Aldattığı iddia olunan Emine Lawal’ın bu durumu uluslararası kitle iletişim araçlarında yoğun şekilde tartışıldı. Olaylar çıktı. Bu nedenle, 100’lerce kişi öldürüldü.
Şabanözü Asliye Ceza Mahkemesinin bir zina davası konusunda verdiği karar 27 Aralık 1996 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak “zina” yasalarca suç olmaktan çıkartılmıştı.
2004 yılının Ağustos-Eylül aylarında “Aldatma” kitle iletişim araçlarında yeniden çok yoğun biçimde tartışılıyordu. Bu kez tartışılan yer Türkiye idi.
Avrupa Birliği temsilcileri hemen, “Aldatmanın suç sayılması reformlara gölge düşürür.”, diye açıklama yaptılar.
Bir alıntı yapalım:
“Sevdiklerinizin ihanetini daima beklemek tedbirlilik olur. Böylece hakikaten ihanete uğradığınız zaman, hiç olmazsa daha az kırılırsınız.”
Yukarıda yaptığım alıntıyı, 11 Şubat 2000’de kanser hastalığı sonucu ölen Fransız sinema yönetmenlerinden Roger Vadim, 1967 yılında söylemişti.
“Sadakat” konusunda bir soruya da “En iyi dostlarım fikirlerimdir” diyen Vadim, şu yanıtı vermişti: “Sadakat olmadan aşk da olmaz. Fakat fikri olarak ‘sadakat’in bin türlüsü vardır. Bence sadakat, karşılıklı saygı ve şartsız bağlanmak demektir.”
“İhanet” sözcüğü çok geniş anlamda kullanılabilir. Kadının erkeğe, erkeğin kadına ihaneti. Dostların dostlara ihaneti v.b.
2000’li yıllarda sadece “sadakat” değil, tüm güzel değerler, erdemler yok oldu. Bunu ben iddia etmiyorum. Kiminle konuşursanız konuşun aynı şeyleri söyleyeceklerdir.
“NEYİNE GÜVENEYİM, DE GET YALAN DÜNYA”
Erzurumlu türkücü İbrahim Erkal, bir türküsünde, kendi yerel şivesiyle şunları söylüyordu:
“Neyine güveneyim,
De get yalan dünya.”
Roger Vadim’in sinema oyuncusu Jane Fonda ile de ilişkisi oldu. Jane Fonda, ABD’li sinema oyuncusu Henry Fonda’nın kızıydı. Vadim, Fonda ile evlendi. Jane Fonda’nın çocukluğu, babasının Hollywood cıvarındaki çiftliğinde atlara binerek, kovboylar arasında geçmişti.
“Roger Vadim’in son karısı olacağınıza inanıyor musunuz?” diye bir soru sorulduğunda Jane Fonda, şu yanıtı vermişti:
“Asla!. Bu ancak, Vadim’in bir kazada ölmesi ile mümkündür.”
Jane Fonda’nın rol aldığı, yönetmenliğini Roger Vadim’in yaptığı “Tazı Payı” filmi büyük bir hasılat rekoru kırmıştı.
Jane Fonda bu filminde çok cüretli aşk sahnelerinde oynamıştı. Bu nedenle Roger Vadim, çok fazla eleştiriye muhatahap oldu.
“Karılarını teşhir eden yönetmen” olarak tanındı.
“Karılarınızı beyazperde de daima çıplak gösterdiğiniz için size yöneltilen eleştirilere karşı hassas mısınız?” diye sorulduğunda Vadim, şu karşılığı veriyordu:
“Hayır. Hiç kimse çıkıp da, büyük ressam Rubens karısının çıplak tablolarını yaptı diye kızıyor mu? Kendimi onunla kıyaslamıyorum, ama prensip olarak görüşüm böyle…”
Jane Fonda da şunları söylüyordu:
“Bir genç kız için en kötü şey etrafındaki erkeklerin ona bakmamaları, onunla ilgilenmemeleridir. O çağlarda kendimi çok çirkin bulur, bu yüzden üzülürdüm. Hatta erkek olmayı isterdim. Bugün beni bir ‘seks sembolü’ görmelerine hâlâ şaşarım.”
