Lazlar, Güney Kafkasya orijinlidir. Svanca ve Gürcüce’ye akraba olan dillerini günümüze kadar korumuşlardır. Lazca konuşanların sayısıyla ilgili resmi istatistik veriler bulunmamasına rağmen, bu dili konuşanların sayısı 250.000’den daha fazla gözükmemektedir. Türkiye’nin Doğu Karadeniz kıyıları boyunca olan yerleşimleri, Batı Anadolu’daki bazı muhacir köylerini, ve Gürcistan Acara Özerk bölgesinde yaşayan az sayıdaki halkı kapsar. Ayrıca Kuzeybatı Gürcistan’da Megrelya denilen bölgede yaşayan Lazca konuşan fakat Hristiyan olduklarından dolayı ‘’Megrel’’ adıyla anılan Lazların yakın akrabaları yaşamaktadır. Lazlar ve Megreller ‘’Zan’’ ortak adıyla tanımlanır. Zan halkının, Osmanlı etkisiyle Müslüman olanlarına Laz, Hristiyan kalanlarına ise Megrel denmiştir. Lazca ve Megrelce arasında az derecede şive farklılığı bulunmaktadır. Gürcistan’da Megrelce konuşan 500.000 kişi bulunmaktadır. Megreller ile Lazların arasında ise bölgeye sonradan gelmiş olan Müslüman Acara Gürcüleri oturmaktadır. Lazlar, Güney Batı Kafkasya’nın yerli halklarından biridir. Bu bölgenin coğrafi ve tarihsel bir uzantısı durumunda olan Karadeniz’in Güney-Doğu Bölgesi’nde yerleşiktirler. En eski yerleşim alanları Çoruh Vadisi (Batum) civarıdır. Zaman içinde Batı’ya doğru genişlemişler ve bugünkü Rize’nin Pazar (Atina), Ardeşen (Atírasini), Çamlıhemşin (Vija), Fındıklı (Vitze) ve Artvin iline bağlı Arhavi (Arkabi/Arxave), Hopa (Xopa) ve az sayıda olmak üzere Borçka’ya yerleşmişlerdir. Gürcistan sınırındaki Sarp köyü, Laz köyüdür.1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan dolayı Batum’da yerleşik çok sayıda Laz ise Türkiye’nin Batı bölgelerine göç etmiştir. Bunlar ise Marmara Bölgesi’nde; İzmit, Adapazarı, Akçakoca, Bolu, Düzce, Yalova, Karamürsel, Sapanca, Balıkesir ve İstanbul gibi şehirlerde yaşamaktadır. Osmanlı Lazistan’ı, politik ve idari bir birim olarak, tarih boyunca değişen sınırlara sahip olmuştur. Bununla beraber, Lazca’yı konuşanların çoğunun yaşadığı bölge, Doğu Karadeniz kıyılarının hemen hemen daha kısa uzantısıyla sınırlıdır. Yani, doğuda Sarp sınır köyü ve batıda Çayeli ile Pazar ilçelerini ayıran Kemer Burnu arasındaki küçük kasaba ve köylerde yaşarlar. Kuzeydeki doğal sınır Karadeniz ile oluşur. Güneyde ise denk bir rol Kaçkar dağlarına atfedilebilir. Kaçkar dağları, Karadeniz Bölgesi ve Anadolu platosu arasında gerçekten doğal bir coğrafi sınır teşkil ederken, kuzeydeki meyilli, bir dereceye kadar Laz köylerinden daha yukarıda Hemşinliler yaşadığı için etnik sınırları göstermezler. Hemşinliler de Lazlar gibi Müslümandırlar ve en azından bazı yerlerde dillerini ve grup kimliklerini korumuşlardır. Hemşinliler, geleneksel hayvancılıkla ilgili hayat tarzıyla bağlantılı olarak, “Kıyı Lazları” esas olarak tarımcı ve balıkçı yaşam tarzlarıyla anılmıştır.
Lazlar kendilerini Lazi, dillerini de Lazuri olarak adlandırırlar. Kendilerine Türkçe Laz, Gürcüce Cion denilir. Lazca’nın diğer adı ise Mohdicedir. Bir Laz karşılaştığı ama Laz olduğunu tahmin ettiği kişiye Mohdice bilip bilmediğini sorarak onun Laz olup olmadığını öğrenmektedir.
Dilbilimciler Lazca ve Megrelce’yi Kolkheti (=Zan) dilinin zaman içinde ikiye ayrılmış ve kendi başlarına gelişmiş iki ayrı kolu olarak tanımlarlar. Güney Kafkas dil ailesi, Megrel-Lazca, Svanca ve Gürcüce’den meydana gelir. Lazca ve Megrelce tek bir Zan’canın iki ayrı şiveleridir. Öyleki farkları Gürcücedeki Gur, Hevsur, Lenteh ve Bal-kvemo şivelerinin birbirleriyle olan uzaklığı, Lenteh ve Beço şivelerinin birbirleriyle olan uzaklığı, Laz- Megrel uzaklığından daha fazladır. Fakat tüm bu şiveler tek bir Gürcücenin lehçeleridir. Bugün Laz – Megrel şivelerinin tek bir lisan olan Zancanın iki ayrı ağzı olduğu hususunda ihtilaf kalmamıştır. Lazca’nın Rize ilinde oturanları ile Artvin ilinde oturanlarının konuştuğu iki farklı ağzı bulunmaktadır.
Lazların da bir parçası olduğu Doğu Karadeniz, sahilden itibaren dik yamaçların yükseldiği ve çok sayıda akarsu tarafından bölünen vadilerden oluşan bir coğrafyadır. Bu yüzdendir ki bölgede geniş tarım alanları bulunmamaktadır. Evler dağınık, tarlalar parçalı ve irili ufaklıdır. Sahildeki kasaba yerleşimleri vadi boyunca biriken akarsuların denize ulaştığı alanlarda kurulmuştur ve denebilir ki nispeten düz olarak kabul edebileceğimiz toprak parçaları da yine buralarıdır.
