Muhtaç Günler. Kurak Günler Filmi Üzerine

MUHTAÇ GÜNLER

Sinemalarda gösterime giren, Emin Alper’in senaryosunu yazdığı ve yönettiği “Kurak Günler” filmini izlemenizi salık veririm. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülüyle birlikte dokuz ödül kazanmış olan bu filmde, tam da günümüz toplumundaki siyasi gelişmelerin metaforik yansıması verilmekte ve cahil halkın manipüle edilmişliği anlatılmaktadır. Devletin görevlendirdiği, adaleti sağlamakla yükümlü savcı, hâkim gibi bürokratların tayin edildikleri Anadolu’nun bir ücra kasabasında, Belediye başkanı ile şark kurnazı avukat oğlunun kurdukları kumpaslara düşürülüp, yetkilerini kullanamaz hale gelmeleri konu edilmektedir. Politik gerilim tarzındaki filmi izledikten sonra, uzun bir süre etkisinden kurtulamıyorsunuz! Susuz bırakılan halkın çaresizliği ve kandırılmışlığı, günümüz toplumunun celladına âşık oluşunu, çareyi celladında aramasını yansıtmaktadır.

Kasabada yeraltı su kaynaklarının düzensiz kullanılmasıyla obruklar oluşmaktadır. Can ve mal kaybına yol açan obrukların ve susuzluğun gerçek sebebi halktan gizlenmekte, sahte jeolojik araştırma raporlarıyla, bir önceki belediye başkanı üzerine suç atılmaktadır. Yalan, dolanla halkı bir yudum suya muhtaç durumda bırakan yönetim, kasabanın yakınlarındaki gölden belediyeye ait tankerle su taşıyıp, çeşmenin dolmasını sağlamakta ve çeşme önünde uzayan kuyruklarla insanları, çözüm ürettiklerine inandırmakta ve bunun propagandası ile yeniden seçilmek için mevcut oylarını daha da artırmaktadır.

Kurak Günler, filmin konusuna çok uyan bir başlık olmuş. Ülkemiz geneline uyarlanan bir senaryo olarak düşündüğümüzde ise;” Muhtaç Günler”, “Muhtaç Yıllar” gibi bir başlık çok daha kapsamlı ve anlamlı olacaktır, düşüncesindeyim. Uzun yıllar siyasi iktidarlar insanlarımızı muhtaç duruma sokup, makarna, kömür yardımlarıyla, onların çaresizliklerine çare olmuş gibi ülke yönetiminde bulundular. Yokluk, açlık, kurbağa deneyinde olduğu gibi yavaş yavaş ısıtılan suda canlı bedenleri, bulundukları ortama alıştırdı ve onların uyuşarak yok olmasına neden oldu. Bertolt Brecht’in bu konuya “cuk”oturan sözünü hatırlayalım; “Öldürmenin pek çok yolu vardır: Karnına bıçak saplamak, ekmeğini elinden almak, hastalığını iyileştirmemek, kötü koşullarda yaşatmak, ölesiye çalıştırmak, intihara sürüklemek, savaşa yollamak v.s.”

Engels’in, günümüzden 177 yıl önce, Sanayi devriminin öncüsü olan İngiltere’de yazmış olduğu şu satırların hala anlamını eksiltmeden taşıdığı inancıyla, sözlerimizi sonlandıralım.

“Toplum, binlerce insanı, yaşamın geleneklerinden yoksun bıraktığı, içinde yaşayamayacakları konumlara soktuğu –kaçınılmaz sonuç olan ölüm gelinceye dek o koşullarda kalmaya, yasanın güçlü eliyle zorladığı- bu binlerce mağdurun yok olacağını bildiği ve gene de bu koşulların sürmesine izin verdiği zaman, toplumun o yaptığı, bir bireyin yaptığı gibi ve aynı kesinlikte cinayettir; örtülü, kasıtlı cinayettir; hiç kimsenin kendisini savunamadığı bir cinayettir; kimse katili görmediği için, mağdurun ölümü doğal göründüğü için cinayet gibi olmayan cinayettir; çünkü suç bir şeyi yapmaktan çok yapmamanın sonucudur. Ama cinayettir.” (Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfının Durumu,)

Sedat Pamuk, 31.12.2022, İzmir