Pontus Krallığı ve Roma Savaşları

MITHRADATES VI EUPATOR 
Roma’nın Büyük Düşmanı
 
Murat ARSLAN 

 

Sicilia’lı tarihçi Diodoros’a1 göre, Pontos eskiden göldü. Zamanla kendisini besleyen ırmakların getirdiği sularla yükselerek yatağından taştı.Europe ve Asia arasında yayılarak etrafındaki yerleşimleri sel suları altında bıraktı. Ardından, önce Bosporos (İstanbul Boğazı) daha sonra  da Hellespontos’ta (Çanakkale Boğazı) kendisine kanal açarak Aigaion Pelagos’la (Ege Denizi) birleşti. Böylelikle, Akdeniz’i de yükseltti. Bu  denizin kenarındaki yerleşimleri sular altında bıraktı. Diodoros’a göre  bu yüzden, Samothrake (Semadirek) Adası’ndaki denizcilerin balık tutmak için attıkları ağlara, sel altında kalan eski uygarlıkların kalıntıları takılmaktaydı. Diodoros’un anlattığı bu efsane, uzun zaman eskiçağ tarihçileri ve modern bilim adamları tarafından ciddiye alınmadı

Ancak 1990’lı yıllarda, Karadeniz’de yapılan bilimsel araştırmalar  efsanenin ardındaki gerçeği ortaya çıkartmıştır. Son Buz Çağı’nda, yani  günümüzden 18.000-20.000 yıl önce Karadeniz’in bir göl olduğu ve şimdiki yüzölçümünün3  yarısından daha küçük bir alanı kapladığı kanıtlanmıştır. Karadeniz’in evrimini antik ve modern veriler ışığında inceleyen okyanus bilimciler ve jeologlar Buz Çağı’nın son evresinde  havaların ısınmaya başlamasıyla birlikte, buzulların eriyerek kuzeye çekildiği  ve suların bugünkü Karadeniz havzasını doldurduğu sonucuna ulaşmışlardır. Ayrıca bu gölün suları taşarak Bosporos kanalını  açmış, Propontis’i (Marmara Denizi) meydana getirmiş ve Hellespontos Boğazı üzerinden Akdeniz’le birleşmiştir4  . Bazı okyanus bilimcileri ve jeologlara  göre5 n, Karadeniz’in yükselmeye başlaması Neolitik Dönem’de (İÖ. ca.7460-ca. 6820) hızlı bir şekilde olmuştu. Öyle ki, Karadeniz’in kuzey  steplerindeki düzlüklerde bu genişleme süreci günde yaklaşık 1.6km’ye  (?) kadar ulaşmıştı. Sualtı sondajları, Karadeniz’in eski havzasının bugünkü seviyesinden 50-150m daha aşağıda olduğunu göstermektedir. Bu  bakımdan olsa gerektir ki, Diodoros’un binlerce yıl öncesinden kavradığı Karadeniz’in bu evrimi, kendini Hellen mitolojisinde çeşitli şekillerde göstermiştir6

Pontos [πόντος] kelimesi ilk olarak Homeros’ta karşımıza çıkmaktadır.  Ozan pontos sözcüğünü hem geniş ve büyük denizler hem de kendi başına deniz anlamında kullanmıştır. Ancak eserlerinde Karadeniz’den bahsetmediği için, burayı ne şekilde adlandırdığı bilinmemektedir8. Homeros’la hemzaman diğer yazarlar ise, antikçağın en büyük denizi olarak düşündükleri Atlantik Okyanusu’nu nitelerken deniz anlamına gelen  pontos ifadesini kullandıkları gibi, Karadeniz’i de ikinci bir okyanus  olarak algılamışlar ve ona sadece ‘Pontos’ demişlerdir9 . Strabon10, bu durumu insanların Homeros’tan bahsederken ona sadece ‘Ozan’ demelerine benzetmiştir.  Bununla birlikte πόντος terimi Hellen kökenli bir kelime değildir. Pont- ya da bent- kökünden türetilmiştir. Karadeniz havzasında ikamet
eden Thrakia ya da Armenia dillerinden Hellence’ye adapte edilmiş  olduğu düşünülmektedir. Yol ya da geçiş yeri anlamında olabilir. Latince’deki pons (köprü) ile aynı kökten gelmektedir. Bu bakımdan pontos sözcüğünün temel anlamı, deniz üzerindeki yol, deniz yolu olup,  zaman içinde deniz anlamı kazandığı sanılmaktadır 11. Öyle ki, Karadeniz’le çeşitli nedenlerle ilişkiye geçen Hellenlerin buraya verdikleri  Pontos ismi, bu deniz kıyısında ikamet eden otokton halkın kullandığı dilden kaynaklanıyor olsa gerektir12.
Akdeniz havzasında yaşayan halklar en eski zamanlardan itibaren ticaret yaparken, yurtlarını değiştirirken, koloni kurarken ya da uzak ülkelere sefer düzenlerken karadan ziyade, daha çabuk ve zahmetsiz olan deniz yolculuğunu tercih etmişlerdir. Denizci bir millet olan Hellenlerin
Geç Bronz Çağı’ndan (İÖ. ca. 1600-İÖ. ca. 1200) itibaren Karadeniz’le ilişki içine girdikleri bilinmektedir. Coğrafi keşif, maden arama13 , macera, ticaret amacıyla Karadeniz’e yelken açmışlar ve bölgenin yerli halklarıyla temasta bulunmuşlardır. Bunlardan bazıları kentlerine döndükle-rinde, Karadeniz’e yaptıkları yolculuk sırasında başlarından geçen olayları, gördükleri bölgelerin topoğrafyasını, flora/faunasını, iklimini, oralarda ikamet eden kavimlerin adetlerini ve duydukları şeyleri genellikle kendilerini dinleyenlerin merakını cezp edecek şekilde abartarak ve değiştirerek hikaye etmişlerdir. Öyle ki, bu hikayeler birçok toplumda  olduğu gibi, zaman içinde gelişip şekillenerek yerlerini efsanelere bırakmışlardır
14. Bu bakımdan, Hellen mitolojisinde ve edebiyatında tanrılar ve kahramanlar çeşitli nedenlerle Karadeniz’i ziyaret etmiş ve bu  coğrafyada belirli süre ikamet etmişlerdir15. Bununla birlikte Hellenlerin
Karadeniz’le doğrudan tanışmaları Troia Savaşı’ndan sonra, Ege Adaları  ve Küçük Asya sahillerindeki Ion kolonizasyon hareketleri sırasında  gerçekleşmiştir. Her ne sebeple olursa olsun, Akdeniz için  yapılmış  gemilerle Karadeniz’e gelen ilk denizcilerin, bu denizin kuvvetli akıntıları, sık sık oluşan sisleri, önceden tahmin edilemeyen –aniden patlak  veren– fırtınaları  16, yüksek dalgaları, adaların ve sığınacak limanların  azlığı 17; sahil boyunca ikamet eden kabilelerin düşmanlığı nedeniyle çoğunlukla telef oldukları kesindir18. Zira Hellenler tarafından ‘barbar’
olarak adlandırılan bu kavimlerin, sahillerine çıkan yabancıları katletme 19 ya da tanrılarına kurban olarak sunma gibi adetleri vardı  20. Ancak  bu gemiciler, sahillerinde vahşi kabilelerin yaşadığı bölgelere seyahat  etmenin ötesinde, Pontos olarak adlandırılan bu fırtınalı ve meçhul denizin tehlikelerinden korkmuşlardı. Bu yüzden Pontos’a  =misafir/yabancı sevmez epitheton’u=lakabı takmışlardı
21. Bu iki kelimenin bir araya gelmesinden, Hellenlerin Karadeniz’e verdikleri isim Misafir Sevmez Deniz (= Aksenos Pontos [῎Αξενος Πόντος]) ortaya
çıkmıştır.
Diğer yandan bazı bilim adamlarına göre22, Pontos’a verilen aksenos  sıfatı, misafir sevmezden başka bir anlama da gelebilirdi. Zira, Avestan  (Sanskritçe: Eski Pers/İran dili) dilinde axšaena sıfatı koyu renk, siyah, gece mavisi anlamına gelmekteydi. Bu bakımdan Karadeniz sahillerinde  yaşayan ulusların, günümüzde olduğu gibi, antikçağda da Pontos’un  siyaha çalan suları nedeniyle denize, bu sıfatı vermiş oldukları düşünülmektedir. Erken Dönem Hellen denizcileri de Pontos’a geldiklerinde, bu  denizi Avestan dilindeki axšaena ile özdeşleştirip ἄξενος olarak adlandırmış olabilirlerdi23.
İÖ. 750-550 yılları, Hellenlerin Akdeniz ve Karadeniz’de büyük kolonizasyon hareketine giriştikleri dönem olarak kabul edilir24. Pla-ton’un25 deyimiyle, Hellenler kısa süre içinde =tıpkı bir
havuzun kenarında yaşayan karıncalar ve kurbağalar gibi deniz kıyısında yerleşmişlerdi. Akdeniz’i büyük ölçüde iskan ettikten sonra
Hellespontos ve Propontis’te koloniler kurmaya başlamışlar; ardından fırtınaları ve sahillerinde ikamet eden vahşi insanlarıyla ün salan Pontos’a yelken açmışlardır. Fakat, bu sefer Hellen denizciler şüphesiz daha  önceki acı tecrübelerinden ders almış, gemilerini Karadeniz’in akıntılarına ve dalgalarına daha dayanıklı hale getirmişlerdir. Gemi teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak, eskiden kullanılan otuz kürekli (= triakontērēs  teknelerin yerini, elli kürekli (= pentēkontērēs  teknelerin alması Karadeniz’de eskiye  nazaran daha güvenli bir şekilde seyahat etmelerini sağlamıştır
26. Bu bakımdan Hellenler, Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi), Sinope,  Amisos (Samsun), Kotyora (Ordu), Kerasos (Giresun), Trapezus etc.  gibi hemen hemen Karadeniz sahillerinin bütün önemli liman ve koylarında tarım, maden, balıkçılık ve ticaret amaçlı birçok koloni kurabilmiş- lerdir27. Dahası, Europe ile Asia arasında, elips şeklindeki kıyılarının
kıvrımları her iki yöne doğru uzanan bu denizi ve coğrafyasını daha
yakından tanıma imkanı bulmuşlar ve Pontos’un şeklini Skythia yayına
benzetmişlerdir28. Ardından, Pontos’un buğday, darı, kurutulmuş balık
gibi nimetlerini; kereste, demir, gümüş ve altın gibi değerli madenlerini
Akdeniz havzasına taşımaya başlamışlardır. Böylelikle Pontos, Hellenler
için artık vazgeçilmez bir deniz olmuştur. Öyle ki, Karadenizi ‘Misafir
Sevmez’ deyip kızdırmaktansa –yani söylenmesi çirkin ya da ağır görünen bir sıfatı doğrudan doğruya söylemektense–, hiddetini en aza indirgeme ümidiyle –kulağa daha hoş gelen bir sıfat kullanmışlar– Misafir
Sever Deniz (= Euksenos Pontos [Εὔξενος Πόντος]) demeyi tercih
etmişlerdir29. Bu surette gemiciler, bir bakıma deniz tanrılarını teskin
ederek, onların gazaplarından korunma yoluna gitmiş olabilirler. Sebebi
her ne olursa olsun, bu isimlendirme antikçağ literatüründe genel kabul
görmüş ve birçok yazar tarafından Pontos, euksenos olarak adlandırılmıştır
30. Başlangıçta pontos [πόντος] kelimesi Hellenler tarafından kendisine
yakıştırılan aksenos–euksenos sıfatlarıyla Karadeniz’i nitelemesine karşın, zaman içinde önce bütün Karadeniz etrafındaki sahilleri, daha sonra
da Kuzey Anadolu’nun doğu kıyılarını kapsayan coğrafi bir bölge anlamı kazanmıştır. Zira, Cicero’nun31 “Tarihin Babası” olarak nitelendirdiği Halikarnassos’lu Herodotos32, İÖ. V. yüzyılda, pontos terimini οἱ
τὸν Πόντον οἰκέοντες=Pontos’ta ikamet edenler; diğer bir pasajında
ise33, οἱ ἐκ τοῦ Πόντου στρατευόμενοι=Pontos’tan sefere çıkanlar
şeklinde kullanmakla, denizden ziyade Karadeniz sahillerini kastetmiştir. Herodotos tarafından başlatılan pontos teriminin bu çeşit kullanımı
antikçağ yazarları tarafından benimsenmiştir. Öyle ki, pontos kelimesiyle bazen denizi, bazen sahil kesimini, bazen de Küçük Asya’nın kuzeydoğusundaki bölgeyi ifade etmişlerdir34.
Zamanla pontos ismi, Hellen ve Latin yazarları tarafından Pontos’lu/Pontos’a ait (= Pontikos [Ποντικός]/Ponticus) şeklinde sıfatlaştırılarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu durum kendini Pontos’a ait cansız
nesnelerde35 olduğu kadar, bölgede ikamet eden halkları, insanları
36
 ve
hatta kentleri niteleyen bir anlam kazanmıştır. Bu bakımdan Pontos kıyısında kurulmuş olan Herakleia Pontike37 (Pontos Herakleia’sı) kenti
günümüzde dahi Karadeniz Ereğlisi olarak adlandırılmaktadır. Fakat
Pontos’un antikçağdaki asıl ünü, bir Pers soylusu olan Mithradates I
Ktistes tarafından, İÖ. ca. 301 yılında Anadolu’nun kuzeydoğusunda
Iris (Yeşilırmak) ile Lykos (Kelkit) havzalarında kurulan ve Hellenistik
Dönem boyunca genişleyerek büyük bir devlet haline gelen Pontos Krallığı’nın isim babalığını yapmasıyla ön plana çıkmıştır
38. Bu durum, söz
konusu krallığın Romalılar tarafından yıkılmasından sonra, İÖ. 64 yılında Kuzey Anadolu sahillerinde oluşturulan Roma eyaletinin provincia
Pontus et Bithynia adı altında kurulmasına neden olmuştur39. Gene aynı
sebepten, İÖ. 47 yılında Caesar’ın komutanlarından Domitius Calvinus,
VI. Mithradates’in oğlu II. Pharnakes’e karşı Pontus Bölgesi’nden topladığı birliklere legio Pontica=Pontus legio’su40; gemilere ise, Ponticae
naves=Pontus donanması
41 adını vermiştir.
Bununla birlikte burada altını çizerek belirtmek gerekir ki; geçmişte
olduğu gibi, bugün de kullanılan Pontos Krallığı ifadesi gelenekleşmiş bir önyargının sonucudur. Hellenistik Dönem krallıklarının hiçbiri, hiçbir zaman kendilerini bir bölgenin coğrafyasıyla tanımlayıp, o topoğrafyayla sınırlamamıştır. Bu bakımdan, söz konusu ifade Romalıların, İÖ.
129 yılında Anadolu’nun batısında, Pergamon Krallığı’nın topraklarının
bir kısmında kurdukları eyalete provincia Asia=Asya Eyaleti demeleri
gibi, yapay bir tanımlamadır
42. Ayrıca, I. Mithradates’in krallığını ilan
ettiği bölge, gerçekte –de facto– Pontos’tan ziyade, ἡ πρὸς τῷ Πόντῳ
Καππαδοκία=Pontos Kappadokia’sı
43 ya da Καππαδοκία ἡ περὶ τὸν
Εὔξενον=Euksenos çevresindeki Kappadokia44 olarak adlandırılmaktaydı. Belki de bu yüzden, Birinci Mithradates-Roma Savaşı sırasında,
İÖ. ca. 86/85 yılında VI. Mithradates’e karşı ayaklanan Ephesos’lular
yayımladıkları dekrette45 ondan Καππαδοκί[ας Βασιλεύς]=Kappadokia Kralı(?) olarak söz etmişlerdir46. Fakat antikçağda, Augustus Dönemi (İÖ. 27-İS. 14) yazarları
47 tarafından başlatılan ve İS. II. yüzyıl  Roma tarihçileri48 tarafından pekiştirilen Ποντικὴ Βασιλεία=Pontos
Krallığı ifadesi günümüz tarihçileri tarafından da benimsenmiştir49.
Bu durum, Roma’nın devamı olan Doğu Roma İmparatorluğu’na bugün ‘Bizans’ demekle, bir fark haricinde, aynıdır. O da, Doğu Roma’nın
imparatorları ve halkı kendilerini daima Romalı olarak adlandırmıştır.
Bu fenomen sayısız antik kaynak ve epigrafik belgede açıkça belirtilmiştir. Fakat ‘Pontos Krallığı’ olarak isimlendirilen söz konusu krallığın
hüküm sürdüğü zamanlarda gerek kralların gerekse halkın kendilerine
ne ad verdikleri kesin olarak bilinmemektedir. Krallığa ait antik kaynaklar, Hellen ve Latin yazarlarının eserlerinden ibarettir. Epigrafik
belgelerden günümüze ulaşan yazıt sayısı ise, oldukça sınırlıdır. Bunun
nedeni, söz konusu krallığın en önemli ve aynı zamanda son kralı olan
Mithradates VI Eupator’un, Roma’nın en büyük düşmanı olmasıdır. Bu
yüzden Romalılar, krallığı ele geçirdikten sonra, VI. Mithradates’i
damnatio memoriae’a uğratmışlar ve onu anımsatacak her türlü nesneyi ortadan kaldırmışlardır. Nümismatik eserler üzerinde ise, krallıktan
ziyade basıldıkları kentin ya da kralın adı yer almaktadır. Sonuç olarak
bu krallığın antikçağda kendini nasıl tanımladığını bilmediğimizden
dolayı, biz bu çalışmamızda, Roma İmparatorluk Dönemi’nden günümüze değin antikçağ yazarları ve modern tarihçiler arasındaki ortak
kanıyı –communis opinio– sürdürerek, söz konusu Hellenistik krallığı
ve bölgeyi Pontos olarak adlandırmaya devam edeceğiz. Bununla birlikte Pontos, antikçağdan günümüze değin etrafında yaşayan halklara ve kendisiyle irtibat içine giren uluslara göre, çeşitli isimler almaya devam etmiştir. Doğu Roma kaynaklarında Karadeniz’e genellikle sadece ‘Pontos’ denmektedir. Doğu Romalılardan bu ismi öğrenerek kendi dillerine adapte eden Araplar ise, Karadeniz’i çoğunlukla
Bahr-i Buntus yani “Deniz Deniz” olarak adlandırmışlardır. Yine de
Ortaçağ boyunca Arap ve Osmanlı yazmalarında zaman zaman Karadeniz’in sadece bir kentle özleştirilerek “Trabzon Denizi” ya da “Konstantinopolis Denizi” şeklinde adlandırıldığı görülür. Karadeniz’le ticaret
ilişkisine geçen Ortaçağ Avrupalılarından İtalyanlar ise, Osmanlıların bu
denize verdikleri Bahr-i Siyah/Kara50
 sıfatından yola çıkarak onun yan
anlamlarından biri olan büyük sıfatını bu denize yakıştırmışlardır. Bu
yüzden Karadeniz’e ‘Büyük Deniz’ anlamında Mare Maius ve Mare
Maggiore demişlerdir. Zaman içinde Karadeniz’in Rus, Bulgar, Gürcü
Denizi olarak adlandırıldığı olmuştur. Fakat Türklerin Anadolu’ya girişinden itibaren Selçuklular ve Osmanlılar zamanında hemen hemen bütün yazılı belgelerde, Karadeniz adı yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Her ne kadar, Karadeniz ifadesi Osmanlı kaynaklarında İS. XIV.
yüzyıldan itibaren değişik formlarda karşımıza çıksa da geniş çevrelerce
kabul edilip evrensel kullanımının yaygınlık kazanması; ancak İS. XVII.
yüzyıldan itibaren gerçekleşmiştir. Bu durum Karadeniz havzasında
ikamet eden halklarda olduğu kadar diğer dünya milletleri tarafından da
benimsenmiştir. Öyle ki, artık Türkçe’deki ‘Karadeniz’ ifadesiyle; Rusça, Ukraynaca, Bulgarca Corne More; Gürcistanca shavi zghva ile Yunanca Maure Thalassa, İngilizce Black Sea, Almanca Schwarzes Meer,
Danimarkaca Sortehavet etc. aynı anlama gelmektedir51. 
-

