüzüne tesadüf çıkmış olan eser şu anda Bursa Arkeoloji
Müzesinde sergilenmektedir. Diğer taraftan
Kirmasti köyü olan Paşalar köyü, Paşalar fosil
lokalitesi ilk olarak keşif çalışmaları, Bavyera
Bilimler Akademisi’nin ilgili üyesi Alman
akademisyen Heinz Tobien tarafından 1960’larda
kazılmıştır. (Lokalite, ormanyolu açılırken,1968
yılında Alman-Türk jeolog ekibinin yürüttüğü
linyit yüzey araştırması sırasında tesadüfen
bulunmuştur. O dönemde yapılan arkeolojik
çalışmalarda bulunan 82 kadar omurgalı
lokalitesinden Paşalar lokalitesi en
zenginlerinden biri olduğu ve primat fosilleri
içerdiği için, ilk olarak kayıtlara geçen 1969 ve
1970 yıllarında Alman paleontolog Heinz Tobien
tarafından kazılmıştır.) Lokaliteden ele geçen
primat fosilleri üzerinde arkeolojik inceleme, ilk çalışmalar 1977 yılında P. Andrews ve H.Tobien tarafından
yapılmıştır. Başlıca iki tür tanımı yapılıp, ufak yapıda olan veriler incelenerek Sivapithecus darwini olarak
81
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
guruplandırılmıştır.1983 senesinde Prof. Dr. Berna Alpagut başkanlığında başlayan ikinci kazı sezonundan sonra
(Alpagut,1990),Paşalar hominoidleri oldukça seksüel dimorfik bir tür Sivapithecus alpani ve ikinci tür ise aynı
genus içersinde intermediyet bir tür olarak tanımlanmıştır. (Alpagut, Andrews ve Martin,1990). Alpagut,·Andrews
ve Martin’e göre(1990),Paşalar fosil lokalitesinde ikinci bir tür hominoid olma olasılığı bulunmaktadır.
Tarih öncesi çağ‟a ait birçok kalıntıyı barındıran Kirmasti – Mustafakemalpaşa ilçesi antik dönem temelleri üzerine
inşa edildiği sanılmaktadır.
MĠLETOPOLĠS
Miletopolis Antik Kent YerleĢimi
Miletopolis veya Miletoupolis, eski Mysia’nın kuzeyinde, adını Macestus ve Rhyndacus nehirlerinin birleştiği
yerde, kasabanın batısında, Macestus ve Rhyndacus’un
birleştiği bir kasabadır. Strabon‟a göre Milet kolonisiydi.
M.Ö.1.yüzyılda göl kenarında bulunmaktadır.(Miletopolitis
yada Artynıas) gölü olarak adlandırılmıştır. Önemli bir Liman
kenti olan Miletopolis günümüzde Ulubat gölüne 17
km,Manyas Gölü‟ne 27 km, Marmara Denizine 37 km
uzaklıktadır.Bursa Mustafakemalpaşa ilçe ova tepeliğinde
Üçkürnalı yada Melde bayırı olarak adlandırılan mevkide
1975 yılında Bursa İzmir karayolu çalışmalarında ortaya
çıkmıştır. Kuruluşu hakkında kesin bir bilgi olmamakla
birlikte, Kyzıkos lular, ya da Atinalılar tarafındanmı yoksa Miletoslular tarafındanmı kurulduğu bölgede zaman
içinde yapılan harfiyat ve kurtarma kazıları ışığında elde edilen nimüsmatik veriler veya arkeolojik bulgulara
dayandırmaktayız. Antik kaynaklarda geçen Kentin ayrıca bir liman kenti olduğunu,Hadriyanus dönemi sikkeleri ve
Atina vergi listelerinde geçmesinden anlaşılmakta.
Tarihçe
Kentin adını ilk Strabon anmaktadır. Strabon, kentin kurucusu olarak Thrak kökenli Dolionlar ve Mygdonlar‟ı
gösterir; ancak kentin adına bakılarak bir
Miletos kolonisi olduğu da söylenmektedir.
Yörede M.Ö. 1. binde Milada halkı
yaşamakta idi ve bu halkın kentinin adı geç
dönemlerde Miletopolis olmuş fakat bu ismin
Miletos ile bir ilgisi yoktur. Sadece Milata adı
Miletoya dönüşmüştü. Ramsay‟a göre
Miletopolis, bu Mileta‟ların şehri idi ve
Miletos‟tan gelmiş bir koloni tarafından
kurulmuş hissini vermek için isim
Yunanlılaştırılmıştır. Kentin varlığına Attik
Tribut listelerinde de rastlamaktayız. Buradan M.Ö. 5. yüzyılda
Miletopolis ile Atina arasında ilişkilerin başladığını öğrenebiliyoruz.
Kentin varlığını gösteren bir başka kaynak ise, festival takvimleridir.
Miletopolis‟de ele geçen bir yazıtta ay adları sayılmıştır. Bu aylardan bir
tanesi de “Skirophorion” ayıdır. Bu, Atina takviminde yılın en son ayıdır
ve bugüne dek Atina dışında başka bir yerde bu ayın adına
rastlanamamaktadır. Ele geçen sikkeler sayesinde M.Ö. 4. yüzyılda
kentin sikke basmaya başladığını öğreniyoruz. Atina sikkelerinde olduğu gibi, sikkelerin ön yüzlerinde Athena‟nın
başı, arka yüzde de baykuş figürü görülmektedir. Schwertheim, bu simgeleri Atina ile ilişkili kentlerin kullandığını
söylemektedir
82
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Miletopolis M.Ö. 281 yılındaki Kurupedion Savaşı‟ndan sonra Selevkosların hakimiyetine girmiş, yüzyılın
sonlarına doğru Bergama Krallığı‟nın topraklarına katılmıştır. Bithynia kralı Prusias‟ın M.Ö. 156-154 yılları
arasında yapılan savaşta Bergama kralı 2. Attalos‟u yenmesiyle kent bir süre Bithynia Krallığı‟nın egemenliğine,
M.Ö. 1. yüzyılda ise, Kyzikos hakimiyetine
girmiştir. M.Ö. 1. yüzyılın ortalarında kent
zenginleşmeye başlar ve imparator
Vespasianus döneminde tekrar sikke
basımına geçilir. İmparator Hadrianus
Anadolu‟ya yaptığı seyahati sırasında
Miletopolis‟e de uğramış ve kentte büyük
saygı görmüştür. İmparator Valerian ve
Gallienus dönemlerinde Gotlarla yapılan
savaşlar nedeniyle kent her bakımdan
zayıflar. Bizans döneminde ise bir
piskoposluk merkezi olmuştur.
Bir başka görüşe göre kentin M.Ö.7.yüzyılda kurulduğu düşünülürse Miletopolis‟in bir Koloni kenti olup olmadığı
hakkında açıklayıcı bilgiler netlik kazanmazken Miletopolisin M.Ö.5.yüzyılda Antik Delos Birliğine üye olduğu ve
bu birliğe (M.Ö.410/409 listesi ) yıllarında vergi ödediği kayıtlarda bulunmaktadır. Bir diğer veri ise, Antik Kent
Miletopolis‟te M.Ö.4.yüzyılda darp edilen sikkelerin ön yüzünde Athena başı, arka yüzünde ise baykuş
bulunmaktadır. Kent M.Ö.4.yüzyılda bağımsız kent statüsüne‟de girdiği gözükmektedir. Arkeolojik bulgular
ışığında bakılırsa, kentte çıkan sikkeler üzerindeki betimlemeler ve
kentte çıkan bazı yazıtlarda Miletopolis kentinin Atina ile büyük
bağlantısının olduğu netlik kazanmıştır. Miletopolis antik şehir ilk
keşif 1975 yılı Bursa İzmir karayolu çalışmaları sırasında tespit
edilmiş, bu sebeple antik şehir tahrip olacağı düşünülüp karayolu
çalışması durdurulmuştur.1975 yılında Arkeolojik açma başlatılıp
bilimsel çalışmalar ışığında ortaya çıkan veriler kesinlik kazanmıştır.
Kazı çalışmalarında antik kenti çevreleyen Miletopolis Höyüğün 130×70 boyutlarındaki kısmı kaldırılmış yol
yapımına devam edilmiştir. Burada çıkan verilere göre M.Ö.100
de kurulduğu ayrıca yunan arşiv ve belgelerinde adı
geçmektedir. M.Ö.4 yüzyıl dan itibaren bazı sikkelerde
Miletopolten olarakta adı geçmektedir. 2008 yılında tekrak bir
kurtarma kazı çalışmasında Miletoplis Antik kentin bir kısmı
gün yüzüne çıkartılmıştır. Miletopolis antik kentte yapılan
arkeolojik kazılarda, bir tapınak, tapınak kalıntıları,hamam
kalıntıları,mimari yapılar,lahitler,bronzdan Apollon heykel,
büst, seramik parçaları, Miletopolis kökenli yazıtlar ve figürler Bursa Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Ayrıca Karacabey harası sırtlarında bulunan nekropolde antik kent‟e ait olduğu sanılan mezar kalıntıları
bulunmuştur.
Üstünde savaşların yapıldığı birçok bilinmeyen Medeniyetlerin geçtiği ve çözümlenmemiş sır olan yaşantılarını
götürüp gittiği Antik Çağ insanları bu bölgedeki kolonilerini ne için kurdukları yada ne zaman terk ettikleri gizemli
bir tarihin yirminci yüzyılda farkedilmiş olmasıdır. Çünkü Miletler hakkında çok fazla bilgimiz var fakat 20.
yüzyıla kadar Miletopolis hakkında ortaya çıkmamış sırlarda bulunmaktadır. Son 30-35 yıl içerisinde bilim
adamları Miletoplis hakkında insanların söylenceleri
arasındakini ancak farkedebildi. Ulubat Gölü kenarında
Antrepoli kurulan bu kayıp Medeniyet Apolyont gölünün
batısında kurulmuştur. Hatta Karacabey Harası yakınlarınada
uzanmaktadır. Miletopolis ismi Luvi dilinden gelmiş ve Helen
Diline uydurulmuş olması varsayımları arttırmaktadır. Kentin
adına bakacak olursa Miletoslular tarafından kurulduğu
muhtemeldir. Bir diğer görüş ise bölgede M.Ö.1.bin yılda bir
Mileda halkının yaşadığı antik yazarların hikaye anlatımlarından anlaşılmakta. İlk Mileda halkının yerleşkesi kesin
83
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
bilgi olmamakla birlikte M.Ö. 100 de gerçekleştiği ve Mileda kentinde çoğunlukla Roma lılar ikamet etmekte
olduğu arşivlerde geçmektedir. Halkın küçük bölümü ise antik yunanlılar oluşturmaktadır. Bazı tarihçiler bu halkın
Miletoslular ile hiçbir ilgisinin olmadığını Mileda adının Miletoya dönüşmüş olabileceğini ortaya koymaktadır.
Mileda adı Hitit belgelerinde böyle geçer,Luvi dilinde Ana Tanrıça Tapınağına giden yol anlamına geldiğini işaret
etmektedir. Miletopolis bir Misya (Mysıa) kentidir tıpkı Bergama
ve Kyzıkos gibi. Miletopolis yakınlarındaki Apolyont gölü Antik
Çağ‟da Miletopoli‟e kadar uzanıyordu yani Miletopolis bir göl
kıyısındaydı.
Miletopolis ismi tarihte ilk kez M.Ö.100 de duyulmuştur. M.Ö. 85
te Romalı komutan Flavius Pontus Devleti Kralı Mitradesi
Rhındakos çayı kıyısında yenerek Kentteki hakimiyeti gereği
kendi adına sikke bastırmıştır. Flavius daha sonra antik kenti
Kyzikos başpiskoposluğuna bağlamıştır. Araştırmalarımızdaki bazı dış kaynaklarda adı geçen Miletopolis Antik
kent hakkındaki bilgilerin Atina Hadrıanus müzesi kayıtlarda M.Ö.9 ve 10.yüzyıl içinde bu kentten vergi aldığı
anlaşılmaktadır. Atina da M.Ö.330 yılında geçen bir kayıtta da Miletopolis kentinin ismi geçmektedir. Miletopolis
geçirdiği depremler ile kutsal alanların yıkıldığı ve İmparator Hadrıyanus kenti ziyaret ettiğinde 45 katır yükü külçe
altını sikke bastırarak kentin onarımına katkıda bulunmuş olup halkın sevgisine mazhar olmuştur. Bizan döneminde
Piskoposluk merkezi olan Antik kent doğal felaketlerle yerle bir olup olağan üstü mimari eserlerle yapılmış şehirler
afetler ve yıkıntılar altında kalmış, nerdeyse tamamen yok oldukları açmalar ışığında belli oluyor. Fakat bu yıkımlar
ve felaketler iki bin yıl evvel Roma yaşam tarzını bugüne getirerek anlaşılabilmesini sağlamıştır.
AraĢtırma ve kazılar
İlk buluntuları 1974 yılında Bursa-İzmir karayolu yapımı çalışmaları sırasında ortaya çıktığı ve Miletopolis antik
kentin tahrip olacağı saptanarak yol yapımı durdurulmuş
ve 1975 yılında tekrar kazıma başlanıp buradaki veriler
kesinlik kazanmıştır. Kazı çalışmalarında Antik kenti
çevreleyen Miletopolis Höyüğün 130×70 boyutlarındaki
kısmı kaldırılmış yol yapımına devam edilmiştir.Burada
çıkan verilere göre M.Ö.100 de kurulduğu yunan arşiv
ve belgelerinde adı geçmektedir.M.Ö.4.yüzyıldan
itibaren bazı sikkelerde Miletopolten olarakta
geçmektedir. 2008 yılında antik yerleşim üzerinde
tekrak bir kurtarma kazı çalışmaları Miletoplis antik
kentini gün yüzüne çıkartmaktı, Bursa arkeoloji müzesi
yetkilileri ve kazıcı firma işçileri heyecanla çalıştılar
ancak kısa bir çalışma sonrası ara verilen antik kentte
kurtarma kazısı bile inanılmaz bir başarı getirdiği ve
bugünkü bölge halkını bile heyecanlandırmıştır.
Buluntular
Yapılan bilimsel arkeolojik kazıda Roma İmparatoruna ait bir
tapınağın kalıntıları yivli sütunlar, mask kabartmalar, sütun
başlıkları , alınlıklar ve çeşitli motiflerle işlenmiş mermer parçaları,
1.13 boyunda bronzdan yapılmış bir Apollon heykeli bulunmuştur.
Tapınak kalıntıları arasında bulunan oda girişlerine ait kaide ve
sütunlar, mask kabartmalar tapınağın
giriş bölümüne ait olduğu
sanılmaktadır. Kazılarda ayrıca
Apollon heykeline ait parçalar ,hamam
kalıntıları , yıkık sütünlar arasında
mozaik parçaları ve erken Bizans
dönemine ait harabe kalıntıları
84
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
bulunmuştur. Ayrıca Karacabey harasına yakın sırtlarda 20 civarında aile mezarı bulunmuştur. Hala gizemini
koruyan antik şehir hakkındaki bilgilerin araştırılması gerektiği Miletopolis‟in Miletoslular mı..! Kyzıkoslularmı..!
yoksa Atinalılar tarafından kurulduğu geniş ve kapsamlı arkeolojik kazılar sonrası netlik kazanabileceği
sanılmaktadır. Ayrıca Berlin – Altes Museum da sergilenen Menofanların M.Ö.1.yüzyıl‟a ait mezar kabartması
(Roma’da yaşam ve ölüm) ,Günümüzde Bursa – Mysia, Miletopolis yakınında çıkarılmış olup antik yerleşimin
üzerinde Roma hakimiyetinin varlığını güçlendirmektedir.
Diğer bir taraftan antik kent üzerinde arkeolojik araştırmaları değerlendiren ve Miletopolis hakkında araştırma
yapan bilim insanları Uluslararası 3.Mustafakemalpaşa Sempozyumu Geçmişten Geleceğe Mustafakemalpaşa adlı
eserin 75 ve 116 sayfalarda geçen Liman kenti Miletopolis bölümlerinde şöyle açıklamakta.
1902 yılında bölgeyi ziyaret eden diğer bilim adamı ise; coğrafyacı Alfred Philippson‟dur.Philippson eserinde,
günümüzde “Melde Bayırı” olarak adlandırılan tepenin sol tarafında yer alan
bataklıktan ve bataklık etrafında tespit ettiği mimari bloklardan bahsetmektedir.
Burasının Miletopolis kenti (Kirmasti) ve kente ait liman olduğu konusunda vurgu
yapmaktadır. Philippson, Rhyndakos Nehri‟nin getirdiği alüvyonlar sayesine
bölgenin zamanla dolduğunu ve arkeolojik kültür varlıklarının zamanla toprak
altında kaldığını belirtmektedir. Hasluck ise, Miletopolis‟in Kyzikos‟un egemenlik
bölgesi içinde bulunduğunu bildiren araştırmacılardan biridir. Eserinde kentin
yerinin Mihaliç veya Melde‟de olabileceği görüşlerine yer vermektedir. Ancak,
gözlemlerinde Miletopolis sikkelerinin Melde‟de çok yoğun olarak çıktığını,
Mihaliç‟te ise çok nadir olduğunu belirtmektedir. Hasluck, sonuç olarak Melde
etrafında yoğun olarak gözlemlediği mimari kalıntılardan ve sikkelerde kentin lokalizasyonu Melde Bayırı ve
çevresine vermektedir. J. Artue Munro da, Hasluck gibi Miletopolis‟i Melde Bayırı civarına lokalize eden
araştırmacılardan birisidir. Kentle ilgili kesinleştirilemeyen soruların cevabını 1975 yılında, Bursa Arkeoloji
Müdürlüğü başkanlığında yapılan arkeolojik kazılar ve Alman Epigraf Elmar Schwertheim vermiştir. Melde
Bayırı‟nda yapılan arkeolojik kazılarda, bir tapınak ; “C sondajı” olarak adlandırılan alanda ise, hamama ait yapı
kalıntıları tespit edilmiştir . Yapılan kurtarma Schwertheim ise; Kyzikos ve yöresi yazıtlarının 2. serisinde
Miletopolis kökenli tüm yazıtları yayınlamıştır. Gerek arkeolojik kazılar gerekse; Schwertheim tarafından
yayınlanan yazıtlar kentin lokalizasyon problemini ortadan kaldırmıştır. Yapılan bu araştırma ve kazılar Hellenistik
ve Roma Dönemi‟nde kentin oldukça önemli bir yer olduğunu gözler önüne sermektedir. Kazılarında tespit edilen
mimari yapılar, lahitler, heykel ve M.Ö. 6-5. yüzyıla tarihlenen çeşitli seramik parçaları antik kentin Melde
Bayırı‟nda olduğu kanaatini güçlendirmiştir.
Limanın Konumu
Attik-Delos Deniz Birliği‟ne üye olan kentin limanının olması kaçınılmaz bir gerçektir.
Ancak, günümüze kadar yapılan araştırmalarda Melde Bayırı ve çevresinde limana ait olabilecek herhangi bir yapı
kalıntısı ile karşılaşılmamıştır. Tarafımızca yapılan araştırmada, kentin yakın çevresinde yer alan Tatkavaklık,
Derecik, Ocaklı, Yumurcaklı, Gönü, Yolağzı ve Ovaazatlı köylerinde muhtelif yerlerde antik limana ait olabilecek
kalıntılar tespit edilmeye çalışılmıştır.
Araştırma yaptığımız köylerde muhtarlar
veya köy azaları ile birebir görüşülmüş,
çevre hakkındaki bilgilerine
başvurulmuştur. Yapılan araştırmada
limanla bağlantılı olabilecek herhangi bir
yapı kalıntısına rastlanılmamıştır. Ancak
söz konusu köylerde tekil sayıda mimari parçalara rastlanmış ve bu mimari blok taşların Melde Bayırı‟ndan
getirildiği öğrenilmiştir. Yüzeyde limana ait herhangi bir yapı kalıntısına rastlanmayan kentin limanının
belirlenebilmesi için bölgenin geçirdiği coğrafi değişim ve depremlerin irdelenmesi gerekmektedir. Nitekim,
Uluabat ve Manyas Gölleri Kuzey Anadolu Fay Hattı içerisinde yer alan bölgede Antik Çağ‟dan günümüze kadar
birçok deprem meydana gelmiştir. Bu hareketli zemin özellikle Kuvater‟de hızlı bir jeomorfolojik gelişim-değişim
geçirmiştir. E. Lahn‟a göre, Neojen
Dönem‟de Bursa-Gönen depresyonu çöküntü alanında büyük bir göl oluşmuş; Kuvater Dönem‟de meydana gelen
hareketlenme neticesinde ise bu büyük göl, dört ayrı küçük göle dönüşmüştür. Uluabat Gölü‟nde yapılan jeolojik ve
jeomorfolojik araştırmalar gölün; Geç Holosen‟de akarsu yataklarının setlenmesiyle meydana geldiğini
göstermektedir. Bölgede akarsu yataklarının eğimi azdır ve nehirlerin biriktirme hızı oldukça fazladır. Zamanla
karasallaşan küçük göllerden geriye Uluabat ve Manyas Gölü kalmıştır. 1910‟lu yıllarda Philippson, Melde
civarında, müze tarafından kurtarma kazılarının yapıldığı alanın hemen batısında bir bataklığın varlığından söz
85
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
etmektedir. Yaptığı çizimde de bataklığın konumunu açıkça göstermiştir. Günümüzde ise söz konusu alan tamamen
kurumuş, üzerinde yer yer inşaatlar yapılmıştır.
Referanslar
Prof.Dr. İbrahim Hakan Mert
Öğr.Gör. Reyahan Şahin
Arş.Gör.Dr. Serkan Gündüz
Yrd.Doç.Dr. Oktay Dumankaya
Yrd.Doç.Dr. Sezai Sevim
Mustafa Eren
Tekin Gün
*****
EġKEL LĠMANI – DASKYLEION AD MARE
Yeri
Bursa ilinin kuzeybatısında bulunan Eşkel, Rhyndakos Irmağı‟nın Marmara Denizi‟ne döküldüğü yerin doğusunda,
küçük bir koyda kurulmuştur.
Tarihçe
Daskyleion ad Mare yerleşim hakkındaki bilgiler, antik kentin 20. yüzyıl‟da Yunanlılar tarafından Daskeli olarak
iadı ile anılmakta olduğu görülmektedir. Kentin antik dönemdeki adı Daskyleion‟dur. Bölgede birden fazla
Daskyleion isimli kent olmasından dolayı Corsten, Eşkel‟de bulunan deniz kenarındaki Daskyleion kentini
Daskyleion ad Mare (Deniz Kıyısındaki Daskyleion) olarak adlandırmıştır. 20. yüzyılın başında ilk kez Dakyleion
ile Eşkel eşleştirmesini ilk kez yapan F. W. Hasluck‟tur. Hasluck, Daskyleion‟un, koyu doğu rüzgârlarından
koruyan bir tepenin üzerinde olduğunu belirtmektedir. Kentin, koyun içerisinde şekilsiz, yontulmamış taşlardan
düzensiz bir dalgakıranı ve çok küçük bir limanı mevcuttur. Eşkel Limanı‟nda yapılan çalışmalar, Eşkel sahil şeridi
boyunca, burnun üstüne ve çevresinde gerçekleştirilmiştir. Korsantepe olarak adlandırılan burun üzerinde
yaptığımız araştırmalarda birçok seramik parçasına rastlanmıştır. Kıyılarında ve sualtında yaptığımız araştırmalar
neticesinde antik döneme tarihleyebileceğimiz herhangi bir liman yapısı ile karşılaşılmamıştır. Kıyı şeridinin
durumu özellikle son birkaç yıl içerisinde gerçekleşen modern yapılaşmanın izlerini göstermektedir. Eşkel‟in eski
fotoğraflarını incelenirken, özellikle Abdullah Şentürk tarafından 2008 yılında çekilen fotoğraf, değişimi gözler
önüne sermektedir. Hasluck tarafından bahsedilen antik dalgakıranı Şentürk‟ün fotoğrafında açıkça görmekteyiz.
