İtiraf etmeliyim ki; en az bağıran Kılıçdaroğlu oldu.

Farkındamısınız. 

Meydanlarda televizyonlarda. Liderler kalabalıklara seslendi. Genelde bağırarak konuştular. Sesleri bazen desibel çatlattı.İtiraf etmeliyim ki en az bağıran Kılıçdaroğlu oldu.

Yine bir seçim yazısı mı demeyin. Profesör Davutoğlu'da sesini yükseltme ihtiyacı hissedenlerdendi.  Neden bağırma ihtiyacı hissedilir?. 

 

**

Öfkelenince  yüksek sesle konuşuruz. Bunun nedeni var.  Özeti kalplerin uzaklaşması.

Uzaklaşan kalplere sesini duyurma kendini anlatma çabası.
Bu soruya yanıt ararken  bir  öykü buldum. 
Hintli bir Budist ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince Budist Ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız? ” diye tekrar sormuş. 
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır ve birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.” “Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşur, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine iyice yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.” Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam eder: “ Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin.

 **

Geçen akşam sosyal mecrada bir haber vardı.Gördünüz muhtemelen. Rahmetli Necmettin Hocamızın kızı Amerika'ya yerleşmiş. Allah yolunu açık etsin. Gezmeye değil yerleşmek orda devamlı yaşamak için. Ne güzel örnek bir çelişkidir bu. Belli ki halkın paralarından elde edilen bir mirasın sağladığı şansı iyi kullanmak istemiş. Biz Amerika derken  ABD' yi kastederiz oysa Amerika bir kıta içinde onlarca ayrı yaşam olan devletler var. Hayatını müslümanca yaşamayı yüceltmeye adamış böylece halkın desteğiyle iktidar olmuş insanların samimiyet zaafına  dair çok fazla örnek var.. Yüzlerce örnek var hem sağdan hem soldan. Amerikaya küfrederler ama fırsat olsa kuyruğun önüne geçmek için takla atarlar. Kim nereye isterse oraya gitsin gidebilirse  ama bakıyoruz ki ; Müslümanlığı politik mecra yapanlar müslüman devletlerde yaşamak istemez. Bakıyoruz müslümanların görece huzurlu  mutlu olduğu ülkeler hep kafir dedikleri  ülkeler.  Avustralya, Kanada, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, İsviçre, Amerika, Norveç, Hollanda, Danimarka.  Mahalle baskısı yokmudur oralarda var ama yine de kafir dediklerine  sığınırlar. Bakıyoruz  Müslümanların mutsuz olduğu ülkeler: Cezayir, Mısır, Fas, Tunus, İran, Pakistan, Özbekistan , Afganistan,Lübnan, Suudi Arabistan,Yemen.  Oralara göçmek isteyeni gördünüz mü ? Ne kadar zengin olsalarda Katar'da yaşamak isterim diyeni ben görmedim. Kim ister ki?..

Yani Müslümanlar, Müslüman ülkelerin tümünde sosyo- ekonomik anlamda perişan veya mutsuz, Müslüman olmayan ülkelerin tümünde ise yaşam en azından göreceli mutlu ve keyifli. Esas mutluluk sosyalizmde ama anlatılamadı dünyanın zenginliği herkese yeter..

Türkiye, Müslüman dünyada bir istisna idi. Neden? Petrolü, parası olduğundan mı? Hayır! tam aksine, petrol ve para, o mutsuz Müslüman ülkelerin elinde. Türkiye, Atatürk'ün aydınlanma devrimleriyle getirdiği aydınlık ve akılcılık öğretisi sayesinde zor da olsa biraz yırttı ki; hala ayakta. Umarım uyanır aklımızı başımıza alırız.