Roger Vadim, kendisiyle söyleşi yapmak için evine giden bir gazeteciye de şunları söylüyordu:
“Gitmeniz şart değil canım! Biz sevişmeye başlamadan yarım saat, bir saat öncesine kadar kalabilirsiniz” diyordu.
Jane Fonda da, kocasının söylediğini onaylıyordu.
Bir filmin hikayesinin bazı kareleri aklıma geliyor bunları yazarken.
Hülya Avşar’ın baş rolünü oynadığı “Berlin in Berlin” adlı filmde, Alman mühendis Thomas, Dilber’e olan ilgisini çektiği fotoğraflar ile göstermeye çalışmıştı.
Ümit Ünal’ın senaryosunu yazdığı filmdeki olaylar, Alman mühendis Thomas (Armin Block)’ın Dilber (Hülya Avşar)’in fotoğraflarını gizlice çekmesi ile gelişmiş ve kendi gelenekleri ile hareket eden aile, bunun sonucu kültürel bir çözülüşe gitmiş, dağılmıştı. Dilber’in kocası Mehmet (Zafer Ergin)’i öldürmüş olan Thomas, filmin sonunda fotoğraf makinesini ailenin en yaşlı erkeğine vermiş, bütün eşyasını bavula dolduran ve oğlunu terkeden Dilber ile “kendi yoluna” gitmişti. Film, bir “çığlık” ile sonlanmıştı.
O çığlık, günümüzde değişik yerlerde devam ediyor.
Roger Vadim’in Chiristian adlı bir oğlu, Nathalie adlı bir kızı vardır.
“Oğlunuz Chiristian ve kızınız Nathalie’ye verilecek bir tek öğüdünüz olsaydı, ne derdiniz?” sorusuna Vadim, şu yanıtı veriyordu:
“Kendinden bir şey verebileceğin zaman, hakikaten var. Bir daha da sana iade edilmesini bekleme.”
Roger Vadim, Catherine Deneuve ile ilişkiye girdi. Roger Vadim, bu sırada Annette Stroyberg’le evliydi. Roger Vadim ile Catherine Deneuve arasında yaşanan ilişki sonrası 20 Haziran 1963’te bir çocukları oldu. Adını Christian koydular.
Sabah gazetesinin “Melodi” ekinde 20.2.2001 tarihinde, “İtalyan kadınlarının yarısı ‘Beni aldatıyordur’ düşüncesiyle eşlerini aldatıyor”, başlıklı bir haber yayınlandı.
2004 yılında “Kadın ve Erkek Arasındaki Sadakat ve Aşk Farkı” adlı kitabı yayınlanan Canan Ceylan adlı “Vakit” gazetesinde yazı yazan bir kadın yazar, kendisiyle yapılan bir söyleşide, ““İslami kesimde aldatan eşler yok mu?” sorusuna, “Aldatma erkeğin doğasında var. Bunun İslamisi Laiki olmaz.” diye yanıt veriyordu.
22-28 Temmuz 2004 tarihli Haftalık dergisinde, konu aldatmaya ayrılıyor, dergiye konuşan bir kadın, “Sevgilimle yataktayken cepten kocamla konuşurdum” diye açıklama yapıyordu.
Avrupalı diplomatlar tarafından hazırlanan “Türkiye Raporu”, 8 Eylül 2004 pazartesi günü, Brüksel’de açıklandı. Raporun girişinde, Türkiye’de yapılanlar için “Türkiye, sessiz bir devrim yaşamıştır” değerlendirmesi yapılmıştır.
“Aldatma” konusunda “aldatmanın normal bir şey olduğunu” vurgulayanlar hep Avrupa ülkelerinden örnek veriyor ve “aldatmanın suç olmadığını” vurguluyorlardı.
Gülbin Akbaş adlı iki çocuklu kadın kendisini oyuncu Yeliz Yeşilmen’le aldattığını kanıtladığı kocası Ali Uğur Akbaş tarafından “zinanın suç sayılması için imza topladığı” gerekçesiyle 2004 yılı Eylül ayında, tartaklandı.
