Milli Mücadelede Bandırma – Prf.Dr.Metin Ayışığı

Milli Mücadelede Bandırma – Prf.Dr.Metin Ayışığı
REKLAM ALANI

Mondros Mütarekesi’nin uygulanışından itibaren düzenli ordunun kuruluşuna kadar geçen devreyi, Kuvâ-yı Millîye dönemi olarak nitelendirmek gerekir. Çünkü bu dönemde yapılan mücadele çok zor şartlar altında oluşturulan, millî kuvvetlerle verilmiştir. Kuvâ-yı Millîye adıyla kurulmuş olan bu güçler, düzenli ordu kurulması sürecinde zaman kazanma açısından çok önemli bir görevi başarıyla yerine getirmişlerdir. Millî Mücadele ise, çöken bir imparatorluğun enkazları üzerinde, İmparatorluğun arta kalan unsurlarından çağdaş anlamda bir “Millî Devlet” kurma gayesine yönelik, yeniden doğuş hareketi olarak nitelendirilebilir. İşte Millî Mücadele’nin önemli bir kısmı gerek stratejik konumu, gerekse sosyal yapısı itibariyle ilginç bir çatışma sahası durumunda bulunan Kuzeybatı Anadolu’nun Balıkesir sınırları içerisinde cereyan etmiştir. Nitekim Millî Mücadele liderlerinin hem iç, hem de dış cephe özelliğini taşıdığını belirttikleri bölge, İstanbul hükümeti, İtilâf devletleri ve onların desteklediği Megali İdea peşinde koşan Yunanlıların yoğun bir şekilde faaliyetlerine ve bunlara karşı koymağa çalışan Millî kuvvetlerin mücadelelerine sahne olmuştur.

Bilindiği üzere Mondros Mütarekesi sonrası ordular terhis edilmiş olduğundan, tümen ve alayların asker sayısı birkaç yüzle ifade ediliyordu. Bunun yanı sıra, mevcut askerî birliklerin durumu da asker kaçakları nedeniyle daha da azalmıştı. Dolayısıyla Yunanlılar Batı Anadolu’yu işgale başladıklarında karşılarında 56. 57. ve 61. Tümenlerin birkaç yüz kişilik zayıf kuvvetlerini bulmuşlardı. Üstelik Padişah, Yunanlılarla savaş durumunda olmadığını ilan etmiş ve hükümet de gerek askerî kuvvetlerin, gerekse halkın işgale karşı direnmemesini bildirmişti. Bütün olumsuz şartlara rağmen Yunanlılar karşılarında çetin bir direnme buldular. Zayıf mevcutlu askerî birliklerin komutanları millî duygularla vatanlarını savunurken hamiyetli Türk vatandaşları ve onların yanı sıra, eskiden eşkiyalık yapan bazı efeler, adamlarıyla birlikte bu direnişlere katıldılar, hatta bazı yörelerde duruma bile hâkim oldular. Halkın, askerin, efelerin oluşturduğu bu direniş hareketinin ortak noktası vatan savunması idi. Böylece oluşan bu direniş hareketi Ayvalık’tan Denizli’ye kadar uzanan geniş bir çizgi üzerinde millî cephenin doğmasına yol açtı. Bu millî cepheyi oluşturan kuvvetlere ve bu harekete dar anlamda ” Kuvâ-yı Milliye” dendi. Sivas Kongresi’nde bu anlam genişledi ve tüm yurdun savunulması anlamına geldi.

Artakis (Erdek) Limanından Asker ve Küçük Asya (Rum) Nüfusun Tahliyesi 1922

İşgale Karşı Mukavemet ve Kuvâ-yı Millîye Hareketinin Doğuşu

Kuzeybatı Anadolu olarak belirlediğimiz bölge, Millî Mücadele hareketi açısından da stratejik olarak çok önemli bir durumdaydı. Karargâhı Tekirdağ olan 14. Kolorduya bağlı 61. tümen Bandırma ve Balıkesir bölgesinde bulunuyordu. Mütareke gereğince Çanakkale Boğazı mevkiî 9 Kasım 1918’de İngilizlerce işgal edilince, Anadolu yakasındaki 61. tümen Gönen ve Biga bölgesinde toplanmaya başladı. Bu tümen daha sonra karargâhını Bandırma’ya nakletti. 61. tümenin silahlarının önemli bir kısmı ise Lapseki’de depolanmıştı. Albay Kâzım Bey’in gitmekte olduğu 61. tümenin merkezi olan Bandırma, İzmir’den sonra işgal edileceğine kesin gözüyle bakılan yerlerdendi. Ayrıca, İzmir’e çıkartılan Yunanlıların Anadolu içlerine ilerleyebilecekleri bir yol da bu bölgeden geçmekteydi. Nitekim İzmir’in işgalinden sonra Balıkesir, işgal kuvvetlerine karşı oluşturulan direniş hareketlerinin önemli bir üssü haline gelecektir. Millî Mücadele liderlerinin belirttiği gibi dış cephe özelliği taşıyacak olan Balıkesir üs olmak için hem nüfus, hem de askerî açıdan oldukça uygun bir durumda idi. Ayrıca İngilizler, Boğazlar çevresinde tampon bölge oluşturmak düşüncesindeydiler ki bu tampon bölgeleri oluşturabilirlerse ilerde onları buralardan söküp atmak çok zorlaşabilirdi.

Bunun yanında Millî Mücadele hareketi için bölgeden yararlanma olanağı da yok olabilirdi. Bu bakımdan bölgenin batısında Balıkesir’in yanısıra Biga da Kuvâ-yı Milliyece üs haline getirilmeye çalışılmıştır. Diğer taraftan İstanbul, İzmit ve Balıkesir yöresinde silah, cephane, araç ve gereç depoları ile askerî amaçlı fabrikalar bulunmaktaydı. Eğitim görmüş insanların önemli bir kısmı da İstanbul’daydı. Bunlar Millî Mücadele için gerekli kaynaklardı. İstanbul ile her türlü irtibat en kolay bu bölge üzerinden sağlanabilmekteydi. Nitekim İstanbul’la bağlantılı tek demir yolu ile önemli sayılabilecek kara yolu bağlantısı ve haberleşme de bölge üzerinden sağlanabilmekteydi. Yine Karamürsel ve Bandırma üzerinden İstanbul ile deniz yoluyla da bağlantı kurulabilmekteydi. İşte bu sebeple bu bölgeye sahip olunursa çok önemli bir stratejik bölge de elde edilmiş olacaktı. Bütün bunların yanısıra bölge ekonomik açıdan da çok önemli idi. Bu olanaklardan yaralanabilme doğaldır ki Millî Mücadele hareketinin en çok ihtiyaç duyduğu şeydi. Bu bakımlardan bölge, tarafların kıyasıya mücadele ettiği alanlardan biri olacaktır