Antik dalgakıranın üzerine ne yazık ki son yıllarda yapılaşmaya gidilerek yeni bir dalgakıran inşa edilmiştir. Bu
sebep ile antik dalgakıranın boyutları hakkında bir yorum yapmamız mümkün değildir. Sadece yapım tekniği
açısından fotoğraf üzerinden fikir üretmemiz mümkün olmuştur. Dalgakıran, Eşkel Koyu içerisinde, fotoğraftan
görülebildiği kadarı ile güneybatı–kuzeydoğu doğrultusunda düz bir hatta uzanmaktadır. Karadan çekilen bir
fotoğraf üzerinden eski dalgakıranı yorumladığımız için sualtında ne kadar devam ettiği belirsizdir. Dalgakıran,
deniz taşıtları için kuzey ve batı rüzgârlarına karşı korunaklı bir alan yaratmaktadır. Hasluck‟un da tanımladığı gibi,
şekilsiz iri taşların düzensiz olarak yığılması ile oluşturulmuştur. Yapım tekniği olarak, Plakia Antik Kenti
dalgakıranına benzemektedir. Korsantepe‟nin doğu tarafında kalan kıyı şeridi Ketenderesi‟ne kadar yüksek kıyı
şeklinde devam etmektedir. Kıyı yapısı hem herhangi bir dalgakıran yapısının bulunmaması hem de direkt olarak
kuzey yönlü rüzgârlara açık olması nedeni ile liman inşa edebilmek için uygun değildir. Bu sebep ile antik çağda
Dasyleion ad Mare‟nin bir adet limanı olması gerektiğini ve bu limanın ilçedeki modernleşmenin tahrip ettiğini
düşünmekteyiz.
PAĠMANENON- (ESKĠ MANYAS)
Yeri
Paimanenon-Eski Manyas Paimanenon‟un bugünkü yerini tartışan eski araştırmacılar, Kyzikos‟tan 35 mil mesafede
olduğunu savunurlar. Waddington ve Lolling şehrin ismi olarak Poimanos şeklini kabul etmektedirler. Ramsay ise,
86
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
bunun yanlış olabileceğini söylemektedir. Halkının da Poimanenoi olduğunu savunmaktadır. Bugün “Eski Manyas”
diye anılan kalıntılar alanı Manyas ile Susurluk arasında, Manyas‟ın 9 km. güneydoğusundadır.
Tarihçe
Poimanenon‟da kazı yapılmadığından ve antik kaynaklarda da pek söz edilmediğinden tarihçesi ile ilgili
bilgilerimiz sınırlıdır. Ancak, kentin tarihçesinin M.S. 2. yüzyıla kadar uzandığını bastığı sikkelerden
öğrenmekteyiz. Bizans döneminde ise, Komnenosların güçlü bir kalesi olduğu bilinmektedir. Antik kentte birkaç
mimari parça ile Roma dönemine ait bir yazıtlı taş ele geçmiştir. Ramsey 1960 yılında yayımlanan eserinde
“Lolling Athenische Mittheilungen‟in, Gönen‟de bulunmuş olan bir kitabeden hareketle Poimanenon arazisinin
Gönen‟e kadar uzandığı” görüşünde olduğunu ifade etmektedir.
KONAN- ARTEMEA (GÖNEN)
Yeri
Konan-Artemea-Gönen Artemea‟nın bugün Balıkesir sınırları içinde olan Gönen kaplıcalarının bulunduğu yerde
olduğu sanılmaktadır.
Tarihçe
Tarihi hakkında kesin bilgileri net olmayan Konan-Artemea ilk bilgiler M.S 2. yüzyıl‟a ait bulunan kitabelerde
şehrin adı „Sıcak Su Şehri, Thermi‟, hamamlarda „Granikaion Hamamları‟ olarak geçmektedir. Bu kitabelerde,
sıcak suyun şehir için önemli olduğu ve şifa dağıtan suyun insanlara sunulması için yardım yapan yönetici ve
kişilerin isimleri belirtilmektedir. Kent o yıllarda var olduğu sanılan Artemis tapınağının yanında kurulmuştur.
Kuruluş tarihi kesin değildir. Gönen kaplıcalarının bulunduğu yerde antik çağ kalıntılarına rastlanmamakla birlikte,
antik mezar stelleri ele geçmiştir.Antik çağlardaki isimleri Asepsus ve Artemea olan ilçe; tarih boyunca çeşitli
medeniyetlere de ev sahipliği yapmıştır. M.Ö. 14. yüzyılda bir köy olarak kurulduğu tahmin edilen ilçede; Osmanlı
dönemine kadar, Truvalılar, İyonlar, Lidyalılar, Persler, Helenler, Bergama krallıkları ile Roma ve Bizans
devletlerine ait halkların yaşamlarını sürdürdükleri tahmin edilmektedir. Uzun süre Bizans yönetiminde kalan
bölge, 13. yüzyılda Anadolu Selçuklularının eline geçmiş, bu Devletin dağılmasından sonra Karesi Beyliği
yönetiminde kalmış ve nihayet 1334 yılında Osmanlı idaresine katılmıştır.
ZELEĠA (SARIKÖY)
Yeri
Zeleia-Sarıköy Biga-Gönen yolu üzerinde Gönen‟in 12 km. kuzeybatısında Sarıköy‟ün yakınlarındaki tepenin
yamaçlarındadır. Strabon Zeleia‟yı, Aisepos‟un denize döküldüğü yerden yaklaşık 80 stadia ve Kyzikos‟tan 190
stadia uzaklıkta İda dağının eteklerinin en ucunda kurulduğunu söylemektedir.
Tarihçe
Kent tarihi hakkında en yakın yorumlar antik kaynaklardan günümüze aktarılmaktadır. Homeros İliada‟sında, Troia
savaşlarında Zeleialıların Troialılara savaşçılar gönderdiğinden bahsetmektedir. Bunlardan kentin kuruluş tarihinin
M.Ö.1200‟den daha eskiye gittiğini anlamaktayız. Tarihçi Arrianos ise, İskender‟in Anabasis‟i adlı yapıtında
İskender‟in M.Ö. 334 Granikos savaşı sırasında Zeleia yakınlarında konakladığını yazmaktadır. Zeleia gelişmiş bir
kent olmadığı için burada görülmeye değer bir antik çağ kalıntısı yoktur. Tek buluntu köyün içindeki silindir
şeklindeki mermer bir yazıttır. Büyük İskender‟in M.Ö. 334 yılında Biga yakınlarındaki Kocabaş çayı kıyısında,
Pers ordusunu yendiği Granikos savaşı eskiçağ tarihinin en önemli olaylarından biridir. Perslere karşı kazandığı bu
ilk büyük zafer Büyük İskender‟e Asya‟nın kapılarını açtığı gibi, yeni bir çağın da başlangıcı olmuştur. Bu savaşta
87
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Makedonya‟dan Çanakkale Boğazını aşarak gelen Büyük İskender‟in ordusu, Zeleia‟dan gelen Pers ordusuyla
karşılaştığı antik yazarların kaynaklarında geçmektedir.
AraĢtırmalar
İlk defa Homeros‟un İliada destanında adı geçen Zeleia, tarih içinde kendisinden çok fazla bahsedilen bir kent
değildir. Kent ile ilgili antik çağlardaki en önemli kayıt Granikos savaşından önce Anadolu‟daki Pers askeri
gücünün burada toplanması ve Pers komutanlarının savaş ile ilgili kararları almalarıdır. Daha sonra da Pers ordusu
batıya doğru hareket etmiş ve savaşın yapıldığı Granikos ırmağı kıyısında Büyük İskender‟i beklemiştir. Tarih
içinde önemli bir olaya ev sahipliği yapmış olan Zeleia kenti, 20. yüzyılın başında bölgede araştırmalar yapan W.
Leaf tarafından Sarıköy yakınındaki Üvecik Tepe üzerine yerleştirilmiştir. Geçen zaman içinde eskiçağ tarihi ile
ilgili yapılan tüm yayınlar Leaf‟in bu önerisini aldıklarından Zeleia, Sarıköy olarak geçmektedir.Fakat 2006-2007
yılları arasında bu civarda gerçekleştirilen ilk arkeoloji yüzey araştırmaları Sarıköy yakınındaki Üvecik Tepe‟nin
gerek boyutları, gerekse arkeolojik materyalin eksikliği nedeniyle Zeleia olamayacağını ortaya koymuştur. Civarda
yapılan araştırmalarda ise, Sarıköy‟ün doğusunda, Gönen çayı kıyısındaki Bostancı, Höyük Tepe‟nin Zeleia için
çok daha uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Buradaki yerleşimin kent ile ilgili antik kaynakların verdiği tarife
uygun olarak Aesepos (Gönen) çayı kıyısında olmasının yanı sırabüyüklüğü ve arkeolojik buluntular nedeniyle de
Zeleia olması çok daha uygundur. Tepe üzerinde yapılan yüzey araştırmalarında Geç Tunç Çağından itibaren
yerleşilmekte olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca yerleşimi çevreleyen bir sur duvarı ile akropolünde tapınak olması
muhtemel yapılara ait mimari kalıntıların varlığı da bu sav‟ı desteklemektedir. Böylece, Homeros destanlarında
bahsi geçen nadir kentlerden biri olan Zeleia‟nın bu lokolizasyonu ile Bandırma-Gönen bölgesinin Geç Tunç
Çağında Troia merkezli kültür ile olan bağı da anlaşılmış olacağı düşünülmektedir.
LENTĠANA
Lentiana Ramsay‟a göre, Lentiana, Poimanenon‟un civarında bir dağ silsilesi ve bir kentin adıdır. Birçok yerde ikisi
birlikte anılmaktadır. Çeşitli yayınlarda Lentiana‟nın, Kyzikos ile Poimanenon arasında olduğu ya da Poimanenon‟a
çok yakın olan Kharioras‟la Berbeniakon‟un kuzeyinde olduğu geçmektedir. Umar bu anlatımlardan yola çıkarak,
kentin konumuna ilişkin olabilecek dört isim önermektedir. Bunlardan bir tanesi, Gönen‟in 8 km. kuzeybatısında
olan Alaattin Köyü; ikincisi, Gönen‟den 5 km. Babayaka Köyü ki burada muazzam harabeler vardır; üçüncüsü,
Gönen‟in 14 km. batısında Alacaoluk Köyü‟ndeki Alacaoluk kalesidir. Dördüncüsü ise, Zeleia/Sarıköy‟ün 3 km.
güneyinde bulunan Dereköy‟dür. Buralarda antik çağdan kalma kalıntılar görülmektedir.
****
DASKYLEİON
Dascylium, Dascyleium, Dascylus ya da Daskyleion olarak da
yazılmaktadır.(Antik Yunanca: Γαζκύλιον, Γαζκσλεῖον),
Daskyleion konusunda ilk araştırmalar Antik Çağ’da şehrin adı
konusundaki farklı görüşlerle başlamıştır. Antik
yazarlardan Mela ve Plinius bu merkezlerden Daskylos olarak söz
ederken, Stephanos Byzantios, Daskylion adını kullanır. M.Ö.
7.yüzyılda Daskylos adıyla bilinen ünlü Lydia Kralı‟nın Sardis‟ten
hanedan kavgaları nedeniyle buraya gelmesiyle kent Daskyleion
adını almıştır. Daskyleion‟da doğan oğlu Gyges daha sonra Lydia‟ya geri çağrılıyor. Gyges Lydia‟ya kral olduktan
sonra şehre Daskyleion deniliyor. Çünkü Daskyleion “Daskylos‟un yeri anlamındadır. Bu ismi M.Ö.650 yıllarında
almıştır. Ünlü tarihçi Herodotos ise bu şehrin adını Daskyleion olarak verir. Antik Çağ’da şehrin adı konusundaki
tartışmalar 20. yüzyıl başlarında yerini şehrin lokalizasyonu konusundaki tartışmalara bırakmıştır. Orta
Çağ yazarı Stephanos Byzantios Anadolu‟da Daskyleion adı verilen beş yerleşmeden söz etmektedir; ancak
tarihçiler ve arkeologlar Kuzeybatı Anadolu‟da, Bandırma‟ya 40 km mesafedeki Ergili Köyü‟ne çok yakın
olan, Manyas Gölü kıyısındaki Hisartepe üzerinde yer alan kalıntıların satraplık merkezi Daskyleion‟a ait olduğu
konusunda ortak görüşte olduğu görülmektedir.
Yeri
Balıkesir İli, Bandırma İlçesi’ne bağlı Ergili Köyü sınırlarında yer
almaktadır. Manyas Gölü’nün güneydoğu köşesine yakın bir konumdadır.
Konumu ve Çevresel Özellikleri
Adını Lydia Kralı Gyges’in babası Daskylos’tan alan Daskyleion Kenti,
Manyas Gölü’nün güneydoğusunda, Hisartepe üzerinde yer almaktadır.
Adı
M.Ö.7.yüzyıl‟da Daskylos adıyla bilinen ünlü Lydia Kralı‟nın Sardis‟ten hanedan kavgaları nedeniyle buraya
gelmesiyle kent Daskyleion adını almıştır. Antik yazarlar bu bölge için Hellespontine Phrygia adını kullanmışlardır.
Strabon da burada Phryglerin yaşadığını belirtmektedir.
YerleĢim
Daskyleion‟da yapılan araştırmalar sonucu ele geçen Phryglere ait epigrafik ve arkeolojik buluntular bunu
kanıtlamaktadır. Phryg dilindeki yazıtlar, bezemeli seramikler ve Kybele kültüne ait buluntular, M.Ö. 8 yüzyıldan
Hellenistik döneme kadar burada Phrygler‟in varlıklarını sürdürdüklerini göstermektedir
Tarihçe
Frig yerleĢimi
Daskyleion’da Troya gibi erken dönem
yerleşimlerinin olduğu kenttir. 1990 yılından
itibaren ele geçen epigrafik ve arkeolojik buluntular
burada bir Frig yerleşimi bulunduğuna işaret
etmektedir. Frig dilinde yazıtlar, MÖ 8. yüzyıl
sonlarına ait bir Kibele tapınak modeli, kült eşyaları
ve çok miktarda bezemeli ve graffitolu seramik
eserler Friglerin buradaki varlığını kanıtlamaktadır.
2007-2009 yılları arasında tepenin en yüksek
yerinde, Kült Yolu olarak adlandırılan alanda
yapılan kazılarda anakayaya oyulmuş adak çukurları
ile karşılaşılmıştır. Bu çukurların içerisinden Frig
uygarlığına ait çok sayıda ağırlık ve tam kap ele
geçmiştir. Bu kapların çoğu Gordion kazılarından
ele geçen seramiklerle benzerlik göstermektedir.
Daha da ötesi, ele geçen graffitolu seramiklerden
Friglerin Daskyleion‟daki varlığının sadece kendi
dönemleri ile sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır. En
önemli kanıtlardan
biri, satrap Megabates Dönemi‟ne tarihlenen bir
kyliks ayağı altındaki “vanaks” yazısıdır. “Vanaks”
Frig dilinde “kral” anlamına gelmektedir ve burada olasılıkla satrapı kastetmektedir. Bu yazıt sayesinde, Ahameniş
Dönem‟de de Frig halkına ait bir grubun buradaki varlığını sürdürdüğü tespit edilmiştir.
Daskyleion‟da Frig yerleşiminin tespit edilmesi arkeoloji dünyası için çok önemli bir keşiftir. Bu durum, bölgenin
antik yazarlar tarafından neden “Hellespontine Phrygia” olarak adlandırıldığını açıklamakla kalmayıp aynı
zamanda Friglerin Anadolu‟daki yayılımlarının Kütahya-Eskişehir sınırının daha da batısına ve kuzeye kaydığını
ortaya koymuştur.
Lidya yerleĢimi
89
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Lidya uygarlığına ait yerleşim kalıntıları da yine Kült Yolu olarak
adlandırılan alanda yoğunlaşmaktadır. Ahameniş evresinin hemen
altında yer alan Lidya tabakaları özellikle son yıllarda çok önemli
buluntular vermiştir. Burada yaklaşık 10 m2
‘lik bir alana yayılmış
olan bir yangın tabakası tespit edilmiştir. M.Ö. 550-540 yıllarına
tarihlenen bu yangın tabakası Perslerin kente gelişi ile aynı zamana
denk gelmektedir. Bu durum Perslerin kenti savaşarak ele geçirmiş
olduğunu göstermektedir. Söz konusu yangın tabakası içerisinden,
olasılıkla dinsel bir sahneyi betimleyen çok sayıda altın ve gümüş
figür geçmiştir. İnsan figürlerinden bir tanesinin bir rahibi,
diğerlerinin de kimliği saptanamayan bir tanrıçayı ya da tanrıçaları
temsil ettiği sanılmaktadır. Gümüşten yapılmış hayvan figürleri ise
muhtemelen sunu hayvanlarını temsil etmektedir.
Bu buluntuların yanı sıra Lidya Dönemi‟ne ait çok sayıda tam kap ve
kaliteli Lidya seramikleri, höyüğün genelinden ele geçmektedir.
Mimari kalıntılar açısından, Kült Yolu alanındaki Lidya mekanlarının
yanı sıra Akurgal kazıları sırasında ortaya çıkarılmış ve sadece en alt
taş blokları korunmuş olan sur kalıntısının Lydia kentini çevreleyen
sur olduğu sanılmaktadır.
AhameniĢ evresi
Ahameniş Dönemi mimarisine ilişkin sağlam korunabilmiş en önemli kalıntı, tepenin güneybatı bölümünde, Kuş
Gölü‟ne hakim bir noktada bulunan “Kült Yolu” ve onun etrafında barındırdığı yapı kompleksidir. Erken Ahameniş
Dönemi‟ne tarihlenen ve ortasında yer alan kanalla ikiye
ayrılan bu yol bir apsisle son bulmaktadır. Bu yol, Tomris
Bakır tarafından ateş kültüyle ilgili törenlerin yapıldığı kutsal
bir yol olarak yorumlanmaktadır. Böylece plastik eserler
üzerinde yer alan sahnelere de baktığımızda Perslerin
Daskyleion‟da dini ibadetlerini geçekleştirdiği
anlaşılmaktadır. Özellikle şu anda İstanbul Arkeoloji
Müzesi‟nde bulunan iki kabartmalı blok üzerinde yer alan
rahip ve soylu tasvirleri, burada ateş ibadetlerinin ve kurban
törenlerinin yapıldığını göstermektedir.
Daskyleion‟un bir Ahameniş Dönemi satraplık merkezi
olduğuna dair en önemli buluntular Akurgal kazıları sırasında
ele geçmiş olan “bulla” lardır. Bulla terimi, antik dönemde güvenli iletişimi sağlamakta kullanılan mühür baskıları
için kullanılmaktadır. Devletler arasındaki yazışmalarda kullanılan papirüsler bullalar ile mühürlenir ve bu sayede
başka bir kişinin yazıyı açıp okuması engellenmiş olurdu. Daskyleion Anadolu‟da bulla bulunmuş az sayıdaki
yerleşimden biridir, çünkü bullalar pişmemiş topraktan yapılmaktadır ve bu yüzden günümüze kadar ulaşmaları
zordur. Daskyleion‟daki bullalar ise bir yangın tabakasından ele geçmiş olup bu sayede günümüze kadar
korunabilmiştir. Bullaların esas önemi üzerinde barındırdığı yazılardan ve sembollerden ileri gelmektedir.
Daskyleion bullalarında Aramica, Eski Persçe ve Yunanca yazıtlar saptanmıştır. Bunun yanı sıra kuş tasvirleri ve av
sahneleri yer almaktadır ki bunlar da Daskyleion Paradeisos‟unda yaşayan kuşları ve yapılan avları anlatıyor
olmalıdır. Pers soyluları tarafından kullanıldığı bilinen çok sayıdaki jasper tabak ve az sayıda korunmuş
olan Dareikos ve Syglos sikkeleri, buradaki Pers yaşantısının diğer önemli kalıntılarıdır.
Paradeisos
Persçede Pairidaoza olarak ifade edilen Paradeisos “bir kralın ya da devlet büyüğünün sahip olduğu, onun resmen
kurdurduğu, koruduğu ve bakımını üstlendiği etrafı çevrili park” demektir. Pers geleneğinde krala bağlı bütün
yöneticilerin, “imitatio regis” yani “kralı taklit etme” kapsamında bir yaşam sürdürmek durumunda olduğu
bilinmektedir. Daskyleion, hemen yanında bulunan Manyas Kuş Gölü ile bu geleneğin yaşatılması için en uygun
konuma sahiptir. Hatta Daskyleion‟un bir satraplık merkezi olarak tayin edilmesinde bile bu durumun etkisi olduğu
söylenebilir. Antik yazarlardan Ksenofon‟un belirttiği üzere, vali Pharnabazos‟un sarayı ve köylerin etrafını ünlü av
alanları kaplamaktaydı. Bu av alanlarının bir kısmının etrafı çevrilmişti. Ayrıca bölgeyi boydan boya kat eden
nehirde (bugünkü Karadere) her türlü balık ve gölde (bugünkü Manyas Gölü) avlanmak için çok çeşitli yaban
kuşları bulunuyordu. Ksenofon, Hellenika‟nın başka bölümlerinde Paradeisos‟un bir park olarak nitelendirildiğini
satrap Pharnabazos‟un ağzından aktarmaktadır. Pharnabazos aslında burada Spartalı komutan Agesilaos‟un kenti
90
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
tahrip etmesinden sonra duyduğu üzüntüyü dile getirmektedir.
“şimdi görüyorum ki; babamdan bana miras olarak kalan
saraylarla birlikte, mutluluğu tattığım ağaçlarla ve av
hayvanlarıyla dolu olan park tahrip oldu ve yandı”
Helenistik dönem
Helenistik Dönem kalıntıları, Daskyleion‟un bu dönemde de
önemli bir merkez olarak varlığını sürdürdüğünü
göstermektedir. Özellikle “İncili Duvar” olarak adlandırılan
teras duvarı bu dönemin en güzel mimari örneklerinden biridir.
Duvarın yapımında daha önceki dönemlere ait olan
bazı devşirme bloklar kullanılmıştır. Üzerinde incelikle
işlenmiş inci ve yumurta dizilerinin yer aldığı bu blokların,
orijinalinde Ahameniş Dönemi satraplık sarayına ait olduğu sanılmaktadır. Son yıllarda tepenin doğu yamacında
yapılan kazılarla mermer ve andezit bloklarla döşenmiş bir yol ortaya çıkarılmıştır. Bu yol Helenistik Dönem‟de
kente girişi sağlayan yoldur ve tepeye ulaştığı noktada ele geçen çok sayıda çivi ve çürümüş ahşap parçaları giriş
kapısının burada olabileceğini göstermektedir. Bu yol Bizans Dönemi‟nde de kullanılmış ve bu dönemde giriş
kapısı yolun daha aşağısına taşınmıştır.Tepenin içerisinde yer alan yapıların yanı sıra höyüğün çevresinde yaklaşık
2 km lik bir alana yayılmış durumda çok sayıda tümülüs mezar yer almaktadır. Bu tümülüslerden bazıları Tomris
Bakır döneminde kazılmış ve restore edilmiştir. Kösemtuğ Tümülüsü, Anadolu‟daki tümülüsler arasında mezar
odası iyi korunmuş olan az sayıdaki tümülüsten biridir. M.Ö. 4.
yüzyılın 2. yarısına tarihlenen bu mezarın Makedonyalı bir
komutana ait olduğu düşünülmektedir. Tümülüsteki en dikkat
çekici keşiflerden biri; dromosun duvarlarında kullanılmış
devşirme bir blok taş üzerinde yer alan Frig yazıtıdır.
AraĢtırma ve Kazı
1952’yılında Manyas Kuş Cenneti iki hidrolog ve zoolog; Alman
asıllı Kurt Bittel ve eşi Leonore Kosswig tarafından keşfedilmiştir.
Yine 1952 yılında Ekrem Akurgal ile Nezih Fıratlı
tarafından ziyaret edilmiş ve ardından 1953 yılında ise
Ankara Üniversitesi ve Müzeler Müdürlüğü adına burada
küçük bir araştırma yapılmıştır. 1954 yılında ise Akurgal
ve Fıratlı tarafından ilk kazı çalışmaları başlatılmıştır.
Bundan 35 yıl yıl sonra, 1988 yılında Ege
Üniversitesi’nden Tomris Bakır başkanlığında bir ekip
tarafından yeniden başlatılan kazılar 2008 yılına dek
gerçekleştirilmiştir. Bakır’ın ardından kazılar 2009
yılından beri Kaan İren tarafından sürdürülmektedir.