3.9.2004 tarihli Sabah gazetesinde, “Aldatan Karısını Otomobille Ezdi” başlığıyla özetle şöyle bir haber yayınlanıyordu:
“17 yıllık karısı Kay’in tenis öğretmeniyle aldatıldığını öğrenen Paul Martins, karısını önce tokatlamış, sonra da eşyalarını camdan aşağı fırlatmış, bununla da yetinmemiş, karısının yeni aldığı BMW marka otomobile zarar vermek için otomobilini hızla üstüne sürdü ve karısını ağır yaraladı.”
*
14 YAŞINDA EVLENDİ
Bir dönemin seks sembollerinden olan Jayne Mansfield, 19 Nisan 1933’te Bryan’da doğmuştu. Asıl adı Jayne Palmer’di.Babası İtalyan asıllı bir avukattı. Annesi de İtalyan asıllıydı. Babası New Jersey’de avukatlık yapıyordu.
Babası öldükten sonra, dul kalan annesinin çok sayıda erkek arkadaşı olmaya başlamıştı. Dul bayan Palmer’in erkek arkadaşlarının çokluğu oturdukları mahallede dedikoduya yol açmıştı. Dul bayan Palmer, Teksas’lı bir mühendis olan Harry Peers ile evlenir. Sonra da Dallas kentine yerleşirler.
Jayne, 14 yaşında iken Paul Mansfield ile evlendi.Paul Mansfield İngiliz asıllıydı. İngiltere’de Nottınghamshire’de Mansfield diye bir bölge vardı. Oradan ABD’ye göç etmiş bir ailenin çocuğuydu.
Jayne, Lise öğrencisi iken okuldaki piyes ve bale kurslarına gidiyordu. Ayrıca müzik ve dans dersleri aldı. Dallas’ta bazı tiyatrolarda küçük rollerde yer aldı. Jayne ile Paul, evlilik ile öğrencilik hayatını birlikte götürmeye başladılar. Jayne’nin düşüncesinde film sanatçısı olmak vardı. Lise eğitiminden sonra, Austin’deki Teksas Üniversitesi’ne kocası Paul ile birlikte kaydolurlar. Paul radyoculuk bölümünde, Jayne tiyatro bölümünde öğrencidir.
Bu arada mankenlik ve fotomodellik yapmaya başlayan Jayne, ayrıca, üniversitenin heykelcilik bölümünde modelliğe başlar. Jayne modellik yaparken erkek öğrencilerin ilgisi o kadar fazladır ki dersleri daha büyük bir yerde yapmak zorunda kalır üniversite yönetimi.
Fotoğrafçıların stüdyolarında verdiği yarı çıplak pozlarla ünlenmeye başlar ama bundan kocası Paul rahatsız olur. Jayne buna aldırmaz. Florida kumsallarında çektirdiği ve bütün kıvrımlarını ortaya çıkartan bikinilerle verdiği pozlar dergilerin kapaklarında ve gazetelerde yayınlanır. Jayne’nin daha sinema sanatçısı olmadan önce binlerce hayranı olmuştu verdiği bu pozlar sayesinde.
Bikini ile o kadar güzel pozlar veriyordu ki, 1952 yılında fotoğrafçılar tarafından, “Fotoğraf Güzeli” seçildi.
Kocasından boşandıktan sonra Broadway tiyatrolarında oyunculuk yapmaya başladı. Burada istediği başarıyı elde edemeyince 1953 yılında Hollywood’a gitti. Gece kulüplerinde çalıştı. Sinemalarda çerez sattı.