Bu arada hükümet kanadında önemli ve olumlu gelişmeler yaşanıyordu. İngilizlerin bilgisi dışındaki işgale karşı mukavemetten yana gözüken Dâhiliye Nazırı Ali Kemal Bey, Balıkesir mutasarrıfı Hilmi Bey’e “…Merkezden açık bir emir ve İngilizlerden konferansın mukadderatına dair kesin tebliğ olmadıkça asla Yunanlılar tarafından asker çıkarılmasına ve işgale müsaade edilmemesi ve gerekirse her türlü kuvvetle karşı konulması lâzımdır” telgrafını gönderiyordu. Bunların yanı sıra Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, ilk iş olarak Batı Anadolu’daki buhranlı duruma düzen vermek ve tedbir almak, dağılan 17. kolordunun 56. fırkasını yeniden derleyip toparlamak göreviyle Albay Bekir Sami Bey’i (Kunduk) Batı Anadolu’ya gönderdi. Bu sırada Yunan işgali de gittikçe genişlemekteydi. Nitekim ilerleyen Yunanlılar Menemen’i işgal ederek silah ve cephaneyi ele geçirdiler. Bu durumda direnişten yana olan Genel Kurmay Başkanı Cevat (Çobanlı) Paşa, 22 Mayıs 1919’da Batı Anadolu birliklerine “…Devletin Yunanlılara kaptıracak fazla ne bir silah ve de bir fişengi var. Binâenaleyh bu gibi tehlikelere maruz malzemelerle silah ve cephane ile toplarımızı hiçbir dağdağaya meydan vermemek üzere güvenli yerlere nakl ettirmenizi rica ve böylece teslim-i silah gibi zilletlere meydan bırakılmamasını önemle ilâve eylerim” mealindeki şifre telgrafı gönderiyordu.

Bu sıralarda Albay Kâzım (Özalp) 17 Mayıs 1919’da Bandırma’ya geldi. Burada İstanbul’dan gelip, Batı Anadolu’ya gitmek üzere olan Vasıf (Çınar) Beyle karşılaştı. Onunla yaptığı görüşmeden sonra Vasıf Bey’den Redd-i İlhak Cemiyeti müfettişi olarak Batı Anadolu’da faaliyet göstermesini istedi. Bundan sonra Vasıf Bey Manisa’ya hareket etti. 18 Mayıs 1919’da ise Albay Kâzım Bey, Bandırma’da 61. tümenin subaylarıyla görüştükten sonra, Manisa’ya hareket etti. Yine yol boyunca istasyonlarda millî kuvvetler hazırlanması yönünde konuşma ve görüşmeler yapmaktaydı. Ancak direnişe karşı olan ve böyle örgütlerin kurulmasına karşı çıkan mutasarrıf Hüsnü Bey’in Albay Kâzım Bey’e Manisa’dan ayrılmasını bildirmesi üzerine, 20 Mayıs 1919’da Albay Kâzım Bey, Bandırma’ya gitmek üzere trenle Manisa’dan hareket etti. Bu arada Bekir Sami Bey, Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa ile görüştükten sonra 21 Mayıs 1919’da Gülnihal Vapuru ile yola çıkarak aynı gün Bandırma’ya geldi. Bandırma’ya geldiğinde şehrin Yunan bayraklarıyla donanmış olduğunu gören Bekir Sami Bey, bu duruma çok sinirlendi. Ancak akşam vakti olduğu için herhangi bir girişimde bulunmadı. Diğer taraftan, o akşam hemşehrilerinden Çerkez Hasan Bey’in evine yerleşti. Burada yine hemşehrisi ve okul arkadaşı Çerkez Reşit Bey’i çağırttı. Ancak eve Reşit Bey değil, Reşit Bey’in eniştesi Hafız geldi. Bekir Sami Bey, Hafız Bey’e durumu anlattı ve toplayabildiği kadar silahlı adamlarıyla kendisine katılmasını istedi. Anlaşılan Bekir Sami Bey, Manisa’da askerî kuvvetle birlikte buradaki silah ve cephaneden de yararlanarak Yunanlılara karşı silahlı direniş oluşturmak istemekteydi.

Bandırma’ya geldiğinin ertesi günü olan 22 Mayıs 1919’da, 61. tümen kumandan vekili çağırtarak ona her tarafı Yunan bayraklarıyla donatılmış olan Bandırma’nın bu bayraklardan temizlenmesi emrini verdi. Nitekim kısa zamanda şehir, Türk halkının da yardımıyla Yunan bayraklarından temizlendi. Yine aynı gün Bekir Sami Bey, kaymakama da öğle namazından sonra camide halka hitap edeceğini söyleyerek memurları ve bütün eşrafı camiye toplamasını söyledi. Nitekim orada bulunanlara çok heyecan verici bir nutuk söyledi. Bu nutkun sonunda “…Müslümanlar! Eğer camide çan görmek istemiyorsanız, eğer ailelerinizi Yunan palikaryalarının kucağında görmek istemiyorsanız, haydi silah başına! Bu gün ne hükümet ne devlet kalmıştır. Devlet de siz, hükümet de sizsiniz. Ya düşmanları öldüreceğiz, bu vatan bize kalacak; ya biz öleceğiz bu vatanı alanlar burada tek bir Türk bulamayacak. Her yabancı bayrak düşmandır. Yırtın ve yakın” dedi. O sırada Bandırma’da bulunan Kayseri mutasarrıfı Kemal ve İzmir Şark Mektebi Müdürü Necati Bey de aynı şekilde lâzım gelen telkinatı yapmaktaydılar.

Kurtuluş savaşında yenilen , dağılan Yunan ordusu 18 Eylül 1922 günü Erdek’ten gemilere binerek kaçmadan önce Bandırmayı ateşe vermişler.

Bir Şahsiyet-i Muzırra: Ahmet Anzavur ve Bölücü Hareketler

Mütareke döneminin İstanbul’u, her şeyden önce dünya savaşı öncesi yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nu gizli anlaşmalarla aralarında paylaşmış bulunan emperyalist devletlerin merhametine ve hakseverliğine sığınarak tahtını kurtaracağını sanma gafletini ısrarla sürdürerek hain damgasını yiyen padişahın ve onun hükümetinin merkeziydi. Bu merkez etrafında diğer işbirlikçi güçler sıralanıyordu. “Hürriyet ve İtilaf Partisi, Askerî Nigehban Cemiyeti, İngiliz Muhibleri Cemiyeti, Ermeni ve Rum Patrikhanesi vs…” Bilhassa İngiliz Muhibleri Derneğinin iki görünüşü ve niteliği vardı. Biri dış görünüşü ve uygarca girişimlerle İngiliz desteğini istemeye ve sağlamaya yönelen niteliği idi. Ötekisi gizli yönü idi. Asıl çalışma bu yönde idi. Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve baş kaldırmalara yol açmak, millî bilinci işlemez kılmak, yabancı devletlerin işe karışmalarını kolaylaştırmak gibi haince girişimler, derneğin bu gizli kolunca yönetilmekteydi.