B. Pontos Bölgesi’nin Tarihsel Coğrafyası’na Genel Bakış 

Antikçağda Romalılar tarafından Pontos olarak adlandırılan bölgenin
kuzey sınırını Karadeniz52, batı sınırını, Paphlagonia’lıların bölgesinden
Halys sayesinde ayrılan yöre oluştururdu53. Güneybatıda, Galatların
Trokmoi kabilesinin yerleşim bölgesiyle sınırını Aşağı Halys (Kızılırmak) havzası ve Halys’ün bir kolu olan Kappadoks (Delice Çay) ile
Skylaks (Çekerek) ırmağının yüksek havzası belirlerdi54. Güneyde,
Kappadokia sınırı Tauros’lara paralel dağlık bir bölge olan Khammanene yöresinin en batı ucundan başlar; sarp çıkışlı tahkim edilmiş bir
Dasmenda hinterlandından geçer; önce Saravene ardından da Laviansene arazisinin en doğu ucuna kadar uzanırdı
55. Güneydoğuda, Iris ve Halys’ün kaynakları arasında bölge sınırı devam eder; doğuda, Lykos’un (Kelkit) kaynağının 56  aşağısındaki Armenia Minor’a karşı ve  Trapezus’un doğusundaki Kolkhis’e doğru uzanırdı
57. Bölgenin Kolkhis  ile olan sınırını ise, Gürcü dilinde Adcharistsqali diye tanımlanan Absarros/Apsarros Irmağı belirlerdi58.Pontos kendi içinde, esas itibariyle birbirlerinden göze çarpan farklılıklarla ayrılan dört doğal bölgeye ayrılarak incelenebilir. Bunlar sırasıyla: Iris (Yeşilırmak) ve Lykos vadileri ve onların yan kolları tarafından
yaratılmış çekirdek bölge; Halys’ün yukarı tarafındaki yüksek bölge;
Halys ve Iris vadileri tarafından yarılmış Kuzey Anadolu dağlık bölgesi
ve Halys’ün ağzından Trapezus’un doğusuna ve Apsarros Irmağı’na
kadar uzanan sahil şeridi olarak ele alınabilir59.
Bunlardan birincisi, Iris ve Lykos vadileri ve onların yan kolları tarafından yaratılmış olan bölge; ılıman iklimi, bereketli toprakları nedeniyle zengin hububat ve narenciye üretimine sahipti. Yörenin içinden akan
ırmak havzalarının her iki yakasında verimli topraklar bulunurdu. Burası
adeta teraslanmışçasına birbiri üzerinde yükselen ovaları ve platolarıyla
tarımsal ve hayvansal üretim yönünden Pontos’un çekirdek bölgesini
meydana getirirdi. Yörenin güçlü bir ekonomiye sahip olması, onun aynı
zamanda endüstriyel ve ticari bakımdan gelişmesine ön ayak oldu. Bu
durum beraberinde, yörenin gerek kendi içindeki yerleşim dokusuyla
gerekse Küçük Asya ve diğer komşu bölgelerle bağlantısını sağlayan iyi
derece örgütlenmiş, düzenli antik yol ağına sahip olmasını sağladı.
Strabon60 kendisinin bu yöre üzerindeki yoğun bilgisine dayanarak
tek bir bölge alanını pek çok yöreye ayırmıştır. Bunlardan Halys ve Iris
ırmaklarının aşağı akıntı havzaları arasında yer alan Phazemonitis
[Φαζημωνῖτις] yöresi, ismini buradaki Phazemon (Vezirköprü) adlı
köyden almıştı
61. Yörenin kuzeyi, Gazelonitis, Saramene ve Amisos’luların territorium’uyla sınırdaştı. Batısı, Halys; doğusu Iris ırmakları ve
Phanaroia yöresiyle; güneyi ise, Amaseia’lıların arazisiyle çevriliydi.
Yöredeki ovaların büyük bir bölümü ağaçsız olup hububat ekimine elverişliydi62. Yöre, bereketli topraklarının yanı sıra, zengin doğal kaynaklara sahipti. Phazemonitis’in güneyindeki dağlarda zengin gümüş yatakları
bulunurdu63. Ayrıca yörede, sağlık açısından son derece yararlı, şifalı
sıcak su kaynakları mevcuttu64. Phazemonitis’in güneyinde, Phanaroia’ya
doğru uzanan kısımda, verimli tahıl ve otlak alanları arasında balık yönünden zengin, denize benzeyen Ladik Gölü (= Stiphanē limnē
[Στιφάνη λίμνη]) yer alırdı. Bu gölün etrafı özellikle her çeşit hayvan yetiştirmeye elverişli otlaklarla kaplıydı
65. Buralarda eşek, katır
66, keçi,
koyun, sığır ve öküz67 beslenirdi. Gölün kenarında Laodikeia kenti68,
Ikizari 69 Kalesi ve Pontos krallarına ait bir saray bulunurdu70. Ayrıca her
biri gaga şeklinde uzanan yüksek ve sarp bir dağın üzerinde, bol sulu
sarnıçlar bakımından zengin Sagylion71 Kalesi konuşlandırılmıştı. Burası stratejik öneminin yanı sıra, yörenin korunmasında ve savaşlar sırasında Pontos krallarına birçok bakımdan faydalı olmuştu  72.Phazemonitis’in biraz güneyinde, ormancılığın ve hayvancılığın bütün çeşitleri bakımından oldukça zengin Amaseia territorium’unun güney batısı ile Iris’in aşağı havzasını kapsayan (= Gazakēnē [Γαζακηνή])
yöresi yer alırdı. Yörenin en önemli kenti73 antikçağın ünlü coğrafyacılarından Strabon’un vatandaşı olduğu Pontos Krallığı’nın eski başkenti
Amaseia’ydı
74. Kent arazisinin bir kısmı ormanlar, bir kısmı atlar ve
büyük/küçük her çeşit hayvan yetiştirilmesine uygun otlaklarla kaplı
olmasının yanı sıra; aynı zamanda hem tarıma hem de bağ ve bahçeciliğe elverişli geniş topraklara sahipti. Bu bakımdan yöre, günümüzde
olduğu gibi, antikçağda da meyveleriyle ünlüydü. Strabon75 her fırsatta
vatandaşı olmakla övündüğü, Pontos’taki bütün yörelerin en büyüğü ve
en iyisi olan doğduğu kenti şöyle tasvir eder:
“Benim kentim, içinden Iris Irmağı’nın aktığı geniş ve derin bir
vadide kurulmuştur. İnsan emeği ve doğa buraya hem kent hem
de kale karakterini olağanüstü bir şekilde sağlamıştır. Zira burası yüksek ve çok sarp bir kaya olup dimdik Iris Irmağı’na doğru
iner ve ırmak tarafında, kentin kurulmuş olduğu yerde, kıyıda bir
duvar ve her iki tarafta sivri tepelere doğru uzanan surlar vardır.
Bu tepeler iki tane olup doğal bir şekilde birbirlerine bağlıdır ve görkemli birer kule halinde yükselmektedirler. Bu alan içinde
kralların hem sarayları hem de anıt mezarları bulunur. İki sivri
tepe birbirine tamamen dar bir geçitle bağlıdır. Burası her iki tarafta kıyıdan ve varoşlardan beş veya altı stadia76 yüksekliktedir
ve bu geçitten tepelere bir stadia’lık, hiç bir kuvvetin aşamayacağı, dik bir yokuş daha vardır. Bu kayaların içinde sarnıçlar da
bulunur; fakat kentin bu kaynaklardan faydalanmasına olanak
yoktur. Buradan, bir tanesi ırmağa, bir tanesi de boğaza doğru
olmak üzere kayalara, boru şeklinde iki tane kanal oyulmuştur.
Irmağın üzerine, bir tanesi kentten varoşlara, diğeri de varoşlardan dışarıya olmak üzere iki köprü kurulmuştur; kayalığın
yukarısında olan dağ bu köprüde son bulurdu”.
Gazakene yöresi, Amaseia’nın hemen güneybatısından başlayıp kuzeyine kadar uzanırdı. Bölgede konuşulan dilde büyük ölçüde Paphlagonia
isimleri mevcuttu77. Kentin kuzeybatı çıkışında ise, çok geniş olmayan
ırmak boyunca uzanan bir vadi yer alırdı. Bu vadi, sonunda genişleyerek
Tavşan Dağı’nın güneyinde, bugün Sulu Ova olarak adlandırılan yerde
Binköy Ovası’nı (= Khiliokōmōn pedion [Χιλιοκώμων πεδίον]) meydana getirirdi78. Burası sadece meyve79 bakımından değil; fakat, aynı
zamanda tahıl ve her çeşit davar yetiştirilmesi yönünden de mükemmel
bir yöreydi. Ondan sonra, Amaseia kentinin kuzeybatıya doğru sınırını
belirleyen verimli Diakopene [Διακοπηνή] ve onun biraz daha güneyinde ismini Pimolisa (Osmancık80) adlı krali kaleden alan Pimolisene
[Πιμωλισηνή] yöreleri yer alırdı. Her ikisi de son derece verimli olan
bu yörelerin uzunluğu yaklaşık beş yüzer stadia (ca. 90km) olup Halys Irmağı’na doğru uzanırlardı
81. Ardından Amaseia territorium’unun batı
sınırını belirleyen Babanomon [Βαβάνομον] ve Ksimene [Ξιμήνη]
yörelerine gelinirdi. Bunlardan Ksimene, Halys Irmağı’na kadar uzanarak kentin güneybatı sınırını belirlerdi. Burası kayatuzu yataklarıyla (=
halai [ἅλαι]) kaplıydı. Strabon’un82 da düşündüğü gibi, ırmak buna
izafeten Halys ismini almıştı.
 Bununla birlikte, İÖ. I. yüzyılda Amaseia territorium’unun kuzeyden güneye kadar genişliği yalnız Zelitis yöresine kadar olmayıp bir
yandan Galatların Trokmoi kabilesine diğer yandan Büyük Kappadokia’ya
kadar uzanırdı
83. Amaseia’nın güneyinde yer alan Zelitis [Ζηλῖτις] yöresi ise, Skylaks (Çekerek Irmağı) ve Iris’in sularıyla çevrilmişti. Burası
da her bakımdan yaşamaya elverişli, verimli bir bölgeydi84. Adını başyerleşim, tapınak ve rahip kenti Zela’dan (Zile) almıştı
85. Etrafında doğal korumaların olduğu bir yerleşim olan Zela, arkasını tepelere yaslamıştı; ki burası etrafındaki yükseltilerin en yükseğiydi. Çevresinde ise,
ovalara ve vadilere ayrılmış tepecikler vardı
86. Çeşitli nüfus alanlarına  bölünmüş Zela territorium’u içindeki Semiramis Tepesi üzerinde, içinde  Armenia’lıların da  87
 saygı gösterdikleri, Perslerin Ana Tanrıçası Anaïtis’e ait bir tapınak bulunurdu. Burası efsaneye göre, Semiramis; gerçekte ise, İÖ. VI. yüzyılın ikinci yarısında, burada Saka’lara karşı zafer
kazanan Pers generaller tarafından kurulmuştu. Persler zaferden sonra, ovada buldukları büyük bir kayanın etrafına toprak yığarak bir tepe
meydana getirmişler ve onun üzerine Anaïtis adına bir tapınak inşa etmişlerdi. Tapınağın önüne ise, Anaïtis ile Pers tanrılarından Omanes ve Anadates adına birer sunak kurmuşlar ve burada söz konusu tanrılar onuruna her yıl kutlanan kutsal bir festival düzenlemişlerdi. Bu seremoniler Zela’lılar tarafından, bölge Pontos krallarının; hatta Romalıların
eline geçtikten sonra dahi kutlanmaya devam etmiştir
Strabon , ayrıca Zela’da tapınım gören ve Pers tanrılarından Omanes kültünü ve kurban törenlerini, görgü şahidi olarak canlı bir şekilde
tasvir etmiştir. Sunağa ve rahiplere ilişkin önemli bilgiler aktarmıştır.
Öyle ki, tapınaktaki kutsal alanın ortasındaki altarın adeta bir tepe gibi
yükselen küllerinin üzerinde hiçbir zaman söndürülmeyen ateş yanmaktaydı. Pyraithos’lar olarak adlandırılan Mag rahipler, kapüşonları ağızlarının kenarlarına kadar uzanan keçeden yapılma takkeler giyerlerdi.
Bunlar, tanrı rızası için gerçekleştirdikleri kurban törenleri sırasında
bıçak kullanmazlardı. Kurbanları sopalarla öldürürlerdi. Rahiplerin ilahi
şeklindeki günlük duaları yaklaşık bir saat sürer; Omanes’in ahşaptan
yapılmış kutsal heykeli prosesyon boyunca taşınırdı.
Pontos Krallığı zamanında hükümdarlar, Zela’yı bir kentten ziyade,
Pers tanrılarının kutsal alanı olarak idare ederlerdi. Bütün Pontos halkının en önemli sorunlarına ilişkin yeminlerini ettikleri bu yerde yapılan
kutsal ayinler, daha ilahi bir karakter taşırdı
90. Tapınağa bağlı araziler
içindeki zengin gelir kaynakları, çok sayıdaki kadın ve erkekten oluşan
tapınak hizmetkarı, her şeyin efendisi kabul edilen başrahip ve kalabalık
maiyetinin yönetimi altındaydı. Krallar tapınağın dinsel işlevine, özerkliğine ve yönetimine karışmaz ve rahiplere saygı gösterirlerdi91. Kaz Ova (= Dazimōnitis [Δαζιμωνῖτις]) yöresi, Amaseia’nın güneydoğusunda, Iris’in orta akış alanında hem tarla hem de bağ ve bahçe olmaya elverişli topraklara sahip verimli bir bölgeydi92. Dazimonitis yöresinin etrafındaki dağlar ise, zengin demir ve bakır yataklarıyla kaplıydı
93. Burada, yörenin Pers hakimiyeti altında olduğu dönemlerden kalma
Gaziura (Turhal) Kalesi bulunmaktaydı. Ova tabanından yaklaşık 180m
yükselen bir kaya bloğunun üzerine konuşlandırılmış olan bu kale kuvvetli surlarla çevriliydi. Hem Dazimonitis hem de Zelitis yörelerini kontrolü altında tutuyordu. Ayrıca kale stratejik konumu itibariyle Pontos  krallarına birçok açıdan yararlı olmuştu94.
Dazimonitis Ovası’nın birkaç km kuzeyinde, Tokat İli’nin yaklaşık
10km kuzeydoğusunda, Iris Irmağı’na bakan teraslanmış bir tepenin
üzerinde Pontos’taki Ma95 Kültü’nün bulunduğu Komana96 (Gümenek) kenti yer almaktaydı. Komana, tanrıçanın gri damarlı mermerden yapılmış monumental monolithik sütunlarla97 desteklenen tetrastylos planındaki tapınağından ve onun hemen çevresinde gelişmiş önemli bir yerleşim merkezinden ibaretti. Halkını çoğunlukla dindar kişiler ve tapınakta
yaşayan hizmetkarlar oluştururdu. Hizmetkarların sayısı kadın erkek
karışık olmak üzere altı binden fazlaydı; fakat rahiplerin bunları satmaya
hakları yoktu98. Belirli bazı kişiler daha vardı ki; bunlar bir yemine uyarak daima orada ikamet eder ve tanrıça onuruna kurbanlar keserlerdi.
Yerli halk ise, lüks içinde yaşardı. Toprakları bağ ve bahçelerle doluydu.
Kentte çoğu, kendini tanrıçaya vakfetmiş, vücutlarından kazanç sağlayan kadınlar vardı. Bu nedenle bir bakıma kent hayat kadınlarıyla ünlü
küçük Korinthos gibiydi99. Çünkü orada da Aphrodite için kutsal olan
kurtisanlar çok olduğundan pek çok yabancı buraya gelerek tatil yapardı.
Bu bakımdan Komana’ya gelen ya da buradan geçen turist, yolcu, tüccar
ve askerler genellikle bütün paralarını harcadıklarından, bunlar için antikçağda οὐ παντὸς ἀνδρὸς εἰς Κόρινθόν ἐσθʹ ὁ πλοῦς=Korinthos’a
seyahat etmek her adamın harcı değildir atasözü söylenirdi100.
Pontos Komana’sı, Kappadokia’daki Komana’yla (Şar) aynı isme ve
aynı tanrıça kültüne sahipti. Ayrıca burada oturanların kurban törenlerini
uygulaması, kutsal inanışları ve rahiplerine karşı saygıları hemen hemen
Kappadokia Komana’sıyla aynıydı. Pontos Komana’sı, politik bakımdan
Pontos kralına bağlı olmakla birlikte, tapınağın kendine özel hazinesi ve
Dazimonitis yöresinde geliri rahipler tarafından kullanılan χώρα ἱερά=
kutsal arazileri vardı. Halk ise, genellikle Pontos krallarına tabi olarak
sınıflandırılmakla birlikte, aslında çoğunlukla başrahibe bağlıydı. Komana’da yaşam boyu rahiplik yapan din adamları
101, hizmetinde bulundukları tanrıçanın emirlerini halka bildirmek ve bu emirleri yorumlamak su-retiyle hüküm sürerlerdi102. Kaçaklara sığınma hakkı tanıyabilir ve bağımsız olarak hareket edebilirlerdi. Başrahip, tapınağın ve hizmetkarlarının ruhani başkanı olup hiçbir şekilde krala vergi vermezdi. Bu yüzden
Komana, zengin ve kalabalık bir kent olmasının yanı sıra, Armenia,
Pontos ve Kappadokia’dan gelen halk için önemli bir ticaret merkeziydi.
Özellikle tanrıçanın kutsal törenlerinin düzenlendiği zamanlarda, Küçük
Asya’nın birçok kentinden, kasabasından, her yerden kadınlar ve erkek-ler hem ibadet etmek hem de eğlenmek için hep birlikte burada toplanırlardı. Festival sırasında tanrıçanın ahşaptan yapılma heykeli –ki efsaneye göre, onu buraya Skythia Tauros’larından Orestes’in getirdiğine inanılırdı– göz kamaştıran kıyafetler giyen rahiplerin ve tapınak hizmetkarlarının kortejinde, çalgılar ve coşkun ilahiler eşliğinde prosesyon (= eksodos [ἔξοδος]) boyunca adeta kendinden geçen halka gösterilirdi.
Tanrıçanın yılda iki defa yapılan bu kutsal festivalleri sırasında başrahip
krali soyluluğunu temsil eden sembolik bir taç giyer ve onur sırasında
kraldan sonra gelirdi103.
Amaseia’nın yaklaşık 10km doğusuna düşen, ziraat ve hayvan yetiştirmeye elverişli platolarla kaplı Yassıçal kasabasının hemen kuzeyinde
yer alan bir tepe üzerinde ise, Zeus Stratios’a (Orduların Tanrısı) ait bir
tapınak merkezi yer alırdı. Burası yaklaşık 250m yarıçapında bir koruma
duvarıyla çevriliydi. Kült merkezi kutsal alanın ortasında yer alan, teras
üzerinde 40m2
 boyutlarında, kesme taşlardan inşa edilmiş dikdörtgen
planlı bir yapıydı
104. Burada Pontos kralları Zeus Stratios onuruna kurbanlar sunar, orada bulunanlara ekmek ve etten oluşan bir ziyafet verirlerdi. Ayrıca kralların kazandıkları zaferleri, burada büyük ateşler yakarak kutladıkları olurdu105.
Amaseia’nın doğusundaki Taş Ova (= Phanaroia [Φανάροια]) yöresi, batıda Baraklı (= Lithros [Λίθρος]), güneyde Bel/Buyhale (= Ophlimos [῎Οφλιμος]), doğuda, Parkhal/Parkhar (= Paryadrēs [Παρυάδρης]) Dağları tarafından sınırlanmıştı. Deniz seviyesinden yaklaşık
218m yükseklikte olan Phanaroia’nın uzun tarafı Paryadres Dağları’na
paralel uzanırken, ağaçlarla kaplı Lithros ve Ophlimos dağları boyunca
aşağı yukarı 64km uzunluğunda ve 8km genişliğinde bir vadi meydana
getirirdi. Lykos ile Amaseia yakınındaki dar geçitlerden akan Iris Irmağı
yöreyi baştan başa kestikten sonra, ırmaklar hemen hemen vadinin ortasında kavuşurdu. Bunların birleştiği yerde Pontos Kralı VI. Mithradates kendi ismine izafeten Eupatoria (Taşova) adında bir kent kurmuştu106.
Buralar οỉνόπεδον/vinetum=üzüm bağları
107
ve ἐλαία/oliva=zeytin
ağaçlarıyla dolu olmasının yanı sıra, bir bölgede bulunabilecek diğer
bütün nimetlere sahipti108.
Eupatoria’nın aşağı yukarı 45km güneyinde, Paryadres Dağları’nın
hemen eteklerinde Phanaroia yöresinin diğer bir kenti Kabeira109 (Nik-sar) bulunmaktaydı. Burada Mithradates’in sarayı, su değirmeni110, hayvanat bahçeleri, av sahaları
111 ve madenleri vardı
112. Gene bu civarda
Ameria κωμόπολιν=köykenti olarak adlandırılan yerde113, Μὴν Φαρνάκου=Pharnakes’in Mēn Tapınağı bulunurdu. Buranın da Komana ve
Zela tapınaklarında olduğu gibi, birçok tapınak hizmetkarı ve gelirleri rahipler tarafından toplanan kutsal arazisi vardı. Pontos kralları, bu tapınağa o kadar saygı duymuşlardı ki; krallık yeminini ‘Kralın kaderi ve
Pharnakes’in Mēn’i’ şeklinde değiştirmişlerdi114.
Genel olarak, Pontos’un iç kısımlarındaki bu yerleşimler kentten ziyade köy şeklinde oluşmuştu115. Bu köyler kent ve tapınak merkezlerinin etrafında ya da Pontos’un iç kesimlerindeki ova ve ırmak havzalarında yer alırlardı. Sayıları ise, yörenin bereketli topraklara sahip olması
nedeniyle oldukça fazlaydı. Öyle ki, Strabon116 ve birçok geç dönem
yazarı Amaseia çevresinde bin köyün bulunduğu bir ovadan (Sulu Ova)
söz etmekteydiler. Appianos’a117 göre, İÖ. 82 yılında, Romalı general
Murena –muhtemelen Zelitis yöresi civarında– τετρακοσίαι τοῦ
Μιθριδάτου κώμαι ἐπέτρεχεν=Mithradates’in dört yüz köyünü istila
etti. Ayrıca Hellenistik Dönem’de, bu köyler bazen kendi aralarında
toplanarak birlik oluştururlardı. Bununla birlikte Pontos ve Kappadokia
köyleri arasındaki bu federasyon şekli hiçbir şekilde Hellen kökenli
köyler arasında görülen kategorilere benzememekteydi118. Bu bakımdan
J. G. Vinogradov’un119, Hellenizasyon hareketinin Pontos’un iç bölgelerine kadar yayılarak yeni bir monokültür yarattığı ifadesi kabul edilemez. Çünkü Pontos’un iç kısımları aynı Halys’ün yukarı tarafındaki
yüksek bölge ve Kappadokia gibi, Hellen kültürün etkisinden uzak kalmıştır. Buralarda ikamet eden halk, bölge Roma eyaleti haline gelene
kadar; hatta Roma Dönemi’nde bile, Eski Anadolu ile Pers dinini ve
geleneklerini sürdürmeye devam etmiştir.
Pontos’un ikinci bölgesi, Halys Irmağı’nın yukarı tarafında Kamisene [Καμισηνή] ve Kulupene [Κουλουπηνή] yörelerini de içine alan
yüksek bölgedir. Strabon’a120 göre, Kamisene yöresi adını –Romalılar tarafından(?) bir harabe haline getirilmiş– Kamisa121 Kalesi’nden almıştır. Güneyde Kappadokia ve Laviansene yöreleriyle sınırlanan Kulupene
ise, Akdağlar Bölgesi’nde yer alırdı. Eskiden Megalopolis denilen Sebasteia (Sivas) ve Skylaks Irmağı kenarında, daha önceden Karana olarak adlandırılan Sebastopolis122 (Sulusaray) yörenin en önemli yerleşimleriydi123. Her iki bölge de zenginliklerinin kaynağı olan kaya tuzuyla
ünlüydü124.
Sebastopolis’in doğusunda Skylaks Irmağı’nın kuzey yakası boyunca
uzanan Artova’da birkaç antik köy, Bedir Kale’de konuşlandırılmış olan
garnizon ve eskiden Boryza denilen Verisa (Balus) yerleşimi yer almaktaydı. Stephanos Byzantios’a125 göre, burada ikamet eden halka Boryza’lılar denilmekteydi. Buranın güneyinde Sebasteia yolu üzerinde ise,
Phiara ya da Siara (Yeni Han/Yıldızeli) olarak adlandırılan orta boyutta
bir yerleşim daha bulunmaktaydı
126.
Halys ve Iris vadileri tarafından yarılmış Kuzey Anadolu dağ sıraları
üzerinde, Themiskyra ve Sidene yörelerinden Armenia Minor’a kadar
uzanarak, Pontos’un doğu tarafını meydana getiren Paryadres Dağları,
bölgenin üçüncü yöresini oluştururdu. Karadeniz sahili boyunca birbiri
ardına devam eden diğer sıradağ zincirleri gibi, kıyıya paralel uzanan bu
dağlar birçok ırmak tarafından yarılmış vadilere sahipti. Buralarda Tiba- ranoi/Tibarenoi, Mossynoikoi, Kolkhoi ile eskiden Khalybes denen
Khaldaioi kavimi; önceleri Makron’lar denen Sannos’lar ve eski zamanlarda Kerkites’ler olarak adlandırılan Appaïtes’ler ikamet ederlerdi. Bu
bölgede yaşayan insanların gelenek ve görenekleri alışılmadıktı. Bu
bakımdan bazı antikçağ yazarları tarafından vahşi olarak adlandırılıyorlardı
127. Bununla birlikte ormanlarla kaplı dağların tepesinde, yabani
hayvan eti, meyve, ceviz ve bal yiyerek yaşayıp, yörelerinden geçen
yolculara kulelerden atlayarak saldıran Heptakometes’ler hepsinden
daha vahşiydi. Bu kulelere/ahşap evlere mossyn [μόσσυν] denildiğinden, antikçağda bu insanlar Mossynoikoi –kulelerde/ahşap evlerde ikamet edenler– olarak adlandırılıyordu. Aynı sebepten bu kavmin ikamet ettiği Paryadres’lerin doğuda Kolkhis’e doğru devamı sayılan dağlara
Kaşkar (= Moskhika [Μοσχικά]) Dağları denilmişti128.
Tibaranoi/Tibarenoi kavmi, Kotyora (Ordu) sahil kesimindeki birkaç
müstahkem mevkinin yanı sıra, kentin hemen üzerindeki Paryadres Dağları’nda yaşarlardı. Öyle ki, Sinope’nin Kotyora kolonisi Tibaranos’ların
arazisinde kurulmuştu129. Bölgeleri Mossynoikoi kavimlerine komşu
olmasına rağmen daha düz; dolayısıyla daha verimliydi. Bu bakımdan
denizcilik, tarım ve hayvancılıkla uğraşırlardı
130. Mossynoikoi kavimleri, Kotyora ile Kerasos’un (Giresun) hemen üzerindeki dağlardan
Tripolis (Tirebolu) ve neredeyse Trapezusia territorium’unun başladığı
Philokaleia (Görele) kasabasının üzerindeki tepelere kadar uzanan
Paryadres dağ silsilesi boyunca ikamet ederlerdi131. Kadınları da erkekleri de beyaz tenliydi. Vücutlarının çeşitli yerlerinde bazen çiçek bazen
de değişik motiflerde dövmeler olan132 son derece kaba ve vahşi insanlardı. Kendilerine göre doğruluk anlayışları, yasaları ve garip gelenekleri
vardı. Diğer insanların kasaba ve pazar yerlerinde alenen yaptıkları işleri
onlar evlerinde gizlilik içinde gerçekleştirirlerdi. Bununla birlikte diğer
insanların gizlice evlerinde ve mahremiyet içinde yaptıkları işleri onlar
sokaklarda ulu orta yaparlardı. Bunu kimse yadırgamazdı. Evlilik kurumuna derin bir saygı beslemezlerdi. Cinsellik bu kavmin yüzünü kızartmazdı. Tam aksine başkalarının varlığını hiç umursamadan herkesin
gözü önünde müstehcen ilişkiye girerlerdi. Yalnız olduklarında ise,
kendi kendine konuşup, güldükleri ve dans ettikleri olurdu. Genellikle
bir başlarına diğer insanlardan uzakta, ormanlarla kaplı dağların yüksek
yerlerinde, müstahkem mevkilere konuşlandırdıkları kaleler ve civarlarında yaşarlardı. Liderleri ise, tepe üzerine inşa edilmiş yüksek –yaklaşık yedi katlı– ağaç kulelerde otururdu. Bunlar adetleri olduğu
üzere, başka kavimlerle olduğu kadar kendi ırkdaşlarıyla da savaşırlardı.
Pastoral bir yaşam sürer, hayvancılıkla uğraşırlardı. Diyetlerini genellikle kızılcık buğdayından yapılma unlu mamuller, tuzlanarak küplere
bastırılmış yunus balığı, evcil ve yabani hayvan eti ile şarap oluştururdu.
Yemeklerde çoğunlukla balık yağı kullanılırdı. Hellenlerin zeytin yağını
kullandıkları şekillerde ve ölçülerde onlar balık yağı kullanırlardı. Bununla birlikte Mossynoikoi kavminin asıl yemekleri cevizdi. Bunları
haşlayarak, ekmek gibi fırında pişirerek ya da cevizli ekmek şeklinde
tüketirlerdi133.
Pharnakeia ve Trapezusia bölgelerinin üst tarafında, çok kayalık bir
dağ olan Skydisēs
134 [Σκυδίσης] ile Paryadres ve onun bir uzantısı kabul
edilen Moskhika Dağları sık ormanlarla kaplıydı
135. Buralar doğal kaynakları bakımından Pontos Krallığı’nın en zengin bölgesiydi. Bölgenin
ılıman ve yoğun yağışlı bir iklime sahip olması nedeniyle çam, kayın,
kestane, meşe, akasya, ceviz ve köknarın yanı sıra, gemi yapımı için elverişli her çeşit ağaç yetişirdi136. Bu bakımdan, halk buradan elde ettiği
kerestelerin bir kısmını Akdeniz’in ormandan yoksun ülkelerine ihraç
eder, bir kısmını Pontos donanması için bölgenin sahil kentlerindeki tersanelere gönderirdi. Yukarı Halys havzasında –Sivas’ın doğusunda– ise,
kaya tuzu ocakları vardı. Bununla birlikte bölgenin asıl zenginliği
Beryll137, Khryselektron138, mavi akik139, panzehir taşı 140 ve yeşil akik gibi değerli taş ile demir142, bakır
143, alüminyum144, kalay ve gümüş
145 gibi maden yataklarından kaynaklanıyordu. Eski devirlerden itibaren bu
maden yataklarından elde edilen değerli taş ve cevherlerin bir bölümü
çıkarıldıkları yerlerin yakınlarında, diğer bir bölümü ise, Batı Pontos liman kentlerine taşınarak oralarda işlenirdi.
İÖ. V. yüzyıldan itibaren Themiskyra yöresinin doğusundan Pharnakeia’nın karşısındaki Paryadres Dağları’na kadarki alanda ikamet eden,
demir madeninin bulucuları Khalybes146 kavmi çıkardıkları demiri mükemmel derecede işlemeleri ve çelik üretimleriyle ünlüydüler147. Hatta
bu yüzden antikçağda sertleştirilmiş demir-çelik (= khalyps [χάλυψ])
kendi isimleriyle anılır olmuştu. Khalybe’lilerin yaşadıkları topoğrafyanın doğusundaki Pharnakeia ve Trapezusia hinterlandından Armenia Minor’a kadar uzanan alanda ise, yalnız alüminyum, demir ve bakır
değil; aynı zamanda gümüş madenleri de işletilirdi148. Buralarda eskiden Khalybes denen Khaldaioi149 kaviminin yanı sıra, ağırlıklı olarak eski
zamanlarda Makron’lar150 denen Sannos’lar ikamet ederlerdi. İÖ. 400
yılında, Ksenophon önderliğindeki Hellenler, sık ağaçlarla kaplı
Makron’ların dağlık ülkesinden geçmek istedikleri zaman onlarla bir
anlaşma yapmışlardı. Kıldan elbiseler giyip kalkan ve mızraklarla donanmış Makron’lar ve Hellenler tanrıları şahit olarak andıktan sonra
karşılıklı dostluk yemini etmişlerdi. O zaman Makron’lar atalarından
kalma karşılıklı saygının bir göstergesi olarak Hellenlere bir mızrak
verip karşılığında onlardan bir mızrak almışlardı. Daha sonra da kendi
toprakları boyunca Hellenlere rehberlik etmiş ve onları Kolkhoi hududuna kadar götürmüşlerdi151. Önceleri Kerkites’ler (Kelkit yöresi?) olarak adlandırılan Appaïtes’lerin ülkesi ise, Paryadres Dağları’nın güneyinden Armenia Minor’a doğru uzanırdı. Bu insanların doğusunda Paryadres’lerin uzantısı olan, ormanlarla kaplı ve bakır madenleriyle dolu Moskhika Dağları yer alırdı. Bu dağların tepeleri Heptakometes’ler kavmi tarafından işgal edilmişti152.
Bütün bu kavimler ve Armenia Minor, Pontos Kralı Mithradates VI
Eupator’dan önce, zaman zaman bazen diğer Armenia’lılara dost olan
bazen de yalnız kendi sorunlarıyla uğraşan yöresel, küçük kralların hakimiyetleri altına giriyorlardı. Öyle ki, İÖ. I. yüzyılda Khaldaioi ve Tibaranos’ları egemenlikleri altına alan bu yerel krallıkların sınırları Trapezus ve Pharnakeia’ya kadar uzanıyordu. Fakat Mithradates VI Eupator
kuvvetlenince, kendisini Karadeniz sahil şeridinden başka sadece
Kolkhis Bölgesi’nin değil; aynı zamanda Armenia Minor ve Paryadres
Dağları boyunca ikamet eden bütün kavimlerin efendisi olarak kabul
ettirdi. Böylelikle Paryadres Dağları’nın zengin taş ve maden yataklarının
sahibi oldu. Ayrıca Paryadres Dağ silsilesi arasında iyi sulanmış, ormanlık, birçok yerleri derin vadiler ve dik uçurumlarla kaplı olan bu
topoğrafyanın stratejik önemini kavradı. Zira birçok ırmak dağlık araziyi
çoğu son derece verimli küçük ovalara parçalamış olmasının yanı sıra
şaşırtıcı tepe ve yamaç silsileleriyle ayrı ayrı yayla gruplarına ayırmıştı.
Bu bakımdan kral buralarda Hydara, Basgoidariza ve Sinoria (Bayburt?)
gibi yetmiş beş kale yaptırdı. Böylelikle bölge üzerindeki hakimiyetini
pekiştirdi ve hazinelerinin çoğunu bu kalelerde muhafaza etti153. Bununla birlikte Mithradates, Paryadres Dağları’nın eteklerindeki Kabeira’dan
yaklaşık iki yüz stadia uzaklıkta, Yeni Mevki (= Kainon Khōrion
[Καινὸν χωρίον]) olarak adlandırılan yerde, en kıymetli hazinelerini
saklardı. Zira buranın etrafındaki arazi o kadar ormanlık, o kadar dağlık
ve susuzdu ki, yüz yirmi stadia’lık bir alan içinde düşmanın burada
kamp kurmasına olanak yoktu. Kale ise, doğal şekilde sarp ve tahkimli bir kayanın üzerine konuşlandırılmıştı. Tepesinden bol su çıkan bir kaynak çağlar, eteğinden bir ırmak akar ve bir tarafında ise, derin bir uçurum bulunurdu. Bu kaya yamacı o kadar sarptı ki, buradan kaleye tırmanmak imkansızdı. Diğer tarafları ise, yüksek ve görkemli surlarla
çevriliydi154.
Kuzey Anadolu dağlık bölgesi arasından güneye doğru Halys’ün ağzından Trapezus’un doğusuna; Apsarros Irmağı’na kadar uzanan sahil
şeridi Pontos’un dördüncü bölgesini oluştururdu. Pontos Dağları’nın
arasından güneye doğru, Halys’ün ağzından Trapezus’a kadar devam
eden bölgeyi Strabon155 kendi anlatımlarında birbirinden zengin birçok
yöreye ayırmıştır. Kolkhis Bölgesi’ne kadarki sahil şeridine paralel uzanan dağlarda ise, vahşi kabilelerin ikamet ettiği yerler uzanırdı.
Bafra Ovası (= Gazēlōnitis [Γαζηλωνῖτις]) yöresi, Halys Irmağı’nın
Karadeniz’e döküldüğü Bafra Deltası’nın oluşturduğu alüvyonal ovanın
doğu kısmında yer alırdı. Burası oldukça düz ve verimli bir yer olup her
şey yetişirdi. Yöre yumuşak yünlü hayvan sürülerinin bolluğu nedeniyle
oluşmuş koyun yünü endüstrisiyle ünlüydü. Zira, bu tür hayvanlara bütün Kappadokia’da ve Pontos’ta çok az rastlanırdı. Ayrıca bu topoğrafyada; başka yerlerde çok nadir olan ceylan bulunurdu156. Halys’ün doğusunda, Gazelonitis’e komşu Saramene [Σαραμηνή] yöresi, çevresi
ağaçlarla kaplı Amisos’a (Samsun) kadar uzanan verimli bir ovaydı
157.
Hayvan yetiştiriciliği ve tarım yörenin önde gelen geçim kaynaklarıydı.
Ayrıca Sinope, Gazelonitis ve Amisos kenti çevresinde olduğu üzere
burada da zeytin ağaçları yetişirdi158.
Amisos batıda Halys, doğuda Iris’in oluşturduğu iki verimli deltanın
ortasındaki büyük koyda konuşlandırılmış olmasının sağladığı merkezi
konumu nedeniyle Karadeniz’in Sinope’yle birlikte en önemli limanıydı. Amisene [᾿Αμισηνή] yöresi adını Amisos159 kentinin territorium’undan
alırdı. Aşağı Iris havzasından doğuya doğru devam eden ve su yönünden
zengin Thermodon (Terme Çayı) Irmağı tarafından sınırlanan güzel toprakların yanı sıra, Sidene’lilerin yurdu ve Amazonların efsanevi ülkesi
Themiskyra’yı [Θεμίσκυρα] kapsardı
160. Her ne kadar Amisos limanı,
Sinope kadar iyi olmasa da, Kappadokia’yla olan gelişmiş yol ağı sayesinde Pontos’un iç kısımlarıyla daha rahat bir ulaşım imkanına sahipti.
Adeta Pontos ve Kappadokia’nın dünyaya açılan ticaret kapısı konumundaydı. Zira Pontos ve Kappadokia bölgelerinde kara yoluyla bir yerden bir yere mal taşımak topoğrafyanın sarplığı nedeniyle oldukça zordu. Bu bakımdan kereste, demir-çelik, değerli taşlar, özgün seramik
eserleri ya da Pontos’un iç kesimlerinden gelen yiyecek-içecek maddeleri buradan deniz yoluyla ihraç ediliyordu161. Aynı şekilde Pontos’a tica-ret gemileriyle ithal edilen mallar Amisos limanında yüklerini boşalttıktan sonra, ürünler kentin agora’sından iç bölgelere dağılıyordu. Bu nedenle Amisos zamanla deniz ve kara ticaretine hakim olarak Sinope’yi
geride bırakmış ve Pontos’un ticari başkenti konumunu almıştır.
Kuzeyi Karadeniz, güneyi Mason (Amozonios) Dağı tarafından çevrilen Themiskyra’yı (Çarşamba Ovası), batıda Iris162, doğuda ise, Beris
(Miliç) Suyu sınırlardı. Armonios Dağı’ndan doğan
163 ve Amazonios
Dağı’ndan kaynayan akarsularla beslenen Thermodon Irmağı ise, alüvyonal ova boyunca akarak Karadeniz’e dökülürdü. Bu kadar bol sulanmasından dolayı yörede tarihin hiçbir döneminde kıtlık olmamıştı. Daima nemli olan Themiskyra Ovası zengin bir floraya sahip olup her tarafı
otla kaplıydı. Bütün yıl boyunca ἔλυμος/panic[i]um=koçan darı
164 ve
κέγχρος/milium=salkım darı
165 üretilebilen ovada σῖτος/frumentum=
hububat-buğday166
 ve ἡλιανθές/helianthus=günçiçeğinden167 başka bol
miktarda süpürge otu yetişirdi. Hayvancılık bakımından koyun, manda,
sığır ve at yetiştiriciliği için elverişli otlaklara sahipti. Arıcılık açısından
ise, ovada her çeşit bitki mevcuttu. Yörenin güneyi güzel ormanlarla ve kaynakları dağın içinde bulunan küçük akarsularla kaplı sarp bir araziyle
çevriliydi. Buralarda genellikle keçi beslenirdi. Dağların eteğindeki bölgede, kendi kendine yetişen fındık, ceviz168
, ayva
169, elma, armut ve
üzüm cinsinden o kadar çok yabani meyve vardı ki; senenin herhangi bir
gününde ormana giden bir kimse, her zaman için karnını doyuracak bol
miktarda meyve ve yemiş bulabilirdi. Meyveler bazen ağaçlardan sarkarlar ve bazen de düşmüş yaprakların altında veya üstünde bulunurlardı. Bu suretle pek çoğu korunmuş olurdu. Ayrıca, iyi gıda bulabildiklerinden yörede her çeşit vahşi hayvan avı boldu170.
Themiskyra’nın doğusunda, Amisene territorium’una dahil edilen;
ama öyle su yönünden Themiskyra gibi çok zengin olmamasına karşın
onun gibi alüvyonal bir ova olan Sidene171 [Σιδηνή] yöresine gelinirdi.
Pontos kralları burada, sahil boyunca tahkimli Khabaka172, Phabda/Phadisane (Fatsa) ve Side/Polemonion (Bolaman) kalelerini konuşlandırmışlardı. Yöre adını Sidenos (Bolaman) Çayı’nın denize döküldüğü yerde kurulmuş olan Side isimli kaleden almıştı
173.
Sidene’den sonra, İÖ. II. yüzyılın ilk çeyreğinde Pontos Kralı I.
Pharnakes (İÖ. ca. 197-ca. 169/159) tarafından eski bir Sinope kolonisi
Kerasos174 (Giresun) kenti üzerine kurulan ve diğer bir Sinope kolonisi
Kotyora175 (Ordu) sakinlerinin büyük bir bölümü tarafından iskan edilen Pharnakeia [Φαρνακεία] kenti176 ve etrafındaki yöreye gelinirdi. Burası
Sidene’nin doğusundaki Iasonion (Yasun) Burnu’ndan başlayıp Kotyora
territorium’unu içine alan ve Kerasos’un ca. 10km doğusundan Karadeniz’e dökülen Zagora (Aksu Deresi) Irmağı’na(?) kadar uzanan dar
sahil şeridini kapsardı. Burada kıyı olağanüstü dar olduğundan toprakların çoğu özenle işlenmişti177. Buralar darı üretiminin yanı sıra meyve ve
sebzeciliğe de elverişliydi. Öyle ki, Romalı general L. Licinius Lucullus,
Kerasos çevresinden Italia’ya ceresia=kiraz/vişne ağacı ithal etmişti178.
Diğer Pontos yörelerinin tersine Pharnakeia yöresinde ikamet eden
halk ve Khalybe’liler hayvan yetiştiriciliği
179, balıkçılık ve madencilikle
geçinirdi. Plinius’a180 göre, Karadeniz’de çok çeşitli canlı yaşar ve burada balıklar hızlı büyürlerdi. Öyle ki, balığın günlük büyüme oranı gözle
görülebilirdi. Bunun nedeni, birçok nehirle bu denize taşınan taze suydu181. Zira Karadeniz’e on üçü büyük olmak üzere yaklaşık elli akarsu
dökülürdü182. Bu bakımdan orkinos, kılıç gibi birçok balık sürüler halin-de Karadeniz’e girerdi. Orkinoslar Karadeniz’e çıktıktan sonra, sağ
kıyılardan sol kıyılara doğru göç ederlerdi. Bir inanışa göre, bunun nedeni, sağ gözleriyle daha iyi görmeleriydi183. Baharla birlikte Karadeniz’e girer ve orada yumurtlarlardı. Erkek orkinosların karınlarının altında yüzgeçleri yoktu. Küçük yunuslar ve foklar haricinde diğer cins balıklara tehlike yaratabilecek yaratıklar Karadeniz’e girmezlerdi. Dil gibi
bazı balıklar Karadeniz’e çıkmadan yazı çoğunlukla Propontis’te geçirirdi. Ama kalkan, Karadeniz’e girerdi. Ayrıca Karadeniz’de mürekkep
balığıyla bol miktarda istiridye bulunurdu. Az sayıda kaya balığı türü olmasına karşın, mercan balıkları yoktu. Karadeniz’de yaşayan kaya balıklarından bazıları kışı Ege’de geçirirlerdi. Bunlar arasından Karadeniz’e
geri dönmeyen tek tür sardalyeydi184. Vitruvius’a göre, Karadeniz sahillerinde balıkçılığın yanı sıra, koyu renkli purpura
185 toplanmaktaydı.
Strabon’a186 göre, özellikle Pharnakeia yöresinde yapılan balıkçılık –
bilhassa palamut avı–, doğanın yöre halkına sağladığı bir nimetti. Zira,
bu balık ilk defa burada yakalanmıştı
187. Karada ise, çeşitli maden yatakları vardı. Orman ve madenlerle dolu olan dağlar, sahil şeridinin hemen üstünde yer alırdı. Eskiden bölgede gümüş madenleri188 olduğu halde;
İÖ. I. yüzyılın ikinci yarısında sadece demir madeni aktif olarak işletiliyordu189. Böylece, madencilere hayatlarını kazanabilmeleri için madenler; denizcilere geçimlerini sağlayabilmeleri için balıkçılık, özellikle
palamut ve yunus avı kalırdı. Çünkü yunuslar, aynı cinsten olan
kordyles, ton ve palamudu kovalar; ve bu suretle sadece bunları yiyerek
şişmanlamakla kalmazlar; aynı zamanda karaya ve insanlara yaklaşmakta
oldukça istekli olduklarından kolay yakalanırlardı
190.
Pharnakeia’nın (Giresun) yaklaşık 40km doğusundaki Tripolis (Tirebolu) kasabasının güneyinde, etekleri böğürtlen çalıları ve yabani
kirazlarla kaplanmış sık ormanlı dağ sıraları üzerinde bakır madenleri
yer alırdı. Ayrıca Tripolis’in yaklaşık 4km doğusunda, adını madenden
alan Argyria’da [᾿Αργύρια] –Halkavala– gümüş yatakları bulunurdu191.
Tripolis’ten sonra, Kolkhoi ülkesinde bir Sinope kolonisi olan Trapezus
192 kentinin dar; fakat uzun territorium’u Trapezusia [Τραπεζουσία]
yöresine gelinirdi. Batıda deniz kıyısındaki Philokaleia (Görele) kasabasından başlayan, orta büyüklükteki yerleşimlerden Koralla (Görele Burnu), Kordyle (Akçakale), Kerasos Minor (Kerason/Kirazlık Dere) ve
Hermonassa’nın (Akçaabat) topraklarını ormanlarla kaplı kendi arazisi
içinde193 eriten Trapezusia’nın sınırları güneydoğuda Susurmena (Sür-mene); doğuda Rhizaion’a (Rize) kadar uzanırdı
194. Yörenin doğusunda
Kolkhis, güneyinde ise, Armenia Minor yer alırdı. Trapezus’un topoğrafyası oldukça dağlık olduğundan Plinius195 burasının monte vasto
clausum=geniş dağ kütlesi tarafından hapsedildiğini söylemekteydi.
Buna karşın gemilerin demir atmaları için uygun limanlara sahip Trapezusia sahilleri196 balıkçılık açısından da bereketliydi197. Yörenin dağları
ise, maden bakımından oldukça zengindi. Özellikle bakır madeni açısından zengin olan bu dağlar tarihin her döneminde yoğun olarak kullanılmıştı. Bu durum söz konusu dağların civarlarında yoğunlaşan antik yol
güzergahları tarafından desteklenmektedir. Trapezus territorium’unu
adeta bir örümcek ağı gibi saran, yörenin iç kesimindeki yol ağı her bir
vadi boyunca Karadeniz istikametine doğru ilerlemekteydi. Buradan da
limanlar vasıtasıyla öngörülen istikametlere taşınmaktaydı.
 Trapezusia’nın toprakları ise, darı, buğday, arpa üretimine ve üzüm
yetiştirmeye elverişliydi. Genellikle sığır, öküz, domuz, keçi cinsinden
hayvanların beslendiği
198 yörenin etrafındaki her yerde ve güneyindeki
Paryadres Dağları’nda tarihin her döneminde arıcılık yapılırdı.
Prokopios’a199 göre, bu bölgede üretilen ballar çok ünlü olmalarına rağmen biraz ekşiydi. Plinius’a200 göre de, Pontos Bölgesi’nde yaygın olan
bir çeşit bal vardı ki; halk arasında buna çıldırtan şey (= mainomenon
[μαινόμενον]) denirdi201 –bu bal günümüzde, Trabzon çevresinde halen ‘delibal’ olarak adlandırılmaktadır. Bu yörede üretilen bazı ballar bol
miktarda Grayanotoxin/Rhododendron ponticum ve Azalea pontica gibi  zehirli maddeler içerirdi. Öyle ki, bu baldan çok yiyenleri zehirlenmişçesine acılar içinde kıvrandırdıktan sonra bayıltır; hatta öldürebilirdi.
Gereğinden fazla yiyenleri ise, sarhoş eder, kusma ve ishale uğratır ya
da geçici delilik benzeri kendinden geçirtir ve hastalandırırdı. Antikçağ
tarihinin çeşitli evrelerinde (İÖ. IV. ve İÖ. I. yüzyılda) yöre sakinleri, bu
balı bölgelerinden geçen düşman birliklerine zarar vermek ve onları
hileyle ortadan kaldırmak için kullanmışlardı
202.
Trapezus’un doğu-kuzeydoğu yönünde Kolkhis’le sınırı arasında
vahşi Bekhires203, Ekekhiries ile Byzeres kabileleri bulunurdu204. Bunlardan Heptakometes’lerin bir kolu olan Byzeres’lerin205 topraklarının
doğu-kuzeydoğusunu sınırlayan Apsarros Irmağı, aynı zamanda Pontos
ile Kolkhis Bölgesi’nin de doğal sınırını oluştururdu.
Bütün bunların yanı sıra, antikçağda Pontos Bölgesi şifalı otları, zehirleri ve antidotlarıyla (panzehir) özel bir ün kazanmıştı
206. Bu bakımdan Halys ve Iris deltalarındaki alüvyonal Gazelonitis ve Themiskyra
bölgeleri başta olmak üzere birçok Pontos yöresi, ticari değeri yüksek
bal ve bal mumu207, parfüm208, aromatik sakızlar209, alkole tat katan ve mideyi güçlendiren peli otu210, deliliğin iyileştirilmesinde ve insanların
sakinleştirilmesinde kullanılan siyah çöpleme211, şarap içinde kaynatılan
tohumları dizanteri hastalığının tedavisinde kullanılan sıtma otu212 gibi
birçok başka bitkileri213 bütün Akdeniz havzasına ihraç ederlerdi. Ayrıca
bölge içkileriyle tanınırdı. Peli şarabı
214 ile köklerden ve otlardan elde
edilen acımsı ya da buruk maddelerin şaraba katılmasıyla yapılan içkileri ve aromatik şarapları ünlüydü215. Gene de bölgenin en ünlü içkisi
şüphesiz Naspercene şarabıydı. Öyle ki, fizikçi Apollodoros, İÖ. III.
yüzyılın ilk çeyreğinde, Mısır Kralı I. Ptolemaios’a Pontos’un Naspercene
şarabını özellikle överek tavsiye etmiştir Sonuç olarak sarp dağlar ve bereketli ırmak vadilerinden oluşan
Pontos’un jeomorfolojik yapısının değişik olması ülkeyi oluşturan dört
bölgenin ayrı ayrı ele alındıklarında çok farklı karakterlerine ve içerdikleri doğal-fiziki özelliklerine yansımıştır. Fakat, birlikte ele alındığında
çoğu küçük ovalarla parçalanmış, şaşırtıcı vadi, tepe, yamaç ve taraça
silsileleriyle toprağın son derece verimli oluşu, doğal maden ve kereste
kaynakları, eski devirlerden itibaren yüksek bir gelişim düzeyine ulaşmış endüstri ve ticari gelişimi Pontos’un özellikle Hellenistik Dönem
Anadolu tarihinde önemli bir rol oynamasını sağlamıştır. 