Jayne, bu durumu şöyle anlatmaktadır:
“Sinema artisti olmaktan da vazgeçmemiştim. Stüdyolarda bir tanıdığım bulunmadığına göre şirketlere gidip artist olmak için resmen müracaat etmeyi kararlaştırdım. İlk defa Paramount Film şirketine telefon ettim. ‘Ben Jane Mansfield’im’ diye kendimi tanıttım. ‘Sinema artisti olmak istiyorum.’ Hattın öbür tarafındaki sekreter kız güldü, ‘Çok affedersiniz ama’ dedi, ‘maalesef sinema artistine ihtiyacımız yok. Başka işler yapmak isterseniz buyrun’. Sekreter benim telefonu kapamama meydan bırakmadan yıldız avcılarından Milton Lewis’in odasına hattı bağladı. Milton Lewis’e kabiliyetimi ıspat etmek için her türlü fedekârlığa katlanacaktım. Bu arada birkaç gece uykumu feda edip Jan Dark piyesinden bir kaç sahne ezberledim. Böylece ünlü yıldız avcısına kabiliyetimi ıspat edecektim. Milton Lewis’in karşısına geçip rolümü okumaya başladıktan sonra adam kahkahalarla güldü: ‘Sen hiç bir zaman iyi bir artist olamazsın, ama bir seks kraliçeliği koparman mümkün’ dedi. ‘Hem o takdirde daha da fazla para kazanırsın. Rol ezberlemeyi bırak, çabuk soyunmasını öğren.”
Şöhretli olmak isteyen Jayne de bu öğüdü dinler.
Jane Russel’in “Su Altında” filminin galası yapılacaktır. O galaya Jayne, üstünde al kırmızısı, bütün hatlarını gösteren son derece dar ve son derece açık bir mayo ile gitti. Sinemaya girdiği anda bütün gözler üzerine çevrildi. Bu teşhirin ardından bazı roller teklif edilir Jayne’ye.
Ä°lgili resim
“ALLAH JAYNE’NİN GÖĞÜSLERİNİ ve KALÇALARINI KORUSUN”
Jayne, 1953’de gittiği Hollywood’da ilk önce Edward G. Rodinson’la “Manyak” adlı filminde rol aldı. Daha sonra, Allan Ladd’le “Körfezdeki Cehennem” adlı filmde yeraldı. Bir müddet sonra, “Pete Kelly Mavilikleri” adlı filmde bir sigara satıcısı rolünde görüldü.
1953 yılında, Broadway tiyatrolarında ve bazı filmlerde bir süre figüranlık yapan Jayne, “Şöhret Rock Hunter’i Şımartacak mı?” piyesinde başrolü oynadı. Jayne’nin rol aldığı bu tiyatro oyunundaki sahnelerinden biri, masaj masasına çırılçıplak yatmaktı.
Bu tiyatro oyunundan sonra Jayne’ye filmlerde başrol oynatma teklifleri de gelmeye başladı. “Kadınlar Ormanı-Female Jungle” isimli filmde başrol oynadı.
Bu dönem sinemadan uzaklaşmış olan Marılyn Monroe’nun rakibi olarak sinema piyasasına sunuldu. Belki Marilyn Monreo kadar seksi idi ama onun kadar başarılı değildi. Bir süre sinema sanatçısı olarak bazı filmlerde rol aldı. Sinemada başarılı olamayınca şarkıcılık yapmaya başladı. Bu alanda başarılı olamadı. Bu nedenle, daha çok içmeye başladı. Ayrıca, sık sık sinir doktorlarına gitti. Bazen kendini öyle kaybediyordu ki sahne alması gereken yeri unutuyordu. Jayne bu alanda çok yetenekli değildi ama esas mesele Hollywood’un sürekli yeni yüzler aramasından ileri geliyordu. Dün Marilyn Monreo idi, bugün Jayne Mansfield, yarın bir başkası gerekiyordu. Sistem öyle yürütülüyordu.
Bir ara şarkıcılıkta yapan Jayne, içine düştüğü durumu şöyle anlatmıştır:
“Zamanla Hollywood’un havasına alıştığımı da itiraf etmeliyim. Artık Hollywood erkeklerinin birkaçı ile aynı zamanda flört etmek, bekâr erkeklerin evine rahatça girip çıkmak ve şöhretli bir erkeğin yatak odama serbestçe girmesine göz yummak benim için Hollywodd’da yaşamanın doğal şartlarından biri olmuştu.”
Jayne, ünlü olmak için Noel’de gazete idarehanelerini elindeki hediye paketleriyle dolaşıyor, müdürlerin odalarına girip onların yanaklarına ateşli buseler kondurup hediye veriyordu.