Nitekim Kuvâ-yı Milliye’nin etkili olmaya başladığı sıralarda Rum Patrikhanesinin aldatma ve tahrikiyle, Erdek, Bandırma ve Kapıdağ taraflarında eşkıyalık yapan eşkiya Kirman, kırk beş serseriden ibaret avenesiyle Hırka köyüne gelmiş, gümrük idaresine girip, 3150 kuruşla memurların bazı eşyalarını gasb ettiği gibi eşini de kaldırarak kaçmıştı. Daha sonra Marmara nahiyesini basıp, Müslüman halka taarruzla Erdek orman memurunu dağa kaldırmıştı. Elde mevcut bulunan jandarma kuvvetinin yetersiz olması nedeniyle, bu gibi şekavet hareketlerinin önlenmesi konusunda kolordudan yardım isteniyordu.

Bu arada Gönen kaymakamı, Ahmet Anzavur tarafından tevkif edilmiştir. Kasaba yağma edildiği gibi, hükümet ve askerlik dairesi yağma edilerek boşaltılmıştır. Savcı ve jandarma komutanları azl edilmiş, halk galeyan halinde imdat beklemektedir. Halktan Kaçabilenlerin ifadesine bakılırsa, halktan katl edilenler dahi bulunuyordu. Şimdilik Balıkesir dışına atılmış olan bulunan meşhur eşkıyalardan Şah İsmail de Ahmet Anzavur’un tavsiyeleriyle hareket ediyordu. Ayrıca başı sıkıştıkça Yenice ve Marmara’ya kaçan Kapıdağlı Kirman’ın dahi uzaklaştırılması için seri ve silahlı bir gemiye kesin ihtiyaç vardı. Böyle bir deniz aracına sahip olunmadıkça bu eşkiyalarla mücadeleden bir sonuç alınamayacağı belliydi. Ancak Balıkesir mutasarrıfının pek de dirayetli olmadığı anlaşılıyordu. Daha önce şehrin ileri gelenleri tarafından, defalarca livanın içinde bulunduğu durumu arz edilmiş; Yunan çetelerinin tüm cephelerde olanca süratle yığınak ve tahkimat yaparken, Balıkesir’e dinini ve vatanını seven bir mutasarrıfın gönderilmesi rica edilmişti. Maalesef Mutasarrıf Fatin Bey, geldiği andan itibaren iki yüzlü siyaset izlemeye başlamış, din ve devlet, ırz ve namusları uğruna mallarıyla, bedenleriyle her türlü fedakârlığı yapmakta olan eşraf ve halk arasına nifak sokmaya kalkışmıştı. Ancak bunda başarılı olamayacağını anlayarak istifa edip gitmişti. Karesi sancağı Kongrede almış olduğu kararla, Osmanlı Devleti’nden ayrılmamağa yemin etmişti. Bu hususta tüm düşmanlara ve bilhassa Yunan vahşilerine karşı her türlü engellere rağmen silahlarıyla vatanlarını müdafaa edeceklerdi.

O sıralarda, Gelibolu’daki Akbaş cephaneliğinde çok sayıda Rus tüfeği, mitralyöz ve 5 bin sandık kadar da cephane vardı. İtilaf Devletleri bunları Menşeviklere vermek istiyorlardı. Bunu duyan vatanseverler, özellikle Balıkesir Hey’et-i Merkeziyesi üyelerinden Köprülülü Hamdi Bey, arkadaşı Dramalı Rıza Bey ile birlikte Akbaş cephaneliğini 26/27 Ocak 1920 gecesi basarak, cephaneyi Anadolu’ya geçirmişti. Buna son derece sinirlenen İngilizler 1 Şubat 1920’de Bandırma’ya 200 kişilik bir birlik çıkardılar. Bu işgalle de yetinmeyerek kendilerine ayrılmış olan Rumlara ait evleri reddederek “Mekteb-i İ’dâ di” binasıyla, civarındaki Müslüman evlerini işgal ettiler.

İtilaf Devletleri gemileri ise Bandırma’nın önüne gelerek, demir atmışlardı. Akbaş Cephaneliğinden alınan silahların derhal geri verilmesini istiyorlardı. İzmir’e Doğru Gazetesi, Bandırma’nın işgali aleyhinde şiddetli neşriyatta bulunuyordu. Balıkesir Hey’et-i Merkeziyesi de işgali protesto etti ve Bandırma’nın derhal tahliye edilmesini istedi. Bu protestoda “Milliyetimizin ruhundan doğan bu gibi zaruri haklı mücadeleye karşı hiç bir tedbir alamayız. Millî Mücadelemiz, çoluk çocuğu doğranan bir milletin eser-i galeyan ve fedakârisidir. Hükümetin bu gibi mesailde icra edeceği tebligatın infazı mümkün değildir. Bandırma işgalinin devamı üzücü olaylara sebeb olacağı ve kamuoyumuz nazarında Yunanlıları teşci gibi telâkki edileceği şüphesiz bulunan açık bir tehditten başka bir şey değildir.” deniliyordu. Bunun bir blöf olmadığını ve her an kritik bir durumun meydana gelebileceğini anlamış olan İngilizler, Bandırma’da daha fazla kalmanın gereksiz olduğuna kanaat getirerek, araştırmalarından bir sonuç alamadan 11 Şubat 1920’de Bandırma’yı terk ettiler. Fakat bu tarihlerde isyan halinde bulunan Ahmet Anzavur, Akbaş cephaneliğinden kaçırılmış olan silah ve cephanenin Yenice’ye götürüldüğünü öğrenmiş ve oraya saldırmıştı. Bu arada tedbirsiz davranan Hamdi Bey, İnova Köyü’ne uğradığı sırada Anzavur yanlısı köylüler tarafından tanındı. Yakalanıp Gâvur İmam’ın adamlarına teslim edildi. Yolda çeşitli hakaret ve işkencelerle şehit edildi (17 Şubat 1920).