C. Tarihsel Gelişim

Polybios’a217 göre, Pontos hanedanlığının kurucularından Mariandynia
ve Mysia hakimi Ariobarzanes’in (İÖ. ca. 363/362-337) oğlu II. Mithradates (İÖ. 337-302) atalarının Pers İmparatorluğu’nun kurucu yedi soyundan birine dayanmakta olduğunu ve hükümdarlığı altındaki toprakların atalarına I. Dareios tarafından bağışlandığını iddia etmişti218. Diodoros ise219, Mysia Bölgesi’ndeki Kios (Gemlik) kenti ve Arrine yöresinin
hakimi II. Mithradates’in, Büyük İskender’in ölümünden sonra, generalleri arasında baş gösteren savaşta220 Seleukos, Ptolemaios, Kassandros
ve Lysimakhos’un katıldığı bir koalisyona karşı Antigonos I. Monophthalmos’un yanında yer aldığından söz etmektedir. Ancak, İÖ. 302
yılında Antigonos, II. Mithradates’in Makedonia’nın hakimi Kassandros
ile yakın ilişki içine girmiş olmasından dolayı ondan şüphelenmiştir. Bu
yüzden o sıralar seksen dört yaşında olan II. Mithradates’in kendisine
karşı komplo kurduğunu düşünmüş ve onu Kios yakınlarında öldürtmüştür221. Bu suretle hükümdarlık III. Mithradates ya da Mithradates I
Ktistes olarak bilinen II. Mithradates’in oğluna222 geçmiştir. Fakat, o da
Antigonos’un elinden canını; ancak oğlu Demetrios Poliorketes’in yardımı sayesinde kurtarabilmiştir. Demetrios, arkadaşı olan III. Mithradates’in babası tarafından öldürülmesini istemediğinden Mithradates’i
uyarmıştır
223: Babasına verdiği sessizlik sözü nedeniyle yakın dostu Mithradates’in ölmesini istemeyen Demetrios, onunla karşılaştığı zaman
yavaşça Mithradates’i arkadaşlarının yanından uzaklaştırmış ve yalnız    kaldıklarında mızrağının ucuyla toprağa “Φεῦγε, Μιθριδάτα”=Kaç,
Mithridates yazmıştır. Bunun üzerine Mithradates, o akşam adamlarıylabirlikte Antigonos’un kampını terk ederek Paphlagonia’ya kaçmıştır.
Antigonos Monophthalmos’un Thrakia’nın hakimi Lysimakhos ile Syriave Doğu’nun hakimi Seleukos I Nikator’un birleşmiş kuvvetlerine karşı,
İÖ. 301 yılında Afyon dolaylarındaki Ipsos224 Ovası’nda giriştiği savaşta yenilip öldürülmesinden225 sonra, Mithradates’in Paphlagonia’daki konumu daha da sağlamlaşmıştır226.
Zira, bu savaşın sonunda Lysimakhos, Thrakia’dan Halys (Kızılırmak) Irmağı’na kadar olan bölgenin tek hakimi olmuş ve Mithradates’in
Paphlagonia’daki hakimiyetine karşı herhangi bir tavır almamıştır. Böylelikle, İÖ. ca. 301 yılında ktistes (kurucu) lakabı alan Mithradates,
Olgassys (Ilgaz) Dağları’nın eteklerindeki müstahkem Kimiata227 Kalesi’nin de içinde bulunduğu Kimiatene yöresinde kendi hakimiyet alanını
kurarak, Paphlagonia Bölgesi’nde krallığının temellerini atmıştır228.
Ardından, bu kaleyi harekat üssü olarak kullanmış229 ve krallığının sınır-larını Paphlagonia’nın iç bölgeleri ile Kappadokia’ya230 doğru genişletmek üzere faaliyete geçmiştir231. İÖ. 301 yılından İÖ. 281 yılına kadar
geçen süre zarfında gittikçe güçlenen Mithradates I Ktistes kendini Pontos hakimi olarak kabul ettirdikten sonra, Iris (Yeşilırmak) kenarındaki
Amaseia’yı da ele geçirerek burayı krallığının başkenti yapmıştır. O
zamandan itibaren Pontos hükümdarları Paphlagonia’yı tehdit etmeye
başlamışlardır.
İÖ. 302 yılında, Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi) kentinin dul
kraliçesi Amastris232 ile evlenen Lysimakhos’un egemenliği Amastris233
(Amasra) ve Herakleia’ya kadar uzanıyordu234. I. Mithradates’in Paphlagonia Bölgesi’ndeki hakimiyet alanı ise, kesin olarak bilinmemekle birlikte, Karambis’e (Kerempe Burnu) kadar ulaştığı tahmin edilmektedir. Muhtemelen Sinope235 buna dahil değildir. Bu sırada Paphlagonia’nın iç
bölgelerinin batı kısmı ise, yerel bir hükümdar tarafından yönetiliyor
olsa gerektir236.
Bununla birlikte, Lysimakhos’un eski müttefiki Seleukos tarafından
İÖ. 281 yılının Şubat ayında, Kurupedion Muharebesi’nde yenilerek öldürülmesinden sonra237, Seleukos, generallerinden Aphrodisios’u Anadolu’nun kuzey bölgelerini ele geçirmek üzere Phrygia ve Paphlagonia’ya yollamıştır. Aphrodisios, Phrygia kentlerini hiçbir direnişle karşı-laşmadan Seleukos hakimiyeti altına almıştır. Fakat, Karadeniz’in güney
sahilindeki kentler Herakleia Pontike halkının önderliğinde Seleukos
egemenliğine karşı direnmişlerdir. Herakleia’lıların, Lysimakhos’la olan
ilişkilerinden dolayı zaten Bithynia Kralı Zipoites’le (İÖ. ca. 298/297-
280) araları kötüydü. Şimdi, gerek Lysimakhos’un müttefiki olmaları
gerekse Seleukos’un generali Aphrodisios’a karşı aldıkları tavır nedeniyle Seleukos I Nikator’un da kendilerine karşı sert tedbirler almasına
neden olmuşlardır. Bu yüzden Herakleia toprakları Seleukos ordusu tarafından işgal ve yağma edilmiştir238. Memnon’a239 göre, bunun üzerine
Herakleia’lılar Byzantion, Khalkedon ve Mithradates I Ktistes’ten yardım talebinde bulunmuşlardır. Memnon, söz konusu kentlerin ve I.
Mithradates’in bu çağrıya ne şekilde yanıt verdiklerini bildirmemekle
birlikte, Pompeius Trogus240, Seleukos’un Kappadokia’ya gönderdiği
generali Diodoros’un bölgede bozguna uğratıldığını kaleme almıştır.
Her ne kadar P. Trogus, Diodoros’un kimin tarafından yenildiğini açıklamasa da, söz konusu galibin Mithradates I Ktistes olduğu üzerinde
genel bir kanı vardır
241. Bu bakımdan I. Mithradates’in ya Lysimakhos’un ölümünden ya Diodoros’u yendikten ya da Seleukos’un
suikaste kurban gitmesinden sonra, İÖ. ca. 280 yılında kendisini Pontos
kralı ilan ettiği düşünülmektedir242. Zira, Mithradates I Ktistes bağımsızlığının ve krallığının simgesi olan altın sikkeler bastırmıştır. İskender’in
stater’lerinden esinlenen bu sikkelerin ön yüzünde tanrıça Athena’nın başı, arka yüzünde ise, ayakta duran bir Nike figürü ile Βασιλέως
Μιθραδάτου=Kral Mithradates’in lejandı
243 yer almaktadır
244.
İÖ. 281 yılının sonuna gelindiğinde I. Seleukos, Mithradates’in bu
hareketine gerekli karşılığı veremeden hem doğduğu yerleri bir defa daha görmek hem de Thrakia’daki egemenliğini sağlamlaştırmak için gittiği Lysimakheia’da245 bir kurban töreni sırasında Ptolemaios Keraunos
246 tarafından öldürülmüştür247. Seleukos’un yerine geçen oğlu Antiokhos I Soter ise, babasının Thrakia’yı ele geçirme hayalinden vazgeçmiş, bir an önce Küçük Asya’nın yönetim organizasyonunu düzenlemeyi yeğlemiştir. Bu sırada Antiokhos’un generallerinden Patrokles’in
komutanı Aspendos’lu Hermogenes248, Herakleia Pontike hakının teşvikiyle Bithynia topraklarına saldırmıştır. Fakat Bithynia Kralı Zipoites/
Nikomedes? tarafından yenilerek öldürülmüştür249. Seleukos Kralı I.
Antiokhos ise, o sıralar daha önemli meselelerle ilgilendiğinden olsa
gerek, bu durumu önemsememiştir. İmparatorluğunun merkezinde ve
özellikle, Mısır’ın başında bulunan II. Ptolemaios’un250 kışkırtmalarıyla
Syria’da patlak veren isyanları bastırmak üzere doğuya hareket etmiştir251. Bu arada Herakleia Pontike ile Pontos Kralı I. Mithradates arasında Amastris kentinin kontrolü üzerinde bir anlaşmazlık yaşanmıştır Herakleia’lılar, Lysimakhos’un Amastris’e yönetici olarak atadığı
Eumenes252 üzerinde baskılarını arttırarak kenti tekrar kendi egemenlikleri altına almak üzere harekete geçmişlerdir. Bunun üzerine Mithradates ile oğlu –kral naibi– Ariobarzanes de Amastris üzerindeki politikalarını aktifleştirmişler ve kentin hakimiyeti üzerinde Herakleia’lılarla
kıyasıya bir mücadeleye girişmişlerdir. Ancak sonunda Eumenes, sebebi
her ne olursa olsun, Amastris’in hakimiyetini Pontos Kralı I. Mithradates’in oğlu Ariobarzanes’e bırakmıştır
253. Böylelikle Pontos Krallığı,
Paphlagonia’nın en büyük ve en zengin kenti Amaseia’dan sonra, Güney
Karadeniz’in en önemli limanlarından birine sahip olmuştur.
Bu arada, İÖ. 280 yılında Zipoites ölmüş ve Bithynia tahtı, halefi,
büyük oğlu I. Nikomedes’e geçmiştir. Ancak I. Nikomedes’in kardeşi
Zipoites Bithynia tahtında hak iddia ederek Nikomedes’e karşı ayaklanmış ve sonunda Bithynia Krallığı’nda iç savaş patlak vermiştir. Kardeşler arasındaki taht kavgasını Bithynia Krallığı’nı zayıflatmak ya da
ele geçirmek için uygun bir fırsat olarak gören Seleukos Kralı I.
Antiokhos, Nikomedes’e karşı Zipoites’i desteklemiştir254. Bithynia
Krallığı’ndaki karmaşadan yararlanan Herakleia’lılar ise, bu durumu
kendileri için bir fırsat bilip Zipoites tarafından ellerinden alınan toprakları ve Tieion (Filyos/ Hisarönü) ile Kieiros (Konuralp) kentlerini geri
almışlardır
255. Ancak Nikomedes’in, İÖ. ca. 278/277 yılında Byzantion
kentini kuşatan256 Galatlarla anlaşması, krallığı açısından bir dönüm
noktası olmuştur. O sıralar isyankar kardeşi karşında yardıma muhtaç
durumda kalan Nikomedes, Galat lider Leonnorios komutasındaki yarısı
savaşçı olmak üzere, 20.000 kişiyi gemileriyle Bosporos (İstanbul Boğazı) üzerinden Küçük Asya’ya geçirmeye ikna ederek, onları kendi
hizmetine almıştır. Kısa bir süre sonra, Hellespontos (Çanakkale Boğa-zı) üzerinden Anadolu’ya geçen Lutorios komutasındaki Galatlarla anlaşmak suretiyle, onları da Bithynia’ya getirmiştir257. Ardından Kuzey  İttifakı kentleri; Herakleia Pontike, Byzantion, Khalkedon, Tieion,
Kieiros ve büyük bir ihtimalle Pontos Kralı I. Mithradates’le müttefiklik  anlaşması imzalamıştır
258. Yaptığı anlaşmalar ve özellikle Galat ittifakı  sayesinde Nikomedes, Bithynia tahtında gözü olan kardeşi Zipoites’i
kolaylıkla bertaraf etmiş ve Bithynia’nın tek hakimi olmuştur259. Byzantion’lu Stephanos’un Ethnika adlı ünlü coğrafya sözlüğünün Ankara260 (= Ankyra [῎Αγκυρα]) maddesine göre, İÖ. ca. 278/277 yılında Küçük Asya’ya geçen Galatlar, daha sonra Pontos Kralı Mithradates I Ktistes’in ordusunda paralı asker olarak, Mısır Kralı Ptolemaios II
Philadelphos’a karşı Paphlagonia yöresinde savaşmışlardır. Bozguna uğrayan Mısır ordusunu denize kadar kovalamışlar; hatta Mısırlıların
birçok savaş gemisini de ele geçirmişlerdir. Ardından, I. Nikomedes261
ve I. Mithradates262 Galatların kendilerine yaptıkları bu yardımlara karşılık, onlara Halys ile Sangarios ırmakları arasındaki toprakları –
Phrygia– bağışlamışlardır. Böylelikle, düşmanları Seleukos Kralı I.  Antiokhos’la krallıkları arasında Galatlardan tampon bölge oluşturarak,  kendilerini güvence altına almışlardır.
Otuz altı yıl boyunca Amaseia çevresinde Lykos ve Iris vadileri ve onların yan  kollarından oluşan bölgeyle Paphlagonia’nın bir kısmının krallığını yapan
Mithradates I Ktistes’in263 ölümünden  sonra, yerine oğlu Ariobarzanes (İÖ. ca.  266/265-ca. 250) geçmiştir. Ariobarzanes’in
Pontos’taki hakimiyeti üzerine bilinen  şeyler azdır. Önceleri Galatlarla olan ittifakını devam ettirmiştir264. Orta Karadeniz   yöresinin önemli limanlarından Amisos’u
(Samsun) ele geçirerek krallığının sınırlarını genişletmiştir. Ancak, sonraları Ariobarzanes ile Galatların arası sebebini bilmediğimiz bir nedenden ötürü açılmıştır. Kralın İÖ. ca. 250 yılındaki ölümünden sonra ise,  daha çocuk denecek yaştayken tahta çıkan oğlu II. Mithradates’in (İÖ.  ca. 250-220) deneyimsizliğini ve krallıktaki otorite boşluğunu fırsat
bilen Galatlar Pontos topraklarına saldırmışlardır. Bölgeyi yağmalayıp  Amisos kentine kadar gelen Galatlar, Pontos’un batısındaki bu önemli
liman kentine sığınan Mithradates’i kuşatmışlardır. Bunun üzerine Herakleia Pontike kenti, Galatlar tarafından talan edilen bölgeye ve Amisos’ta abluka altına alınan II. Mithradates’e yardımda bulunmak amacıyla kentin limanına hububat yüklü gemiler göndermiştir. Böylece, kuşatmaları sekteye uğratılan Galatların dikkatini üzerlerine çekmişlerdir. Bu
duruma kızan Galatlar, Amisos kuşatmasını kaldırarak, Herakleia Pontike’ye bir sefer düzenlemişlerdir. Kent halkı, Galatların bu seferini, an-cak ordu için 5.000 ve her bir Galat şefi için 200’er parça olmak üzere,
ödediği altınlar karşılığında savuşturabilmiştir265.
II. Mithradates’in Hellenistik Dönem Anadolu tarihinde önemli bir
rol oynamaya başlaması, onun Seleukos Kralı Antiokhos II Theos’un
(İÖ. 261-246) kızı Laodike’yle evlenmesiyle başlamıştır
266. Bu durum,
II. Antiokhos’un ölümünden sonra, Seleukos tahtına çıkan Seleukos II
Kallinikos’un (İÖ. 246-225), imparatorluğu birlikte yönettiği kardeşi
Antiokhos II Hieraks (İÖ. 246-225) döneminde de devam etmiştir.
Seleukos II Kallinikos, krallığının ilk yıllarında Mısır Kralı Ptolemaios
III Euergetes’le (İÖ. 246-222) yaptığı Üçüncü Syria Savaşı (İÖ. 246-
241) sırasında, Küçük Asya’daki topraklarının egemenliğini, imparatorluğu birlikte yönettiği kardeşi Antiokhos II. Hieraks’a bırakmıştı. Fakat,
III. Ptolemaios’la İÖ. 241267
 yılında yaptığı barış sonrasında kardeşinin,
Küçük Asya’daki krallıklarla kurduğu ittifaklar sonucunda güçlenerek
kendisine karşı ayaklanma hazırlığına giriştiğini fark etmiş ve ona karşı
sefer hazırlıklarına başlamıştır. Bu sırada Antiokhos II Hieraks, kız kardeşinin vasıtasıyla olacak, Pontos Kralı II. Mithradates’le ittifak kurmuştur. Bu durumu daha da güçlendirmek için kız kardeşinin kızı
Laodike’yle evlenmiştir268. Ancak, bu sırada II. Seleukos kardeşi II.
Antiokhos’la savaşmak üzere büyük bir orduyla Anadolu’ya geçmiştir.
Seleukos II Kallinikos, kardeşiyle ilk olarak Batı Anadolu’da karşılaşarak bu savaşı kolaylıkla kazanmıştır. Hemen ardından kardeşinin mütte-fiki Pontos Kralı II. Mithradates’in üzerine bir cezalandırma seferi düzenlemiştir. Fakat Antiokhos Hieraks’ın, II. Mithradates’le birlikte Galat
paralı askerlerinden oluşturduğu bir orduya karşı, İÖ. ca. 240/239 yılında Ankyra (Ankara) yakınlarında yaptığı muharebeyi ağır biçimde kaybederek canını zor kurtaran Seleukos II Kallinikos, yeniden Asya’daki
topraklarına çekilmek zorunda kalmıştır
269. Bu zaferden sonra, her nedense Antiokhos Hieraks ile II. Mithradates’in arası açılmış gibi gözükmektedir270. Çünkü II. Mithradates, Hieraks’ın bundan sonraki seferlerinde onu aktif olarak desteklemekten vazgeçmiş ve her iki Seleukos
kralıyla da arasını iyi tutmaya özen göstermiştir271.
İÖ. ca. 227/226 yılında Rhodos’ta önemli hasara yol açan şiddetli bir
deprem meydana gelmiştir. II. Mithradates, kente yardım etmek için
adeta birbiriyle yarışan Hellenistik monarkhia’lar, küçük prenslikler ve
bağımsız kentlerden aşağı kalmayarak, Rhodos’a cömertçe bağışta bulunmuştur272. Böylelikle, o sıralar Anadolu’nun kuzeyine sıkışmış küçük
bir krallık olan Pontos’un adı, II. Mithradates’in krallığı zamanında, Küçük Asya’da olduğu kadar yavaş yavaş adalar ve Hellas’ta da tanınmaya
başlamıştır. Ayrıca II. Mithradates’in Küçük Asya’da izlediği siyaset,
Pontos Krallığı’nı Anadolu’daki Hellenistik krallıklar arasında önemli
bir konuma getirmiştir. Öyle ki, İÖ. 222 yılına geldiğimizde, Seleukos
Kralı III. Antiokhos (İÖ. 223-187), II. Mithradates’in Laodike isimli diğer kızıyla Euphrates kenarındaki Zeugma kentinde evlenmiştir273. Antiokhos’un Küçük Asya genel valiliğine atadığı kuzeni274 Akhaios275 ise,
II. Mithradates’in Hieraks’la evlendirdiği/emanet olarak verdiği diğer kızı Laodike’yle evlenmiştir276. Bu suretle, Pontos Kralı II. Mithradates,
II. Seleukos ve II. Antiokhos örneklerinde olduğu gibi hem Seleukos
krallarıyla hem de onun Küçük Asya’yı yönetmekle görevlendirdiği
elçisiyle bir şekilde iyi geçinmeyi başarmış gözükmektedir. İşin garip
olduğu kadar ilgi çekici yanı ise, Küçük Asya’yı yönetmek üzere gönderilen her iki görevli belirli bir süre sonra, Seleukos krallarına karşı ayaklanmış olsalar da, Pontos Kralı II. Mithradates, izlediği politika sayesinde her iki tarafı bir şekilde kendisine dost etmeyi başarmıştır.
II. Mithradates’in krallığı döneminde Pontos topraklarının ne derece
genişlediği konusunda kesin verilere sahip değiliz. Bununla birlikte
Mithradates’in hükümdarlığının son yıllarında –İÖ. ca. 220– Pontos
Euksenos’un güney sahilinde, Phasis rotasında ve açık denize giden bir
yarım ada üzerinde konuşlanmış Sinope’ye karşı bir harekata girişmek
üzere hazırlandığı zannedilmektedir. Zira Polybios’a277 göre, Sinope’liler, Pontos Kralı II. Mithradates’in kenti kuşatmasından endişe
duyuyorlardı. Bu yüzden, Rhodos’a –büyük bir olasılıkla Kos Adası’na
da– olası bir savaş halinde kendilerine yardım etmeleri talebinde bulunmak üzere elçiler gönderdiler. Bunun üzerine Rhodos’lular derhal üç
komiser tayin edip, Sinope’lilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere bu komiserlere 140.000 drakhmai verdiler. Komiserler ise, yanlarına 10.000
küp şarap, 300 talanta278 tutarında hazır saç, 100 talanta tutarında hazır
toka ipi, 1000 tam takım zırh, 3000 altın, kullanıcılarıyla birlikte 4 mancınık alarak Sinope’ye gittiler. Hem deniz hem de karadan II. Mithradates’in baskısı altında olan Sinope’liler büyük endişe içindeydiler.
Bununla birlikte, Sinope halkını korkutan bu saldırının gerçekleşip gerçekleşmediği kesin olarak belli değildir. Zira, II. Mithradates’in Sinope’ye karşı ne çeşit bir düşmanlığı olduğu ve bu sefere girişip girişmediği antik kaynaklar tarafından açık bir şekilde belirtilmemiştir. Yine
de; Pontos kralı Sinope’yi kuşattıysa bile, Kos279(?) ve Rhodos’luların
kente yaptıkları önemli ölçüdeki askeri ve erzak yardımı sayesinde ala-mamıştır
280. II. Mithradates’in bastırdığı sikkelerin ön yüzünde miğfer  taşıyan bir Athena büstü, arka yüzünde; elinde palmiye yaprağı tutan, ayakta bir Nike figürü ile Βασιλέως Μιθραδάτου=Kral Mithradates’in
lejandı yer almaktadır  281.
 II. Mithradates İÖ. ca. 220 yılında öldükten sonra, yerine varisi III. Mithradates (İÖ. ca. 220-ca. 197) Pontos tahtına  çıkmıştır. III. Mithradates’in yaklaşık  yirmi üç yıllık hakimiyeti sırasında antik
kaynaklarda geçen bir değiniye rastlanmamaktadır. Ancak, onun döneminde  basılan sikkelerin ön yüzünde III. Mithradates realist bir şekilde kısa saçları üzerine yerleştirilmiş tacıyla, yaşlı bir adam
olarak temsil edilmiştir282. Sikkelerin arka  yüzünde, elinde kartal tutan, oturan bir  Zeus betimlemesi, kral Mithradates’in lejandı ile III. Mithradates’ten  sonra, Pontos’un krali standartlarından biri olan hilal ve yıldız sembolleri resmedilmiştir283.   Pontos Kralı I. Pharnakes’in (İÖ. ca. 197-ca. 160/159284) hükümdarlığı sırasında seleflerinden daha sistematik, saldırgan ve yayılımcı politika cak ordu için 5.000 ve her bir Galat şefi için 200’er parça olmak üzere,
ödediği altınlar karşılığında savuşturabilmiştir265.
II. Mithradates’in Hellenistik Dönem Anadolu tarihinde önemli bir
rol oynamaya başlaması, onun Seleukos Kralı Antiokhos II Theos’un
(İÖ. 261-246) kızı Laodike’yle evlenmesiyle başlamıştır
266. Bu durum,
II. Antiokhos’un ölümünden sonra, Seleukos tahtına çıkan Seleukos II
Kallinikos’un (İÖ. 246-225), imparatorluğu birlikte yönettiği kardeşi
Antiokhos II Hieraks (İÖ. 246-225) döneminde de devam etmiştir.
Seleukos II Kallinikos, krallığının ilk yıllarında Mısır Kralı Ptolemaios
III Euergetes’le (İÖ. 246-222) yaptığı Üçüncü Syria Savaşı (İÖ. 246-
241) sırasında, Küçük Asya’daki topraklarının egemenliğini, imparatorluğu birlikte yönettiği kardeşi Antiokhos II. Hieraks’a bırakmıştı. Fakat,
III. Ptolemaios’la İÖ. 241267
 yılında yaptığı barış sonrasında kardeşinin,
Küçük Asya’daki krallıklarla kurduğu ittifaklar sonucunda güçlenerek
kendisine karşı ayaklanma hazırlığına giriştiğini fark etmiş ve ona karşı
sefer hazırlıklarına başlamıştır. Bu sırada Antiokhos II Hieraks, kız kardeşinin vasıtasıyla olacak, Pontos Kralı II. Mithradates’le ittifak kurmuştur. Bu durumu daha da güçlendirmek için kız kardeşinin kızı
Laodike’yle evlenmiştir268. Ancak, bu sırada II. Seleukos kardeşi II.
Antiokhos’la savaşmak üzere büyük bir orduyla Anadolu’ya geçmiştir.
Seleukos II Kallinikos, kardeşiyle ilk olarak Batı Anadolu’da karşılaşarak bu savaşı kolaylıkla kazanmıştır. Hemen ardından kardeşinin mütte-fiki Pontos Kralı II. Mithradates’in üzerine bir cezalandırma seferi düzenlemiştir. Fakat Antiokhos Hieraks’ın, II. Mithradates’le birlikte Galat
paralı askerlerinden oluşturduğu bir orduya karşı, İÖ. ca. 240/239 yılında Ankyra (Ankara) yakınlarında yaptığı muharebeyi ağır biçimde kaybederek canını zor kurtaran Seleukos II Kallinikos, yeniden Asya’daki
topraklarına çekilmek zorunda kalmıştır
269. Bu zaferden sonra, her nedense Antiokhos Hieraks ile II. Mithradates’in arası açılmış gibi gözükmektedir270. Çünkü II. Mithradates, Hieraks’ın bundan sonraki seferlerinde onu aktif olarak desteklemekten vazgeçmiş ve her iki Seleukos
kralıyla da arasını iyi tutmaya özen göstermiştir271.
İÖ. ca. 227/226 yılında Rhodos’ta önemli hasara yol açan şiddetli bir
deprem meydana gelmiştir. II. Mithradates, kente yardım etmek için
adeta birbiriyle yarışan Hellenistik monarkhia’lar, küçük prenslikler ve
bağımsız kentlerden aşağı kalmayarak, Rhodos’a cömertçe bağışta bulunmuştur272. Böylelikle, o sıralar Anadolu’nun kuzeyine sıkışmış küçük
bir krallık olan Pontos’un adı, II. Mithradates’in krallığı zamanında, Küçük Asya’da olduğu kadar yavaş yavaş adalar ve Hellas’ta da tanınmaya
başlamıştır. Ayrıca II. Mithradates’in Küçük Asya’da izlediği siyaset,
Pontos Krallığı’nı Anadolu’daki Hellenistik krallıklar arasında önemli
bir konuma getirmiştir. Öyle ki, İÖ. 222 yılına geldiğimizde, Seleukos
Kralı III. Antiokhos (İÖ. 223-187), II. Mithradates’in Laodike isimli diğer kızıyla Euphrates kenarındaki Zeugma kentinde evlenmiştir273. Antiokhos’un Küçük Asya genel valiliğine atadığı kuzeni274 Akhaios275 ise,
II. Mithradates’in Hieraks’la evlendirdiği/emanet olarak verdiği diğer kızı Laodike’yle evlenmiştir276. Bu suretle, Pontos Kralı II. Mithradates,
II. Seleukos ve II. Antiokhos örneklerinde olduğu gibi hem Seleukos
krallarıyla hem de onun Küçük Asya’yı yönetmekle görevlendirdiği
elçisiyle bir şekilde iyi geçinmeyi başarmış gözükmektedir. İşin garip
olduğu kadar ilgi çekici yanı ise, Küçük Asya’yı yönetmek üzere gönderilen her iki görevli belirli bir süre sonra, Seleukos krallarına karşı ayaklanmış olsalar da, Pontos Kralı II. Mithradates, izlediği politika sayesinde her iki tarafı bir şekilde kendisine dost etmeyi başarmıştır.
II. Mithradates’in krallığı döneminde Pontos topraklarının ne derece
genişlediği konusunda kesin verilere sahip değiliz. Bununla birlikte
Mithradates’in hükümdarlığının son yıllarında –İÖ. ca. 220– Pontos
Euksenos’un güney sahilinde, Phasis rotasında ve açık denize giden bir
yarım ada üzerinde konuşlanmış Sinope’ye karşı bir harekata girişmek
üzere hazırlandığı zannedilmektedir. Zira Polybios’a277 göre, Sinope’liler, Pontos Kralı II. Mithradates’in kenti kuşatmasından endişe
duyuyorlardı. Bu yüzden, Rhodos’a –büyük bir olasılıkla Kos Adası’na
da– olası bir savaş halinde kendilerine yardım etmeleri talebinde bulunmak üzere elçiler gönderdiler. Bunun üzerine Rhodos’lular derhal üç
komiser tayin edip, Sinope’lilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere bu komiserlere 140.000 drakhmai verdiler. Komiserler ise, yanlarına 10.000
küp şarap, 300 talanta278 tutarında hazır saç, 100 talanta tutarında hazır
toka ipi, 1000 tam takım zırh, 3000 altın, kullanıcılarıyla birlikte 4 mancınık alarak Sinope’ye gittiler. Hem deniz hem de karadan II. Mithradates’in baskısı altında olan Sinope’liler büyük endişe içindeydiler.
Bununla birlikte, Sinope halkını korkutan bu saldırının gerçekleşip gerçekleşmediği kesin olarak belli değildir. Zira, II. Mithradates’in Sinope’ye karşı ne çeşit bir düşmanlığı olduğu ve bu sefere girişip girişmediği antik kaynaklar tarafından açık bir şekilde belirtilmemiştir. Yine
de; Pontos kralı Sinope’yi kuşattıysa bile, Kos279(?) ve Rhodos’luların
kente yaptıkları önemli ölçüdeki askeri ve erzak yardımı sayesinde ala-mamıştır
280. II. Mithradates’in bastırdığı sikkelerin ön yüzünde miğfer
taşıyan bir Athena büstü, arka yüzünde; elinde palmiye yaprağı tutan,
ayakta bir Nike figürü ile Βασιλέως Μιθραδάτου=Kral Mithradates’in
lejandı yer almaktadır
281.
 II. Mithradates İÖ. ca. 220 yılında öldükten sonra, yerine varisi III. Mithradates (İÖ. ca. 220-ca. 197) Pontos tahtına
çıkmıştır. III. Mithradates’in yaklaşık
yirmi üç yıllık hakimiyeti sırasında antik
kaynaklarda geçen bir değiniye rastlanmamaktadır. Ancak, onun döneminde
basılan sikkelerin ön yüzünde III. Mithradates realist bir şekilde kısa saçları üzerine yerleştirilmiş tacıyla, yaşlı bir adam
olarak temsil edilmiştir282. Sikkelerin arka
yüzünde, elinde kartal tutan, oturan bir
Zeus betimlemesi, kral Mithradates’in lejandı ile III. Mithradates’ten
sonra, Pontos’un krali standartlarından biri olan hilal ve yıldız sembolleri resmedilmiştir283.
Pontos Kralı I. Pharnakes’in (İÖ. ca. 197-ca. 160/159284) hükümdarlığı sırasında seleflerinden daha sistematik, saldırgan ve yayılımcı politika izlediğine tanık oluyoruz. Pharnakes, her
ne kadar bastırdığı sikkeler üzerindeki
realist portrelerinde zayıf karakterli; hatta
moron gibi görünse de, son derece keskin
bir zekaya ve sınırsız hırsa sahipti285. Öyle
ki, kral İÖ. 188 yılında, Bithynia Kralı I.
Prusias ve Ortiagon komutasındaki Galatlarla birleşerek Pergamon Kralı II.
Eumenes’e karşı savaşmıştır
286. Makedonia
Kralı V. Philippos’un da, Pergamon’lulara
karşı Prusias’ı desteklemesine rağmen
287
II. Eumenes İÖ. 184 yılında, Lypedron
Dağı yakınlarında Bithynia’lılar ve Galatlardan oluşan koalisyon kuvvetlerini yenmeye muvaffak olmuştur288. Bununla birlikte İÖ. 183 yılında Romalıların araya girmesiyle T. Quinctius Flamininus’un önderliğinde bir barış konferansı toplanmıştır. Bu toplantı, II. Eumenes’in, İÖ. 188
yılındaki Apameia Antlaşması uyarınca kendisine verilen ya da gözetiminde bulundurduğu bölgeler üzerindeki haklarını aynen geçerli
kılmış ve Bithynia Kralı I. Prusias ile Ortiagon’un bu karara uymaları
zorunluluğunu getirmiştir289. Pharnakes’in Bithynia ve müttefikleriyle
Pergamon kuvvetleri arasındaki savaşta ne derece rol oynadığı belli
değildir. Ayrıca savaştan sonra, toplanan barış görüşmelerinde de yer
almamıştır.
Ancak Pharnakes’in, Eumenes’e karşı düşmanlığı devam etmiştir.
İÖ. 183 yılında Pergamon’lulara karşı ayaklandırdığı Galat şefleri ve
Armenia Kralı Mithradates’le oluşturduğu Doğu koalisyonuyla II. Eumenes’e karşı savaşmaya başlamıştır
290. Pharnakes ilk olarak, düzenlediği ani bir baskınla Paphlagonia ve Güney Karadeniz sahilinin en
önemli ticaret merkezi Sinope ve onun Sinopis/Sinopitis olarak adlandı-rılan geniş territorium’unu ele geçirmiştir291. Ardından bu kentin kolonileri olan Kotyora (Ordu) ve Kerasos (Giresun) kentlerini almıştır. Akabinde, İç Anadolu Bölgesi’ni istila hareketine başlamış, bir yandan
Paphlagonia Bölgesi’nin içlerine yaptığı akınlarla buranın büyük bir kısmını işgal ederken, diğer yandan Galatları Pergamon arazisine hücuma
teşvik etmiştir. Romalıların çeşitli kereler savaşı durdurma girişimlerine
rağmen, Pharnakes önce Kappadokia daha sonra Bithynia toprakları
üzerine akınlar düzenlemiştir. Sonunda II. Eumenes ile müttefikleri,
Bithynia Kralı II. Prusias ve Kappadokia Kralı IV. Ariarathes’in karşısında bütün cephelerde yenilmiş ve Pergamon Kralı Eumenes II Soter’le
barış imzalamak zorunda kalmıştır. Böylece Pharnakes’in, bir daha her
ne sebeple olursa olsun Galatia topraklarına girmesi yasaklanmış, Galatlarla daha önce yapmış olduğu bütün anlaşmalar geçersiz sayılmış ve
Paphlagonia gibi, savaş süresince istila ettiği bütün toprakları terk etmeye ve yüklü miktarda savaş tazminatı vermeye mecbur edilmiştir292.
Bununla birlikte Pharnakes, ülkesinin sınırlarını Karadeniz sahillerinde Amastris’ten Kerasos ve belki Trapezus’a kadar genişletmeyi
başarmıştır. Ayrıca krallığının başkentini ve krali mezarlık merkezini
Amaseia’dan Sinope’ye taşımıştır
293. Ardından burayı güzel yapılarla ve
tersanelerle donatarak aynı zamanda Pontos Krallığı’nın donanma üssü
haline getirmiştir294. Pharnakes ayrıca Kerasos üzerinde kendi adına izafeten Pharnakeia adlı yeni bir yerleşim kurmuş ve Kotyora sakinlerinin büyük bir bölümünü bu kente transfer etmiştir295. Pharnakes, Karadeniz’de elde ettiği sahil kentlerinden sonra, ilgi alanını Anadolu’dan
Kuzey Karadeniz havzasına çevirmiştir. Kırım Yarımadası’nın önde
gelen kentlerinden Khersonesos’la296 (Sivastopol) ve daha sonra Odessos
297 (Varna) ve bölgedeki diğer Hellen kolonileriyle müttefik olarak
onları Skythia (İskit) akınlarına karşı korumuştur. Ayrıca kentlerle yaptığı iki taraflı dostluk ve müttefiklik antlaşmasında, söz konusu kentlere
yapılacak herhangi bir –barbar– saldırı karşısında onları koruyacağına
ve ardından kentlerin bağımsızlığına saygı göstereceğine dair yemin
etmiştir298. Böylelikle kral, Pontos Krallığı’nın bir bakıma Kuzey Kara-deniz Bölgesi’ndeki Hellen kentlerinin en önemli hamisi ve kurtarıcısı
olarak tanınmasını sağlamıştır
299.
Pharnakes, kendinden önceki Pontos kralları gibi, Seleukos’lara evlilik yoluyla bağlanmıştır. Βασιλέως ᾿Αντιόχου καὶ Βασιλίσσης
Λαοδίκης=Kral Antiokhos ve Kraliçe Laodike’nin kızı Nysa ile evlenmiştir300. Pharnakes hükümdarlığı sırasında Hellen kentleriyle, özellikle
Atina ve Delos’la yakın ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Atinalılar tarafından Nysa’yla evlenmesi dolayısıyla Delos’ta oldukça uzun bir yazıtla
kutlanmış
301
; ayrıca kız kardeşi Laodike302 Delos’lular tarafından bir
heykelle onurlandırılmıştır
303. Pharnakes’in bastırdığı gümüş drakhmē’ler ve tetradrakhmē’ler ön yüzlerinde kralın realist portrelerini taşırlar. Sikkelerin arka yüzlerinde ise, Hellen sikkelerinin aksine, ayakta
duran ve bazen başının üzerinde bir yıldırım motifi olan bir erkek/tanrı –
Men(?) yer almakta; ayrıca sikkenin üstünde betimlenen hilal ve yıldız sembollerinin yanında Βασιλέως Φαρνάκου=Kral Pharnakes’in lejandı
bulunmaktadır
304.
Pharnakes’in ardılı olan kardeşi(?) Mithradates IV Philopator
Philadelphos (İÖ. ca. 160/159-ca. 150), ağabeyinden(?) daha ılımlı bir
dış politika izleyerek özellikle Roma ve müttefikleriyle yakın ilişki içine
girmiştir. Roma’nın Capitolium Tepesi’nde bulunan çift dilli –Hellence/
Latince– bir yazıtta, IV. Mithradates’in Romalılarla olan dostluğuna ve
müttefikliğine (τὸν φίλον καὶ σύμμαχος αὑτοῦ/amicitiai et societatis
ergo) işaret edilmektedir305. Öyle ki, Pergamon Kralı II. Attalos, İÖ. ca.
155/154 yılında Bithynia Kralı II. Prusias’a karşı savaşırken IV.
Mithradates de Kappadokia Kralı V. Ariarathes’le306 birlikte Attalos’un
saflarında yer almışlardır. Polybios307, bu sıralar Kappadokia kralıyla
IV. Mithradates’in yakın ilişki içinde olduğunu ve Attalos’a yardıma
gönderilen Pontos ile Kappadokia birliklerine V. Ariarathes’in oğlu
Demetrios’un kumanda ettiğini bildirmektedir. IV. Mithradates, atalarından kalma Seleukos’larla evlilik bağını bozarak kız kardeşi Laodike308 ile evlenmiş ve krallığını onunla birlikte
yönetmiştir309. Mithradates’in bastırdığı sikkelerin ön yüzünde kendisi
ve Kraliçe Laodike Philadelphos; arka
yüzünde, ayakta duran Zeus ve Hera
betimlenmiş olup Βασιλέως Μιθραδάτου καὶ Βασιλίσσης Λαοδίκης φιλαδελφῶν=birbirini seven kardeşler Kral
Mithradates ve Kraliçe Laodike’nin lejandı
yer almaktadır
310.
Mithradates IV Philopator Philadelphos’un varisi Mithradates V Euergetes
(İÖ. ca. 150-120), Seleukos Kralı Antiokhos IV Epiphanes’in kızı Laodike’yle
evlenmiştir311. Onun hükümdarlığı sırasında Pontos-Roma ilişkileri daha da yakınlaşmıştır. Öyle ki, İÖ. 149
yılındaki Üçüncü Kartaca Savaşı sırasında, Roma kuvvetlerine yardımcı
bir deniz filosu göndermiştir312. Pergamon Kralı III. Attalos, İÖ. 133
yılında –hastalanıp(?) ölünce, krallık merkezi Pergamon ve toprakları
dışında kalan in proprio=kendine ait yerleri Roma’ya bıraktığı ortaya
çıkmıştır
313. Böylelikle, Hellenistik dünyanın en sağlam temellere sahip krallıklarından biri, bir kralın vasiyetiyle tarih sahnesinden silinmiştir.
Fakat, Pergamon Kralı III. Attalos’un bu benzeri görülmemiş, şaşırtıcı
vasiyetnamesinin ardından Attalos’un kardeşi ve II. Eumenes’in gayri
meşru oğlu olduğunu söyleyen Aristonikos (III. Eumenes) adında biri314
Pergamon tahtında hak iddia ederek, krallığı ele geçirmek için Smyrna
(İzmir) yakınlarında isyan etmiştir. Romalıların, kendilerine miras bırakılan topraklara barış içinde girmelerine izin vermemiştir. Roma’nın bu
sırada Anadolu’da hiçbir askeri olmadığından, Küçük Asya’daki müttefik krallıklardan isyanın bastırılmasını talep etmiştir. Ancak, Bithynia
Kralı II. Nikomedes, Kappadokia Kralı Ariarathes V Eusebes Philopator, Paphlagonia prensleri ve Pontos Kralı Mithradates V Euergetes’in
isyana müdahaleleri zayıf olmuştur. Sonunda Roma, Küçük Asya’ya deneyimli bir asker olan Perperna komutasında bir ordu göndermek zorunda kalmıştır. Perperna, müttefik devletlerin yardımıyla paralı askerler ve
kölelerden oluşan kalabalık bir ordu toplamıştır. Üç yıl boyunca Roma
gücüne karşı başarılı şekilde direnmiş olan Aristonikos’u, Stratonikeia’da (Eskihisar) mağlup ve esir etmeye muvaffak olmuştur. Fakat,
görevini tamamlayamadan hastalanıp ölmüştür. Yerine, İÖ. 129 yılı
consul’ü Manius Aquillius315 gelmiş ve beraberinde getirdiği heyetle iki
yıl içinde Pergamon ülkesinin Roma eyaleti statüsü kazanması için gerekli düzenlemeleri yapmıştır. Böylece Roma, Küçük Asya’daki ilk
eyaleti olan provincia Asia’yı kurmuştur316. Aquillius idari bakımdan
güçlük çıkarması muhtemel bölgeleri, Aristonikos’a karşı yapılan savaşta Roma’yı destekleyen müttefik krallıklara dağıtmıştır. Phrygia Epiktetos’undan bazı bölümleri, Bithynia Kralı II. Nikomedes317 ile Paphlagonia prenslerine; Lykaonia’yı, savaş sırasında ölen Kappadokia kralının oğullarına ve Büyük Phrygia ile Galatia’yı Pontos Kralı V. Mithradates’e vermiştir318. Roma’yla dostluğunu sonuna kadar korumaya ça-lışmış olan Pontos Kralı V. Mithradates bu şekilde, Galatia üzerinde büyük ölçüde söz sahibi olmuştur. Fakat saltanatının son yıllarında
Mithradates’in Phrygia ve Galatia bölgelerini senatörlere ve M. Aquillius’a verdiği rüşvet sayesinde elde etmiş olduğu ortaya çıkmıştır. Bu
sebeple kralın Roma’yla olan ilişkileri soğumaya başlamıştır
319.
Kappadokia, İÖ. 129 yılında Aristonikos İsyanı’nın bastırılması sırasında Romalılara yardım ederken ölen Kappadokia Kralı Ariarathes V
Eusebes Philopator’un karısı Nysa tarafından yönetilmekteydi. Ancak
kraliçe, çocukları biraz büyüyünce ülkenin kontrolünü elinde tutamayacağını düşünerek, altı erkek oğlundan beş tanesini zehirleterek öldürtmüş; sadece en küçüğü –VI. Ariarathes– akrabalarının sayesinde annesinin bu zulmünden canını kurtarabilmişti. Bu duruma kızan halk kraliçeye karşı ayaklanmıştı. Pontos Kralı V. Mithradates de bu fırsatı değerlendirmiş, Kappadokia Krallığı’ndaki taht kavgasına karışarak bölgeyi
istila etmiş
320 ve VI. Ariarathes’i Kappadokia tahtına çıkartmıştır
321.
Daha sonra genç kralla arasındaki ilişkileri daha sağlamlaştırmak için
Ariarathes ile kızı Laodike’yi evlendirmiş ve kendi krallığına dönmüştür322. V. Mithradates hükümdarlığı sırasında Paphlagonia Bölgesi üze-rinde de önemli ölçüde söz sahibi olmuş gibi görünmektedir. Bu sebepten olacak, V. Mithradates’in varisi VI. Mithradates, Bithynia Kralı III.
Nikomedes’le birlikte, İÖ. 108 yılında Paphlagonia’yı ele geçirdikten
sonra, Romalıların kendisinden bölgeyi boşaltmasını istediklerinde,
onlara Paphlagonia’nın kendisine babasından miras kaldığını iddia etmiştir323.
 Mithradates V Euergetes öncülleri gibi
krallığıyla Hellenler arasında yakın ilişki
kurmaya çalışmış ve Pontos sarayında
Hellen etkisi görülmeye başlamıştır. İzlediği hellensever (= philhellēn [φιλέλλην])
dış politika sayesinde Marathon’lu Seleukos tarafından Delos Adası’nda bir heykeli
dikilerek onurlandırılmıştır
324. Göreceli de
olsa, onun zamanında ilk defa idealist
portreler Pontos baskılarında yer almaya
başlamıştır. Öyle ki, kral bastırdığı sikkelerde öncüllerinden daha az realist betimlenmiştir325.
Sonuç olarak, Pontos krallarından I. Mithradates ve Ariobarzanes,
tedbirli yayılma politikaları izleyerek, hükümdarlıkları sırasında daha
çok kendi topraklarını korumak üzere hareket etmişlerdir. II. Mithrada-tes, Hellenistik Dönem Anadolu tarihinde daha çok uyguladığı başarılı
diplomasiyle ön plana çıkmıştır. III. Mithradates’in hakimiyet yılları
üzerine antik kaynaklarda herhangi bir veriye rastlanmamakla beraber,
Pontos tarihinde çoğunlukla barış içinde geçen, sakin bir dönem yaşanmış olsa gerektir. Buna karşın, I. Pharnakes döneminde Pontos Krallığı
sistematik olarak yayılımcı ve saldırgan bir politika izlemiştir. I. Pharnakes, her ne kadar Anadolu’daki hırslı savaşları sonucunda pek başarı
elde edemese de, krallığının batı sınırını Amisos’tan Trapezus’a kadar
genişletmeyi başarmıştır. Ayrıca, kendinden önceki Pontos kralları gibi,
Seleukos’larla olan ilişkilerini devam ettirmiş ve Roma’ya elçiler yollayarak, ilk defa Romalılarla irtibata geçmiştir. Pharnakes’in krallığına kazandırdığı en büyük başarı, Kuzey Karadeniz’deki Hellen kolonileriyle
yakın ilişkiye geçerek onların hamiliğini üstlenmesidir. Böylelikle
Pontos’un sınırlarının dışında, krallığın ufuklarını da genişletmiştir326. I.
Pharnakes’in ölümünden sonraki Pontos kralları, giderek artan Roma
yanlısı dış politika izlemeye başlamışlardır. IV. Mithradates zamanında
başlatılan bu politika, varisi Mithradates V Euergetes döneminde artarak
devam etmiştir. Onun yarı Roma yanlısı yarı yayılımcı politikası sayesinde Pontos Krallığı, Anadolu’nun önde gelen Hellenistik krallıklarından biri konumuna gelmiştir. 