Tabakalanma
Daskyleion, M.Ö. 8. yüzyıldan Bizans Dönemi’ne kadar
sürekli yerleşim görmüştür. Bu süreklilik ve Bizans
Dönemi’ndeki tahribatlar nedeniyle tabakalanmanın
tarihlendirilmesinde çeşitli zorluklarla karşılaşıldığı
belirtilmiştir.
Buluntular
Mimari
1990 yılı kazı sezonunda Hisartepe üzerinde M.Ö. 5.
yüzyıl başlarına ait olan bir ya 1990 yılı kazı sezonunda
Hisartepe üzerinde M.Ö. 5. yüzyıl başlarına ait olan bir
91
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
yapıya (saray) ait duvar, euthynteria, tabanlar ve taş döşeme ele geçmiştir. Bu yapının Daskyleion Satrabı 1.
Artabazos (yönetime geçiş M.Ö. 477) tarafından yaptırıldığı, 1. Pharnabazos (MÖ 460-430), 2. Pharnekes (M.Ö.
430-414) ve 2. Pharnabazos (M.Ö. 414-388) dönemlerinde de kullanıldığı; 395 yılında Sparta’lı Agesilaos
tarafından yıkıldığı ve 2. Pharnabazos’un yapıyı restore ettirdiği, daha sonra da Ariobarzabes (M.Ö. 388-362) ile 2.
Artabazos’un (362-352) burada yönetici olarak oturdukları ve 334 yılında Alexandros’un (Büyük İskender)
komutanı Parmenion’un Daskyleion’u ele geçirmesi sırasında çıkan yangında bu yapının tamamen yanıp, yıkıldığı
düşünülmektedir. 2001 kazı döneminde M-8 açması olarak isimlendirilen ve Ekrem Akurgal döneminde kazı
yapılmış 8×8 m boyutlarında kare planlı
yapının kimliğini anlamaya yönelik bir
çalışma yapılmıştır. 1.2 m genişliğinde ve
kalın temel taş blokları göz önüne
alındığında, böyle bir temelin kule şeklinde
yüksek bir yapıya ait olduğu
düşünülmüştür. Kare yapının içinde
yapılan çalışmalarda, bu yapıdan öncesine
tarihlenen çok sayıda duvar ve bunlara ait
tabanlar ve bu tabanlar üzerinde yatan in
situ seramikler ele geçmiştir. Yapının
temel bloklarının altında 50 cm kalınlıkta
bir yangın tabakasının varlığı ve bu
yangının hemen üstünde yer alan in situ
seramiklerden de, M.Ö. 395 yılında
Sparta’lı komutan Agesilaos’un Satrap 2.
Pharnabazos ile yaptığı savaş sonucunda
çıkan yangın olduğu anlaşılmıştır. Buradan
ele geçen seramikler arasında Attika
üretimi M.Ö. 4. yüzyıl başlarına tarihlenen
kırmızı figür teknikli khaliks krater, siyah
firnisli ve üzerinde graffito harfler taşıyan tuzluk önem taşımaktadır. Bu durumda kule yapısının 395 yılından önce
değil de, sonra inşa edilmiş olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca kule şeklindeki bu yapının Nakshi Rustem’de bir örneği
olan Ateş Tapınağı’nın benzeri olduğu düşünülmektedir. Yine 2001 kazılarında, Hisartepe’nin doğu yamacında bir
teras duvarı ortaya çıkarılmıştır. Aynı kazı döneminde 77 cm’lik kısmı ortaya çıkartılan yapı, Persler ile
ilişkilendirilmiş ve Akhaemenid Hanedanı’nın Anadolu Satrapları Daskyleion’a geldiklerinde Pers mimari
geleneğine uygun olarak saraylarını ve satraplık yapılarını üzerine yaptıkları bir teras duvarı olarak yorumlanmıştır
Hisartepe’de Akhaemenid Dönem kalıntıları ve İon iskanı yanında Lydialılar’a ait bol miktarda seramik içeren evler
de ortaya çıkarılmıştır. 1990 yılında başlayarak Daskyleion’da Phrygler’e ait epigrafik ve arkeolojik buluntular ele
geçirilmeye başlamıştır. Phryg dilinde yazıtlar, bezemeli ve graffitolu seramikler, Kybele kültüne ait buluntular,
M.Ö. 8. yüzyıl sonunda ait bir Kybele tapınağı temelleri, üstü plaka taşlarla örtülü bir kült kanalı M.Ö. 7. yüzyıla ait
taştan yapılmış, küçük boyutta bir Kybele tapınak modeli, bothros, kült eşyaları ve kent suru Daskyleion’da
Phyrigler’in M.Ö. 8. yüzyıldan başlayıp Hellenistik Dönem’e kadar Daskyleion’da yaşadıklarını kanıtlamaktadır.
2011 yılı çalışmalarında T26-U26-U27 açmasında, 2 no’lu duvarın Akhaemenid Dönemi’nde kullanılmış olan bir
kulenin, iç dolgusu ile beraber 2.55 m kalınlığındaki kuzey duvarı olduğu anlaşılmıştır. T28-T29 açmalarında Pers
Dönemi’ne tarihlenen basamaklı bir giriş yapısı olduğu düşünülen mimari bir öğe açığa çıkarılmıştır. Burada diğer
açmadaki kuleden bağımsız olarak farklı bir kule yapısı görülmüştür. Kulenin ilk olarak M.Ö. 5. yüzyılda yapıldığı
saptanmıştır. Çünkü kulenin iç kısmında kireç taşından yapılma küçük taş sıraları yer almaktadır. M.Ö. 4. yüzyılda
ise bu taş sıralarının dış kısımları düzgün işlenmiş andezit blok taşlarla kaplanmıştır. H32-33 açmalarında
Akhaemenid Dönem’e ait kültsel yapı kompleksi, döşemesi ve kanallarıyla ortaya çıkarılmıştır. Çanak Çömlek:
Daskyleion’da M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan gri seramikler, Hellenistik Dönem içlerine kadar kesintisiz
bir biçimde devam etmiştir. Daskyleion’da M.Ö. 8-6. yüzyıl tabakalarında ele geçen malzemenin %80-90’ını gri
seramikler oluşturmaktadır. Diğer merkezlerde benzer örneklerine ulaşılamayan Daskyleion’a özgü ünik formlar
M.Ö. 8. yüzyılda karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemin aksine, M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren, boyalı seramikte
kullanılan formların yoğun olarak gri seramik repertuarına alındığı gözlemlenmektedir. Bu yoğunluğun Hellenistik
Dönem’e doğru daha da artarak devam ettiği saptanmıştır. 1988 kazı sezonunda Attika siyah firnisli seramikler ile
92
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
kırmızı figür seramikler, yaban keçisi stilinde seramikler, kuşlu kase parçaları, Aiol tipi gri seramikler ele geçmiştir.
Ayrıca 5. yüzyıla ait mimari terrakotta parçaları ele geçmiştir. 1954 kazı sezonunda ele geçen Protokorinth,
Orientalizan stil gibi M.Ö. 7. yüzyıl seramikleri Propontis’teki Yunan kolonizasyonu ile ilişkilidir. 2002 yılı kazı
çalışmalarında yapılan sondajlar, Daskyleion’un M.Ö. 547’den önceki yerleşim izlerine işaret etmektedir. Yapılan
sondajda, gri ya da siyah Phryg seramikleri, Korinth, Lydia, Doğu Yunan, Protogeometrik dönem seramiklerinin
varlığı burada yerleşimin M.Ö. 1100’lere yani karanlık çağlara değin sürdüğünü göstermektedir. Pers’lerin özellikle
Atina’nın lüks mallarına meraklı oldukları bu dönemde ele geçen seramik malzemeler ile kanıtlanmıştır. Attika
siyah figürlü, kırmızı figürlü, siyah firnisli ve beyaz zeminli tekniklerde üretilen çok sayıda krater, amphora, hydria,
kase, içki ve yemek takımları ele geçen buluntular arasındadır. Bunlar arasında Attika’lı ressamların boyadığı
eserler zengin bir koleksiyona sahiptir. Amasis Ressamı, Lydos, Eksekias, Antimenes, Niobidler Ressamı bunlardan
birkaçıdır .
Heykel – Kabartma
Üst üste sıralanmış kabartmalı frize sahip olan Phryg dili ile yazılmış mezar steli M.Ö. 5. yüzyıla tarihlenir. Söz
konusu stel, Anadolu-Pers Mezar Stelleri grubunda değerlendirilmiştir.
Akurgal kazılarında M.Ö. 5. yüzyıl stili bir kabartma ele geçmiştir.
Kabartmada antitetik şekilde duran iki sphinks yer almaktadır. Ergili
çalışmalarında elde edilen Yunan eserleri, üslup bakımından Milet
heykeltıraşlık okuluna bağlıdır. Örneğin M.Ö. 400 yılına ait olan ata binmiş
kadınların saçları, Geç Arkaik Yunan stilindedir. Yüz profili ve anatomisi
Yunan özelliklidir. Akhaemenid stili görülen kabartmalar ise, Akhaemenid
örneklerine uygun olarak Yunan ustalar tarafından yapılmıştır. Daskyleion’da
bulunmuş olan ST 2 no’lu anthemionlu stel parçası G. Polat tarafından doktora
tezi kapsamında incelenmiştir. Alt bölümü kırık olan büyük boyutlu stelin üst kısmında hemen hemen tam
korunmuş olan bir anthemion yer almaktadır. Anthemionun alt kısmında dik olarak yerleştirilmiş iki “s” volüt
bulunmaktadır. Yalnızca üst bölümü korunmuş olan gövde bölümünde çerçeve içinde figürlü sahne yer almaktadır.
Beş figürün yer aldığı bu sahnede bir tören sahnesi betimlenmiş olduğu bu stel hem anthemion işçiliği hem de
figürlü sahnedeki figürlerin göstermiş olduğu sertlik nedeniyle M.Ö. 500
civarına ait olmalıdır. Daskyleion’da ayrıca Polat’ın tezinde yer verdiği ST 3,
4 ve 5 no’lu anthemionlu diğer stellerde M.Ö. 5. yüzyılın ilk yarısı ile aynı
yüzyılın ortalarına tarihlendirilmektedir. Diğer: 1954 yılında ele geçen
bullalar Pharnabazos’un saray yapısını yeniden restore etmesi ile ilişkilidir.
300’e yakın tam veya parçalar halinde bulunan bulla’ların büyük kısmı
Akhaemenid stilinde, bazıları ise Yunan stilindedir. Bazı bullaların üzerinde
Arami yazısı bulunmaktadır. Arka yüzlerinde yer alan papyrus ve ip
izlerinden anlaşıldığı üzere Bulla’lar papyrus tomarlarına bağlı durumda bulunuyorlardı. Böylece Daskyleion
satraplığına ait bir arşivin mevcut olduğu ortaya çıkarılmıştır. 2002 yılı kazı sezonunda ortaya çıkartılan fildişi
kabza Orta Akhaemenid evreye ve Daskyleion’un güçlü Satrabı 1. Artabazos’un dönemine, M.Ö. 5. yüzyılın 2.
dörtlüğüne tarihlenmektedir.
Yorum ve tarihleme
Daskyleion kazılarında ele geçen seramik, mimari kalıntı, kütlesel eşya ve Phryg yazısı taşıyan epigrafik buluntular,
Daskyleion’da, Phryg’lerin M.Ö. 8. yüzyıldan başlayarak 4. yüzyıl ortalarına kadar yaşamış olduklarını
kanıtlanmıştır. Ayrıca Aiol gri monokrom seramiklerinin burada dominant olması, Daskyleion’da Aiol nüfusunun
varlığını da ortaya koymaktadır. Ayrıca, Propontis Bölgesi’nde Trak’ların yaşadığını işaret eden epigrafik bir belge
olan M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen mezar steli buluntusu göz önene alındığında, antik yazarların söz ettikleri göçler
Daskyleion’da arkeolojik veriler ile kanıtlanabilecek duruma gelmiştir. Bunun yanında antik metinlerin yanı sıra,
kazılar sırasında ele geçen Lydia seramikleri ve Lydia dilinde grafittoya sahip seramik parçaları da, MÖ 7. yüzyılda
Daskyleion’da Lydia kültürünün varlığını desteklemektedir. Daskyleion’da ele geçen M.Ö. geç 7. – erken 6. yüzyıla
ait olan maşrapa formu, Phrygler ile ilişkilendirilmektedir. Phryglerin form repertuarında olan bu kabın, Kuzeybatı
Anadolu’da başka hiçbir merkezde ele geçmemesi, Daskyleion’daki Phryg varlığı ile açıklanmalıdır. Hisartepe ve
çevresinde yapılan araştırmalarda, Hisartepe’nin doğusunda ve Kuş gölü’nün doğu sahilinde M.Ö. 6. ve 5. yüzyıl
93
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
malzemesi veren yerleşim alanları, Daskyleion’un yalnız Hisartepe ile sınırlandırılamayacağını göstermiştir. Ayrıca
burada yer alan Daskyleion Satraplığı, Büyük İskender bu merkezi ele geçirinceye kadar on üç satrap tarafından
idare edilmiştir (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Bülteni, 1990)
****
KUZEY MYSİA (BANDIRMA YAKINLARI)
APOLLONĠA AD RHYNDACUM (GÖLYAZI)
Apollonia Ad Rhyndacum, antik dönemde Yunan mitolojisi tanrısı Apollon’a adanmış ve Apollonia adı
verilmiş Yunan kentlerinden birisidir.
“Apollonia” adlı diğer kentlerden ayırabilmek için verilen
“Apollonia Ad Rhyndacum” adı, “Rhyndakos kenarındaki
Apollonia” anlamına gelir. Rhyndakos, Uluabat Gölü‟nü
havzasındaki Mustafakemalpaşa Çayı (Kocasu veya
Orhaneli
Çayı)’dır. Bursa’nın Nilüfer ilçesindeki Gölyazı‟da
bulunan ve Uluabat Gölü’nün içine doğru uzanan bir
yarımada üzerine kurulu Apollonia kentinin Apollonia Ad
Rhyndacum olduğu kabul edilmiştir. Ancak, Apollonia
Ad Rhyndacum kentinin, Rhyndakos‟un Marmara
Denizi‟ne döküldüğü bir yerlerde bulunması muhtemel bir
başka Apollonia kentinin adı olabileceği de düşünülmektedir.
Tarihçe
Apollon‟un yurdu anlamına gelen kent Rhyndakos ırmağının döküldüğü Apolyont Gölü‟nün (Uluabat Gölü)
kıyısına yakın bir adacık üzerinde bulunmaktadır. Sevin‟e göre kent,
Bithynia Bölgesi sınırları içindedir. Bölgenin en batısında olup
adını,
Bergama kralı 2. Attalos Philedelphos‟un annesi Apollonis‟ten
almıştır. Kendilerinin bir Miletos kolonisi olduklarını savunan Apollonialılar aslında Kyzikos‟tan gelen Miletos
göçmenleri tarafından kurulmuş olmalıydı. Bulunduğu coğrafi konumu nedeniyle stratejik bir önem taşıyan kent
aslında erken dönemlerde Mysia Bölgesi‟nin sınırları içersinde idi. Apollonia Roma egemenliği döneminde sikke basmıştır. Bugünkü Bursa ilinin Gölyazı beldesi sınırları içinde yer alan Apollinia antik kenti, Mysia ve Bitinya’nın
önemli bir kenti idi. Kentte, Antik Çağ kalıntılarının yanısıra
Hristiyanlık ve Osmanlı dönemine ait yapılar da bulunur. Şehrin adı
Osmanlılar döneminde Apolyont’a dönüşmüştür. Kentin ilk kuruluş
tarihi hakkında bilgi yoktur ancak Apollonia‟da darp edildiği
düşünülen birkaç sikke nedeniyle kentin M.Ö. 5. yüzyılın ortalarında
kurulmuş olabileceği iddia edilmiştir. Apollonia’nın adının geçtiği en
erken tarihli yazılı belge Milet’te bulunan M.Ö. 2. yüzyıla tarihlenen
bir yazıttır. Kimi araştırmacılar, bu belgeye dayanarak
kentin Miletos’un kolonisi olarak kurulduğu belirtilmiştir. Pergamon
Krallığı’nın güçlendiği dönemde, bu krallığın hakimiyeti altına giren
kent, kerevit ticaretinin de etkisiyle M.Ö. 1. yüzyılda zenginleşmiş ve
yazılı kaynaklarda adından bahsedilmeye başlamıştır. Apollonia isminin geçtiği ilk sikkelerin darpları Pergamon
Krallığı Dönemi‟ne denk gelir, bu nedenle kuruluşunun M.Ö. 183 – 150 yılları arasında olduğunu iddia edenler de
bulunur. Kent Pergamon Krallığı‟nın M.Ö. 133 yılında Roma İmparatorluğu‟na bağlanması ile Roma egemenliğine
girdi. Roma İmparatorluk Dönemi‟nde “civitas Iibera” (özgür kent) statüsündeydi. Roma döneminde bir süre
Adramittion’a, bir süre de Kzykos’a bağlı bir yerleşim oldu. Roma İmparatoru Hadrianus, Bithynia gezisi sırasında
kente uğramış; bu ziyaretin anısına kenti çevreleyen kale bedeninin kapısına bir yazıtaşı konmuştur.Apollonia,
Bizans döneminde önce Bithynia Piskoposluğu‟na, daha sonra Nicomedia (İzmit) ve kısa bir süre de Kios (Gemlik)
Piskoposluğu‟na bağlandı. 14. yüzyıl başında bir süre Osmanlı akınları karşısında Prusa (Bursa) ve Apemaa
(Mudanya)’dan kaçanların toplantığı bir kent olarak varlığını sürdürdü. Osmanlılar 1302‟de Bizans ordusu ile
yaptıkları Bafeus Muharebesi’nde yenilgiye uğrattıklarında kaçan Kite Tekfuru‟nu kovalayarak ilk kez Apollonia ad
Ryndacum önlerine geldiler; tekfurun teslim edilmesi konusunda anlaşmaya varılması üzerine geri çekildiler. Kent,
daha sonra Osman Bey’in silah arkadaşlarından Aykut Alp’in oğlu Kara Ali tarafından fethedildi.Osmanlı
yönetiminde Hristiyan ve Müslüman Osmanlı yurttaşlarının bir arada yaşadığı ancak Hristiyan nüfusun ağırlıkta
olduğu bir yerleşim olarak varlığını sürdürdüğü ve adı Apolyont’a dönüştürülmüş olduğu antik kayıtlarda
geçmektedir.
YerleĢim
Günümüzdeki Gölyazı beldesinin, antik Apollonia kentinin sivil yerleşimi üzerine
kurulduğu düşünülür. Şehrin koruyucu tanrısı Apollon’a adanmış tapınak, karaya 1
km. uzaklıkta sığ bir adacık olan Kız Ada üzerinde bulunur. Kentin resmî sivil
yapıları ise yarımadanın karaya yakın iç kısmındaki Zambak Tepe yamaçlarındadır.
Ayrıca antik yerleşimin girişine yakın kız adasına bakan sırtlarda aile mezarları
bulunmuştur.2011-2012 yılları arasında yaptığım belgesel içeriğindeki araştırma
notlarımın arasında geçmektedir.
Kazı ve araĢtırmalar
2016 yılında nekropol alanında, 2017 yılında Apollyon Tapınağı’nın bulunduğu Kız Adası’nda kurtarma kazıları
başlatılmıştır.
Kalıntılar
Kentin 1 km. kadar kuzeybatısında günümüzde Kız Adası olarak adlandırılan adacık, kentin tapınak adasıdır.
Adada, yerleşime adını veren Apollon’a adanmış bir tapınağa ait kalıntılar
temenos duvarı, kayık bağlama iskele blokları bulunur. Nekropol alanında
Roma dönemine ait mezar ve lahitle bulunmaktadır. Zambak Tepe’nn doğu
yamacında adak nişleri, kuzey yamacında Stadion alanı, güneybatı yamacında
4000 kişi kapasiteli olduğu tahmin edilen tiyatronun kalıntıları bulunur.
Kız adası Tapınak blokları-(Temenos DUVARI
***
ARTAKA- ARTAKE (ERDEK)
Yeri ve Çevresel özellikleri
Balıkesir ilinin ilçesi olan Erdek (Yunanca: Αρηάκη Artàke, Latince: Artace), Marmara Bölgesi’nin Marmara
Denizi‟ne doğru uzanan Kapıdağ Yarımadası‟nda Erdek Körfezi’nde yer alır. Türkiye’nin ilk sayfiye yerlerinden
birisidir. Bölge konumu Balıkesir ilinin en kuzeyinde, Marmara
Denizi kıyısında bulunmaktadır.
Adı
Erdek tarihte Artake adıyla tanınmaktadır. Bu isimlere bakarak
ilçenin Sitler tarafından kurulduğu söylenebilir. Artake, şimdiki
Erdek‟in önünde bulunan Zeytinliada olarak bilinen adanın ismidir.
Bugünkü Erdek‟in yakınındaki bir tepe ve orada bulunan kent de
aynı isim ile anılmaktadır.
Tarihçe
Ancak Erdek tarihi milattan önce 5400´lü yıllara dayanır. Artake sitlerin efsanevi krallarından biridir. Artake M.Ö.
7. yüzyılın başında Miletoslular tarafından kolonize edilmiş, M.Ö. 361 yılından önce bütün Kapıdağ ile birlikte
Kyzikos‟un egemenliğine girmiştir. Helenistik çağ
boyunca sürekli olarak yükselip parlayan Kyzikos‟un
yanında gittikçe önemini yitiren Artake, Roma döneminde
de bu sitenin bir dış mahallesi durumuna düşmüştür.
Bizans çağıyla beraber limanları ihmal edilen ve
depremlerle yıkılan binalarının taşları yağma edilen
Kyzikos‟un gerilemesiyle giderek gelişmeye başlamış ise
de Kyzikos‟un ününe yetişememiştir. Strabon kentin M.Ö.
8. yüzyılda kurulmuş bir Miletos kolonisi olduğunu
söylemektedir. Ancak yerleşimin karşı kıyıya ne zaman
yayıldığını bilemiyoruz. Bu belki de Fenike donanmasının
getirdiği yıkımdan önce ya da sonra gerçekleşmiştir. M.Ö
5. yüzyılda gerçekleşen ve başarısızlıkla sonuçlanan İonia
ayaklanmasına katılan Artake kenti, M.Ö. 493 yılında
Persler tarafından yakılıp yıkılmıştır. Bu tarihten sonra ise
kent, Kyzikos‟a bağlanmıştır. Artake, zengin ve büyük bir
kent değildi. Ortaçağda canlı bir kent konumuna geçmeye çalışsa da, her zaman Kyzikos‟a bağımlı kalmıştır. Birkaç
kez geçirdiği yangın ve depremlerden dolayı, rastlantılar sonucu bulunan ya da yapılan temel kazıları sırasında ele
geçen mimari parçalar dışında, günümüze pek kalıntı kalmamıştır. Artake 1339 yılında Orhan Gazi‟ nin oğlu
Süleyman Paşa tarafından fethedilip Türk egemenliğine geçmiştir.Erdek, M.Ö. 1603 yılında Galata kazasına bağlı
bir kariye iken, 1807‟de de Karesi Sancağına bağlanmış, 1831 tarihinde merkezi Bursa Hüdavendigar sancağına
katılmış, 1843 yılından itibaren Marmara kazasına bağlanmış, aynı yıl içinde idari değişiklikle Erdek Sancak
Kaymakamlığına yükselmiş, 1846 yılında Erdek Hüdevendigar livaları arasında yer almış, 1873 yılında Erdek
kazasına 8 merbut müdürlük (Bandırma, Gönen, Manyas, Paşalimanı, Kapıdağ, Marmara, Emirali-İmralı ve Erdek)
bağlanmıştır. 1877 yılından itibaren Bandırma kazası ile arasında rekabet başlamış çünkü bu tarihte Bandırma bir
Kaymakamlık merkezi olmuş ve müdürlükler paylaşılmıştır.
İlçe 1918 yılında Yunan işgaline uğramış ve 18 Eylül
1922´de işgalden Halit Paşa komutasındaki Türk ordusu
tarafından kurtarılmıştır. 1924 Mübadelesiyle Rumların
boşalttığı Erdek merkeze ve köylere Selanik´e bağlı
Karacaova (Karacaabat) ve Kavala Pomakları Giritli ve
Boşnak göçmenler yerleştirilmiştir.Erdek 1926 yılında
Bandırma´ya bağlanmış tekrar 1928 yılında kaza şeklini
almıştır.
