Karadeniz Tarihi

HÜSEYİN S. ÖZTÜRK

Türkiye’nin Kuzey Anadolu sahil kesimi, günümüzde, adını aldığı denizden dolayı “Karadeniz” adıyla anılmaktadır. Antikçağ’daAnadolu’nun bu kuzeydoğukıyı kesimi Hellenler tarafından,Πόντος“Pontos”; deniz ise önceleri Πόντος Ἄξεινος“Konuksevmeyen Deniz”, sonraları ise “Konuksever Deniz” anlamına gelen ΠóντοςΕὔξεινος olarak adlandırılmaktaydı. Romalılar da Pontos Eukseinos kelimesini Hellenler’denalmışlar, Pontus Euxinus şeklinde kullanmışlardır. Antik Yunan mitolojisinde Aither ile Gaia’nın çocuğunun adı olan ve Hellence “de niz” anlamına gelen Pontos’a bölge adı olarak ilk kez MÖ 5. yüzyılda Herodotos’un ünlü ese ri Historia’da rastlamaktayız. Ünlü coğrafyacı Amaseialı (Amasya) Strabon da Pontos’unsınırlarını, Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı olankuzeydoğu Anadolu sahilleri ve onun hinter landı ile çizmektedir. Bölge sınırları konusundaAntikçağ’dan zaman zaman farklı anlatımlar bilinse de, genel olarak doğuda Kolkhis (Gürcistan), batıda Paphlagonia (Kastamonu) ve güneyde Kappadokia arasındaki bölgeye ve rilen isimdi

Türkiye’nin Kuzey Anadolu sahil kesimi, gü-nümüzde, adını aldığı denizden dolayı “Ka-radeniz” adıyla anılmaktadır. Antikçağ’daAnadolu’nun bu kuzeydoğu kıyı kesimi Hel-lenler tarafından, Πόντος “Pontos”; deniz iseönceleri Πόντος Ἄξεινος “KonuksevmeyenDeniz”, sonraları ise “Konuksever Deniz” an-lamına gelen Πόντος Εὔξεινος olarak adlan-dırılmaktaydı. Romalılar da Pontos Eukseinoskelimesini Hellenler’den almışlar, Pontus Eu-xinus şeklinde kullanmışlardır. Antik Yunanmitolojisinde Aither ile Gaia’nın çocuğununadı olan ve Hellence “deniz” anlamına gelenPontos’a bölge adı olarak ilk kez MÖ 5. yüzyıl-da Herodotos’un ünlü eseri Historia’da rastla-maktayız. Ünlü coğrafyacı Amaseialı (Amasya)Strabon da Pontos’un sınırlarını, Türkiye’ninKaradeniz’e kıyısı olan kuzeydoğu Anadolusahilleri ve onun hinterlandı ile çizmektedir.Bölge sınırları konusunda Antikçağ’dan zamanzaman farklı anlatımlar bilinse de, genel olarak doğuda Kolkhis (Gürcistan), batıda Paphlago-nia (Kastamonu) ve güneyde Kappadokia ara-sındaki bölgeye verilen isimdir.Sinop, Samsun, Ordu, Çorum, Amas-ya, Tokat illerini kapsayan Orta KaradenizBölgesi’nde yapılan yüzey araştırmaları vekazılarda ele geçen arkeolojik buluntular böl-genin Paleolitik Dönem’den itibaren yerleşimgördüğünü göstermektedir. Orta Karadeniz’dkesintisiz bir yerleşim ise, Kalkolitik Çağ’da başlamıştır. Boğaz-köy metinlerine göre, Eski Hitit Çağı’nda (MÖ 1750 – 1500)Kaškalar tarafından işgal edilmiş olan Sinop, Samsun ve Orduilleri bölgesi, I. Hattuşili’den itibaren Hitit Devleti için sürekli birsorun haline gelmiştir. Hitit Devleti, yıkıldığı tarihe kadar, OrtaKaradeniz’de yaşayan ve sürekli olarak Hatti ülkesine saldıranKaškalar’la uğraşmak zorunda kalmıştır. Kaynaklarımızın bilgi vermemesinden dolayı, uzun bir süre karanlığa gömülen bölge,MÖ 7. yüzyılda Kimmerler’in istilasına uğramıştır.
