Nasıl Faşistim Ben !

NASIL FAŞİSTİM BEN

Kliniğimizde en kıdemli asistan olduğum 1990  başları... Altımdaki üç asistanla bile sekiz ay kıdem farkım var. Beş altı ay sonra aksilik olmazsa uzman olacağım. Servis ve acil nöbetlerini yapıyor, asistan servis çalışma düzenini ayarlıyor, asistan-başasistan arasındaki sorunlarda ben muhatap oluyorum. Sorun yoksa aferin yok ancak asistan ve başasistanlar gözünde en küçük yanlışın, sıkıntının sorumlusu benim. Gönül kırgınlıklarım olsa da dert etmemeye çalışıp kendime göre doğrularımla adil şekilde kıdemliliğin gereklerini yapmaya çalıştığım günler...

Her günkü gibi o gün de sabah erkenden hastaneye gelip iki çekyat, bir büro masası, iki kişilik çelik soyunma dolaplarımızın olduğu asistan odamıza girdim. 1.85 boyu, kel kafası, sarkık bıyıkları, iri cüssesiyle hastalar gözünde güven verici fiziğe sahip, çok sevdiğim, maddi-manevi çok şey paylaştığım, güvendiğim, kıdemsizlerimin kıdemsizi Erdinç çekyata oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, keyifle çayını yudumluyor... Hiç nöbetten çıkmış hali yok. Afalladım.

- Günaydın Erdinç.

- Günaydın Sinancım. –Bana hep böyle hitap eder-

- Sanırım nöbet rahat geçti.

- Yok be Sinancım! Servisteki hastalar, adli vakalar, aciller, konsültasyonlar derken oyulduk valla! Ancak Haldun abi kurşunlanma vakasını sağolsun bana yaptırdı. Sağ hemikolektomi –kalın barsağın sağ yarısının çıkarılması- yaptım. O kadar mutluyum ki! Gerisini boş veerr...

Erdinç iki seneyi yeni tamamlamış asistan!!.. Cerrahi disiplin gereği üç seneyi tamamlamamış asistana kalın barsak ameliyatı yaptırılmaz. Erdinç’ten altı ay kıdemli üç asistan zamanını bekliyor. Çok büyük yanlış... Sebep belli! Haldun abi doçentliğe hazırlanıyor ve Erdinç ile birlikte deneysel yayın hazırlıyor. Sevgili torun çömezim her türlü angaryayı hallediyor, katlanıyor diye Haldun abi de ödüllendiriyor güya!

- Erdinç, tebrik ederim ancak Haldun abinin yaptığı yanlış, biliyorsun...

- Haklısın Sinancım ama ben vakamı yaptım, gerisi kıdemli olarak senin sorunun. Sen de bunu biliyorsun.

-Tamam o zaman Erdinç.

Biz konuşurken bir iki dakika arayla diğer asistanlar da geldi, olayı öğrendiler. Erdinç’ten kıdemli üç asistanın suratı mosmor oldu. Sebep kıskançlık değil, haksızlık. Şahsımla ilgili sorun yok. Derken odamıza alışılmadık şekilde Haldun abi girdi. Bayram değil seyran değil, eniştem bizi niye öpüyor? Hepimiz anladık!

- Günaydın gençler.

Günaydın diyerek zoraki cevap verdik. Haldun abi, mutlu, gururlu, havalı... Sinir oldum, sabrediyorum.

- Erdinç, hasta nasıl?

- Şimdilik iyi abi. Tansiyon, nabız, idrar çıkışı normal... Drenlerde kanama yok.

- Güzel, gel hastaya bakalım...

Erdinç ayağa kalktı, dayanamadım patladım.

- Haldun abi, Erdinç’e kalın barsak ameliyatı yaptırmışsın!

- Evet Sinan, itirazın mı var?

- Var abi. İki senelik asistana kolon ameliyatı yaptıramazsın.

- Başasistanım. İstediğim asistana istediğim vakayı yaptırırım.

- Başasistansın, kabul ama istediğin asistana istediğin vakayı kıdemi yetiyorsa yaptırabilirsin. Başasistan olman sana her hakkı ve özellikle de cerrahi disiplini çiğneme yetkisi vermez.

- Verir. Karışamazsın, haddini bil.

- Ben, haddimi de yetkimi de sorumluluğumu da ödeyebileceğim bedeli de biliyorum. Sen bilmiyorsun.

- Bana hesap mı soruyorsun?

- Evet.

-Tamam, görüşürüz.

- Görüşelim.

Kıpkırmızı yüzle durdu, düşündü, cevap vermedi. “Erdinç gel benimle” deyip peşinde Erdinç sinirle odadan çıktı. Haksızlığa uğrayan, esas itiraz etmesi gerekirken ağzını açmadan susup seyreden kıdemsizlerim, özellikle Erdinçten kıdemli üç asistan tebrik etmeye başladılar beni. Kalan öfkemi onlara kustum.

- Hıyarlar! Yaptığınız teşekkürlere karnım tok. Haksızlığa uğrayan siz, kavga eden ben... Susan siz, konuşan ben... Yazıklar olsun size! Yağ yakmayı bırakın, karnım tok, yemem.

Mahcubiyet dolu sessizlikten sonra İlk Kenan konuştu.

- Sinan, yüzde yüz haklısın. Özür dileriz ama bizleri anla.