****
PROKONNESOS- (MARMARA ADASI)
Konumu ve çevresel özellikleri
Marmara Denizi‟nin (Propontis) güneybatısında yer alan ve en büyük adalardan bir tanesi olan Prokonnesos
günümüzde olduğu gibi, antik dönemde de mermerleriyle ünlüydü. Bir Miletos kolonisi olduğu düşünülen kentin
tarihi M.Ö. 6. yüzyıla değin
geri gitmektedir. M.Ö. 5.
yüzyılda İonia ayaklanmasına
katıldığı için Persler
tarafından yakılarak
cezalandırılmıştır. Yine aynı
yüzyılda Attika-Delos Deniz
Birliği‟nin üyesi olmuştur.
Adanın ünlü mermerleri en
çok Kyzikos tarafından
kullanılmıştır.
Halikarnassos‟daki
Mausolos‟un mezar anıtı
buradan getirilen mermerler
ile yapılmıştır.
Antik Prokonnesos (Marmara adaları) tarihi hakkında en yakın ve net bilgiler ve antik yazarların notlarından
anlamaktayız.
Prokonnesos(Marmara Adası): ArktonnesosYarımadası‟nın kuzeydoğusundaki Propontisiçindeki adalar grubunun
en büyüğüdür. Neurisve Elaphonesosisimleriyle de anılmaktadır.
Günümüzde olduğu gibi, antik dönemde de kaliteli mermerleriyle
ünlüdür. Adadaki, Saraylar adını taşıyan, olasılıkla
Miletoskolonisi olduğu sanılan kentin tarihi M.Ö. 6. yüzyıl‟a
kadar geri gitmektedir. M.Ö. 5. yüzyıl‟ın başında İonia
Ayaklanması‟na katıldığı için M.Ö. 493 yılında Pers donanması
tarafından cezalandırılıp yakılan kent, MÖ 5. yüzyıl‟da ise Attika
DelosBirliği‟ne katılmıştır. En çok Kyzikos‟takullanılan adanın
mermerleri aynı zamanda Halikarnassos‟taki Mausolos‟un mezar
anıtında da kullanılmıştır. Ada özellikle 1. yüzyıl‟dan başlayarak Akdeniz Havzası‟nın en büyük beyaz mermer
üretim merkezi haline gelmiştir. Civardaki diğer adalar Halone(Paşalimanı) ve Ophioussa‟dır(Avşa).
Güney Marmara Adaları
Eski Çağ‟da Güney Marmara Adaları “Güney Marmara Adaları
Mimari Mirasın Belgelenmesi ve Risk Değerlendirmesi” adlı
projemizin kapsamını oluşturan Güney Marmara Adaları,
Marmara Denizi‟nin güney
yarısında, Kapıdağ
yarımadası‟nın batı ve
doğusunda konumlanmış, en
büyüğü Marmara Denizi‟ne
adını veren Marmara Adası
olmak üzere bugünkü
isimleriyle Hayırsız, Işık, Asmalı, Ekinlik, Avşa, Mamalı, Paşalimanı, Koyun, Yer, Kuş, Hali, Hasır, Soğan, Sedef,
Fener ve İmralı ada ve adacıklarını kapsamaktadır. Bu adalardan İmralı erişim dışı olduğu için proje kapsamına
alınmamıştır; diğerlerinde yalnızca Marmara, Ekinlik, Avşa ve Paşalimanı‟nda yerleşim bulunmakta, kalanlarında
ise halihazırda bulunmamaktadır. Bu adaların tarih öncesi devirlere ait yerleşimleri hakkındaki bilgilerimiz Avşa
Adası ile sınırlıdır. En erken tarihli veri Mezolitik Döneme tarihlenen Ağaçlı kültürüne ait izlerdir.
97
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Bununla birlikte Avşa Adası, Manastır Mevkinde Erken Tunç Çağı‟na
tarihlenen buluntular tespit edilmiştir. Eski Çağ için ise yalnızca Marmara
ve Paşalimanı adalarında yerleşim olduğuna dair arkeolojik verimiz
bulunmaktadır. Eski Çağ‟da bu adaların isimleriyle ilgili ana kaynağımız
olan Yaşlı Plinius 1. yüzyıl, Propontis‟te Kyzikos yakınında yer alan adaları
şu şekilde sıralamaktadır. “Elaphonnesos -ki Kyzikos mermeri buradan
gelmekte olup- Neuris ve Prokonnesos olarak da anılmaktadır. Daha sonra
Ophiussa (Avşa Adası); Akanthos (Ekinlik?); Phoebe; Scopelos;
Porphyrione; Halone (Paşalimanı) -ki aynı adlı şehre de sahiptir; Delphacia;
Polydora; ve şehriyle birlikte Artaceon‟‟ gelmektedir. Antik Mysia bölgesine dahil olan Marmara Adası hakkında
en eski tarihsel bilgilerimizi ünlü Yunan tarihçi Herodotos‟dan M.Ö. 5. yüzyıl öğrenmekteyiz. Herodotos, M.Ö. 7.
yüzyıl civarı yaşamış olan ozan Aristeas‟ın mucizelerle dolu hayat hikâyesini aktarırken, ozanın doğum yeri olan
Prokonnesos‟tan (Marmara Adası) ve burada yaşanmış birtakım olaylardan detaylı bir şekilde bahsetmektedir
Ayrıca Batı Anadolu‟daki Yunan kentlerinin Perslere karşı başlattıkları Ion Ayaklanması M.Ö. 499-494 esnasında
Pers yanlısı bir Fenike filosunun Prokonnesos ile Artake‟yi (Erdek) yakarak tahrip ettiğini aktarmaktadır.
Prokonnesos kentinin adına Attika-Delos Deniz Birliği vergi listelerinde M.Ö. 452 ve 450 yıllarında
rastlanmaktadır; buna göre M.Ö. 450 yılında Prokonnesos kent devleti Attika-Delos Deniz Birliği‟ne 3 talanton
vergi ödemiştir. Ksenophon M.Ö. 4. Yüzyıl‟da Peloponnesos Savaşı‟nın M.Ö. 431-404 bölgedeki uzantısı olan
Kyzikos Savaşı‟nın M.Ö. 410 Prokonnesos‟ta gerçekleşmiş bazı safhalarından söz etmekte; fakat ada hakkında
spesifik bilgi vermemektedir.
Anaksibios ve Antalkidas adlı Spartalı amirallerin
M.Ö. 389 ve 387 yıllarında Atina donanmalarına karşı
verdikleri mücadeleler aktarılırken de Prokonnesos‟un
kısaca bahsi geçmektedir.Denizci kavimler arasında
yaşanan savaşlardan bir diğerinde Kyzikoslular, M.Ö.
362 yazında Prokonnesos‟a karadan ve denizden
saldırarak kente büyük zarar vermiş, Prokonnesoslular da
bu durum karşısında müttefikleri Atinalılardan
yardım istemişlerdir. Bunun yanı sıra adadaki Atina
egemenliğinin M.Ö. 330‟lar itibariyle hâlâ aktif
olduğugörülmektedir.
Birinci yüzyılda yaşayan Pomponius Mela‟ya göre Propontis (Marmara Denizi)
adaları arasında yalnızca Prokonnesos meskûn bir yerdi. İkinci yüzyıl
yazarlarından Ptolemaios, Propontis‟teki Prokonnesos Adası‟ndan bahsetmekte ve
buranın koordinatlarını vermektedir. Bir başka 2. yüzyıl yazarı Appianus‟un
aktardıklarına göre Nikaia (İznik) ve Nikomedeia‟yı (İzmit) alan isyancı general
Sextus Pompeius‟un peşine düşmek üzere denize açılan bir Roma ordusu M.Ö.
35‟te Prokonnesos‟ta karaya çıkmıştır. Yine ikinci yüzyıl yazarlarından Pausanias
da, Prokonnesosluları savaş yoluyla Kyzikos‟da yaşamaya zorlayan
Kyzikosluların, M.Ö. 1. yüzyıl dolaylarında altından bir Dindymene Ana (Kybele)
heykelin Prokonnesos‟tan kaçırdıklarını anlatmaktadır. Marmara Adası, Eski Çağ
boyunca tüm Akdeniz dünyasına ihraç ettiği mermeriyle ünlenmişti.
Mısır hükümdarı 3. Ptolemaios M.Ö. 246-222 Herakleion‟da, Prokonnesos mermerinden bir tapınak inşa ettirmiştir.
Romalı mimar Vitruvius M.Ö. 1. yüzyıl Prokonnesos mermerlerinin özellikle Halikarnassos (Bodrum) ve Efes‟teki
bazı anıtlarda kullanıldığından bahsetmektedir. Strabon da 1. yüzyıl adadaki mermer ocağını büyük ve mükemmel
olarak nitelendirmekte ve yerleşimin Miletoslular tarafından kurulmuş bir koloni olduğunu belirtmektedir. Strabon
ayrıca bölgedeki “daha eski” bir Prokonnesos yerleşimine de değinmekte ve 1. yüzyıl‟da Prokonnesos Adası‟nın,
aynı isimli bu eski kentin devamı olduğunu vurgulamaktadır. Strabon‟a göre dünyanın birçok yerindeki kentlerde
bulunan en güzel sanat eserleri özellikle de Kyzikos‟ta olanlar– bu mermerden inşa edilmiştir. Ayrıca, Yaşlı Plinius,
Maussolos‟un Halikarnassos‟taki sarayının duvarlarının Prokonnesos mermerleriyle süslendiğini aktarmaktadır.
Prokonnesos Adası, 4-5. yüzyıl‟a tarihlenen Roma yol haritası Tabula Peutingeriana‟da “Ins. Proconessus” şeklinde
zikredilip, Konstantinopolis‟in hemen güneyinde konumlandırılmakta ve civarındaki diğer tüm adalardan oldukça
büyük gösterilmektedir.
Buluntular
Arkeolojik olarak günümüze ulaşanları ise şöyle sayabiliriz: Hasluck, Marmara‟nın yarım saat yukarısındaki
poligonal örgülü duvar ve iki kuleden söz etmektedir. Marmara
ve Galimi (Çınarlı)‟nın yukarısında çeşitli duvar kalıntıları
bulunmaktadır. (Adadaki en zengin antik buluntular Saraylar‟da
(Palatia) yürütülen kazılarda açığa çıkarılan Roma Dönemi
nekropolüne aittir ve halen yerleşimin iç kısmında görülebilir
durumdadır. Kazılarda ele geçen kimi taş eserler nekropol
alanının bitişiğinde açık hava müzesi olarak düzenlenen alanda
korunmaktadır. Saraylar‟da yine kazılan antik mermer ocakları,
günümüz ocaklarının arasında kalmıştır. Diğer buluntu alanı
Paşalimanı (Aloni) Adası‟ndaki Tuzla (Houhlia) iskelesinde
toplanmış Antik ve Orta çağlara ait kimi mermer malzemedir.
Ayrıca Paşalimanı Adası‟nda rüzgar türbini yakınında Eski Çağ‟a ait dağılmış halde mermer bir lahit ve Tuzla‟nın
sırtlarında sur olabilecek bir duvara ait kalıntıların varlığı bilinmektedir.
Bizans Dönemi
Adanın Doğu Roma (Bizans) hâkimiyeti altındaki dönemi hakkında bilgilerimiz ve yayınlanmış bilimsel
çalışmaların sayısı da fazla değildir. Marmara Adası hakkında en erken tarihli Bizans belgesi 2. Theodosius 408-
450 dönemi‟nde derlenen Codex Theodosianus‟da Troia ve Prokonnessos‟taki ocakları çalıştıranların hakları ile
ilgili bölümdür. Codex Theodosianus‟daki bilgilere göre mermer
ocaklarında çalışan ailelerin her ne şartta olursa olsun yaşadıkları bölgeyi
terk etmeleri yasaklanmıştır. Buna dayanarak 19. yüzyıl Fransız tarihçi,
arkeolog ve mimar Texier, adada sabit bir işçi nüfusu oluştuğunu
yazmıştır. Stephanos Byzantion 6. yüzyıl, Propontis‟te yer alan
Prokonnesos‟u ve sakinlerini tanımlamanın yanında yine aynı bölgedeki
Besbikos (İmralı Adası), Phoebe, Aloni (Paşalimanı Adası), Physia,
Ophiussa (Avşa Adası) ve Prokonnesos (Marmara) kentlerini sıralamakta;
özellikle de Besbikos‟un oluşumuna dair bir efsaneye değinmektedir. 6.
yüzyıl‟da Prokonnesos, başkenti Kyzikos olan Hellespontos Eyaleti‟nin bir parçasıdır. Orta Bizans Dönemi‟nde,
idari olarak Aigaio Pelagos (Ege Denizi) thema‟sına bağlıdır. 9. yüzyılın ilk yarısından itibaren ise adalar, Rus ve
Arap akınlarına maruz kalmıştır.
*****
Palatia‟da (Saraylar), caminin arkasında Erken Bizans Dönemi‟ne tarihlenen bir yapıya ait duvar kalıntısı Ch.
Texier tarafından kayda geçirilmiş ve bir gravür ile yayımlanmıştır. Texier‟e göre bu mermer taşlar ve tuğla
sıralarıyla inşa edilmiş kalıntının bir saraya veya kaleye ait olup olmadığını saptamak mümkün değildir. Texier,
Yunancada „saraylar‟ anlamına gelen Palatia adının burada imparatorluk yapılarından geldiğini önermektedir. Bu
kalıntının yol aşırı karşısında, 2016 yılında Bandırma Müzesi tarafından gerçekleştirilen bir kazı alanı yer
almaktadır. Bu alanda büyük bir yapı kompleksine ait duvarlar, bir lahit ve sütunlar ortaya çıkarılmış ve bu buluntu
grubu da yine Erken Bizans Dönemi‟ne atfedilmişti
Marmara Adası hakkında tarihsel metinler ve
göndermeler azdır; ancak arkeolojik buluntular adada
mermer ocaklarının etkin biçimde çalışmaya devam
ettiğini göstermektedir. Adadaki mermer ocaklarının
faaliyetlerine devam ettiğinin kanıtları bazıları
arkeolog N. Asgari başkanlığındaki heyet tarafından
ortaya çıkarılan ve günümüzde Saraylar Açıkhava
Müzesi‟nde sergilenen eserlerden de anlaşılmaktadır.
Marmara mermerinden imal edilmiş ambon, sütun
başlığı, parapet levhaları, altar, kiborion destekleri
Erken Bizans asırları boyunca hemen tüm Akdeniz
kıyılarındaki sivil ve dini mimaride kullanılmışlardır.
Büyük Konstantin 4. yüzyıl, kendi ismiyle anılacak olan Byzantium (İstanbul) kentini yeniden inşa ettirirken eski
kent kapısının bulunduğu yere dairesel biçimli bir forum (Forum Constantinus, bugünkü Çemberlitaş) yaptırmış ve
bu alanda Prokonnesos‟tan getirilen mermerleri kullanarak karşılıklı iki devasa kemer konumlandırmıştır.
İstanbul‟da Ayasofya‟nın bezemesinde de Marmara mermeri kullanılmıştır. Marmara mermerinden imal edilen
mimari unsurlara Anadolu‟nun hemen her yerindeki (Daphne-Antakya, Aphrodisias, Lykia, Isauria gibi) kilise ve
manastırlarda rastlamak mümkündür. Marmara mermeri İstanbul‟daki Stoudios Manastırı (İmrahor Camii) gibi
yapılarda ve Filistin, Tunus, Cezayir hatta Fransa (Gallia) gibi daha uzak coğrafyalardaki kiliselerde de
kullanılmıştır. Mezar tiplerinde ve özellikle lahit yapımında da Marmara mermerinin oldukça revaçta bir malzeme
olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul ve Ravenna‟da (İtalya) saptanan çok sayıda lahdin Marmara mermerinden
yapıldığı görülmektedir. Michael Psellos‟un Chronographia‟sından öğrendiğimiz kadarıyla ada mermeri Bizans‟ın
geç dönemlerinde de önemini korumuştur. Isaakios I
Komnenos‟un 1057-1059 Marmara Adası mermerinden
saraylar yaptırdığı da bilinmektedir. Güney Marmara
Adaları ve çevresinde görülen Bizans eserlerinden daha
fazlası denizin altında yatmaktadır. Özellikle Marmara
Adası çevresinde 13 kadar Bizans batığı keşfedilmiştir.
1993-95 sezonunda toplam 11 batık yeri saptanmıştır.
Sualtı dalışları sonucunda Tekmezar Burnu I batığının
20.000 civarında amphorayüklü olduğu ve bu özelliğiyle
de dünyanın o güne dek bilinen en büyük amphora kargosuna sahip olduğu anlaşılmıştır. 1998 yılında Çamaltı
Burnunda 11. yüzyıla tarihlenen ikinci bir batık daha keşfedilmiştir. Geminin Akdeniz ile Karadeniz arasında ticaret
yapmakta olan bir İtalyan şehrine ait olduğu tahmin edilmektedir. 1996 yılı araştırmaları sonucu Ekinlik (Koutali)
Adasında keşfedilen mermer yüklü batığın da İmparator Iustinianus 527-565 devrine ait olduğu sanılmaktadır.
Batıklarda tespit edilen amphoralar üzerinde hangi atölyede yapıldıklarını ya da hangi kişilerin elinden çıktıklarını
belirten standart mühürler vardır. Bu mühürler aynı zamanda ticaretin Bizans Devleti denetiminde olduğunu
göstermektedir. Arkeolojik bulgularla kapamaya çalıştığımız uzun tarihsel boşluk Haçlı Seferleri‟ne kadar doğru bir
ölçüde dolmaktadır. Uzun asırlar boyunca yalnızca ekonomik önemi olan veya çeşitli suçlardan hükümlüler için
sürgün yeri olan Güney Marmara Adaları, Bizans gücünün geri çekilişi, Latinlerin Akdeniz kıyılarına hâkim olmaya
başlaması ile 11. yüzyıldan itibaren stratejik bir önem kazanmıştır. Bu yüzyıldan sonra ada hakkında tarihsel
belgeler de çoğalmaya başlamaktadır. Adanın Prokonnesos olarak değil “Marmara” olarak anılmaya başlanması da
Haçlıların etkisiyle olmuştur. Ada için Marmara isminin kullanıldığını bildiğimiz en erken kaynak Fransız Haçlı
şövalyelerinden Geoffroi de Villehardouin‟in (11601212) hatıralarıdır (Hasluck 1909, 7). Bu ismin Latin denizciler
tarafından yaygınlaştırıldığı sanılmaktadır. Bizans egemenliği bilindiği üzere 1071 sonrasında Anadolu‟da yavaş
yavaş gerilemiştir ancak imparatorluğun sonuna kadar, Bizans idaresi altında kaldığından emin olduğumuz az
sayıda toprak parçası da vardır. Bunlar arasında Kapıdağ
Yarımadası ve çevresindeki adalar da yer almaktadır. 1115
yılında adanın Emmanuel Komnenos tarafından Ioannis
Komnenos adlı bir şahsa bağışlandığı ve buna dayanarak 1224‟te
adanın bu sefer Georgios Marmora‟ya İkta olarak verildiğini
gösteren bağış senedi G. Marmora‟nın torunu Andrea Marmora
tarafından Della Historia di Corfu adlı eserinde yayımlanmış ve
Ertüzün tarafından Türkçesi yayınlanmıştır.Fakat Gedeon ve
Hasluck 1224 tarihli belgenin tahrifli olduğunu düşünmektedir.
Ne var ki, tarihler ve isimler başka referanslarla
doğrulanamamaktadır. Dördüncü Haçlı Seferi 1202-1204 sonucu
işgale uğrayan Bizans İmparatorluğu toprakları pay edilirken Prokonnesos ve diğer Marmara adaları, yeni kurulan
Latin İmparatorluğu‟na geçmişti. Takip eden süreçte “Marmora” Adası sakinleri, Haçlı komutanı Pierre de
Braiecuel‟a karşı ayaklanmış ve komutanın büyük kayıplar yaşamasına sebep olmuşlardır. Bugün de adada Kole
Burnu‟ndakiler dahil olmak üzere Marmara‟nın sahil surları ve Gündoğdu‟nun doğu burnundaki surlar gibi bazı
tarihi yapıların Latinler tarafından inşa edildiği düşünülmektedir. Adadaki Latin işgali 1224 yılına kadar sürmüştür.
1304 yılında bölgeye saldıran Katalanlar, Marmara Adası‟nı zapt edememiş, geri çekilerek Perinthos‟u (Marmara
Ereğlisi) işgal etmişlerdir. 1315 yılında ada Konstantinopolis Latin İmparatoru unvanlı Akhaia (Mora) Prensi
Tarentumlu Philip tarafından Martin Zaccaria‟ya verilmiştir. Ancak bu tarihten sonra ada yeniden Bizans
egemenliğini tanımış gibi görünmektedir. 1324 tarihli bir kayda göre Konstantinopolis Patriğine bağlı Küçük
Asya‟da sadece üç başpiskoposluk sayılmaktadır: Kyzikos, Prokonnessos ve Lopadion (Uluabat). Gedeon‟un
yayınladığı listelerden de adaya ilk olarak 879 yılında Ignatius adlı bir başpiskopos atandığı bilinmektedir. Söz
konusu veriler o tarihten itibaren ve sonrasında da adaların dinsel hiyerarşik konumunu korumayı başardığını
göstermektedir. 1399‟da yaşanan Osmanlı-Venedik deniz savaşı verilerine göre Venediklilerin de ada etrafında faal
olduğu kesindir. Michael Dukas‟tan öğrendiğimize göre Marmara Denizi‟nde imparatorluğun son günlerine kadar
Bizans donanması aktif haldedir. Hatta Konstantinopolis‟in kuşatıldığı esnada dahi donanma Kyzikos ve çevresine
akınlar yapabilmektedir.Marmara Adası‟nın tam olarak hangi tarihte Osmanlı egemenliğine girdiği bilinmemekle
birlikte muhtemelen Konstantinopolis‟in düşüşüne kadar Bizans egemenliğinde kaldığı var sayılabilir. 1422‟de
İmparator 2. Manuel‟in oğlu Ioannis Palaiologos‟un Marmara Adası‟nı ziyaret ettiği bilinmektedir; dolayısıyla
adanın o tarihlerde Bizans egemenliği altında olduğu söylenebilir. Bu durumda 1204-1224 yılları arasındaki Latin
işgali dışında Marmara Adası‟nın bin yıl boyunca Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu egemenliğinde kaldığını
söylemek mümkündür.
Osmanlı Egemenliği Döneminde Güney Marmara Adaları
Güney Marmara Adaları‟nın kesin olarak hangi dönemde Osmanlı idaresine geçtiği bilinmemektedir; ancak 15.
yüzyıl ortalarında gerçekleşmiş olmalıdır. Osmanlı Devleti
göçler yoluyla adada Müslüman nüfusu artırmaya çalışmıştı.
Marmara Adası‟ndaki Osmanlı mezar taşlarına bakıldığında
adaya 16. yüzyıldan sonra Türklerin yerleştiği görülmektedir.
İlk gelenler Amasya, Tokat, Erzincan ve Eğin‟den gelmişlerdir.
Onyedinci yüzyıldan kalan mezar taşlarına bakıldığında ilk
gelen ailelerin Bektaşi olduğu kanaati yüksektir. Ardından
Osmanlılar, Trabzon ve Sinop‟tan adaya yeni aileler
taşımışlardır. Mermer ocaklarında çalışmak üzere Sinop‟un
Ayancık ve Boyabat, Samsun‟un Çarşamba ilçesinden işçiler ile
Trabzon‟dan imamlar getirilmiştir. Adalar arasında bu dönem
için en fazla veriye sahip olduğumuz yer Marmara Adası‟dır.