Vadiler, her bakımdan daha güvenli görüldüğü için yerleşimin yoğun olduğu alanlar olmuştur. Henüz otuz yıl öncesine kadar vadi içlerinde yaşayan Lazların çok azının denizle bağlantısı vardı. Erkekler tuz, sabun gibi çok temel ihtiyaçları karşılamak üzere nadiren kıyıdaki kasabalara inerlerdi. Yaşamını özellikle yüksek köylerde sürdürenler için kasaba, dolayısıyla deniz yabancı ortamlardı. Tarihçi Antony Bryer, Lazların az sayıda kasabaları olduğunu ve asıl olarak dağlarda, dağınık durumda bulunan yerleşimlerde yaşadıklarını ve sürülerini yazın yüksek yaylalara götürdüklerini belirtir. Anadolu’nun en güzel ve en yüksek otlakları kullanırlardı ve yaşamları, karlar eridiğinde büyük ve küçükbaş hayvan sürülerinin peşinden giden bir mevsimlik göç sistemi üzerine kurulmuştu. Sadece yüksek köylerde yaşayanlar değil aynı zamanda sahile yakın oturanlar arasında da yaylacılık geleneği vardı. Ama zamanla tarım daha çok önem kazanmış ve yüksek köylerde yaşayanlar hariç, Lazların önemli bir bölümü yaylacılığı terk etmiştir. Çay tarımının yaygınlaşması ile birlikte geleneksel olan çok şey tasviye olmuş, bir zamanlar tarlaları kaplayan mısır artık ekilmiyor.
141
Denizcilikten geçimini sağlayan Lazlar ancak sahilde yaşayanlardır. Sahil boyunca çok sayıda balıkçı köyünde, bir yandan toprağa bağlı köy yaşamı devam ederken, erkekler zamanlarının çoğunu denizcilikle ilgili işlere harcarlar. Buralarda yaşayanların denizle ilgili inançları, rituelleri ve hatta kutladıkları bayramlar vardır. 14 Ağustos günü (Rumi takvimde 1 Ağustos), güneş doğmadan kalkılır. Hiç kimse konuşmaz ve anlaşma sadece işaretlerle sağlanır, komşular birbirine haber verir. Hatta yüksek dağ köylerindeki insanlar bayram vesilesi ile bir gün önceden sahildeki akrabalarına misafir giderler. Kahvaltı yapmadan hep birlikte denize girilir ve yüzülür. Suya girdikten sonra her kes dilekte bulunur, bereket ve felaketlerden korunmak için dua edilir. Daha sonra kıyıya çıkılır ve topluca yemek yenir. Kaçkar dağlarında yaşayan denizle hemen hiç yakınlık kurmamış, denizde yüzmeyi, balık tutmayı bilmeyen Lazlar varken, öte yandan kıyıda yaşayan çok sayıda Laz’ın Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde denizcilikte adlarını duyurdukları da bir gerçektir.
Eskiden Laz yaşlı erkekleri başlarına “Başlık” sararlardı. Gençler ise Papak (Kalpak) kullanırlardı. 60-70 yıl kadar önce Lazlar arasında fes modası çıktı. Fakat bu moda burada fazla tutunamayıp ortadan kalktı. Türkiye’de geleneksel başlık ve kalpak kullanmak yasalarla yasaklanmıştır. Gürcistan sınırları içerisindeki Lazlar ise başlık, kalpak ve kabalak gibi başörtülerini kullanmakta serbesttirler. Lazlarda ayakkabı (Tsuga) burunları yukarıya kalkık bir çeşit postalı andırırdı. Pantolon yerine bir çeşit dar şalvar kullanılırdı. Adına da “Dzikvi” denilirdi. Dzikvinin üst tarafı kıvrışık, bolca bırakılır. Alt tarafı, bacakları kavrar derece de dar bırakılırdı. Üst giysi ise bir çeşit yakasız montu andırırdı. Bu yakasız montun altına sarı yada kırmızı renkte gömlek giyilirdi. Kırmızı renkler siyah altında daha bir çekici görünürdü. Siyah üst giysinin dirseklerine, yenlerine ve omuz başlarına meşin şeritler dikilirdi. Bunlar hem giysiye güzellik katar hemde dayanıklılığını arttırırdı. Belde, kalça üzerine kadar inen yün kumaştan dolak dolanırdı. Kama ve zincir gibi şeyler de bu dolama üzerine iliştirilirdi.
Laz kadın giysileri daha bir zengin görünüşlüydü. Çeşitli renklerden rahat giysilerdi bunlar. Bele, uçları aşağıya sarkıtılmış kumaştan bir bellik sarılırdı. İş Zamanları genellikle atlastan dikilen bu giysilerin etekleri yukarıya doğru toplanır, bellemeye iliştirilirdi. Bazen ibrişim bir kuşak da bele bağlandığı olurdu. Buna Lazcada “ortkapu” kemer denirdi. Kadınlar günlük yaşamlarında bazen basma entariler de giyerlerdi. Boyun ve kulaklara ilancuği ve boğa kisti denilen değerli takılar da takarlardı. Gümüş zincir üzerine dizilmiş altın liralardı bunlar. Başlarına altın işlemeli bir tabla konur, alın kısmına yine altın pullu bir gobğapule sarkıtılırdı. Gürcüstan bölümünde yaşayan Lazları bugün artık Gürcistan’ın diğer bölgelerinde yaşayanlardan ayırt etmek güçtür. Türkiye kesimi Lazları arasında ise bu eski tip giysileri koruyup bugüne değin yaşatabilen kimselere rastlamak mümkündür.
Bilinenin, sanılanın tersine tüm Karadenizliler Laz olmadığı gibi, tüm Lazlar da Karadeniz'de bulunmuyorlar. Bu konuda biraz da mizahi sayılabilecek bir benzetme yapılır: "Türkiye’nin batı bölgelerinde yaşayan halk Sinop'un ötesindeki Karadenizlilerin tümüne Laz der. Sinop'lular Samsunlular'a, Samsunlular Trabzonlular'a, Trabzonlular da Rize'lilere Laz adını verirler. Ama Rizeliler de ancak Hopa taraflarındakileri Laz olarak niteleyip kendilerini onun dışında görürler."
142
Lazların ve Megrellerin (Mingrelian
Kaynaklar: 1. Ildiko Beller Hann. Lazların Gerçek Tarihi. www.arhavisitesi.com 2. ATLAS aylık coğrafya ve keşif dergisi. Nisan 2003. Sayı 121.
LAZ TARİHİ
Lazlardan, “Laz” adıyla ilk bahseden 1. yüzyıl tarihçisi Plinius olmuştur. 2.yüzyıl tarihçisi Arrianus zamanında, Lazlar Sohumi’den başlamak üzere Trabzon’a kadar olan bölgede yaşamaktaydı. Roma/Bizanslıların “Laz” dedikleri bu halkı Gürcüler (Kartveliler) ve Abazalar “Megrel”; Roma /Bizanslıların “Lazika” dedikleri devletlerine de Gürcüler ve Abazalar “Egrisi” demekteydi.