I. KRALLIKTAN İMPARATORLUĞA

A. Mithradates VI Eupator’un Doğuşu’ndan Birinci
Mithradates-Roma Savaşı’na Kadar (İÖ. 134-İÖ. 89)
Pontos Kralı Mithradates V Euergetes’in İÖ. 120 yılında Sinope’de
yakın arkadaşları tarafından öldürülmesiyle Pontos Krallığı’nın başına
Mithradates VI Eupator geçti327. Iustinus’a328 göre, Mithradates’in büyük ve önemli bir kral olacağı olağanüstü göksel olaylar zinciriyle de
daha önceden haber verilmişti329. Zira Mithradates’in İÖ. ca. 133 yılında Sinope’de doğduğu
330
 ve İÖ. ca. 120 yılında krallığını yönetmeye başladığı ilk yıl gökyüzünde bir kuyruklu yıldız peyda olmuş ve o kadar parlak bir biçimde ışık saçmıştı ki331; 70 gün boyunca gökyüzü parıldamıştı. Kuyruklu yıldızın
büyüklüğü gökyüzünün dört bir yanını kaplamış ve onun parlaklığı güneşi bile bastırmıştı.
Öyle ki, güneşin doğumu ve batımı yaklaşık
dörder saat alıyordu. Kuyruklu yıldızın 70 gün
süreyle gökyüzünde görülmesi kralın yaşam
süresini; gökyüzünün dört bir yanını kaplaması
onun seferlerini; parlaklığının güneşi bile bastırması ise, kralın yaşam süresi boyunca Romalıların gücünü gölgede
bırakacağını sembolize ediyordu332.
Plutarkhos’a333 göre, Mithradates daha bebekken, çok yakınına bir
şimşek düşmüş ve kundak bezini yakmıştı. Yıldırım Mithradates’in vücuduna değmemiş olmasına rağmen –yanan elbiselerinden olacak– alnında bir yanık izi bırakmıştı. Bu yüzden Mithradates, çocukluğundan itibaren Dionysos334 lakabıyla anılır olmuştu335. Benzer bir olay kral yetişkin bir erkekken başına gelmişti: Mithradates bir evde dinlenirken eve
yıldırım düşmüş ve uyuyan kralın yanı başında asılı duran ok sadağındaki bütün okları kömür haline getirmişti336. Öyle ki, Plutarkhos’a337
göre, insanların büyük bir çoğunluğunun Mithradates’e Dionysos lakabını vermeleri kralın hayatının çeşitli evrelerinde şimşekle olan benzer
tecrübelerinden kaynaklanmaktadır
338. Mithradates’in, Dionysos olarak
anılmasına ilişkin diğer bir yaygın kanı ise, düzenlediği içki içme ve
yemek yeme yarışmasına bizzat kendisinin de iştirak ederek bir talanton
gümüş değerindeki her iki ödülü kazanmış olmasıdır. Kral, özellikle
yarışmacılardan çok daha fazla içki içmesine rağmen sarhoş olmamış ve
bu yüzden Dionysos olarak adlandırılmıştı Mithradates VI Eupator Dionysos tahta çıktığında, Pontos Anadolu’nun en küçük krallıklarından biri, kendisi ise, en genç Hellenistik
kraldı. Bu bakımdan henüz 13 yaşında olan Mithradates Eupator340 ile
kardeşi Mithradates Khrestos’un yaşlarının küçüklüğünden dolayı kraliçe Laodike, belirli bir süre Pontos Krallığı’nın yönetiminde önemli
derecede söz sahibi olmuş gibi görünmektedir. Iustinus’a341 göre, bu süre zarfında Laodike tarafından Mithradates’in hayatına kastedilmiş;
ayrıca çeşitli kereler zehirlenmek342 istenmiştir. Bunun üzerine –babası
gibi– zehirlenmekten korkan genç kral, sık sık panzehir içmeye başlamıştır. Sonunda ilginç ve son derece güçlü engelleyici karışımlar içe içe
vücudunu her çeşit zehre karşı bağışık kılmıştır
343. Kendisini zehirle
ortadan kaldırmayı başaramayan düşmanlarının bu sefer silah yoluyla
canına kastetmeyi planladıklarını anlayınca, vahşi hayvan avına düşkün
biri taklidi yapmış ve belirli süre için ne kasabalarda ne de kırsal alanlarda bir çatı altında kalmamaya özen göstermiştir344. Ayrıca ormanlarda
gezinip durmuş ve geceyi dağların değişik yerlerinde geçirmiştir. Böylece hiç kimse onun ikamet ettiği yörelerden haberdar olamamıştır. Bu
surette Mithradates, daha çocuk denecek yaştan itibaren vahşi hayvanlardan kaçma; onları yakalama için, plan kurma, takip etme ve avlama
konularında uzmanlaşmıştır. Kral bu tarz yaşantısı sonucunda öyle çevikleşerek güçlenmişti ki; vahşi hayvanların bazılarından koşarak kaç-maya, bazılarını koşarak kovalamaya, bazılarıyla ise, kendi gücüyle –
silahsız– dövüşmeye başlamıştır. Böylelikle hem hayatına kastetmek
isteyen suikastçılardan kurtulmuş hem de vücut yapısını her çeşit cesaret
gerektirecek zorluğa uzun süre dayanabilecek bir seviyeye getirmiştir345.
Mithradates, İÖ. ca. 119/116 yılında346, krallığına dönerek aşırı derecede iktidar hırsına sahip olan kraliçeyi önce devlet görevlerinden uzaklaştırdı; daha sonra da hapse attırdı
347. Kardeşi Mithradates Khrestos’la
birlikte Pontos Krallığı’nı yönetmeye başladı
348. Fakat bir süre sonra,
Khrestos’tan da şüphelenerek, onu ortadan kaldırdı. Krallığın tek ve
mutlak hakimi oldu349. Bununla birlikte Romalılar, İÖ. ca. 116 yılında350
Aristonikos Ayaklanması’nın bastırılmasında kendilerini destekleyen V.
Mithradates’e İÖ. 129 yılında bağışladıkları Phrygia Bölgesi’ni işgal ederek bu toprakları Asia Eyaleti’ne bağladılar351. Kralın bütün itirazları
sonuçsuz kaldı. Bu durum kralın çocukluğundan itibaren Romalılardan
nefret etmesine neden oldu. Bu yüzden Mithradates, Pontos tahtını ele
geçirdikten sonra, ilk düşüncesi krallığı yönetmekten ziyade sınırlarını
genişletmek oldu352. Öncelikle ordusunu ve donanmasındaki eksiklikleri
giderdi. Krallığındaki genç nüfusu askere alarak onları sıkı bir askeri
eğitimden geçirdi. Bu sırada Romalılar kendi iç meseleleriyle –partilerin
çıkar kavgasıyla– uğraşıyordu. Küçük Asya’daki Hellenistik krallıklar
ise, bütün dikkatlerini kendi aralarındaki çekişmelere çevirmiş durumdaydı. Bu yüzden Mithradates, krallığının ilk yıllarında bağlaşıklık ve
istila yoluyla Doğu ve Kuzey Karadeniz havzasındaki birçok kavmin
kontrolünü eline geçirmek üzere harekete geçti. İÖ. ca. 115/114 yılında353 Kuzey Karadeniz kıyılarındaki Hellen kolonilerinden Krimeia
(Kırım) Yarımadası’nın güney ucundaki Khersonesos kenti ve Bosporos
Krallığı giderek artan Skythia baskısına karşı  354 Mithradates’i koruyucu = prostatēs [προστάτης]) seçerek ondan yardım istediler355. Zira kralın
büyük dedesi/amcası(?) Pontos Kralı I. Pharnakes, yaklaşık 60 sene  evvel onları olası bir barbar saldırısı karşısında koruyacağına yemin
etmişti. Mithradates bir yandan daha önce verilmiş bu sözü yerine getirmeyi istediği, diğer yandan da bu durumu geleceği açısından olumlu
gördüğü için, barbarlara karşı Karadeniz havzasındaki kentlerin koruyucusu ve kurtarıcısı sıfatıyla ortaya atıldı  356. Komutanlarından  Asklepiodoros oğlu Sinope’li Diophantos’u Khersonesos’a gönderdi.
Pontos kuvvetleriyle Khersonesos’a gelen Diophantos, kent halkının  yardımı ve desteğiyle Krimeia Yarımadası’nda konuşlanmış olan  Skythia’lıların üzerine yürüdü. Son zamanlarda üst üste kazandıkları  başarılardan ötürü kendilerine olan güvenleri artan Skythia’lılar357, kralları Palakhos önderliğinde geri çekilmek yerine Pontos ve Khersonesos
birliklerinin karşısında büyük bir orduyla kamp kurarak onları savaşa  zorladılar. Diophantos kendi isteğinin dışında olmasına rağmen savaşı  kabul etti. O güne değin kendilerine saldıran hiç kimsenin elinden kurtulamadığı   358 ve bu yüzden yenilmez olarak tanınan Skythia’lılara karşı  359 savaşarak onları mağlup etmeyi başardı
360. Böylelikle Pontos Kralı VI.
Mithradates Skythia’lılara karşı zafer anıtı diken ilk kral oldu361.
Bu surette Diophantos çok kısa sürede Hellen kentlerini Skythia baskısından kurtardı. Hatta Strabon’a362 göre, Diophantos daha sonra sadece Skythia Kralı Skilyros’a363 karşı değil; aynı zamanda aralarında Palakhos’un364 da bulunduğu kralın oğullarına –Poseidonios’a göre, sayıları 50; coğrafyacı Apollonides’e göre ise, 80 idi365– karşı da savaşarak
onlara da boyun eğdirdi. Dahası bölgede ikamet eden diğer bir kavim
olan Tauros’ların üzerine yürüyerek onları da Pontos hakimiyeti altına
aldı καὶ πόλιν ἐπὶ τοῦ τόπου συνοικίξας=ve o yerde bir kent synoikize366 etti367. Ardından Bosporos Bölgesi’ne girdi. Kısa zamanda orada da büyük başarılar elde ettikten sonra, tekrar Khersonesos’a döndü.
Khersonesos kentinden bazı vatandaşların yardımıyla, bu kez Skythia
üzerine sefere çıktı. Krimeia’ın iç bölgelerinde halen Skythia’lıların
kontrolü altında olan Khabaion’a (Kemren/Kry-Bulganak) ve Skythia
Kralı Skilyros’un krali başkenti Neapolis’e (Simferopol/Kermencik)
boyun eğdirdi. Bu surette neredeyse bütün Skythia’lılar kral Mithradates’in egemenliği altına girmiş oldular. Böylelikle Diophantos, kısa
süre içinde çok önemli işler başararak görevini yerine getirmiş oldu368.
Öyle ki, Bosporos Kralı Pairisades/Parisades kendi isteğiyle ülkesini
Mithradates’e hediye olarak vermek istedi369. Khersonesos’lular, sergilediği üstün başarılardan ve kendilerini barbar baskısından kurtardığından dolayı Diophantos’a karşı minnettarlıklarını onu onurlandırarak gösterdiler. Diophantos da ülke üzerinde
gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra, Pontos’a geri döndü370. Fakat
onun bölgeden ayrılışını fırsat bilen bazı Skythia kabileleri Palakhos’un
önderliğinde Mithradates’e karşı ayaklandılar. Bu durum kısa zamanda
bölgenin hakimiyeti üzerinde büyük değişikliklere yol açtı. Skythia’lılar
krali merkezlerinin kontrolünü ele geçirmekle kalmayıp, Bosporos Krallığı’na ve Khersonesos kentine zor anlar yaşatmaya başladılar. Bu yüzden Diophantos kışın yaklaşmasına ve havaların bozmasına aldırmadan
Krimeia Yarımadası’na dönmek zorunda kaldı. Diophantos komutası
altındaki Pontos donanması ve ağır silahlı birlikler, Khersonesos vatandaşlarından oluşturulan kuvvetlerle Skythia kalelerine saldırmaya başladılar. Ancak kar ve dondurucu soğuklar, kısa süre sonra Diophantos’un
daha ileri gitmesine mani oldu. Bunun üzerine tekrar sahil şeridine
dönmek zorunda kaldı
371. Khersonesos yakınlarındaki Skythia’lıların
kontrolü altındaki kıyı kentlerinden Kerkinitis’i (Karkinitskiy/Kalancak)
ve uzun duvarları kuşatarak zapt ettikten sonra372, Kalos Limen’i
(Chernomorskoye) abluka altına aldı. Bu sıralar Khersonesos da yeniden  Skythia baskısı altında zor anlar geçirmeye başlamıştı
373. Skythia Kralı
Palakhos kendi güçlerinin yanı sıra, Sarmatia’lılar ve Tasios önderliğindeki Roksolani kabilesiyle ittifak kurmuş
374 ve yaklaşık 50.000 kişilik
bir ordu meydana getirmişti. Bunun üzerine Diophantos, Kalos Limen’in
muhasarasını Khersonesos’lulara bırakarak Palakhos’un üzerine yürüdü375. Diophantos önderliğindeki Pontos generalleri376, takriben 6.000
kişiden oluşan ve iyi silahlanmış olduğu derecede iyi eğitilmiş ağır silahlı phalanks birlikleriyle Skythia, Roksolani ve diğer Sarmatia kabilelerinin oluşturduğu büyük orduyu yenerek onları ağır kayıplara uğrattılar377. Öyle ki, bu muharebede Skythia piyade birliklerinden hiç kimse süvari birliklerinden ise; ancak az sayıda asker kurtulabilmiştir378. Bu
zaferden hemen sonra, Diophantos tarafından kuşatılmaya başlanan ve
bilinmeyen şartlar altında Khersonesos’lular tarafından devam ettirilen
Kalos Limen ablukası sıkılaştırılmış ve sonunda kent düşmüştür379.
Bununla birlikte kış aylarının iyice bastırmış olması nedeniyle Diophantos, halen Skythia’lıların hakimiyeti altında olan Khabaion ve Neapolis kentleri üzerine yürüyememiştir. Fakat baharla birlikte Skythia’lılara karşı tekrar harekete geçmiş; onları bir kez daha yenerek kaçmaya
zorlamış ve Khabaion ile Neapolis’i yeniden zapt etmiştir. Bu suretle
yöre üzerinde kontrolü sağladıktan sonra, gerekli düzenlemeleri yapmış;
Roksolani ve Sarmatia kabilelerini kendisiyle anlaşmak zorunda bırakmıştır. Ardından Bosporos Krallığı’nı, kralları Pairisades/Parisades’in de
isteğiyle, Pontos’a bağlamak için Pantikapaion’a (Kerç/Yeni Kale) gitmiştir. Bosporos kralı ile Mithradates arasında anlaşma zemini oluşturmak üzere gerekli ön çalışmaları yapmaya başlamıştır. Ancak, bu sırada
ülkelerinin Pontos kontrolüne girmesini istemeyen bazı Skythia’lılar,
kralları ile Mithradates arasındaki anlaşmayı bozmak için Saumakhos380
liderliğinde Pantikapaion’da ayaklanarak Pairisades/Parisades’i öldürmüşlerdir381.
Ayrıca Diophantos’a karşı da bir suikast girişiminde bulunulmuştur.
Fakat Diophantos, Khersonesos’luların Pantikapaion’a gönderdikleri bir
gemi sayesinde Saumakhos’un elinden kurtulmayı başarmıştır. Khersonesos’a gelen Diophantos kent merkezinde halkın karşısına çıkarak bir
konuşma yapmış ve onlardan kendisine bir kez daha yardım etmelerini istemiştir. Bu sırada Mithradates VI Eupator da baharla birlikte Pontos
donanmasına ait birtakım savaş gemileriyle birlikte Diophantos’a önemli sayıda ağır silahlı asker göndermiştir382. Kralın kendisine yolladığı
takviye kuvvetler383 ve Khersonesos kentinden bazı vatandaşlarla birlikte üç savaş gemisine binerek Bosporos Krallığı’na doğru yelken açmıştır. Önce Theodosia’yı (Feodosiya/Kaffa) ardından Pantikapaion’u ele
geçirerek isyanı bastırmıştır. Ayrıca Saumakos’la birlikte ayaklanmadan
sorumlu ele başlarını yakalamış ve yargılanmak üzere Pontos’a yollamıştır
384. Ardından Bosporos Krallığı üzerindeki Pontos hakimiyetini
yeniden kurmuştur. Böylelikle hemen hemen bütün Krimeia Bölgesi’nde
oturan kavimlerle birlikte Bosporos Krallığı Mithradates’in yönetimi
altına girmiştir385. Diophantos, Khersonesos halkının kendisine gönder-dikleri elçileri Pantikapaion’da kabul etmiş ve onların lehine bir takım
düzenlemeler yapmıştır. Bu suretle kendisinin Khersonesos’lulara karşı
iyi niyetini ispat etmiştir. Bunun üzerine Khersonesos meclisleri ve halkı
velinimetleri kabul ettikleri Diophantos’u altın bir taçla onurlandırmışlardır
386.
Iustinus’a387 göre, Mithradates daha sonra Anadolu’yu ele geçirmeyi
kafasına koydu. Bu yüzden bazı arkadaşlarıyla birlikte kılık değiştirerek
gizlice krallığından ayrıldı. Böylelikle hiç kimsenin haberi olmadan
Küçük Asya’yı dolaşarak ülkenin tarihi coğrafyası, kentlerin yerleşim
dokusu ile yol güzergahlarını tanıdı. Oradan Bithynia’ya geçti. Sanki
şimdiden Asya’nın efendisiymiş gibi –quasi dominus Asiae– davranarak, olası bir savaş sırasında kendisine avantaj sağlayabilecek bütün yöreleri dikkatlice gözden geçirdi388. Bütün bunlardan sonra krallığına
geri döndüğünde (İÖ. ca. 111/110389) onun çoktan öldüğünü düşünmüş
olan karısı –aynı zamanda kardeşi– Laodike’nin kendi yokluğunda bir
oğlan doğurduğunu öğrendi390. Fakat Mithradates bu uzun yolculuğundan krallığına geri dönüşü ve erkek çocuğun doğuşu kutlanırken zehirlenme tehlikesi atlattı. Çünkü karısı Laodike, kendisinden uzun süre
haber alamadığı için Mithradates’in öldüğünü zannetmiş ve kralı arkadaşlarıyla aldatmaya başlamıştı. Bu sebeple kendi günahını gizlemek
için daha büyük bir suç işlemeyi düşünmüş ve Mithradates’i zehirleyerek ortadan kaldırmaya teşebbüs etmiştir391. Ancak Mithradates, bu
komplo girişimini hizmetçi kadınların birinden öğrenmiş ve suçluları
tutuklatıp hak ettikleri cezalara çarptırmıştır –yani öldürtmüştür392.
Kış geldiğinde Mithradates zamanını ziyafetlerle, dostlarıyla yemek
masalarında rahat bir şekilde geçirmektense ordusu ve komutanlarıyla
açık ovalarda talim yapmayı yeğledi. Bizzat kendisinin de katıldığı koşu, at yarışları düzenledi ve güç turnuvalarına katıldı. Bu surette kendisiyle birlikte ordusunun da her gün yapılan talim ve tatbikatlarla zorluklar karşısında mukavemetini arttırarak iyi eğitilmiş birlikler meydana
getirdi393. Mithradates böylelikle gücünü arttırıp, önce bütün Pontos
Bölgesi’ni ardından Kappadokia394 ve Kolkhis bölgelerini395 ele geçirdi. Bu suretle kral, Trapezus ve Armenia’ya kadar Halys Irmağı’nın sınırladığı ülkeye egemen oldu396. Pharnakeia ve Trapezus bölgelerinin üst tarafında, ülkeleri Armenia Minor’a kadar uzanan ve dağlık bir topoğrafyaya sahip olmasına karşın toprakları oldukça verimli olan Tibaranoi ve Khaldaioi kavimlerini egemenliği altına aldı
397. Ayrıca
Halys’ün beri tarafındaki, Paphlagonia’nın belirli yerlerine kadar uzanan
bölgeyi de ele geçirdi. Batıda sadece, Platonik filozof Herakleides’in
anavatanı olan Herakleia Pontike’ye kadar, batıya doğru uzanan deniz
kıyısını ele geçirmekle kalmayıp; ayrıca aksi yönde Kolkhis ve Armenia
Minor’a kadar uzanan kıyıları da zapt etti398.
Bu duruma koşut olarak, İÖ. II yüzyılın son çeyreği ve İÖ. I. yüzyılın başlarından İÖ. 63 yılına kadar Karadeniz havzası içinde yer alan
kentlerin nümismatik buluntularında Pontos etkisi görülmektedir. Pontos
sikkelerinin yaygın olarak bulunduğu Gorgippia’dan (Anapa) Tyras’ın
(Tira/Tiras) kuzeyine kadar uzanan Bosporos Krallığı’na bağlı kentlerden399 başka, bugün Romanya ve Bulgaristan sınırları içinde yer alan
Istria400, Tomis401, Kallatis402, Odessos403 ve Mesembria404 (Nesebur) sikkeleri söz konusu kentlerin Mithradates’le müttefik olduklarını doğrulamaktadır
405. Bu durum bölgede bulunan epigrafik belgelerle de desteklenmektedir. Apollonia’da (Sozopol) bulunan bir yazıta406 göre, kent
Mithradates’le bağlaşıktır
407
; ὑπὸ βασιλέως Μιθραδάτου Εὐπάτορος
ἐπὶ τὴν [σ]υνμαχ¤[αν]=kral tarafından aralarındaki müttefiklik uyarınca gönderilen birlikler tarafından düşmanlarına karşı başarıyla savunulmuştur. Öyle ki, Dioskurias’tan Gorgippia’ya kadar uzanan ve içinde
birçok savaşçı kavmin yaşadığı sahil şeridini saymazsak hemen hemen
bütün Karadeniz doğrudan ve koruyucu sıfatıyla Mithradates’in hakimiyeti altına girmiş gibi gözükmektedir408. Böylelikle Mithradates, kısa
süre içinde Karadeniz havzasını önemli ölçüde ele geçirerek göz ardı
edilemeyecek derecede büyük bir güç yaratmıştır. Kralın İÖ. 120 yılında
tahta çıkışından itibaren savaşlar, ayaklanmalar ve diplomasiyle geçen
uzun yıllardan sonra, antikçağ Karadeniz Tarihi’nde, Karadeniz havzası
büyük ölçüde ilk kez bir kralın egemenliği altına girmiştir409. Bu durum
Romalıları alarma geçirmiştir. Zira Mithradates, krallığını Romalıların sikkeleri söz konusu kentlerin Mithradates’le müttefik olduklarını doğrulamaktadır
405. Bu durum bölgede bulunan epigrafik belgelerle de desteklenmektedir. Apollonia’da (Sozopol) bulunan bir yazıta406 göre, kent
Mithradates’le bağlaşıktır
407
; ὑπὸ βασιλέως Μιθραδάτου Εὐπάτορος
ἐπὶ τὴν [σ]υνμαχ¤[αν]=kral tarafından aralarındaki müttefiklik uyarınca gönderilen birlikler tarafından düşmanlarına karşı başarıyla savunulmuştur. Öyle ki, Dioskurias’tan Gorgippia’ya kadar uzanan ve içinde
birçok savaşçı kavmin yaşadığı sahil şeridini saymazsak hemen hemen
bütün Karadeniz doğrudan ve koruyucu sıfatıyla Mithradates’in hakimiyeti altına girmiş gibi gözükmektedir408. Böylelikle Mithradates, kısa
süre içinde Karadeniz havzasını önemli ölçüde ele geçirerek göz ardı
edilemeyecek derecede büyük bir güç yaratmıştır. Kralın İÖ. 120 yılında
tahta çıkışından itibaren savaşlar, ayaklanmalar ve diplomasiyle geçen
uzun yıllardan sonra, antikçağ Karadeniz Tarihi’nde, Karadeniz havzası
büyük ölçüde ilk kez bir kralın egemenliği altına girmiştir409. Bu durum
Romalıları alarma geçirmiştir. Zira Mithradates, krallığını Romalıların Roma Senatus’unda duyulduğunda ise, Romalılar elçilerini yollayarak
bölgenin önceki statüsüne geri döndürülmesini emrettiler414. Bunun
üzerine Mithradates VI Eupator Dionysos, belki de artık Roma ile karşılaşacak güce geldiğine inandığından Romalılara Paphlagonia’nın kendisine babasından miras kaldığını bildirdi. Ayrıca Paphlagonia’yı eski
haline getirmek üzere –in pristinum statum– gelen Senatus elçilerine
Romalıların babası zamanında bu duruma ses çıkarmadıkları halde,
kendisinden bölgeyi terk etmesini istemelerine şaşırdığını ifade etti.
Daha sonra da Roma’nın bütün tehditlerini göz ardı ederek Paphlagonia’nın güneyindeki Galatia Bölgesi’ni de hakimiyeti altına aldı
415. Ayrıca Galatia Bölgesi’ni egemenliği altında tutmak için, krallığının gü-neybatısında, Mithradateion ismini verdiği bir kale inşa etti416.
Nikomedes ise, Romalılara Paphlagonia’daki istila ettiği yöreleri elinde
tutmasını gerektirecek hiçbir kanıt gösteremedi. Karakteri gereği açgözlülüğünü-hırsını gizledi ve dalavere yoluna gitti. Bu bakımdan elçilere
bölgeyi en kısa zamanda yasal yöneticisine teslim edeceği yanıtını verdi.
Daha sonra da oğullarından birine Paphlagonia krallarının geleneksel
ismi olan Pylaimenes adını vererek onu Paphlagonia tahtına çıkardı. Bu
surette elçileri kandırdıktan sonra, onları Roma’ya gönderdi417.
Ancak İÖ. ca. 103/102 yılına gelindiğinde Romalılar, Africa418
 ve
Kuzey Avrupa’daki419 problemlerini çözüp, eski güçlerine kavuşmalarının ardından, Küçük Asya ve Akdeniz’deki sorunlarla daha yakından
ilgilenmeye başladılar. Bu yüzden, İÖ. ca. 102/101 yılında komutanlarından Marcus Antonius’u Kilikia Trakheia, Pamphylia ve Doğu Lykia
sahillerinde konuşlanan korsanlara karşı savaşmak üzere gönderdiler420.
M. Antonius deniz ve kara savaşlarında korsanları yendikten sonra421,
Kilikia’yı bir Roma eyaleti haline getirdi422. Romalıların Anadolu’nun güney sahilleri ve Doğu Akdeniz deniz ticareti üzerinde giderek artan ilgileri ve etkileri Mithradates’i huzursuz
ediyordu. Bu yüzden İÖ. ca. 102 yılında elçilerini Roma’ya gönderdi423.
Amacı Roma Senatus’undaki bazı senatörleri parayla satın almak424
 ve
Paphlagonia ile Galatia üzerindeki hakimiyetini sürdürmekti425. Ayrıca
son zamanlarda Kappadokia’ya olan ilgisi de giderek artmış, bu bölgenin kontrolünü elinde tutmak için yeni planlar yapmaya, stratejiler geliştirmeye başlamıştı
426. Bununla birlikte Pontos elçileri Roma’ya geldiklerinde İÖ. ca. 103 yılı halk tribunus’u L. Appuleius Saturninus tarafından hakarete uğradılar. Fakat Saturninus’un bu tutumu diğer senatörler tarafından ius gentium’a=uluslararası hukuka uygunsuz ve
ahlak dışı bulunarak hakkında soruşturma açıldı
427. Davacıların bizzat
senatörler olmaları nedeniyle dava Senatus’ta görüşüldü. Saturninus’un
adaleti bozduğu ve elçilere karşı büyük ὕβριζεν=saygısızlık ettiği gerekçesiyle ölüm cezasıyla yargılanması kararlaştırıldı. Durumun ciddiyetini kavrayan Saturninus’u büyük bir korku ve endişe kapladı. Ağlayıp
yalvararak davacıların dizlerine kapanmasının, ellerine sarılmasının kendisine hiçbir faydası olmadı
428. Mahkum edilip, ölüm cezasına çarptırılmak ya da bütün vatandaşlık haklarından ve statüsünden mahrum edilerek Mithradates’e teslim edilmek üzereyken, Roma halkının kendisine
acıması ve karar günü mahkemeye gelerek onu desteklemesi sayesinde –
beklenmedik bir şekilde– aklandı. Daha sonra da aynı insanlar tarafından tekrar İÖ. ca. 101 yılında tribunus seçildi. Böylelikle tribunus’luğun
verdiği dokunulmazlık zırhı sayesinde belirli bir süreliğine düşmanlarından kurtuldu429. Pontos elçileri ise, –biraz zor da olsa– görevlerini
yaptıktan sonra, ülkelerine döndüler430. Mithradates, şimdi Kappadokia Kralı Ariarathes VII Philometor’la
kız kardeşi Laodike’nin oğullarını ortadan kaldırmayı tasarlıyordu431.
Ancak Mithradates bu planlarla meşgulken, Bithynia Kralı III. Nikomedes, kendisinden önce davranarak İÖ. ca. 103/102 yılında Kappadokia
Bölgesi’ni istila etmişti. Bu haber Mithradates’e ulaştığında ise, kız
kardeşi Laodike’ye yardım etme bahanesiyle ordusunu Nikomedes’i
Kappadokia’dan kovmak üzere gönderdi. Bununla birlikte Laodike,
daha Mithradates’in birlikleri Kappadokia’ya varmadan Nikomedes’le
anlaşarak onunla evlendi432. Daha sonra da, aceleyle Nikomedes’le birlikte Bithynia’ya döndü. Bu duruma sinirlenen Mithradates, Nikomedes’in konuşlandırmış olduğu bütün garnizonları Kappadokia’dan sürdü.
Nikomedes bu duruma tepkisini savaş alanından ziyade Roma Senatus’unda dile getirdi. Mithradates ise, Kappadokia tahtına kız kardeşi
Laodike’nin büyük oğlu; yeğeni Ariarathes VII Philometor’u çıkartarak
onu tekrar kral ilan etti. Ancak Mithradates’in bu bir hayli iyi izlenim
uyandıran hareketi, onun kısa süre sonraki davranışlarıyla gölgelendi433.
Çünkü kral, kısa süre sonra, VII. Ariarathes’ten şüphelenmeye başladı.
Bunun üzerine Mithradates İÖ. ca. 100/99 yılında434 Gordios’un eskiden yönetimi altında bulunan Kappadokia’daki yöreleri ona tekrar iade edecekmiş gibi yaparak Kappadokia’ya doğru ordusuyla yola çıktı. Eğer
VII. Ariarathes, Gordios’un Kappadokia’nın bazı bölgelerindeki hakimiyetini reddederse bu durumu savaş bahanesi sayacaktı; yok eğer, kabul
ederse genç kral da aynı babası gibi Gordios tarafından kısa süre sonra
ortadan kaldırılacaktı
435. Ancak Mithradates’in ne yapmaya çalıştığı Ariarathes tarafından anlaşıldı ve Gordios’u reddetti436. Kızgınlıktan çileden çıkan genç kral babasının ölümünden önce ve sonra ülkesinden sürgüne gönderilenlerin hepsini geri çağırdı. Ayrıca yardım talebine olumlu
karşılık veren komşu krallıklarla birlikte büyük bir ordu meydana getirdi437. Öyle ki, 80.000 yaya, 10.000 süvari ve 600 tırpanlı arabadan oluşan bir orduyla Kappadokia’ya doğru ilerleyen Mithradates’e karşı denk
bir kuvvet oluşturdu. Kısa sürede komşu krallıkların desteğiyle böylesine büyük bir ordu toplayan genç Ariarathes’e karşı yapılacak bir savaşın
kendisi için de bir yıkım getirebileceğinden şüphelenen Mithradates ise,
taktik değiştirdi ve hileye başvurdu438. Elbisesinin altına bir kama gizleyerek genç kralı iki ordu arasında kararlaştırılan bir yerde buluşmaya
davet etti. Krallar arasında öngörülen görüşmenin konvansiyonel silahsızlık ilkesi uyarınca Ariarathes tarafından kralı aramak üzere görevlendirilen elçi özellikle Mithradates’in karnının altını ve kasıklarını oldukça
dikkatli bir şekilde incelemeye başladı. Bunun üzerine kral görevliye:
“dikkatli olmasını; çünkü aradığı silahı bulamayacağını; fakat kendisini
böyle incelemeye devam ederse yakında başka bir silah bulacağını söyledi439”. Bu surette suikast aracı, kralın esprisi altında gizlendi. Bunun üzerine Mithradates, yeğeni Kappadokia Kralı Ariarathes’i saray muhafızlarının yanından aldı. Krallar iki ordu arasında konuşarak yürümeye
başladılar. Fakat Mithradates, her iki ordu askerlerinin gözleri önünde
Ariarathes VII Philometor’u öldürdü. Daha sonra o sıralar 8/9 yaşlarındaki oğlunu Ariarathes IX Eusebes Philopator unvanıyla Kappadokia
kralı ilan etti ve ona kral naibi olarak Gordios’u atadı
440.
Romalılar bu sefer Mithradates’in Küçük Asya’daki bu hareketi karşısında tam anlamıyla kayıtsız kalmadılar. İÖ. ca. 99/98 yılında ünlü generalleri Marius’u, görünüşte dinsel nitelikli olan bir gezi kisvesi altında
Kappadokia ve Galatia bölgelerinde incelemelerde bulunmak üzere
Anadolu’ya gönderdiler. Marius’un yolculuğunun asıl amacı ise, bu
bölgelerin Mithradates’e karşı savunulmasını ve Anadolu’nun gittikçe
güçlenen krallığına karşı düzenlenecek olası bir harekata başkomutanlığı üstlenmekti441. Bu yüzden Marius,
Kappadokia’da
Mithradates’le yaptığı bir görüşme sırasında belki de onu
kışkırtmak amacıyla: "Ey kral, ya Romalılardan daha güçlü
olabilmeyi dene, ya da emredilen şeyi sessiz bir biçimde yap! demiştir442. Daha sonra da savaş girişimlerinden bir sonuç alamadan Roma’ya
dönmüştür443. Ancak idarecilerin insanlık dışı davranışlarına ve kaprislerine dayanamayan Kappadokia’lılar Mithradates’in kendilerine atadığı yöneticilere karşı ayaklandılar. Ardından, İÖ. ca. 97 yılında Mithradates tarafından öldürülen kralın kardeşi Ariarathes’i Asia Eyaleti’nden kendilerine
kral olması için çağırdılar444. Bunun üzerine Kappadokia’ya dönen Ariarathes soyluların yardımıyla Kappadokia tahtını elde etti. Bir yıl iki ay
boyunca kendi adına sikke bastırabildi445. Fakat kısa süre sonra Mithradates büyük bir orduyla tekrar Kappadokia’yı işgal etti. VIII. Ariarathes’i bozguna uğratıp, onu Kappadokia Krallığı’ndan kovdu. Genç
adam yenilginin verdiği kederle hastalanarak öldü446. Böylelikle Kappadokia tahtına tekrar oğlu IX. Ariarathes’i, onun kral naipliğine de Gordios’u getirdi.
Bu durum karşısında III. Nikomedes, Mithradates’in Kappadokia’nın
hakimiyetini eline geçireceğinden ve kısa süre sonra da kendi krallığı
Bithynia’yı istila edeceğinden korktu. Bu yüzden asil görünüşlü bir
genci, öldürülen Kappadokia kralının üçüncü oğlu sıfatıyla Roma’ya
gönderdi. Senatus’tan Kappadokia Krallığı’nı talep ettirdi. Ayrıca eskiden VII. Ariarathes’in şimdi ise, kendi karısı olan Kraliçe Laodike’yi
Roma’ya göndererek gencin hikayesini doğrulattı
447. Mithradates bu
durumdan haberdar olduğunda, Gordios’u Roma Senatus’una yollayarak
Kappadokia tahtındaki kralın Romalılara Aristonikos İsyanı sırasında
yardım ederken ölen Ariarathes’in oğlu olduğunu iddia ettirdi448. Fakat
Romalılar her iki kralın da hırsla birbirini suçlayıp kafadan uydurdukları
hayal ürünü hikayelerle Kappadokia tahtını elde etmeye çalıştıklarının
farkına vardılar. Böylelikle Kappadokia’yı Mithradates’ten, Paphlagonia’yı da Nikomedes’ten almaya karar verdiler449. Bu yüzden, İÖ. ca. 96 yılında450, princeps Senatus Marcus Aemilius Scaurus başkanlığındaki
bir heyeti –legatio Asiatica– Küçük Asya’ya göndererek, Senatus
consultum’u Nikomedes ve Mithradates’e bildirdiler451. Daha sonra her
iki krala da hakaret etmemek ve onları yatıştırmak için Paphlagonia ve
Kappadokia’yı özgür ilan ederek onlara kendi kanunlarıyla yaşama hakkını tanıdılar452. Böylelikle Mithradates, Kappadokia’dan Ariarathes
olarak adlandırdığı oğluyla Gordios’u, Nikomedes ise, Pylaimenes olarak adlandırdığı oğlunu Paphlagonia’dan geri çekmek zorunda kaldı
453.
Fakat daha sonra Kappadokia’lı elçiler Roma’ya gelip uluslarının
başlarında bir kral olmadan hayatta kalamayacaklarını iddia ederek,
kendilerine verilen özgürlüğü reddettiler. Dahası kendilerini bu bağımsızlıktan kurtarmaları için Romalılara yalvarmakla kalmayıp; çünkü
buna dayanamadıklarını söylüyorlardı; ayrıca başlarına bir kralın atan-masını rica ettiler. Herhangi bir ulusun özgürlükten bu kadar bıkkın
olabileceğine şaşıran Romalılar, onların oylamayla aralarından diledikleri bir kimseyi seçmelerine izin verdiler.
Onlar da, İÖ. ca. 96/95 yılında Ariobarzanes’i kendilerine kral seçtiler454.
Bu sıralar, İÖ. 95 yılında II. Tigranes,
Parth Kralı II. Mithradates’in yanında uzun
süre rehine kaldıktan sonra, babasının
ölümü üzerine Armenia tahtına çıkmak
üzere krallığına geri dönmüştü. Parth kralının desteği ve sarayındaki yakın arkadaşlarının yardımlarıyla kısa süre içinde
Armenia tahtını ele geçirdi455. Romalılarla
uzun süredir savaşmayı düşünen Pontos Kralı VI. Mithradates ise,
Armenia Krallığı’nın başına geçen II. Tigranes’le ittifak kurmak üzere
harekete geçti456. Gordios’un yardımlarıyla Tigranes’i, yeni Kappadokia kralı,
uyuşuk Ariobarzanes’in topraklarına
saldırmaya ikna etti. Ayrıca Tigranes’le
olan müttefikliğini güçlendirmek için,
onu kızı Kleopatra ile evlendirdi457. Bu
savaş sonucunda Romalıları kızdıracağını düşünmeyen Tigranes, Kappadokia
topraklarını istila etti. Daha Tigranes,
Kappadokia topraklarında ilerlerken,
Ariobarzanes bir an önce servetini toparlayarak krallığını terk etti ve Roma’ya sığındı. Tigranes ise, bölgede ele geçirdiği insanları ve değerli
eşyaları yanına alarak kendi topraklarına çekildi. Böylelikle
Kappadokia’daki kentler ve topraklar dolaylı da olsa bir kez daha Mithradates’in egemenliği altına girdi458 ve Gordios bölgeye gönderildi459.
Kappadokia’da bu olaylar cereyan ederken Romalılar hem lex de
Cilicia Macedoniaque provinciis hem de lex de provinciis praetoris
olarak adlandırılan yasa460
 uyarınca Küçük Asya’nın güney sahillerindeki korsanları temizlemek üzere yeni bir girişimde bulunuyordular. Bu
yüzden yetenekli komutanlarından Lucius Cornelius Sulla’yı Cilicia
Eyaleti’ne praetor olarak atadılar461. Ama Sulla’nın, İÖ. ca. 95/94 yılın-da462 Cilicia’ya doğru yola çıktığı sırada Romalılar Armenia Kralı II.
Tigranes’in Kappadokia’yı işgal ettiği haberini aldılar. Bu yüzden
Sulla’ya yeni bir talimat yolladılar. Gerek Romalılar, gerekse Sulla açısından o an için Kappadokia Kralı Ariobarzanes I Philoromaios’u tekrar
Kappadokia tahtına oturtmak Kilikia’daki korsanlığı bastırmaktan daha
önemli ve prestijli bir işti463. Ancak Sulla az bir kuvvetle Kappadokia
üzerine yürüdüğü sırada topoğrafyanın zorlukları ve Mithradates’in
komutanı Arkhelaos’un kendisinden çok daha üstün olan kuvvetlerinin
baskısı yüzünden ateşkes ilan ederek barış görüşmelerine başlamak
zorunda kaldı. Bu suretle ateşkes anlaşmasının verdiği avantajlardan
yararlanıp, düşmanın dikkatini başka yöne çektikten sonra, kendisini ve
ordusunu Arkhelaos’un elinden kurtarabildi464. Daha sonra da, Kappadokia’ya yaptığı ufak bir sefer sonucunda, Kappadokia ve Armenia’lıların karşı koymasına rağmen
465 Armenia birliklerini ve Gordios’u bölgeden kovarak, İÖ. ca. 94 yılında I. Ariobarzanes’i tekrar Kappadokia
kralı yaptı
466. Parthia ve Kappadokia krallıklarıyla Euphrates kıyısında
bir anlaşma imzaladıktan sonra, Roma’ya döndü467Bu arada Bithynia Kralı Nikomedes III Euergetes, İÖ. 94 yılında zehirle468 ya da yaşlılıktan öldü469. Bunun üzerine Romalılar kralın,
Kappadokia prenseslerinden VI. Ariarathes’in kızı Nysa’dan470 olma
oğlu, Nikomedes IV Philopator’u Bithynia Krallığı’nın başına geçirdiler471. Bununla birlikte Bithynia tahtının
varisi IV. Nikomedes’e karşı gayri meşru
kardeşi Sokrates ayaklanarak önce Romalılara başvurmuş; fakat onlardan aradığı
desteği bulamayınca, Pontos Kralı VI.
Mithradates’e müracaat etmişti472. Iberia,
Parthia, Media, Skythia ve Armenia’lılar
ile ittifak içerisinde olan Mithradates
ise473, bu sıralar Sarmatia ve Bastarnai
kavimlerini egemenliği altına almakla
meşguldü474. Ancak bu durumu kendisi için iyi bir fırsat olarak gören
kral475, Sokrates’e yardım etmeye karar verdi. Çünkü Bithynia tahtında ‘Ariarathes’ hükümdar sülalesine mensup kralın hüküm sürmesi Kappadokia üzerindeki planlarıyla çelişmekteydi. Bu bakımdan önce Nikomedes’i en çabuk ve masrafsız bir şekilde ortadan kaldırmayı denedi. Bu iş
için Aleksandros adında bir kiralık katil tuttu. Ancak Aleksandros’un
Nikomedes’e düzenlediği suikast girişimi başarısız oldu ve komplonun
arkasında Mithradates’in olduğu ortaya çıktı
476. Bunun üzerine kral işle
bizzat kendisi ilgilendi. Ordusuyla, İÖ. 91 yılında hiçbir güçlükle karşılaşmadan IV. Nikomedes’i tahtından kovarak yerine iyi, faydalı (=
khrestos [χρηστός]) lakaplı Sokrates’i
Bithynia kralı ilan etti477.
 Daha sonra da Roma ile İtalik müttefikleri arasındaki savaşı –Bellum Italicum–
fırsat bilerek478 generallerinden Bagoas ve
Mithraas’ı Kappadokia üzerine göndermiştir. Bagoas ve Mithraas ise, Kappadokia
Kralı I. Ariobarzanes’i tahtından ikinci defa
uzaklaştırmışlar ve Mithradates’in oğlunu
IX. Ariarathes sıfatıyla tekrar Kappadokia
kralı ilan etmişlerdir479. Bununla birlikte
tahtlarından olan krallar Roma’ya sığınmışlar ve bir yandan Pontos kralına ilişkin şikayetlerini bildirirken, diğer yandan da tekrar krallıklarının başına geçmek için Senatus’a ricada bulunmuşlardır
480. Senatus tarafından İÖ. 90 ve 89 yıllarında çıkarılan
vatandaşlık yasalarıyla İtalik Savaşı’na ara veren Roma, bu tarihten
itibaren Küçük Asya meseleleriyle daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Bu bakımdan Roma Senatus’u, İÖ. 101 yılı consul’lerinden Manius
Aquillius481 başkanlığındaki bir elçi heyetini, İÖ. ca. 90/89 yılında
Bithynia Kralı IV. Nikomedes ve Kappadokia Kralı Ariobarzanes’i tahtlarına yeniden çıkartmakla görevlendirerek Küçük Asya’ya göndermiştir482.
Bu sırada, İÖ. 89 yılı provincia Asia Valisi Gaius Cassius483 ordusunu Phrygia ve Galatia’dan topladığı büyük miktarda askerle güçlendirip, Küçük Asya’ya gelen Aquillius’a katılmıştır. Bu yüzden Pontos
kralı, önce Bithynia daha sonra da Kappadokia’dan çekilmiştir484. Böylelikle Mithradates, aynen İÖ. ca. 94 yılında, Sulla karşısında Gordios’u
yalnız bırakarak Kappadokia’dan çekildiği gibi485, İÖ. 89 yılında, Aquillius karşısında da olay çıkarmadan Bithynia ve Kappadokia topraklarını terk etmiştir486. Hatta Sokrates’i kendi elleriyle öldürmüş
487; böylece
Küçük Asya’da her şey status quo ante’ye=eski haline dönmüştür. Fakat Pontos karşısında elde edilen başarılarla yetinmeyen Romalı
generaller ve Manius Aquillius, VI. Mithradates’ten kendi düzenledikleri seferin masraflarını istediler. Aldıkları olumsuz cevap üzerine,
Bithynia ve Kappadokia krallarını, Romalıların güvencesi ve koruması
dahilinde Pontos topraklarına akın düzenlemeleri için kışkırtmaya başladılar488. Başlangıçta iki kral da Mithradates VI Eupator’un deneyimli ve
sayıca üstün ordusu karşısında böyle bir savaşa girmek konusunda, doğal olarak tereddüt ettiler. Bu bakımdan önceleri, Küçük Asya’daki
Roma generallerinin bütün ısrarlarına karşın, Pontos kralının tecrübeli
ve tam donanımlı ordusuna karşı savaşma fikrine, Mithradates’ten korktukları için ‘evet’; fakat Romalılardan utandıkları içinse ‘hayır’ diyemediler. Bununla birlikte özellikle Nikomedes gerek kendisini kaybettiği
tahtına yeniden yerleştirecek olan generallere ve elçilere bol keseden
vaat ettiği ödülleri gerekse Romalı bankerlerden yüksek oranda faizle
aldıkları parayı –faizini dahi– veremeyecek durumda olduğundan, Pontos topraklarını yağmalamaktan başka çaresi kalmamıştı
489. Bu yüzden
Bithynia Kralı IV. Nikomedes, M. Aquillius’un hem baskısı hem de
desteğiyle Batı Pontos kıyı şeridindeki yerleşim merkezlerini Amastris
(Amasra) kentine kadar talan etmiş ve yüklü miktarda ganimet elde
ederek geri çekilmiştir. Böylelikle Romalılar bir bakıma Mithradates’i
per Nicomedem bello lacessiverunt=Nikomedes vasıtasıyla savaşa
kışkırtmışlardı
490. Fakat Mithradates, savaşa başlamadan önce, yeterli
nedene sahip olmak ve savaşın suçunu onlara yüklemek için söz konusu
toprakları zaten boşaltmıştı
491. Bunun üzerine generallerinden Pelopi-das’ı, Aquillius ve diğer Romalı yüksek memurların bulunduğu kampa
elçi olarak gönderdi. Pelopidas konuşmasına, Romalıların Küçük Asya’daki en önemli müttefiklerinden biri olan VI. Mithradates’in babasının Aristonikos isyanında yaptığı yardımları hatırlatmakla başladı
492.
Roma’nın bu savaş sonunda V. Mithradates’e verdiği Büyük Phrygia’nın, VI. Mithradates’in hükümdarlığının ilk yıllarında –İÖ. ca. 116–
gene Senatus tarafından nasıl zorla elinden alındığına değindi493. Ardından Roma’nın müttefiki olan Pontos Kralı Mithradates VI Eupator’un
Senatus’un isteği doğrultusunda Kappadokia ve Bithynia topraklarından
–ki bunlardan Kappadokia, ona babasından miras kalmıştı– savaşmadan
çekildiğini anlattı. Ayrıca, Bithynia Kralı IV. Nikomedes’in Bosporos’u
(İstanbul Boğazı) kapatarak Roma’nın müttefiki ve dostu olan Pontos
Krallığı’nın topraklarını, Amastris kentine kadar nasıl tahrip ettiğini, bu
yüzden Romalılardan ya onun barışa uymasını sağlamalarını ya da bir
kenara çekilerek Pontos kralına karşılık verme ve kendisini savunma
olanağı vermelerini istedi494. Fakat Aquillius ve Romalı elçiler495
:
“Her ne kadar Pontos Bölgesi’nin, Nikomedes tarafından zarar
ve ziyana uğratılarak topraklarının yağmalanmasını istememelerine rağmen, şu anda Nikomedes’i güçsüzleştirmek Roma’nın işine gelmediği için, Mithradates’in Bithynia kralıyla savaştan uzak
durmasını söyleyerek Pelopidas’ı kamplarından uzaklaştırdılar”.
Özellikle, Roma elçisi Manius Aquillius’un uzlaşmaz tavırları ve açgözlülüğü yüzünden496, Romalılarla olası bir çatışmanın kaçınılmaz olduğunu gören Pontos kralı, geniş kapsamlı savaş hazırlıklarına başladı.
Bundan sonra, başlayacak olan savaşın bütün sorumluluğunu da elçiye –
Manius Aquillius’a– yükledi497. Bu sırada, Mithradates’in yaklaşık
20.000 stadia uzunluğundaki ülkesi498, kuzey yönünde: Kırım Yarımadası’nı ve Bosporos Krallığı’nı
499; batı yönünde: Amastris ve Paphlagonia’nın belirli kısımlarına kadar uzanan bölgeleri; doğu yönünde ise:
Kolkhis500 ve Armenia Minor’u501 kapsamaktaydı. Öte yandan, Mithradates’in, Pontos ve Kolkhis Dağları’nda bulunan
zengin demir, gümüş, bakır ve altın madenlerini aktif olarak işletmeye
başlaması, onu kısa zamanda sadece Küçük Asya’nın değil, dünyanın en
zengin krallarından biri yapmıştı
503. Dahası bir yandan Tanaïs (Don) ve
Istros (Tuna) ırmakları arasındaki Skythia, Tauros, Bastarnai, Sarmatia
ve Thrakia kabilelerinden Maiotis (Azak) Denizi’ne kadar bütün savaşçı
kavimlerle ittifaklar kurmuş, müttefiklik anlaşması yapmış, diğer yandan da ülkesine komşu Armenia Kralı II. Tigranes’le kızı Kleopatra’yı
evlendirmiş ve Parthia Kralı Arsakes’le bağlaşıklık anlaşması imzalamıştı
504. Romalıların düşmanı Cimbri kabilesiyle anlaşma yapmak üzere
elçilerini göndermiş; ayrıca Anadolu’nun savaşçı kavmi Galatları da
kendisine bağlamıştı  505. Suriye ve Mısır krallarıyla; Hellas ve Africa
kentleriyle ve hatta Italia’da Roma’ya karşı ayaklanan İtaliklerle yakın
ilişkiler kurmuştu506. Ayrıca, egemenliği altındaki Kolkhis Bölgesi,
Mithradates’in denizlerde hakimiyet sağlayabilmesi için inşa etmesi
gereken deniz filosuna doğal bir kaynak teşkil ediyordu507. Bölge Pontostopoğrafyası gibi508  sık ormanlarla kaplıydı  509 ve gemi yapımı için ge-rekli her çeşit malzemeye sahipti. Özellikle yörede bulunan bol miktarda
kaliteli sedir, servi, ladin, çam ve kestane ormanlarının yanı sıra, yelken
yapımı için keten; ipler için kenevir ve balmumu; gemi kalaslarının
korunması içinse zift üretimi başta geliyordu510. Bu nedenle
Mithradates, kısa süre içinde tam donanımlı ve güverteli 300 gemiden
oluşan güçlü bir donanma meydana getirmiş; Karadeniz sahillerinden
Fenike ve Mısır limanlarına kadar bütün Akdeniz havzasından tecrübeli
denizci ve dümenciler toplamaya başlamıştı
511. 