Müdürlere yaptığı bu ziyaretler sonunda Jayne, o gazetelerde manşet oluyordu.
1957 yılında, hakkında gazetelerde yazılanlardan bazıları şöyleydi:
“Jayne insanı yakıyor”, “Son on yılın en muhteşem kadını”, “1957 harikasını selamlarız”, “Jayne erkeklerin sinir sistemini altüst ediyor”, “Bir çift iri göğüs”, “Allah Jayne’nin göğüslerini ve kalçalarını korusun.”
Ne yazık ki Jayne göğüslerini ve kalçalarını koruyamıyordu.
1959 yılı şubat ayında, davetli olduğu karnaval için Brezilya’nın başkenti Rio De Janeiro’ya gitti. Copacona Oteli’nin dans pistinde, yanında kocası Hargitay olduğu halde, ondan kendisinde bir parçanın olması için yanıp tutuşan erkek hayranları tarafından etrafı bir anda sarılan Jayne’nin elbiseleri parçalanarak çırılçıplak soyuldu. Kocası Hargitay, ceketini Jayne’nin üstüne örterek durumu kurtarmaya çalıştı.
Jayne’nin oynadığı filmlerden bir kaçının ismi şöyledir:
“Kızın Elinde Değil”, “Aşk Otobüsü”, “Otobüs Yolu”, “Onları Benim İçin Öp”, “Centilmen Emniyet Amiri”, “Tek Döşeli Oda”, “Ellenmeyecek Kadar Sıcak”.
“Onları Benim İçin Öp” filminde Gary Grant ile oynamıştı. Filmin bir diğer oyuncusu Suzy Parker idi.
1964 yılında rol aldığı “İlkel Aşkım” filminde, Jayne, üst üste 12 kez striptiz yapmıştı.
*
“ONÜÇÜMDE KEMAN ÖĞRETMENİMLE SEVİŞMEYE BAŞLADIM”
Jayne, yaşadığı aşklarla sürekli gündemde oldu. Aşksız yaşayamayan bir kadındı. Kendisi de bunu “Aşksız yaşayamam” diyerek dile getiriyordu her seferinde.
Şöhret olup iyi para kazanmaya başladığı zaman kendisine Kaliforniya’da Beverly Hills’de onbir odalı muhteşem bir ev yaptırmıştı. Evin büyük bir bahçesi vardı. Bahçe değil orman demek daha doğru olur. Bahçede bir kaç tane eşek, bir kaç tane köpek, onlarca tavuk vardı. Jayne, onları çok seviyordu.
Bu malikanenin bahçe duvarları pembe mermerdendi. Bahçe duvarlarını pembe mermerden yaptırdığı bu muhteşem evinde, kalp şeklinde yaptırdığı büyük yüzme havuzunun ortasına yine kalp şeklinde bir güneşlenme yeri yaptırmıştı. Havuzun dibinde, “I love you Jayne-Seni seviyorum Jayne” diye yazılıydı.
Pembe renkli bir jaguar otomobili vardı. En çok pembe rengi sevdiğini söyleyen Jayne, bu rengin kendisine cinselliği çağrıştırdığını söylüyordu. Ve hep onu istiyordu.
Jayne, evinin dışında iken kendisini seksi gösteren elbiseler giyinmeyi seviyordu. Evinde ise bazan bikini, bazan da çırılçıplak dolaşıyordu.
Dışarıda ise mini etek ve vücudunun yuvarlak hatlarını gösteren ve ortaya çıkartan açık elbiseler giyiyordu.
İri dik göğüsleri, ince beli, yuvarlak dolgun kalçaları, etli dudakları, kıvır kıvır gür saçları vardı. Esmer güzeliydi ama saçlarını sarıya boyattırmıştı.
Jayne’nin göğüs ölçüsü 100 idi. Göğüsleri o kadar ünlü idi ki yine göğüsleriyle ünlü İtalyan sinema artisti Sophia Loren, ABD’ye bir gittiğinde bir gece kulübünde karşılaştığı Jayne ile “hangimizinki daha güzel” diye göğüs gösterisi yapmıştı.
Jayne’nin hayatına erkekler 12 yaşından itibaren girmeye başlamıştı.
