Sana Büyük Bir Sır Vereceğim;
Herkes aynı cümleyle başlıyor nedense her sabah ilk kelimler düşeken aydınlığa. Ben bir tutam gece sakladım avuçlarımda. Karanlığı değil geceyi saklladım… Bilir misin geceyi sen. Duyarmısın o sessizliğin içindeki efsane uyumu. Gece hiç aydınlattı mı seni ömründe. Biliyorum hepsine şimdiden hayır diyeceksin! Oysa ben geceyi sakladım avuçlarımda karanlığı değil. Sessizliği, sakinliği, yanlızlığı topladım avuçlarımda. Kimseye vermeyeceğim korkma bu geceyi. Paylaşma en güzeli, sessizce ve eşit ve özgürce.
Bilmiyor musun yıldızlar bambaşa parlar geceleyin. Bir başaka güzeldrler, sırdaşdırlar. “Yıldızlara sordum söylemediler…” bu dertten yazılmamış mıdır! Ve ben geceyi saklamıştım avuçlarımda; Anlayacağın yıldızları toplamıştım ben, büyün yıdızları toplayamadım ama içimde ki aydınlığı yansıtacak kadarını toplamıştım.. Velhasıl gözüm; geceye ve yıldızlara hasret kalmamak için avuçlarım dop doluydu? Anladın mı şimdi kelimelerin ne demek istediğini. Söyleyeyim o zaman kelimeler devre dışı kalsın. Gece bendim, yıldızım sen, gecem sendin yıldızın ben. İşte böyle yani!!!
Avuçlarıma topladığım gecenin içinde bana bakan yıldızlara;
“Yorgun akşamlardaki söylediğimiz şarkıları, bir çiçeğe benzeyişleri, hatta kendisine yani yıldıza benzeyişleri, Eylül akşamlarının hüznüyle gelip gözlerimde dans edişini…
Unutulduğumdaki ağlama dakikalarını ve uzaktan “sen ağlama dayanamam” bakışlarını, seni ekmeği sever gibi sevmenin, su gibi özlemenin nasıl dudakları çatlattığını, Temmuz güneşinde sesini, ikindi de yağmur gibi, geceleyin rüzgar gibi sevmelerin nasıl “acılar denizi” yarattığını…
Kuşlara şarkı öğretmeni, menekşeyle konuşmanı, Nisanı hatırlamanı, Baharın bir adının da yalnızlık olmadığını, yeni çıkan şarkıları-şiirleri-romanları vb., yangın yeri olmuş gözlerimizi, tutuşamayan ellerimizi anlatışını…
Ansızın ve gece vakti bir ceylanın dağdan nasıl kalbime indiğini, bir şiirin nasıl kibrit gibi kalbimi ateşlediğini, sabahın buğusunu, tanrının acımasızlığını, korkutan yanıyla ateşin, tutunduğum umudun üstüne, korkularımın üstüne bitmez, bilmeyen git gellerimi…
Gitmeni bile nasıl sevdiğimi, geldiğinde bütün evreni nasıl kucakladığımı, sana alışmaktan nasıl korktuğumu, gülümsemendeki mutluluğu, seni götüren trenin arkasından mendil sallayışımı, kırlara ilk kar düşüşünü, ölümün aslında güzel olduğunu ve bir akşamüstü güneş batarken kahkahalar içinde ölebilmenin güzelliğini…” anlattım.
Senin gibi baktılar.
Şafak sökerken avucumdaki gece ve yıldızlar çekip gittiler.
Senin gibi.
Tuhaf.
27-01-2021/ŞABAN ÖZDEMİR- BURSA