B. Mithradates VI Eupator’un Küçük Asya’da Uyguladığı
Roma Karşıtı Politika 

Pontos kralı bu sırada, Küçük Asya’da Roma emperyalizmine karşıt bir
politika izlemeye başlamıştı. Mithradates’in Hellas ve Küçük Asya’da
giriştiği propaganda faaliyetlerinde iki temel düşünce ön plana çıkıyordu.
Bunlardan birincisi, yeryüzündeki bütün krallıklara düşman olan Romalıların açgözlülükle egemenlikleri altındaki eyaletleri ve kendilerine
komşu olan krallıklara ait zenginlikleri yağma ederek halkı sömürmeleriydi. İkincisi ise, Roma’nın Akdeniz Dünyası’nda uyguladığı çıkarcı
politikalara karşı aynen ikinci bir İskender gibi ortaya çıkması ve kendisini Anadolu halklarını Romalıların zulmünden kurtarabilecek tek kişi
olarak göstermesiydi512.
Mithradates, öncelikle Romalıların Akdeniz Dünyası’ndaki bütün
kralları ve krallıkları yok etmek niyetinde olduklarını vurguluyordu513.
Romalıların bütün krallardan nefret ettiklerini söylüyordu514. Illyria
Kralı I. Demetrios da, İÖ. 219 yılında, Romalıların kötü muamelesine
katlanamayarak, Makedonia Kralı V. Philippos’a, Romalıların kendi
topraklarıyla yetinmeyip bütün dünyayı ἡγεµονία=hegemonya altına
almak için sınırsız bir istek duyduklarını söylüyordu. Ona göre, Romalıların bir krallığa düşman olması için, o krallığın kendi imparatorluklarıyla sınırdaş olması ve bir kral tarafından yönetilmesi yeterliydi. Zira
Romalılar kendi imparatorluklarının yanında hiçbir kralın mevcudiyetine dayanamıyorlardı
515. Seleukos Kralı III. Antiokhos ise, İÖ. 190
yılında, Küçük Asya’ya bütün Hellenistik krallıkları yok etmeye gelen
Romalılara karşı Bithynia Kralı I. Prusias’ı kendisiyle ittifak kurmaya
ikna etmeye çalışmıştı. Çünkü Romalılar dünyada kendilerinden başka bir imparatorluğun bulunmasına katlanamıyorlardı
516. Bunun yanı sıra,
Romalılar haberleri olmaksızın Akdeniz Dünyası’nda herhangi bir olay
çıkmasını istemiyor ve her zaman olduğu gibi, en önemli politikalarını
uyguluyorlardı. Yani, hiçbir Hellenistik krallığı büyütmüyor ve onların
kendi aralarında koalisyon yapmalarına izin vermiyorlardı
517. Zira bu
sistem Romalılara, kendilerinden aşağı derecede askeri ve ekonomik
güce sahip olan Hellenistik krallıkları her bakımdan baskı altında tutma
ve sömürme fırsatı veriyordu. Bu yüzden Romalılar, İÖ. II. yüzyıl boyunca Akdeniz Havzası’ndaki status quo’nun=güçler dengesinin başlıca
koruyucusu olarak ortaya atılmışlardır. Bununla birlikte, Roma’nın bu
politikasını uygulamasına Hellenistik Devletler bizzat yardımcı oluyor
ve onların işlerini kolaylaştırıyorlardı
518.
Makedonia Kralı Perseus da, İÖ. 168 yılında, Romalıların sistematik
olarak bütün Hellenistik krallıklara birer birer saldırdığını iddia etmişti.
Çünkü onlar bütün krallıkların düşmanıydılar. Bunu yaparken de diğer
krallıklardan yardım alıyorlardı
519. Bu bakımdan Perseus, İÖ. 168 yılında, bir yandan Romalılarla savaşırken bir yandan da Seleukos Kralı
IV. Antiokhos’u kendi yanında savaşması için ikna etmeye çalışmıştı. Eğer IV. Antiokhos ve Pergamon Kralı II. Eumenes, Perseus’la Romalılar arasındaki savaşı bitirmek için arabuluculuk yapmazlarsa ya da ona
yardım etmezlerse kısa süre sonra sıra kendilerine de gelecekti520. Fakat
o zaman Makedonia kralını dinleyen olmamıştı. Bu yüzden Romalılar ve
müttefikleri karşısında yenilmiş; böylelikle hem krallığından hem de
hayatından olmuştu521.
Hellenistik krallıklardan biri güçlenip sivrilmeye başlayınca Roma
hemen söz konusu krallığa düşman diğer devletlerle ve kentlerle ittifak
kurarak güçlerini birleştiriyor ve Seleukos Kralı III. Antiokhos örneğinde olduğu gibi onu bozguna uğratıyordu. Roma önce, müttefiklerine
hakimiyeti zor bölgeleri bağışlıyor; daha sonra da ya onların çok güçlendiklerini düşünerek522 ya da Aristonikos Ayaklanması’ndan sonra
yaptığı gibi, publicanus’ların (vergi mültezimleri) baskılarına dayanamayıp, daha önce bağışlamış olduğu toprakları tekrar kendi hakimiyeti
altına alıyordu523. Yani, Romalıların Hellenistik Çağ boyunca kurmuş oldukları bütün ittifaklar ya da belirli bir krallığı himayeleri altına almaları yalnızca o zamanki politikalarının o yönde olmasıyla ilgiliydi.
Şöyle ki: Romalıların Küçük Asya’da ittifak içinde bulunduğu en önemli krallardan biri olan Pontos Kralı V. Mithradates’in, İÖ. 120 yılında
ölümünden sonra, yerine geçen oğlu VI. Mithradates zamanında Pontos
Krallığı’yla Roma’nın arası açılmıştı. Önce, İÖ. ca. 119/116 yılında,
Phrygia Bölgesi Romalılar tarafından elinden alınmış; daha sonra da,
İÖ. 89 yılında, toprakları Romalı elçi Manius Aquillius’un kışkırtması
ve teşviki sonucunda Bithynia Kralı IV. Nikomedes tarafından talan
edilmişti524. Ayrıca Roma’nın Kuzey Africa’daki en önemli müttefiklerinden olan Numidia Krallığı bile birkaç sene evvel Romalılar tarafından
yağmalanmıştı. Romalılar, ünlü Kartacalı Komutan Hannibal’i, İÖ. 202
yılında, Numidia Kralı Massinissa’nın yardımları sayesinde yenmişlerdi.
Şimdi ise, Massinissa’nın torunu Iugurtha’nın topraklarını talan ediyorlardı
525. Görüldüğü üzere, Romalılar yaptıkları ittifaktan kolayca ayrılabiliyor ve yapılmış antlaşmaları dahi bozarak eski müttefiklerine karşı
bile saldırı düzenleyip onların topraklarını istila edebiliyorlardı
526.
Iustinus’a527 göre, Mithradates VI Eupator savaşa başlamadan önce,
Küçük Asya halkı açgözlü proconsul’lerden528 (rapacitas proconsulum);
malları haciz ederek açık arttırmayla satan publicanus’lardan (sectio publicanorum) ve hakikati tahrif eden hileli davalardan (calumnia litium) dolayı Romalılardan nefret ediyordu529. Belki de bu nedenle Mithradates’in generali Pelopidas, Romalılarla savaşa başlamadan önce, Asya,
Hellas, Africa ve hatta Italia’daki birçok kentin Pontos kralının yanında
yer alacağını; çünkü onların dahi artık Roma’nın açgözlülüğüne (=
pleoneksia [πλεονεξία]) daha fazla katlanamadıklarını söylüyordu530.
Sallustius’un kaleme aldığı tarih eserinden kalan fragmanlardan günümüze ulaşan Mithradates’in Parthia Kralı Arsakes’e yazdığı mektupta531,
Romalıların güce ve paraya olan hırsları dile getirilmektedir. Mithradates savaşın asıl sebebinin; Romalı yüksek otoritelerin şiddetli para tutkusu, zenginliğe ve servete aşırı düşkünlükleri olduğunu ileri sürüyordu532 ve onları venalis=satılık olmalarından ötürü kınıyordu.
Daha sonra da, bu haydutlar ulusunun οὐδέ τι τίουσι ἀνέρας οὐδέ
θεούς=ne insanları ne de tanrıları saydıklarını ve tam diis hominibusque hostes=tanrıların ve insanların düşmanları olduklarını iddia ediyordu533. Ayrıca Romalıların batıya doğru olan yayılımlarının Atlantik
Okyanusu tarafından durdurulduğunu; bu nedenle onların yüzlerini zengin Doğu’ya çevirdiklerini belirtiyordu534. Ayrıca, Romalıların sahip
oldukları her şeyin; kadınlar, atlar, sanat eserleri, heykeller ve hatta ülkelerinin bile çalıntı olduğunu iddia ediyordu535. Aslında kralın söylediklerinde gerçek payı da yok değildi. Romalılar düşman oldukları krallıklar kadar dostluk ve müttefiklik (φιλία καὶ συμμαχία/amicitia et
societas) ilişkisi içinde oldukları krallıkları da yağmalamak için fırsat
kolluyorlardı
536. Kendi hakimiyetleri altındaki milletlerin kutsal alanlarını ve tapınaklarını yağmalıyorlardı
537. Bunun yanı sıra, zengin krallıkları ve görkemli kentleri talan etmek için bahaneler uyduruyor ve onlara
karşı savaşıyorlardı
538. Romalılar savaşa başlamak için bin bir çeşit
neden buluyorlardı. Bunların her birine çeşitli suçlamalar yöneltiyorlardı, ciddisini buldukları zaman ciddi, bulamadıkları zaman önemsiz bahanelerle zengin krallıklarla savaşıyorlardı –bellum iustum et pium/
haklı ve adil savaş(?). Cicero’nun539 da doğru bir şekilde gözlemlediği
gibi, Hellas ve Küçük Asya’dan Roma’ya gelen elçilerin ve heyetlerin
büyük bir bölümü kentlerinden ve tapınaklarından kaldırılmış tanrı tasvirlerini, değerli sanat eserlerini, başka yerlerden anımsadıkları bütün
öteki heykelleri ve kıymetli eşyaları derin bir saygı ve hüzünle izliyorlardı.Diğer yandan Mithradates’in gerek Hellas ve Küçük Asya kentlerine
yaptığı cömert bağışlar gerekse Roma’ya karşı mücadelesinde Anadolu
halklarının kurtarıcısı sıfatıyla ortaya çıkması, onun Hellenler arasında
hellensever (= philhellēn [φıλέλλην]) olarak tanınmasına yardımcı
oldu541. Çevresindeki yüksek rütbeli subaylar, sarayındaki kıdemli aristokratlar, bilim adamları ve filozofların Hellen asıllı olması ise,
Hellenlerin onu kendilerinden biri olarak görmesine neden oluyordu542.
Öyle ki, bu yüzden İÖ. ca. 102/101 yılında Delos Adası’nda yaşam
boyu Poseidonios Aisios rahibi olan Asklepiodoros oğlu Helianaks,
Mithradates VI Eupator Dionysos’u onurlandırmış; ayrıca Atina ve Roma halkları adına Pontos kralı için mermerden bir anıt inşa ettirmişti543.
Dikdörtgen plana sahip olan bu yapı yaklaşık 5.20m genişliğe, 3.90m
derinliğe ve 3.45m yüksekliğe sahipti. İçinde Mithradates’in Hellas ve
Parthia kökenli müttefikleri ve dostlarının çift sıra çelenkle süslenmiş
kalkanlar içine işlenmiş 12 adet portresi –imagines clipeatae– yer almaktaydı. Bu durum bir yandan Mithradates’in hem Hellas hem de Doğu kökenli dostlarına işaret ederken diğer yandan da Pontos Krallığı’nda
doğu ve batı kültürlerinin ne derece kaynaşmış olduğunu göstermekteydi. Zira, bu büstler sırasıyla Hermaios’un oğlu Amisos’lu dostu
Gaius, Antipatros’un oğlu olan sekreteri, Philetairos’un oğlu, sütkardeşi
Dorylaos, General Dorylaos, Mithares’in oğlu Diophantos, Kappadokia
Kralı Ariarathes VII Philometor, Syria Kralı Antiokhos VIII Grypos,
Helianaks’ın babası Atinalı Asklepiodoros, Parthia’lı bir memur, Parthia
Kralı II. Mithradates ve Mithradates Eupator’un özel doktoru Menophilos’un oğlu Papias’a aitti. Pontos kralının portresi ise, anıtın alınlığına 
540. işlenmişti544.
Mithradates ayrıca, bastırdığı sikkelerde kendini Hellenizm’in şampiyonu ve kurtarıcısı olarak göstermeye gayret ediyordu. Bunu yaparken,
bir yandan kendisinin yeni bir İskender gibi, sakalsız, idealize edilmiş
sikkelerini bastırıyordu545. Değerli taşlar üzerine portrelerini işletiyor546ve heykellerini yaptırıyordu547. Böylelikle, bir bakıma Anadolu halklarını zalim ve ezici, parayı ve serveti seven efendileri Romalılardan kurtaracak kişinin kendisi olduğunu vurgulamaya çalışıyordu.
İskender’in ideal kral imajı, birleştirici ve kaynaştırıcı özellikleri hem
Anadolu halkları hem de Doğu kültürleri tarafından sevilen bir motifti548.
İskender, nasıl Anadolu halklarını Perslerin hegemonyasından kurtararak onlara özgürlüklerini geri verdiyse, Mithradates de onları Romalıların zulmünden
kurtaracaktı. Bu bakımdan Pontos kralı,
Hellenler ve Küçük Asya’da yaşayan
bütün etnik gruplar üzerinde aynen İskender’in yarattığı izlenimi gerçekleştirmeye çalışıyordu. Bu politikasında da bir dereceye kadar başarılı olmuştu. Zira Pontos’un bu, hellensever kralı zengin, kuvvetli ve
medeni olmasının yanı sıra, aynı zamanda başarılıydı
549.
Her çeşit insanı ve kavmi bir şekilde elde etmesini bilen kurnaz kral
Mithradates, bu arada iç çekişmeler ve parti kavgaları içindeki rejim
düşmanı Romalılara da kucak açmayı ihmal etmiyor ve onlardan kendi
amacına ulaşmak için yararlanmasını biliyordu. Halka Romalılara ilişkin
olarak verdiği söylevlerde, Roma toplumu içindeki kaynaşmaya işaret 
ediyor, aristokrat (optimates) ve demokrat/halk (populares) partileri
arasındaki çatışmaları ele alıyordu. Halk sınıfı (plebs) ile soylular
(patricius) arasında süregelen çekişmelerden söz ediyor ve olayların
nedenini açıklıyordu. Anadolu halklarının ise, egemenlik ve bağımsızlık
duygularını körüklüyor; böylelikle onların kendi çevresinde toplanmasını sağlıyordu.
Mithradates VI Eupator tebaasına saygı telkin etmek için de elinden
gelen her şeyi yapıyordu. Kral soyunu, baba tarafından Pers İmparatorluğu’nun kurucuları Kyros ve Dareios’a550; anne tarafından ise, İskender
ve Seleukos I Nikator’a dayandırıyordu551. Bu bakımdan aynen Pers
hükümdarlarının yaptığı gibi, Ahura Mazda’ya –Zeus Stratios formundaki– kurbanlar sunuyordu552. Bununla birlikte kralın hitabet sanatındaki
ustalığı, yaratılışları gereği yeniliklere ve özgün düşünce akımlarına açık
olan Hellenler üzerinde etkili oluyordu. Ayrıca insanlar ‘Sibylla553 Kitapları’ndaki (Sibyllini Libri554): “..... doğudan gelen bir kralın birçok
kralı tahtından edeceği, geniş topraklara sahip olacağı, daha sonra da bütün krallara korkuyu öğreteceği ve Romalılara felaket getireceği...555”
kehanetlerine inansınlar diye556 hem halk hem de orduya verdiği söylevlerde ve Romalılara karşı savaşa başlamadan önce, bastırdığı yoğun
sikkelerde kendisinin Perslerle olan bağlantısını vurguluyordu557. Bunu
yaparken doğduğu ve tahta çıktığı sırada gökyüzünde görülen kuyruklu
yıldızı da propagandasının bir vasıtası olarak kullanıyordu. Pontos’ta
dolaşan bronz sikkeler üzerinde ışık saçan kuyruklu yıldız motifine yer
veriyordu558. Böylelikle aynı zamanda Perslerin kehanet belgelerinde
işaret edilen kurtarıcı kralın kendisi olduğunu vurgulamaya çalışıyordu559. Zira Mithradates, Küçük Asya’nın iç bölgelerinde yaşayan
otokton halklara göre Pers; Hellenlerin bakış açısına göre ise,
Makedonia Krallığı’nın Hellenistik Dönem’deki bir uzantısıydı. Bu
nedenle, kral bir bakıma kendisini Hellen kahramanı Perseus560 gibi
göstererek561 Hellas, Küçük Asya ve Persler arasında bir köprü oluşturmaya gayret ediyordu. Çünkü Persler de soylarının atası olarak Perseus ile Andromeda’nın oğlu Perses’i kabul ediyorlardı
562. Bu yüzden kral
bastırdığı sikkelerde bir bakıma Perseus efsanesinden esinlenerek hanedanlığının bir taraftan Pers diğer taraftan da Hellenlerle bağlantılı
olduğunu vurguluyordu563. Bunun için kendisine kişisel amblem olarak
Pegasos’u seçmiş ve İÖ. ca. 86/85 yılına kadar bastırdığı tetradrakhmē’ler üzerinde Pegasos motifine yer vermişti564. Bunun yanı sıra, kral
zaten Doğu kökenli565 bir tanrı olmasına rağmen Hellenler tarafından
benimsenerek Olympia tanrıları arasına alınan Dionysos’u kendisine epitheton/lakap olarak almıştı. Bu surette Dionysos gibi, kendisini de
Hellenlere kabul ettirmek için elinden geleni yapıyordu566. Böylelikle
VI. Mithradates’in, Hellas ve Küçük Asya’da uyguladığı politika ve
propagandalar Anadolu halkları arasında saygı ve prestij kazanmasına
yardım etmiş ve zamanı geldiğinde onun birçok kent tarafından bir kurtarıcı gibi karşılanmasına neden olmuştur567.
Sonuç olarak, özellikle şu noktayı göz ardı etmemek yerinde olur ki,
gerek Mithradates’in meydana getirdiği ve şekil verdiği sarayında ve
devlet yönetiminde gerekse Mithradates’in kişiliğinde, Pers ve Hellen
nitelikleri hakim bir yer tutuyordu. Ancak söz konusu durum göz önünde tutulacak olursa kralın karakteriyle hareket tarzı anlaşılabilir.
Mithradates kendine özgü bir tarzın karşıtlıklarıyla ayrılıklarının tam
ortasında, kendi ulusuyla olan ilişkilerinde yarı Pers yarı Hellen,
Hellenlerin gözündeyse Pers isimli olmasına rağmen bir Hellendi. Bu
bakımdan Pontos kralı, Hellenlerin hilesi ve kurnazlığıyla Perslerin
yayılımcı politikası ve yönetim biçimini kendi amaçları doğrultusunda
kullanmayı bilmiştir. Bununla birlikte, gerek planlarını gerçekleştirme
yeteneği ve kendi amaçlarını kavramakta gösterdiği kesinlik gerekse
planlarını uygulamadaki ağzı sıkılığı ve çabukluğuyla hem Hellenlerden
hem de Perslerden üstündü. Bu yüzdendir ki; düşmanlarına daima bir
muamma olmasını, her zaman hiç beklemedikleri bir yerden taze güçlerle onların karşısına çıkmasını bilmiştir56

