Takvimler 20 Temmuz 1918’i gösterdiğinde:
Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesine sadece birkaç ay kalmıştı.
Milliyetçilik akımlarının kuyruğuna sömürgecilik anlayışını takan ve birbirlerine karşı silahlanma yarışına giren ülkeler, zorla veya yanındaymış gibi görünerek, “hasta adam” adını verdikleri Osmanlı’nın varını yoğunu paylaşmanın son adımlarını atıyorlardı.
Yöneticilerimiz, ordunun yönetimini Alman komutanlara vermişti.
Ne yazık ki,
Kolumuzun kanadımızın kırıldığı savaşta, gemilerimiz Akdeniz’e çıkamıyor, Hicaz demiryolu korunamadığı için trenle yapılan sevkiyatlar yağmalanıyor, cepheye silah ve cephane ulaşmıyor, yiyecek – içecek sıkıntısı içindeki moralsiz ordu her cephede yeniliyordu.
Lavrens’in verdiği altınlara kanan Arapların ihaneti can yakıyor, Faysal krallık peşinde koşuyordu; Irak, Yemen, Filistin çöllerine Anadolu yiğitlerinden dökülen KAN oluk oluk akıyor; savaş, yokluk ve açlıkla ülke kasıp kavuruyordu.
Devletin başındaki halife padişah ise:
Olan biteni umursamadan, Dolmabahçe Sarayında itibarına gölge düşürmeyecek görkemli törenler düzenletip 17 yaşındaki bir kızla dördüncü evliliğini yaparak 58 yaşında GERDEK heyecanı yaşıyordu.
**
Tarih, 22 Ağustos 1921 – Sakarya meydan Muharebesi
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı, Mondros’u imzalamış; İstanbul’un anahtarını İngilizlere vermiş, Anadolu toprakları işgal edilmişti.
Sömürgeci işgal ordularına silahları teslim edilen Osmanlı Ordusu dağılmış daha doğrusu dağıtılmaya çalışılmıştı.
Ancak bitti denilen bitmemişti. Anadolu insanı, Ulu Önder’in liderliğinde her türlü hile ve engellemeye rağmen esarete boyun eğmemiş, kaputu olmasa da matarası bulunmasa da, inancı yüksek, hür yaşamayı seçen bir ordu kurmayı başarmıştı.
İzmir’e çıkan Yunan ordusu, Ankara’ya ilerlemeye başlamıştı.
Sakarya Nehri’nin ardına çekilmek zorunda kalan Türk ordusu, ülkesinin “temiz koynunda” sömürgecileri boğmaya ve dört kelimelik “Ya istiklal ya ölüm!” cümlesinden hareketle yedi düvele meydan okumaya hazırdı.
İnançlıydılar, topraklarını, ailelerini korumaya kararlıydılar. Başlarında Mustafa Kemal, arkalarında yurtseverlerin olduğu vatan evlatları, 22 gün 22 gece sürecek ve 13 Eylül 1921 de bitecek boğuşmada kanlarını döktüler, canlarını verdiler.
**
Günlerden, 1 Eylül 1921;
Bir tarafta:
Yunan ordusunun savunma mevzilerimizi dağıtmaya çalıştığı, Haymana üzerinden Ankara’ya yöneldiği Sakarya Muharebesinin dokuzuncu günü yaşanmakta, barut kokusu solunmakta ve Başkomutan Mustafa Kemal’in Melhame-i Kübra dediği kurtuluş savaşının en önemli muharebeleri devam ederken, “Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz” emri uygulanmaktaydı.
Diğer tarafta:
Hilafetin, saltanatın ve hanedanlık hukukunun korunacağı garantisini alan padişah, Osmanlı topraklarını itilaf devletlerine bırakmış; İngiltere, Yunanistan, Fransa ve İtalya’nın Anadolu topraklarını işgaline karşı çıkanları vatana ihanetle suçlayan Devletin başı, İslam’ın Halifesi Vahdettin 5. Kez evleniyordu.
Ve
Yıldız sarayında itibarına uygun görkemli törenler düzenleten 61 yaşındaki padişah, 18 yaşındaki bir kızla gireceği GERDEK heyecanını yaşarken Anadolu evlatları KAN dökerek vatan kurtarmaya çalışıyordu.
**
Tarih, 30 Ağustos 1922
Türk Ordusu, büyük zaferini önüne kattığı Yunan ordusunu İzmir’e doğru sürerek kutluyor, 9 Eylül’e koşuyordu.
Vatan kurtuluyor, Türkiye Cumhuriyeti doğuyordu.
Belki, Vahdettin de o saatlerde yanındaki sehpada en iyisinden Fransız konyağı olan koltuktan İngilizlerin İstanbul Boğazı’na demirlemiş savaş gemisi Malaya zırhlısına bakıyordu…
Kim bilir?..
SÜHA ORAL- BANDIRMA -26-08-2021
Gravür.Sakarya Meydan Muharebesi’ni betimleyen bir Yunan taş basması resim.Sakarya Meydan Savaşı için bakınız. https://tr.wikipedia.org/wiki/Sakarya_Meydan_Muharebesi