Kuşak çatışmasını lirik-müziksel bir dille ve incelikli karakter tahlilleriyle anlatan Turgenyev, insan ilişkilerindeki açmazları okuyucularıyla dertleşircesine paylaşmaktadır.
1859 baharında üniversiteli iki genç adam, iki samimi arkadaş, 3 yıl ayrı yaşadıkları ailelerinin yanına geri dönerler. Kırsal kesimde yaşayan ailelerden öncelikle, Arkadi’nin ailesine ait çiftliğe gelip bir süre orada konuk olurlar. Arkadi’nin babası ve birlikte yaşadıkları amcası soylu ve tanınmış bir ailenin görmüş geçirmiş temsilcileridir. General babaları, Arkadi’nin amcasını kendisi gibi subay yetiştirmiş, diğer oğlunu da, yani Arkadi’nin babası Nikolay Petroviç’i de iyi bir tahsil hayatının ardından üst düzey bürokrat olmasını sağlayarak terk-i dünya eylemiştir. Nikolay Petroviç, emekli olduktan sonra babadan kalan çiftliğe yerleşmiş ve çiftlik topraklarının oldukça büyük bir kısmını topraksız köylülere -serflere, Rusçadaki söylemiyle “canlara”- dağıtmıştır. Yüce gönüllü bir insan olan Nikolay Petroviç, oğlunun yokluğunda, çok önceleri kaybettiği eşinin yerine, çiftlik çalışanlarından genç ve güzel Feniçka ile evlilik dışı bir evlat sahibi olmuştur.
Subay emeklisi amca Pavel Petroviç, Moskova’da, Petersburg’da, Paris’te yaşamış, yakışıklılığıyla baloların aranan donjuanı olmuş, İmparator Lui Bonaparte’ın sofrasında yemeklere katılmış, prenseslerle aşklar yaşamış bir karakterdir. Prenses sevgilisinin kaybından sonra çiftliğe gelerek kardeşi Nikolay Petroviç’in yanında münzevi hayata çekilmiştir. Kardeşinin Feniçka ile ilişkisini yadırgamış, bir hizmetçi ile çocuğu olduğu halde evlenmesine karşı çıkmıştır.
Arkadi ile birlikte çiftliğe misafir gelen Bazarov, “Nihilist” düşüncenin savunucusu genç bir doktor adayıdır. Bazarov, nihilist düşüncesi ile öykünün baş karakteridir. Nikolay Petroviç’in sıcak ev sahipliği karşısında, Bazarov, arkadaşı Arkadi’ye, bir soru üzerine, şöyle bir değerlendirmede bulunur:
“Baban iyi bir insan ama eski kafalı. Onun modası geçeli çok oldu.”
Nikolay Petroviç bir ölçüde Bazarov’un eleştirilerinden kurtulsa bile, amca Pavel Petroviç, yüksek egosu ve baş eğmez yapısıyla Bazarov’un radarına takılmaktan kurtulamaz. Nihilist kişiliğin yapısı gereği, hiçbir otorite önünde baş eğmeyen, ne kadar saygıdeğer olursa olsun, hiçbir ilkeye inanmayan Bazarov, Feniçka ile muhabbeti koyulaştırdığı bir esnada onu dudaklarından hararetle öper. O esnada oradan geçmekte olan amca Pavel Petroviç bunu hazmedemez ve Bazarov’u tabancalı düelloya davet eder. Bu hazımsızlığın altında biraz da Pavel Petroviç’in, Feniçka’ya duyduğu gizli bir beğenisi yatmaktadır. Feniçka’nın Nikolay Petroviç’ten çocuk sahibi olmasına rağmen onunla evlenmesine karşı çıkmış ama öte taraftan Pavel Petroviç, Feniçka’yı kaybettiği prenses sevgilisinin yüzüne benzetmektedir. Düelloya davet etmesinin altında yatan gerçek, Bazarov’a kızmasının yanı sıra Feniçka’ya duyduğu ilgi ve kıskançlık güdüsüdür.
