Cüzzam

C Ü Z Z A M
" Umudun Tarifi " isimli bir Çin filmi izledim. Çok hazin bir gerçek yaşam hikayesi. 1890 lı yılların sonundan 1996 ya kadar süren hayatların yürek yakan dramı. O yıllarda Cüzzam çok yaygın , tedavisi çok az ve yetersiz olduğundan, insan bedeninde kalıcı hasarlar bırakıyor. Hatta ilk zamanlar hastaları tamamen tecrit edip öldürüyorlarmış.. Tedaviler başarılı oldukca hastanelere alınmışlar. Özel Sanatoryumlar kurulmuş burada özel yaşam şartlarında tutuklu kalmışlar.
Filimde cüzzamlı bir yaşlı kadının sanatoryumdaki hayatı ve sonrasında özgür kaldığında toplum baskısı ile nasıl aşağılandığı anlatılıyor.
Cüzzamlıların hapis hayatı sonrasında, Sanatoryum denen sözde tedavi merkezlerinde de hayatları pek farklı olmamış. Hastane dışına çıkmaları yasak, normal sağlıklı insanlarla görüşmeleri yasak. Hastane bahçesi dışına çıkması yasak. Hastanedeki Cüzzamlı arkadaşlarından başka birini tanıma konuşma şansları yok. Taa ki 1996 yılına kadar.
1996 da tedavi görüp şifa bulan hastaların hastane dışına çıkmasına izin verilmiş. Bu yaşlı kadının hikayesi de burada başlıyor.
Bu yaşlı kadın, cüzzamı yenmiş iyileşmiş ama toplum baskısını yenememiş. Yüzündeki kayıpları gören cüzam geçirdiğini hemen anlıyor ve ondan uzaklaşıyor konuşmuyormuş. Bu onu çok üzmüş. Bedenindeki kayıplar geri gelmiyormuş. Burun yapısı biraz bozulmuş ve iç organlarında da zararlar olmuş. . Bu hastaların çoğu Zatürreden ölüyormuş. Bu yaşlı kadın da da zatürre başlangıcı varmış. . Zaman zaman öksürüyormuş.
Çok geç de olsa, uzun yıllar hapis hayatı yaşayan hastalara Sanatoryumdan çıkma izni gelmesi onları çok mutlu etmiş ama, çoğu artık sanatoryumla bütünleşmiş olduğundan izin verilse de, dışlanacağını bildiği için hiç çıkmamış dışarı. Bu yaşlı kadın dışarı çıkma cesareti gösterenlerden biri.
Bir gün şehri dolaşmaya çıktığında , bir okulun yanından geçerken küçük bir dükkan görmüş. Camında yardımcı aranıyor yazılı bir kağıt asılıymış.
Yaşlı da olsa içinde çalışma hevesi varmış. Hemen dükkana girmiş, bana iş ver lütfen, demiş, adam burnunu görünce hemen anlamış ama incitmemek için, sen yaşlısın yorulursun çalışamazsın, çok yorucu benim işim demiş. Bir şey demeden dönüp gitmiş kadın ama ertesi gün yine gelmiş. Bir sonraki gün de... Teyze gelme artık dese de dükkan işletmecisi…
Sonraki gün elinde bir kapalı kap ile gelmiş, bak burada kırmızı fasulye ezmesi var, herkes bilir ama benim kadar lezzetli yapan yoktur, ye sonra bana cevap ver. ... Adam da bu fasulye ezmesinden yapıp satıyormuş ve öğrencilerin çok sevdiği ve her gün alıp severek yedikleri bir şeymiş bu, ama kadının getirdiği fasulye ezmesi o kadar lezzetli gelmiş ki, hayatında hiç bu kadar güzelini yememiş. Ertesi gün kadın geldiğinde, çok lezzetli gerçekten, gel yarın işe başla demiş. Aslında çevrenin tepkisinden korkuyormuş ama her şeyi göze almış, bu yaşlı kadını mutlu etmek istemiş.
Kadın çok mutlu ve heyecanla yarını hayal ederek , gece zor uyumuş, , sabah gün doğmadan uyanıp koşarak gelmiş dükkana. Çünkü bu lezzetli ezmeyi yapmak çok uzun zaman alırmış. Dükkan sahibi de biraz sonra gelmiş zaten . Birlikte işe başlamışlar.
Önce Kırmızı Fasulyeleri yıkayıp ıslatmışlar .Fasulyelerin büyük bir kazanda sıcak suda bir saat beklemesi gerekiyormuş. Bu arada köpükleri çıkıyormuş su yüzüne bu köpükler lezzeti bozarmış,mutlaka temizlenmesi gerekirmiş. Kazan akar su altına alınmış, sular bir yandan kazana damla damla dökülürken diğer tarafından akarak köpükleri temizlemiş hiç el değmeden... Lezzetin sırrı işte buradaymış, dükkan sahibi fasulyeleri elleriyle yıkıyor köpüklü suyu durulayıp döküyormuş. Bunu sakın unutma demiş kadın, lezzetin sırrı bu. Sonra kazanda kaynatmışlar fasulyeleri. Tam yumuşayınca süzgeçten geçirip üzerine yeterli miktarda şeker döküp beklemeye bırakmışlar, şekerler eriyince tekrar kaynatmaya devam etmişler. Sonunda lokum gibi tatlı bir ezme olmuş.
Bunları küçük servis kaselerine koyup öğrencilere satmaya başlamışlar. O kadar lezzetli olmuş ki alan bir daha almış ve herkese haber vermiş, bir anda satışları iki üç katına çıkmış, Herkes çok mutlu iken, bir gün sağlık müdürlüğünden bir memur elinde dosyayla gelmiş, dükkan sahibine uyarıda bulunmuş ve ceza yazmış. Bir cüzamlıyı işe almak toplum sağlığı için zararlı imiş… Derhal işten çıkarman gerek demiş. Oysa bulaşma rizki zaten olmadığı ispatlanmış ve tedavi ile tamamen şifa bulmaları da sağlanmış..Ama ikna etmek mümkün olmamış. Çaresiz, dükkan sahibi de yaşlı kadın da üzgün ,boyun eğmişler. Görevliler eryere duyurmuşlar bu dükkan cüzamlı çalıştırdı diye, kimse gelmemiş fasulye ezmesi almaya. Dükkan iflas edip kapanmış haciz gelmiş dükkandaki tüm malzemesini de kaybetmiş. İşsiz kalmış adam..
Yaşlı kadın da sanatoryumdaki hayatında eskisinden daha da mutsuz yaşamaya devam etmiş. Bu arada zatürresi daha da ilerlemiş. Artık iş yapamaz hale gelmiş. Yakında hayatını kaybedeceğini anlamış. Sanatoryumda yıllarca fasulye ezmesi yapımında kullandığı kazan kepce ve süzgeci bir bohçaya sarıp rafa kaldırmış. Arkadaşına da bir mektup bırakmış. Yanında çalıştığı o dükkancı gelirse bunları kendisine ver demiş. Kısa bir süre sonra kadın ölmüş. Dükkancı da hiçbir yerde iş bulamayınca çaresizlik içinde yaşlı kadını ziyarete gelmiş. Yine birlikte fasulye ezmesi yapalım satalım diyecekmiş ama büyük bir üzüntü ile öldüğünü öğrenmiş. O an son umutları da ölmüş. Tutunacak hiçbir dalı kalmamış gibi hissederken, yaslı kadının arkadaşı, kendisine emanet birakılan mektıbu uzatmış, ve bekle burada biraz diye odasına gitmiş. Elinde bohça ile geri döndüğünde, adam gözyaşları ile o bohçayı yavaşca açmış, çok değerli kutsal bir emanet gibi kendisine bırakılan malzemelere bakarken hayata yeniden doğmuş.
Mektupta yaşlı kadın ona güç veren, çok güzel şeyler yazmış. Hayat bazen bitti dediğin yerde yeniden başlar, umut hiç ummadığın yerde çöl toprağında yeşeren çiçek gibidir, yıllardır beni hayata bağlayan bu malzemeleri senin için sakladım, bunları al ve benden öğrendiğin gibi fasulye ezmesi yap, dükkan olmasa da mutlaka sana dükkan kadar gelir sağlayacaktır. Küçük bir tezgah hazırla ve Sanatoryum yanındaki kiraz bahçesindeki en büyük kiraz ağacının altında, ezme var ezme diye bağır ilk zamanlar, zaten sonra bağıracak zamanın olmayacak, herkes sırada bekleyecek, bir alan bir daha gelecek… Gerçekten de böyle olmuş, ezmeler sayesinde çok mutlu olmuş adam ve bu yaşlı kadını hiç unutmamış. Sanatoryum yakınındaki cüzamlı mezarlığında bir kiraz ağacının önündeki mezarın hep ziyaret etmiş. Minnet ve sevgi duyguları ile dua etmiş.
Bir hayat kurtarmak için bazen güçlü olmak gerekmiyor, hatta bazen hayatta olmak bile gerekmiyor. İmkanımız varsa çevremizdeki hayatları görelim, yardıma ihtiyacı olanların elinden tutmaya niyet edelim, çok zengin olmasak da moral verip yol gösterelim… Hele de bu corona günlerinde insanların morale ve bir dost sohbetine her zamankinden çok ihtiyaçları var, yanında olmasak da telefonla arayalım, umut verelim.
SEVİL AĞTAŞ-BANDIRMA - 12-05-2021