MÖ 7. yüzyıldan itibaren Hellen kolonistlerince ilgi gös-terilmeye başlanan Pontos Bölgesi’nde aynı yüzyılın sonundakoloniler kurulmaya başlamış ve bu durum MÖ 6. yüzyılda dadevam etmiştir. Kolonistler, başta Sinope (Sinop) olmak üzereAmisos (Samsun), Kotyora (Ordu), Kerasos (Giresun) ve Tra-pezos (Trabzon) gibi, kıyıda yeni kentler kurmuşlardır. IonialılartaraTından gerçekleştirilen bu kolonizasyonun başını, edebi me-tinlere göre Miletoslular (Balat) çekmektedir. Ancak, arkeolojik  veriler, Miletoslular’ın yanı sıra, Samos (Sisam), Ephesos ve Khi-os (Sakız Adası) gibi diğer Ionia kentlerinin de bu kolonizasyo-na katıldıklarını göstermektedir. Hellenler bölgeyi belki de TroiaSavaşı’ndan önce, daha MÖ 1200’lerde tanımaktaydılar. Mitolo- jiye göre, Iason ve Argonautlar, Kıta Hellas’tan Hellespontos’u ge-çerek Kolkhis’e “Altın Postu” almaya gitmişlerdi; bir diğer mito-lojik hikâyeye göre ise, Zeus, insanlara ateş yakmayı öğrettiği içinPromethus’u Kafas Dağları’na zincirlemişti. Her ne kadar sözüedilen bu iki hikâye birer mitos’tan ibaret olsa da bunların arka-sında bir gerçeklik payı olabileceğini göz ardı etmemek gerekir.Hellenler bölgeye geldiklerinde, Karadeniz’de yaşayan, Mari-andynler, Khalybler, Taoklar, Makronlar, Drilalar, Mossynoikos-lar, Moskhoslar, Phasisliler ve Kolkhisliler gibi birçok yerel haklakarşılaşmışlardır. Bu kolonistler kimi yerlerde buradaki halklarlabarış içinde yaşamışlar kimi yerlerde ise direnişlerle karşılaşmış-lardır. Başlangıçta Hellence’nin bir lehçesi olan Ion dilini, anakentten getirdikleri tanrılarını ve mimari yapı tarzlarını koruyankolonistler, zamanla bölgenin doğal şartlarına uyum sağlamışlar ve yerel halklarla kaynaşarak bölgesel kültürden etkilenmişlerdir.Erken dönemlerden itibaren Hellen kültürüyle, yerel kültürünkaynaşmaya başladığı da gözlemlenmektedir. Hellen kolonistle-rinin yerleştiği bu bölge, MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısından itiba-ren Pers Krallığı’nın egemenliğine girmiş; önce Daskyleion dahasonra Kappadokia satraplıklarına dâhil olmuştur.Pontos Bölgesi, MÖ 301 yılında kurulan MithridatesKrallığı’nın ülkesi olmuştur. Bu devletin kurucuları kendi atala-rını Pers İmparatorluğu Sarayı’na bağlamışlar ve sahip olduklarıtoprakların kendilerine Büyük Pers Kralı I. Dareios tarafından verildiğini iddia etmişlerdir.
