İnce Hizip

 İNCE HİZİP

Cumhurbaşkanlığı yarışında “Adam kazandı” dedikten sonra uzun bir süre sessizliğini koruyan Muharrem İnce geçtiğimiz günlerde “Memleket Hareketi’ni tanıtarak gündeme cuk diye oturuverdi.

Lafazanlıkta Cumhurbaşkanıyla yarışan hatta açık ara önde giden Sayın İnce’ye, başta yandaş medya manşetlerde haber bültenlerinde ilk sıraya taşıyıverdi.

Sayın İnce CHP’ye yönelik eleştirilerinde kesinlikle doğru tespitlerde bulunmuştur. Ancak bu doğru tespitler onun çıkışını haklılık kazandırmaz. Neden mi? Geçmişi şöyle bir hatırlarsak Muharrem İnce uzun dönem parti grup sözcülüğü yaptı. Parti içerisinde oldukça etkin bir konumdaydı. Daha önceki yazılarımda ifade etmeye çalıştığım CHP’deki “sağ sapma” akşam yatıp, sabah kalkınca olmadı. Uzak geçmişe gitmeye gerek yok. 12 Eylül faşizmi ortamında kurulan sosyal demokrat partilerin (DSP hariç. Çünkü o bir aile partisiydi) en son CHP çatısı altında Deniz Baykal’ın Genel Başkanlığında birleşmesinden sonra parti her kongre sonrası biraz daha sağa kaydı. Kırılma noktası Ricky Martin’in şarkısı eşliğinde bir pop yıldızı edasıyla kurultaya gelen Deniz Baykal’ın görüntülerini unuttuysanız sosyal medyadaki platformlardan bulup izleyin. Tony Blair’in temsil ettiği “Yeni sol” dayatmasını bu ülkeye Deniz Baykal taşımıştır.

Sonraki süreçleri uzun uzun yazmaya gerek yok. CHP adeta ulusalcı, devrimci ve demokrat isimleri değersizleştiren niyeti belli çevrelerin önüne atan bir yapı haline dönüşmüştür. Aklıma gelen birkaç isim sayayım. Hem de çok yakın tarihlerden. Emine Ülker Tarhan, Süheyl Batum, Birgül Ayman Güler, Fikri Sağlar, Nur Serter, Eren Erdem, Unuttuklarımı siz ekleyin. Eren Erdem için ayrı bir parantez açmak gerekir. Her türlü hukuksuzluğa, yalnızlığa rağmen yılmadan, direnip mücadele ederek tekrar hak ettiği yere gelmiş bir isimdir. CHP bu ve benzeri daha pek çok ulusalcı, devrimci ve demokrat isimleri harcarken kimlerin peşine takıldı acaba? Takdir sizin.

Şimdi tekrar asıl konumuza İnce’den hizibe dönelim. Genelde AKP iktidarının özelde ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’nıın18 yıldır uyguladığı bütün politikalar iflas etmiş iktidar tam bir çöküş içerisine girmiştir. Bu çöküşten çıkabilmek adına milliyetçi söylemler, ırkçı söylemlere kaymış, dindar söylemler gemi azıya almış haldedir. Seçmenin motivasyonunu güçlü tutabilmek adına cami hoparlörlerinden Çav Bella’dan tutun, 1991 yılından bu yana namaz kılınan Ayasofya açılışı tam bir meydan okumaya dönüşmüştür. Ekonomi çökmüş, dışarda bir tek Katar kalmış, belirsizlik ve umutsuzluk kat be kat artmıştır. Dövizin ve altının önlenemez yükselişi devam etmektedir. Mevcut koşullarda el attığınız her yer dökülmekte irin fışkırmaktadır. Bütün bu koşullar içerisinde çöküşünün farkında olan ve adeta denize düşüp yılana sarılacak hale gelen AKP iktidarı her fırsatı değerlendirecektir. Nitekim 7 ay önce yapılmış Biden röportajına yanıt veremeyenler 7 ay sonra gündeme taşımıştır.

Bu koşullar altında Sayın Muharrem İnce’nin çıkışı sadece iktidarın işine yaramaktadır. Bu çıkış bir demokratik ve ülke talebi değil kamuoyunda öne çıkmakta olan Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi isimlerin karşısında öne geçme geleceğini teminat altına alma çıkışıdır. Dolayısıyla Sayın İnce’ye hiç yakışmamaktadır. Mesele eğer parti içi demokrasi mücadelesi olsaydı daha bir ay önce yapılan büyük kurultayda bütün muhalif güçlerle işbirliği  yapılmalıydı. Kimdi bunlar? Herkesin bildiği gibi başta Sayın İlhan Cihaner, Yalçın Pekşen ve aday çıkarmamasına rağmen partinin demokratik yapısından rahatsız olan kesimler. Oysa Sayın İnce ne bu gruplarla görüştü ne destek istedi nede açıktan destek verdi.

Şimdi bir an varsayalım ki Sayın İnce memleket hareketini partileştirdi ve yine kendi ifadesiyle Millet Cephesi içerisinde kaldı. Bu cephe içerisinde kalırken hiçbir koşul ileri sürmeyecek mi? Eğer koşulsuz olarak kalacaksa bu hareket niye?

Sayın İnce kendinde bu kadar büyük bir güç görüyorsa ben beklerdim ki ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, politik ve sosyal krizlere karşı bir hareket başlatsın. Daha açık ifade edeyim, “Ey Millet! Ben CHP’nin bir üyesi olarak kendi özgür irademle yaşanılan bu krizlere karşı 5 Eylülde Sivas’tan bir hareket başlatacağım. Kişisel hiçbir beklenti içerisinde değilim. Amacım siyaseti Meclis koridorlarına ve Anayasa Mahkemesi kapısına hapsetmiş partimi harekete geçirmektir” deseydi inanıyorum ki hem çok büyük destek görür hem de partiye büyük iyilik etmiş olurdu. Ama O kolay olanı seçti.

Rahmetli Erdal İnönü’nün anılarını okuyanlar hatırlar. SODEP’in kuruluş aşamasında parti içerisinde oluşacak hiziplere izin vermemesi konusunda telkinlerde bulunuyorlar. İnönü başlangıçta buna bir anlam veremese de zamanla doğruluğuna inanıp oluşabilecek hiziplere izin vermiyor. 12 Eylül öncesinin profesyonel siyasetçileri (içlerinde Deniz Baykal’da var) SODEP üyeliği için taleplerde ve telkinlerde bulunuyor. Babasının oğlu usta diplomat bunlara izin vermiyor. En sonunda CHP çatısı altında birleştikten sonra yaşanılan Adnan Keskin ve Önder Sav vakaları partiye içinde bulunduğu duruma kadar getiriyor. Son dönemde de CHP Seyid Torun ve Sezgin Tanrıkulu vakası yaşamaktadır. Şimdi Sayın İnce bütün iyi niyetiyle bile böyle bir hareket içerisine girdiğine göre bana göre bir hizip hareketidir. Bu hareket ne partiye, ne İnce’ye nede ülkeye hiçbir şey kazandırmayacağı gibi beş yıl daha sürecek AKP iktidarının yolunu açar.

Böylece kendi küçük dünyalarında parti içi mücadelede elde ettikleri mevzileri başarı olarak görüp halktan kopuk dünyalarında yaşamaya devam ederler.

İnce hizbin Balıkesir ve Bandırma’daki karşılığını bekleyip göreceğiz.

20-08-2020/BANDIRMA