Düelloda kazanan Bazarov olur, amca hafif bir sıyrıkla yaralanır. Düellodan sonra çiftlikten ayrılan Bazarov, bir süre sonra baba ocağına, emekli doktor babası ve onu 3 senedir görmeyen, özlemle bekleyen annesinin yanına döner. Bir gün tifüsten ölmüş bir köylüye otopsi yapmaya çalışırken neşterle parmağını keser ve yanında “cehennemtaşı” bulunmamasının sonucunu hayatıyla öder. O dönemin salgın hastalığı tifüsün vücudu sarmasını önleyen tıbbi aleti cehennemtaşıdır ve otopsiyi yapan doktorun yanında yoktur. Bazarov babasından ister ve yaraya bastırır ama tedavide geç kalınmıştır.
Ve 1859 baharında başlayan “Babalar ve Oğullar” öyküsü, 1861 yılında Bazarov’un trajik ölümüyle son bulur. Trajedilerin ölümle sonuçlanması, okuyucu üzerinde çarpıcı bir etki bırakmaktadır. Roman kahramanı öyküde ölüme kavuşmuş olsa da okuyucunun hafızasında adeta ölümsüzleşir.
Örneğin Goriot Baba, Balzac’ın unutulmaz karakteri, kızlarına asil hayatlarını sürdürmeleri uğruna servetini harcamıştır, maddi yardımlarını ölünceye kadar eksik etmemiştir. Fakat perişan bir şekilde öldüğünde cenazesine kızları tenezzül edip katılmazlar bile. Goriot Baba sefil bir şekilde ölür ama okuyucunun hafızasında ölümsüzlük tahtına ulaşır. Yine aynı şekilde, Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah roman kahramanı Julien Sorel, romanın sonunda ölür ama hafızalara kazınır. Tolstoy’un ünlü eseri Savaş ve Barış kahramanı, önemli karakteri Prens Andrey, savaşta amansız bir yara alır ve bir türlü kavuşamadığı ve ölesiye sevdiği sevgilisinin yanında son nefesini verir.
Sadece romanlarda değil, hayatımızın her anında ölüm, bizim dışımızda ama hemen yanı başımızda kol gezmektedir. “Her canlı bir gün ölümü tadacaktır” düsturunu unutmaksızın yaşarken, hiç ölmeyecekmişiz gibi de yaşamın çarklarına takılıp gitmekteyiz. Yaşam akıp gitmektedir. Yüzyıllar öncesinden Latin Filozof Seneca; “Omnes reservamur ad mortem!”- “Herkes ölüme yazgılıdır!” demiş ve hemen ardından kendi canına kıymıştır.
Romanın omurgasını oluşturan, kuşaklar arası çelişki ve gençler arasında kabul gören, günün moda düşünce tarzı nihilizm hakkındaki yorumlarını, Turgenyev, kahramanların diyaloglarından okuyucusuna şu şekilde yansıtmaktadır diyelim ve Babalar ve Oğullar hakkındaki tanıtım yazımıza bu diyaloglar çerçevesinde noktayı koyalım:
Amcası, Arkadi’ye sordu:
“Senin yeni dostun nerede?”
“Evde değil. Alışkanlığı olduğu için erken kalkar ve bir yerlere gider. Onu rahat bırakmak gerek, içli dışlılıktan hiç hazzetmez.”
Ekmeğine yavaş yavaş yağ sürmeye başlayan Pavel Petroviç:
“Evet, öyle gibi,” dedi ve sordu, “Bizdeki konukluğu çok mu sürecek?”
“Bilmiyorum. Babasının yanına giderken yolunun üzerindeydi, bize de uğradı.”
“Babası nerede oturuyormuş?”
“Bizim şehirde, buradan yaklaşık seksen kilometre ötede. Orada küçük bir çiftliği var. Önceleri alay doktoruymuş.”