Dramalı Rıza Bey ise, bu saldırıyı ilk defasında önlemeye muvaffak olmuşsa da, Anzavur’un 800 kişi ile yaptığı ikinci saldırıyı durduramayacağını anlayınca cephane ve silahları dinamitlemiştir. Dolayısıyla büyük fedakârlıklarla Akbaş’tan kaçırılan silahların Balıkesir’e sevki bir türlü mümkün olamamıştır. Bu sonuç, Balıkesir Kuvâ-yı Milliye teşkilatını hayal kırıklığına uğratmakla beraber, teşkilat için önemli bir yıkım olmadı. Ancak cepheler bir süre yeterli silah ve cephaneden mahrum kaldı.

Ali Rıza Paşa Hükümeti döneminde Harbiye Nazırı olan Cemal Paşa ve Genel Kurmay Başkanı olan Cevat Paşaların Kuvâ-yı Milliye’nin Batı Anadolu’da teşkilatlanmasında çok büyük hizmetleri vardır. Örneğin o dönemde Bursa’dan Bandırma’ya bir alay nakledilmiş, yine Anadolu’ya gizlice silah ve cephane yollanmıştır. Kuvâ-yı Milliye’nin o bölgede bulunan askerî birliklerce iaşe edilmeleri hususunda Bandırma’da bulunan 14. Ve Konya’da bulunan 12. Kolordulara gizli talimatlar verilmiştir.

16 Eylül 1922 Foto: Bandırma halkı katledilmeye götürülüyor.

Anzavur’un Bandırma Üzerine Yürümesi

Ancak Damat Ferit’in tekrar iktidara getirilmesinden sonra, İstanbul’da millî hareket düşmanlarının faaliyetleri tekrar hızlanmıştı. Vahdettin’in yeniden iktidara getirdiği Damat Ferit Hükümeti, O yüzden tüm güçleriyle bu haini desteklemeye koyuldular. 8 Nisanda görüştüğü İngiliz Yüksek komiseri Amiral Robeck’le millî hareketi yok etmek için devletin askerî gücünü de kullanmak istediğini bildirdi. Bu görüşme sırasında Ahmet Anzavur’un Bandırma bölgesinde görevlendirmek, İzmit-Bolu ve Trabzon’da milliyetçilere karşı patlak veren yerel ayaklanmalardan yararlanmak istediğini söyledi. O sıralarda Bandırma’da bulunan Askere alma dairesi başkanı Şehzâde Cemalettin Efendi de, Anzavur’a nasihatta bulunmak için Gönen’e gitti. Halbuki bu nasihatların hemen arkasından Anzavur, Gönen’den kendisine katılan yeni kuvvetlerle Bandırma üzerine yürümeye başladı. O sırada Bandırma’da Yusuf İzzet Paşa’nın kumandasında önemli sayılabilecek bir kuvvet ve mühimmat vardı.

Her nedense Bandırma’daki kuvvetin mukavemete yeterli olmadığını düşünen Paşa, yanına yaverini ve daha birkaç subay ve biraz kuvvet alarak Bursa’ya gitmek üzere Karacabey’e hareket etti. Bunun üzerine Bandırma’da bulunan Kaymakam Seyfullah Bey’e 175. Alay karargâh kumandanı Kâzım Bey, Bandırma’da bulunan bütün subay ve askerle derhal Balıkesir’e hareket etmesini, gelmeyecek olan subayların kendilerinden sayılmayacaklarını, çok yakında eşkıyaların ezileceğini bildirdi. Seyfullah Bey, bu görüşme üzerine subay ve askerlerle beraber süratle Balıkesir’e hareket etti. Böylece Anzavur bir çarpışma olmadan Bandırma’ya girdi. Bandırma’ya giriş de, aynen Gönen’de yapıldığı gibi, çapulculuk ve alçakça zulümle sonuçlandırıldı. Eşkıyaların Bandırma’ya girmeleri üzerine önemli bir durum ortaya çıkıyordu. Artık Anzvavur’la İstanbul Hükümetinin doğrudan doğruya irtibat kurmalarına bir engel kalmıyordu. Anzavur bizzat sadrâzamla haberleşiyordu. Nitekim ilk olarak 9 Nisan 1920’de Vahdettin, Anzavur’u mir-i miranlık, yani paşalık rütbesi ile Karesi (Balıkesir) mutasarrıflığına tayin etti.

Anzavur telgraf başında Damat Ferit’e, Kuvâ-yı Milliyeyi yakında perişan edeceğini bildiriyor, silâh, cephane, para ve iki uçak gönderilmesini istiyordu. Anzavur, Bandırma’daki zaferiyle büsbütün kudurmuştu. İlanlar, beyannameler neşrediyor, yabancı temsilcilerle görüşmeler yapıyor ve bir de Yunan ordusu gibi Anadolu’yu istilaya hazırlanıyordu. Onunla son ve kat’i bir çarpışmayı kabul etmek gerekiyordu. Anzavur, Bandırma’daki tertibat ve icraatından sonra Bandırma’yı merkez haline getirdi. Buradaki tertibat ve icraatından Balıkesir telgraf müdürü Yusuf Bey’in sağladığı özel bir çalışma sayesinde 61. Tümen haberdar olmaktaydı. Ayrıca 61. Tümen kumandanı Kâzım Bey, İngiliz Kemal’i kıyafet değiştirerek Dr. Durry adıyla Bandırma’ya göndermişti. Böylece Anzavur’un faaliyetlerinden haberdar olmaya çalışıyordu.

Anzavur alayının başında meşhur şakilerden Şah İsmail, at üzerinde ve elinde büyük bir bayrak tuttuğu halde ilerliyor ve sancağın bir tarafının üzerinde Kur’an-ı Kerim’den bazı âyetlerle Kelime-i Tevhid yazılı, diğer tarafında ise “Nasrun Minallahi ve Fethun Karib ve Mübeşşirülmüminin” tebşiratı yazılı idi. Alay bu şekilde doğruca hükümet konağına gelmiş ve konağın arka kapısı önündeki binek taşı üzerine çıkarak halka hitaben bir nutuk söylemişti. Bu nutkunda Padişah ve Halife tarafından Kuvâ-yı Milliye’yi tedib ve tenkille görevlendirildiğini, haydutların yakın bir zamanda tamamen temizleneceğini, Biga’da ve Gönen’de Millî kuvvetlere karşı kazandığı parlak zaferleri uzun boylu açıkladıktan sonra yakında Bursa ve Balıkesir’i de ele geçirip, bu bölgeyi İttihatçı çetelerin ve “Kuvâ-yı bağıyenin” elinden kurtaracağını söyleyerek halkı Padişah ve Ferit Paşa hükümetine sadâkate dâvet etmişti.