KOLHETİ=LAZİKA=EGRİSİ Lazların en eski tarihleri, Kolheti yönetim ve kültür alanıyla yakından ilişkilidir. Kolheti adından ilk kez MÖ 8. yüzyıla ait Urartu Yazıtlarında bahsedilmiştir. Kolheti yönetim alanı(günümüzde Abhazya sınırları içinde kalan), Gagra’dan başlamak üzere Çoruh yatağına kadar olan bölgeyi kapsamaktaydı. Kolheti kültür alanının sınırları ise güneyde, Trabzon’a kadar uzanmaktaydı. Kolheti, Homerik Çağ Greklerinin ilgi alanıydı.
MÖ 1. yüzyılda Kolheti (Lazika/Egrisi) ve Kartli (İberya/Gürcüstan) krallıkları arasında birbirleri üzerinde egemenlik kurmayı amaçlayan sürekli savaşlar yaşandı. Bu savaşlar sonucunda Roma İmparatorluğu bölgeye askeri müdahelede bulundu. MS 1.yüzyıldan itibaren “Kolh” yerine “Laz” veya “Megrel” olarak anılan Megrel-Lazlar, önce Pontus Krallığına ve daha sonra da Roma İmparatorluğuna karşı bağımsızlık savaşı başlattı. 69-79
143
yıllarında Lazların başında bulunan Anicetus, halkını Romalılara karşı ayaklandırdı. Romalılar stratejik bir bölge olan Lazika’yı bırakmak istemiyordu. Ancak Lazların Özgürlük mücadelesi karşısında Lazika’yı terketmek zorunda kaldılar. Lazika giderek güçlendi ve bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen bölgede hakim oldu.
Lazika'nın güçlenmesi,Laz akınlarının Çoruh'u aşarak Güneydoğu Karadeniz Bölgesi'ne de yönelmesi ve Lazların bu bölgeye kitlesel göçleri, Pontus Kralı 2. Polemon'u tedirgin etti. Krallığını Lazlardan koruyabilmek amacıyla hükümetini Romalılara teslim etti. Roma İmparatorluğunun bir eyaleti haline geldi. Bu eyalete "Pontus Polemonyakos" adı verildi. Trabzon'un doğusundan Çoruh yatağına kadar olan bölge Lazların eskiden beri yoğun olarak yaşadığı bir bölge olmasına rağmen, Lazika Krallığının yönetimi dışında kaldı.
DENGELER VE LAZİKA KRALLIĞI 2. yüzyıldan başlamak üzere, Lazika Krallığı güçlendi ve 4. yüzyılda yönetim alanını Trabzon’a kadar genişletemediyse de etki alanı içine aldı. 395’te Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılması, Lazika Krallığının güçlenip genişlemesine imkan sağladı. Lazika Krallığı, bugün Batı Gürcistan olarak bilinen Kolheti’yi iktisadi, siyasi ve askeri açılardan birleştirdi. Lazika Krallığı, bir Bizans vasalı olmasına rağmen, kendisine bağlı vasalları da vardı.
LAZLAR VE HIRİSTİYANLIK Lazcada bugün de kullanılan gün isimlerinden anlaşılacağı gibi gökyüzü, güneş ve ay kutsal sayılıyordu. Lazların, işgalci Roma/Bizansın dinini ilk kabul eden topluluklardan olduğu doğrudur. Ancak yayılmacıların, Lazların yaşadıkları yörelerde açtıkları kiliseler siyasi kurumlar olarak kalmıştır. Bu kiliseler yayılmacı Roma/Bizans ve “Pontus”un dayatmacılıklarının sembolleri olarak görülmüş, Lazlar kendi otantik inançlarını ,şeklen Hıristiyan oldukları dönemlerde de sürdürmüşlerdir. Dolayısıyla Roma/Bizans ve “Pontus” ile çatışma halinde olan Lazların Osmanlıların dini olan İslamiyeti süreç içinde kabul etmeleri, Roma/ Bizans ve “Pontus”a duydukları doğal tepkinin bir sonucuydu.
ÇİN VE HİNDİSTAN’A BAĞLANAN TİCARET YOLLARI Lazika Krallığının yönetimi altındaki bölge, çok önemli bir geçiş noktasıydı. Çin ve Hindistan’a bağlanan ticaret yolları bu bölgeden geçmekteydi. Dolayısıyla da, Bizanslılar ve Persler için büyük bir önem taşımaktaydı. Perslerin, Lazika’yı ele geçirmek istemelerinin bir diğer nedeni de, müttefik olarak gördükleri ve Kafkas önlerinde ve Doğu Avrupa’daki kavimleri, Lazika’yı bir üs olarak kullanarak Bizanslılara karşı savaşmaları için yönlendirmek istemeleriydi. Bizanslıların uyguladığı baskıcı yöntemler, Lazika halkları arasında Bizans karşıtı eğilimlerin artmasına neden oldu. Bu eğilimlerin güçlenmesi, Persler için bulunmaz bir fırsattı. Ancak Lazika kralı Gubaz, gerek Bizans ve gerekse Persler arasındaki çelişkilerden yararlanarak dengeli bir dış politika uygulamaya çalışarak yönetimi altındaki halkların zarar görmelerini önlemek düşüncesindeydi. Kral Gubaz’ın Bizans karşıtı ve Perslerle müttefikliğe yönelik politikası, Bizanslıları oldukça rahatsız etti ve bütün güçleriyle Lazika’ya saldırdılar. Yıllarca süren savaşlardan sonra 465’te Bizans ve Lazika anlaşarak çatışmalara son verdiler.
BİZANS’IN LAZİKA’YI BÖLME SÜRECİ Lazika Krallarının kendilerine sadakat göstermeyeceklerini ve Trabzon’un doğusundaki yoğun Laz nüfusun da kendileri için ileriye yönelik potansiyel bir tehlike olduğunu bilen Bizanslılar, Lazika Krallığının yönetimi altındaki Abaza ve Svanları Lazika’dan ayırma planlarını uygulamaya koydu. Bizans’ın amacı, Lazika’nın etnik ve siyasi etkinliğini kırarak, bu krallığı süreç içerisinde yok etmekti. Bizanslılar gerektiğinde de Abaza ve Svanları hem Lazlara hem de birbirlerine karşı savaştırmayı düşünüyordu. 8. yüzyıla gelindiğinde, Lazika krallığının yönetim alanında nüfusunu Abazalar, Svanlar, Megrel- Lazlar ve bölgeye Kartli’den göç eden Gürcülerin oluşturduğu Abhazya Krallığı sahneye çıktı. 780’lerde Abhazya Krallığının sınırları Kuzeybatıda Nikopsia (Tuapse), güneyde ise Çoruh yatağına kadar uzanıyodu.
