“Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde!”
Türk edebiyatının başlıca muhalif şairlerinden Ziya Paşa’nın ünlü Terkib-i Bend başlıklı şiirinin en vurucu beyitlerinden biridir bu dizeler. Bu iki dizeyle zamanının haramzade muktedirlerine Ziya Paşa, “Bir zamanlar tahtının havada uçtuğuna inanılan saltanat sahibi Hazret-i Süleyman’ın iktidarı bile sona erdi. O’nun bir zamanlar göklerde dolaşan tahtı değişen dünya koşullarının etkilerine dayanamadı, savrulup gitti. O’nun saltanatının yerinde şimdi nasıl yeller esiyorsa, sizin iktidarınız da öylece yıkılıp gidecektir. Adınız sanınız anılmaz, iminiz timiniz belirsiz olacaktır! İyisi mi siz çalıp çırpmalardan, halka ve karşıtlarınıza zulmetmekten vazgeçin!” der.
Der de sözüne kulak asılır mı? Elbet hayır! Zamanının iktidar sarhoşları usulünce çalıp çırpmaya, “Bu kadar da çalınmaz ki” diye mırıldananların canına okumaya devam ederler bir süre… Sonra? Sonrası bir varmış, bir yokmuş… O saltanat sahiplerinin adlarını, sanlarını anan, hatırlayan var mı? Tümü silinip gitmiş toplumun belleğinden. Sadece hırsızlıkları, çalıp çırpmaları unutulmamış. Bir de zalimlikleri, sömürgenlikleri…
Ya Ziya Paşa? O hiç unutulmamış! Halkları soyup soğana çeviren iktidarlar ve onlara uşaklık edenler, yalakalık yapanlar var oldukça da unutulmayacak!
Muktedir denilince akla her nedense en baştaki tekil kişi gelir. Oysa altındakiler,
yani onu sırtlarında taşıyanları, yüzsüz kalemşorları ve daha bir sürü çerden çöpten kişilikli yani gönüllü emir kulları, şakşakçıları, çifte tabancalı danışman etiketli fedaileri, görsel ve yazılı medya bülbülleri, kanla kahramanlık destanları yazan militanlarıyla birlikte vardır o! Öylece bir bütündür. Nasıl piramidin tepesindeki taş kendi başına hiçbir şeydir. Öylece işte… Muktedir de kendi başına öylece, hiçbir şeydir yani… Piramidin kapak taşı gibi… Bu piramit malzemesi gün gelir yerinden hoşnutluğunu yitirmeye başlar. Her taş kademedeki mevcut yerinden bir üst kademeye yükselmeye soyunur. Sonra?
Eee, kıpır kıpır taşlardan piramit olur mu? Elbet olmaz. Böylece bir piramit varmış, bir piramit yokmuş… Neden mi? Eşyanın doğasından elbet. Piramit taştan olur, insandan olmaz. Taş, piramidin hangi kademesinde bulunursa bulunsun, onun için fark etmez. Oysa insan öyle mi ya? Hangi kademede bulunursa bulunsun, birilerinin onun omzuna basarak yükseldiklerini fark eder ve omuzları üstünde duranın yerine geçebilmek için kıpırdanmaya, kendisini yükseltmek için başkalarını alçaltmaya koyulur! Ee, bu kıpır kıpırlık da piramidin piramitliğine ters düşeceğine göre, Süleyman’ın tahtı da dengesini yitirip paldır küldür baş aşağı… Nereye kadar? Elbet yerin dibine kadar!
Süleyman’ın havalarda dolaşan tahtıyla temsil edilen saltanatı nasıl gün gelmiş zamanın rüzgârına kapılıp gitmişse, hiç kuşku yok, her devrin yıkılmaz görünen saltanatları da eşyanın tabiatı gereği zamanın rüzgarına kapılacak, savrulup gidecektir. Muktedirlerin bu gün yıkılmaz görünen saltanatları da hiç kimse kuşku duymasın yıkılacak, tahtlarının, saraylarının yerinde yeller esecektir