Proudhon-Bakunin çizgisinin halkçı (popülist) küçük-burjuva sosyalizmi çizgisine karşı daima savaşmış olan Marx-Engels’in proleter sınıf diktatörlüğü kavramını iyi kavramak zorunludur.
İşçi sınıfı içinde çalışmak zor ve sabırla çalışmayı ister. Üstelik onlar XIX.yy. daha tekelci kapitalizmin yeni oluşmaya başladığı bir dönemde bunu iktisadi altyapıyı tahlil ederek yerine oturtmuşlardır.
XXI.yy.ın ilk çeyreğinde tekelci kapitalizmin küreselleştiği, bundan dolayı lider emperyalist-zionun hegemonya savaşı vererek burjuva diktatörlüğünü globalist saldırganlıkla yaşama geçirdiği bir mekan-zaman ekseninde “halk” (bütün sınıflar) aymazlığına devam etmek (ki bu çizgi 1945-1990 sürecinde iflas etmiştir. Bunu biz 1960-70 sürecinde teşhis edemedik) devrimci romantizmin trajedisini tekrardan başka şeyi ifade etmeyecektir.
Marx-Engels külliyatı 122 cilttir (2014’te bulunan 12 cilt elyazması dışında. İngilizce 57 cilt basılmıştır. Türkçede 47-48 kitaptır. teori-pratik-praxis sürecinde bunları okunmak zorundayız.) Türkiye’de ise çoğu hatalı tercümelerle yol alıyoruz. 1970’lerin ya da Çarlık Rusyası örneklerinin ezberleri üzerinden iman ederek yol aldığımızı sanıyoruz. Marxist tarihçi Hobsbawm’ın dediği gibi bilimsel sosyalizm dünyada yerinde sayıyor yani geriliyor (Türkiye’de bence daha vahim). Bunu suçlusu bilimsel sosyalizm (ya marxizm) değil, devekuşu rolünün inatla terk etmeyen küçük burjuva duygusallığının saplantısı. Anarko-komünizm ile bilimsel komünizm farklı sınıfların ideolojik yaklaşımıdır.
1970’lerde %23 kentlerde oturuyordu şimdi %18 kırlarda oturuyor. Küçük burjuva köylülük kentlere gitti. “Halkımız” AKP’ye tulum çıkardı. Liberalizmin 1990’dan sonra bütün derdi sınıflar mücadelesini belleklerden silmek, yani proleterya diktatörlüğü kavramını. Neden CIA şefi Garham Fuller “artık bize solcular” lazım dedi? Neden Ergenekon şefi Mehmet Ağar “aslında solcular iyi çocuklardı” dedi. Neden solcu değil devrimciyiz, derken özenle “proleter” niteliğini vurguluyoruz?
OKUNMASI FAYDALI YAZILAR:
deniz alaz gürbüz
2 Aralık 2013 Pazartesi
L.Althusser’in John Lewis’e Cevap Kitabının Eleştirisi
Tarih derslerinden hatırlayacağınız üzere egemen yönetici sınıf kendi sınıf çıkarları gereği tarihte imrendiği liderlerin özellikleri abartarak bir tarih yazımı yapar. Araya milliyetçi sosla servis ettiği ve uyuşturucu ile aynı işlevi gören dayattığı ideoloji ile kitleleri burjuvazinin yörüngesinden ayrılmamaları için çaba harcar. Arada bizim gibi yörüngeden sapmış insanlar ise burjuvazi için ya “marjinal” ya da toplum için “hastalıklı” unsurlardır. Başa dönersek yani tarihi kim yapar sorusunun cevabını ararken bu konuda iki sapma vardır. Birincisi tipik burjuva ideolojisi olan tarihi bir tek liderler yapar sapağıdır. İkinci bir sapak ise buna karşı gösterilmiş bir refleksten çıkan “tarih öznesiz ve ereksiz bir süreçtir” biçiminde ortaya çıkan Marksizmin alanı içinde olan fakat bizi yanıltmakta olan sapmadır. Tarihi yapanlar ise bilindiği gibi kitlelerdir. Kitleler tarihi yaptığı için tarihin öznesiz olması Marksizm-Leninizm için imkansızdır. Bu yüzden Althusser’in aşağıdaki düşünceleri Marksizmin ilerlemesinden ziyade tıkanmasına neden olmaktadır.