**

BİR ŞİİR

E L L ER  
dünya ellerimizde , görmesini bilene
evde her işi yapan, çocuk bakan, yama yapan
bahçeyi çapalayan, harmanda düven süren.
öpülesi eller var.
eller var sanat için çalışan,
fırça tutan, çamur karan , saz çalan
piyano çalan mesela.
eller var , vedalarda sallanan...
eller var, öksüz çocuğun saçlarını okşayan.
eller var sevdiğinin elinden tutan.
eller var
ağaç diken, hayvan seven.
eller var sevdiğine kazak,
kızın çeyizine dantel ören.
eller var, sevdiğinin saçlarını tel tel okşayan.
eller var araba , uçak yapan
iğneden ipliğe ,tencereden köprüye..
her şeyde el emeği göz nuru var.
ellerin değerini bilen
ellerin sadece
iyi şeyler yapmak için verildiğini anlayan..
kaç kişi var ?
bilse, anlasa, eline kan değer miydi...
bu kutsal eller adam öldürebilir miydi ?
bu kutsal eller, masum bebeleri dövebilir miydi?
harama el uzatıp çalabilir miydi ?
silah tutabilir miydi mesela ?
masum insanları o silahla öldürebilir miydi ?
bomba atabilir miydi ?
o bombayla yüzlerce insanı öldürebilirmiydi ?
sonra da o kanlı elleriyle
oturup masada ekmek yiyebilir miydi ?
ellerinin değerini bilseydi eğer
bu güzel dünyayı elleriyle yok edebilir miydi ?
ormanları ateşe verebilir miydi ?
toprağını betona teslim edebilir miydi ?
öpülesi eller var, saygı ile,sevgi ile..
kırılası eller var nefret ve öfke ile.
dünya ellerimizde, görmesini bilene.
dünya çok güzel olurdu
insanlar sevmeyi öğrense.
sevelim sevilelim
güzel bir dünya bırakalım
bizden sonra gelecek olan nesillere.
SEVİL AĞTAŞ