Büyük İskender’in generalleri arasında gerçekleşen MÖ 301yılındaki Ipsos Muharebesi’nden sonra ortaya çıkan otorite boş-luğundan faydalanan III. Mithridates, Paphlagonia Bölgesi’ndekrallığının temellerini atmış ve kendisini ktistes olarak adlan-dırmıştır. Paphlagonia’daki müstahkem kalesi Kimiata’dan ha-reketle krallığının sınırlarını Paphlagonia’nın iç kesimleri ile Kappadokia’ya doğru genişletmeye başlayan III. Mithridates,Amaseia’ı ele geçirerek, burayı başkent yapmış; MÖ 280 yılındaLysimakhos’un ölümünden sonra, kendisini Pontos kralı ilan et-miştir. Bu tarihten itibaren, MÖ 63 yılına kadar Pontos Krallığı’nın tahtına geçen ardılları genelde hep Mithridates adıyla anılacaklardır. Büyük İskender’in stater’lerindenesinlenerek Βασιλέως Μιθραδάτου (= Basile-us Mithradates – Kral Mithridates) yazılı, önyüzünde Tanrıça Athena başı, arka yüzde iseayakta duran bir Nike figürü taşıyan sikke bas-tıran III. Mithridates, bu sikkeleri krallığınınalameti olarak kullanmıştır. Fetihlerine devamederek, uzun uğraşlardan sonra, Karadeniz’inönemli kentlerinden biri olan Amastris’i de MÖ 279’da ele geçirmiş ve böylece kendisine denize bir çıkış yolu açmıştır. O’nun yerine geçen oğlu Ariobarzanes, Amisos’u fethetmiştir.II. Mithridates ise Seleukos Kralı AntiokhosHieraks’ın kız kardeşiyle evlenerek, düğün he-diyesi olarak Phrygia’nın bir bölümünü elde etmiştir. I. Pharnakes MÖ 183 yılında Sinope’yeegemen olmuş ve başkenti Amaseia’dan Sinope’ye taşımıştır; ama O’nun daha fazla ya-yılma girişimi Roma himayesi altında bulunanKüçükasya’daki Hellenistik kralların direnişinedeniyle başarısızlığa uğramıştır.Görüldüğü üzere, Pontos Krallığı Helle-nistik dönem boyunca etrafındaki krallıklarla,kent devletleriyle kâh çarpışarak kâh ittifaklarkurarak gücünü ve topraklarını zaman içindegenişletmiştir. Ancak bu krallık bütün Akde-niz Dünyası’na, adını, Mihtridates VI. Eupatorile duyuracaktır. Tarihe, Megas veya Eupator Dionysios adıyla da geçen Mithridates, MÖ 133  yılında doğmuş, MÖ 63 yılında Kırım’da intihar ederek ölmüştür. Ömrünün büyük bir bölümünü Roma ile mücadele içinde geçiren Mithridates, Kartacalı Hannibal ve Mısırlı Kle-opatra ile Roma’nın en büyük üç düşmanından biri olmuştur. Geç Cumhuriyet Dönemi’nde,Mithridates’in Sulla, Lucullus ve Pompeiusgibi savaşmadığı Romalı önemli komutan ve devlet adamı neredeyse yok gibidir. Henüz 13 yaşındayken yani MÖ 120 yılın-da Pontos Krallığı’nın tahtına çıkan Mithridates VI. Eupator, yaşının küçük olmasındandolayı, önce annesi Laodike tarafından tahttan uzaklaştırılmış; hatta annesi onu zehirleyerek öldürmeye dahi teşebbüs et-miştir. Bu nedenle zehirlenmekten korkan genç kral, sık sık panzehir iç-meye başlamış; bunun sonucunda vücudunu her türlü zehre karşı bağışık kılmıştır. Öyle ki, Pompeius Lenaeus tarafından Latince’ye çevrilen “Zehir”üzerine bir kitap yazacak kadar bu konuda uzmanlaşmıştır. Düşmanlarınakarşı güçlü olabilmek için vücudunu sadece panzehirlerle güçlendirmemiş,aynı zamanda uzun bir süre ormanda vahşi hayvanlarla yaşayarak fizikseldirencini de arttırmıştır. Böylece annesinin ve diğer düşmanlarının kötülüklerinden uzun bir süre uzak kalmayı başararak, MÖ yaklaşık 119/116yılında krallığına geri dönmüş; annesini hapse attırarak, yönetimi kardeşiMithridates Khrestos’la paylaşmıştır. Fakat kısa bir süre sonra hem kar-deşini hem de annesini ortadan kaldırarak krallığın tek hâkimi olmuştur. Çocukluğundan beri Romalılar’a düşman olan Mithridates Anadolu’yu elegeçirerek, Romalılar’ı