Marmara Adası (Marmaras) Osmanlı Dönemi‟nde
MarmaraAdası hakkındaki en erken ve ayrıntılı bilgileri veren ünlü denizci Pirî Reis‟tir . Pirî Reis‟in Kitab-ı
Bahriye‟sinin pek bilinmeyen bir versiyonunda, bugün de aynı adla anılan Marmara köyü de dahil adanın sekiz
köyü olduğu yazılıdır. Ertüzün söz konusu yazma eserden yararlanmıştır; buna göre: adada Marmara, Midillu
(Midilli), Bulgarlar (Bulgurlar), Palatya (Palatia) gibi köy ve limanların olduğunu, Marmara köyünün önünde yıkık
bir burgaz (kale) olduğunu belirtir (bu yıkık duvar Ertüzün‟ün kaymakamlığı zamanında da kısmen ayaktaydı). Pirî
Reis‟in Midilli olarak andığı köy Prastio‟dur (Gündoğdu). Köyün bu isimle anılması halkının Midilli‟den göç
etmesinden kaynaklı olabilir. Tam olarak hangi yerleşimi kastettiği anlaşılamayan diğer köyün adı Bulgurlar‟dır. Bu
köy hakkında net bir şey söylemek mümkün olmasa da burada bir hata olduğu, Bulgurlar‟ın aslında
101
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
Paşalimanı‟ndaki Vurgaro olduğu düşünülebilir. Arnavut köyü olarak bahsettiği yerin Afthoni (Asmalı) olduğu
kesindir. Avrupalı seyyahların Aftoni halkının Epiros kökenli Arnavutlardan oluştuğunu söylemeleri Balkan
Hristiyanlarının bu adada iskân edildiklerini düşündürmektedir. Batılı seyyahlara göre Afthoni köyü halkının
yaşlıları 19. yüzyıl sonlarında dahi Arnavutça konuşmaktaydı. Pirî Reis‟in andığı diğer noktalar beş-altı geminin
sığabileceği Petalan (Badalan) limanıyla adanın kuzeyindeki Palatiya‟dır. Birincisi adanın kuzeybatısındadır;
ikincisinin ise açık biçimde Palatia (Saraylar) olduğu anlaşılmaktadır.Onaltıncı yüzyılda adalar popülasyonunun
büyük bölümünü oluşturan Ortodoks Rumlar haricinde Sefarad Yahudileri ve Müslümanlar da Osmanlı nüfus
aktarımları politikasının bir parçası olarak adaya yerleştirilmişlerdir. Bu veri hem tarihsel metinlerden hem de
mezar taşları gibi arkeolojik malzeme aracılığıyla da doğrulanabilmektedir. Bu dönemde Galata Kadılığı‟na bağlı
olan adanın mahkeme kayıtları günlük yaşam hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. Onyedinci yüzyıl
mahkeme kayıtlarından öğrendiğimiz kadarıyla adada yaşayan Rumlar haraç vergilerini Bursa‟daki Sultan Mehmed
Han Vakfı‟na vermekle yükümlüydüler. 1604 tarihli bir mahkeme kaydında Marmara Adası sakinleri, adı geçen
vakfa haraclarını ödemelerine rağmen vergi tahsildarlarının ikinci kez kendilerinden harac toplamaya
çalıştıklarından dolayı şikâyetçi olmuşlar ve yapılan inceleme sonucunda adalıların haklı olduğu anlaşılarak tekrar
harac toplanması işlemi durdurulmuştur.1605 tarihli başka bir fermana göre ada halkının vergilerini nakit olarak
ödemekte zorlandıklarından, nakit yerine Saray‟ın odun ihtiyaçlarını karşılamalarına karar verildiği belirtilmektedir.
Kayıtlara göre Kapıdağ, Marmara, Avşa (Afisya), Tavşan ve Ekinlik adalarının sakinlerinin birey başına ödemeleri
gereken yıllık cizye vergisi tutarı kişi başına 70 akçedir ve bu durumda adı geçen bölgelerde yaşayan 5500 vergi
mükellefinin toplam borcu 385.000 akçe olmaktadır. Bölge Rumları ayrıca kazançları karşılığında bir sür-sat vergisi
de ödemekle yükümlüdürler; ancak sür-sat vergisinin karşılığı olan 428.805 kuruşu Saray‟a nakit olarak değil odun
cinsinden aynî olarak göndermekle yükümlüydüler. Rumların Saray‟a göndermeleri gereken odun miktarı yıllık
olarak 23.000 çeki (yaklaşık 5750 ton) olarak belirlenmiştir. Bu odunları, Marmara Adası‟ndan (Cezire-yi
Marmara)Yanioğlu Todori, Kostaoğlu Penapod Reis, Markioğlu Telasinozi, Maklakarioğlu Nikola Reis, Andonoğlu
Manol Reis, Yanioğlu Zagor Reis, Tavşan Adası‟ndan (Cezire-yi Tavşan) Pandazi ve Aleksioğlu, Avşa Adası‟ndan
Pator, Manoloğlu Malakis Reis ve Ekinlik (Cezire-i Kotali) Adası‟ndan İstemani oğlu Dimitri Reis, çekisi 15
akçeye İstanbul‟a taşımaktaydılar. Kaptanlar bu işin karşılığında
toplamda 345 bin akçe kazanmışlardı. 1600‟lerin başında
Marmaralı Rum kaptanlardan odunun çekisini 16 akçe ilâ 22
akçe arasında bir fiyata alan İstanbullu aracılar bunları İstanbul
halkına aldıkları fiyatın üç katına, çekisi 45 akçeye
satmaktaydılar. Marmara Adası etrafındaki batıkların çevresinde
Osmanlı devrine ait çok sayıda gemi çapası İstanbul ile yoğun
bir deniz trafiği yaşandığını kanıtlamaktadır. Bu durum çok
sayıda geminin bu sularda fırtınaya tutularak toplamaya fırsat
bulamadan çapalarını kesip bırakmak zorunda kaldıklarını da
göstermektedir. Marmara Adası etrafında çok sayıda tarihi batık
bulunması adalar çevresindeki yolculuğun riskli olduğunu da kanıtlamaktadır. 1605 tarihli bir başka kayıtta ise
bölgede içki vergilerini toplama yetkilerinin Simoyil, Hanovil ve Hayim adlı Yahudilerin ellerinden alındığı
belirtilmektedir. Adı geçen Yahudiler, Marmara Adası‟ndaki dokuz karye (köy), Doğan Adası (Aloni/Paşalimanı
Adası olsa gerektir), Arap Adası (Avşa‟daki Yiğitler kastediliyor olmalı), Ekinlik karyelerinin içki vergilerini
toplama hakkına sahipken taahhüt ettikleri vergiyi Osmanlı Sarayı‟na iletmemişlerdir. Bundan dolayı iki yıllık
gecikmiş verginin karşılığı olan 1.900.000 akçeyi (“on kerre yüzbin ve dokuz kerre yüzbin akçe”) ödedikten sonra
mültezimlik yetkileri bu kez Yahudi Mois ve Franko‟ya devredilmiştir.Onyedinci yüzyıl sonlarına doğru Osmanlı
Devleti‟nin yeniden fetih politikasına dönüşüyle birlikte Marmara adalar topluluğu Rumlarının da hayatı değişmeye
başlamıştır. 1682 yılında Viyana kuşatması hazırlıkları esnasında Marmara Adası Rumlarından da sefere hazırlık
için avarız vergisi alınmaya başlandığı ve Rumların donanmaya kürekçi olarak toplandığı görülmektedir. Padişah 4.
Mehmed (1648-1687) tarafından Galata Kadısı‟na gönderilen
fermanda Marmara Adası nahiyesinden 46 hanenin avarız
vergisi ödemek üzere seçildiğinden söz edilmektedir.
Geleneklere göre her hane birer kürekçi verecek ya da 429
avarız akçesi ödeyecektir. Fermanda bu paranın Kadı tarafından
toplanıp tersane görevlilerine verilmesi buyrulmakta ve
Kadı‟dan paraların tersane görevlilerine verildiğine dair bir
temessük alınması söylenmektedir. Vergisini ödeyenlerin deftere
kayıtlarının alındıktan sonra avarız haricinde her haneden 15
akçe de tersane harcı ve 10 akçe de mübaşir harcı alınması
emredilmektedir. Yine 1689 tarihli benzeri bir belgede İmralı,
Kapıdağ ve Marmara Adası‟nda toplam hane sayısının 1075 ten 772‟ye düştüğü görülmektedir. Alınması gereken
verginin ancak üçte biri toplanabildiği ve geriye kalan 154.000 akçenin toplanamadığı rapor edilmektedir. Vergiler
ödenemediği için Sultan 4. Mehmed vergi indirimine gider ve 26.000 akçe daha toplandıktan sonra kalan vergi
borcu “hallerine merhamet bâbında” affedilir. Ancak Osmanlı Devleti‟nin Avusturya, Venedik, Lehistan ve Rusya
102
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
ile girdiği mücadele sürekli yeni vergi kalemleri ortaya çıkarmasına neden olmuştur. Nitekim yine 1689 tarihli bir
emirnameyle mezkûr adalar ve çevresinden imdadiye-yi seferiye (avarız) vergisi istenmektedir. Bu tür bir vergiyle
yeni karşılaşan halk, vergilerini yıllardır odun olarak yolladıklarını söyleyerek, “biz matbah-ı âmireye odun viririz
imdadiye seferiye virmeğe iktidarımız yokdur” derler. Ancak kendilerine cevap olarak bu odunların cizye ve nüzul
karşılığında ödendiği, imdadiye seferiye‟nin başka bir vergi kalemi olduğu, devletin acil paraya gereksinim
duyduğu için hane başına iki kişiden ve kişi başına da 150 akçe olarak nakit para istendiği belirtilir.
Marmara Adası‟nda bulunan ve şu anda Bandırma Arkeoloji Müzesi‟nde korunan mezar taşları da Marmara
Adası‟nın Ege havzasından çeşitli sebeplerden göç aldığını kanıtlamaktadır. Örneğin, 1. Papachristou tarafından
okunan Sakız Adası doğumlu Maria Kavaliotou‟ya ait mezar taşı yazıtının bir kısmı şöyledir:
ΔΗ ΠΡΟΠΟΝΣΗΓΑ ΔΠΔΤΑ
ΑΦΑΛΔΗΑΝ ΝΑ ΣΤΥΩ
ΒΑΒΑΗ ΚΑΗ [Δ]ΓΩ ΣΟΝ ΘΑΝΑΣΟΝ
ΔΜΠΡΟ ΜΟΤ ΣΟΝ ΔΤΡΗΚΩ.
ΑΦΗΝΩ ΠΗΟΝ ΤΕΖΓΟΝ
ΔΗ ΓΖΝ ΣΖΝ ΑΛΛΟΣΡ[Η]ΑΝ
ΠΟΡΔΤΟΜΑΗ ΣΟΝ ΟΤΡΑΝΟΝ ΣΖΝ
ΜΟΝΖΝ ΚΑΣΟΗ[ΚΗ]ΑΝ.
ΚΑΣΑΓΩΓΖ ΜΟΤ ΥΗΑΚΖ,
ΦΔΤ ΘΑΠΣΟΜΑΗ ΣΖΝ ΓΑΛΗΜΖ
Ω ΞΔΝΖ ΔΗ ΣΖΝ ΞΔΝΖ ΓΖΝ.
[…]
ΔΓΔΝΝΖΘΖ ΔΝ ΥΗΩ ΣΖ 15 ΑΤΓΟΤΣΟ[Τ] 1854
ΔΚΟΗΜΖΘΖ ΔΝ ΚΤΡΗΩ ΔΝ ΓΑΛΗΜΖ ΣΖ 4 7ΒΡΗΟΤ 1881.
ΑΗΩΝΗΑ ΟΤ Ζ ΜΝΖΜΖ
Korunmak için Marmara Denizi‟ne geldim Heyhat, burada da ölümü karşımda buldum. Arkamda bu yabancı yerde
kocamı bırakıyorum
Gökyüzüne doğru gidiyorum, ebedi istirahatgaha. Memleketim Khios‟tur (Sakız) Heyhat, Galimi‟de, yabancı bir
yerde bir yabancı olarak gömülüyorum.[…] 15 Ağustos 1854‟te Sakız‟da doğdu Galimi‟de [Çınarlı] 4 Eylül
1881‟de vefat etti Hatırası daim olsun.
Marmara Adası, kalabalık Rum nüfusuna karşın Prokonnesos Metropolitliği‟nin merkezi değildi. Gedeon‟un 1824
yılından itibaren bağımsız bir metropolitlik olduğunu belirtmesine dayanan Hasluck aynı bilgiyi yineler. Ancak
metropolitliğin merkezi Paşalimanı Adası‟ndaki Aloni olmaktadır. Bu durum 1900 yılında Marmara kasabasının
Patrikhane‟ye başvurusu sonucu kısmen değişmiş ve
metropolitin, yılın altı ayını Aloni‟de ve diğer altı
ayını Marmara‟da geçirmesine karar verilmiş;
bununla birlikte ada merkezindeki Taksiyarhis
Kilisesi, Marmara‟daki metropolitlik kilisesi ilan
edilmiş, Aloni‟deki Agios Georgios Kilisesi eyaletin
metropolitlik kilisesi olmaya devam etmiştir.
Lozan Mübadelesi Öncesinde Marmara Adası
Nüfusu
Adanın 19. yüzyılda yaşadığı canlanma sonucunda
nüfusu yüzyıl sonunda 9.000‟e ulaşmıştır. Osmanlı
salnamelerinden öğrendiğimiz kadarıyla adada 1898 yılında 8355 Rum, 340 Müslüman yaşamaktadır. Aynı yılın
salnamesinde adada 1693 ev, iki cami, 14 kilise, bir havra, bir hamam, altı su değirmeni, iki yel değirmeni, 515
erkek 183 kız öğrencinin okuduğu dokuz okul bulunduğu not edilmiştir. 1906 yılında Ksenofanis dergisinde
yayınlanan bir yazıya göre ise Marmara Adası‟nın nüfusu 13.504 kişiye ulaşmıştır. Aktarılanlara göre nüfusun 280‟i
Müslüman, 250‟si Yahudi, gerisi Rumdur. Adadaki Yahudiler
hakkındaki en eski nüfus bilgileri 1821 yılına aittir. Buna göre
adada sadece 5 Müslüman 25 de Yahudi aile bulunmaktadır .
Hasluck 1907‟de adada 30 Yahudi, 40 Türk hanesi
bulunduğunu söylemektedir. Adada yaşayan Müslümanların
sayısı 250-300 civarında olduğuna göre Yahudilerin sayısı da
buna yakın olmalıdır. Cuinet, “Erdek kazasında” 1890‟lı
yıllarda 492 Yahudi yaşadığından ve 50‟si erkek 22‟si kız
olmak üzere 72 öğrencili iki okula sahip olduklarından bahsetmektedir. Her ne kadar Cuinet “Erdek kazası” derken salt Marmara Adası‟nı kastetmemişse de Erdek’te
Yahudi köyü olmadığından bu insanların Marmara‟daki Yahudi cemaatini temsil ettiklerini düşünebiliriz.
Marmara Yahudilerinden kalan bazı maddi eserlere İstanbul Balat‟ta rastlanmaktadır. Bunlar arasında Yanbol
Sinagogu‟ndaki On Emir tablosunun üzerinde 5564 (1904) tarihi ve alt kısmında da Kal Kadoş Marmara Şel Aaron
Eskenazi yazısı okunmaktadır. Muhtemelen burada adı geçen Aaron Eskenazi, Aaron Kaptan olarak bilinen kişidir.
Mavnacı Kemal Kaptan olarak bilinen bir diğer adalı Yahudi de Balat‟a yerleştiği zaman evinin kapısına üzerinde
Marmara Furtuna 1933 yazan gemi betimli bir mermer levha koydurmuştur..
***
Referanslar – Güney Marmara Adaları eseri
Ulaş Töre Sivrioğlu
Mustafa Akçaöz
Ioannis Papachristou
Ahmet Bilir
Oktay Dumankaya
Serkan Gündüz
KYZİKOS
Kizikos (Grekçe: Κύζικος),
günümüz Erdek ilçesi
yakınlarında, Marmara
Denizi kıyısındaki Misya bölges
i antik kentlerinden birirdir.
Eskiden Arteka adını taşıyan
kentin kalıntılarına Türkler
Belkıs Sarayı olarak
isimlendirmiştir.
Yeri
Balıkesir İli, Erdek İlçesi
sınırlarında, Antik Arktonesos
(Kapıdağ) yarımadasının Erdek ve Bandırma körfezleri arasındaki bataklığın kuzeyinde yer alır. Mysia Bölgesi,
Propontis (Marmara Denizi) kıyılarından, güneyde Thyateira‟nın (Akhisar) kuzeyine uzanan, kuzey batıda Granikos
(Kocabaş Çayı), güney batıda Ege Denizi, doğuda Rhyndakos (Orhaneli Çayı-Koca Dere) ile çevrelenmiş büyük ve
verimli bir arazidir. Bölgeyi güneyden kuzeye kateden Makestos (Kocaçay) ve batı kısımda yer alan Aisepos
(Gönen Çayı) da bu verimli araziyi sulamaktadır. Öte yandan, bölgenin kuzey yarısında yer alan Manyas ve Ulubat
Göllerinin çevresi de tarıma çok elverişli sulak arazilerle çevrilidir.
Konumu ve Çevresel Özellikleri
Propontis’te önemli bir stratejik konuma sahip Arktonessos’un anakaraya bağladığı kıstağın hemen kuzeyinde yer
alan Kyzikos, bugün “Belkıs” ve “Balkız” olarak da anılmaktadır. Kentin yerleşim alanı kuzeyde Dindymos Dağı
(Ayı Dağı), Hamamlı ve Belkıs (Yeniköy)
köyleri; batıda Erdek Körfezi ve Düzler
Köyü, güneyde Erdek-Edincik-Bandırma
karayolu; doğuda Aşağıyapıcı Köyü ve
Bandırma Körfezi ile sınırlanmıştır. Kyzikos,
bulunduğu konum nedeni ile Propontis
denizi, (Marmara denizi) küçük Asya‟nın batı dünyasına açılmasını sağlayan en önemli etkenlerden bir tanesidir.
Tam bu noktada kentin coğrafi konumu ve korunaklı limanları, Hytos, Panarmos ve Thrakisos5 sayesinde antik
dönemden itibaren Propontis de daima söz sahibi olmuş, verimli topraklarının yanı sıra ilk dönemlerden beri gelişen
Karedeniz ile yapılan deniz ticareti6 ile
zenginleşerek Anadolu‟nun en önemli
kentlerinden biri olmayı başarmıştır.
Strabon, Kyzikos‟un bu durumunu,
güzellik, büyüklük ve yönetimin
mükemmelliği ile Asya‟nın en önemli
kentleriyle yarışır durumda olduğunu ve
kentin yerleşim düzeninin Rhodos,
Massalia ve Karthago ya benzediğini
söyler. Tüm bunların yanı sıra, M.Ö. 6
yüzyılın ortalarından itibaren bastığı
elektron sikkeler kentin hem ticaretinin gelişerek zenginleşmesine hem de ünlenmesinde önemli katkı sağlamıştır.
Kentin antik coğrafyası hakkında birçok bilgi veren Strabon, kentin çevresinin beş yüz stadion genişliğinde
olduğunu, şehrin güney kısmının bir düzlükte, kuzey kısmının ise Arkton Oros dağı yamaçlarına kurulduğunu
belirtir. İki köprüyle ana karaya bağlanan bir ada üzerin ‟de, limanlarının yanı sıra iki yüzden fazla geminin
barınabileceği doğal bir koya sahip olduğunu belirtmiştir. Bu noktada şehrin üzerinde kurulduğu toprak parçasının
bir ada mı yoksa bir yarım ada mı olduğu antik kaynaklar tarafından tartışılan bir konu olmuştur.
Tarihçe
Antik Çağ’ın büyük coğrafya bilgini Amasyalı Strabon, M.S. 17-18 yıllarında yazdığı sanılan ünlü Coğrafya adlı
kitabında şöyle ifade eder: “Kyzikos, Propontis’te (Marmara Denizi) bir ada olup, kıtaya iki köprü ile bağlıdır.
Köprülerin yakınında aynı ismi taşıyan, gerektiğinde kapatılabilen iki limanı ve iki yüzden fazla gemiyi alabilecek
büyüklükte barınağı bulunan bir kent vardır” der. Kyzikos’un büyüklüğünden, güzelliğinden, yönetiminin
mükemmelliğinden” söz eder.
Strabon, “Geographia” adlı eserinde,Homeros’a göre Troia toprakları, Kyzikos kentinden Aisepos Irmağı’ndan sonra
başlar. İda’nın eteklerindeki Zeleia’da yaşayanlar, Aisepos’un kara sularından içen Aphneler, Troialılar, bunlar
da Lykaon’un şanlı oğlu Pandaros tarafından
yönetildiler. O (Homeros), bunları Lykialılar
(Troas’ta Troialıların müttefiki olarak yerleşmiş
olan Lykialılar) da der. Onlara, Aphnitis Gölü
(Manyas Gölü)’nden ötürü ‘Aphneler’ dendiği
de zannedilmektedir. Daskylitis Gölü(Kuş
Gölü)’de bu adla anılır.” demektedir. Buna göre
Troia’nın tam olarak nerede
olduğunu Çanakkale’den ziyade, daha yukarıda,
Marmara Denizi kıyısında aramak gerekir.
Ünlü yazar Heredot kaynaklı bilgiler,bölgenin
M.Ö. 7. yüzyılın başlarında,”Didumus Dağı”
eteğinde Kyzikos şehrinin egemenliği altında olduğu gözükmekte.Artake gibi Kyzikos şehri de ismini
kurucusundan almış. Kyzikos‟un yaptırdığı eserler arasında Hadrian Tapınağı, Kyzikos Amfitheatrı, Altıköşe
kuleler, Bouleuterion, Palata Çeşmesi, Agios Nikolas Kilisesi, Muhle Kalesi (Muhla Kalesi), Zeytin adasında yer
alan Meryem Ana Klisesi ve genç vaftiz havuzu bulunuyor.
Kyzikos adı ve halkın kökeni
Antik çağda, bulunduğu bölge açısından oldukça önemli bir konuma sahip olan Kyzikos kentinin, kimler tarafından
kurulduğu, gerek antik kaynaklar gerekse günümüz arkeolojik verileri ışığında çeşitli yorumlara açıktır. Her ne
kadar tam olarak kazı ve bilimsel çalışması yapılmamış olsa da, kentte M.Ö. 2500 yıllarına tarihlenen bir höyüğün
varlığı bilinmektedir. Tarihin her döneminde insanlar tarafından iskân edilen bu bölgeye özellikle, M.Ö. 1200
civarlarında yoğun bir göç dalgası yaşandığı bilinmektedir. Bu göç dalgası sonucu özellikle Thrak kavimleri olan
Mysler, Bytinler, Phrigler, Dolionlar ve Mygdonlar M.Ö. 3 yüzyılda yaşanmış olan Apollonios Rhodos tarafından
yazılan Argonautlar efsanesi Troia savaşından önce altın postu aramaya çıkan kahramanlar‟ın çeşitli maceralar
dâhilinde Kyzikos‟a uğramalarını konu alan bölümünde buranın halkı için, Dolionisler ülkesi adını kullanmaktadır.
Efsanede Argonautlar‟ın gemileriyle yanaştığı ülkelerden biri de soyca kökeni Poseidon‟a dayanan ve adı Kyzikos
olan kralın ülkesidir. Bir süre burada kalan Argonaut lar ülkeden ayrıldıktan sonra, ters esen rüzgârla geri gelmişler,
105
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
kent sakinleri ise onları gecenin karanlığında korsan sanarak savaşa tutuşmuşlardır. Bunu duyan kral Kyzikos‟ta
savaşa katılmış fakat İason tarafından öldürülmüştür. Ölen kralın anısını yaşatmak içinde şehre Kyzikos adı
verilmiş. Kral öldükten sonra kent Pelasglar tarafından saldırıya uğrayarak işgal edilmiştir. Bir başka görüş ise
Dolionların, Pelasgların bir kolu olduğu yönündedir. Antik kaynaklardan Strabon‟da Kyzikos ve çevresinde yaşayan halk için Dolionlar demektedir. Aynı Strabon, Troia
savaşından sonra Kyzikos dolaylarının Phirigyalı lar tarafından kolonize edildiğini söylemektedir. Kyzikos‟ta bulunan M.Ö. 6. yüzyıla ait bir yazıt üzerindeki, Phirigyalı iki tüccarın yaptıklarının
anlatılması buradaki Phirig varlığını kanıtlamaktadır. M.S. 3. veya 4. yüzyıl da yaşayan Eusebios bölgeye yerleşen
Dolionlar dan dolayı bölgeye Dolionia dendiğini söylemektedir. Aynı zamanda Eusebios, kentin ilki M.Ö. 756
ikincisi ise M.Ö. 679 yılında olmak üzere Miletoslular tarafından iki defa kolonize edildiğini bildirir. İkinci
kolonizasyon Kimmerlerin M.Ö. 7. yüzyılın başlarında , Güney Marmara bölgesinde yerleşerek, zamanla bölgenin
farklı kısımlarına adlarını vermişlerdir. Bu halklar içerisinde özellikle Dolionlar, her ne kadar Heredot Tarihinde
adları geçmese de, Kyzikos kentinin kuruluşu açısından üzerinde durulması gereken bir kavimdir. Dolionlar‟ın
çeşitli kaynaklarda Thrak kökeninin yanı sıra
Thesalyalı olabilecekleri de dile getirilmiştir.
