Ahmet yine iskelede. Elinde oltası,gözlerini denize dikmiş büyülenmişçesine gidip geliyor.
Hafta içi okul çıkışı bazen önlüğü üzerinde-hafta sonu zaten öyle-hemen sahilde bitiveriyor.
Ahmet yaşında bir çocuk denize nasıl böyle bağlanabilir?
Biliyorum, Ahmet karadan umudunu kesmiş çocukluğum benim.
Karadan beslenemiyor; o da çareyi sınırları ufukla çizilmiş su kütlesinde arıyor. Deniz,onun için şefkatli bir ana gibi. Derinliğinde,uçsuz bucaksızlığında rahatlayıp ferahlıyor.
Karada nefes alamıyor Ahmet. Kendini koruyamıyor. Ruhu,sürekli talim edilen deneme tahtası.
Deniz,onun sınırlarını yeniden çiziyor. Denizin enginliğinde koruma duvarlarına tekrar kavuşuyor.
Kara insanları denizden korkuyor.
Denizi mekan tutmuş Su’dan Gelen, kara insanlarının kulaklarına taa bebeklikten fısıldanmış bir varlık.
Zaman zaman karaya ayak basıp,rüzgarlı karanlık sokaklarda onlara göründüğünde bir daha geri gelmemecesine akıllarını başlarından alıyor.
Anlatılanlara göre kişi yüzüne baktığında Medusa görmüş gibi taşlaşıyor. Delici kapkara gözleri bakanın elini kolunu bağlıyor,sonsuz açılabilen mavi-kırmızı ağzı zavallı kurbanını yutup sonsuzluğa yuvarlıyor.
Böylece efsanelerle harlanmış deniz kara insanları için canavarlaştıkça,Ahmet denize sarılmayı öğrendi daha çok küçükken. Bir de canavarları sevmeyi.
Kara insanlarının evlerinin kapıları denize sıkı sıkıya kapalı. Evlerin pencereleri minik,yumulmuş gözler gibi. Sahilde evlerinin önünde ahşap sandalyelerinde otururken sırtlarını denize dönüyorlar.
Kara insanları sırtlarını denize döndükçe,Ahmet daha çok bağlanıyor denize.
Günden güne sabırla büyümeyi bekleyip iskeleden ayrılacağı gün kendine eşlik edecek Su’dan Gelen’i n yolunu gözlüyor. Her gün bir ayine gidiyormuş gibi bıkmadan sahile inmeye devam ediyor.
Ahmet henüz bilmiyor. Su’dan Gelen asla gelmeyecek. Ahmet bunu anladığında asıl serüven işte o anda başlayacak.
Medusa’ya…
AYGÜN ÖZER- BANDIRMA – 12-04-2019