“Bu iş böylece aydınlığa çıkınca tarihin “öznesi” sorunu ortadan kalkar. Tarih, motoru sınıf kavgası olan çok büyük bir sistemdir. Tarih bir süreçtir –öznesiz bir süreç-. “İnsanın tarihi nasıl yaptığı” sorusu temelli ortadan kalkmıştır; Marksist teori onu kesin olarak doğduğu yere göndermiş, burjuva ideolojisine atmıştır.”(L.Althusser,John Lewis’e Cevap, V Yayınları, Sayfa:18)
Althusser’in yukarıda değindiği unsur soyut ve anlaşılmaz kalıyor. Daha doğrusu bu cümlenin anlaşılabilir bir yanı yok. İnsan edimi ile tarih yapma arasında çok keskin bir ayrım bulunmamaktadır. Bizim kuşağın şimdiki Haziran ayaklanması geçmişin tarihi olacaktır. Yani Althusser’in kavramsallaştırdığı “tarih öznesiz ve ereksiz bir süreçtir ama politika bilim olmadığı için özneli bir süreç olabilir” şeklindeki tezi bugünü açıklamak için yeterlidir fakat geçmişi açıklayamaz. İnsanlık tarihinin en ileri aşamasına bilim diyerek(bu da tarih bilimi olmaktadır) ve bu bilimi öznesiz ve ereksiz süreç diye tanımlayarak o bilim aşamasındaki özneleri teorisi gözardı etmektedir. Halbuki Marx olayı farklı bir şekilde anlamaktadır ve sorunu farklı bir şekilde açıklamaktadır.
“İnsanların –tarihlerinin temeli olan- kendi üretici güçlerini seçmekte özgür olmadıklarını eklemeye de gerek yok kuşkusuz; çünkü her üretici güç, edinilmiş bir güçtür; daha önceki etkinliğinin ürünüdür. Bu nedenle, üretici güçler, pratik olarak kullanılmış insan enerjisinin sonucudur; ama bu enerjiyi de, insanın kendini içinde bulduğu durum koşullandırır; o ana kadar edinilmiş üretici güçler koşullandırır; kendilerinden önce ortaya çıkmış yani kendilerinin yaratmadığı, bir önceki kuşağın ürünü olan toplumsal biçim koşullandırır. Arkadan gelen her kuşak, kendini, bir önceki kuşağın edindiği üretici gücün sahibi olarak bulur; bu üretici güçler o yeni kuşağa, yeni üretim için hammadde olarak hizmet eder. İşte bu yalın gerçek nedeniyledir ki, insanlık tarihinde bir tutarlılık ortaya çıkar; bir insanlık tarihi biçimlenir; insanların üretici güçleri ve ona bağlı olarak toplumsal ilişkileri geliştiği ölçüde de tarih insanlık tarihi olur. Buradan, zorunlu olarak çıkacak sonuç şudur: insanlığın toplumsal tarihi, bunun bilincinde olasalar da olmasalar da her zaman, insanların bireysel gelişmesinin tarihidir.”(Marx-Engels, Seçme Yazışmalar 1, sayfa:31)
Görüldüğü gibi Marx tarihi açıklarken tarihin bir öznesi olduğundan bahsediyor ama kelimenin burjuva anlamında olduğu gibi saf bir özneden bahsetmiyor. Marx bir kuşağın önce kendi içinde bulunduğu duruma göre koşullandığını ama zaman içinde o kuşağın kendini üretici güç olarak bulduğu vakit tarih yaptığını belirtmektedir ve böylece o kuşaktan önceki kuşakta aynı deneyimleri yaşadığı için insanlığın toplumsal tarihi insanların bireysel gelişmesinin tarihi olmaktadır. Yani tarih determinist ve iradeci bir süreçtir ikisi birliktedir ve iç içedir. Diğer görüşler Marksizm adına sapmadır.