Anadolu’da yaptıkları saldırılar sonrasında
harap olmuş ve muhtemelen M.Ö. 670
civarında tekrar kurulmuştu. Yine Strabon
Lampsakos‟lu Anaksimenes‟e dayandırarak
Kyzikos‟un Miletoslular tarafından kolonize
edildiğini söyler ama tarih vermez. Bazı
görüşler ise M.Ö. 670 -680 arası bir defa
kolonize edildiği yönündedir. Kyzikos‟ta
yapılan ilk dönem araştırmalar sonucunda
burada ele geçen bir takım Geç Geometrik
Dönem seramiklerine göre, Kyzikos M.Ö. 7 yüzyılın ilk çeyreğinde Miletoslu‟lar tarafında kurulmuş olmalıdır.
Tarihi Olaylar
1. M.Ö. 790-Miletoslu göçmenler, Kyzikos ve Prokonnes”te koloniler kurdu. M.Ö. 680-Kyzikos”a büyük bir
Miletos göçmen grubu daha geldi. Kyzikos”un “Altın çağı” başladı.
2. M.Ö. 410 Kyzikos”u saran Persler”e karşı yardıma gelen Atinalı Alkibiades Bandırma Körfezinde yaptığı
deniz savaşını kazandı.
Kronolojik tarihi
Antik kent Kyzikos Homeros‟un İlyada‟sından Anadolu‟nun en eski halkı Mysialıların Trakyalılarla akraba
olduğunu Strabon‟dan ise kentin ilk
sakinlerinin Trakya‟dan gelen Dolion‟lar
olduğunu öğreniyoruz. Miletos‟un kurduğu bir
koloni kenti olan Kyzikos‟un kuruluş tarihi ise,
burada ele geçen seramik buluntularına göre
M.Ö. 7. yüzyılın ilk dörtlüğüne verilir.
Kizikos antik şehri ve antik liman
M.Ö. 561-546 yılları arasında Lydia kralı Kroisos tarafından vergiye bağlanan Kyzikos, daha sonra Pers
egemenliğinde olan Daskyleion‟un idaresi altına girer. M.Ö. 498 deki Milet tiranı Aristogoras‟ın önderliğindeki İon
isyanı ile Perslere bağlı birçok kent bağımsızlığını ilan eder.
Lade Savaşı‟ndan sonra Fenike donanması tarafından Miletos
yıkılınca Kyzikos, Daskyleion satrabı Oebareus‟a boyun eğer.
M.Ö. 478-477 yıllarında kurulan Attika-Delos Deniz Birliği‟ne
9 talent vergi ödeyerek birliğin üyeleri arasına katılır. Bu
durum Peleponnesos savaşlarına kadar sürer. Ancak Atina,
savaşlar sırasında eski gücünü kaybettiği için Anadolu kentleri
de birlikten tek tek ayrılırlar. Bu durum karşısında Atinalı
Alkibiades, önce Spartalılarla daha sonra da Pers kralı
Tisaphernes ile anlaşarak Kyzikos‟u zapteder. M.Ö. 386
yılında Kyzikos tekrar Pers egemenliğine girer ve bu durum da
M.Ö. 364 yılına kadar devam eder. Bu tarihte kent, Daskyleion
satrabına karşı başarılı bir savunma göstererek Pers
boyunduruğundan kurtulur. Kent, M.Ö. 362 yılında
bağımsızlığını ilan ederek en parlak çağını yaşar. Kyzikos‟un
Büyük İskender ile başlayan parlak dönemi barış içinde geçer.
İskender‟in ölümünden sonra M.Ö. 281 yılında Selevkosların müttefikiyken aynı yıl tekrar tam bağımsız bir
görünüm kazanır. Bu dönemde Bergama ile iyi ilişkiler içine girilir. Kyzikos‟un huzur dönemi, M.Ö. 85‟lere kadar
sürer. Bu tarihlerde kent Roma hakimiyetine geçer. M.Ö. 73 yılında Pontus kralı Mithridates büyük bir kara ve
deniz kuvveti ile Kyzikos‟u kuşatır; ancak Lucullus önderliğindeki Roma ordusunun yardımıyla kuşatmadan
kurtulmuştur. M.Ö. 20 yılında ise Oktavianus, Kyzikos‟un bağımsızlığına son verir. M.Ö. 15 yılında Agrippa
tarafından tekrar eski haklarına kavuşan Kyzikos‟un, M.S. 25 yılında Tiberius tarafından tekrar hakları elinden
alınır. Tiberius‟un ölümünden sonra Roma ile aradaki gerginlik sona erer. M.S. 124 yılında kenti ziyaret eden
Hadrianus kendisine gösterilen ilgiden memnun olur ve bu yüzden kente “Neokoria” ünvanını verir. Kent, M.S. 259
yılında başlayan Got akınlarından şiddetli geçen kışın yardımıyla korunmuştur; ancak M.S. 265 yılında başlayan
yeni bir Got saldırısı ile kent büyük
hasar görmüştür. İmparator
Diokletianus (M.S. 284-305)
zamanında ise Kyzikos, 33 kenti içine
alan Hellespontus eyalet merkezi olur.
Bu görkemli günler Byzantion‟un
Doğu Roma İmparatorluğu‟na başkent
olmasıyla sona erer. M.S. 376 yılında
Arianus taraftarları Kyzikos‟ta bir
konsül toplantısı yaparlar. Zamanla
siyasi varlığı azalan Kyzikos M.S.
546 yılında korkunç bir deprem yaşar
ve halkın çoğu kenti terk ederek
Artake‟ye yerleşir. Justinianus (685-695) zamanında yapılan idari sistem değişikliği askeri themalara (garnizon)
bölünen imparatorlukta Kyzikos M.S. 8. yüzyılda Nikaia Themasına bağlanır. M.S. 672 yılında kent, İstanbul‟u
(Costantinapolis) fethe gelen Araplar tarafından üs olarak kullanılır. 741, 943 ve 1063 yıllarında meydana gelen
şiddetli depremler Kyzikos‟ta taş üstünde taş bırakmaz ve halk kenti tamamen terk eder. Böylece birçok yapının
mimari parçaları İstanbul‟a taşınarak yeni yapıların inşasında kullanılır.
Ünlü kişiler
Kyzikos’lu Androsthenes, MÖ 200’larda Seleukos kralı 3. Antiochos zamanında
yaşadı.
Kyzikos’lu Eudoxus, MÖ 130, denizci ve kaşif.
Kyzikos’lu Gelasius, MS 5. yüzyıl kilise tarihçisi.
Kyzikos’lu Adrastus, bir matematikçi
Referanslar
1. Strabon, Georgaphika, Antik Anadolu Coğrafyası, (Kitap XII-XIII-XIV), Çev, Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul, 2012, s. 100
2. “Erdek Kizikos,Tekin Gün”. Arkeolojik çalışma yazısı-Mart 2008.
3. “Mysia-Kyzikos,Tekin Gün”. Mootol,Kültür Sanat-17 Aralık 2006.
AraŞtırma ve Kazı
Kentteki ilk incelemeler 1431 ve 1444 yıllarında Anconalı Cyriacus tarafından gerçekleştirilmiştir. Mysia‟daki
diğer arkeolojik araştırmalar gibi sınırlı ölçülerde olan epigrafi araştırmaları J. H. Mordtmann , S. Reinach, J. A. R.
Munro , Th. Wiegand , F. W. Hasluck ve L. Robert tarafından yapılmıştır. Adı geçen bilim adamları bölgeyi
gezmişler ve buldukları yazıtları yayınladıkları çalışmalarıyla bilim dünyasına kazandırmışlardır. J. Marquardt ise
1836 yılındaki çalışmasında Kyzikos antik kentini
tarihçesi, kalıntıları, dini ve festivelleriyle birlikte ele
almıştır. Ethem Bey ise İstanbul Müzesi‟nde bulunan
plastik eserlerin tanıtıldığı çalışmasını 1901 yılında
yayınlamıştır. Çalışmanın içinde bölgemize ait eserler
de vardır. Ayrıca, G. Mendel, İstanbul Müzesi‟ndeki
Grek ve Bizans eserlerinin kataloğunu yapmıştır.
Kentin ve kentteki yapıların tanımlanması adına 19.
yüzyılda Marquardt-Grigoriadir, F. W. Hasluck‟un
1910 yılında yayınladığı “Cyzicus” adlı çalışması da
önemli bir eserdir. Kenti, Kapıdağı yarımadası ile
birlikte ele alan; araştırmada yörenin tarihçesi, yapı
kalıntıları, dini özellikleri ile birlikte ele almıştır. Z.
Taşlıklıoğlu ise, “Anadolu‟da Apollon Kültü ile ilgili Kaynaklar” adlı çalışmasında tüm Anadolu‟dan topladığı
yazıtlar ışığında Apollon kültünü bölge bölge incelemiştir. Anadolu‟da Kybele kültünü araştıran M. J. Vermaseren
de elde ettiği verileri, “Corpus Cultus Cybelae Attidisque” adlı eserinde toplamıştır. Ekrem Akurgal tarafından
başlatılan kazılar 1950’li yıllarından sondajlar şeklinde devam etmiş. Reşit Mazhar Ertüzün, 1964 yılında
yayımladığı Kapıdağı Yarımadası ve Çevresindeki Adalar adlı kitabında, Kyzikos’un tarihçesine ve buluntularına
yer vermiştir. Ancak kitapta demir çağa ait buluntulardan ayrıntılı bahsedilmemiştir. 1989-1996 yılları arasında
Abdullah Yaylalı başkanlığında yürütülen kazılarda yalnızca Hadrianus Tapınağı ve çevresinde çalışmalar
yapılmıştır.
M. Cremer, bölgeden gelen tüm mezar stellerini
kabartmalarla birlikte tipolojik gelişim içinde incelemiştir.
M. Şahin, bölgenin önemli bir kenti olan Miletopolis‟te
yoğunlaştırdığı çalışmalarını 2000 yılında yayınlamıştır.
Çalışmasında Miletopolis kökenli mezar stellerinin ve adak
levhalarının tipolojik gelişimini figür tipleri ile birlikte
incelemiştir. N. Şahin, Numizmatik ve epigrafik buluntular
yardımıyla Anadolu‟da Zeus kültünü 2001 yılında
yayınladığı, Zeus‟un Anadolu Kültleri adlı kitabında
toplamıştır . Bu çalışmasında Zeus, tapınım gördüğü tüm
epithetleri ile birlikte ele alınmıştır. Erdek eski kaymakamı
R. M. Ertüzün, Kapıdağı ve çevresiyle birlikte Kyzikos‟un
tarih öncesi çağlarını, mitolojik anlatımlara da yer vererek ele alır. Tarih, arkeoloji ve epigrafik açıdan kentin
geçmişine ışık tutmaya çalışmıştır. 2006 yılından itibaren Nurettin Koçan tarafından kazılmaya başlanmıştır. 2013
yılı kazı programı Doç.Dr. Nurettin Öztürk kazı başkanlığında yapılan bilimsel kazılar ışığında gün yüzüne
çıkarılan Hadrian Tapınağı’ndan parçalar halinde ulaşılan sütun başlıklarından birinin sağlam olarak çıkarıldığı
gözlemlenmiştir. Yaklaşık boyutları 20 metre yüksekliğe sahip sütunların üzerinde yer alan başlığın, 1.90 metre
çapı, 2.50 metre yüksekliği ve 20 ton ağırlığı ile Roma dönemine ait çıkarılan en büyük sütun başlığı olduğunu
görülmektedir.
Tabakalanma
Buluntular – Kalıntılar
Kent, önceleri buraya yerleşen “Dolionlar” nedeniyle “Dolionis” olarak adlandırılmıştır. Miletos tarafından 756
yılında kurulmasının ardından, Kimmer saldırısına uğrayıp tahrip olmuş ve daha sonra Megaralılar tarafından 679
yılında tekrar kurulmuştur. M.Ö. 4. yüzyılda bağımsızlığını ilan etmiştir. Siyasi yönden güçlü olan kentin sanat
alanında da büyük atılımlar yaptığı söylenmektedir. Mimari kalıntıların yanı sıra, buluntulardan anlaşıldığı üzere
M.Ö. 6. yüzyılda heykeltıraşlıkta da önemli eserler ortaya koyulmuştur. Kentte inşa edilen tüm anıtsal yapılar, yakın
yöreden çıkarılan değişik renkteki mermerlerle bezenmiştir. Strabon, Kyzikos’ta Anadolu’nun diğer kentleri ile
rekabet edebilecek düzeyde üç mimari atölyenin varlığından bahsetmektedirÇanak çömlek
1957 yılında E. Akurgal tarafından bölgede yapılan sondajlarda Arkaik Dönem seramiği ile geç dönem seramikleri
karışık olarak ele geçmiştir. Ancak Arkaik
Kyzikos’un deniz seviyesinin altında kalması
nedeniyle burada araştırma yapmak imkansızdır.
Heykel/Kabartma: Beyaz mermerden yapılmış
heykel, 6 cm yüksekliğinde yaklaşık 35 cm
uzunluğunda, 23 cm genişliğinde oval bir kaide
üzerinde yer alır. 80 cm yüksekliğinde olan heykel
M.Ö. 6. yüzyılın ikinci çeyreğine ait olmalıdır. 1957
yılında E. Akurgal tarafından yürütülen kazılarda,
Arkaik Dönem’e ait mermer bir columna caelata ve
üzerinde dans eden gençlerin betimlendiği bir kabartma ele geçmiştir.
Mimari
Günümüzde kısmen de olsa izlenebilen kalıntıların başında Kyzikos’u dört yanda çevreleyen sur duvarları
gelmektedir. Bazı bölümleri M.Ö. 4. yüzyıla dek inen bu duvarların ayakta kalanlarının çoğu Roma ve Bizans
dönemlerindendir.
MİMARİ YAPILAR
Hadrian Tapınağı
Harian tapınağı, Bandırma-Erdek karayolu üzerindeki Düzler köyünün girişinde, yolun hemen kuzeyinde yer
almaktadır. MS 1. yüzyılda inşasına başlanan tapınak ile ilgili ilk bilgileri M.S. 2. yüzyıl yazarlarından Skolast
Lucianus notlarında yer almaktadır. Ayrıca
İmparator Augustus‟un kente verdiği
serbestiyi İmparator Tiberius‟un kaldırması
sonucu ortaya çıkan mali sıkıntılar
nedeniyle bitirilemeyen tapınağın
İmparator Hadrian‟ın yaptığı yardımlarla
tamamlandığı ve Kent M.S. 10.11.117
yılında meydana gelen deprem ile tahrip
olunca M.S.124 yılında Anadolu gezisine
çıkan İmparator Hadrian Kyzikos‟a
geldiğinde, kentin onarılması ve tapınağın
yeniden inşasına başlandığı antik
kaynaklarda geçmektedir. Böylelikle Anadolu‟da Pergamon ve Smyrna‟dan sonra İmparator tapınağı yapan kent
Kyzikos olmuştur. Tapınağın mimarisi mimar Aristainetos‟un denetiminde yapılmış, 8×16 sütunlu, dipteros planlı,
korinth düzenine göre inşa edilmiştir. Tapınak doğu-batı yönünde uzanan yedi galeri üzerine oturtulmuş, uzunluğu
116.23 m, genişliğinin ise yaklaşık 70 m olduğu görülmektedir. Yapılan araştırma kazı sonucu tapınağın çevresinin
düz mermer bloklarla döşenmiş olduğu belirlenmiştir. Araştırmalar tapınağın 2.50 m yüksekliği ile Roma
döneminin korinth düzenindeki en yüksek başlığa sahip olduğu antik kayıtlarda yerini almaktadır. Tarihcisi
Sokrates, tapınağın sellasında bulunan heykelden dolayı Hadrian‟ı Olympos‟un 13. Tanrısı olarak kabul etmektedir.
Aristides, M.S. 167 de Hadrian tapınağının kuzeyindeki Agora‟da yaptığı bir konuşmada tapınağın alınlığında,
yapının Hadrian‟a ithaf edildiğini belirten yazıtın olduğunu belirtmiştir. M.S. 6. yüzyıl ortalarında Byzantion‟un
siyasi ve ticari yönden öne çıkması sonucu gittikçe önemini kaybeden kent, aynı dönemde depremle de tahrip
olunca halk burayı terk etmeye başlamış, bu da kentin ve tapınağın yavaş yavaş unutulmasına neden olmuştur. 1431
yılında Kyzikos‟u ziyaret eden Cyriacus 33 sütunlu, sellasında tanrı heykeli olan üçgen alınlıklı tapınaktan söz
ederken, 1444 yılında ise sütunların ve duvarların büyük ölçüde tahrip olduğunu belirtmiştir.
Hadrian Tapınağı Kazıları
1994 yılı etkinliklerimizin ağırlığını Hadrian Tapınağı’ndaki sistemli kazılar oluşturdu. Onceki mevsim
çalışmalarımızda olduğu gibi, tapınak yıkıntısının güney kanadında belirlediğimiz plankarelerin güneydoğu bölüme
denk gelen Lll-IV, lll-IV, K.III-V ve kısmen de 1993’te kazılan H.I1 ve H.I11 plankarelerde yaptığımız kazılardaki
amaç, güneydoğu köşeyi bulmak ve doğu cephe doğrultusunda çalışmalarımızı sürdürmekti. Amaçlanan yere
plankarelerinde varıldı ve doğu yüze ulaşıldı. Anılan
alanda yıkıntıların yüksekliği yer yer 2.50 – 3.00 m
ye ulaşmasına karşın, dönem belirleyici özgün bir
katmanlaşmayı tanımlayabilecek bir sıralama
gözlemleyemedik. Ustte daha çok günümüz
köyatıkları ve yoğun çalılıktan oluşan dolgunun yanı
sıra, tapınak yıkıntılarının her tarafında karşılaşıldığı
üzere, mermerlerin yakıldığı kireç ocaklarından
geriye kalan küçük mermer parçaları büyük
çoğunluktaydı. Ancak 1.00 m kadar derinliğe
inildiğinde Bizans çağı kalıntılarıyla tapınağa ait
büyük mermer bloklara ulaşılabildi. Yakın zaman
atıkları dikkate alınmazsa, kazılan alanda ortaya çıkarılan bulgular iki dönemi ilgilendirmektedir: Bizans ve Roma.
1994 kazılarının Orta Çağ’a ait kalıntıları H.I1, I.I1 ve III plankarelerinde ortaya çıkarılan üç adet sivri dipli
depolama küpü (pithos) ve H.I1’de belirlenen kiremit örgülü mezardan oluşmaktadır. Yaklaşık 1.00 m derinliğe,
1.00 m ağız çapı ve 1.10 m karın genişliğine sahip kalın duvarlı pitoslar tamamen toprakla dolu olup, üstteki
dolgunun baskısıyla kırılmış durumdaydılar. Parçaları tamamen bulunan bir örnek, onarmak ve tamamlamak
amacıyla kazı deposuna alındı; diğerleri göçük tehlikesi nedeniyle, gelecek yıl çıkarılmak kaydıyla, toprak altında
bırakıldı. Önceki kazı çalışmalarında çok sayıda örneklerini ortaya çıkardığımız tipik Bizans çağı kiremit örgülü
mezarlarından bir tane daha ortaya çıkarıldı. Orta Çağ’ı ilgilendiren kalıntılardan tapınak çevresinin bu dönemde de
yerleşime açık olduğu ve depremlerin yanı sıra, kısmi yıkımın da etkili oldukları anlaşılmaktadır. Ancak yıkımın
boyutları hakkında kesin belirlemeler yapmak zordur. Bilinen, tapınağın bir zamanlar kilise olarak kullanıldığı ve
M.S.15. yüzyılda kısmen ayakta olduğudur. Tapınağın Roma Dönemi’ni ilgilendiren bulguları, aşınmış olmaları
nedeniyle işlevleri hakkında kesin yargılar yürütemediğimiz özgün yapısına ait mimari öğelerdir. Bu mevsim
çalışmalarımızda kaydedilen en önemli aşama, güneydoğu köşede ve plankarelerinde yapılan kazılar sonucunda
doğu önyüze ulaşmış olmamızdır. Bu alanda yapılan çalışmalar kaydınldığında, krepis basamaklarının bittiği
noktadan itibaren yatay düzenlenmiş 2.10 x 2.96 m ölçülerinde, olasılıkla taban işlevli döşenmiş yekpare mermer
bloklara ulaşılmıştır.
Amfiteatr
Anadolu‟daki üç örnekten biri olan Amfiteatr, dıştan dışa 155 x 180 m ölçülerinde, elips
şeklinde olup doğu ve batı yöndeki oturma basamakları yamaca, dere yatağından dolayı
güney ve kuzey yönlerdekiler ise güçlü ayakların taşıdığı tonozlar üzerine oturtulmuştu,
günümüzde kalıntıların en dikkat çekeni, çok uzaklardan görülebilen, derenin
doğusunda yer alan yaklaşık 25 m yüksekliğindeki tonoz ayağı bulunmaktadır. Birinci
ve ikinci katın tonoz başlangıçları görülebilen ayağın birinci katının dış yüzü yaklaşık
0.40 m kalınlığında, uzunlukları farklı, dış yüzü hafif bombeli granit bloklarla
kaplanmıştır. Bu tonoz ayağı ile hemen doğusunda yer alan ayak arasındaki boşluk 7.60 m‟dir. Diğer kısımlarda da
bazı tonoz ayakları günümüze ulaşmıştır. Kyzikos Amfiteatr‟ın, Pergamon örneği gibi dere yatağına inşa edilmiş
olması nedeniyle, gladyatör oyunlarının yanı sıra deniz savaşı oyunlarının oynanması için de kullanıldığı antik
kaynaklarda geçmektedir. Kalıntıları görülen Kyzikos amfi,tiyatro inşasına M.S. 117 depreminden sonra başlanmış,
MS 155 de meydana gelen Bandırma ve çevresini etkileyen depremden sonra onarılmış veya tamamlanmış olduğu
sanılmaktadır.
Tiyatro
Kentin kuzeye doğru yükselen kısmına, sahne binası güneyde yer alacak şekilde, akropolün güneydoğusuna inşa
edilmiştir. İnşa edilen yer Hellenistik
mimari özellikler taşıyan tiyatro dıştan
dışa kaveası 145 m, orkestrası 55 m
çapında olduğu görülmektedir. Harabe
halindeki kaveanın çevre duvarı ve
diazomaya ait duvarların bazı parçaları
ile sahne binasından geç döneme ait
birkaç bezeme parçası
görülebilmektedir. Ch. Texier,
tiyatronun fazla tahrip edilmiş olduğunu
ve ancak 2-3 oturma basamağının
görülebildiğini belirtmiştir. Yapılan
araştırmalar sonu sadece bir basamağı görülebilen sahne binasının bulunduğu kısımdaki kalıntıların fazlalığı bunun
iki veya üç katlı olabileceğini göstermektedir. Ortaya çıkartılan
mimari bezeme parçaları tiyatronun, en azından özenle yapılmış
görkemli bir sahne binasının olduğunu kanıtlamaktadır.
Tiyatronun orkestra kısmında, Hadrian ve Antoninler dönemine
ait mimari bezeme parçaları bulunmuştur. Hellenistik Dönem‟de
inşa edilean tiyatro, Hadrian döneminde yenide inşa edilmeye
başlanmış ve inşaat Antoninler döneminde de devam etmiş
olabileceği sanılmaktadır.