II. FATİH VE KURTARICI
A. BİRİNCİ MITHRADATES – ROMA SAVAŞI
(İÖ. 89-İÖ. 85)
1. Küçük Asya Savaşları

Savaşın başlamasıyla569 Pontos Kralı VI. Mithradates’in o ana dek yaptığı kapsamlı hazırlıklar kendini gösterdi. İlk olarak, İÖ. 89 yılında oğlu
Ariarathes’i güçlü bir orduyla Kappadokia Krallığı’nı tekrar ele geçirmek üzere gönderdi. Ariarathes, hiç vakit kaybetmeden, Kappadokia
topraklarına girdi. Karşısına çıkan Ariobarzanes’in ordusunu ezici bir
biçimde yenerek, onu üçüncü kez Kappadokia’dan sürdü570. Bunun
üzerine Mithradates, generallerinden Pelopidas’ı ikinci kez Roma kampına elçi olarak yolladı. Pelopidas Romalılara önce, Mithradates’in onların isteklerine uyarak, nasıl Kappadokia ve Bithynia’dan mahrum bırakıldığını anlattı. Ardından, gene Romalıların koruması ve güvencesi
altında Bithynia kralı tarafından Pontos topraklarının talan edildiğini
belirtti. Mithradates’in, Roma’nın dostu ve müttefiki statüsünü korumak
için kendilerine nasıl yalvardığını hatırlattı. Fakat Romalıların, Bithynia
Kralı IV. Nikomedes’in tarafını tutarak, Pontos kralını küçük gördüklerini söyledi. Konuya bir çözüm bulmak yerine lafı gerçek sorunlardan
uzaklaştırıp küçük şeylere getirdiklerini bildirdi. Bu yüzden Mithradates’in kendinin olanı geri almaya ve topraklarını korumaya karar verdiğini bildirdi. Ayrıca, Roma’yla aralarında muhtemel bir savaş çıkması
halinde, Pontos kralının yanında yer alacak müttefiklere değinerek Romalılara gözdağı vermek istedi. Pelopidas’ın yaptığı bu konuşmayı kaba
ve saygısız bulan Romalılar ise571 “Mithradates’in hemen Kappadokia’yı boşaltmasını, Bithynia
kralını rahat bırakmasını ve kral bu emirleri yerine getirmedikçe
bir daha yanlarına gelmemesini söyleyerek onu kamplarından
uzaklaştırdılar”.
Daha sonra da, Senatus emri ya da comitia centuriata572 kararını beklemeden οὐκ ἀναμείναντες περὶ τοσοῦδε πολέμου τὴν βουλὴν ἢ τὸν
δῆμον ἐπιγνώμονα γενέσθαι, kendi başlarına aldıkları bir kararla  572 Vatandaşların varlık ve savaş gücüne göre düzenlenmiş olan ve Roma Anayasası’ndaki timokratik unsuru oluşturan bir halk meclisidir. Savaş ve barış kararlarından; yüksek düzeydeki memurlar olan consul, praetor ve censor’ların seçiminden ve
devlet antlaşmalarının onaylamasından bu meclis sorumludur.573,
Pontos Kralı Mithradates VI Eupator’a karşı başlatılacak olan büyük
savaş için Bithynia, Kappadokia, Paphlagonia ve Galatia bölgelerinden
adam toplamaya başladılar574. Bu sırada Anadolu’da, büyük bölümü Asyalı müttefiklerden oluşan üç Roma ordusu bulunmaktaydı. Söz konusu
ordular, Küçük Asya’daki dost ve müttefik güçlerle takviye olduktan
sonra
575, vakit geçirmeden Pontos sınırlarındaki yerlerini aldılar. Bunlardan Asia Valisi Gaius Cassius576 komutasındaki birinci ordu, Bithynia–
Ga latia; savaşlarda gösterdiği cesaretiyle tanınan, ünlü general Manius
Aquillius577 yönetimindeki ikinci ordu, Pontos–Bithynia; Quintus Oppius
578 kumandasındaki üçüncü ordu ise, Kappadokia–Lykaonia sınırında konuşlanmıştı
579. Böylelikle Cassius, Pontos üzerinden Galatia ve
Phrygia Epiktetos’a giden yolu; Aquillius, Bithynia üzerinden Pontos’a
ve oradan da Kuzey Anadolu’ya giden ana yolu, Oppius ise, Lykaonia
ile Kappadokia sınırındaki doğu yolunu kontrol altında tutuyordu580.
Bu sırada Küçük Asya’daki Roma ordularının her biri takriben
40.000 kişiden oluşuyordu. Ayrıca Minucius Rufus ve Gaius Popilius
komutalarındaki Roma donanması, Bithynia deniz kuvvetleriyle birlikte
Byzantion’da demirleyerek Bosporos’un kontrolünü elinde tutuyordu.
Bithynia Kralı Nikomedes IV Philopator halihazırda 50.000 yaya ve
6.000 atlı askere sahipti581. Pontos Kralı Mithradates VI Eupator’un ise,
yaklaşık 250.000 yaya, 40.000 süvari askeri, 130 savaş arabası ve 100
tanesi iki sıra kürekli olmak üzere güverteli 300 gemiden oluşan tam
teşekküllü bir donanması vardı. Pontos ordusunun ana bölümü Mithradates’in başkomutanlığı altında Arkhelaos ve Neoptolemos adlı iki kardeş general tarafından idare ediliyordu. Bunun yanı sıra, yardımcı ve
müttefik kuvvetlerden oluşan yaklaşık 10.000 kişilik Armenia Minor
süvari birliği Mithradates’in oğlu Arkathias; iyi eğitim görmüş ağır silahlı piyadelerin oluşturduğu phalanks birlikleri Dorylaos; 130 tane
tırpanlı savaş arabası ise, Krateros tarafından kumanda edilmekteydi582.Kralın diğer oğlu, Kappadokia Kralı Ariarathes Eusebes Philopator ise,
o sıralar emrindeki büyük orduyla Kappadokia’da hazır bekliyordu583.
Savaşa ilk olarak Bithynia kralı başladı. Nikomedes, İÖ. 89 yılında,
tüm gücüyle Paphlagonia’ya girerek Batı Pontos’a doğru ilerledi. Bu
sırada Aquillius, Cassius ve Oppius komutalarındaki Roma orduları savunmada kalıp, Pontos ve Kappadokia sınırlarındaki ana yolları kontrol
altında tutmaya devam ettiler. Roma generallerinin ordularını konuşlandırdıkları bu stratejik alanların seçimi, onların hem savunma hem de
saldırı amaçlı bir strateji güttüklerini gösteriyordu. Görünüşe bakılırsa,
Romalıların aldığı tavır; Nikomedes’in seferinin sonucunu beklemek ve
ona göre hareket etmekti. Bithynia kralının, Mithradates’in güçlerini
durdurması ya da yenmesi durumunda konuşlandıkları noktalardan Pontos’a doğru ilerleyeceklerdi. Bu sırada Oppius ise, Pontos kralı, Bithynia
ve Cassius ile Aquillius’un komutalarındaki Roma ordularıyla meşgulken, Kappadokia’ya girecek ve Ariobarzanes’i tekrar tahta çıkartacaktı.
Eğer Bithynia kralı, Mithradates karşısında yenilirse, o zaman bulundukları stratejik konumlardan hem Nikomedes’e yardım gönderebilecekler hem de savunma durumuna geçerek, Pontos kralının Bithynia ve
Küçük Asya’ya olası saldırılarını engelleyeceklerdi584.
Bunun üzerine Mithradates generalleri Neoptolemos ile Arkhelaos’u
hafif silahlı piyadelerle birlikte, oğlu Arkathias’ın süvarileri ve birkaç
Skythia savaş arabası eşliğinde Nikomedes IV Philopator’u Paphlagonia’da karşılamak üzere gönderdi. Kendisi ise, ağır silahlı piyadeler ve
ordunun ana bölümüyle birlikte Amaseia Ovası’nda müttefik kuvvetlerin kendisiyle birleşmesini bekliyordu585. Bu arada IV. Nikomedes, bir
önceki yağma seferinde yaptığı gibi, sahil şeridini takip etmeyip, kıyıya
paralel uzanan Olgassys (Ilgaz) Dağı eteklerindeki Pontos Yolu’nu izleyerek Paphlagonia’nın merkezine doğru ilerlemekteydi. Bithynia ordusu
Billaios (Filyos) Irmağı’nı aşarak önce Blaene586 daha sonra da Amnias
(Gökırmak) Irmağı tarafından sulanan bereketli Domanitis587 yöresine
geldi. Ve orada, Mithradates’in generalleriyle karşılaştı
İki ordu Amnias Irmağı’nın sınırladığı geniş ovada savaş düzeni aldılar. Nikomedes’in ordusu, sayı bakımından Pontos ordusundan oldukça üstündü589. Pontos kralının generalleri bu ovada Nikomedes’in
ordusu tarafından kolayca kuşatılarak yok edilebilirdi. Bu yüzden Arkhelaos ve Neoptolemos kuvvetlerini ikiye böldüler. Savaş, Neoptolemos’un ovanın ortasındaki stratejik açıdan önemli bir tepeyi ele geçirme
girişimiyle başladı. Sayıca az olan Neoptolemos’un kuvvetleri Bithynia
kralının ağır silahlı piyadeleri tarafından püskürtüldü. Neoptolemos’un
dağılan birlikleri ağır kayıplar vererek telaş içinde geri çekilmeye başladığında ise, cesaretleri artan Bithynia’lılar tarafından çevrilerek imha
edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar. Bu arada Mithradates’in oğlu
Arkathias komutasındaki süvariler Neoptolemos’un birliklerine yardıma
gönderildi. Şiddetli geçen kanlı çarpışmalar sonucunda Nikomedes karşısında bir kez daha bozguna uğrayan Pontos kuvvetleri Arkhelaos’un
saflarına doğru panik içinde kaçmaya başladılar. Pontos ordusunun sağ
kanadını kumanda eden Arkhelaos’un birlikleri henüz savaşa katılmamıştı. Bu nedenle kardeşinin bozulan ordusunu ve kaçan askerlerini
izleyen Bithynia kuvvetleri üzerine önce tırpanlı savaş arabalarını yolladı
590. Akabinde, tüm gücüyle kendi saldırdı. Tırpanlı savaş arabalarının büyük bir hızla Nikomedes’in birliklerinin arasına dalarak bir anda
askerlerin bir kısmını ikiye bölmesi; diğer kısmını ise, parçalara ayırarak
ezmesi, Bithynia saflarında şaşkınlık ve kargaşa yarattı. Ayrıca Arkhelaos’un taze güçleriyle karşı karşıya kalan Bithynia ordusunun ilerlemesi
durduruldu ve onların Neoptolemos’un piyadelerini izlemesi engellendi.
Böylelikle felaketin eşiğinde gibi görünen bir durum, Arkhelaos komutasındaki kuvvetlerin disiplini ve düzeni sayesinde Pontos lehine
döndü. Bu sırada Arkhelaos, askerlerini sık dizili bir kol düzenine sokarak Bithynia ordusunun merkezindeki IV. Nikomedes’in birliklerine saldırdı. Kalkan kalkana bir çarpışma başladı. Bu durum, Neoptolemos
ve Arkathias’a kaçmakta olan askerlerini toplayarak yeniden bir araya
getirme fırsatı verdi. İnsanları buğday tarlasındaki başaklar gibi biçen
savaş arabalarını hayatlarında ilk defa gören Bithynia’lılar, şaşırmışlardı. Savaş düzenindeki piyadelerin üzerlerine ani ve şiddetli bir şekilde
dalan savaş arabalarının tekerleklerinin eksenlerinden uzanan oraklara
kapılarak ölen ya da kolları ve bacakları kesilerek can çekişen askerlerin
tüyler ürpertici görüntüsü karşısında Bithynia’lı askerler saflarını düzgün tutamaz hale gelmişlerdi. Bu durumdan istifade eden Arkhelaos,
Bithynia kuvvetlerini geri püskürterek karşı saldırıya geçti. Nikomedes’in başkanlığındaki Bithynia süvarileri kaçmaya başlayınca, yanlarındaki piyadeler de bozuldu. Bu sırada dağılan askerlerini yeniden
düzene sokmaya muvaffak olan Neoptolemos’un piyadelerinin ve Arkathias’ın süvarilerinin, Nikomedes’in ordusuna arkadan saldırmasıyla
savaş daha da şiddetlendi. Böylelikle Neoptolemos ve Arkathias’ın kuvvetleri arka hatlardan Bithynia askerlerini kılıçtan geçirip, büyük bir
katliama ve daha da önemlisi büyük bir korku ve şaşkınlığa neden oldular. Göğüs göğüse ölümcül bir düelloya dönüşen savaş sonucunda,
Bithynia ordusu Mithradates’in generalleri tarafından çembere alındı.
Her yandan hücuma uğrayan Bithynia’lılar, artık çekilebilecek bir yerleri kalmadığından ve tekrar bir araya gelip akıcı bir dövüşle, çıkış hareketi yapabilecek durumda olmadıklarından, her noktada gerilemeye
başladılar. Şimdi bir tarafta korku ve şaşkınlıkla karışık bir yılgınlık,
diğer yanda ise, ümitsiz olmasına karşın inatla sürüp giden bir mücadele
başlamıştı. Sonunda, Bithynia’lılar Pontos kuvvetleri tarafından ovanın
ortasında kıstırılarak kılıçtan geçirildiler. Böylelikle Bithynia karargahı,
hazineleri ve savaş mühimmatı Pontos’lular tarafından ele geçirilerek
çok sayıda insan esir alındı
591.
Ordusundan geriye kalan küçük miktardaki süvariyle canını zar zor
kurtarıp savaş alanından kaçabilen Nikomedes, Bithynia–Pontos sınırındaki Manius Aquillius’a felaket haberini bizzat kendi götürdü.
Aquillius’u alarma geçiren bu haber, Pontos–Kappadokia sınırındaki
Roma ordularında şok etkisi yaptı. Pontos ordusunun öncü birlikleri
konumundaki Neoptolemos ve Arkhelaos, az sayıdaki hafif silahlı askeriyle kendilerinden çok daha büyük ve topoğrafik açıdan önemli ko-numdaki Nikomedes’in tam teşekküllü ordusu karşısında kesin bir zafer
kazanmışlardı. Böylelikle hiç beklenmedik bir şekilde çok kısa zamanda
tek bir savaşla, Bithynia ordusu tam anlamıyla yok edilmişti. Görünüşe
göre, Romalılar Pontos kralını fazla hafife almışlardı. Bu bakımdan
Romalıların teoride iyi olan planları pratikte tam tersine dönmüş ve
kendilerini zor durumda bırakmıştı. Ayrıca, Roma ordusu yakınlarında
kamp kuran Bithynia ordusundan geriye kalanların perişan durumu,
büyük bir bölümü Küçük Asya’dan toplanmış askerlerden oluşan Roma
ordusunun kendine olan güvenini sarstı. Bir anda ordudan kaçanların
sayısı arttı
592.
Mithradates, Amaseia Ovası’ndaki ana karargahında generallerinin
Nikomedes karşısında elde ettikleri zafer haberini aldıktan ve müttefik
orduların kendisine katılmasından sonra, Paphlagonia Bölgesi’ne doğru
yürüyüşe geçti593. Paphlagonia Kralı Pylaimenes’i krallığından kovdu594.
Ağır silahlı piyadeleri ve Pontos ordusunun ana bölümüyle savaş alanına
geldiğinde kazanılan zaferin neticelerini kendi gözleriyle gördü. Savaş
esirlerine nazikçe davrandı. Her birinin yolluğunu dahi tedarik ederek,
onları evlerine yolladı. Böylece savaş alanında kazandığı ün kadar düşmanlarına karşı gösterdiği merhametle de anılır oldu595. Ardından, Roma
generallerinin ilk şaşkınlıklarından kurtulup, Bithynia, Phrygia ve Lykaonia’daki ordularını toplamalarına fırsat vermeden, tüm gücüyle Bithynia’ya; Manius Aquillius’un üzerine doğru yürüyüşe geçti. Hiçbir direnişle karşılaşmadan Bithynia–Pontos sınırındaki Skorobas596 Dağı’na
[SkorÒbaw ˆrow] kadar ilerleyerek, orada konuşlandı. Bu sırada, Aquillius ve Nikomedes, Mithradates’in bütün ordusuyla birlikte üzerlerine
doğru geldiğini haber aldılar. Derhal Pontos kralının yolu üzerindeki
bazı geçitleri tutmak üzere Bithynia atlılarını stratejik açıdan önemli
noktalara bırakarak geri çekilmeye başladılar. Ancak geçitleri korumakla görevlendirilen 800 Bithynia süvarisi Mithradates’in 100 kişilik
Sarmatia atlısı tarafından bozguna uğratıldı. Hatta yerlerini bırakıp kaçan atlıların büyük bir bölümü tutsak edildi. Fakat kral, onların da yol
azıklarını vererek, evlerine gitmelerine izin verdi597. Bu sırada, Manius Aquillius’un maneviyatı son derece bozuk ordusuyla geri çekilmeye çalıştığını öğrenen Pontos kralı, öncü birliklerini
Neoptolemos, süvarilerini ise, Armenia’lı kumandan Nemanes önderliğinde Roma ordusu üzerine yollamıştır
598. Aquillius’un o sıralar takribi
40.000 yaya ve 4.000 kişilik süvari birliğinden oluşan ordusu, kralın
öncü birlikleri tarafından günün yedinci saatinde599 –öğleden sonra–
Pakhion600 [Πάχιον] önlerinde yakalanmıştır. Savaş Aquillius’un kesin
mağlubiyeti ve Roma kampının Pontos kuvvetleri tarafından ele geçirilmesiyle sonuçlanmıştır. Roma ordusunun dörtte biri kılıçtan geçirilmiş, geri kalanların bir kısmı esir edilmiş ve askerlerin büyük bölümü
paniğe kapılarak bilinçsizce, ayaklarının kendilerini götürdüğü yere
kadar kaçmışlardır. Bu katliamdan canını güçlükle kurtaran Aquillius
karanlığın bastırmasından faydalanarak, çareyi kendine bağlı birkaç
adamıyla birlikte Sangarios Irmağı’nı aşmakta ve hiçbir yerde dinlenmeden Pergamon’a kadar kaçmakta bulmuştur601.
Mithradates, Manius Aquillius’un kampına geldiğinde, her zaman
yaptığı gibi, savaş esirlerini –yaklaşık 300 kişi– serbest bırakmıştır. Bu
durum, kralın gerek Anadolu halkları gerekse düşmanları arasındaki
popülaritesini arttırmıştır. Ayrıca söz konusu savaşlar sırasında ele geçirdiği düşmanlarına nazik bir şekilde davranarak merhamet göstermesi
ve onların bütün ihtiyaçlarını karşılayarak ailelerine geri göndermesi,
onun Anadolu halkları arasında hayırsever ve insancıl (= philanthrōpos
[φιλανθρώπος]) bir kral olarak tanınmasını sağlamıştır. Bu bakımdan
önceleri Romalıların katı hakimiyeti altında ezilen Küçük Asya ve Hellas’taki birçok kent, Pontos Kralı Mithradates VI Eupator’a bağlılık
yemini ederek, onun egemenliğini tanımışlardır. Bazı kentler ise, kapılarını açarak, onu θεὸν καὶ σωτῆρα=tanrı ve kurtarıcı gibi karşılamışlardır
602. Zira Hellenistik Dönem krallarının ideal niteliklerinden biri olan
insanseverlik603 (= philanthrōpía [φιλανθρωπία]), VI. Mithradates’in
Anadolu halkları ve Hellenler üzerinde yaratmak istediği propagandayla
bire bir uyum içindeydi. Dahası bu imaj, Pontos kralının aynen ikinci bir
İskender gibi ortaya atılarak, Küçük Asya’da ikamet edenleri sömürgeci
Romalıların zulmünden kurtarabilecek tek kişi olarak görünmesine yardımcı oluyordu604.
Böylelikle Mithradates hem kara ordusu hem de donanmasıyla Paphlagonia605 üzerinden Bithynia Bölgesi’ne doğru ilerlemeye başladı. Savaşın başından beri, Pontos Euksenos ile Propontis’i birleştiren Bosporos’u denetimleri altında bulunduran Roma ve Bithynia donanmaları
artık Byzantion önlerinde demirlemişlerdi. Nikomedes’in hakimiyetindeki Bithynia ve Manius Aquillius’un komutasındaki Roma ordularını
yok eden Pontos kralının, bu sefer gerek karadan gerekse denizden üzerlerine doğru geldiğini öğrendiklerinde, Minucius Rufus ve Gaius Popilius
komutalarındaki Roma donanması, kendilerine ait az sayıdaki gemiyle
Ege Denizi’ne (Aigaion Pelagos) doğru yelken açmıştır. Bithynia kraliyet donanmasının büyük bir bölümüyse, amiralleri tarafından sevk edilerek Mithradates’e teslim edilmiştir606. Bu arada kral, Bithynia’ya girdiğinde hiçbir mukavemetle karşılaşmamış, kısa zamanda Nikomedes’in
ülkesini istila etmiş ve bölge kentlerinde Pontos hakimiyetini yerleştirmiştir. Böylelikle Mithradates, Bithynia Kralı Nikomedes IV Philopator’u
tek bir savaşta devirmiş ve bütün krallığına sahip olmuştur607. Gene de
Bithynia’yı ve Bosporos’u tamamen Pontos kontrolü altına almak ve
bölgedeki yönetimi sağlamlaştırmak üzere komutanlarından bazılarını
ve donanmasının bir kısmını orada bırakmıştır. Daha sonra, bir yandan kendisi ordusunun ana bölümüyle birlikte Sangarios Irmağı’nı aşarak
Phrygia’ya doğru yola çıkarken, diğer yandan da Pontos donanması Ege
Denizi’ne doğru yelken açmıştır
608.
Nikomedes, Aquillius’un ordusunun geri çekildiği sırada, ya da o
Neoptolemos ve Nemanes’in birlikleri tarafından bozguna uğratıldıktan
sonra, Phrygia’daki Cassius’un yanına sığınmış ve onu da Mithradates’le çarpışmaya teşvik etmiştir. Cassius ve bütün Roma elçilerinin
bulunduğu ikinci Roma ordusu o sıralar, Pontos üzerinden Galatia ve
Phrygia Epiktetos’a giden yol üzerindeki kamplarında bulunmaktaydı.
Manius Aquillius’un, kralın generalleri karşısında ağır bir yenilgiye uğrayarak, ordusunun dağıldığı haberi, Roma kampında şok etkisi yapmıştı. Bu bakımdan Cassius, büyük bölümü Küçük Asya’lı acemi askerlerden oluşan birliklerine güvenmediği ve Pontos ordusuyla açık
arazide karşılaşmaktan çekindiği için, kampını kaldırarak Phrygia’nın en
kuvvetli tahkim edilmiş yerleşimlerinden biri olan ve Arslanların Başı
(= Leontōn Kephalē [Λεόντων Κεφαλή]) olarak adlandırılan uç kaleye
çekildi609. Daha sonra da, Phrygia ve çevresinden topladıkları önemli
miktardaki yeni acemi askeri eğitmeye başladı. Ne var ki kısa süre sonra,
yaptığı işin faydasız olduğunu fark etti. Ve sonunda, gerek elde edilmesi
ve yönetilmesi kolay bir halk olan barışsever Phrygia köylüleri, işçileri
ve sanatçılarından gerekse, kısa süre önce kendisinin Küçük Asya’dan
topladığı askerlerden oluşan birliklerle Mithradates’in deneyimli ordusu
karşısında zafer kazanmasının imkansız olduğunu anladı. IV. Nikomedes’in bütün ısrarlarına rağmen, Pontos ordusu karşısında savaşma fikrinden vazgeçti. Phrygia ve Küçük Asya’dan topladığı askerlerin büyük
bir bölümünü terhis etti. Roma legio’ları ve deneyimli askerlerden oluşan az sayıda kuvvetle, Phrygia’nın en büyük iki kentinden biri olan
Apameia Kybotos’a (Dinar) çekildi610. Burada Romalılar, halk ve çevre
kentlerdeki Roma sempatizanlarından önemli yardımlar aldılar. Bunlardan Mesogis (Cevizli) Dağları eteklerindeki bir Karia kenti olan
Nysa’dan (Sultanhisar) Khairemon adlı zengin bir vatandaş Roma ordu-sunun erzak ihtiyacını karşılamak üzere 60.000 modii611
 ağırlığında
buğday unu temin etti612. IV. Nikomedes ise, kendini burada güvende
hissetmeyerek, tekrar Manius Aquillius’un yanına Pergamon’a kaçtı.
Orada Bithynia topraklarının Mithradates tarafından ele geçirildiğini ve
donanmasının krala teslim olduğunu öğrendi. Böylelikle Bithynia’ya
dönme umudunu da kaybeden Nikomedes IV Philopator, aynen Kappadokia Kralı I. Ariobarzanes gibi, bir gemiye atlayarak ikinci defa
krallığını kaybetmenin verdiği kederle tekrar Roma’nın yolunu tuttu613.
Bu sırada Lykaonia ile Kappadokia sınırındaki doğu yolunu kontrol
altında tutan Quintus Oppius; art arda alınan bu yenilgileri öğrenen ordusunu birlik içinde tutamamıştır. Ordugahını kaldırarak, önce hızlı bir
şekilde Lykaonia’nın içlerine doğru çekilmiştir. Ardından o da, Romalılar ve bazı tecrübeli Hellen paralı askerleri dışındaki kuvvetlerini terhis
etmiştir. Maiandros’un büyük bir kolu olan Lykos (Çürük Su) Irmağı’na
doğru çekilerek, Phrygia’nın en büyük iki kentinden biri olan
Laodikeia’da (Goncalı) konuşlanmıştır
614.
Mithradates VI Eupator, İÖ. 88 yılında, ikinci bir İskender gibi,
Phrygia’da ilerlemeye başladı
615. Hiçbir Roma generali Pontos ordusunun karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Kralın bu yürüyüşü bir istiladan
çok zafer alayını andırıyordu. Her yerde kentler ve kaleler ona teslim
oluyordu. Romalıların acımasız ve baskıcı yönetimi karşısında ezilen
Küçük Asya, Pontos kralını bir kurtarıcı gibi karşılıyordu. Bu yüzden
Mithradates, Phrygia’ya gelince, İskender’in Pers Seferi sırasında kısa
bir süre durup dinlendiği yerde konaklamış ve bu alametin hem askerler
hem de halk üzerinde yaratacağı olumlu etkiyi göz önünde bulundurarak, orada kamp kurmaya karar vermiştir. Daha sonra Phrygia, Mysia ve
Asia Eyaleti’nin Roma hakimiyeti altında bulunan yerleşimlerini ele
geçirmeye başlamıştır. Phrygia’ya komşu Lykia, Pamphylia ve Ionia
bölgelerini Pontos hakimiyeti altına almak için generallerini göndermiş