Anzavur, Bandırma’da muzafferiyet neşesiyle kudurmuş bir halde idi. Şehirde ilânlar, beyannameler neşrediyor ve yabancı temsilcileriyle görüşmeler yapıyor ve bütün Anadolu’yu feth ve istilâya hazırlıyordu. Kendisine paşalık verilerek Balıkesir mutasarrıflığına tayin edilen Anzavur, Bandırma’daki tertibat ve icraatından sonra Bandırma’yı merkez haline getirdi. Anzavur’un buradaki tertibat ve icraatından Balıkesir telgraf müdürü Yusuf Bey’in sağladığı özel bir tertibat sayesinde 61. Tümen haberdar olmaktaydı. Ayrıca 61. Tümen kumandanı Kâzım Bey, asıl adı Esat (Tomruk) Bey olan İngiliz Kemal’i kıyafet değiştirerek Dr. Durry adıyla Bandırma’ya göndermişti. Böylece Anzavur’un faaliyetlerinden haberdar olmaya çalışıyordu.

Bilindiği üzere karargâhı Balıkesir’de olan 61. tümenin komutanı Albay Kâzım Bey’di. Burada 190. alaydan iki nizamiye taburu, bir batarya toptan oluşan yedek kuvvet de vardı. Bunlardan başka Bandırma’da Binbaşı Cemal Bey’in komutasında bir piyade taburu vardı. Balıkesir Müdafaa-i Hukuk teşkilatı, bu cephelerin kurulmasında ve millî kuvvetlerin idare ve beslenmesinde büyük gayret sarf etmişti. Şimdi ise son kongrede alınan karar doğrultusunda cepheleri kuvvetlendirmeye çalışmaktaydı.

Bu arada, Kuvâ-yı Milliye’yi içten parçalamak için, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Askerî Nigehbân (bekçi, gözcü) Cemiyeti ve Kızıl Hançerliler Cemiyeti, Boğazlardaki İngiliz egemenliğine güvenerek, Anadolu ile Boğazlar arasında bir irtica bölgesi hazırlamağa çalışmış ve bunun için de aralarında anlaşarak “Cemiyet-i Ahmediyye”yi kurmuşlardı. Onlar bu suretle, Yunanlılar’a karşı kurulmuş olan Balıkesir’deki Türk Millî Cephesini arkadan vurarak dağıtmayı düşünüyorlardı. Halkın taassubundan yararlanarak “Kuvâ-yı Muhammediye” adı verilen bir kuvvet toplamayı, Biga’da teşkilatlarını tamamladıktan sonra Gönen’i elde edip Bursa’ya doğru ilerlemeği, İngilizlerle birlikte harekete ederek hükümeti düşürmeği ve Damat Ferit başkanlığında bir hükümet kurmayı tasarlıyorlardı. Bu arada İstanbul’da bir takım kişilerle görüşerek, ulemadan Mustafa Sabri Efendiden “İslâm dininin Bolşeviklik aleyhinde olduğuna dair bir fetva” dahi almışlardı. Ancak bu kadarını yeterli görmeyen İngilizler, şeyhülislâmdan da böyle bir fetva alınmasını ve Padişahın başkanlığında “İslâm âleminden gelecek delegelerden kurulmuş bir Hilafet Meclisinin” toplanmasını istiyorlardı.

Kalburüstü olarak niteleyebileceğimiz isimler tarafından kurulmuş olan Cemiyet-i Ahmediye’nin, askerî kanadını idare edenler, Kızıl Hançerliler cemiyetine mensup bazı subayları Biga ve Bandırma’ya göndermeyi düşünmüşlerdi. Bu subaylar, kendilerinin Kuvâ-yı Milliye’den yana olduklarını söyleyerek bucak ve köylere dağılacak, sonra halkı Kuvâ-yı Milliye aleyhine kışkırtacaktı. Yeterince kuvvetlendiklerini anladıkları vakit harekete geçeceklerdi. Bu işleri organize edenler, Kuvâ-yı Milliye aleyhine girişilecek olumsuz bir propagandanın bölgede çok etkili olacağını umuyorlardı. Gerçekten de bu yöredeki halkın bir kısmı çeşitli sebeplerden dolayı, Millîcilere karşı mesafeli duruyordu. Bu bölgede güvenlik ve asayişi sağlamak için bulunan bazı çeteler halka karşı zulüm derecesine varan hareketlerde bulunuyorlardı. İşte bu ve buna benzer hallerden yararlanan Kuvâ-yı Milliye düşmanları, özellikle Teâli-i İslâm Cemiyeti’nin bu bölgedeki şube mensupları, “Padişahtan başka hiç bir kuvvet tanımayız, Kuvâ-yı Milliye’yi dağıtmak için mâlen, bedenen bütün kuvvetlerimizi harcamağa ahdettik” demek suretiyle, Karabiga, Bandırma ve Gönen dolaylarındaki Çerkesleri, Kuvâ-yı Milliye’ye karşı yapılacak bir ayaklanma hareketi için hazırladılar. Bu sebeple, Boğazların doğusundaki topraklar üzerinde yaşayan çeşitli halk kütlesini, Kuvâ-yı Milliye lehine kazanmak için çok çaba harcamak ve her şeyden önce onları, Kuvâ-yı Milliye’nin halk ve memlekete hizmet ettiğine inandırmak gerekiyordu. İşte bundan dolayı Akbaş Cephaneliği kahramanı Hamdi Bey Biga’ya gönderilmişti. Hamdi Bey’in orada yaptığı ilk iş Kara Hasan Çetesini dağıtmak ve Kara Hasan’ı cezaevine tıkmak oldu. Bu suretle halk, kanun dışı işler yapan bir musibet adamdan kurtulmuş oldu.

Anzavur, Bandırma’dan etrafa emirler yayarak zorla, para ile ve taassubun şeytanî hileleriyle halkı zehirliyordu. Nihayet harekete geçmişti. Gâvur İmam lâkablı eşkıya Fevzi, iki bin silahlı adamı ile Balya üzerinden Balıkesir’e yürümeye başladı. Bizzat Anzavur da yaklaşık beş bin kişi ile Kirmasti’ye yürüdü ve buraya girdi. Diğer taraftan Susurluk’u işgal eden Anzavur, muzaffer olarak gireceği Bursa’da Cuma namazını Çinili Camide kılacağını ilân etti.