Agoralar
Kyzikos antik kentinde iki agora tespit edilmiştir. Güney Agora, Hytos limanının doğusunda, kenti güneyden
kuşatan surun bitişiğinde yer almaktadır. Sur duvarı
aynı zamanda Agora‟nın güney duvarı olarak
kullanılmış. Agoranın içten içe uzunluğu güney 220 m,
kuzey 225 m, genişlik ise doğu 67 m, batı 75 m‟dir.
Dikdörtgen planlı agoranın güneyi sur duvarı olup
diğer üç yöndeki duvarların genişliği yaklaşık 2.00-
2.50 m arasında değişmektedir. Agorada yapılan
çalışmalarda bulunan bir bezeme M.S. 1. yüzyıl
ortalarının, korinth sütun başlığının üslubu ise M.S. 2.
yüzyılın ilk yarısının özelliklerini göstermektedir. Hadrian tapınağının kuzeybatısında yer alan Hadrian Agorasının
da genişliğinin yaklaşık 82.50 m olduğu tespit
edilmesine karşın, aşırı tahribat nedeniyle uzunluğu
belirlenememiştir. Bu yapılar dışında kentte Bouleterion,
Metroon, Gymnasium, Mozaikli yapı ve Pankratin anıtı
gibi yapılar da yer almaktadır.
Limanlar
Strabon, kentin iki limanının iki yüzden fazla gemiyi barındırdığını bildiriyor. Ancak Kyzikos kentinin antik
dönemde iki değil, üç limana sahip ender kentlerden biri olduğunu biliyoruz. Bunlardan Thrakikos dışında özellikle
Hytos ve Panormos
limanları, rüzgârlara karşı oldukça korunaklı olduğundan bahsetmektedir.
Antik Çağ‟da bölge ticareti ve sahip olduğu konumu ile Kyzikos tarihte adından çok söz ettirmiştir. Bu konumu nedeniyle de hem Çanakkale Boğazı
(Hellespontos) hem de Marmara Denizi‟ni (Propontis) kontrol noktasında deniz ve kara ile iç içe olmuş ve Arkaik dönemden Doğu Roma İmparatorluğu dönemine kadar önemli bir merkez olarak kalmayı başarmıştır. Kyzikos antik kentinin yukarıda saydığımız özelliklere sahip olmasında
şüphesiz limanlar önemli bir rol üstlenmişlerdir. Bu katkılar sadece ekonomik yönden değil kültürel ve siyasal
açılardan da kentte kendini göstermiştir. Sahip olduğu stratejik konumunun yardımı ile Antik Mysia bölgesinin
deniz ticaretini elinde tutan kentin güneybatısındaki Hytos, güneyinde kara içerisinde kalan Panarmos ve
güneydoğusunda sualtındaki Thrakikos limanları bunun en büyük göstergesidir. Günümüzde mendireği tamamıyla
su altında kalan ve antik dünyanın deniz ticaretinde son derece önemli bir yere sahip olan Hytos Limanı sayesinde Çanakkale Boğazı üzerinden Ege ve Akdeniz kıyılarındaki
kentlerle deniz ticareti yapılabilmiştir. Liman hakkındaki bilgiler antik kaynaklardan ve 2009 yılında Kyzikos kazı ekibi ve Bursa
Uludağ Üniversitesi Arkeoloji bölümünün ortak olarak gerçekleştirdiği sualtı araştırmalarından elde edilmiştir. Limanın güneybatıkuzeydoğu doğrultulu mendireği, kesme taş, moloz taş ve harç kullanılarak yapılmıştır. Hytos Limanının mendireğinin kuzeyi yani karayla
olan bağlantılı kısmı tamamen kumlar altında kalmıştır. Sualtındaki araştırmalar ve temizlik çalışmaları sırasında
mendireği meydana getiren ve 1.00 m ile 2.50 m arasında değişen ölçülere sahip olan blok taşlarının neredeyse tamamı midye, denizyıldızı ve yosunlarla kaplanmış durumdaydı. Mendireğin
güneybatı ucundan başlayarak karaya doğru yaklaşık 238 adet blok taştan meydana geldiği tespit edilmiştir. Bu taş bloklar üzerinde zıvana ve kenet izleri saptanmasına karşın yapılan su altı araştırmalarında taşların birbirine bağlanmasını sağlayan demir ve ya
kurşunla karşılaşılmamıştır. Blok taşların
iç kısımlarında kalan moloz taşlar Roma harcıyla birbirine bağlanmıştır. Mendireğin güneydoğu ucunda deniz yüzeyine yakın bir derinlikte, 1.00 x 0.95 m. ölçülerinde kare formlu üç delikli bir de taş çapa
bulunmuştur. M.Ö. 5. yüzyılın sonlarında kentin yaşadığı en büyük deniz savaşı olan “Kyzikos Savaşı”nda Atinalı Alkibiades‟in donanmasının Kyzikos limanlarına
demirlemesi Hytos Limanının Klasik Dönemlerden itibaren kullanıldığına işaret etmektedir. M.S. 7. yüzyılda Emeviler Dönemi‟nde Konstantinopolis‟in (İstanbul)
Araplar tarafından kuşatılması sırasında Arap donanmasının Kyzikos‟u üs olarak kullandığı ifadesi ise üç liman içerisinde en uzun süre kullanım gördüğünü ve işlek bir liman olduğunu göstermektedir. Kullanılan malzeme, yapım tekniği ve Kyzikos Antik Kenti‟nin tarihi
ışığında mendireğin M.S. 1-2. yüzyıllarda Hadrian Döneminde yoğun olarak kullanıldığı düşünülmektedir.
Ortaçağ‟ın yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu döneminde de kullanıldığı düşünülen, bu limanla ilgili daha kesin
sonuçlar ileride yapılacak kazı ve sondajlarla ortaya konulacaktır.
Akropol
Günümüze gelen kalıntılara göre akropol, kentin kuzeyinde, en düşük seviyesi denizden ortalama 50 m. yüksekte
olan kısımda yer almış olmalıydı. Kuzey, doğu ve batısı kent surları ile çevrilmiş olan bu kısım kentin en yüksek
bölümünü oluşturmaktadır. Akropolün batısında yaklaşık 35 m uzunluğundaki sur duvar üzerinde yer alan 1.22 m
genişliğinde ve 2.64 m yüksekliğinde, üzeri kemerli kapı (Akropol Kapısı) hemen kuzeybatısında bulunan
Amfiteatr‟a açılmaktadır.
Sur duvarları kazıları
Kentin doğu, kuzey ve batı sur duvarlarının saptanması amacıyla, bu kısımda araştırmalara devam edilmiştir. Ancak
küçük parçalar halinde saptanabilen sur duvarı kalıntıları izlenerek kent planına işlenmiştir. Bu araştırmalar sonucu
son yıllara kadar, Thrakikos Limanı’nın bulunduğu kısımda sur duvarlarının içinde yer almış olduğu sanılanv
tersanenin, sur duvarı dışında kaldığı ortaya konmuştur. Ancak tersaneye ait
herhangi bir kalıntı tesbit edilememiştir. Bu kısımdaki sur duvarları genelde içte
harç ve moloz taş, dış kısımda ise 1.50 x 0.50- 0.45 m ölçülerinde taş kaplamalarla
ötülmüştür. Duvar kalınlıkları ise 2.50 – 3.50 m arasmda değişmektedir. Bazı
kısımlarda sur duvarlarınıniç dolgu kısımlan 6.00 m yüksekliğinde korunmuştur.
Yapılan yüzeyaraştırmalarında yukarıda anılan mimari yapılar dışında heykel ve stel
parçaları ile mermer su künklerine ait bazı kısımlar da bulunmuştur.
Sulubodrum
Halk arasında bu isimle anılan ve işlevi tam olarak bilinmeyen, yoğun çalı ile kaplı olan ve toprak seviyesinin
aşağısında yer alan bu yapının günümüze gelebilen kalıntılannın planı çıkarılmıştır. Yapı ilk bakışta doğu-batı
yönünde uzanan bir tonozdan ibarettir. büyük ölçüde moloz ile dolmuş, 4.000 m genişliğindeki bu yapının 50.000 m
uzunluğundaki bu bölüm dışında başka bir kısmını
görmek olanaksızdır. Ayrıca doğu-batı yönüne ne kadar
devam ettiği ve başka bölümlerle bağlantısı
saptanamamaktadır. Basık tonoz şeklindeki bu yapının iki
tarafında altışar adet niş yer almakta, bunlardan batı
tarafın güneyinde yer alan batıdan ikinci nişin iki yanında
kapı şeklinde boşluklar görülmesine karşın, bunların
nereye açıldıkları saptanamamıştır. Içleri molozIa dolu
olan bu açıklıklar 1.00 m genişliğe sahiptir. Nişlerin
genişlikleri ise 180 m, derinlikleri 0.50 m dir. İç kısımları düzdür.
Yalnız doğu tarafın kuzey yönündeki ikinci nişin içinde kuzeye
doğru, ancak aşağı doğru eğimli şekilde devam eden 0.50 x 0.50
m ölçülerinde “bir dehliz yer almakta, bunun kuzeye uzantısının
ancak 3.50 m lik kısmı ölçülebilmiş, fakat bitiş noktası
saptanamamıştır. Duvarın yapımında, düzeltilmiş ancak
dikdörtgen olmayan taşlar ve içinde kiremit kırıkları olan harç
kullanılmıştır. Ust örtü ise ince kiremit ve harçtan yapılmıştır.
Günümüze gelebilen bu yetersiz kalıntılara dayanılarak yapının işlevi ve tarihi konusunda görüş ileri sürebilmemiz
olanaksızdır. Yukarıda değindiğimiz yapılar dışında tiyatronun kuzeydoğusunda, önemli bir yapıya ait olduğunu
sandığımız, sütundan kemere geçiş kısmına ait iki adet mermer kemer başlangıç kısmı bulunmuştur. Yüksekliği
1.72 m, genişliği 1.45 m olan bu kemer başlangıçlarının kemeri oluşturan kısımlarında silmeler yer almaktadır. Iki
taraftaki siIrnelerin orta kısmında ise, alt ve üst kısımları içbükey sonlanan kabartma bir daire ve üzerinde
birbirinden siIrnelerle ayrılan bezerneler kabartma olarak işlenmiştir. Bu bezemelerin orta kısmındaki siImede
KAICAPEIAN altta ise ANKPATIN yazıtı yer almaktadır. Bunun üst kısmına ise birer ağaç yaprağı işlenmiştir. Bu
kemer başlangıcının sütuna oturtulan kısmında 5.5 x 5.5 cm ölçülerinde ve 5.5 cm derinliğinde birer dübel deliği
açılmıştır. Bu eserlerin bulunduğu kısımda bazı duvar kalıntıları tespit edilmiş, planı çıkarılarnamasına karşın bu
buluntulardan dolayı burada önemli bir yapının yer almış olduğu söylenebilir.
Prytaneion
Panormos Limanının batısında, bugün yalnız doğu yöne bakan giriş kısmına ait kalıntıları görebilen prytaneionun
yaklaşık olsa da bir planı çıkarabilmiştir. Anıtsal girişin kuzey ve güney yönlerinde uzanan duvarların batısında
kalan iç duvarları kesin saptamak olanaksızdır. Duvarların temel izleri
takibe dilebilmektedir. Yaklaşık 75 x 75 m ölçülerinde kare tasarlı bu anıtsal yapıya 4 m genişliğindeki kapıdan geçildikten sonra 6.80 m uzunluğundaki kapı yolunun sonunda 4.00 x 7.50 m ölçülerinde bir
alana ve buradan 2.75 m genişliğindeki ikinci kapı ile iç kısma girilmektedir. Prytaneionun güneybatı köşesinde 4.40 m genişliğinde ve
ancak 12.00 m uzunluğundaki kısmı korunan basit bir tonoz kalıntısı, alt yapı konusunda bize bilgi vermektedir.Tonozun içi moloz ile dolmuş, ölçülebilen yüksekliği tonoz başlangıcından itibaren 2.00 m dir.
Bouleterion
Kentin güneydoğusunda, Panormos limanının kuzeybatısında yer alan bouleterion yaklaşık 75×75 m ölçülerindeki bu yapıdan günümüze gelen, doğudaki giriş kapısının iki yanındaki duvar kalıntıları ile güneybatı köşesinde tespit edilen tonoz parçasından ibarettir. Doğudaki girişin iki yanında tespit edilen
duvarlar ile güneybatı köşedeki 4.40 m genişliğinde, yalnız 12.00 m uzunluğundaki tonozun bir bölümü dışında, bu yapının diğer kısımlarına ait duvarlar yalnızyıkıntı halinde günümüze ulaşmıştır.
Nekropol – Mezar Anıtları
Kyzikos nekropolleri bu güne kadar sistemli şekilde araştırılmamıştır. Nekropoller genellikle antik kentlerin dışında
yer aldığı için, çoğunluğu kaçak kazılarla tahrip edilmişlerdir. Kyzikos nekropolü için de aynı şey söylenebilir. Kyzikos nekropolleri kentin güneyinde ve ağırlıklı olarak batısında yer almaktadır. İki nekropol alanında da daha çok lahit ve lahit parçaları bulunmuş olup, Roma dönemine aittir. Hellenistik dönemde nekropol
kentin batısında yer almış olmalı. 1988 çalışmasında belirlenen eserler arasında ilk sırayı mezar stelleri almaktadır. Bu çalışmalarda, bir kısmı Pfuhl-Möbius tarafından yayınlanan, otuzu aşkın stel tespit edilmiştir. Mezar stellerini burada tek tek değerlendirecek değiliz. Lahit ve anıt
mezar olabilecek kalıntılar üzerinde duracağız. Kyzikos‟da araştırma yapanların bulmak istediği mezar anıtların en önemlisi kente adını veren Kral Kyzikos‟un mezarıdır. Argonautlar mitolojisinde adı geçen bu Kralın, Erdek‟ten Bandırma‟ya giderken, Çanakkale yol ayrımından sonra yolun solunda yer alan tümülüste gömülü olduğu kabul edilir. Ancak bu güne kadar kazılmadığından buranın Kralın mezarı olup olmadığı kesin olarak bilinemiyor. Mezar buluntularından sonra ikinci sırayı lahitler almaktadır. Kentin güneyindeki birkaç parçası dışında lahitler çoğunlukla batıdaki nekropol alanında bulunmuşlardır.
Güney agora
Güney agora Hytos limanının doğusunda, kenti güneyden kuşatan surun bitişiğinde yer almaktadır. Sur duvarı aynı zamanda Agora‟nın güney duvarı olarak kullanılmıştır. İçinden güney-kuzey yönünde tarla yolunun da geçtiği agoranın içten içe güney kısmı 220 m, kuzeyi 225 m. uzunluğunda, genişlik ise doğuda 67 m, batıda 75 m‟dir. Ölçülerinden de anlaşıldığı gibi yaklaşık dikdörtgen planlı agorayı, güney hariç diğer üç yönden çeviren duvarın genişliği yaklaşık 2.00-2.50 m arasında değişmektedir.
Collezium
Kyzikoz kollezium inşaatına M.S.117 yılında antik
kenti yerle bir eden depremden sonra başlatılmıştır.
Pergamon antik kentine benzer mimari yapısıyla dere
yatağına inşa edilen collezium gladyatör oyunları ve
deniz savaşı oyunlarıda sahnelendiği bir yapı olarak
kullanılmıştır.
Ticaret
Bir toplumun refah düzeyi, kültür ve medeniyetinin gelişmişliği hiç şüphe yok ki ekonomik etkinliğine bağlıdır.
Güçlü bir ekonominin can damarını ise canlı bir ticaret ağı meydana getirmektedir. Ne yazık ki ülkemiz kıyı
bölgelerinde çok sayıda antik yerleşim yeri olmasına rağmen, buralardaki sualtı çalışmaları hala istenilen seviyeye
ulaşamamıştır. Limanların varlığıyla çok büyük bir potansiyele sahip olan Batı Anadolu kıyılarında bugün bile
kalıntılarına rastlanmakta olan birçok antik liman bulunmaktadır. Marmara Denizi ve Ege Denizi‟nin kıyılarında
birbirlerinden çok da uzak olmayan adacıkların fazlalığı ana karadaki insanların çok erken dönemlerden itibaren
denize açılmalarını tetiklemiştir.
Antik dönem sikke darbı
Sikke, belirlenmiş bir ölçü ve kıymet ayarına göre, metalden yapılmış, belirli bir şekle ve üzerinde bir takım
tasvirler bulunan bir tür paradır. Günümüzde olduğu gibi, antik dönemde de sikkelerin standart olarak basılabilmesi
ve kontrolünün sağlanarak piyasaya sürülebilmesi için bir takım şartların yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu
sebeple bu şartların bir standart içerisinde yerine getirildiği yerlere darphane denmektedir. Sikkenin ilk darp edildiği
dönemlerde bu darphaneler oldukça basit bir yapıyken, Helenistik ve roma dönemlerinde ise, peristylli bir avlunun
etrafında, dikdörtgen planlı, tek bir girişi olan, aynı zamanda genellikle iki katlı ve çok odalı bir yapı planı
sergilemekteydi. Sikke basmak için bir darphanede, ham madeni ergitmeye yarayan bir ocak, sikkenin ağırlığını
ayarlayabilmek için çeşitli tartı aletleri, bronzdan hazırlanmış kalıplar, çekiç, örs, pense gibi aletlerin yanı sıra, sikke
basımından sorumlu memur, kalıpları hazırlayan biri kalıpçı ve ısıyı ayarlayan ocakçının olması gerekmekteydi.
Ayrıca bunlardan başka en az üç kişi daha olmalıdır. Bunlardan ilki Sikke basılmadan önce ocaktan madeni alıp
örse koyan, diğeri arka yüzü damgalayan kalıpçı çubuğunu tutan ve son olarak da çekiçle bu çubuğa vurarak sikkeyi
damgalayan kişidir. Bu şekilde hazırlanan kalıplarda basılan sikke sayısı yaklaşık 10.000 ila 45.000 civarında
olabiliyordu.
Kyzikos sikkleleri
Mysia bölgesi antik kentleri içerisinde, en erken tarihli sikke darp eden şehir Kyzikos dur. M.Ö.. 6 yüzyılın ilk
çeyreğinden itibaren bastığı elektron sikkeler batı Anadolu dışında, kıta Yunanistan, Bulgaristan, Romanya,
Karadeniz ve Kırım dâhil birçok coğrafyaya yayılım göstermiştir. Kyzikos‟un bastığı elektron sikkeler M.Ö. 550,
M.Ö. 330 arası yaklaşık 240 farklı tip göstermektedir. Elektron ve gümüş sikkeler üzerindeki ton balığı tasviri
Kyzikos sikkelerinin en belirgin özelliğidir.
Kyzikos, M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda gümüş sikke de basmıştır. Özellikle küçük birimlerdeki yunus, balık başı, aslan ve domuz protomu, ayrıca ön yüzde attis başının
bulunduğu sikkeler oldukça yaygındır. M.Ö. 4. yüzyılda batı Anadolu‟daki önemli darphanelerden birinin‟de Kyzikos olduğunu bilinmektedir. Bu dönemde kent, elektron sikkelerine yanında Khios ağırlık standardında
gümüş sikkelerde darp etmekteydi. Bu dönemde özellikle Propontis civarında büyük birimlerde gümüş sikke basan tek kent Kyzikos‟tu. Özellikle ön yüzde Kore Soteira, arka yüzde ise aslan protomu ve Ompholos üzerine elinde kitharasıyla oturan Apollon
betimleri yer alan gümüş sikkeler basıLmaktaydı. M.Ö. 398-395 arasında Pers satrabı Pharnabazos tarafından da Kyzikos‟ta gümüş sikke basıldığı bilinmektedir. M.Ö. 3. yüzyılda Anadolu‟nun
batısındaki çoğu kent, İskender sonrası sikkeleri basmaktaydı. Üzerlerinde sembol olarak, arka yüzde sol alt köşede
uzun bir meşalenin yer aldığı bazı İskender gümüş tetradrahmileri, Kyzikos‟a verilmektedir. Yapılış teknikleri
sebebiyle M.Ö. 3. yüzyıla tarihlenen bu sikkelerin, Kyzikos‟a ait olduğu kesin değildir. İskender sonrası sikkeleri,
Attika ağırlık ölçüsünün benimsendiği yerlerde serbestçe kullanılmaktaydı ve genel olarak uluslararası bir
geçerliliği vardı. İskender sonrası Lysimakhos sikkeleri ise, üretim olarak sınırlı bir coğrafyada kalmıştır.
Lysimakhos sikkeleri özellikle de tetradrahmileri M.Ö. 300‟den sonra batı Anadolu da bir dizi darphanede
basılmıştır. Bu darphaneler arasında Kyzikos‟u da saymak mümkündür. M.Ö. 300 den itibaren ana betim Kore
Soteira ve Apollon olan bronz sikkeler otonom olarak Kyzikos‟ta uzun bir süre basılmıştır. Kyzikos, Roma
imparatorluk döneminde, çeşitli metaller ve farklı tiplerde Augustus ile Claudius Gothicus dönemleri arası sikke
basmıştır.
KYZİKOS KÜLTLERİ
Zeus kültü
Tanrıların Tanrısı, Tanrıların ve insanların babasıdır Zeus. Kronos’la Rheia’nın altıncı ve son çocuğu, Hellen
Pantheonu‟nun en büyük tanrısıdır. Sıfatları arasında Kronosoğlu, Olymposlu, Bulutları devşiren, Yağmur yağdıran,
Göklerde gürleyen, Şimşek savuran, Yıldırım seven, Uzaklarda gürleyen, Gök gürültüsü, Uzaktan duyulan,
Yankılanan, Keçi derisinden kalkan taşıyan ve Göğe gökkuşağını asan en çok bilinenleridir. Zeus, göksel olayların
yanı sıra gerek insanlar, gerekse tanrılar arasındaki düzen ve adaletinde teminatıdır. Etimolojik olarak Hint-Avrupa
dillerinin tamamına yakınında görülen „‟Di(v)‟‟kökünden türemedir Zeus adı. Zeus-Dios, gün ışığı, aydınlık, göğün
parlaklığı anlamına gelmektedir.
Posedion kültü
Kronos‟un yenilgisinden sonra Zeus‟un kardeşi olan Poseidon denizlerin hakimeyetini almıştır. Homeros
destanlarının orjinalin de ismi Poseidaon olarak yer almaktadır. Etimolojik olarak poti-dan türediği varsayılan bu
isim Hint-Avrupa dillerin biçimiyle karşılaştırıldığında „‟denizin efendisi‟‟ anlamını vermektedir. Kyzikos sikkeleri
üzerinde de bu özelliği gerek denizatına binmiş şekilde gerekse elinde tuttuğu yunus balığıyla betimlenmiş olarak
görülmektedir. Tüm çevresi denizlerle çevrili olan Kyzikos‟ta önemli bir tanrı olduğu muhakkaktı. Öyle ki
Panarmos limanı girişinde büyük bir heykeli olduğunu uzak olmayan bir zamana kadar varlığı bilinen heykel
kaidesinden anlaşılmaktadır.
Kybele ve Attis kültü
Ana tanrıça kavramı, prehistorik dönemlerden itibaren ilk çağ insanını için önemli bir tapınım sembolü olmuştur.
Çatalhöyük ve Hacılar‟da bulunmuş, Neolitik Çağ’a ait taş ve kilden yapılmış Ana tanrıça heykelcikleri bunun en
önemli örnekleridirler. Prehistorik dönemlerden, tek tanrılı dinlerin önem kazandığı dönemlere kadar uzanan ve
Akdeniz bölgesini kapladıktan sonra, bir yandan kuzey ülkelerine, öte yandan Asya‟nın içerilerine dek yayılan,
birçok uygarlık ve kültürlerde değişik adlarla anılan Ana Tanrıça kültünün kaynağı, Anadolu‟dur. Hatttilerde
Wuruşemu, Hurrilerde Hepat, Hitit kaynaklarında Arinna olarak adlandırılan tanrıça, Phirigya‟da Kybele, Lidyada
Kybebe, Kültepe tabletlerinde Kubaba olarak geçmektedir.
Apollon kültü
İkinci kuşak Olympos tanrılarından olan Apollon Zeus ve Letonun oğlu, Artemisin ise ikiz kardeşidir.142 Apollon
kelimesinin Yunan etimolojisinde kesin bir açıklaması yoktur. Apollon, cezalandırmak ya da apello yani defetmek,
kötülüğü önleyip korumak anlamına gelen fiillerden ya da başka kökenlerden türemiş olduğu ileri sürülmektedir.