KARADENİZ KIYILARINA GÜRCÜ (KARTVELİ) GÖÇÜ Lazika’nın Rioni havzasının güney kesimi 5. ve 6. yüzyıllardaki Bizans-Pers savaşları nedeniyle Megrel-Laz nüfusunun tamamına yakınını yitirmişti. Bu yüzden Arap istilalarından etkilenen Gürcüler Kartli’den kitlesel olarak göç ederek süreç içinde bu bölgeye yerleştiler. Böylece günümüzde Müslümanları Laz, Hıristiyanları Megrel olarak adlandırılan Megrel-Lazlar arasında, arasında Gürcülerden oluşan ve yine günümüzde Gurya/Acara olarak bilinen tampon bölge oluştu.
144
GÜNEYDOĞU KARADENİZ’DE TAMPON BİR LAZ DEVLETİ
“Abhaz”, Ran, Kahet ve Sometlerin kraliçesi olan Tamara zamanında aktif bir politika izlendi. Kraliçe Tamara döneminde, Karadeniz’den Hazar Denizi’ne kadar olan bölgede yaşayan çok farklı etnik kökenlerden halklar konfederal bir yapılanmaya gittiler. Haçlı Seferleri’nden ve Bizans Sarayı’ndaki iktidar çatışmalarından yararlanıldı. Bizans üzerine giden konfederal ordu Güneydoğu Karadeniz’deki Lazların da aktif desteğiyle Çoruh’tan başlamak üzere Karadeniz Bölgesi’nde etkili oldu. Amaç konfederal bu yapının içine, etnik olarak Lazlardan oluşan bir Laz devletini de katarak, bu bölgede Selçuklu ve Bizanslılara karşı konfederal yönetimin güvenliğini bu tampon Laz devletiyle pekiştirmekti.
Latinlerin 1204’te İstanbul’u işgal etmeleriyle, Bizans İmparatorluğu zaafa uğradı. Bu gelişmeler, konfederal krallığın sınırlarını Trabzon’u da içine alacak şekilde genişletmesine yardımcı oldu. Trabzon yöresine de Laz nüfusunun akışı hızlandı. Trabzon Krallığı üzerindeki Kafkasyalıların konfederal yönetiminin etkisi ve Trabzon’un doğu kesimlerindeki Lazların, Bizans boyunduruğundan kurtulması Bizanslıları rahatsız ediyordu. Trabzon Krallığı yönetiminde, Bizans yanlısı gruplar ile Kafkasyalıların konfederal yönetiminin desteklediği Lazlar arasında kıyasıya bir iktidar mücadelesi başladı. 1204’te “Lazia Thema”sı kuruldu.
BİZANS’IN SONU Lazların Bizanslılarla olan mücadelesi, 1453’te Osmanlıların Bizans İmparatorluğuna son vermeleri ile bitti. Fatih Sultan Mehmet, Karadeniz’i bir Osmanlı gölü haline getirmek istiyordu. Tahta çıkar çıkmaz, 1451’de Doğu Karadeniz kıyılarına 50 kadar kadırga gönderdi. Batum civarı ve Sohumi’de etkinlik kurarak, bu bölgelerde yaşayan Abazaları, Megrel-Lazları ve Gürcüleri yönetimi altına almaya başladı. Böylece Trabzon Krallığı doğusundan kuşatılmış oldu. Soçi’den başlayan, Kuzeybatıya doğru Karadeniz kıyıları ise, Kırım Hanlığının kontrolü altındaydı. Trabzon’un doğu kesimlerinde bugün olduğu gibi o zamanda yaşayan Lazlar ise, Trabzon Krallığı yönetimi altında ancak “Rum” yönetimiyle çatışma içindeydi. Lazlar, bir anlamda Trabzon Krallığını ele geçirmek isteyen Osmanlıların müttefiği durumundaydı. 1461’de Osmanlıların Trabzon Krallığını ele geçirmeleriyle birlikte Lazlar da Osmanlı yönetimine girmeye başladılar.
OSMANLI YÖNETİMİ VE LAZ DEREBEYLERİ
1519’da Trabzon, Batum’unda dahil edilmesiyle ayrı bir eyalet haline getirildi. Bu bölgeyi 1640’ta dolaşmış olan Evliya Çelebi’ye göre, Eyaletin beş sancağı şunlardı: Canik, Trabzon, Gönye, Aşağı Batumi ve Yukarı Batumi. Lazistan’ın merkezi Gönye idi. Kazaları ise, Atina (Pazar), Sumla, Viçe/Biçe ve Arhavi’ydi. Osmanlı yönetimi, Güneydoğu Karadeniz Bölgesini yönetsel birimlere ayırdı. 15 derebeylik vardı: Atina(Pazar, iki), Bulep, Ardeşen, Viçe, Kapiste, Arhavi, Kisse, Hopa, Makriali, Gönye, Batumi, Maradit, Perlevan ve Çat derebeylikleri. 1851’de Acara çevresi, Aşağı Gurya ile birlikte, kurulmuş olan Lazistan Sancağı’na bağlandı. 1877- 1878 (93 harbi) Osmanlı-Rus savaşları sonucu Batum’un Rusların eline geçmesiyle, Lazistan Sancağı’nın merkezi Rize’ye taşındı.
GÜNEY KAFKASYA
Rusların bölgede etkili olmaya başlamalarından önce, 17 yüzyılda bugün Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada üç krallık bulunuyordu. Başkenti Tiflis olan Kartli Krallığı; kuzeydoğuda Kaheti Krallığı ve batıda da Kutaisi civarını elinde bulunduran İmereti Krallığı. Bu krallıklardan ilk ikisini İranlılar, sonuncusunu da Osmanlılar denetliyodu. Doğu Karadeniz kıyıları,adı geçen bu üç krallığın egemenlik alanı dışındaydı. Kuzeyde Soçi-Sohumi arası Abhazya'ya; Sohumi-Poti arası Megrelya'ya; güneyde Poti-Batum arası Gurya'ya aitti. Bu üç prenslik Osmanlı'ya haraçla bağlıydı. Güneybatı'da ise, Samtshe ve Saatabego prenslikleri vardı. Bu prensler zamanla İslamiyeti benimsediler ve Osmanlı'ya doğrudan bağlı birer valilik haline geldiler.