Jayne bunu şöyle özetle anlatıyor:
“On iki yaşında diğer arkadaşlarımın hepsinden daha fazla gelişmiş olduğum için erkekler peşimi bırakmaz olmuşlardı. Kız arkadaşlarımın yanında da onlardan büyük gösterdiğim için pek üzülüyordum. Çok geçmeden okuldaki erkek öğretmenler de benimle ilgilenmeye başladılar. Onüçümde keman öğretmenimle sevişmeye başladım.
Ondört yaşındayken aşağı, yukarı bugünkü halimi bulmuştum. Yirmi, yirmi beş yaşındaki delikanlılarla dilediğim gibi flört ediyordum. Annem evlendiği yeni yuvasının işleriyle meşgul olduğu için benimle pek ilgilenmiyordu. Son defa şehirdeki benzin istasyonlarından birinde çalışan İan adında bir delikanlıyla tanışmıştım. Bir taraftan da okulun en yakışıklı delikanlısı olan Paul Mansfield ile buluşuyordum. Paul, sarı saçlı, mavi gözlü bir erkek güzeliydi. Bir akşam İan beni arkadaşlarından birinin evine götürdü. Arkadaşı parti veriyordu. Salondaki kızların da, erkeklerin de benden çok yaşlı olduklarını görünce biraz endişelendim. O güne kadar hiç içki içmemiştim. Kızların da, oğlanlarla beraber içki içtiklerini görünce şaşırdım. Biraz sonra İan bana da kocaman bir bardak uzattı, ‘Bir nefeste iç, o zaman her şey değişecek, çekingenliğini bir tarafa bırakacaksın’ dedi. İlk kadeh bende bir etki yaratmadı. İkincisinden sonra başımda hafif bir uyuşukluk hissettim. Üçüncü kadehten sonra ise yerimden kıpırdayacak halim kalmamıştı. İan, bana bir fincan acı kahve içirdi, sonra da evin kapısını açıp dışarıya bıraktı. Kapının hemen önüne yığılıvermişim. Partide eğlenen yaşlı erkeklerden biri beni aldı, evine götürdü. Mücadele edecek, bir şey söyleyecek halim kalmamıştı. Sabahleyin erkenden gözlerimi açtığım zaman kendimi yabancı bir erkeğin evinde ve yatağında bulunca pek şaşırdım. Bu macera üzerinde pek fazla düşünmek istemiyordum. Tek endişem çocuğumun olmasıydı. Ama kulağıma çalınan çeşitli söylentiler beni ümitlendirmiş, bu tatsız maceradan hadisesiz kendimi kurtaracağımı zannetmiştim. Çok geçmeden yanıldığımı anladım. Annem benim halimdeki fevkaledeliği sezince binbir çeşit soruyla canımı sıkmaya başlamıştı. Şehirdeki erkeklerin hepsini sorguya çekmek istiyordu. Onun bu davranışları da beni büsbütün üzmüştü. İan, benimle evlenmeye razı olduğunu söylemişti, ama doğrusu ben böyle bir evliliğe pek taraftar değildim. Diğer taraftan Paul Mansfield’de bana evlenme teklifinde bulunmuştu. Hatta bir başkasının çocuğunu karnımda taşıdığımı söyledikten sonra da teklifinden vazgeçmedi. İan ile Paul arasında bir tercih yapabilmek zor olmayacaktı. Paul’un ailesi zengindi, mevkii vardı, iyi bir meslek sahibi olacaktı. İan ise bana sadece aşkını verebileceğini söylemişti. Bugünkü aklım olsaydı hiç düşünmeden İan ile evlenirdim, ama ondört yaşında bir genç kızın başında kavak yellerinin esmesi, gözlerinin yükseklerde olmasını da doğal karşılamalı. Biraz da doğacak çocuğumu düşünerek Paul ile evlendim.”
TURHAN FEYİZOĞLU -11-02-2019 – İSTANBUL – https://gunlukbakis.com/turhan-feyizoglu-her-erkege-sahip-olmak-isteyen-…
Turhan Feyizoğlu 02/11/2019 – 21:47