Yunanlılar‟da tanrıyı açıklamak için Phoibos ek adını ekleme ihtiyacını hissetmişlerdir. Phoibos, “belli, parlak”
demektir. Bu isimle tanrının ışık saçan aydınlık varlığını dile getirmektedirler. Bunun yanı sıra, aydın, durgun,
ölçülü gücü simgelemektedir143. Kehanet ve müziğin tanrısı olan Apollon aynı zamanda okçu tanrıdır. Uzaktan
attığı oklarla kurbanlarına ani ve acısız bir ölüm getirmektedir. En önemli sembollerinden biriside defne
yapraklarıdır.
Artemiz kültü
Artemis Yunan panteonunun baş Tanrısı Zeus ve Leto‟nun kızıdır. Tanrı Apollondan sonra doğmuş ve onun
ikizidir. Tıpkı Apollon gibi okçu bir tanrıçadır. Apollon gümüş ok taşırken Artemis altın bir ok taşımaktaydı. Onun
oklarından gelen ölüm acısız ve tatlı bir ölüm olarak kabul edilir. Kadınların ani ölümleri Tanrıça Artemise
dayandırılmaktadır. Etimolojik olarak Yunanca bir kökten gelmeyen Tanrıçanın adı muhtemelen Anadolulu bir
kökten türemiştir.
Aphrodith kültü
Aşk ve güzellik denince akla gelen tanrıçanın iki farklı doğum tredisyonu bulunmaktadır. Bunlardan ilki olan
Heseidosda Uranus‟un Kronos tarafından kesilen hayalarının denize karışmasından doğduğu anlatılır ki Aphros
Yunanca köpük demektir154, Homeros‟a göre ise Zeus‟la Dione‟nin kızlarıdır155. İnsanların içten bir şekilde
Tanrıçaya ve birbirlerine bağlanmalarının, güçlü bir dostluk ve arkadaşlığın, yürütülen ilişkilerin uyum içerisinde
devam etmesi sempati ve duygudaşlık duygularının geliştirmenin Tanrıçası, insanların birbiri arasındaki ilişkilerinin
geleceğini planlayan Tanrıçadır.
Athena kültü
Zeus‟un kızı ve oniki Olympos tanrısından biridir tanrıça Athena158. Zeus‟un ilk eşi Metis ilk çocuğuna
hamileyken, Gaia ve Uranos‟un kehanetine göre Metis‟ten doğacak ilk erkek çocuk Zeus‟u tahtından indirecektir.
Bu sebepten Zeus, Metis‟i yutmuştur ve Tanrıçanın doğumunu, kendi başını Hephaistos‟a yardırarak
gerçekleştirmiştir. Bir başka tredisyonda Zeusun başını yaran tanrı Prometeus‟tur.
Dionysos kültü
İkinci kuşak Olymposlu tanrılardan olan Dionysos, Zeus ve Semele‟nin oğludur. Hera‟nın kıskançlıklarından
nasibini alan Semele hamileyken Tanrıçanın yönlendirmesiyle Zeus‟tan kendisine tüm ihtişamıyla görünmesini
istemiş ve bunun sonucunda yanarak ölmüştür. Zeus ise Semele‟nin karnındaki Dionysos‟u kendi baldırına
yerleştirmiş ve onu tıpkı Athena gibi kendi vücudundan ikici defa dünyaya getirmiştir163. Tiyatronun, asmanın,
şarabın, coşkunun, taşkınlığın, yaşama sevincinin, maskeli baloların, ilkbahar kutlamalarının tanrısı olan Dionysos
temelde bir Lidya-Phrygia tanrısır.
Hermes kültü
Arkadia daki Kylene dağında bir mağarada doğan Hermes, Zeus ve Maia‟nın oğludur. Hermes‟in en önemli özelliği
Zeus‟un habercisi olmasıdır. Aynı zamanda ölülerin ruhlarını Hadese götürmekte ona verilmiş önemli bir görevdir.
Olympos‟taki Tanrılar arasında en renkli kişilik Hermes‟tir. Daha doğar doğmaz, bir kaplumbağadan kithara
yapmış, bu kitharayı da ineklerini çaldığı Apollon ile, altın bir değnek olan kerykeion karşılığında değişmiştir. Çoğu
117
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
zaman omzunda bir kuzu taşır şeklinde tasvir edilen Hermes, Kriophoros (koç taşıyan) sıfatını bu olaydan sonra
aldığı söylenir.
Demeter kültü
Kronos‟la Rheia kızı, yeryüzünün Ana Tanrıçasıdır. Bu yeryüzünün Ana Tanrıçalığı Gaia‟nın toprak analığından
farklıdır. Demeter, ekili tarlaların özelliklede buğdayın tanrıçasıdır. Tüm tredisyonlarda kızı Persephone‟nin Hades
tarafından kaçırılması ile bilinir. Günlerce kızını arayan tanrıça sonunda kızını bulamayınca toprağın tüm bereketini
alır. Bunun üzerine Tanrı Zeus‟un araya girmesiyle Hades, Perspehone‟yi vermeyi kabul eder, fakat ona yedirdiği
nar tanesiyle de geri dönmesini garanti altına alır.
Kore (Persephone) kültü
Tanrıça Persephone, Zeus ve Demeter‟in kızıdır. Diğer bir adı olan Kore „‟genç kız‟‟ anlamına gelmektedir.
Mitolojik hikâyesi tanrıça Demeter ile parellik gösterir. Hades ile evliliği nedeniyle aynı zamanda ölüler diyarının
da tanrıçasıdır. Özellikle Kyzikos‟ta Kore çok önemli bir yere sahiptir. Kyzikosluların inanışına göre kent Zeus
tarafından evlilik hediyesi olarak tanrıçaya verilmiştir.
Roma İmparatorluk kültü
Geçmişte, özellikle Mısır ve Mezopotamya kültürlerinde karşılaştığımız tanrı kral fikri Helen dünyasında, daha çok,
çeşitli insanların, erdem, ahlak, kahramanlık gibi toplum için örnek davranışlar sergilemesi sonucunda tanrısallık
payesi olarak veriliyordu. Bu paye bir kült anlayışından ziyade bir onur ifadesi olarak algılanıyordu. Hellenistik
dönemde Philippos‟un ölümünden sonra tanrılaştırılması ve İskender le başlayan tanrı kral fikri, Ptelemioslar la
birlikte evrilerek devam ediyordu. İskender sonrası diodokhlar döneminin karışık ortamında insanlar, siyasal açıdan
güçü olanın yanında yer almak istiyorlar ve bu güçlü kişiyi tanrısallıkla onurlandırıyorlardı.
Kaynakca
1. Akşit, O.(1970). Roma İmparatorluk Tarihi (M.S.193- 395) (İstanbul)
2. E. Akurgal, „‟Kyzikos ve Ergili Araştırmaları‟‟ (1956) Anatolia I
3. Akşit, O. (1971). Hellenistik ve Roma Devrinde Likya (İstanbul)
4. E. Akurgal, (1998) Anadolu Kültür Tarihi, 17. baskı (Ankara).
5. Akşit, O. (1983). Manisa Tarihi (İstanbul)
6. E. Arıca, Mysia, (2004) Panormos‟tan Bandırma‟ya Tarihi Tezler, (Bandırma).
7. Akurgal, E. (1993). Anadolu Uygarlıklar 4 (İstanbul)
8. T. Bakır , “Roma Devrine Kadar Kyzikos‟un Ön Tarihi”, I. Kyzikos Paneli, (Bandırma).
9. Anabolu, M. (1972). “Kyzikos(Balkız)‟dan Birkaç Yeni Buluntu” VII. Türk Tarih Kongresi I (Ankara 25-29 Eylül1970)
10. Apollonius Rhodius, (1921). The Argonautica. I (NewYork)
11. Ardel, A. – İnandık, H. (1957). “Kapıdağı Yarımadası Berzahı (BelkısTombolosu)” İ.Ü.Coğrafya Enstitüsü Dergisi 4/8
12. Arslan, M. (2000). Antik Çağ Anadolu‟sunun Savaşçı Kavmi Galatlar (İstanbul)
13. Ashmole, B. (1956). “Cyriac of Ancona and the Temple of Hadrian at Cyzicus” Journal of the Warburg and Courtauld Institutes 19.
14. Ashmole, B. (1957). Cyriacus of Ancona (Proceeding of the British Academy)
15. Atlan, S. (1970). Roma Tarihi‟nin Ana Hatları. I. Kısım Cumhuriyet Devri (İstanbul)
16. Barattolo, A. (1995). “The Temple of Hadrian-Zeus at Cyzicus. A New Proposed Reconstruction for a Fresh Architectonic and
İdeological İnterpretation” İstMitt
17. Bengtson, H. (1969). Griechische Geschichte. von den Anfugen bis in die Römische Kaiserzeit (München)
18. Bodnar, E.-Mitchell, S. J. C. (1976)Cyriacus of Ancona‟s Journey in the Propontis and the Northern Aegean.
19. Broughton, T. R. S. (1938). Economic Survey of Ancient Rome I-II (Baltimore)
20. Cook, J. M. (1970). The Greeks in Ionia and East (London) v
21. Cremer, M. (1991). “Hellenistisch-Römische Grabstelen im Nordwestlichen Kleinasien I Mysien” Asia Minor Studien
22. Cürebal, S. – Kızılcaoğlu, A. – Soykan, A. (1998). ”Belkıs Tombolosunun Jeomorfolojik ve Uygulamalı Jeomorfolojik Özellikleri”
Balıkesir ÜniversitesivSosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
23. E. Doğer, “Antik Kyzikos Ekonomisi Üzerine Gözlemler” I. Kyzikos Paneli. Bandırma
24. Erdemir, H. P. (2004). “Roma‟nın Küçük Asya‟da İdari Bir Meselesi: Bağımsız Şehirler” Adalya
25. C. Başaran, „‟Güney Marmara‟da Az Tanınan Bir Tarih Beldesi: Kyzikos‟‟1998-1989 Turizm yıllığı, (Ankara). Türkiye Kalkınma
Bankası A.Ş. Yayınları
26. Erhat, A. (1972). Mitoloji Sözlüğü (İstanbul) Erol 1991 :Erol, O. (1991). “Türkiye Kıyılarındaki Terkedilmiş Tarihi Limanlar ve Bir
Çevre Sorunu olarak Kıyı Çizgisi Değişmelerinin Önemi” İ.Ü. Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü Bülten 8/8
27. Ertin, G. (1994). “Kapıdağı Yarımadasının CoğrafiEtüdü” Türkiye Coğrafya Dergisi
28. Ferrero, D. de B. (1988). Batı Anadolu‟nun Eskiçağ Tiyatroları (çev. E. Özbayoğlu-Ankara).
29. Frisch,P. (1983). Inschriften von Parion.
30. Gezgin, İ. (1997). Pers Yönetimi Döneminde Batı Anadolu Şehir Devletlerinin Politik ve Sanatsal Yaşamları(E.Ü. Sos. Bil. Ens.
Yayınlanmamış Doktora Tezi İzmir).
31. Hasluck, F. W. – Henderson, A. E. (1904). “On the Topography of Cyzicus”
32. Head, D.V. (1887). Historia Numoroum (London).
33. Herodotos. (1973). Herodot Tarihi (çev. M. Öktem-İstanbul) Howgego, C. (1998). Sikkeler Işığında Eskiçağ Tarihi (çev. O.
Tekinİstanbul)
34. Radt, W. (1988). Geschichte und Bauten, Funde und Erforschungeiner Antiken Metropole.
35. Reinach, Th. (1890). “Lettre â J. B. de Rossi au Sujet du Temple d‟Hadrien â Cyzique”
118
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
36. Tekin, O. (2001). Eski Yunan Tarihi3 (İstanbul).
37. Strabon. (1987). Coğrafya (çev. A. Pekman-İstanbul).
38. Waddington, H. Mem. Acad. İner.
39. Yaylalı, A. (1991). “Kyzikos 1989 Yılı Çalışmaları” XII. Kazı Sonuçları Toplantısı II, (28 Mayıs-1 Haziran 1990 Ankara)
40. Soysal, H. – Sipahioğlu, S. – Kolçak, D. – Altınok, Y. (1981). Türkiye ve Çevresinin Tarihsel Deprem Kataloğu, Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu, Matematik-Fiziki ve Biyolojik Araştırma Grubu, Proje No: YBAG 341 (İstanbul).
41. R. Stewig, Batı Anadolu Bölgesinde Kültür Gelişmesinin Anahatları (çev. R. Turfan-M. Ş. Yazman-İstanbul 1970
TARTIŞMALI MYSİA ANTĠK YERLEŞİMLERİ
HADRİANİA (MİSYA)
Yeri
Hadrianeia Antik Kenti Balıkesir Dursunbey İlçesi‟nin kuzey batısında yer alan Roma dönemi yerleşim yeridir.
Tarihçe
Hadrianeia Antik Kenti ilçenin bilinen eski antik yerleşim yeridir. Roma imparatoru Hadrianeia‟dan ismini alan
antik kent aynı zamanda ilçenin de eski ismidir. M.Ö. 130 yıllarında kurulduğu bilinen antik kent o dönemlerde
para basım merkezi görevi görmüştür. İlçenin kuzeyinde bulunan antik kent kalıntıları günümüzde harabe yapıları
görülmektedir. Dursunbey‟in bilinen ilk yerleşim alanı.O dönemlerde Hadrianeia olarak anılan Dursunbey
Romalılar‟ın önemli para basım yerlerinden biri durumundaydı. Dönemin ünlü imparator ve kumandanları adına
paralar basılıyordu. Hadrianeia ismi de o dönemki Roma imparatoru Hadrian‟dan gelmekte ve şehri muhtemelen o
kurmuş ya da şehir onun adına kurulmuş olduğu sanılmaktadır.Roma İmparatorları döneminde başta Hadrianus,
Antonius, Pivs, Faustina, Marcus Aurelius, gibi önemli imparator ve komutanlar isimlerini ve resimlerini taşıyan
bakır ve gümüş paralar darb ettirmişlerdir. Antikçağ kaynaklarında adının geçmemesi, başlangıçta Bizans
kaynaklarının kenti Hadrianoi ile karıştırmış olabileceği düşüncesine yol açmıştır . Ancak hem Bizans
kaynaklarının ayrıntılı tetkiki hem de epigrafik ve nümismatik veriler, kentin Bursa‟nın Orhaneli ilçesindeki
Hadrianoi‟dan ayrı olduğunu kanıtlamaktadır. Zira Hadrianeia‟nın adı, Bizans dönemi kilise örgütlenmesine dair
kayıtlarda Hellespontus eyaleti içinde Hadrianoutherai ile birlikte geçmektedir. Aynı kaynakta Hadrianoi da
Bithynia kentleri arasında sayılmaktadır. Ayrıca Hadrianeia‟yı temsilen Khalkedon Konsili‟ne David,
Constantinopolis Konsili‟ne Kyrikos, 2. Nikaia Konsili‟ne Sisinios, Trullo Konsili‟ne ise Staurakios katılmıştır. 8.
veya 9. yüzyıllarda yaşamış olan Theophylaktos adlı kentin bir başka piskoposunun adı da günümüze ulaşmıştır.
Yine Hadrianoutherai‟ın lokalize edildiği Balıkesir merkezinin aksine, Dursunbey çevresinde ele geçen üç yazıt
üzerinde Hadrianeia kentinin adı vardır. Bunlardan ikisi Munro üçüncüsü ise Wiegand tarafından
keşfedilmiştir.Kent hakkındaki bir diğer kaynağımız sikkelerdir. Elimizdeki örnekler kentin kuruluşundan 1.
Philippus döneminin sonuna kadar sikke bastığını göstermektedir. Dolayısıyla tasvir farkları olmakla birlikte, sikke
darbı süreci Hadrianoutherai ile benzerdir. Fakat kentin literatürdeki sikke tipleri Hadrianoutherai‟dan daha fazladır.
Örneğin Antonius Pius, Marcus Aurelius, Commodus, Elagabalus, Severus Aleksander, 1. Maximinus ve 3.
Gordianus dönemlerine ait Hadrianoutherai sikkesi elimizde olmamasına rağmen, Hadrianeia sikkeleri vardır.
Sikkeler üzerindeki lejand AΓPIANЄΩN şeklindedir. Bithynia bölgesinde yer alan Hadrianoi kentinin sikkeleri
üzerindeki lejand da benzerdir. Ancak Hadrianoi sikkeleri üzerindeki ethnikon ya ΑΓΡΗΑΝΩΝ şeklindedir, ya da
sikkelere kentin Olympos Dağı‟na (Uludağ) yakın olduğunu belirten ΠΡ ΟΛΤΜ lejandı eklenmiştir.
Diğer yandan bu kaynaklara rağmen Hadrianeia kentinin kalıntıları henüz saptanamamıştır. Kuruluş tarihi
konusunda ise Elmar Schwertheim‟ın 131/132 yılı önerisi kabul edilmiş durumdadır. Schwertheim, Dursunbey
çevresinde ele geçen 128/9 tarihli bir yazıtta Hadrianus için ktistes (kurucu) sıfatının kullanılmamış olmasına
karşılık, 134/5 tarihli yazıtlarda ktistes ve soter (kurtarıcı) olarak anılmasına ve yine başka bir yazıttan saptadığı
Hadrianus Erası‟nın başlangıç tarihine (128 sonrası) dayanarak, kuruluşu Hadrianus‟un ikinci gezisine (131/2)
atfetmiştir. Bir başka tartışma konusu da Hadrianeia kentinin Blaudos kenti ile ilişkisidir. Zira araştırmacıların
bazıları, Dursunbey‟in Osmanlı dönemindeki adı olan Balat‟ın, Hierokles listesinde (662/15) Hellespontus Eyaleti
kentlerinin ilk grubu içinde geçen Blaudos‟tan dönüştüğünü ileri sürmektedir. Hadrianeia ve Blaudos‟un aynı
119
Bir Belgeselcinin Gözünden Türkiye’deki Antik Bölgeler ve Kentleri – MİSYA (Mysia)
listede yer almaması da iddiayı güçlendirmektedir. Bu durumda Hadrianeia, yine tıpkı Hadrianoutherai gibi
Ortaçağ‟da ya adını değiştirmiş ya da zayıflayarak önemini kaybetmiş, yerine ise Blaudos önem kazanmış
olmalıdır. Fakat Notitia Episcopatuum‟da Hellespontus Eyaleti kentleri arasında Blaudos‟un adı sayılmamıştır.
Buna karşılık aynı kaynakta Lydia kentleri içinde Blaundos kenti vardır. Haliyle bu durum, Lydia‟daki Blaundos‟un
Hierokles listesinde yanlışlıkla Hellespontus kentleri arasında yazıldığı yorumuna neden olmaktadır. Ramsay da
konuyu tartışarak, bugün Dursunbey‟in bulunduğu alanda Blaudos değil, Neocaesareia ya da Ariste‟nin bulunması
gerektiğini bildirmiştir. Fakat Ramsay‟ın bu konudaki verileri oldukça eski olduğu gibi Neocaesareia ve Ariste
önerisinin belirgin bir dayanağı da yoktur.
HİERA-GERME
Hierokles listesi ve Notitia Episcopatuum‟da Hadrianoutherai ile birlikte Hellespontus eyaleti içinde sayılan
kentlerden bir diğeri Germe‟dir. Stephanos Byzantios, Herodianus‟un Asia Eyaleti içinde saydığı Germe‟nin aslında
Kyzikos yakınlarındaki bir Hellespontus kenti olduğunu ve sakinlerine “Germenos/Germene” denildiğini
bildirmektedir. Ptolemaios da kentin yeri için bölgenin kuzey kesimlerini kapsayan Küçük Mysia‟yı (Mysias
Mikras) işaret etmiştir. İzmir Arkeoloji Müzesi‟nde korunan ve buluntu yeri kesin bilinmese de Mysia kökenli
olduğu anlaşılan Apollon Germenos‟a adanmış bir stel üzerindeki kabartmaların stilistik özelliklerinin bu bölgede
ele geçen örneklerle benzerlik taşıması, bu iki antik kaynağı desteklemektedir. Bu yüzden bazı araştırmacılar, kentin
Gönen- Mustafakemalpaşa hattında aranması gerektiğini ileri sürmüştür. Örneğin Ramsay, Germe yahut Hiera
Germe‟nin Kirmasti Kasabası yakınında bulunduğunu bildirmektedir. Ancak Munro ve Anthony bu önerinin sadece
Germe ve Kirmasti adlarındaki benzerliğe dayandığını ileri sürmüştür. Zaten Miletopolis‟in buraya lokalizasyonu
Germe‟nin Mustafakemalpaşa‟da olamayacağını düşündürmektedir. Kay Ehling de adın (Germe) sıcak su
kaynağıyla ilişkili olduğunu ve Germe ile Gönen arasında etimolojik bir benzerlik bulunduğunu ileri sürerek kenti
Gönen‟e lokalize etmiştir. Bir başka araştırmacı M. Ricl ise Kirmasti Kasabası ile Gönen arasına denk gelen
Manyas Gölü‟nün güneydoğu köşesini önermektedir. Diğer yandan Tabula Peutingeriana‟da Pergamon ve
Thyateira arasında “Gerame”
adlı bir kentin gösterilmesi,
kentin adının Naturalis
Historia‟da çoğunluğu Kaikos
vadisine yakın olan kentlerle
birlikte geçmesi ve Alaşehir‟de
bulunan, üzerinde Pergamon
Conventus‟una bağlı
Germe‟den söz edilen 1./2.
yüzyıl tarihli yazıt kentin
Kaikos Vadisi‟nde yer aldığını
düşündürmektedir. Bu
düşünceyi destekleyen bir
başka kaynak da Bizanslı
tarihçi Georges
Pachymeres‟dir. Zira
Pachymeres, Katalan komutanı
Roger de Flor‟un 1304 yılında
geçtiği güzergâhı; “Kyzikos,
Akhyraous, Germe, Khliara ve
Philedelphia” şeklinde bildirmektedir. Bu durumda Germe, Balıkesir yakınlarındaki Akhyraous‟tan daha güneyde
bulunmalıdır. Bazı araştırmacılar, bu verilere dayanarak kenti Kaikos Vadisi‟nde, özellikle de bugünkü Soma‟nın
bulunduğu alanda aramaktadır (Diest, Philippson, Schuchhardt, Radt, Tozan, . Louis Robert ise bu gruptan farklı
olarak, kenti Savaştepe‟ye yerleştirmiştir. Kaynakların ortaya koyduğu bu iki farklı görüş, biri Hellespontus‟ta
diğeri ise Kaikos vadisine yakın bir konumda aynı adı taşıyan iki Germe olduğu önerisini ortaya çıkarmıştır (Calder
ve Bean, 1958 Jones, ). Literatürde iki Germe arasındaki ayrım da genellikle “Hiera” ile yapılmaktadır.
Hellespontus‟ta yer alan Germe (Hiera Germe ?) için önerilen alanlardan biri, ilk kez Heinrich Kipert tarafından
dillendirilen Balya‟nın Ilıca Beldesi‟dir (Fabricius, 1894- Wiegand, 1904). Fakat bu öneriye de Wiegand karşı
çıkarak Ilıca‟nın Hiera Germe değil, Hierokles listesinde Asia eyaleti kentleri arasında sayılan Dios Hieron
olduğunu ileri sürmektedir. İkinci Germe için önerilen alanlardan bir başkası ise İvrindi‟nin Gömeniç Mahallesi‟dir.
Bernd Löhberg de Germelerden birini Soma yakınlarına, ikincisini de Savaştepe‟ye lokalize etmiştir. Yerleri henüz
kesinleştirilememiş olan bu iki Germe önerisi, yeni bir problem ortaya çıkarmaktadır. Bu problem, 1. yüzyıldan
itibaren ΓЄPMHNΩN lejandıyla basılmış sikkelerin (Ehling, 2001; SNG France 5, 939-1027) iki Germe‟den
hangisine ait olduğudur. Elimizdeki sikke tipleri, kentin tarihinin Hadrianoutherai‟dan daha erken başladığını ve
Hiera – Germe Nekropolünde bir mezar
ANTİK MYSİA’DAN GÜNÜMÜZE TARİH NOTLARI VE DERLEMELER
27-03-2023/BANDIRMA GERÇEK KÜLTÜR SERVİSİ