ve kendisi de Romalıların Küçük Asya’da konuşlandıkları Apameia ve
Laodikeia kentleri üzerine yürüyüşe geçmiştir616. Fakat kral daha
Apameia’ya varmadan bölgede deprem olmuş ve kentte büyük bir tahribata yol açmıştır
617. Bu nedenle, o sıralar kentte bulunan Roma Valisi
Cassius zelzele felaketine uğrayan ve devamlı sallanan bu kentte daha
fazla kalmaya cesaret edememiştir. Pontos süvarilerinin ve hafif silahlı
askerlerinin Apameia’ya yaklaşmakta olduğu haberini aldığında ordusunun geri kalan bölümünü de terhis etmiş; Manius Aquillius’un heyetin-deki elçilerden Mallius Malthinus618 ve kendine bağlı insanlarla Rhodos Adası’na sığınmıştır
619.
Bu sırada bölgeye gelen Mithradates, Apameia’yı kuşattı. Fakat kendisine boyun eğen kentin, aynen İskender zamanındaki –İÖ. ca. 334/333
yılında– gibi, harap olduğunu görünce, onun tekrar imar edilmesi için
100 talanta bağışta bulundu620. Ayrıca Khairemon ve oğulları gibi, Roma sempatizanlarını suçlu ilan ederek başlarına ödül koydu621. Bu durumu belgeleyen yazıtlar Sultan Hisar’ın Akça Köyü’nde ele geçmiş
olup, bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır. Bu yazıtlara
göre622
"Kral Mithradates satrap Leonippos’u selamlar:
Bizim eylemlerimize karşı son derece nefret uyandıran ve son derece düşmanca işlere giriştiği için Pythodoros’un oğlu Khairemon
başlangıçtan itibaren en nefret dolu düşmanlarımızla birlikte hareket ediyordu; şimdi ise, benim geldiğimi öğrenince oğulları
Pythodoros’u ve Pythion’u güvenli bir yere yolladı ve kendisi de
kaçtı; o halde tellal çağrılsın; eğer bir kimse Khairemon ya da
Pythodoros’u veya Pythion’u canlı getirirse, kırk talanta ödül alsın; eğer ama biri onlardan birinin kellesini getirirse yirmi talanta
ödül alsın"
Kral Mithradates Leonippos’u selamlar:
Pythodoros’un oğlu Khairemon, daha önce Romalıların kaçmış
olanlarını çocuklarıyla birlikte Rhodos’luların kentine gönderdi;
şimdi ise, benim geldiğimi sorup soruşturarak öğrenince, Ephesos
Artemis’inin Tapınağı’na kaçarak sığınmış bulunuyor ve buradan
ortak düşmanımız Romalılara mektuplar gönderiyor. İşlemiş olduğu bu suçlara karşın zarar görmemiş olması ise, bize karşı tavır
alanlar için teşvik edici bir unsurdur. Bir düşün; onu bize en kısa
sürede nasıl getirebilirsin ya da düşmanları başımdan savana kadar, onu nasıl hapiste gözetim ve zapturapt altına alabiliriz.
Daha sonra Quintus Oppius’un süvarileri ve paralı askerleriyle Aphrodisias gibi bazı civar kentlerin gönderdiği müttefik birlikler tarafından savunulan Laodikeia’ya gelerek kenti kuşattı. Pontos ordusu burada ilk
defa ciddi bir direnişle karşılaştı
623. Fakat kısa süre içinde kralın surlara
yaptığı müthiş tahribatı gören halk ve askerler kentin uzun süre bu yıkıma dayanamayacağının farkına vardılar624. Bu arada kral, habercisini
surların önüne yollayarak, halka; Oppius’u kendisine vermeleri halinde
Laodikeia’lıların canlarına, mallarına ve kentlerine dokunmayıp, onlara
özgürlük bahşedeceği vaadinde bulunmuştur. Söz konusu ilan üzerine,
Laodikeia’lılar paralı askerleriyle müttefiklerine yol vermiş ve Quintus
Oppius’u yardımcılarıyla (lictor) birlikte resmi bir törenle Pontos kralına
teslim etmişlerdir. Mithradates, Oppius’a karşı saygılı davranmış ve onu
zincire vurmamıştır. Ancak, Küçük Asya halkının şaşkın bakışları altında, Anadolu’da kalan son Roma generalini, tutsağı olarak kendi zafer
alayında halka teşhir etmek üzere, onu gittiği her yere beraberinde götürmüştür625. Kral böylelikle, önceleri Romalıların hakimiyetinde olan
bölgelerin ve eyaletlerin artık kendi hakimiyeti altına geçtiğini vurgulamıştır.
2. Mithradates’in Küçük Asya Politikası
Mithradates’in, İÖ. 89 yılında, Nikomedes’in ordusunu kılıçtan geçirip,
M. Aquillius komutasındaki Roma ordusunu ağır bir şekilde yenilgiye
uğratması, onun Bithynia ve Mysia bölgelerini kolayca ele geçirmesini
sağlamıştı. Daha sonra, İÖ. 88 yılında, ordusunun ana bölümüyle
Phrygia’ya girmesi üzerine, Gaius Cassius ve Quintus Oppius yönetimindeki Roma orduları kralın karşısına çıkma cesareti dahi gösterememiş ve birbiri ardına ordularının büyük bir bölümünü terhis ederek Güney Phrygia’ya çekilmişlerdi. Bunun üzerine Phrygia kentleri ve kaleleri
krala teslim olmuş; Cassius Rhodos’a kaçmış; Oppius ise, Laodikeia kentindeki kısa direnişinden sonra, Mithradates tarafından teslim alınmıştı. Böylelikle kral, kısa zamanda Roma’nın Küçük Asya’daki bütün
topraklarının hakimiyetini eline geçirmişti626. Öyle ki, bu tarihten önce
ya da daha sonra, hiçbir zaman, hiçbir krallık Romalıların ve onlara
bağlı krallıkların Küçük Asya’daki ezici hakimiyetini, bu kadar kısa süre
içinde ve bu kadar kesin bir biçimde yere sermeyi başarabilmiş değildir.
Mithradates bundan sonra, Lykia, Pisidia, Pamphylia ve Ionia bölgelerinde hâlâ Pontos hakimiyetine boyun eğmeyen kentleri ele geçirmek üzere bazı generallerini güneye yolladı. Böylece savaşın başlangıcından beri işbirliği içinde olduğu korsanlarla yakın temasa geçme
fırsatı elde edecek ve onlara donanma kurmaları için gereken her türlü
yardımda bulunabilecekti627.
Kendisi ise, Maiandros Vadisi boyunca Ephesos kentine doğru ilerlemeye başladı. Pontos kralı, yolu üzerindeki kentlerden Tralleis628 (Aydın) ve Maiandros üzerindeki Magnesia629 (ad Meandrum) gibi kentlerden büyük ilgi görerek yoluna devam etti. Anadolu’daki kentlerin büyük
bir çoğunluğu memnuniyetle kapılarını açıp Mithradates VI Eupator’u
karşıladılar ve içtenlikle onu kentlerine davet ettiler630. Ephesos’lular, Pontos kralının gözüne girebilmek için, kentlerinde daha önceden Romalılar onuruna diktikleri bütün heykelleri ve anıtları yıktılar631. Kral
Ephesos’a geldiğinde632 Pontos donanmasının, kentin limanında demirlemiş olduğunu gördü. Amirallerinden bazılarını civar adaları zapt etmek üzere görevlendirdi. Bu sırada, Küçük Asya’nın her bölgesinden
gelen elçiler, kendilerini özgürlüğe kavuşturduğu, kentlerinde demokrasiyi yeniden canlandırdığı ve onları publicanus’ların açgözlü yağmasından kurtardığı için, Mithradates’i ‘Küçük Asya’nın kurtarıcısı
633’; ‘Büyük Baba634’ ve ‘Yeni Dionysos635’ gibi unvanlarla selamladılar
not: Bununla birlikte Anadolu kentleri, Roma ordularını Küçük Asya’dan silip süpüren güçlü Pontos kralını desteklemekle pragmatik davranmış oluyorlardı. Zaten kapılarının önündeki muzaffer Pontos ordusu karşısında kendilerini koruyabilecek
Roma desteğinden mahrumdular. Ayrıca bu sırada kaç kentin, gerçekten Roma koruması isteyebileceği de tartışma konusudur. Zira Romalılar, provincia Asia’yı kurduktan sonra, özellikle vergi sistemleri ve toplayıcıları ile Roma valilerinin kötü
yönetimleri nedeniyle Küçük Asya’daki prestijlerini büyük ölçüde kaybetmişlerdi.
Ayrıca bk. Brunt 1961, 189 vdd.; McGing 2003, 85 vd"
Bunun üzerine kral adamlarını ve Anadolu halklarını toplayarak
kendisiyle Romalılar arasında başlayan Küçük Asya savaşı üzerine bir
söylev verdi637. Konuşmasına babası ve ataları zamanından beri müttefikleri olan Romalıların şimdi kendisine savaş ilan ettiklerini bildirerek
başladı. Roma tarafından, kendi hükümdarlığının ilk yıllarında Phrygia
ve Paphlagonia, daha sonra da Kappadokia Bölgesi’nin elinden alınmasına değindi. Ayrıca Senatus’un Bithynia Kralı Sokrates Khrestos’a
savaş ilan etmesinden sonra, onu görevine bağlı bir müttefik gibi, nasıl
ortadan kaldırdığını nakletti. Kendisinden istenilen her şeyi yaptığını
söyledi. Fakat Gordios ve Tigranes tarafından Kappadokia’da gerçekleştirilen her çeşit hareketten kendisinin sorumlu tutulduğunu dile getirdi.
Romalıların bağımsızlığını ilan ettiği Kappadokia Bölgesi halkı başlarına kral olarak Gordios’u istemelerine rağmen onun Mithradates’in dostu
olması nedeniyle kral yapılmadığını iddia etti. Ayrıca bütün hizmetlere
karşın, Romalıların Bithynia tahtına geçirdikleri IV. Nikomedes’le birlikte Pontos topraklarını nasıl yağmaladıklarını anlattı. Daha sonra
Nikomedes, tekrar Paphlagonia üzerinden kendi topraklarına doğru
ilerlerken, üç Roma ordusunun Pontos ve Kappadokia sınırlarında kendisine saldırmak üzere hazır beklediklerini hatırlattı. Mithradates onların
bu sefer topraklarını yağmalamalarına müsaade etmediği için savaşın
başladığını ileri sürdü638. Aquillius ve Malthinus örneklerinde olduğu
gibi, Romalılar karşısında zafer kazanacağına dair güveninin tam olduğunu dile getirdi639. Romalıların yenilmez olmadıklarını vurgulayarak
onların çeşitli kereler Gallia’lılar, Epeiros Kralı Pyrrhos, Kartacalı Kumandan Hannibal, Cimbri’ler ve şimdi de Italia asıllı müttefikleri tarafından yenilgiye uğratıldıkları konusunda halkını ve ordusunu bilgilen-dirdi640. Açgözlü ve kana susamış Romalıların bütün krallıklara düşman
olduklarını bildirerek641, onların büyük dedesi/amcası(?) Pontos Kralı I.
Pharnakes, Seleukos Kralı III. Antiokhos, Makedonia Kralı Perseus,
Pergamon Kralı II. Eumenes, Aristonikos ve Numidia Kralı Iugurta’ya
karşı yaptıkları haksızlıkları anlattı
642. Konuşmasını, tarih boyunca hiçbir krallığın ve imparatorluğun hakimiyeti altına girmemiş olan Pontos
halkına ve yenilmez kabul edilen Skythia’lılar karşısında bile, görkemli
zaferler kazanmış olan ordusuna inancını dile getirerek bitirdi643.
Şimdi Mithradates’in ve Küçük Asya halklarının Romalılara karşı
harekete geçmeleri ve kendilerini kaçınılmaz bir savaş için hazırlamaları
gerekiyordu. Çünkü Mithradates’in açıkça ifade ettiği üzere, Anadolu’da
yaşayan halklar için, artık silaha sarılıp sarılmamak mevzu bahis değildi.
Önemli olan bunu kendileri için mi; yoksa Romalılar için mi, daha uygun zamanda yapacak olmalarıydı
644.
Mithradates VI Eupator Dionysos’un bu zaferini alkışlayanların başında Hellen kentleri geliyordu. Söz konusu kentler zorunluluktan ya da
korkudan değil; Romalıların Küçük Asya’daki sömürü rejiminden; yöneticilerin soyguncu idarelerinden ve vergi mültezimlerinin ezici boyunduruğundan kurtulmuş olmanın verdiği içten gelen samimi bir sevinçle Pontos kralına bağlılık yemini ederek, onun egemenliğini tanıyorlardı. Krala karşı duyulan bu memnuniyet, onun cömertliğiyle daha
da artıyordu645. Zira Iustinus’a646 (ibid.) göre, kral Küçük Asya’daki
krallıkları ele geçirip Romalıları provincia Asia’dan kovduktan sonra,
multum ubi auri argentique studio veterum regum magnumque belli
apparatum invenit=orada eski kralların gayretiyle toplanmış önemli
oranda altın ve gümüş ile büyük miktarda savaş mühimmatı elde etti.
Belki de bu yüzden, kral Küçük Asya halklarının ve kentlerinin özel ve
kamusal bütün borçlarını silmesinin yanı sıra, beş yıllığına vergi muafiyeti getirmişti647. Durum öyle bir hal almıştı ki, Roma yanlısı söylevle-riyle tanınan Sardeis’li (Sart) ünlü hatip Diodoros Zonas648, Küçük Asya’daki Hellen kentlerini Pontos hakimiyetine karşı isyan ettirmeye
çalıştığında, Anadolu’daki VI. Mithradates yanlısı hareketin kısa sürede
nasıl önüne geçilmez şekilde yayıldığını gözler önüne sermişti649. Öyle
ki, Küçük Asya’daki Mithradates yanlısı hareketin yankıları Birinci
Mithradates-Roma Savaşı’ndan sonra bile devam etmiş ve Anadolu
kentleri Romalılar tarafından Mithradatizm ile suçlanmıştı. Bu yüzden
Strabon’a göre650, o zamana kadar yaşamış en iyi münazaracı olan Asia
ekolüne bağlı Adramytteion’lu ünlü hatip Ksenokles, Küçük Asya’yı
Senatus önünde savunmak zorunda kalmıştı.
Mithradates şimdi, Romalılar ve onların Küçük Asya’daki müttefiklerine karşı silahla kazanılmış zaferlerle başlayan Anadolu’daki Pontos
hakimiyetini sakin ve barışçı bir politikayla tamamlamak istiyordu. Yani
fetih yoluyla kurduğu devlete güvenli ve sürekli bir şekil kazandırmayı
arzuluyordu. Çünkü, Romalıları Anadolu’dan kovmakla ve onların Küçük Asya’daki müttefikleri olan krallıkları –Bithynia ve Kappadokia651–
ele geçirmekle, şimdiye kadar Romalıların ezici boyunduruğu altında –
adeta bir köle gibi– yaşamış olan sayısız kentin varisi-hakimi, ‘kralı’
olmuştu. Bu bakımdan Anadolu halklarını tekrar özgürlüklerine kavuşturmak; onların kültürel değerlerine destek olup, geliştirmek; onlarca
kutsal ve öz malları olan şeylere saygı göstermek ve onları korumak için
elinden geleni yapması gerekiyordu. Böylelikle Küçük Asya’daki kentler Pontos kralının kendilerine yalnız boyun eğdirmek ve hükmü altına
almak değil; fakat kendilerini kazanmak ve onlarla barış içinde yaşamak
istediğini anlayacaklardı. Zira Mithradates’in amacı, Küçük Asya’daki
halklarla birleşip kaynaşacak bir devlet yaratmaktı. Bu nedenle
Mithradates, Küçük Asya’daki etnik grupları ve bilhassa Hellenleri hoşnut etmek açısından hiçbir fırsatı kaçırmıyor ve gösterişli kararlar veriyordu. Örneğin, İÖ. ca. 94/93 yılından itibaren her dört yılda bir Daisios (24 Nisan-23 Mayıs) ayında kutlanan Μουκίεια=Mukieia652 festivalini
düzenleyen Smyrna’lılara (İzmir), İÖ. 88 yılında, söz konusu töreni tesis
edebilmeleri için para yardımında bulunuyordu. Böylelikle Mithradates,
Romalıların düşmanı dahi olsa, dürüst ve şerefli bir insanın onuruna
adanan kutsal bir festivale saygısızlık etmeyip, onun devam etmesi açısından elinden geleni yapıyordu653. Küçük Asya’daki kentlerin kendi
benlikleriyle istedikleri şekilde hareket etmesine izin veriyordu. Hatta
onları maddi ve manevi olarak destekliyordu. Mümkün olduğu oranda
kentlerin yerli gelenek ve göreneklerini, kanunlarını ve dinlerini benimsiyordu654. Ayrıca onlara bu gibi konularda yardım ederek kalplerini
kazanmaya çalışıyordu655.
Mithradates bu sırada, Anadolu’daki siyasetini üç temel politika üzerine şekillendirmeye başlamıştı. Bunlardan birincisi, daha önce yukarıda
da değinildiği üzere gerek düşmanlarına gerekse dostlarına karşı gösterdiği insancıllığıydı. Öyle ki, İÖ. 89 yılında Bithynia Kralı IV. Nikomedes ve Manius Aquillius karşısında kazandığı zaferlerden sonra, ele geçirdiği bütün savaş esirlerinin yolluk ve yevmiyelerini dahi tedarik ederek evlerine göndermişti656. İkincisi Anadolu’daki halkların kurtarıcısı
sıfatıyla ortaya atılmış olmasıydı. Kralın Küçük Asya’daki konumu ve
amacı Anadolu’da ikamet eden etnik grupların ve kavimlerin tekrar özgürlüğünün ve bağımsızlığının Romalılara karşı savunuculuğunu yapmak, kentlerde demokrasiyi canlandırmak, üzerlerindeki borç ve vergi yüklerini kaldırmaktı. Üçüncü olarak, kralın bütün bunları yaparken ideal bir kral imajı çizmesiydi. Bu imaj için kendisine örnek olarak İskender’i seçmiş ve kendisini adeta ikinci bir İskender olarak lanse etmeye
çalışmıştır. Öyle ki, onun konakladığı yerlerde ordusunu dinlendiriyor
657; onun yardım ettiği kentlere kendisi de yardım ediyor658; onun hayatı boyunca taklit ettiği tanrının
659 (Dionysos) epitheton’unu alıyor
bastırdığı sikkelerde661 ve yaptırdığı heykellerinde ona öykünüyordu662.
Bu yüzden Ephesos’ta dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul
edilen Artemis Tapınağı’nın kutsal sığınma alanının (= asylon663 [ἄσυλον]) kapsamını (= temenos664 [τέμενος]) genişletiyordu. İskender’in,
İÖ. 334 yılında, bir stadion’a (600 adım=177.6-192.28m) çıkardığı bu
alanı Mithradates, tapınağın çatısının köşesinden attığı okun düştüğü
yere kadar uzatıyordu665. Çünkü, Küçük Asya’yı itaati altına almak ve
sömürmekten daha üstün işler yapmak istiyordu. Kendisini karşılayan ve alkışlayan halk ve din adamları öğrenmeliydi ki o, Hellenleri ve Küçük
Asya halklarını Romalıların boyunduruğundan kurtarmak, onları
tekrar özgürlüklerine kavuşturarak kalkındırmak için geliyordu. Anadolu halkları
için kutsal olan şeylere saygı gösteriyor ve
törelerine dokunmuyordu. Bu bakımdan
üzerlerine bir Pontos motifi olmasının yanı
sıra; aynı zamanda Anadolu’nun en köklü
kültlerinden Artemis’in simgesi olan geyiği
bastırdığı drakhmē’lerde kullanıyordu666.
Böylece Mithradates, halkın olduğu kadar
din adamlarının da desteğini arkasına almış
oluyordu.
Pontos Kralı VI. Mithradates, böylece
kısa zamanda Küçük Asya’nın hakimi olmuştu. Kral Anadolu’da ilerleyişi sırasında pek az yerde direnişle karşılaşmış, Romalı vergi toplayıcılarının ağır vergileri altında ezilen halk her yerde Pontos kralını tanrı
tarafından gönderilmiş bir kurtarıcı gibi karşılamıştı. Genellikle Küçük
Asya’da Mithradates’e karşı direnen kentler, Apameia, Laodikeia ve
Rhodos Adası gibi Roma generallerinin konuşlandıkları yerleşimlerle
Aphrodisias gibi civar şehirler ya da bazı bağımsız Pamphylia, Pisidia,
Lykia bölgelerindeki yerleşmelerdi. Söz konusu bölgeler o sıralar özgür
ve özerk olduklarından; yani Roma’nın φίλος καὶ σύμμαχος=dostu ve
müttefiki olan bölgeler ve kentler arasında yer aldıklarından Romalı
vergi mültezimleri ve yöneticiler tarafından sömürülmüyordu. Bu bölgeler büyük bir ihtimalle Roma’ya tributum (vergi) ödeyerek onun yasalarına uyuyor ve Roma ihtiyaç duyduğunda onu askeri yönden –karada
asker, denizde gemi vererek– destekliyorlardı. Bu bakımdan, Pontos
kralına karşı kendi özgürlüklerini savunmak için verdikleri savaşımlarında aynı zamanda Roma’nın düşmanı olan bir krallıkla da savaşmış
oluyorlardı
667. Diğer yandan, Magnesia ad Sipylum (Manisa), Apollonia
(Medet Köyü), Tabai (Kale/Tavas Kalesi) ve Stratonikeia (Eskihisar)
gibi, Roma’nın gücüne olan inançlarını kaybetmedikleri için, Romalılarla olan ilişkilerini ve müttefik durumlarını koruyarak Pontos kralına
karşı direnen yerleşimlerin sayısı oldukça azdı
Bu sırada Manius Aquillius, İÖ. 89 yılında, Mithradates’in generalleri tarafından Pakhion Kalesi önlerinde yenildikten sonra, sığındığı
Pergamon’da bulunmaktaydı. Kent, İÖ. 88 yılında, Mithradates’in generalleri tarafından kuşatılınca, Aquillius bu sefer de çareyi Lesbos Adası’nın başkenti Mitylene’ye kaçmakta buldu669. Fakat Mitylene670 kenti
de, çok geçmeden aynen Pergamon671 gibi, Pontos hakimiyetini sevinçle
kabul etti. Aynı zamanda, adalarında ikamet eden Romalıları kılıçtan
geçirdiler672. Fakat söz konusu katliamdan birçok Romalı, toga’larını
673
çıkartıp atmakla ve kendilerinin Roma vatandaşı olduklarını inkar etmekle kurtuldular674. Bu arada Mitylene’liler gerek kendilerine gerekse
Küçük Asya’daki Hellenlere önemli yardımlarda bulunmuş; dürüstlüğü
ve adaletiyle tanınan yaşlı Publius Rutilius Rufus’un675 kentlerinde Mithradates’in eline düşmüş olmasına rağmen, onun kılık değiştirerek
gemiyle Smyrna’ya kaçmasını görmezlikten geldiler676. Bununla birlikte, Manius Aquillius’u yanındaki Romalılarla birlikte tutuklayıp, zincire
vurarak Mithradates’e teslim ettiler677. Pontos Kralı VI. Mithradates ise,
uzlaşmaz tavırları ve para hırsı yüzünden savaşı başlatan –provokatör–
Roma elçisi Manius Aquillius’a önce işkence yapmamış; fakat onu bir
eşek üzerine bindirip, kent kent gezdirerek önüne çıkan herkese “Ben
Roma consul’ü Manius Aquillius’um” diye adını sanını bağıra bağıra
ilan etmeye zorlamıştır
678. Sonra da, Pergamon’da679 açgözlü consul’ün
boğazına paraya ve servete doyması için erimiş altın akıttırmıştır
680.  not:

 Livius (perioch. 78), Velleius Paterculus (II. 18. 3), Appianos (Mithr. 21; 112)
ve Valerius Maximus’a (IX. 13. 1) göre, Manius Aquillius, Mithradates VI Eupator
tarafından tutsak edildi (ayrıca bk. Plut. Luc. IV. 2 dn.1). Bununla birlikte, yukarıda
sözü edilen yazarlardan hiçbiri Aquillius’un, Pontos kralı tarafından nasıl ele geçirildiğine ilişkin bilgi vermemektedir. Diodoros’a (XXXVII. 27. 1-2) göre ise, hasta
Manius Aquillius, Mithradates’e teslim edilmek üzere Mitylene’li cesur gençler
tarafından yakalanarak zincire vurulmuş; fakat o utanç verici bir şekilde ölmektense
intihar etmeyi yeğlemiştir. 678 App. Mithr. 21. FGrHist 87 F 36 (= Poseidonios)=Athenaios’a (Deip. V. 213 b)
göre ise, kral M. Aquillius’u ellerinden ve ayaklarından büyük bir zincirle prangaya
vurdurmuştur. Zincirin ucunu Bastarnai kabilesinden yaklaşık 2.20m boyunda bir
devin kontrolüne vermiş ve bir zamanların Sicilia fatihi generalini bu halde yürüterek halka teşhir ettirmiştir. Ayrıca bk. Cuff 1983, 158 dn. 93; Kidd 1988, 874 vd. 679 Bir zamanlar babası, Asia Eyaleti’nin kurucusu ve ilk valisi olan Manius Aquillius’un adaletli yönetimi ve dürüstlüğünden dolayı tanrısal onurlarla şereflendirildiği
kentte (IGR IV 292 str. 39-40; 293 str. 24; ayrıca bk. Price 2004, 98), oğlu açgözlülüğü ve harisliği yüzünden Pontos Kralı VI. Mithradates tarafından korkunç bir
şekilde cezalandırılmıştır. 680 Manius Aquillius’un sonuna ilişkin bilgiler antik kaynaklarda çelişkiler göstermektedir. Diodoros’a (XXXVII. 27. 1-2) göre, Mitylene’de yakalandıktan sonra,
Pontos kralı tarafından utanç verici bir şekilde öldürülmektense intihar etmeyi yeğlemiştir. Plinius (nat. XXXIII. 14. 48) ve Appianos’a (Mithr. 21) göre, VI. Mithradates tarafından erimiş altınla boğularak öldürülmüştür. Valerius Maximus’a (IX.
13. 1) göre, onurlu bir şekilde ölmektense, Mithradates’in kölesi olarak yaşamayı
tercih etmiştir. Licinianus’a (XXXV. 75 “Criniti”) göre ise, Sulla, İÖ. ca. 86/85 yılında Dardanos’ta VI. Mithradates’le yaptığı barış görüşmesinde kraldan Quintus
Oppius’la birlikte Manius Aquillius’un da geri verilmesini istemiştir."