OSMANLI COĞRAFYASINA LAZ GÖÇLERİ
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşları sonucunda,yerlisi oldukları bölgelerin ve Batum’un Rusların eline geçmesinden sonra, Müslüman Lazların bir kısmı Osmanlı topraklarına kitlesel olarak göç etti ve İzmit Sancağı içinde bulunan bölgelere yerleştirildiler. Osmanlı-Rus savaşlarında Laz gönüllüler Ruslara karşı Osmanlıların safında savaşmışlardı. 16 Mart 1921 Türk-Rus Antlaşması üzerine de bir kısım Müslüman Laz yine Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştır.
LAZLARIN KURTULUŞ SAVAŞI’NA VE CUMHURİYET’E KATKILARI
Lazların, küçük kayıklarıyla olan denizcilik faaliyetleri,Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sırasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Büyük miktarda silah ve mühimmat Batum’dan Samsun’a Laz takalarıyla
145
getirildi. Lazlar da, diğer Osmanlı tebaaları gibi, Cumhuriyetin kurulmasında fedakarlıklarda bulundular, emek verdiler. Batı Gürcistan’ın Megrelya (Samegrelo) bölgesinde konuşulan Megrelce’ye yakın bir dili konuşan Lazlar, Rize’nin Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin, Fındıklı; Artvin’in Arhavi, Hopa ve ilçelerinde; Acaristan’ın Batum kenti civarında; Abhazya’da ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı ve sonrasında Osmanlı topraklarına göç ederek yerleştikleri Türkiye’nin batı bölgelerinde de (İzmit, Adapazarı, Düzce, Bolu, Akçakoca, Yalova vb.) yoğun ve toplu olarak yaşamaktadırlar.
Yazan: Ali İhsan Aksamaz. Yeni Karadeniz Güneşi Gazetesi, Sayı: 9, Kasım 2001, İstanbul
MEGRELO-LAZLAR VE GÜRCÜLER
Bundan birkaç yıl öncesine kadar Lazlar ile Gürcüler arasında herhangi bir akrabalığın olabileceğini kimse veya çok az kişi tasavvur edebilirdi. Gürcüce, Megrelo-Lazca ve Svanca Güney Kafkas Dil Ailesini oluşturmaktadır. Güney Kafkasya Dil Ailesi izole bir dil ailesidir, yani bugün bilinen hiçbir dil grubuna bağlanamamaktadır. Tabii ki bu dilinde daha öncesi olması gerekir. Fakat su ana kadar yapılan araştırmalarda bu dil ailesi ile bağlantılı olabilecek diller hakkında sadece teoriler oluşturmakla yetinilebilmektedir. Gürcüler, akademisyenlerde dahil olmak özere, Gürcüce, Megrelo-Lazca ve Svanca arasındaki dilsel akrabalığa dayanarak hepimizin aynı olduğunu, yani Megrelo-Lazların, Svanların ve Gürcülerin bir olduğunu savunmaktadırlar. Bazı milliyetçi politikacılar daha da ileriye giderek Megrelo-Lazcanın Gürcücenin bir diyalekti olduğunu bile savunmaktadırlar. Ama milliyetçilerin savlarının bizzat Gürcü akademisyenler tarafından bile kabul edilmediği için burada tartışmaya gerek yoktur. Gürcü akademisyenler Güney Kafkas Dil Ailesine Kartveli dilleri ve bu dil ailesine mensup insanları Kartveliler olarak adlandırmaktadır. Bilindiği gibi ve Gürcü akademisyenlerinde belirttiği gibi bu adlama, yani ‘Kartveli’ terimi Gürcülerin kendilerine verdikleri ad olan Karti den türetilmiştir. Gürcücede Gürcü dili ’’Kartuli ena’’ olarak adlandırılır. Bu durumda üç dilin oluşturduğu dil ailesi bu ailenin bir üyesi olan dille, Kartuli ena ile aynı adı taşımaktadır. Bir dil kendisinin de üyesi oldugu dil ailesine adını vermek bilimsel değildir. Bu üç dilden oluşan dil ailesinin ana kaynağı olabilecek ortak dile de Proto-Kartveli veya ’’common-kartvelian’’ dili seklinde adlandırmaktadırlar ve bu da bilimsel değildir. Ayrıca M.Ö. 4000-5000 lerde var olduğu varsayılan bu ortak dil ayrı bir dildi ve bu insanların kendilerine veya komşularının onlara hangi isimle tanıdıklarını da bilmemiz mümkün değildir. Çünkü bu döneme ait, yani M.Ö. 4000-5000 lere ait herhangi bir yazıt mevcut değildir. Bana göre varsayılan bu ortak dile benzer durumlarda coğrafik yere göre verilen ve doğru olarak kullanılan adlama şekli olan Güney Kafkas Dil Ailesi ve bu dönemdeki Halka da Güney Kafkasyalılar (veya Svano- Kartlo- Kolhi) demek doğru olanıdır. Bu adlandırma bile varsayıma bağlı olacaktır. Çünkü zamanla parçalanıp bugünkü Megrelo-Lazcayı, Svancayı ve Gürcüceyi doğuran bu dili konuşan insanların o dönemde Güney Kafkasyada yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyoruz.
