Davul Zurnayla Gelen Kriz-2

DAVUL-ZURNAYLA GELEN KRİZ-2

Davul-Zurnayla gelen kriz yazımın birinci bölümünde ülke tarımının ilk mevzi savaşını size özetlemeye çalıştım. Bugünkü yazımda olayları biraz daha somutlaştırmaya çalışacağım.

Birinci yazıda sadece mısır tohumculuğunun ve mısır pazarının nasıl çok uluslu şirketlerin eline geçtiğini özetlemiştim. Süreç sadece mısırla bitmedi. Kronolojik olarak aktarmaya çalışayım.

* 1983 yılında Özal Hükümetleri döneminde tohum fiyatları serbest bırakıldı.

* 1984 yılında tohum ithalatı serbestleştirildi. Bu tarihten itibaren önce çok uluslu şirketlerin Türkiye’de faaliyet gösterebilmesi için yerli ortak bulmaları şartı getirildi. Bu şart bir iki yıl sonra kaldırıldı.Yine bir önceki yazıya referansla Cargıll ilk kurulduğunda Pınar Holdingi partner olarak aldı. Bu koşul değişince Pınar Holding tohumluk üretim ve ithalatında saf dışı bırakıldı.

* 1985 yılında çıkartılan bir yasa ile özel sektör tohumculuğu teşvik edildi. Hani biz de bir devlet düşmanlığı vardır ya. Devlet yapamıyor özel sektör daha iyi yapar diye. İşte bu tarihten sonra devlete ait tohum araştırma ve üretme işletmeleri birer birer kapatıldı. Sektörün dışa bağımlılığı için gerekli alt yapılar oluşturulmaya başlandı. Toplanan bütün bilgi birikimleri bir kalemde çöpe atıldı. Tarım İşletmelerinin arazileri ve iş gücü özel sektörün emrine verildi.

* 16 yıllık AKP döneminde çıkartılan yasalar ve yapılan düzenlemeler çöküşün hızlanmasını sağlamış kalan son engelleri ortadan kaldırmıştır.

Peki, çok uluslu şirketler Türkiye’de bir Ar-Ge çalışması yapıp yeni bir teknoloji getirdi mi? Kocaman bir hayır. Yapılan iş şudur. Şirketler üretecekleri tohum materyaline ait ana ve baba hatlarını kodlu bir şekilde yurt dışından getirir. Türkiye’deki ucuz iş gücü Ziraat Mühendislerini bunların hangi tarihlerde ve ne şekilde ekilmesi gerektiğini anlatır. Biz de işin hamallığını yaparız. Üretilen tohumdan elde edilen kar da yine yurt dışına transfer olur. Hazineden ödediğimiz destek ve teşviklerde işin cabası. Sektör önceleri sadece mısır ve ayçiçeği tohumculuğu üretimine odaklandı. Halen daha öyle. Diğer sebze tohumlarını ithal etmek daha karlı ve daha kolay. Özellikle serin iklim tahılları dediğimiz buğday, arpa, yulaf ve triticale gibi ürünlerin tohumlarını üretmek karlı olmadığı için hiçbir yabancı şirketi bu işlerin içinde göremezsiniz. Çünkü bu ürünlere ait tohumlar hibrit yani bir seferlik değildir. Bu ürünlere ait en karlı iş ithal etmektir. Bakın size iki ürüne ait rakamlar vereceğim.

2002 yılında 129 ton olan buğday tohumu ithalatı 2016 yılında 1.183.000 (bir milyon yüz seksen üç bin ton) oldu.

2002 yılında 784 ton ithal edilen mısır tohumu, 2016 yılında 3.535.000 (üç milyon beşyüz otuzbeşbin ) ton oldu. Bu örnekleri domatesten- hıyara, soğandan-patatese, mercimekten-nohuta kadar çoğaltabiliriz.

Yine Tüik verilerine göre 2018 yılında buğday üretimi%7, bakla üretimi %13.8, patates üretimi %5.2, şeker pancari üretimi %10.6, tütün üretimi %14.4, kuru soğan üretimi %9.4 ve domates üretimi %4.7 oranında azaldı .Sizce bu azalışın gerekçeleri nedir? Sanayileştik, tarımsal üretimi ikinci plana attık ondan mıdır?

Sizlere bir de Et ve Süt kurumuna ait 2017 yılı sektör değerlendirme raporundan rakamlar sunmak istiyorum. Rapora göre Türkiye’nin canlı hayvan ihracatı %0 (sıfır). 2017 yılı canlı hayvan ithalatı ise %4581 oranında artış göstermiş. Yazım yanlışı yok. Yazıyla dörtbinbeşyüzseksenbir. 2017 yılı içinde 666.802 baş besi, 113.566 baş damızlık, 108.939 baş kasaplık olmak üzere toplam 889.307 baş canlı

hayvan ithal edilmiş. Parasal değer olarak 1.149.194.644 dolar. (Bir milyar yüzkırkdokuzbinyüzdoksandört dolar altıyüzkırkdört sent).

Aynı dönemde 280.669 küçükbaş ithalatı için ödenen rakam 37milyon 312 bin dolar. 2017 yılında toplam bir milyar yüzseksenaltı milyon beşyüzyedi dolar para hazineden uçup gitti. Nereye? Balkan ülkeleri ve Güney Amerika ülkelerindeki üreticilerin cebine. Arada ithalat izni ve kotası alan yandaş firmaları unutmamak gerekiyor. Bu rakamların içinde et ve et ürünleri yok. Kaba bir hesapla Türkiye son beş yılda altı milyar dolarlık canlı hayvan ithalatı gerçekleştirdi. Yerli üretici yoksullaşırken et ve süt krizi çözüldü mü? Tabii ki çözülmedi ve bu yöntemle çözülmesi mümkün değil. Bu yöntem 1986 yılından bu yana devam ediyor. Ama kriz her seferinde derinleşerek artıyor. Albert Einstein der ki; ‘aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek aptalların işidir’.

Türkiye’de yaşanan tarımsal çöküş için hiç kimse ‘bizim teknolojimiz geri, işletmelerimiz küçük arazilerden oluşuyor, dünya standartlarında verimliliği yakalayamıyoruz, çiftçimiz cahil’ gibi salakça gerekçelere sığınmasın.

Yıllarca her konuda olduğu gibi tarımda da bize her zaman ‘cambaza bak’ dediler. Kazın ayağı öyle değil. En muhafazakârından en liberaline ve milliyetçisine kadar küresel şirketlerin biçtiği rolün taşeronluğunu yaptılar. Yapmaya devam ediyorlar. Çünkü Orta Doğu’da son kale Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye Cumhuriyetidir. Bunu yok etmenin yolu siyasi oyunların yanında ekonomik oyunlardır.

Gerisi lafı güzaftan ibarettir.

(Bir sonraki yazımda tarımsal yayım ve kontrol hizmetlerinin nasıl özel sektörün eline geçtiğini anlatacağım)

CEVDET AYAN - BANDIRMA -25-01-2019