Althusser’in kendi tezi ile çelişkiye düşmesi
Bilindiği gibi benim gibi düşünen insanlar ana akım Marksizmi benimseseler bile eğer yaşadığımız dönemde biri bir teori geliştirip ana akım Marksizminden daha doyurucu bir açıklama yaparlarsa benim gibi düşünen insanların ana akım Marksizmde ısrar edeceğini sanmıyorum. Sorunda zaten buradan çıkıyor bizi “kaba” “vulgar” diye yaftalayanlar aslında kendi teorilerinin dünyadaki sorunları cevaplamada yetersiz kaldıkları için ve ne bizi ne de kitleleri peşinden sürükleyemedikleri için marksizm anlayışları, kitlelere karşı bir nefretten oluşan azınlığın marksizmine doğru evrilmiştir. Hiç çevrenizde post-marksist ve türevlerinin kitlesel bir örgütünü gördünüz mü?(ana akım kadar diyelim) hepsi ya dergi çevresi ya da yüzde 90 akademisyenlerden oluşmuş parti görünümlü derneklerden öteye geçememektedirler.
Onların teorik yetersizlikleri ve asla ana akım Marksizminin ötesinde bir teori geliştiremeyecekleri için bu gibi topluluklar günümüzde “Oligarşik Marksizmi” temsil etmektedirler. Bir nevi kitlelerin içine asla giremeyeceği(lafta imkan olsa bile) bir akademik oligarşiden oluşan Marksizmi inşa etmişlerdir. Post teorilerin tek varlığı kalem ve kağıda yazılmış birbirleri ardına dizilmiş çelişkili kelimelerdir çünkü kitleler yalnız var olanı bilebileceğinden olamayan bir şeyi bilemeyecekleri için gerçekte olmayan bir şeyin teorisini yapanları anlamamakta ve onlara sırtlarını dönmektedirler. Althusser’de bu post furyasını açtığı için hayatında bunun yansımalarını yaşamış pratik politik hayata katılımı sınırlı kalmıştır(hiç demiyorum sınırlı diyorum). Daha fazla uzatmadan neden böyle bir şey dediğimizi açıklayalım:
“Tüm bilimsel bilgiler, tüm alanlarda, bir öznesiz ve ereksiz sürecin sonucudur” (L.Althusser, John Lewis’e Cevap, V Yayınları, sayfa.24-25)
Althusser böyle bir şey dedikten sonra aşağıda söylediği cümleyi anlamak imkansız oluyor.
“Marx’a karşı çıkan tarih felsefecileri vardır ki sanki Marx hiç yaşamamış, bir bilim kurmamış gibi davranmaktadırlar.”( L.Althusser, John Lewis’e Cevap, V Yayınları,sayfa:28)
“Marx 1845’de kendinden önce var olmayan bir bilimin temellerini atmaya başlar: Bu tarih bilimidir.”( L.Althusser, John Lewis’e Cevap, V Yayınları,sayfa:33)
Anlayamadığımız nokta da tam burasıdır tüm bilimsel bilgiler öznesiz ve ereksiz bir sürecin sonucuysa Marx nasıl bilim kuruyor? Ya da nasıl kendinden önce var olmayan bir bilimin temellerini atıyor. Althusser her ne kadar tarih öznesiz ve ereksiz bir süreçtir dese de aslında o da tarihin özneli bir süreç olduğunu hiç çaktırmadan kabul etmek zorunda kalıyor.
