“Görmemişin oğlu olmuş, tutmuş şeyini koparmış.” dediğiniz oldu mu hiç? Ya da “Sonradan görme, gavurdan dönme!” ya da buna benzer sözler söyleyerek rahatlama gereğini duydunuz mu?
Gecesini gündüzüne katarak kendini geliştiren insanlar yaşama savaşında pişmiş, bulundukları noktaya gerçekten alınlarının teriyle tırmanmış olmanın kazandırdığı olgunluk ve alçak gönüllülükleriyle fethederler gönüllerimizi. Böyle insanlarla aynı ortamlarda bulunmaktan huzur ve mutluluk duyarız. Onların bize ve hiç kimseye tepeden bakmadıklarını, hiç kimseye karşı üstünlük taslamadıklarını fark etmek hoşumuza gider. Kişiliklerine hayran oluruz. Biliriz ki yanlarında bir kusurumuz, bir ayıbımız olursa bunu bizi aşağılama vesilesi yapmazlar, aksine ayıbımızın, kusurumuzun kaynağını bulup, incitmeden, hissettirmeden düzeltmeye çalışırlar. Bundan dolayıdır ki onları kendimize örnek ediniriz. Haklarında güzel sözler söyleriz, onları saygıyla anarız.
Kimi insanlar da vardır ki, bedenlerinden, kılıklarından başka hiçbir ilişkileri yoktur insanlıkla. Ellerine bir makam, bir yetki, bir mikrofon bir kürsü geçmeyegörsün… Toplumlarının, ülkelerinin, hatta dünyanın başına bela kesilirler. Herhangi bir konuda kendilerinden farklı düşünülmesine tahammülleri yoktur. Dahası, başkalarının düşünmesine bile katlanamazlar. Onların insanlardan beklentileri düşünmeleri değil, itaat etmeleridir, biat etmeleridir. İtaat etmeyenler, biat etmeyenler onlar için lüzumsuz kimselerdir. İsterler ki mikrofonlar yalnızca kendilerine uzatılsın, yalnızca onlar konuşsun, kameralar yalnızca onların görüntülerini, nutuklarını getirsin ekranlara. Onlar ki kendilerince allame-i cihandır, her şeyin en iyisini onlar bilir, en iyi onlar yönetir. Geleceği en iyi onlar görür, onlar düşünür, onlar planlarlar… Adaletin ne olduğunu en iyi onlar bilir. Onlar varken düşünürlere, evrensel hukuk kurallarına, parlamentolara ne gerek vardır ki? Demokrasi dediğiniz onları amaçlarına taşıyan bir tren olup, hedefe varıldığında artık ne trene, ne demiryoluna, ne de refakatçilerine gerek kalır. Gönüllerinden geçen, artık treni de, istasyonu da, refakatçilerini de imha etmektir. Meydanlardaki, medyadaki beyanlarının tümü artık hep aynı nakarattır.: Ayının kırk türküsü hesabı… Hangi türküye başlasalar, hep aynı nakaratla, tüm yetkileri tekellerinde toplama talebiyle bitirirler: “Ben her istediğimi yapayım, kimse beni denetleyemesin, ağzımdan çıkan her söz kanun olsun, kimin nasıl yaşayacağına, ne yiyip ne içeceğine, nerede ibadet edip nerede edemeyeceğine, neye inanıp neye inanamayacağına, ne okunup ne okunmayacağına… ben, yalnız ben, yalnız ben karar vermeliyim!” diye tuttururlar. Tek adam olmaktan başkasını görmez gözleri… Bilmezler ki dünya artık tek adamların dünyası değildir.
Gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama duymazlar günümüzde tek adamların sonunu! Çünkü hırsları gözlerini kör, kulaklarını sağır etmiştir.
Yağdanlıkları, çanak yalayıcıları alkışlarıyla körlüklerini, sağırlıklarını pekiştirir dururlar tek adamların.
Yağdanlıkların, çanak yalayıcıların gaz vermesiyle, pohpohlarıyla tek adamlık denilen çıkmaz yolda çılgınca at sürmeye kalkışmak kuşku yok ki çok trajiktir.
Günümüzün tek adam adayları, başkalarının belli hesaplarla destekleyip ellerine verdikleri yetkileri, makamları tıpkı görmemişin oğulları gibi öyle sağlıksız biçimde kullanmaya koyuldular ki, kullandıkları makamların, yetkilerin mıncıklanmadık, koparılmadık yerini bırakmadılar. Tıpkı mirasyediler gibi, sonradan görmeler gibi, ne oldum delileri gibi esip gürlemeye başladılar. Aklı başında insanlar artık onların göründüğü ekranları seyretmez, yağcı gazetecilerinin yazılarını okumaz oldu.
Av. Remzi Kısa – 24-08-2021/KOCAPINAR NOTLARIM- Gönen