“Haa, evet evet… Şu Bazarov soyadını nerede duydum diye hep kendi kendime sorup duruyordum. Nikolay, anımsıyor musun, babamızın tümeninde bir Doktor Bazarov vardı?”
“Sanırım vardı.”
“Evet, evet vardı. Demek o doktormuş onun babası!”
Pavel Petroviç, elini bıyıklarına götürdü. Kısa bir sessizlikten sonra sordu:
“Peki, aslında bu Bay Bazarov nedir?”
Arkadi gülümsedi:
“Bazarov mu? Amcacığım, doğrusunu, onun ne olduğunu söylememi mi istiyorsunuz?”
“Lütfen, sevgili yeğenim.”
“Bir nihilist’tir.”
Nikolay Petroviç:
“Nasıl?” diye sordu.
Pavel Petroviç ise, ucunda bir parça tereyağı olan bıçağını havaya kaldırdı ve öylece durakladı. Arkadi yineledi:
“Bir nihilist.”
Nikolay Petroviç:
“Nihilist,” diye söylendi, “Bildiğim kadarıyla bu, Latince nihil, yani ‘hiç’ sözcüğünden gelir. Böylece, bu söz, hiç… hiçbir şey tanımayan bir adam demektir, doğru değil mi?”
Pavel Petroviç:
“Desene, hiçbir şeye saygı duymayan bir adam,” diye tamamladı ve yeniden ekmeğine yağ sürmeye başladı.
Arkadi:
“Yani her şeye eleştirel bakan adam,” diye ekledi.
Pavel Petroviç:
“Bunların ikisi de aynı kapıya çıkmaz mı?” diye sordu.
“Hayır, çıkmaz. Nihilist, hiçbir otorite önünde baş eğmeyen, ne kadar saygıdeğer olursa olsun, hiçbir ilkeye inanmayan adam demektir.”
Pavel Petroviç, Arkadi’nin sözünü bölerek:
“İyi bir şey mi bu sanki?”
“Adamına göre değişir amcacığım. Bazıları bundan hoşlanır, bazıları asla hoşlanmaz.”
“Demek böyle. Görüyorum ki bu bize uygun değil. Biz eski dönem adamlarıyız. Bizim inancımıza göre hiçbir ilkeye (Pavel Petroviç, bu sözcüğü, Fransız aksanına uygun olarak yumuşak söylüyordu), senin söylemin gereği, inançsız insan, bir adım atamaz, soluk bile alamaz! Siz bunların hepsini değiştirdiniz. Tanrı size sağlık ve yüksek mevkiler ihsan etsin, biz bununla yalnızca övünürüz bay… Neydi o terim?”
“Nihilistler…”
“Evet, önceleri, Hegelistler vardı, şimdi ise nihilistler. Bakalım, uzayda havasız nasıl yaşayabileceksiniz? Azizim, Nikolay Petroviç, lütfen şu zili çalıp, hizmetçiyi çağırır mısın, benim kakao içme vaktim geldi.”
Pavel Petroviç, tüm benliğiyle Bazarov’dan nefret ediyor, onu kibirli, ukala, görgüsüz, alt tabakadan biri sayıyordu. Bazarov’un kendisini umursamadığını, kendisini, yani Pavel Petroviç Kirsanov’u neredeyse aşağıladığını hissediyordu. Nikolay Petroviç, genç “nihilist”ten biraz çekiniyor, Arkadi’yi etkileyecek, onu da bir nihilist hâline getirecek diye korkuyordu. Ama Bazarov’un anlattıklarını hoşlanarak dinliyor, yaptığı fizik ve kimya deneylerini severek izliyordu. Bazarov yanında bir mikroskop da getirmişti. Saatlerce bununla oyalandı. Hizmetçilerle alay etmesine karşın, onlar da kendisine bağlanmışlardı. Bazarov’un bir efendi olmayıp ne de olsa kendilerinden biri olduğunu anlıyorlardı.
01.12.2024. Sedat PAMUK, Ankara