Uzun uzun yürüdüğüm,yürümenin benim için yaşam tarzı olduğu İstanbul zamanları. Boğazı saymazsak bütün mesafeleri adımlayarak katettiğim günlerdeydim.
Kızım; Anadolu yakasının muteber bir semtinde annesiyle birlikte kalıyordu bense; Beyoğlu Çukurcuma sokağının Boğazkesen caddesi tarafında küçük çaplı bir çöplüğün üstündeki yarım dairedeydim.
Bir süredir durumu düzeltmiştim aslında. Üç yıl süren uzun bir averelik döneminin sonunda 3.mevki adında hoş bir lokantada bulaşıkçı garson aşçı yardımcısı kadrosunda iş bulmuştum.
Geleceğe umutla bakıyor,dünyanın bütün zorluklarına burun kıvırıyordum.
Cumartesileri kızımla birlikte oluyorduk.Çoğunlukla hava güzel olursa yollardaydık,kötüleşirse bazen bende bazense annesinin evinde görüşüyorduk
*
O gün de; şimdi hatırlayamadığım bir sebepten kızıma gidiyordum. Soğuk bir gün olduğunu hatırlıyorum sadece;soğuk ve duru bir gündü. Üsküdar’da indiğim motordan sonra olabilecek en kestirme yollardan zorlanmadan yavaş yavaş tırmanıyordum hedefime doğru. Aslında tercih ettiğim bir şey değildi, çok da hoşlanmıyordum eski eşimin evindeki görüşmelerden. Son zamanlarda kendimi iyice deplasmanda hissediyordum. Bir hoşgeldinin çok görüldüğü zoraki buluşmaların içinde buluyordum zavallı benliğimi. Yine de gidiyordum işte, kızıma gidiyordum en nihayetinde.
Hissettiğim aşağılanmaya rağmen değerdi.
İşte aynı sahne,gri bir duvarla yüzyüze geldim kapı açıldığında. İçeri buyur edildim selamsız sabahsız. Hayalet gibi kokusuz,renksiz süzüldüm salona.
Kızımı kucakladım,öptüm.Konuştum onunla,oynadım.Canlandım. Zaman akıp geçti. Yemek yediler. Sormadı,açtım oysa. Gözüm zaman zaman sehpanın üzerinde duran meyve tabağındaki portakallara takılıyordu.Muhteşen sarı yuvarlaklar ağzımı sulandırıyordu.Bir portakalı hiç bu kadar arzuladığımı hatırlamıyorum.
Evden ayrılıp dönüş yoluna girdiğimde aklımda hala portakal vardı.Akşamın geç saatlerinde soğuk şehrin üstüne iyice çökmüştü.Isınmak için hızlı bir tempo tutturmuş,caddelerden geçip birbirine bağlanan sokaklar boyunca yürüyordum.Karanlık bir yola girmiştim,yaşadığım tedirginlikle bir an önce çıkmak için adımlarımı iyice hızlandırmıştım. Bakışlarım yolun sonuna odaklanmıştı,birden onu gördüm. Biraz ilerde yolun ortasında duruyordu.Karanlığın içinde ışık topu halinde,tüm sokağa hakimmiş gibi vakur,kararlı beni bekliyordu. Sırtımdaki tüyleri havalandıran bir elektrik dalgası geçti ensemden kuyruk sokumuma .
Yaklaştım.
İşte önünde durmuş hayretle ona bakıyordum. Eğildim,aldım,elimde çevirdim,kokladım…Yüzeyinin her tarafını sokak lambasının ışığında dikkatle inceledim. İnanılmazdı ama olması gerektiği gibi, kusursuz bir portakaldı. Ama yemeden bundan emin olamazdım.Hiç acele etmeden,şefkatle incecik kabuklarını soydum. Ellerim tatlı yapışkan suyuyla ıslandı.T adını çıkararak dilim dilim yedim. Tam bir ziyafetti,belki de şimdiye kadar yediğim en muhteşem şeydi. Huzurlu bir doygunluk duygusuyla yoluma devam ettim.
Zaman zaman o günü hatırladığımda bu tuhaf karşılaşmadan kuşkuya düştüğüm oldu. Zihnim bana bir oyun mu oynamıştı? Ama değildi,yaşadığım gerçek bir deneyimdi. Yanısıra doğa üstü bir gücün bana bir şaka yaptığını düşünemeyecek kadar ateisttim.
Portakal da sapına kadar ateistti!
AYGÜN ÖZER- OCAKLAR ERDEK- 18-11-2018