17 Eylül 1933 Bandırma Cumhuriyet meydanı.
Kurtuluş bayramı töreni.

Anzavur İsyanının Bastırılması

Anzavur’un üzerine yürüyeceği, yok edeceğini söylediği, dinsiz imansız olarak nitelediği vatan savunması için canlarını ortaya koyan özbeöz Türk çocukları idi. Yunanlıların vatandan bir kısım toprak daha istila etmenin vahameti yanında, Anzavur’un ilerlemesi de o derece zararlı idi. Eğer Anzavur başarılı olursa, memlekette bağımsızlık ve hürriyet ruhu öldürülür, vatanı dış düşmanların istilâsına açık bırakmak isteyenlerin zaferi gerçekleşirdi. Aslında istenilen de buydu. Yunanlıların ilerlemesi ise, bu derecede kötü bir sonuç vermezdi. Yunanlılar, İzmir etrafındaki cephelerimizi dağıtabilirler, belki bir miktar arazi elde edebilirlerdi. Fakat bu takdirde, milletin hamiyeti yeniden coşar ve birleşen millet karşısında bu istilâ elbette devamlı olamaz, düşman er veya geç, yine mağlûb edilebilirdi.

Bu sıralarda, Gönen’in düşmesi üzerine Bandırma’da bulunan 14. Kolordu kumandanı Yusuf İzzet Paşa, kendisine teslim edilmiş koskoca bir Kolorduyu hastalığını bahane edip, yüzüstü bırakarak kurmay heyetiyle birlikte âdeta Bursa’ya savuşup gitmişti. Bu durumu öğrenen Balıkesir’deki 61. Tümen kumandanı Miralay Kâzım Bey, emir vererek bu subayları Balıkesir’e davet etti. Bu vatansever subaylar da derhal bu emri yerine getirerek Bandırma’dan ayrıldılar. Nihayet Anzavur, Gönen’de bir müddet daha kaldıktan sonra, büyük çapulcu kuvvetleriyle buradan hareketle 9 Nisan 1920 Perşembe günü Edinciği işgal etti. Buradan Bandırma’ya doğru ilerleyen bu çapulcu, katil sürüsünü karşılamak üzere Bandırma’dan başta şehzâde Cemalettin olmak üzere, kaymakam, memleketin ileri gelenlerinden bazıları, Edincik – Bandırma yolu üzerinde ve şimdiki Merinos çiftliğine 500 metre mesafede şose kenarında bulunan Kartal Çeşme’ye geldiler. Bu suretle Anzavur kuvvetleri merasimle Bandırma’ya girip şehri işgal ettiler.

Anzavur, Bandırma’da kaldığı müddet zarfında kurduğu “Cemiyet-i Muhammediye” taşkilâtının başına Çerkes Hüseyin Efendi’yi getirmiş ve eşraftan bazılarını da zor kullanarak bu teşkilâta sokmuştu. Bundan başka Anzavurun teşkilatını tanzim ve tensik etmek üzere İstanbul’dan Damat Ferit hükümeti tarafından bir binbaşının başkanlığında beş altı kadar subaydan mürekkeb bir heyet gönderilmişti. “Kızıl Hançerciler” cemiyetine mensup olan bu subaylar Bandırma’ya gelir gelmez faaliyete geçerek halkı Kuvâ-yı Millîye aleyhine teşkilatlandırmaya başlamışlardı. Anzavur, bu suretle bir kaç gün daha Bandırma’da kaldıktan sonra takriben 3 bin kişilik bir kuvvetle Karacabey ve Kirmasti üzerine, Gâvur İmam Feyzi de 2 bin kişilik bir kuvvetle Balya üzerinden Balıkesir’e doğru harekete geçmişlerdi. Girdiği bu kasabalarda Kuvâ-yı Millî ye taraftarlarını birer birer yakalatarak idam ettirmişti. Durum çok vahim ve ciddi idi. Millî kuvvetler iki düşman arasında kalmışlardı.

Bu gelişme üzerine, 61. Tümen kumandanı Albay Kâzım Bey’in komutası altında birleşen millî kuvvetlerin önemli bir kısmının Balıkesir’de toplanmaları kararlaştırıldı. Salihli cephesinde bulunan Çerkez Ethem’e de haber verilerek, asilerin Balıkesir’e ele geçirmeleri halinde Yunanlılarla irtibat sağlamalarına imkân vereceğinden, süratle ve bizzat yeterli kuvvetle Balıkesir’e gelmesi istendi. Bunun üzerine Salihli cephesinden, Ethem Bey’in kumandasında süvari ve piyadeden kurulu iki bin mevcutlu bir müfreze geldi. Aydın’dan Demirci Mehmet Efe, Danişmentli İsmail ve Bulgurcu Efelerin kumandasında 600 süvari zeybek gönderdi. Ayrıca Akhisar cephesi millî alay kumandanı Hafız Hüseyin Bey kumandasındaki millî kuvvetler ve Çerkes Ethem, Tevfik, Pardi Pehlivan ve bir kısım kuvvetleri, 14. Süvari alayının büyük bir kısmı, Soma, İvrindi ve Ayvalık’tan da önemli kuvvetler iltihak ederek hepsi Balıkesir’de toplanmışlardı. Nihayet Balıkesir’den Keçecizâde Hafız Mehmed Emin Bey kumandasındaki millî süvari müfrezesiyle, Balıkesir merkez jandarma kumandanı Binbaşı Salim Bey’in kumandasındaki nizamiye kuvvetleri de bunlara katılmış, Eskişehir, Bursa, Bilecik’ten de yardımcı kuvvetler gelmişti. Balıkesir halkı ve heyet-i merkeziyesi, bu kuvvetleri ve kumandanlarını çok samimi bir şekilde karşıladılar. Harekâtın idaresi ve bütün kuvvetlerin kumandasını albay Kâzım Bey üzerine aldı. Mustafa Kemal Paşa da, Heyet-i Temsiliye adına yayınladığı beyannamede özetle, bu câniyane teşebbüsün, düşmanlarımızın istihdaf ettikleri gayeyi sağlamaktan pek uzak olup, hiç bir güçle sarsıntıya uğratılmayacak derecede var olan millî azim karşısında çok yakında yerle bir olacağını bildirdi.

Bandırma Cumhuriyet meydanındaki şehitler abidesi.
Türk Ocağı tarafından yaptırılan abide fotosunun arkasına Osmanlıca 2 Nisan 1927 tarihi düşülmüş..