Megrelo-Lazlar, Svanlar ve Gürcüler arasındaki ilişkiyi anlamak için bu dillerin ortaya çıkış süreçlerinin ve bıraktıkları materyal kültürlerinin birbirleri ile olan benzerlik veya ayrılıklarına bakmak gerekir. Dil bilimsel olarak Güney Kafkas dilinde ilk ayrılma Svancanın ortaya çıkması ile başlamıştır. Yaklaşık M.Ö. 3000 lerde gerçekleştiği varsayılan bu ayrılmayı M.Ö.2000 lerde Megrelo-Lazcanın ve Gürcücenin ortaya çıkması izlemiştir. Megrelo-Lazca konuşan insanlar yaklaşık bu yıllarda bugünkü batı Gürcistan’dan Trabzon’a kadar olan bölgede Kolhi Medeniyetini kurmuşlardır. Bu kültürün ilk elementlerine Megrelo-Lazcanın ortaya çıktığı kabul edilen yıllara denk gelmesi birbirleri ile uyumludur. Literatürde İberia kültürü olarak bilinen Gürcüce konuşan insanların yarattığı ilk materyal kültürüne M.Ö. 12-13. yüzyıllarda rastlanmaktadır. Yaklaşık 700 yıllık boşluk, Gürcülerin bu döneme kadar Doğu Gürcistan’da izole gurup olarak var olduğu ve bugün arkeolojik olarak karakteristik materyal kültürü ile ispatlanabilecek bir materyal kültürü oluşturamadıkları varsayılmaktadır. Yukarda belirtildiği gibi Doğu Gürcistan, M.Ö. 6000 lerden bu yana farklı kültürlerin ortaya çıktığı bölge olmuştur. Buna karşın Batı Gürcistan çok küçük alanda görülen İmereti Kültürü dışında M.Ö. 2000 lere kadar, yani Kolhi Kültürüne kadar, arkeolojik bakımdan kültür olarak nitelenebilecek bir gelişme gözlenmemektedir.
Megrel arkeolog ve tarihçi Lordkipanidze İberia kültürü ile Kolhi kültürünün birbirinden tamamen farklı materyal kültürlerine sahip olduğunu belirtmektedir. Bu durum bu dönemde Megrelo-Lazlar ile İberler (Gürcüler) arasinda ilişkinin ya olmadığını yada birbirlerini etkileyebilecek seviyede olmadığını gösteriyor. Kolhi medeniyeti Megrelo-Lazların hristiyanlaştığı döneme kadar, yani M.S.4.5. yüzyıla kadar uzanıyor (J. Apakidze). Helen ve Roma kolonizasyonu ve buna bağlı olarak bu uygarlıkların etkisinde kalan Megrelo-Lazlar, hristiyanlaştıktan sonra Yunan Ortodoks kilisesine bağlı idiler ve kilise dili Yunancaydı. Gürcüler ile Megrelo-Lazların belki de ilk ciddi kültürel teması Megrelo-Lazların erken ortaçağda Gürcü Ortodoks kilisesine bağlanması ile başlamıştır. (Sonradan Osmanlı toprağı haline gelen bölgelerdeki halk Müslümanlaşmış ve Laz adını almıştır.)
Yukarıda çok genel olarak verilen bilgilerden, bazı Gürcü akademisyenlerin iddia ettikleri; Kolhi medeniyetinin Gürcü medeniyeti olduğu şeklindeki savın hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı açıkça görülebilmektedir. Gürcüler ile Megrelo-Lazlar yaklaşık 3000 yıl birbirlerinden tamamen bağımsız bir gelişme göstermişlerdir. Kolhi medeniyeti İberia (Gürcü) medeniyetinden yaklaşık 700 yıl daha gerilerden baslar. Gerek dil gereksel tarihsel gelişime baktığımızda Megrelo-Lazların Gürcülerden farklı bir etnik grup olduğu açık olarak görülebilmektedir. Bu iki halkın fizyolojik görünümleri bile rahatlıkla birbirlerinden ayırt edilebilmektedir. Özet olarak Gürcüler ile Megrelo-Lazlar arasındaki en yakın ilişki sadece bu iki dilin aynı dil ailesinin üyeleri olmasıdır. Ortaçağdan sonra ve özellikle son yüzyıllardaki sosyal değişimler, ortaya çıkan yeni sosyo-politik oluşumlar geçmişteki durumu değiştiremez, sadece geleceği belirleyebilir. Gelecek plan veya kaygıları ve hedefleri gerçekleştirmek için geçmişi çarpıtmak, hele bunu bilim adına yapmak, yapanın bilimsel inandırıcılıklarını çok ciddi olarak sarsmaktadır. Burada Gürcü bilim adamlarının en azından bulunduğum bilim çevresinde şimdiden negatif bir imaj yaratmaya başladıklarını belirtmek isterim. Megrelo-Lazları, Gürcüleri ve Svanları bir, aynı halk olarak lanse etmek ve Kartvelian olarak adlandırmak tarihsel ve linguistik açıdan mantıksız olmasının dışında bir baska mantıksızlığı da içermektedir. Bu sav, Megrelo-Lazlar, Svanlar ve Gürcülerin sanki M.Ö. 4000-5000 lerdeki halk oldukları, o dili ve kültürü yaşadıkları anlamına gelir. Buradan yola çıkarak, eğer hepimiz Kartveli isek, yani aynı halk isek o zaman su anda elimizde olan, bilim ve edebiyat dili olarak kendini geliştirmiş Gürcüceyi kullanmak gerekir gibi sinsi bir asimilasyonu beraberinde getirmektedir. Buradaki mantıksızlık Gürcücenin M.Ö. 4000-5000 lerdeki dil değil onun parsalanması ile ortaya çıkan dil olduğunu görememek veya görmek istememektir. Dil ruhun tapınağıdır. Neden aynı dönemde ortaya çıkmış olan benim dilimin, atalarımın ruhunun sembollerini unutup ayni dönemde ortaya çıkmış olan Gürcüceyi ana dil olarak kabul etmem gerekiyor?
Son olarak Megrelo-Lazların, Svanların ve Gürcülerin dilsel yakınlığını orijin olarak da yakınlık olarak kabul edersek, bu üç halkın birbirleri ile akraba halklar olduğu kabul edilebilir. Fakat bu halkların aynı olduğunu iddia etmek sadece propogabdist bir çabadır. Aynı şekilde bu halkın hepsini Kartveli olarak nitelemek de yanlıştır.
Yazan: Gubaz ÇİBARİSİ.
HEMŞİNLİLER Rize ili genel hatlarıyla 3 kısma ayrılır: 1. Hemşin-Çamlıhemşin hattı 2. Hemşin’in doğusu 3. Hemşin’in batısı Hemşin’in doğusu Pazar ilçesinden başlar, burası Lazca konuşulan bölgedir. Hemşin- Çamlıhemşin’de ise Ermenice’den çokça kelime alıntısı yapılmış, Lazca ve Gürcüce karışmış değişik aksanlı bir Türkçe konuşulur. Trabzon il sınırından Hemşin’e kadar uzanan batı kısım da ise Türkçe konuşulmaktadır. Kendisini “Hemşinli” adı altında tanımlayanlar Hemşin ve Çamlıhemşin (Rize) ile Borçka ve Hopa (Artvin) ilçelerinde yaşayan Ermenice’den köken alan bir dil konuşan Müslümanlardır. Hemşinliler kendilerini Türk, Gürcü ve Laz olarak kabul etmezler. Hatta Lazlar’la diyaloglarının iyi olmadığını söylerler. O bölgede yaşayan geçmişte Ermenistan ile ilişkisi olan Ermeniler olduğunu sanırsınız. Fakat Hemşinliler tam anlamı ile Ermeni olduklarını da kabul etmezler. Israrla ama ısrarla “biz Hemşinliyiz” demektedirler.
