Ederini Bilmek

EDERİNİ BİLMEK
İnsan kendini (matah varlık) sanmaya ne kadar yatkın. Birşey becermeye görsün. Aynadaki aksi biraz şık, biraz hoş, biraz alımlı görünsün. Ya da birileri yalancıktan, şakacıktan olsun güzel bir şeyler söylesin.( Offf! Ben neymişim be! ) havasına giriverir egomuz. En alçak gönüllümüzün bile içinde bir beğenilme, bir hoş olma isteği yatar. Önemsemiyor görünsek de görsellik önemlidir. Sevilmek, beğenilmek takdir edilmek isteriz.
İlk sevgi odağı annemizdir. Hiç hatırlamasak bile onun karnında doğmaya hazırlanırken; istenen ya da istenmeyen bebek olduğumuzun kayıtları hücrelerimizde vardır .Her davranışımızda bu kayıtların etkisi çıkar ortaya olumlu veya olumsuz. Doğar, büyürüz. Aklımız ermeye başlar. Ya hoş tutuluruz, her ihtiyacımız karşılanır, ya da örselenir.. itilir kakılırız. Bazen bu ikisini farklı yer, farklı zamanlarda veya bir arada yaşarız. Ruhumuzda açılan minik yaralar, minik çentikler hep iyi olmak için ortam arar. Bütün sevgi, övgü, beğeni kırıntılarına tutunur onlarla besleniriz. Ömrümüz varsa yaşlanırız.

Yaş iyice ilerlediğinde ederimizi biliriz artık. 
Bir yakınımız ( hayatı boyunca bize çok güvendiğini, onu pek çok kez zor durumlardan kurtardığımızı )söylediğinde bunun bir övgü veya minnet olmadığını anlarız. Çünkü o, bizim aptal yanınızdan söz ediyorduz o anda. İyimserliğimizin, hoşgörü ve fedakarlık duygularımızın hatta sınırlayamadığımız sevgimizin, bizi sömürüye açık tutan zaaflarımız olduğunu taa iliklerimizde hissederiz. Şimdi bir kalıba dökülmüş olan kişiliğimiz betonlaşmıştır. Kırmak, un ufak edip yeniden kalıba dökmek mümkün değildir. Bundan sonrasını yaşarken, içinde bulunduğumuz şartlar bizi çeker çevirir. Olması gerekeni değil, alışkın olduğumuzu seçer, yapar, sel suyuna kapılmış kuru yaprak gibi sürüklenir dururuz. 

Bu kısır döngüyü değiştirmek için; bir yerlerden dönüş yapmanın yolunu bulmak nasıl olur sizce?( Bu insan sırtına yükleneni taşır, hoşgörü yelpazesi geniştir. Kırılmaz, incinmez, küsmez. Bu duyguları yaşasa bile kimsenin yüzüne vurmaz.) diye düşünenlere;
(Yook o kadar da değil! ) deyip üçer beşer eteğimizdeki taşları dökmek iyi gelmez mi yorgunluğumuza?

Yeri geldiğinde( Hayır! ) diyebilmeli insan. Emeğinin karşılığını almalı. Kime, ne kadar, ne vereceğini, karşılığında ne alması gerektiğini bilmeli, planlamalı. Eğer kendimizi birilerinin hizmetine koşulsuz sunuyorsak; kaz gibi yolunmaktan şikayet edemeyiz. Evet, kaşıkla verdiğimizi sapıyla çıkartmayalım.. Yaptığımız iyiliği kimsenin başına kakmayalım. Bize uzanan elleri minnetle öpelim, kadir kıymet bilelim. Her sorunun hırçınlaşmadan, kavga etmeden, kırıp dökmeden, kabalaşmadan çözebileceğimiz bir yolu olduğunu bilerek, sabırla bu yolu bulmaya çalışalım. Çiçeklerini sularken alt kat komşusunun camını kirletti diye öldürülmesin, trafikte yol vermediği için canından olmasın insanlar. Dalaşmalar küfürler, taciz ve cinayet haberleri sıradanlaştıkca büyümekte olan çocuklar ve gençler birer psikopata dönüşüyorlar. Toplumu tedavi etmeye, iyi güzel ve doğrulara yönlendirmeye kendimizden başlayalım. Kendini sevmeyen, ruhsal ,fiziksel, sosyal değerlerine sahip çıkamayan insan başkalarından saygı ve sevgi göremez. Ancak denge şart. Ne egomuzu besleyip obez yapalım, ne de bir yanağımıza tokat atana diğer yanağımızı sunalım. Önce kendi eğitim ve kişiliğimiz, sonra çevre için neler yapabileceğimizi düşünelim , konuşalım hayata geçirelim.

Son okuduğum GRiGORİY PETROV' un BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE adlı kitabından çok etkisinde kaldığım birkaç cümleyi sizlerle paylaşarak umudumu tazeleliyorum,
(Anavatandaki yaşam tarzına baktığınızda, büyük halkın sahip olduğu güçle örtüşmeyen başarısızlık, eksiklik , geri kalmışlık ve tembellik görürsünüz. Bu durum karşısında; yüksek sesle (Artık işe koyulmanın vakti geldi! Hem öğrenmek, hem öğretmek zorundayız.) demelisiniz. Halkın içinde bulunduğu sefaleti, süregelen karanlığı, sahipsizliği, öksüz bir çocuğun acizliğini andıran zayıflığı ve güçsüzlüğü dışa vuruyorsunuz. Çok sevdiğiniz halkınızla ilgili kurduğunuz hayaller eminim çok farklıdır.)
Ülkemizde yaşanan yozlaşma, eğitim yetersizliğinden şikayet eden aydın kesimler istedikleri koşulları yaratmak aydın refah içinde bir ülke inşa etmek için fakirlik ve cehalete karşı organize bir şekilde çalışmak zorundalar...

ULVİYE AKCOŞ KARA - BANDIRMA 14-08-2018