Küçükasya’dan atmayı amaçlamıştır. Bu amacını ger-çekleştirebilmek için kılık değiştirerek, bütün Küçükasya’yı dolaşan Mith-ridates, MÖ 111-110 yılında geri dönmüş; ancak onun çoktan öldüğünüdüşünmüş olan eşi Laodike, bu arada Mithridates’in bir arkadaşından ço-cuk sahibi olmuştur.Küçükasya’da ve tüm Akdeniz’de onu asıl üne kavuşturan olay, tarihe“Ephesos Akşamı” olarak geçen 80 bin-150 bin arası İtalik’in öldürüldüğükatliamdır. Romalılar MÖ 129 yılında, Küçükasya’da provincia Asia’yı ku-rup sömürü derecesinde vergi almaya başlayınca, yaklaşık 50 yıl kadar süre-cek bu durum karşısında Küçükasya halklarının bir kurtarıcı beklemektenbaşka çareleri kalmamıştı. Küçükasya halkları tarafından Romalılar’a karşıoluşan bu güçlü nefreti bir fırsat olarak gören Mithridates, Hellenler adınakurtarıcı olarak bir isyan başlatmıştır. Ephesos Akşamı adı verilen MÖ 88yılındaki bu olayla Küçükasya’nın her yerinde aynı gün, 80 bin-150 bin,Romalı/İtalik çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden öldürülmüş-tür. Küçükasya’yı ve ardından Hellas’ı hâkimiyeti altına alan Mithridates’ekarşı, Roma Sulla’nın önderliğinde bir ordu göndermiştir. İkili arasındaki I.Mithridates Savaşı, MÖ 85/4 yılındaki Dardanos Antlaşması ile sona ermiş;Mithridates bu antlaşma sonucu, sadece ele geçirdiği toprakları bırakmış veSulla’ya 2.000 talanton tazminat ödemiştir. Görünüşe göre, 80 bin-150 binİtalik’i katleden Mithridates, Roma tehlikesini çok ucuz atlatmıştır.MÖ 83-81 yılları arasındaki II. Mithridates Savaşı’nda ise, savaşı başla-tan taraf bu kez Mithridates değildir. MÖ 81 yılında biten II. MithridatesSavaşı’ndan kısa bir süre sonra, önce Romalı generaller Lucullus’un ardından Pompeius’un komutasında III. Mithridates Savaşı gerçekleşecektir. Diğer iki savaştan daha uzun süren bu üçüncü savaş, ancak MÖ 63 yılın-da Kırım Yarımadası’ndaki Pantikapion’da (Kerç) bir kalede sıkışıp kalan Mithridates’in intihar etmesiyle sona erecektir. Kralın ölüm hikâyesi de yaşamı kadar ilginçtir. Pompeius’un eline canlı geçmemek için iki kızıy-la birlikte zehir içen Mithridates, gençliğinde vücudunun bağışıklık ka-zanmasından ötürü ölememiş; ancak zehiri içen kızları ölmüştür. Bununüzerine, Mithridates, kendisine sonuna kadar sadık kalan emir eri Galatialı Bituitos’u yanına çağırmış ve kendisini öldürmesini istemiştir. Kralının son isteğini yerine getiren Bituitos, böylece Mithridates’in Romalılar’ın eline canlı geçmesini önleyerek; O’nu Roma’da halka sergilenme utancından kurtarmıştır. Mithridates’in ölüm haberi Roma kentine ulaşınca, Romalılarönce bu habere inanmak istememişler; ancak daha sonra haberin gerçek olduğu kesinleşince kutlamalar ve ayinler yapmışlardır. Romalılar bu kut-lamaları yapmakta pek de haksız sayılmazlardı. Zira Mihtridates, Kırım’da sıkıştırılıp ölmeseydi, ilerleyen yaşına rağmen, Kartacalı kumandan Hannibal gibi büyük bir orduyla Balkanlar üzerinden Alp Dağları’nı aşarak İtalya’yı istila etmeyi planlamaktaydı.
Bundan sonra, Büyük Pompeius, başta Pontos olmak üzere, tüm Küçükasya’yı yeni bir düzenlemeye tabi tutmuş; Pontos Krallığı’nın batı tarafını, MÖ 74 yılında kurulan Bithynia Eyaleti’yle birleştirerek, MÖ 63 yılındaPontus et Bithynia Eyaleti’ni kurmuştur. Krallığın doğu yarısı ise Kolkhis’lebirlikte çeşitli sülalelerin yönetiminde vasal krallık haline getirilmiştir.
Pantikipion’da babası Mithridates VI. Eupator’a ihanet eden II. Pharnakes, bu ihanetinin karşılığı olarak Kırım’daki Bosphoros Krallığı’na sahipolmuştur.