Karadeniz’in çeşitli özelliklerini inceleyen araştırmacıların da ilgisini çeken Hemşinlileri araştırmacılar iki guruba ayırarak inceliyor. 1) Batı Grubu 2) Doğu Grubu. 1) Batı Gurubu denilince Rize bölgesi anlaşılmaktadır. Rize bölgesinde şive farklı olmakla birlikte Türkçe konuşulmaktadır. Ancak yaşlılar Hemşince bilmektedir. Batı Hemşinliler olarak adlandırılan grup Çamlıhemşin ve Hemşin'in yüksek kesimlerinde yaşayan ve bir etnik kimliği temsil eden halkdır. Komşuları Lazlar da bu Hemşinlilere Armeni derler. Bölgede kendini Ermeni kabul eden yoktur. Sadece birbiri ile ihtilafta veya yöredeki Lazlar’la kavga sırasında birbirine kızdıklarında “Pis Ermeni” veya “Ermeni dölü” “kalın kaburgalı Ermeni” kavramları küfür olarak çok seyrekte olsa kullanılmaktadır. Ne var ki artık Lazlar ve Hemşinliler arasında bu denli yaygın söylenişler kalmamıştır. Rekabet de yavaş yavaş ortadan kalkmış, birbirlerine kız alıp vermeyen ve düşman olan iki toplum artık daha samimi olmuştur. Lazların çay tarımı için Hemşin'in dağ köylerine gelmesi iki halkı birbirine yakınlaştırmıştır. Hemşin üzerine araştırma yapmış olan birçok yazar, Batı grubu Hemşinlilerinin tamamen Türkleştiğini ve Ermeniliği reddettiğini söylemektedir. Günümüzde Batı Hemşinliler, içinde Ermenice kelimelerin de bulunduğu değişik aksanlı bir Türkçe konuşmaktadırlar. Batı Grubu Hemşinlileri arasında Vartavar (Hemşin'de Vartevor deniliyor), Hodoç gibi Ermeni gelenekleri ve şenliklerini bulunmaktadır. Batı Grubu Hemşinlilerini, Doğu Grubu'ndan ayıran en önemli özelliği Hemşince’yi kullanmamaları dışında, kimlikleri haline gelen pastacılık ve fırıncılık meslekleridir. 2) Doğu Grubu denilince ise; Artvin iline bağlı Hopa-Kemalpaşa, Borçka-Muratlı sayılmaktadır. Doğu sınırı Çoruh nehrine kadar uzanmaktadır. Hopa nüfusunun yarısı Laz, yarısı Hemşinli’dir. Geçmişte Lazlar Hemşinlileri çarşıya sokmazmış. Yakın zamana kadar çatışmışlar, günümüzde bile kahveler, lokantalar, bir çok ticari işletmeler ayrıdır. Doğu Hemşinlilerle, Lazca konuşan Lazlar arasındaki tarihi gerginlik hala devam ediyor diyebiliriz. Lazlar Hemşinlileri ‘’Kalın kaburgalı’’ Ermeni diye tanımlarken, Hemşinliler ise ‘’Lazdan evliya, koyma avluya’’ diyorlar. 8.000 nüfuslu Borçka’da ise Gürcü, Laz ve Hemşinliler birlikte yaşamaktadır. Bu konuşulan dile Ermenice diyenlerde var. Ama Ermenistan Ermenice’siyle anlaşamıyorlar. Bu konuşulan dilin en az 2-3 şivesi ile konuşuluyor. Bu dili konuşan bölge: Artvin’in Borçka Muratlı, Hopa Kemalpaşa, Bolu Akçakoca, Düzce Gümüşova, Adapazarı Karasu ve Kocaali Ortaköy’dür. Doğu Grubu Hemşinlilerinin dili Ermenice'nin farklı bir lehçesidir. Batı lehçesi ve Türkçe de konuşulur. Yöre insanları her ne kadar Hemşince konuştuklarını iddia etseler de aslen böyle bir dil yoktur. Bugün her ne kadar kendilerini Ermeni olarak tanımlamasalar da, konuştukları dil Ermenice'nin bir lehçesidir. Hale Soysü 'Ermeni olmadıklarını Ermenice söylüyorlar' diyerek özetliyor. Gerek coğrafi konumu gerek kullandıkları dil bakımından Doğu Hemşinlileri (Homşetsiler) Batı Grubu'ndan ayıran kimliğin neden farklı olduğu bir sır gibi.
Hemşinlilerin Kökeni: Hemşinliler’in kökenine ait çeşitli araştırmacılar tarafından saptanmış bilgileri üç gruptan izleyebiliriz. Bunlardan birinci grup; Hemşinliler’in köken olarak Ermeni olduklarını iddia etmektedirler. İkinci grup ise; Hemşinliler’in Anadolu’ya Karadeniz bölgesi’ne yerleşen Oğuz Türkleri olduğunu savunmaktadır. Dil din ilişkilerindeki belirsizliğin ise yaşanan tarihsel-toplumsal süreç ile izah edilebilinir denilmektedir. Üçüncü ve farklı bir görüşte, Hemşinliler’in tarihte o bölgede kurulan Arsaklı Part devletinin kalıntıları olabileceğini iddia ediyor.
Bazı araştırmacılara göre, Hemşinliler'in ataları olduğu tahmin edilen Partlar, ilk çağlarda büyük bir devlet kurarak Doğu Anadolu ile Hazar Denizi'nin güneyine ve batısına yayılmışlardır. M.Ö. 50'li yıllardan itibaren Partlarla Romalılar arasında meydana gelen savaşlarda, bölgede yaşayan Ermeniler Partlar'ın yanında yer almış ve zamanla iki toplum kaynaşmaya başlamıştır. Daha sonraki dönemlerde birçok savaşa sahne olan Ermenistan'da Arap döneminde üçü Bagrat, biri de Ardzuruniler soyundan olmak üzere dört krallık kurulmuştur. Arapların baskısına dayanamayan Ermenilerin bir kısmı ayaklanmış ve isyan göçle sonuçlanmıştır. Ayaklanmayı başlatan ve göçü yöneten Hamam ve Şapuh Amatuni Beyleri 789-790 yılları arasında 12 bin Ermeni'yi bugünkü Hemşin topraklarına getirmiştir. Bu beyler burada bir kent kuruyor ve buraya kendi isimlerinden esinlenerek 'Hamamaşen' adını veriyorlar. Bu ad zamanla Hemşin'e dönüşüyor. Demek oluyor ki Hemşinliler, bu tarihsel senaryoya göre Arap mezaliminden kaçan Ermenilerle Partlar'ın karışımı bir halk olarak var oluyor.
