Akıl hastanesinde doktor, benim gibi yazma meraklısı bir hastasına , at yarışlarıyla ilgili bir kitap yazmasını söylemiş. Hasta almış bilgisayarı kucağına bir hevesle yazmaya başlamış. .. Yazmak ama ne yazmak! Gece gündüz durmuyor, yazdıklarını da herkesten gizliyor. Uzunca bir süre geçmiş aradan, hasta harıl harıl yazıyor. Doktor merak etmiş, bir punduna getirip hastanın yazdıklarına ulaşmış. Bir de ne görsün; kitap baştan sona aynı kelime ( Dıgıdı! dıgıdık!)
Bir aydan fazla hastanede kalınca, sanırım ben de aynı noktaya yaklaştım…
Hastanenin büyük bir kitaplığı var ama; kitapların çoğu, dini içerikli. Olsun dedim, birkaç tanesini okudum, aydınlandım! Bu kadar hidayet bana yeter deyip başka kitaplar buldum, çoğu hiç adı duyulmamış yazarlara ait. İçlerinde beğendiklerim, zevkle okuduklarım da oldu. Sonra gözüme, yıllar önce okuyup unuttuğum bazı klasik kitaplar çarptı. Onları satır atlaya atlaya okuyup az buçuk hatırladım. Bu arada elime Türkçe _ Arapça iri yazılı bir YASİN kitabı geçti. Arapça okumayı çocukken öğrenmiştim, uzun süre okumayınca unutmuştum.( Biraz deneyeyim bakayım ne kadar unutmuşum ?) derken, bir de baktım; sular seller gibi okuyorum. Meğer unutmak o kadar da kolay değilmiş. Benim öğrendiğim zaman türkçe açıklama yoktu. Şimdi okumamın faydası, okuduğumu anlamak oldu diyeceğim ama; çok da anladığımı söyleyemem. Aynı anlama gelen cümleler, çok tekrarlanmış. Konu içinde bütünlük yok. Belki farklı bir kitapta farklı açıklama bulurum.
Neyse, sonunda yine geçtim klavyenin başına. Dünyadan kopmuş gibiyim. Gazete gelmiyor, TV seyretmiyorum. Kızım ses ve ışığa karşı aşırı duyarlı. Odadan fazla çıkıp dolaşmıyorum, enfeksiyon taşıma riski var. Ben yine de önlemler alıp yan odaların refakatçileriyle konuşuyor, odadaki hastalara kafamı uzatıp şöyle bir bakıyorum. Her kapının arkasında ayrı bir dram. Her gece bir iki cenaze çıkıyor. Oda hemen dezenfekte edilip gidenin yerine bir başka hasta yatırılıyor. Bunları yazıp paylaşıp da içinizi şişirmenin alemi yok! Arada bir; traji komik olaylar da duygusal ibretlik olaylar da yaşanıyor. Mesela koridorun sonunda bizden bir hafta sonra gelen felçli bir hanım yatıyordu. Hergün başka bir refakatçisi oluyor. Merak ettim sordum; meğer kimsesi yokmuş. Köylüler organize olmuşlar. Her gün bu işi yapabilecek biri gelip ona refakatçİ oluyor, bakımını yapıyor. Bu kadar acı ve sıkıntının arasında, bu durum bana İNSANLIK ÖLMEMİŞ dedirtti. Ne kadar iyi geldi anlatamam. İki gün önce bu hanım ex oldu. Arkasından ağlayanların arasında ben de vardım.( Garip kuşun yuvasını Allah yapar!) dedikleri bu olmalı…
Odanın yeni konukları; yaşları seksenin üzerinde bir çift oldu. Bey ,beyin kanaması geçirmiş bilinci kapalı. Kadın elinde bastonla zor yürüyor ve eşine bakmaya çalışıyor. Sık sık solunum cihazına bağlanıyor, biraz da demans var sanırım. Çatlak sesiyle bağırıp duruyor. ( Sağlığında gençliğimi yedin, hastalığında yaşlılığımı yiyorsun! Ya düzel kalk bir an önce, ya da öleceksen öl!) Hastane çalışanlarının ona ayrı bir hoşgörüsü var. Daha başını odadan uzatır uzatmaz, koşup yetişiyorlar kızdırmadan. Biraz gecikseler bastonu kafalarına yiyecekleri kesin. Nasıl kaçırıldığını, günlerce samanlıkta kapatıldığını, nasıl eziyet gördüğünü kusuyor. Bu sabah onun sesiyle uyanmayınca merak ettim. İkisini birden huzur evine yerleştirmişler.
Eskisehir Belediyesi bu konuda çok duyarlı. Sayın Büyükerşen’ in ektiği tohumlar yeşermeye devam ediyor. Yeri gelmişken yazayım; hep Cumhurbaşkanı olarak görmek istediğim Büyükerşen, tecrübelerini yeni yöneticilere aktarmak üzere adım atmış diye duydum, çok sevindim. Ülkemizin değerli, dürüst, bilinçli çalışanlara ihtiyacı var. Bu fırsat umarım iyi değerlendirilir. Burada sağlıklı yaşamın önemini bir kez daha anladım. İnsan ölmekten değil ölememekten korkmalıymış meğer. Allah kimseyi, yolun başında ve sonunda bekletmesin! Kolay doğum, kolay ölüm arasında, kaliteli bir yaşamımız olsun hayatımız.
SAĞLIKLI YAŞAM DİLİYORUM HERKESE !
24-10-2024 / ULVİYE KARA AKCOŞ