“Özüre gerek yok, anlamı da... Bedeli ben öderim, dert değil” cevabı verdim. İstanbul’da doğup büyümüş, İstanbul beyefendisi Ümit araya girdi.

- Sinancığım, Saim abinin -başasistanımız- dediği gibi iyi bir insan ama deli dolusun, korkun yok. Biz, sen değiliz, deli de değiliz keriz de... Gücenme bize, Kenan’ın dediği gibi anla lütfen.

Düşündüm ve haksız oldukları halde onlar açısından hak verdim onlara. Sakinleşmiştim. “Kenan, Ümit... Anlıyorum ancak sıra size gelince olsun susmayın olmaz mı? “Susma, sustukça sıra sana gelecek” sloganını mutlaka duydunuz. Unutmayın, yaşayın. Bizler susarsak sıra bizden sonrakilere gelir. Ben susmadım, İnşallah sizler de susmazsınız” deyip cevap beklemeden odadan ayrıldım.

Tartışmam, hocam dahil tüm serviste duyuldu. Astlarımın gözünde cerrahi servisinin fedaisi Malkoçoğlu oldum ama üstlerimin zindana atmasını –hocamdan fırça yemeyi, ameliyatlardan kesilmeyi- pişmanlığım olmadan beklemeye başladım...

Haldun abiyle soğuk-mesafeli, diğer başasistanlarla olağan, hocamın odasına çağrılmadan geçen beş gün sonrası sol görüşlü başasistanla nöbetteyiz serviste. Sohbete başlar başlamaz aynı konuya girdi.

- Sinan, Haldun ile niçin tartıştın?

- Konuyu biliyorsun abi.

- Biliyorum da sebebini soruyorum.

- Üç kıdemsizimin hakkını savunmak ve cerrahi disiplin gereği...

- Üç kıdemsizin kendi haklarını aramazken derdi sana mı düştü?

- Evet abi! Onlar arayamazlar ki... Bir seneden fazla asistanlık süreleri var.

- Biliyorsun, sen zarar göreceksin, en azından Haldun seni ameliyatlardan kesecek.

- Bu onun sorunu. Ben de asiste ederek bir şeyler daha öğrenmeye çalışırım.

- Aptalsın.

- Niçin?

- Sinan, en kıdemlisin, kıdeminde teksin, avantajlısın. Fakir aile çocuğusun, arkanda dayın yok. Kıçını yırtarak iyi cerrah olmaya çalışıyorsun. Bütün bunlara rağmen zarar göreceğini bilerek kıdemsizlerin için, doğruların adına kavga etmek günümüzde aptallık değil mi? Senin solcu olman gerekir. Nasıl faşistsin sen?

- Abi! Fakir aile çocuğu olmam, mesleğim için emek harcamam, doğrularım peşinde koşmam, zayıfın hakkını savunmam için mutlaka solcu olmam gerekmez ki! Ben, beyninde şekillendirdiğin gibi değil, karşında oturan, seni şaşırtan, tanıdığın gibi biriyim.

- Ama hala faşistsin.

- Yapma be abi! Faşist deme, değilim. İnsanları 12 Eylül öncesi gibi şartlı görme, tanımaya çalış. İnsan olmak, doğruları savunmak için illa solcu olmak gerekmez. Lütfen!

- Söylediklerini, yaptıklarını solcular savunuyor ama...

- Savunuyorlar da uyguluyorlar mı?

- Çoğunluk uyguluyor.

- Sana göre çoğunluk, bana göre azınlık... Fark etmez. Sonuçta iyi olmayan solcular da var değil mi?

- Olmaz mı?

- O halde ülkücülerin de iyi ve kötüleri var. Bana göre azınlığı kötü, sana göre de hiç olmazsa hepsi değil de çoğunluğu kötü olsun. Şaşırmaz, bir başkasına da “Nasıl faşistsin?” demek zorunda kalmazsın.

Sustum. Kısa süreli sessizlik... Sonra “Kızmayacak, sen de beni ameliyatlardan kesmeyeceksen devam edeyim mi?” diye sordum. Olumlu cevap üzerine devam ettim.

- Abi, piramit düşün. Zamanında piramidin tepesine ülkücüleri koymuştum ama şimdi düşüncem değişti. Piramidin tepesi “İyi insan olmak” ve bu, ülkücü-devrimci, sağcı-solcu, laik-dindar, inanan-inanmayan, zengin-fakir, asistan-başasistan vb. kimsenin tekelinde değil, olamaz. Piramidin altını herkes kendine göre dizebilir. Benim sıralamam belli, biliyorsun.

Devam edecektim ama kapı tıkladı, çömezim kafasını uzattı.

- Sinan, acilde bir vaka var. Görmen gerekiyor...

- Geliyorum Canan.

Canan, cerrahlığı seçmiş, genç, güzel bir kadın asistanımızdı. Kliniğin en çömeziydi.

- Abi, izninle çıkıyorum.

-Tamam Sinan, fırla... Sohbet bitti, cerrahi başladı.

Evet... Cerrahi başlamıştı. En kıdemli de olsam, kıdemimde tek de olsam sonuçta asistandım. Canan’ın söylediği vakayı değerlendirip başasistanıma takdim etmek zorundaydım. Yüzümde mutlu bir tebessümle odadan çıkıp acile yöneldim...

***  PENCEREM kitabımdan alıntıdır.  ***

14-04-2021 -