Aşağıdaki satırlarda “ölün” diyor,
‘son nefesinizi verin’ anlamında kullanılmış mıdır?
Sanmam.
“Kullanılmış işte!” diyenlerdenseniz, anlarım ve belki de, kullanılmıştır.
Ben, kesinlikle öyle anlamıyorum.
O satırlardaki ölüm, ‘onlar’ için:
Hatalarını anladıklarında,
olan bitenin üstünü örtmek için nasıl çirkinleştiklerini hissettiklerinde,
adaletsizliklerinin farkına vardıklarında,
‘O’ insanların geride bıraktığı sevenlerinin yerinde olsalar hissedecekleri,
bencilliklerinden, pişmanlıklarından doğan vicdan azabıdır.
Ve iç acıtıcı bu duygular insana ‘son nefesini vermiş olmayı’ özletir.
İşte o satırlar, okuyalım…
“Ölün istiyorum artık.
Yalnız bir kere yetmez, bin kere ölün!
Bir kere Pozantı’da tecavüze uğrayıp ölün.
Bir kere tecavüzcünüzle evlendirilip intihar edip ölün.
Bir kere sahte delillerle hapse atılın, kahrınızdan hasta olup ölün.
Bir kere hakların için hükümeti protesto ederken hükümet tarafından başından
silahla vurulup ölün.
Bir kere Mehmetçik olun, kapitalistlerin uydurma savaşları için ölün.
Bir kere koca şehrin göbeğinde, otoyolda sele kapılıp ölün.
Bir kere kafanıza gaz kapsülü atılsın, öyle ölün.
Bir kere kullanma tarihi geçmiş gazı 5cm’den yüzünüze, ağzınıza sıksınlar;
kanser olun ölün.
Bir kere gecenin karanlığında, sokak ortasında “vurma ölüyorum” diye bağırırken dövülerek ölün.
Bir kere soğuktan donup ölün.
Bir kere dere yatağına yapılan ruhsatlı evin çöküntüsünde ölün.
Bir kere grizu patlasın “güzel ölün”.
Bir kere karbonmonoksit zehirlesin, kafanız iyi ölün.
Arkanızdan:
“Kader,
bu işin fıtratında var,
ekmek almaya gitmiyordu teröristti,
biliyorsunuz alevi,
kısa etek giymeseydi,
altı üstü bir kaç kelle” demeyeceğime yemin ederim.
Betonun altında ölmeden hemen önce çekilen son fotoğrafınızı
çerçeveletip bana hediye ettiklerinde,
yanında sırıtarak poz vermeyeceğime yemin ederim.
3 dakika iş bırakma eylemi yapıp dalga geçmeyeceğime yemin ederim.
Ananızı yuhalatmayacağıma,
yakınlarınızı azarlamayacağıma ve yerde tekmelemeyeceğime yemin ederim.
Sözüm söz!
Siz yeter ki ölün…” (1)
Yazıdaki ‘onlara’ gösterilen merhameti alkışlıyorum.
Yaşadığımız toplumda, konuklar:
“Giyimi ile karşılanıp, karakteri ile uğurlanır.”
Sahneye çok güçlü gelinse bile:
Spot ışıklarının altında hep kalınamaz; zordur, rahatsızlık verir.
Tarih şaşmaz, Erkan Yolaç’ın yarışmasında olduğu gibi
“Mehter Marşı” ile gelinir, “İzmir Marşı” ile gidilir.
Kural böyle…
SÜHA ORAL – BANDIRMA 02-04-2017
NOT:
1-Nejat İşler / 26 Temmuz 2015 sosyal medya paylaşımı