Depremler ve Kapitalizmin Çözemediği Konut ..

Her şeyden önce, kapitalist sistemde, konut sorunu çözümsüzdür, vurgulamasının altını çizmek gerekmektedir. Özel mülkiyetin hâkim olduğu ve miras hukukunun yürürlükte bulunduğu kapitalist toplumlarda, gelir dağılımı adil olamaz. Hele de bizim gibi sermaye birikimi yetersiz, gelişmiş ülkeler kervanına katılmak için sürekli patinaj çeken, dış borçlar toplamı 500 milyar dolar seviyesinde gezinen, kapanamaz biçimde cari açık ve bütçe açığı veren ülkelerde gelir dağılımı onanmaz biçimde bozuktur. Çünkü toplumsal üretimden sınıflara düşen pay da payda da adaletsiz dağıtılmaktadır. Burjuva sınıfı toplam toplumsal gelirin; kar, faiz ve rant olarak yüzde 70’ini alırken, işçi sınıfına ücretler toplamı olarak yüzde 30’u kalıyorsa, üretimi sağlayan asgari ücretle çalışan milyonlarca emekçi, tüm çalışan emekçilerin yarıdan fazlasını oluşturuyorsa, konut kiralarının en düşüğü asgari ücret tutarıyla yarışır halde ise, o ülkede değil konut sahibi olmak, kiralar dahi ödenemez. Nitekim mahkemelerde, kiracı-mal sahibi dava dosyalarından geçilemiyor. Konut sorununun yol açtığı, cinayetlere kadar uzanan bir kargaşa ortamı yaşanmaktadır.

İçinde bulunduğumuz 2008 Dünya krizi, kapitalizmin yapısal krizi olarak devam ederken, dünya piyasasını derinden sarsan bir covid salgın hastalık dönemi de yaşandı. Yetmezmiş gibi ardından, ülkemizi beşik gibi sallayan depremler silsilesi eklendi.

Neden yüz binlerce konut depremlerde yıkıldı, neden resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde can kaybı oldu, neden yüz binlerce insan yaralandı, sakat kaldı? Günlerdir medyada tartışılan tek konu bu olduğundan dolayı, hepimiz ülkemizdeki fay hatlarını gözümüz kapalı haritada çizebilir duruma geldik. Vurguncu müteahhitlere lanetler savurduk, betonun kalitesizliğinden, inşaat demirlerinin kırılgan ve kibrit çöpü gibi ince oluşundan, zemin etütlerinin kontrolsüzlüğünden, tecrübesiz inşaat mühendislerinin imzasıyla, tarım alanlarına yüksek yüksek inşaatların dikilmesinden haberdar olduk. Rant gelirlerini paylaşmak adına, buna göz yuman yerel yöneticilerden nefret ettik…

Depremlerin sebep olduğu yıkımlar da, tıpkı savaşlar gibi kapitalizmin engellenmesi pek de mümkün olmayan döngüsel krizlerinin birer sonuçlarıdır. Irak, Suriye, Ukrayna savaşları ardı ardına devam edip, bu ülkelerde şehirler, konutlar yıkılırken, milyonlarca insan ölürken, yaralanırken ve de beladan kaçmak için göç etmek zorunda kalırken, kapitalistler silah satmanın, silah stoklarını eritmenin derdini yaşıyorlar. Ülkelerin petrol gibi, doğalgaz gibi toprak altı zenginliklerine el koymanın hesabını yapıyorlar. Savaş bitiminde yerle bir olan konutların, yapıların, kanalizasyon gibi şehirlerin alt yapısını yeniden onarmak için ellerini ovuşturuyorlar. Canlar gidiyor, yılların birikimi servetler yerle yeksan oluyor ama kararmış vicdanlar, krizi fırsata çevirmenin derdine düşüyorlar. Halkın oylarıyla iktidara gelenler, bir Fatiha okuyup geçiştiriyor, yardımlarla varlığını sürdüren Kızılay, yardım malzemelerini fahiş fiyattan satışa sunuyor. Çivisi çıkmış dünyada bize de sabır çekmek düşüyor, kader planının sonuçlarıdır diyerek katlanmak düşüyor, öyle mi?

Eğer görüngünün ardındaki gerçeği görmek istiyorsak; fay hatlarının nerelerden geçtiğini bildiğimiz gibi, kapitalist üretim tarzının başlangıç yıllarından günümüze kadar gelen tarihsel sürecini de bilmemiz gerekmektedir. Kapitalizmin yıkımlara yol açan krizlerini bilmemiz gerekir. Üretim araçlarını elinde tutan burjuva sınıfını yakinen tanımamız gerekir. İşçi sınıfının çektiği sefaletin nedenlerini bilmemiz gerekir. Sermaye ve emeğin uzlaşmaz bir antagonist çelişki içinde olduğunu unutmamamız gerekir. Sınıf mücadelesi eksenli düşünceden kopmamamız gerekir. Haydi! Hep beraber, bu konuda bildiklerimizi yeniden hatırlama gayretine girmenin tam zamanıdır!

Sedat Pamuk, 02.03. 2023. İzmir

8
A+
A-
REKLAM ALANI