En son söylenecek cümlemi en başından söylüyorum ki, gerek asgari ücret artışları olsun, gerekse emekli maaşları olsun, arzu edilen, beklenen seviyede olmayacaktır. Hangi iktidar işbaşına gelirse gelsin, hiç fark etmez, asgari ücreti de emekli maaşlarını da 4 kişilik bir ailenin geçinebileceği seviyeye yükseltemez. Kira giderlerini, yiyecek/içecek giderlerini, giyecek giderlerini, sağlık giderlerini, ulaşım, iletişim giderlerini, çocukların eğitim öğretim giderlerini, kültürel faaliyet ve tatil giderlerini vb. karşılayabilecek bir ücret/maaş politikasını hiçbir parti karşılayamaz. Dahası, ne kadar iktidara gelmeye meraklı partiler varsa, 6’lı masa, 16’lı masa birlikte hareket etmiş dahi olsa, çalışan, üreten kesimin medeni ihtiyaçlarına ‘cevaz verecek’ bir ücret politikasını hayata geçiremezler. Neden mi? Cevap net; “Sermaye birikimi yasası” buna müsaade etmez. Çünkü ülke ekonomisinin toplam sermaye birikimi yetersiz, yabancı sermaye girişine muhtaç ve dış borç seviyemiz-450- 500 milyar dolar seviyelerinde- yüksek, sürekli dış ticaret açığı ve bütçe açığı veren yönetimlerin olduğu bir ülkenin işçileri ve emeklileriyiz.
Hemen akla gelen soru şudur;” Sermaye birikimi” ne menem şeydir ki, ülkem insanlarının mutlu mesut bir arada yaşamasını engellemektedir? Elbette mürekkep yalamış kesime bunu açıklamaya çalışmak, onların kıymetli vakitlerinden çalmak olacaktır ama ben yine de bir anlatmayı deneyeceğim;
Sanayi sermayesi, ya da diğer adıyla “üretken sermaye” bir kez oluştuktan sonra, onu daimi olarak ayakta tutabilecek ‘emek gücüne’ ihtiyaç duyar. Bu, ihtiyaç duyduğu emek-gücü sahipleri, diğer adıyla işçiler ise varlığını sürdürebilmesi, geçim araçlarına ulaşabilmesi adına, emek-gücünü kapitalistlere satmak zorunda olan mülksüzler güruhundan oluşur. Kapitalist üretim sisteminin İngiltere’de yükseldiği yıllarda, Sanayi Devrimi’nin başladığı dönem öncesinde (ilkel birikim esnasında), toprakları, küçük el aletleri, üretim araçları bir şekilde ellerinden alınarak, kendi geçim araçlarından mahrum bırakılan küçük üreticiler, birer ‘baldırı çıplak’ olarak ücret karşılığı emek-güçlerini satmaya, sermaye baskısıyla mahkûm edilmişlerdir. Sermaye, bu “zor” yoluyla ihtiyaç duyduğu emek talebini yarattıktan sonra, buna uygun olan emek arzını da, sürekli canlı tutarak, tarihsel süreçte büyümesini sürdürmüştür.
Sermaye büyümesi ve birikimiyle doğru orantılı seyreden doğal nüfus artış hızını incelerken, nüfusu; çalışan, üreten insanlardan oluşan, sermayeyle ilişkilenmiş “faal işçi ordusu” ve sermaye ile hiç ilişkilenmemiş, ya da ilişkisi kopmuş ve de ilişkilenmeyi bekleyen insanlardan oluşan, “yedek sanayi ordusu”, ya da diğer söylemiyle “Nispi aşırı nüfus” olarak ele almaktayız.
Doğal nüfus- insanların doğal olarak üremesi, çoğalması-, içinde bulunduğumuz kapitalist üretimin ne derecede gelişkin olmasıyla ilişkilenebilen, sermayenin ihtiyacına cevap verebilecek emek-gücünü barındırabilen büyüklükteki nüfustur. Buradaki en temel husus, nüfus fazlalığı denilen şeyin aslında kapitalist sistem tarafından sermayeyle ilişkilenmeyi bekleyen ve de sistemin zorunlu olarak yedek kulübesinde beklettiği ‘emek gücü fazlalığı’ olduğudur. Bu çetrefilli durumun, çalışan kesimler adına rasyonel çözümü ise, faal olarak çalışmakta olan işçilerin daha kısa çalışmaları ve daha uzun tatil yapabilmeleri, vardiya sayılarını arttırarak, çalışamayan kesime de iş imkânı sağlayabilmekten başka bir şey değildir. (Ücretleri düşürmeksizin, haftada 5 gün ve 6 saatlik bir işgünü yasası yürürlüğe girerse, işsizliğe kısmen de olsa bir çözüm üretilebilir, çünkü fabrikada 8 saat, 3 vardiya yerine 6 saat ve 4 vardiya çalışma imkânı sağlanmış olacak ve 4. Vardiya çalışanlarına bir iş kapısı açılmış olacaktır) Ne var ki sistemin işlerliğini sağlayan sermaye birikimi yasası, bu çözümün en belirgin engelleyicisi konumunda işlemektedir.
