Plazalardan Tarımın Geleceğine Bakış

PLAZALARDAN TARIMIN GELECEĞİNE BAKIŞ

TÜSİAD geçtiğimiz hafta hazırladığı altıncı tarım raporunu yayınladı. Bir haftadan bu yana tarım sektörünün temel unsuru olan çiftçi örgütlerinden ve diğer meslek odalarından hiçbir eleştiri gelmedi. Bizim eleştirimiz de ‘’çölde bir kum tanesi’’den farksız olacak ama yine de dile getirelim. Çiftçinin sesi, yüksek güvenlikli ve lüks plazalarda ülke tarımını dizayn edenlerin yanında hiç kalır ama susmak kabullenmektir. Onun için gördüğümüzü aktaralım.

TÜSİAD örgütsel yapısı itibariyle hazırladığı ve bundan sonra hazırlayacağı tüm raporları kendi çerçevesinden bakacaktır. Bu son derece doğal bir durumdur. Doğal olmayan ise TÜSİAD’ın hazırladığı raporlar her dönem siyasal iktidarın uygulamalarına yön verirken toplumun diğer kesimlerinin buna sessiz kalması hatta desteklemesidir.

TÜSİAD tarım konusundaki çalışmalarını 2000 yılının ilk aylarında ‘’Tarım Politikalarında Yeni Denge Arayışları’’ adıyla başladı. Hatırlanacağı üzere o dönemde IMF ve Dünya Bankası tarımsal desteklerin azaltılmasına ve dünyada örneği 1-2 ülkede görülen ve büyük toprak sahiplerinin işine gelen Doğrudan Gelir Desteğini öneriyor hatta dayatıyordu. Yine bu kurumların dayatmalarıyla ‘’özerklik’’ adı altında Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri tasfiye edildi. Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri çiftçiyle olan ilişkisini bu kurumların direktifleri doğrultusunda yeniledi. O dönemdeki raporda önerilen politikalar sonucu öncelikle bitkisel üretimde ve genelde tarımın bütün disiplinlerinde çöküşü hızlandıracak politikalardı. Sonuç da öyle oldu. Yaşadıklarımız bize gösterdi ki birinci raporla önerilen politikalar sonucu çiftçi tasfiye sürecine sokuldu.

Birinci raporda eksik kalan kısımları tamamlayan ikinci rapor 5 yıl sonra Haziran 2005’te “Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği’ndeki Gelişmeler Işığında 21.Yüzyılda Türkiye Tarımı” adı ile yayınlandı.

Rapor özetle Türkiye tarımının dönüşümünü sağlaması gerektiğini, bu dönüşümün biz istesek de istemesek de gerçekleşeceğini vurguluyor. Eğer dönüşümü kendimiz yapmazsak Dünya Ticaret Örgütü’nün bunu zorla yapacağı vurgulanıyor. Raporun hazırlandığı dönemde önceki yıllarda yapılan desteklemelere göre yaklaşık yedi katlık bir düşüş yaşanmıştı. Buna rağmen rapor, destekleme oranlarının hala çok yüksek olduğunu vurguluyor ve Türkiye’nin hayvancılıkta şansının hiç olmadığını ithalattan korkulmaması gerektiğini, ithalatla birlikte geleneksel tarım yöntemlerini uygulayan küçük işletmelerin başka alanlara yatırım yapacağını ve/veya başka sektörlerde iş gücü olarak değerlendirileceğini öngörüyordu.

Özetle; kapıları açın, ithalatı serbest bırakın, desteklemeleri daha da düşürün ‘’ölen ölsün kalan sağlar bizimdir’’düşüncesini diplomatik bir dille söylüyordu.

İlk iki raporla yol haritasını çizen ve hükümete sunan TÜSİAD üçüncü rapor için beş yıl beklemedi. “Türkiye’de Tarım ve Gıda; Gelişmeler, Politikalar ve Öneriler” başlıklı raporu 2008 yılı mayıs ayında açıkladı.