Babası gibi hırslı olan II. Pharnakes, Pompeius ve Caesar arasında süren Roma İç Savaş’ı sırasında topraklarını genişletmeye başlamış-tır. MÖ 48 yılında Caesar’ın Mısır’da olmasını fırsat bilen II. PharnakesKolkhis topraklarına saldırarak, Pompeius’un MÖ 63 yılında buraya atamışolduğu vasal kral Aristarkhos’u tahtından indirmiştir. Bununla da yetin-meyen II. Pharnakes batıya doğru ilerleyerek, Caesar’ın Küçükasya’da bı-raktığı komutanı Gn. Domitius Calvinus’la MÖ 48 yılında Kelkit Vadisi’nde (Lykos) çarpışmıştır. Bu çarpışmada Roma ordusu çok ağır bir yenilgi almış ve Küçükasya bir kez daha Pontos orduları karşısında savunmasız kalmıştır. Caesar, bu felaket haberini alır almaz, VI Ferrata lejyonu ile şaşırtıcı birhızla Küçükasya’ya geçmiş ve burada ordusunun mevcudunu bir nebze ol-sun artırabilmiştir. Ancak gene de, II. Pharnakes’in ordusunun yarısı kadarbir ordu toplayabilen Caesar, Pontos ordusuyla 2 Ağustos MÖ 47 yılındaZile’de (Zela [ Tokat]) karşı karşıya gelmiştir. Sayı üstünlüğü II. Pharnakes’deolmasına karşın, Caesar her zamanki dâhice stratejisi ile Bosphoros KralıII. Pharnakes’i hezimete uğratmıştır. Caesar, bu kadar hızlı bir şekilde zaferkazanması üzerine, tarihe geçecek şu meşhur sözünü söylemiştir: “Veni, vidi, vici” “geldim, gördüm, yendim”. Caesar’ın MÖ 45 yılında Sinope’yi Colonia Iulia Felix Sinopensis adıyla Roma kolonisi olarak yeniden teşkiliyle, Küçükasya’daki ilk Roma kolonisi Karadeniz’de kurulmuştur.Caesar’ın legatus’u (legatus: Roma ordusunda genera) ünlü triumvir(üçler yönetimi) Marcus Antonius da Pontos’ta yeni düzenlemeler yap-mıştır. Bosphoros eski kralı II. Pharnakes’in oğlu olan Dareios’u PontosKrallığı’nın tahtına çıkarmış, daha sonra MÖ 37 yılında Laodikeia vatandaşı olan bir sülaleyi bu krallığın tahtına geçirmiştir. Bu vasal krallık varlığını İmparator Nero’ya (MS 54-68) kadar devamettirmiştir. MS 62 yılında II. Polemon’un ölümü üzerine, İmparator NeroPontos Krallığı’nı Pontus Polemonianus olarak procurator eyaleti Galatia’yadâhil etmiştir. MS 3. yüzyılda Pontos Bölgesi, Küçükasya’nın diğer tüm böl-geleri gibi Gotlar’ın istilasına uğrayacak, bölgenin en önemli kenti Trapezosonlar tarafından baştan aşağıya yağmalanacaktır.

İmparator Diocletianusile birlikte (MS 290–305) bütün Roma İmparatorluğu yeni bir eyalet sistemine geçmiştir: Pontus, vicarius adı verilen bir yöneticinin Amaseia’daikamet ettiği dioecesis Pontus adını alarak, dört yönetim birimine bölün-müştür. Pontus dioecesis’i içerisinde Diocletianus’tan sonra da iki eyaletPontus adını taşımıştır: Hellenopontus (merkez Amaseia) ve Pontus Po-lemoniakus (Neokaisareia). İmparator Iustinianus (MS 527-564), MS 536yılında bölgeyi yeniden düzenleyerek bu dioecesis yönetim biçimine son vermiş; bunun yerine bölgeyi Armeniakon ve Opsikon Tema’ları arasında bölüştürmüştür. Bölge, daha sonraki yüzyıllarda Khaldia ve Kolonia adla-rında iki thema’ya bölünmüştür.MS 1071 yılında Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun kapılarıSelçuklular’a açılınca, Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos (MS 1048-1118), bölgenin yönetimini yarı otonom olarak Trapezoslu Grabas gibiyerel beylere bırakmıştır. MS 1204’teki IV. Haçlı Seferi’nden sonra, Komnenoslar Trabzon kentine yerleşecekler ve burada, MS 1461 yılında FatihSultan Mehmet tarafından yıkılıncaya kadar devam eden, Trapezounta Krallığı’nı kuracaklardır. 1461 yılındaki bu fetihten sonra, bölge Osmanlı Devleti sınırları içinde yer almıştır

06-06-2021/HÜSEYİN S. ÖZTÜRK