Yıllar önce, evimizin hemen bitişiğinde biri kız, beşi erkek altı çocuğuyla yaşamaya çalışan Atiye isimli bir komşumuz vardı. ( Üçüncü sıradakiler ; biri kız, biri erkek, ikiz.) Bu hanım kaç yaşındaydı bilmem ama; biz ona ATİYE Abla derdik. Ondan çekinir, hatta biraz da korkardık. Anadolu kadını olmanın bütün özelliklerini taşırdı Atiye Abla. Ara sıra soba üzerinde ısıttığı suyla çocuklarını, kapısının önünde beton dökülmüş, taşlık denen yerde yıkardı. Hava eksi yirmilerin üstüne çıkmış, tipiden göz gözü görmüyomuş hiç fark etmezdi. O iki yaşındaki tombul Ömer’in, buz tutmuş hafif rampada, çıplak poposunun üzerinde kızarıp kanayıncaya kadar kayarak oynadığını görürdük. Ayakları genelde çıplak olurdu. Atiye Abla’ nın kocası biz o mahalleye taşınmadan az önce genç yaşta ölmüş. Biz tanıdığımızda çocukların en büyüğü 15_ 16 en küçüğü iki yaşlarındaydı. Büyük çocuk fırında çalışarak aile bütçesine destek oluyordu. Başka gelirleri var mıydı bilmiyorum. Durumu iyi olan akraba ve komşuların da onlara destek olduğunu duyardım. Ama onun kimseden yardım istemediğini, aç kalsa bile ağlayıp sızlanmadığını herkes bilirdi. ŞİMDİ CENNETTE. RAHMETLE ANIYORUM!
Yaz sonunda, mahallenin kışlık kavurması, sucuk, pastırması onun taşlığında yapılır, yufkalar orada açılır, erişteler orada kesilir kurutulurdu. Çıkmaz sokağın en sonu olduğu için, bu yoldan pek gelen geçen olmazdı. Kadınlar yaz boyunca orada toplanır, götçek denen tahta taburelerde veya pırtı denilen eski kilimlerin, minderlerin üzerinde oturur sohbet ederlerdi. Sebzeler orada ayıklanır, kışlık kazaklar orada örülürdü. Yün yatakların boşaltılıp yıkanıp dövüldüğü, havalandırıldığı yer bu taşlıktı. Her akşam altını ıslatan beşinci oğlanın şiltesi( ince basık yatak) buram buram sidik kokusuyla burada bir köşede kurur, bir sonraki akşama hazırlanırdı.
Atiye Abla’ nın çocuklar üzerinde inanılmaz bir otoritesi vardı. Aslında o hiç çocuklarını dövmez, hatta azarlamazdı bile. Ama bir gün Ömer’ in ağzına terliğin tersiyle patlattığına şahit olduk. Orada bulunan kadınlar.( Kız niye vurdun uşağın ağzına durduk yerde?) diye tepki verdiler. Aslında Atiye Abla, o terliği çocuğun ağzına durup dururken vurmamıştı. Ömer ağlamaya benzeyen ama ağlama olmayan bir ses çıkararak annesinden bir şey istemişti.
Atiye Abla ( Cırladığını görmüyonuz mu ?) dedi.
Yıllar sonra bu cırlamanın ne olduğunu öğrendim. Çocuk doğar, belli bir yaşa gelinceye kadar her istediğini ağlayarak belli eder. Sonra işaret dilini öğrenir. Canı yanınca ağlar. Sonra ağlayarak istediğini yaptırmayı keşfeder. Gerçekten ağlamayı tanırız. Bir de yalancıktan ağlamak vardır. İşte bu yalancıktan ağlama sırasında çıkan cırtlak ses CIRLAMADIR!
Çocuk, cırlayarak bazı isteklerinin yapıldığını görürse, cırlamayı alışkanlık haline getirir. Olura olmaza cırlar, annesini , babasını, diğer büyüklerini bu sesi çıkartarak bezdirir, manipüle eder. Bu alışkanlık işe yaradığı sürece ileriki yıllara da taşınır. Çırtlak sesle derdini anlatmaya çalışan yetişkinlerin bu sevimsiz davranışı, temelinde; büyüklerin cırlamayı farkedip zamanında önlememesinden kaynaklanır.
Elbette; cırlayanın ağzına terlik yapıştırın demiyorum! Cırlayanı dikkate almayın! O sesi çıkardığı sürece kendisini dinlemeyeceğinizi açık açık söyleyin! Böyle bir alışkanlığınız varsa da hemen vazgeçin! Toplumumuzda gerçekten ağlayanların sesi duyulmuyor, gözyaşları görülmüyor.
Çırtlaklar kesin sesinizi!
Yıllardır insanların acısını ciddiye almayan, yalakalık yapan, milyarlar kazanan, dövizini, altınını, malını mülkünü daha çoğalsın diye illegal yatırımlar yapan, sonra; yok şiddet gördüm, yok paramı kaptırdım diye kapı kapı dolaşanlara kulaklar tıkanmalı…
21-07-2024 / ULVİYE KARA AKCOŞ