Bu raporun özü, Türkiye’nin diğer ülkelerin hayvan ve süt ürünleri cenneti olmasını sağlamasıdır. Bu raporla o dönemlerde aklı başında hemen herkesin karşı çıktığı hayvan

başına destekleme ödeme sisteminin uygulamaya koyulması ile aile işletmelerinin köküne dinamit kondu..

Bu raporun hayvancılık sektörüne özel bir ağırlık vermesinin nedeni, bazı TÜSİAD üyelerinin sektöre büyük paralar yatırmış olmasıdır. Parayı verdin mi düdüğü de çalarsın, raporu da hazırlatırsın destekleme politikalarını da değiştirirsin. Sonuç; Türkiye hayvansal ürünler açısından bir ithalat cenneti oldu.

TÜSİAD dördüncü rapor için 6 yıl bekliyor ve “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Rekabet Gücü’’ başlığıyla bir rapor daha yayınlıyor. Raporla gıda güvenliğindeki bilgi kirliliği, kooperatifçilik, ar-ge ve inovasyonun önemi vurgulanıyor. Genel tarım politikalrında TÜSİAD açısından olumsuz bir durum yok. Her şey yolunda.

2016 yılında ki beşinci raporunda “Yapısal Sorunlar Perspektifinden Gıda Enflasyonu” başlığıyla gıda enflasyonu inceleniyor. Ancak tarımsal girdi maliyetlerinin artışından daha önceki raporlarda olduğu gibi yine bahsedilmiyor. Tarımdaki yapısal sorunlar, yani hala ayakta kalabilen küçük aile işletmeleri, tarımda yetersizliğimiz olarak öne çıkarılıyor.

Oysa 2015 yılında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) bu yılı küçük aile işletmelerinin önemini vurgulamak üzere ‘’Aile İşletmeciliği’’ yılı ilan etmişti. Bizde ise küçük aile işletmeleri büyük bir sorun. (!)

Geçen hafta altıncı rapor “Tarım ve Gıda 2020” üst başlığı “Sürdürülebilir Büyüme Bağlamında Tarım ve Gıda Sektörünün Analizi” alt başlığıyla yayınlandı.

Raporun adı insanın içine ümit veriyor ama içeriğini okuyunca öyle olmadığını fark ediyorsun. Rapor bütüncül bir politika öneriyor ama bu politikanın içinde girdi maliyetleri yine yok. Bütüncül politikaların içerisinde en fazla lojistik ve lisanslı depoculuk sektörüne destek vurgulanıyor. Küçük aile işletmeleri yine sorun olarak değerlendiriliyor. Üretici açısından yeni bir öneri yok. Sözleşmeli tarım modeli öneriliyor. Bu model yıllardır uygulanmakta ve hükümetler yıllardır bu modelin sakat yönlerine bir düzenleme getirememektedir. Sözleşmeli yetiştiricilik modeli hali hazırda şirketlerin sizi öldürmeyecek kadar ekmek ve su verdiği bir model.

Son raporda öne çıkan bir diğer başlık ise dijital tarım uygulamaları. Yıllardır yoğun teknoloji sömürüsü altındaki üreticiye dijital tarım uygulamaları öneriliyor. İthalat ve ürün fiyatlamasına yönelik hiçbir değerlendirme yok. Olmasını da beklemek saflık olur.

Sonuç olarak; senaryo yazılmış, yönetmen bulunmuş, başrol oyuncuları pazarlıkları bitirip kazanacakları büyük paraların hesabıyla meşgul. Figüran belli zaten. Her geçen gün kötüye giden köylü, durumunu sorgulamıyor büyük bir yalana inanmış çılgınlar gibi alkışlıyor. Yazı çok fazla uzadı. TÜSİAD’ın bugüne kadar hazırladığı raporların özetini ve sonucunu vermeden son raporu değerlendirmek doğru olmazdı. Son sözü Einstein’a bırakalım. Albert Einstein’ a göre ‘’ "Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.

Sizce nedir?

15-03-2020/BANDIRMA