Bu büyük başarının ardından Balıkesir’de cephe kumandanlığı vekâletini Avni Bey’e bırakan Kâzım Bey, 14 Nisan 1920’de büyük bir kuvvetle Susurluk’a hareket etti. Halk arasında Anzavur’a karşı o derecede bir düşmanlık hâsıl olmuştu ki, hiç silah kullanmayı bilmeyenler ve hatta silahları olmayanlar bile, millî ve vicdanî bir hissin tesiriyle bu harekete katılmışlardı. Nihayet 15 Nisan Perşembe günü akşamı, öncü birlikler Susurluk’la Mustafa Kemal Paşa arasında bulunan Yahyaköy sırtlarında Anzavur kuvvetleriyle karşılaştılar. Bu eşkıya güruhu üzerine yapılan şiddetli taarruz ertesi gün akşamına kadar devam etti ve düşmanın kesin bozgunuyla sonuçlandı. Anzavur neye uğradığını şaşırmıştı. İlk bozgun karşısında her şeyin üstünde tuttuğu kendi canının kaygısına düşmüş ve hemen atına atlayarak hiç tereddüt etmeden, bütün emrindekileri ve adamlarını bir anda terk etmiş ve süratle Bandırma yönüne doğru kaçmaya başlamıştı. Süvarilerimiz arkasından şiddetle tâkibe koyulmuşlardı. O sırada Balya bölgesinde bulunan Gâvur İmam kumandasındaki kuvvetler de bozguna uğratıldı. Kirmasti’ye (Mustafa Kemal Paşa) giren diğer kuvvetlerimiz de eşkiyayı süratle tâkib ederek Bandırma’ya girdi. Gönen üzerinden Biga’ya yürüyen öncü kuvvetler Biga’yı işgal etti. Bu suretle hainlerin, bütün Kuvâ-yı Milliyeyi dağıtacaklarına inandıkları sözde Halife kuvvetleri üç gün içinde dağıtılarak yok edilmişti.

Bu arada Yunanlılar 22 Haziran 1920’de 6 tümenlik bir kuvvetle birkaç koldan Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başladılar. 30 Haziran 1920’de Balıkesir’i işgal ettiler. Soma cephesinin sarsılmasıyla 30 Haziran 336 tarihinde Balıkesir halkının vagonlarla Bandırma’ya gelmesi üzerine Bandırma’daki askeri kuvvet, Kuvâ-yı Milliye jandarma subayları ve askerin bir kısmı, polis komiseri ile polis memurlarından bir çoğu ve bidayet mahkemesi başkanı ve savcı ve ziraat baş memuru ve belediye başkanı Bandırma’dan ayrıldılar.

Yunan işgal ordusunun Balıkesir’den geleceği beklenmekte iken, 2 Temmuz 1920 Cuma günü sabahleyin İngiliz ve Yunan savaş gemileri Bandırma limanına girdiler. İskeçe tümeni adıyla bilinen ve General Mazaraki komutasındaki Yunan birlikleri karaya çıkarak şehri işgal ettiler. Kaymakamı vekaleten kadı efendi tarafından sabahleyin tertib edilen, müftü, metropolit vekili ve her üç millet eşrafından mürekkeb bir heyet vapurla İngiliz zırhlısına gitti. Gemi komutanı gelen heyeti kabul etmeyerek onları “Kılkış” adlı Yunan zırhlısına gönderdi. Burada kumandan Mazaraki ile görüşmelerde bulunuldu. Sahile çıkan General Mazaraki doğruca kiliseye gittikten sonra Hükümet Dairesine yöneldi. Üzüntü ve ümitsizlik içinde durumun neticelenmesini bekleyerek makamını terk etmeyen kaymakamla, tahrirat kâtibi Mithat Efendi ve bir kaç memur haberdar edildi. Kadı Efendi de gelerek; Rum ileri gelenleriyle ve maiyetiyle hükümet dairesine gelen kumandan karşılanarak idare meclisine alındı.

Yunan kralı Alexandros adına Bandırma’yı işgal ettiğini askerine karşı tecavüz olunmaması ve herkesin silahını teslim etmesi, firar edenlerin geri dönmemesinin kendileri için daha iyi olacağını Bandırma halkını itaat içinde görmekle memnuniyetini belirtti. Kadıyı müftüyü belediye reisini metropolid vekilini Ermeni murahhasını ve diğer ruhani reislerini yerlerinde bıraktı. 4 Temmuz’da kaymakamlık vekâletinin yine kadı efendiye iade olunduğunu; telgraf memurlarının eskiden olduğu gibi görevlerine bakacaklarını belirtti.

Daha sonra balkona çıktı. Ahaliye Rumca nutuk vererek alkışlandı. Hükümet binasının sancak direğindeki Osmanlı bayrağı indirildi; yerine Rum mektepli kızların şiirleri ve halkın alkış tufanı arasında ve bir bahriye müfrezesinin selâm dur vaziyetinde iken Yunan bayrağı çekildi. Sonra karantina, liman, gümrük idarelerindeki Osmanlı bayrakları indirilerek, yerlerine Yunan bayrakları çekildi. Telgrafhane işgal edilip, karantina ve liman memurlarına işten el çektirildi. Hükümet dairesindeki Yunan bayrağı yerine siyah zemin üzerine beyaz haçı hâvi bir bayrak çekildi. İskeçe fırkası deniz yoluyla limanı terk ederek, yerini baş kumandan, ferik Praskudopulos kumandasındaki orduya bıraktı. Balıkesir yoluyla İzmir’den gelen Praskudopulos ordusu Bandırma’ya gelerek hükümet dairesini işgal edip karargâh yaptı.

Bandırma’nın işgalinin ardından, yerli Ermeni ve Rumlardan çok sayıda kişi Yunan kuvvetlerine asker olarak katılmış, bir kısmı da çeteler oluşturmuştu. Bu gelişme üzerine harekete geçen efeler, oluşturdukları kuvvetlerle kısa sürede bu çeteleri bertaraf etmişlerdir. Bandırma’da bulunan Yunan kuvvetleri işgal süresince halka zulmetmişler, olmadık hakaret ve saldırılarda bulunmuşlardır. Bedelinin ödeneceğine dair ilanat yapmalarına rağmen, halkın ekinine, hayvanlarına el koyarak kendi gemilerine yüklemişlerdi. Bilhassa Ermeni çeteciler halktan ve askerimizden pusuya düşürdüklerini hunharca katletmişlerdi. Bu saldırılara karşı bölgede hareket halinde olan Bacak Hasan, Talaşmanlı Hurşit, Pıtır Hüseyin, Gönenli Hasan gibi namlı efeler Rum ve Ermeni çetelerine bölgeyi dar etmişlerdir. Bu gelişmeler üzerine bölgede daha fazla tutunamayacağını anlayan Yunan kumandanı ve askerlerinden bir kısmı 2 Ağustos 1920 tarihinde kara yoluyla Bandırma’dan çekildi. Bir miktar askerle Yüzbaşı Dalmer adında bir subay merkez kumandanı olarak şehirde kaldı. O zamana kadar Yunan askeri sevkiyatını tetkik ve izleyen İngiliz kumandanı da şehirden ayrılmak zorunda kaldı.

Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Eylül 1922’de ilk hedef olarak Akdeniz’i gösteren ünlü emrini vermesi üzerine, kahraman Türk ordusu batıya doğru kaçmakta olan Yunanlıların peşini bir an olsun bırakmadı. Türk şehir, kasaba ve köylerini baştan başa ateşe veren ve halkının çoğunu, camilere ve evlere doldurarak katleden Yunanlılar, çok sayıda silah, cephane, araç ve gereç bırakarak binlerce insanını Anadolu topraklarına gömerek maceralarını sona erdirdiler. Bu eli kanlı katiller geri çekilirken yerli Rum ve Ermenilerin de desteği ile şehri yakıp yıkmışlar; meydanlara, camilere ve mezarlıkları topladıkları mâsum insanlarımızı katletmişlerdir. Nihayet 17 Eylül 1922’de 3. Kolordu komutanı Şükrü Naili Paşa kumandasında marşlar söyleyerek Bandırma’ya giren millî kuvvetler, şimdiki Atatürk caddesi başlangıcında Bandırmalılar tarafından büyük bir sevinçle karşılandı. Büyük zafer ve şehrin düşman işgalinden kurtuluşu münasebetiyle sokaklara dökülen halk ellerinde Türk bayrakları olduğu halde bu büyük sevinci coşkuyla kutladılar.

Kurtuluş savaşında Son Kurşun atılan vatanın kurtarıldığı anın şahidi.
Bandırma, Ayyıldız Tepe.

Sonuç:

Bu ülkenin, bu büyük milletin yetiştirmiş olduğu kahraman evlatlarından biri olan Mustafa Kemal Atatürk, bağımsızlığın yok edilmesine, düşmanların kahredici haksız işgallerine karşı koyduğu için, İstanbul’daki işbirlikçi, korkak ve âciz Damat Ferit Hükümetine baş kaldırdığı için âsi, çeteci olarak, vatan evlatlarının bu muazzam mücadelesi ise “gayr-i millî” ilân edilmiştir. Damat Ferit Paşa’nın, 19 Eylül 1919’da, Anadolu’daki adamlarına gönderdiği bir genelge ile Anadolu hareketini Bolşevik hareketi olarak nitelendirmesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa, “Hey’et-i Temsiliye” adına bunu kesin bir dil ve delillerle şiddetle protesto etmişti. Ancak, bir taraftan bu yolda harekete devam eden Damat Ferit, diğer taraftan da Anadolu’daki adamlarına para yağdırarak, “Kuvâ-yı Millîye” hareketini engellemek için kardeşi kardeşe kırdırmaktan geri durmuyordu. Halbuki 26 Temmuz 1919’da toplanan Balıkesir Kongresi’nde ise, kongre başkanı Hacim Muhittin (Çarıklı) Bey ve arkadaşları, maksat ve gayenin vatanın kurtarılması olduğunu ve düzenli bir teşkilat dahilinde Yunanlıları Anadolu’dan atmaya azmettiklerini ilan ediyordu. Bu amaca ulaşmak için de millî seferberlik ilânına karar vermişlerdi.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, “Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her zaman yıkılmağa mahkûmdur.” derken bir tarihi gerçeği dile getiriyordu. İlelebet yaşamak isteyen bir millet, tarihini de yaşatmak zorundayız. Bizler yokluklar içinde, destanlar yazan bir milletin çocuklarıyız. Memleketlerinin düşman çizmesi altında çiğnenmesini asla kabul etmeyen vatanseverler, yer yer bölgesel kurtuluş hareketlerine girişmişlerdir. Daha kongreler yapılıp, Millî Mücadelenin esas programı belli olmadan, Batı Anadolu işgale karşı çıkmıştır. Batı Anadolu direnişi Yunanlıların içerilere nüfuzunu önlemiş, düzenli ordu birliklerinin kurulmasına zaman ve zemin hazırlamıştır. Eğer Batı Anadolu direnişi olmasaydı, bölge çok daha önce Yunan işgaline girmiş olurdu. Balıkesir Kongresi, işgali protesto etmenin ötesinde, “Harekât-ı Milliyeyi” fiilen başlatıp, ilan etmiştir.

Ulusal bağımsızlık savaşını kazanmada, nasıl ki hareketin kaynağını ulusun kendisi olduysa, çağdaşlaşma savaşının kaynağı da yine ulusun kendisi olmuştur. Bilindiği üzere, Atatürk’ün Büyük Nutku Türk gençliğine hitabesi ile sona erer. Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet eden Atatürk’ün bu kitabesi bir bayrak olarak genç nesillerin önünde dalgalanmış ve gençliğe ışık tutmuştur. O, Büyük Nutkunu, mâzi olmuş bir devrin hikayesi olarak takdim etmektedir. Bunda, gelecek nesiller için dikkat edilmesi ve daima uyanık bulunulmayı gerektiren önemli noktalara işaret edilmektedir. Bugün Kurtuluş Savaşımız ve Atatürk konusunda yapılan tartışmalar asıl mecrasından ayrılarak yapılmaktadır. Atatürk’ün bu muazzam mücadelede, ülkenin içinde bulunduğu koşullar bunu gerektirdiği için savaştığı kavratılmalıdır. Esas sonucun çağdaşlaşmak, akılcılıkla ve aksiyonla ilerlemek olduğu vurgulanmalıdır. Yine Atatürk’ün ifadesiyle, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmenin kavgasının verildiği örneklerle açıklanmalıdır.

Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI

Bu makale “Türk Dünyası Tarih Dergisi”nin, 2002/11-191 sayısında yayımlanmıştır.

KAYNAKÇA

I – BELGELER

A- Başbakanlık Osmanlı Arşivi

1- B.E.O. Gelen-Giden

2- DH-İ-UM (Dahiliye Nezareti İrade-i Umumî ye Müdüriyeti)

3- DH-KMS (Dahiliye Nezareti Kalem-i Mahsus Müdüriyeti)

B- Gazeteler

1- Takvîm-i Vekâ yi, 1920

C- Makale ve Eserler

♦ ARSAN, Nimet; Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannâmeleri, Ankara 1991

♦ GÖKBİLGİN, Tayyib; Millî Mücadele Başlarken II, Ankara 1965

♦ İĞDEMİR, Uluğ; Biga Ayaklanması ve Anzavur Olayları, Ankara 1989

♦ İLGÜREL, Mücteba; Millî Mücadele’de Balıkesir Kongreleri, Atatürk Araş., Merk., Yay., İstanbul 1999

♦ ÖZALP, Kâzım; Millî Mücadele I, II, Ankara 1972

♦ ÖZER, Kemal; Kurtuluş Savaşında Gönen, Balıkesir 1964

♦ SOFUOĞLU, Adnan; Kuvâ-yı Millî ye Döneminde Kuzeybatı Anadolu (1919-1921), Ankara 1994

06-10-2020/BG KÜLTÜR SERVİSİ

4
A+
A-
REKLAM ALANI