1977 yılı… Yatılısı gündüzlüsüyle altı senedir eğitim-öğretim gördüğümüz, birçok şeyler paylaştığımız, 1940 yılında Köy Enstitüsü olarak kurulup 1953’te öğretmen okuluna çevrilen, ilkokul öğretmeni olacağız diye girdiğimiz ama üç sene önce öğretmen lisesine çevrildiği için lise mezunu olacağımız Akpınar’dan ayrılarak yeni hayatlarımıza atılacağımız Mayıs ayı sonları… Dersler bitmiş, karne notlarımız belli olmuş, uzatmaları oynuyoruz. Karşılıklı hatıra defterlerimizde ayırdığımız sayfaları yazdırıyor, siyah beyaz vesikalık fotoğraflarımızı imzalayıp hediye ediyor, bir ay sonra gireceğimiz üniversite sınavındaki tercihlerimizi netleştirmeye çalışıyoruz. Mutlu, gururlu, belli etmemeye uğraşsak bile hüzünlüyüz. İşte o günlerden biri, boş geçen ders saatimiz…
Okul ikincisi ben, sıramdan kalkıp ağırbaşlı, az konuşan, duygusal tepkilerini belli etmeyen, inek değil zeki okul birincimiz İsmail’in yanına gittim, selam verip yanına oturdum.
Uzattığı karalama kağıdına baktım, birinci sırada Ankara Tıp var.
İsmail’in yanından ayrıldım. Bir sene önceki taban puanlarına bakarak tercihlerimi yeniden düzenledim. 1.Ankara Tıp, 2. Samsun Tıp, 3. Diyarbakır Tıp sonra mühendislikler… 8. Ankara Siyasal Bilgiler, 9. Ankara Hukuk… On sekiz tercihimi doldurup okul idaresine teslim ettim.
Haziran ayında da Samsun’da sınava girdim. Seksen küsür Genel Yetenek sorusunu, iki üç tanesi şüpheli olmak doğru olduğuna emin olarak, Sosyal bölümdeki soruları ise genel yetenek kadar iyi olmasa da 7-8 soruyu boş bırakarak, yabancı dili yarıdan az cevaplamış, fenden yirmi, yirmi beş soru yapabilmiştim. Sonuçların belli olmasını beklemeye başladım…
Yaklaşık bir ay sorası bir akşamüstü, babam karşı esnaf komşumuz terzi Bekir amcanın dükkanında akşam çayını yudumlar, ben manifaturacı dükkanımızda tek başıma oturmuş eski bulmacaları çözerek oyalanırken yeşil şapkası, yeşil resmi postacı kıyafeti, omzunda yeşil çantası, elinde beyaz bir zarfla Postacı Ali amca içeri girdi. “Sinan, üniversite sınav sonucun… İnşallah hayırlı haberdir” diyerek zarfı bana uzattı. Aldım; ellerimin titremesini engellemeye, sonuç belgesine zarar vermemeye çalışarak açtım; gözlerime inanamadığım “Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandınız” yazısını tekrar tekrar okuduktan sonra nutkum tutulmuş halde puanlarımı inceledim. Fen: 547, Toplam: 530, Sosyal: 517, Yabancı Dil: 490 puan almıştım. Taban fen puanı 519 idi.
İlk Postacı Ali amcanın sarılarak, sonra babamın her zamanki ağırbaşlılığıyla elimi sıkıp yanaklarımdan öperek beni tebrik etmesi, uçar adımlarla eve gidip müjdeyi verdikten sonrası komşularımız sayesinde evimizin düğün evi gibi olması rüya sandığım gerçekti. Ladik-Akpınar Öğretmen Lisesi mezunu, ortadireğin tabanındaki küçük esnaf Hafız’ın oğlu Sinan doktor olacaktı… Rüyamda görsem hayra yoracağım hakikatti bu…
İsmail ile mektuplaştım. 570 fen puanıyla o da Ankara Tıp’ı kazanmıştı. Okul üçüncümüz ise 530 puan alarak Edirne Tıp’ı… Üç gariban Anadolu genci, en tepedeki, en yüksek puanlarla öğrenci alan tıp fakültelerini, hem de taban puanın üstünde puanlarla işte bu şekilde, genel yetenek soruları sayesinde kazanmıştık…
Sene 2013… Kafede çayım eşliğinde sigaramı tüttürürken düşünüyorum. Seçip meclise gönderdiklerimiz, ülkemizi yönetenler, bürokrasinin tepesindekiler, akademisyenlerin çoğunluğu benim kuşak, yaşıtım… Benim yaşadıklarımı onlar da yaşadı, “orta öğretimdeki fırsat eşitsizliğinin” her geçen gün daha da büyüdüğünü görüyorlar. Madem fırsat eşitsizliğini gideremiyorlar, hiç değilse yetmişli yıllardaki gibi “sınav eşitliği” sağlayacak bir sınav sistemi niçin uygulamaya koymuyorlar? Vallahi aklım sırrım ermiyor diyeceğim ama yalan olmasın diye diyemiyorum. Niçinin cevabını kendimce bilsem de devlet memuru olduğum için, ülkemizdeki özgürlükler gereği n’olur n’olmaz diye yazamıyorum. Affola…
PENCEREM kitabımdan alıntıdır.
28-02-2021/ Op.Dr.SİNAN BEYHAN