Althusser’in kendisine gelen eleştiriler sonunda vermek zorunda kaldığı taviz
Althusser tarihe öznesiz ve ereksiz bir süreçtir diye tanımladıktan sonra en azından bu konuda aklı selime sahip Marksistler, Marx’ın 18 Brumeire’den alıntı yaparak tarihte özne olduğunu açıklamışladır. Fakat Althusser gene pes etmemiş ve teorisini kurtarmak için şöyle demiştir:
“Ama toplumsal tarihi pratikler eyleyicilerinin, zorunlu olarak özne olmaları, tarihin ne öznesi olmalarını gerektirir ne de özneleri. Eyleyici özneler tarih içinde, yalnızca üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin belirlenimi ve biçimleri içerisinde hareket ederler.” ( L.Althusser, John Lewis’e Cevap, V Yayınları ,sayfa:75)
“Buna göre , bireyler tarih içinde eyleyici özne olur ve tarih içinde üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin varoluş biçimlerinin belirlemeleri altında hareket ederler.”( L.Althusser, John Lewis’e Cevap, V Yayınları,sayfa:77)
Halbuki Marx olayı farklı koymaktadır:
“Yeni üretici güçlerin edinilmesiyle insanlar üretim tarzını ve üretim tarzıyla birlikte de belli bir üretim tarzı için uygun düşen ekonomik ilişkileri değiştirirler” Marx-Engels, Seçme Yazışmalar 1, sayfa:32)
“Proudhon’a göre, soyutlamalar, kategoriler birincil nedenlerdir. Ona göre tarihi yapan insanlar değil, kategorilerdir. Soyutlama, yeni insanlardan ve onların maddi etkinliklerinden ayrı olarak alınmış bu biçimdeki kategori, ancak ölümsüz, değiştirilemez sabit arı usun bir varlık biçimdir; bu da yalnızca, bu biçimdeki soyutlamanın soyut olduğunu söylemenin başka yoludur. Hayran olunası bir totoloji.” (Marx-Engels, Seçme Yazışmalar 1, sayfa:38)
Yazımızı nihayete erdirirken gördüğümüz gibi Althusser’in dediği gibi sırf tarih içinde değil tarih yaparken de özne vardır. Marksizm için önemli olan öznenin sınırları nereye kadar ulaşırdır. Eğer Marksizmi ilerletmek isteyen birileri varsa bunu öznenin reddi üzerinden değil günümüz koşullarında öznenin sınırı nedir diye yapılacak bir analiz sonucunda Marksizm ilerleyebilir. Yoksa teorimiz ve pratiğimiz proletaryanın ve müttefiklerinin kurtuluşuna hizmet etmeyen bir sapağa saplanır bu sapak küçük burjuva ideolojisinin günümüzdeki bir yansıması olan akademik alana sıkışmış Marksizmdir bu tür Marksizmin özelliği hayatını devam ettirmede bir sıkıntısı olmayanların yaptığı ve bu özelliğinden dolayı sınırlı bir kesime hitap eden ve bundan dolayı bizim tanımımızla söylersek “Oligarşik Marksizmdir”. Marksizmin yüce ideolojisi akademik kendi kendini haz etme ideolojisi olan “Oligarşik Marksizmden” bizi korusun!
Halid Özkul Daha önce de yazmıştım Francis Wheen’in okunması faydalı ve zevkli; ezberleri yerle bir eden kitabı “Karl Marx-Das Kapital/Biyografi” (güncel yay.2006) içinde Althusser’in eşini öldürdükten sonra hapishane yerine akıl hastanesine kapatıldıktan sonra yakın bir akademisyen dostuna hayatı boyunca Kapital’lerin kapağını açmadığını itiraf etmesi suskunluğa getirilir. Althusser yıllarca burjuvazinin ona sunduğu parlatma imkanı ile Sorbonne’da “Kapital’leri Okumak” adlı burslar vererek her milletten “belgeli Murat”ların yetişmesine hizmet etmiştir. Öğrencisi Etienne Balibar tarafından hazırlanan onu dünyada parlatarak “Batı marxizmi” denen dezenformasyonun yıldızı haline getiren işlevin buradaki yayıcılarının da Belge-Birikim takımı başta “yetmez ama evet” mücidlerinden Belgeli Murat’ın olması da rastlantı değildir. Bellek tazelemek her zaman iyidir, bizim burjuva formasyonlarına karşı tetikte olmamıza yardımcı olur….