Nispi aşırı nüfus, ya da diğer adıyla yedek sanayi ordusu (YSO) üretilmesi, sermayenin birikim yasasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla nispi aşırı nüfus, kapitalist üretim sisteminde, sermaye birikim yasasıyla birlikte hareket etmekte ve yeniden üretimin gerçekleşmesi için yedek sanayi ordusunun varlığını gerekli kılmaktadır. Ücretleri düşük seviyede tutmak için, fabrika dışında, düşük ücrete çalışmaya rıza gösterecek bir kesimin hazır beklemesi gerekmektedir.
Sermaye birikim hızı, burjuva iktisatta “büyüme oranı” olarak verilmektedir ve bu oran belirlenirken nüfus artış hızı da dikkate alınır. Yani büyüme, kişi başına düşen milli gelir oranı olarak ifade edilir. Bu da bir yılda toplam yaratılan değerin (GSMH; gayrisafi milli hâsıla), ülke nüfusuna bölünmesiyle hesaplanmaktadır. Kişi başına düşen gelir artmış ise birikim yapılmış, büyüme gerçekleşmiştir. Bu aynı zamanda, sermaye birikim oranının nüfus artış oranından fazla olduğunun da temel bir göstergesidir. Birikim oranlarının, nüfus artışından fazla oluşu ise sermayenin yoğunlaşması, yani en düşük sayıda işçinin en gelişkin makinelere hükmetmesi ile mümkündür. Örneğin, otomobil fabrikalarındaki üretimde sermayenin organik bileşimi, günümüz teknolojisinde oldukça ileri seviyededir ve orada emek gücünün yoğunlaşmasını görürüz; en az canlı emek-çalışan işçi-, en çok cansız emeğe-makineye- hükmeder. Sermayenin organik bileşeni yükseldikçe, artı-değerin, yeniden üretim sürecinde sermayeye eklenmesi ve dolayısıyla sermayenin büyüme hızı da, o oranda artış gösterir. Bunun yanı sıra çalışan işçi sayısındaki nispi artış, yedek sanayi ordusundaki azalışa yol açar.
Sermayenin organik bileşiminin sabit olduğu koşullarda, daha fazla emek-gücüne ihtiyaç doğacağından-örneğin tekstil sektöründe, inşaat sektöründe ve tarım sektöründe yoğun emek gücü bulunmaktadır-, istihdam oranı artacak ve yedek sanayi ordusu eriyecektir, ama artı-değerin sermayeye eklenmesi daha düşük oranda seyredecektir. Çünkü işçi ücretleri en düşük seviyeden, asgari ücret seviyesinden dahi ödenmiş olsa, neticede ‘değişen sermaye’ oranının, ‘değişmeyen sermaye’ ye oranına göre yükselmesine yol açacaktır, bu da organik bileşeni ve de sermaye birikim hızını düşürecektir. Organik bileşen, tanımı itibariyle değişen sermaye denilen işçi ücretlerinin, değişmeyen sermayeye – üretim araçlarına- bölünmesiyle bulunur. Yukarıda örneğini verdiğimiz otomobil fabrikalarında organik bileşen; S (toplam sermaye oranı 100 olsun)= 90 +10 (değişmeyen sermaye, makine parkuru 90 iken, değişen sermaye, çalışan işçi sayısına ödenen toplam ücret 10’dur. Bu oran, tekstil sektöründe 60’a 40 gibi, 70’e 30 gibidir. Hizmet sektöründe de istihdam oranları çok yüksek, ama işçi ücretleri de oldukça düşüktür.
Sanayi, sektörel bazda, en düşük maliyetle üretim yapıp en yüksek karları hedefler. Sermaye birikiminin tek çıkış yolu da budur. Ayrıca, sermayenin organik bileşenini yükselten teknolojik yatırımlara yönelmek zorunluluğu kaçınılmazdır. Sermaye birikiminin yetersizliği, daha fazla işçiyi daha fazla süre çalıştırıp, daha düşük ücret ödeyerek, organik bileşeni daha yüksek olan gelişmiş ülke sermayeleriyle rekabet edebilmesine, varlığını devam ettirebilmesine ve bu sayede ayakta kalabilmesine yol açmaktadır.
Çalışan, üreten işçilerin açlık ve yoksulluk sınırının altında ücretle çalıştırılmasının yegâne sebepleri bunlardır. Çalışan kesim bu ücretlere rıza gösterdikten sonra, ömrünün son çeyreğini yaşamakta olan emeklilerin haykırışlarını kim duyabilir ki?
19.12.2023, Sedat Pamuk