Diğer bazı araştırmacılara göre ise; Roma İmparatorluğu’nun çökmesiyle bölgede yalnız kalan Hemşinliler İran’ın kuzeyinden bugünkü Hemşin Yaylası’na göç etmişler. Sahilden uzak durup, yükseklerdeki Ermeni köyleriyle ilişki kurmuşlar. Güçlü rivayetlere göre Hemşinliler Hazar Denizi ve İran arasındaki dağlık arazide yaşıyorlarmış. Romalı’lar ile İranlı Mecusiler arasındaki savaşta, Hemşinliler, Romalı’ları desteklemişler. Sonraki yıllar Roma’nın çöküşü ile birlikte bu bölgeden kuzeye doğru göç ederek, Kars üstünden Çoruh Vadisine, oradan da Hödeçür Barhal Vadilerinden Kaçkar Dağları’nın kuzeyine geçmişler. Sahile inmeden buradaki yüksek vadilerde birbirine bağlı yurtlar kurmuşlar. Ana yerleşim yeri Rize tarafında Çamlıhemşin. Fırtına Vadisi’nin önemli kollarından biri Kalederesi olsa da Pazar, Zuğa, Hemşin, Çayeli, Büyükdere’nin başındaki İncesu, Fındıklı, Aslan Dere üstündeki Zamos, Artvin tarafında Barhal Çayı üstü, Altıparmak ve Hevek onlara terk ettikleri coğrafyayı aratmamış. Kıyı bölgeleri yerine yörenin yüksek kesimlerindeki o zamanlar Ermeni köyü olan Elevit, Hödeçür, Marbudam gibi köylerle birçok alanda işbirliği sağlamışlar ve Ermeni ya da Hemşinliler’in dediği gibi Hay’lara hayvancılığı deri ve dokuma işçiliğini öğretirken onlardan demircilik ve taş ustalığı konusunda deneyimler kazanmışlar. Hemşinlilerin geçmişini Ermeniler’e dayandırmalarının temelinde geçmişteki bu işbirliğinin payı vardır. Günümüzde bile geçmişin bu iyi komşuluk ilişkilerinin hikayeleri anlatılır. Geçmiş y ıllarda Ruslar’la birlik olan ve Erzurum civarında büyük katliam yapan Ermeni komitacıları kışın Hödeçuru basarlar, komiteciler buradaki Hemşinliler’in zarar görmeyeceğini belirtir ve isteyenin köyü terk edebileceğini söylerler, gitmek isteyenlerin sırtlarına beyaz bezler yapıştırarak köyden gönderirler, ancak mevsim kıştır. Kaçkar Dağları bu mevsimde geçit vermemektedir, arkadaki Hemşin’e gitmenin tek yolu Çoruh Vadisi’ne inip sahilden Hemşin’e geçmektir, onlar da böyle yaparlar, fakat Çoruh Nehri’nin karşısında mevzilenen Rus askerleri gidenleri bu beyaz bezden vurmaya başlarlar bunun üstüne Hemşinlilerden biri, kar-kış demeden üç bin metre yüksekteki Haçivanak Geçidi’ni aşarak, Elevit Köyü’ne geçer, Ermeniler’den yardım ister. Ermeniler de Hemşinlilere yardım ederek katliama engel olurlar.
Hemşinlilerin Ermeni olup-olmadığı tartışmasında; Hemşinliler’in Ermeni ya da Türk olarak belirlenmesindense, Doğu Karadeniz Dağları’nda gizemli yaşantı süren bir halk olarak kalmasını tercih etmek gerekmelidir. Türkiye halkının bir parçası olan insanların kökenini illa bir yere dayandırmaya gerek yok sanırım. ‘’Hemşinli’’ ler Hemşinli’dir, toplumumuzun yapıtaşlarından biridir.
Hemşinliler, Türk toplumu ile uyum içinde olan bir toplumsal kesimdir. Yüzyıllardır yaşanan ortak tarih, ortak ruhi şekillenmeyi oluşturmuştur. Hemşinliler diye tanımlanan nüfus, 25-30 bin kişi civarındadır. Hemşinlilerin en meşhuru Murat Karayalçın’dır. Hemşin’in kendine özgü kültürel özellikleri vardır. Keçi yavrusunun gövde derisinden yapılan Tulumun sesi bu yöreden dört kıtaya yayılmaktadır. Kadın erkek ilişkilerindeki değer yargıları da Hemşin’e özgüdür. Tarla, bahçedeki yük taşıma işlerini kadın yapar. Erkek ise evde, kahvede v.s. oturur. “Kocasına yük taşıtan kadın şerefsiz sayılır.” Bunu kadınlarda erkeklerde böyle kabul eder. Hemşinliler uzun yıllar kapalı bir ekonomi ile yaşamışlar, sahil kesimine inmemiş, kıyı komşuları Lazlar’dan kız alıp vermeyi pek sevmediklerinden, eski öz gövde yapılarını koruyabilmişlerdir. Hemşinlilerin yaşadıkları bölgeler birbirine yakın olsalar da coğrafya olarak birbirine öylesine büyük farklılıklar gösterir ki bir günde bile insana birkaç iklim yaşatabilir. Bu sözü anlayabilmek için yörede yetişen meyve-sebze listesine baktığımızda bir fikir sahibi olabiliriz. Muzdan kivi ve çaya, portakaldan kayısıya hatta zeytine kadar birçok ürün bu yöredeki mikro klima iklimde yetişebilmektedir.
Kaynaklar: 1. Can Uğur BİRYOL: Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü 2. Erhan G. ERSOY, Hemşinli Etnik Kimliği. Birikim S. 71-72. 1995 İstanbul 3. Cemal ŞENER. Türkiye ‘de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar. ETİK YAYINLARI. www.karacaahmet.org
21-04-2020