Soyunu baba tarafından Akhaimenidai İmparatorluğu’nun kurucularına dayandıran Mithradates VI Eupator681, Küçük Asya’da ele geçirdiği
toprakları Pers yönetim sistemine göre organize etmiştir. Çünkü, Pontos
her ne kadar kozmopolit682 bir yapıya sahip olsa da krallığın sosyokültürel683 ve sosyo-politik yapılanmasında büyük ölçüde Pers yönetim
sistemi benimsenmişti684. Kimmeria Bosporos’u –İÖ. ca. 81 yılından
önce– ve Kolkhis bölgeleri büyük bir ihtimalle kralın atadığı yöneticiler tarafından idare edilmekteydi685. Anadolu’yu ise, eyaletler bazında bölgesel yönetim birimlerine; yani satraplıklara686 (= satrapeia [σατραπεία]) ayırmış ve idareyi Pontos generallerine vermişti687. Kentlerin
yönetim şekline karışmamıştı. Fakat, Ephesos’un başına kayınpederi
Stratonikeia’lı Philopoimen’i688 getirmiş, Romalılarla yaptığı savaş sırasında kendisine karşı direnen kentleri göz altında tutmak üzere ya
Pontos garnizonu bırakmış ya da Tralleis689 ve Kolophon690 örneklerinde
olduğu gibi başlarına güvenilir bir tiran691 (= tyrannos [τύραννος]) ata-

not:

 Cicero (Tusc. V. 5. 14; Flacc. XXXIX. 98; Scaur. III. 2) ise, Manius Aquillius’tan söz ederken, her ne kadar onun açgözlü olduğuna değinse ve İÖ. ca. 98
yılında, Sicilia proconsul’lüğünden sonra, L. Fufius tarafından nasıl zimmetine para
geçirmekle suçlandığından bahsetse de (Brut. LXII. 222; Off. II. 50; Font. XVII. 38;
Verr. II. (5) 1. 3; Liv. perioch. 70), İÖ. 101 yılı consul’ününün –M. Aquillius– kişiliğindeki erdemi ve savaşlarda gösterdiği cesareti daha ön plana çıkarmaktadır (Cic.
de Or. II. 124; 195; FrGHist 253. 79-80 (= Poseidonios); Flacc. XXXIX. 98; Off. II.
50). Ayrıca Cicero gerek o dönemi anlatırken gerekse Aquillius’tan bahsederken,
onun Mithradates tarafından dramatik bir şekilde öldürüldüğüne dair hiçbir yorumda
bulunmamaktadır (ayrıca krş. FGrHist 87 F 36 (= Poseidonios)=Ath. Deip. V. 213
a-b). Bununla birlikte Cicero (Leg. Man. V. 11)’de ise, kralın “Ephesos Akşamı”
sırasında Roma vatandaşlarına yaptığı kötülüklerden söz ederken, isim vermemekle
birlikte consul derecesine haiz Romalı bir memurun/elçinin Mithradates tarafından
nasıl zincire vurularak, kırbaçla ve birçok değişik işkence yöntemleriyle cezalandırıldıktan sonra, öldürüldüğünü dile getirmektedir. Cicero’nun yukarıda işaret ettiği
kişinin Manius Aquillius olma olasılığı yüksektir. Çünkü Appianos da (Mithr. 112),
Mithradates tarafından ele geçirilen tutsaklardan bahsederken içlerinden sadece
Manius Aquillius’un –savaşı başlattığı için– kral tarafından öldürüldüğünü vurgulamıştır. Daha sonra da (Mithr. 113), Mithradates VI Eupator’un oğlu Pharnakes’in,
kralın intihar etmesinden sonra, Mithradates’in cesedini ve onun tarafından ele geçirilmiş olan Hellen ve Barbar tutsakları Pompeius’a teslim etmesinin yanı sıra; ayrıca
bir zamanlar Manius’u –Aquillius(?) yakalayan adamları Romalı generale yolladığını özellikle belirtmiştir. Konuya ilişkin olarak ayrıca bk. McGing 1986a, 112 dn.
113; Kallet-Marx 1995, 252 dn. 118-120; Pastor 1999c, 139 vd.
681 App. Mithr. 112; Iust. XXXVIII. 7. 1; konuya ilişkin olarak ayrıca bk. Polyb. V.
43. 2; App. Mithr. 115-117. 682 Krallığın hakimiyeti altındaki topraklarında en eski devirlerden itibaren ikamet
eden kavimler değişik etnik gruplara, dinlere, dillere ve kültürlere sahiptiler. 683 Krallığın eski başkenti Amaseia’nın kuzeybatısında yer alan Gazakene, Pimolisene ve Phazemonitis yörelerinde yerli Anadolu halkları dilleri grubuna mensup
Paphlagonia isimlerine rastlanır ve Kappadokia dilleri konuşulurdu (Strab. XII. 3. 25

c. 553 dn. 1-2.). Amaseia’daki Zeus Stratios; Zela’daki Anaïtis ile Omanes ve Anadates; Komana’daki Ma; Kabeira’daki Mēn Pharnakes gibi kült merkezlerinde Anadolu ve Pers kökenli tapınımlar göze çarpmaktaydı (Magie 1950, 180 vdd.). Daha  detaylı bilgi için 
***
Persler ele geçirdikleri ülkeleri ya da bölgeleri yönetmek için başlarına satrap (=
satrapēs [σατράπης]) adı verilen valiler atarlardı. Satrabın idaresi altında bulunan
topraklara ise, satraplık denirdi. Genellikle milliyete ve tarihi nedenlere bakmaksızın, coğrafi bakımdan doğal sınırların çevrelediği bölgelere atanan satraplar yalnız
krala tabi olurlardı. Satraplar bulundukları bölgelerdeki otokton halkın, kralın hakimiyetine boyun eğmesi, vergilerin toplanması, yönetimi altındaki kentlerde ve sınır
karakollarında konuşlanmış askerlerin iaşesinden sorumluydular. Bununla birlikte,
bir yandan hakimiyetleri altındaki toprakların güvenliğini sağlarken diğer yandan da
arazilerini genişletmek ya da vergi gelirlerini çoğaltmak amacıyla, merkezden emir
alarak veya almaksızın, savaş ve barış yapma yetkileri vardı. 687 App. Mithr. 21-22; 35; daha detaylı bilgi için bk. Welles 1934, 294 no
 73;
1 Kent yönetiminin bir tek kişinin egemenliği altında olduğu rejim şeklidir. Ancak
Hellenler bu sözcüğü genellikle doğulu despotları ve zorbaları tanımlamak amacıyla
kullanırlardı. Bu bakımdan Hellenlerin gözünde ‘tiranlık’ aşağılayıcı ve kötü bir
anlam içermekteydi. Çünkü, tiranlar kentlerin yönetimini yasal ve geleneksel olmayan yollardan, örneğin; darbeyle elde edip kendi keyiflerine göre hüküm sürerlerdi.
Aristoteles’e (pol. V. 10) göre, tiranlıkta yönetimi elinde bulunduran kişi, halkın ortak iyiliğini değil, kendi çıkarını gözetirdi. Kral onur, tiran ise, para toplardı. Kralın
amacı ödevi, tiranın amacı ise, kendi zevkiydi. Bu yüzdendir ki, Hellen polis’lerinde
iktidar sahipleri kendilerini tiran olarak adlandırmamaya özen gösterirlerdi. Daha
detaylı bilgi için bk. Ağaoğulları 1994, 34; 334 vd. ""

paflagonia’lılar ise, kralın generallerine uzun süre karşı koyamadılar. Bu
sebeple boyun eğmek ve Pontos hakimiyetini tanımak zorunda kaldılar701. Ancak Lykia’lılar, Pontos kralının generallerine ve bizzat kralın
kendisine karşı savaşmışlar; ayrıca Rhodos Adası’na yardım göndermişlerdir702. Bununla birlikte Lykia’daki hangi kentlerin direnip, hangilerinin ele geçirildiği hakkında şu an için yeterli bilgi bulunmamaktadır.
Bu arada, Adramytteion (Edremit) kent meclisi de taraf değiştirerek
Pontos güçlerine karşı direnme kararı almıştı. Fakat, kentin akademisinde felsefe dersleri veren ve aynı zamanda hakimlik ve retorik hocalığı
yapan Diodoros adlı biri, Pontos kralını memnun etmek için kentte
ayaklanma çıkarmış ve bütün meclis üyelerini öldürtmüştür703. Böylelikle Adramytteion, Mithradates VI Eupator’un hakimiyetine geçmiş ve
kral Diodoros’u kente tiran olarak atamıştır.
Daha sonra Mithradates, İÖ. 88 yılının ilkbaharında, Doğu Akdeniz’deki Pontos hakimiyetini tamamlamak için Rhodos’luları kendi
yanına çekmeye çalışmıştır. Fakat Rhodos’lular, daha önce Romalılardan iyi muamele görmedikleri halde704, Pontos kralının başarılarının 

***
 Strab. XIII. 1. 66 c. 614. Gene Strabon’a (ibid.) göre, Dardanos Antlaşması’nın
ardından, Diodoros da Mithradates’le birlikte Pontos’a gitmiştir. Fakat Mithradates
krallığını terk ettikten sonra, kendisine karşı birçok suçlamalarda bulunulmuş; bunun
üzerine Amaseia’da kendini açlıkla ölüme mahkum etmiştir. 704 Roma, İÖ. ca. 168/167 yılında, Makedonia Kralı Perseus’u yenmesinden sonra,
Rhodos’un sadakatinden şüphelenmeye başladı (Gell. VI. 4. 16). Romalılara göre,
III. Makedonia Savaşı sırasında Rhodos’lular, II. Perseus’a karşı gereğinden fazla
sempati göstermişlerdi. Bu yüzden III. Makedonia Savaşı’nın bitmesiyle birlikte
Rhodos’luların ellerinden, İÖ. 188 yılında Apameia Antlaşması’yla bağışladıkları
Karia ve Lykia’yı alarak, söz konusu bölgeleri tam anlamıyla özgür kılmışlardır.
Buna müteakiben Atina’ya bağlı olan Delos Adası’nda toplanmaya başlayan Romalı
tüccarların etkisiyle Delos’u serbest liman ilan etmişlerdir. Rhodos’un, sadece Karia’nın Stratonikeia ve Kaunos kentlerinden yıllık 120 talanta vergi aldığı düşünülürse, Küçük Asya’nın güney sahillerini kaybetmenin onları nasıl etkilediği tahmin
edilebilir. Ama adanın asıl kaybı Delos’un açık liman ilan edilmesidir. Sırf bu yüzden Rhodos limanının geliri 1 milyon drakhmai’dan 150.000 drakhmai’a düşmüştür.
 Böylelikle, İÖ. II. yüzyılın ilk yarısında Roma’nın en önemli müttefiklerinden
biri olan Rhodos’un ekonomisi çökertilmiş ve adanın Doğu Akdeniz’deki gerek
siyasi gücü gerekse prestiji bir anda yok edilmiştir. Bununla birlikte, Rhodos’un Ege
ve Doğu Akdeniz dünyasındaki iktisadi ve ticari gücünün ortadan kalkması, özellikle Doğu Akdeniz’de korsanlara karşı uzun süre kale olmuş ve adeta deniz polisi gibi
hareket etmiş olan bu devletin donanmasının küçülmesine ve bunun doğal sonucu
olarak bölgede korsanlığın gelişmesine neden olmuştur

 ***
kalıcı olmadığına inandıklarından Mithradates’le müttefik olmaya yanaşmamışlardır
705. Rhodos’luları Roma taraftarı bir siyaset izlemeye iten
nedenlerden birincisi; geçmiş deneyimlerinden edindikleri tecrübeler
sayesinde, Roma’nın kendi saflarını bırakarak düşmanlarıyla birleşenleri
ve hatta tarafsız kalanları eninde sonunda şiddetli bir şekilde cezalandıracağını bilmeleriydi. İkincisi ise; o sıralar eski Küçük Asya proconsul’ü
Gaius Cassius ile Manius Aquillius’un elçi heyetinden Mallius
Malthinus706 ve beraberlerindeki birçok Romalının adalarında bulunmasıydı. Ayrıca, Delos Adası’nda olduğu gibi, Rhodos’ta da önemli ölçüde
Romalı ikamet ediyordu. Bunlar Rhodos’luları eski müttefikleri Roma’dan ayrılmamaya teşvik ediyorlardı
707.
Bu bakımdan kral, Ege Denizi’nde hakimiyetini kabul etmeyen bazı
adalar ve Rhodos’a karşı yelken açmak üzere önemli miktarda savaş
gemisi ve kuşatma araçlarının yapımına başladı
708. Bu suretle Roma’nın
Doğu Akdeniz’deki en güçlü donanmaya sahip adasını kontrol altına
alacak709; 
Küçük Asya’daki katliamdan kurtulan Romalıların sığındığı  ve Lykia gibi710, Pontos karşıtı güçlerin desteklendiği son üs konumundaki adayı ele geçirecek; böylelikle Anadolu’daki hakimiyetini pekiştirecekti. Bu sırada Pontos, Karadeniz ve Akdeniz’in en güçlü donanmasına sahipti. Ayrıca kral, Rhodos ve Romalıların azılı düşmanları olan
Akdeniz’deki korsanları da kendi yanına çekmeyi bilmişti711. 

2.A. ‘Ephesos Akşamı’; Nedenleri ve Sonuçları-

İÖ. 88 yılı ilkbaharında güney bölümleri dışında712 Küçük Asya’nın
hakimiyeti ele geçirilmiş
713 ve Romalı generalleri Anadolu’dan kovulmuşsa
714 da, hali hazırda Mithradates’in üstesinden gelmesi gereken
önemli politik sorunlar bulunmaktaydı. Çünkü, Küçük Asya’dan sürülen, Roma idaresi; dağıtılan ise, Roma ordularıydı. Roma’nın, İÖ. 129
yılında, Küçük Asya’da provincia Asia’yı kurmasından bu yana Anadolu’ya gelerek yerleşmiş ve yerel halkla kaynaşmış 100.000’in üzerinde
Roma [Romani/῾Ρωμαῖοι] ve İtalik kökenli [Italici/᾿Ιταλικοί] halk kitlesi yerli yerinde duruyordu. Peregrinus (yabancı) olarak Anadolu’ya
gelip kentlere ve kırsal alanlara yerleşen İtalik asıllı Roma vatandaşları
arasında negotiator/mercetor’lar715 (tüccarlar), veteranus’lar (emekli
askerler), publicanus’lar (vergi toplayıcıları) ve colonus’lar (çiftçiler)
yer almaktaydı. Söz konusu kişiler kısa süre içinde, Küçük Asya’daki
yerli ve soylu ailelerle evlilik ilişkilerine girerek ekonomik ve siyasi
bakımdan azımsanmayacak bir güç haline gelmişlerdi. Öyle ki, kentlerin
yönetiminde dahi önemli ölçüde söz sahibi olmuşlardı. Bu bakımdan
İtalik kökenli aileler, Roma’yla bağlarını koparmamış ve bir yandan
Roma vatandaşlık hakkına sahip olmalarının getirdiği siyasi ayrıcalıklardan yararlırken, diğer yandan yerli ve eşraf ailelerle evlenme yoluyla
önemli ölçüde güç elde etmişlerdi. Birtakım Romalı aileler zaman içinde
Anadolu’daki bazı yerel krallıklarla da evlilik yoluyla bağlantı kurmuş,
elde ettikleri ekonomik gücü ve siyasi nüfuzu Roma İmparatorluğu’nun
yayılımcı politikası doğrultusunda kullanmaya başlamışlardı. Zira bun-lar Anadolu’daki varlıklı ve tanınmış yerli ailelere de, Roma vatandaşlık
hakkı gibi bazı ayrıcalıklar sağlamak suretiyle halk arasında doğabilecek
huzursuzlukları kontrol altına almasını bilmişlerdi. Böylelikle, söz konusu ayrıcalıklı kimselerin Roma yönetiminin Küçük Asya’daki gönüllü
propagandacıları olmalarını sağlamışlardı
716.
Anadolu’nun kırsal kesimlerinde olduğu kadar, kentlerinde de ikamet eden bu insanların Roma’ya olan sadakatleri ve sayılarının çokluğu,
onların Pontos kralının gözünde ihmal edilemeyecek bir tehdit unsuru
oluşturmalarına yol açıyordu717. Genellikle vergi toplayıcılığı, devlet
memurluğu, bankerlik, tüccarlık ve çiftçilik yapan bu zengin kitle, Küçük Asya’nın menkul kıymetlerinin önemli bir bölümünü elinde bulunduruyordu. Kısa süre sonra, Pontos kralının Romalılarla kaçınılmaz bir
şekilde çarpışacağı göz önüne alınınca, yukarıda sözü edilen kitlenin
Romalıları desteklemeleri doğaldı. Küçük Asya’nın bütün kentlerine
yayılmış ve yerleşmiş olan Romalıların birbirlerine olan bağlılıkları,
imparatorluklarını koruma içgüdüleri ve aşırı derecede milliyetçi oldukları düşünüldüğünde, onların büyük bir ihtimalle Pontos aleyhine
çalışacakları ve Anadolu’da devamlı bir tehlike unsuru oluşturmaları
kaçınılmazdı. Savaş başladığında ise, bu insanlar Romalılar lehine faaliyette bulunabilir, onların ilerlemelerine yardımcı olabilir ve kolay fikir
değiştiren tutarsız Hellenler718 üzerinde etkili bir propaganda yürüterek
Küçük Asya’nın çeşitli kentlerinde ayaklanmalar çıkarabilirlerdi719. Bu
casus ordusu hakkında daha şimdiden, birçok kentte gizliden gizliye
buluşarak, eyaletin çeşitli yerlerinde isyan çıkarmak üzere entrikalar
çevirdikleri ve nifak tohumları ektikleri yönünde duyumlar alınıyordu.
Bununla birlikte sayılarının çokluğu ve Küçük Asya’nın her yerine dağılmış olmaları onların toptan sınır dışı edilmelerini de imkansız kılıyordu. Ayrıca, ülkeyi yakından tanıyan bu insanlar, sürüldükleri tak-

***
not

1. Hellenler kolayca yasa değiştirir ya da yabancı yasaları
kabul ederlerdi. Bu yüzden çoğu yurtseverlik duygusundan yoksundular. Çoğunlukla, gerek parlak söylevlerle gerek ayaklanmalarla devlet ve kent zararına zenginleşmeyi düşünür ve başarısızlık durumunda, yurt dışına kaçmaya hazır olurlardı. Bu
bakımdan ayaklanma tehlikesini hiç duraksamadan göze alırlardı. 719 Çünkü, Pontos kralı Küçük Asya’yı ele geçirdiği zaman, Anadolu’da yaşayan
Romalıların çoğunlukta olduğu kentler ya derhal Mithradates’e karşı ayaklanmışlar
(Flor epit. I. 40. 6) ya da bazı kentlerin ve adaların Pontos tarafına geçmemesinde
önemli rol oynamışlardır (Liv. perioch. 78

***
dirde Roma ordularına katılarak tekrar büyük bir kuvvet halinde Küçük
Asya’yı fethetmek üzere geri gelebilirlerdi720.
Hal böyleyken, Mithradates VI Eupator açısından Küçük Asya’daki
Romalılardan kurtulmanın en kolay yolu toplu bir katliam yapmaktı
721.
Bu yüzden kral, Pergamon ve Ephesos’taki karargahlarından, eyaletlerdeki satraplarına ve bütün kentlerdeki yöneticilerine gizli bir direktif
yolladı. Söz konusu talimata göre, kentlerinde ve civarında oturan bütün
Roma ve İtalik kökenli yaşlı–genç, kadın–erkek, özgür–köle ayırımı
yapılmaksızın, Latince konuşan herkesin, otuz gün sonra, aynı saatte
öldürülmesini; cesetlerinin gömülmeden dışarı atılmasını ve mallarının
Pontos kralıyla paylaşılmasını emretti. Romalıları gömenleri, onları saklayanları ya da saklandıkları yeri bildikleri halde haber vermeyenleri,
ağır bir şekilde cezalandıracağını bildirdi. Gizlenen Romalılara ilişkin
bilgi verenleri veya onları öldürenleri ödüllendireceğini ilan etti. Efendilerine ihanet eden ya da onları katleden köleleri özgürlüğüne kavuşturacağını; alacaklılarını ihbar eden veya öldüren borçluların ise, yarı
borçlarını affedeceğini duyurdu. Söz konusu emirler, Küçük Asya’daki
bütün yerleşimlere büyük bir gizlilik içinde gönderildi. Kararlaştırılan gün geldiğinde –İÖ. 88 yılı ilkbaharında–, Küçük Asya’nın her yerinde
Romalılara karşı etnik bir temizlik başladı
722.
Görevlendirilenler ve katliama iştirak etmek isteyen halk, kimleri öldüreceklerini önceden bildiklerinden, beklenilen gün geldiğinde kılıçlarını çekip, Romalıların üzerine saldırdılar. Galeyana gelen insanlar, toga
giyen ve Latince konuşan; ne çocuk, ne anne–baba, ne de köle için ayrıcalık yaptı. İtalik kanı taşıyan herkesi öldürdüler. Romalıların bir kısmı
dostlarıyla agora’da sohbet ederken, bir kısmı oturduğu yerde, bir kısmı
tiyatroda, bir kısmı evlerinde ve bahçelerinde daha ne olduğunu anlayamadan boğazlandılar. Bin bir türlü ölüm biçimi görüldü. Böyle durumlarda olduğu gibi, her türlü aşırılığa başvurulup, her türlü cinayet işlendi.
Katliamdan kurtulmak amacıyla tapınakların kutsal alanlarına –asylon–
ve tanrı heykellerine sığınan insanları (= hiketai723 [ἱκέται]) da acımasızca katlederek mukaddes yerlerin masuniyetini bozdular. Yakarıcılar,
tanrıların tapınaklarında yakalanıp, sunakların üzerinde kılıçtan geçirildiler. O sıralar Pontos Kralı VI. Mithradates’in hakimiyeti altındaki
bölgelerde, kan dökülmedik, ne bir kent, ne bir tanrı tapınağı, ne de bir
konuk ocağı kaldı. Çocuklar annelerinin, erkekler karılarının gözleri
önünde öldürüldü. Böylelikle ister köle efendisini, isterse borçlular alacaklıları öldürsün, bu katillerin işledikleri cinayetlerin ödülü köle açısından özgürlük, borçlu açısından ise, borçlarından muafiyetti. Çünkü, artık
borcunu ödeyebileceği bir alacaklısı yoktu724. Bu bakımdan, Küçük
Asya’daki bu katliam sırasında kin ve düşmanlık yüzünden öldürülen
Romalıların yanında, mal ve mülkleri için birçok zengin ortadan kaldırıldı. Bu sırada egemenlik zorba kalabalığın eline geçti. Küçük Asya
kentlerinde adaletli kanunların hoşgörüsünden uzak; her bir bireyin
öfkesini insafsızca öç alarak giderdiği bir ortam doğdu. Katiller söz konusu kargaşadan yararlanıp, Romalılar ve Romalılıkla hiçbir ilişkisi
olmayan insanlardan bazılarını; sadece yağma hırsıyla –servetleri, evleri, bağ-bahçeleri ve paraları için– öldürdüler. Böylelikle uzun bir süre,
Küçük Asya’daki dehşet hikayelerinin ardı arkası kesilmedi725.
Ephesos’lular Artemis Tapınağı’nın ünlü asylon’una sığınanları tanrıçanın heykellerinden zorla kopararak öldürdüler. Pergamon’lular
Asklepios’un kutsal sığınma alanına kaçanları ve tanrı figürlerine sarılanları uzaktan oklayarak katlettiler. Adramytteion’lular Romalıları denize kadar kovaladılar. Yüzerek kaçmaya çalışanları çocuklar da dahil
olmak üzere boğarak öldürdüler. Kaunos’lular (Dalyan) Hestia’nın yontusuna sarılan çocukları annelerinin, kadınları kocalarının gözleri önünde öldürdükten sonra, bütün erkekleri kılıçtan geçirdiler. Tralleis’liler
ise, ellerini kutsal alanlara sığınmış insanların kanlarıyla kirletmek istemediklerinden, Concordia (Uyum/Uzlaşma) Tapınağı’na kaçanların
öldürülmesi için, Theophilos adlı bir Paphlagonia’lıyı kiraladılar726.
Cassius Dio (XXXI. 101. 1), söz konusu olayı şöyle dile getirmektedir:
“Mithradates’in yönetimi altında bulunan bütün Asyalılar Romalıları
katlettiler. Sadece Tralleis halkı kimseyi öldürmedi. Bununla birlikte –
sanki böylelikle, yıkımdan kurtulacakmış ya da sanki kurbanların kimin
tarafından öldürüldüğü fark edecekmiş gibi–, bu amaç için Theophilos
isimli bir Paphlagonia’lıyı tuttular”. Tarihe “Ephesos Akşamı” adıyla
geçen bu katliam sırasında Küçük Asya’nın her yerinde, aynı günde
80.000–150.000 Romalı öldürülmüştü727. Hatta, Cicero’nun bir söyle-vinde728 bildirdiği gibi, Mithradates VI Eupator, Roma vatandaşlarını
birçok kentte aynı anda korkunç bir biçimde öldürttükten sonra, kentlerdeki yazılı belgelerden bile Roma izlerini sildirtmişti.
Küçük Asya kentleri tarafından Romalılar onuruna dikilen görkemli
tahtlar, yabancı bir yetkenin soğuk azametini taşıyan Romalı generallerin heykelleri ve Romalıları onurlandıran yazıtlar tapınaklardan dahi
çıkartılarak parçalandı. Bir zamanlar bunca korkulan şeyler ve Roma
İmparatorluğu’nun görsel ifadeleri galeyana gelen halkın ayakları altında hırsla çiğnendi ve toza toprağa bulandı
729. Zira Küçük Asya’da insanların çoğu açgözlü Romalıların zalimliklerinden bezmişlerdi. Belki de
bu nedenle, Pontos kralının gönüllü olarak boyunduruğu altına girdiler.
Çünkü Mithradates, haklara ve yasalara dayalı ana koşullar öne sürüyor,
kentlerin bütün borçlarını siliyor, belirli bir süre için vergiden muaf
tutuyor, Romalıların mallarını kendileriyle paylaşıyor ve onlara kaybetmiş oldukları özgürlüğü tekrar geri veriyordu730. Böylelikle, Küçük
Asya kentlerinde Roma İmparatorluğu’nu ve Romalıları anımsatan her
şey, bir şekilde ya silindi ya tahrip edildi ya da ortadan kaldırıldı.
Mithradates’in ustaca hazırlanmış, bu acımasız planı, tüm korkunçluğuna rağmen yürürlüğe konulmuştu. İşin ilgi çekici olduğu kadar tuhaf
görünen yanı ise, söz konusu planın Küçük Asya’da yaşayan insanların
büyük bir bölümü tarafından kabul edilmiş; hatta uygulanmış olmasıdır
731. Küçük Asya kentlerinde ikamet edenlerin söz konusu katliamı
yapmalarında bir dereceye kadar Mithradates’in zorlamasının ve onların
Pontos kralından korkmalarının rol oynadığı bir gerçektir. Çünkü kralın,
Romalılara karşı insanca davrananlara ve onlardan herhangi birini evine
alıp kurtaranlara karşı saptadığı ceza ölümdü. Fakat bu kararın, gerek
Pontos kralı tarafından alınmasında gerekse insanlar tarafından tatbik
edilmesinde, Küçük Asya’daki Roma idaresinin kurulmasından itibaren halkın artarak devam eden yüksek vergilerin altında bunalması yatmaktaydı. Yöneticilerin ve memurların açgözlülüğü yüzünden yağmalanan
ve sömürülen kentlerdeki ezilen vatandaşlar Romalılara büyük bir kin ve
düşmanlık besliyorlardı. Diğer bir neden ise, ekonomikti. Ortadan kaldırılan Romalıların malları kral ile aralarında eşit olarak dağıtılacaktı.
Böylelikle eyaletlerde yaşayan halk vergilerden ve borçlarından kurtulmanın yanı sıra, bir anda zenginleşecekti. Bu yüzdendir ki, tapınaklara
ve kutsal alanlara sığınan Romalılara bile merhamet gösterilmedi732. Ve
kin, dini boğdu733. En basit anlamda, bu durum, uzun süredir insanların
içinde kalmış gizli nefretin içten gelen bir patlamayla dışarı vurulması
ve Küçük Asya’daki Romalılara karşı tabandan gelen bir halk hareketiydi. Çünkü, insanların Romalılara olan nefreti, Pontos kralına duydukları korkudan daha büyüktü734.
Ancak sonradan, ceza korkusu katlettikleri insanlara ait malların tadını çıkarmalarını engelledi. Bu nedenle Küçük Asya’daki insanlar, İtaliklere karşı gösterdikleri zorbalığın, fırsatçılığın ve işledikleri suçların
geri tepmesinden korktular. Kentlerindeki tanrısal ve toplumsal düzen
sözleşmesini bozdukları için, artık sakin ve sıkıntısız bir yaşam süremeyeceklerinin farkına vardılar. Böylelikle, Küçük Asya kentleri dönüşü
olmayan bir şekilde Pontos kralına bağlanmış oldular. Çünkü, söz konusu katliamı yapan sadece Mithradates değildi. Anadolu kentleri, bu katliama bilfiil katılmışlardı. Bu bakımdan bundan sonra, Roma’nın kendilerinden intikam almasından korkarak ya Pontos kralına daha bağımlı bir
politika izleyecek ya da Romalılar tarafından şiddetli bir şekilde ceza-landırılmayı göze alacaklardı. Mithradates ise, böylece hem Küçük Asya’daki Romalılardan kurtulmuş hem de halkı kendine bağlamıştır
735.
Ele geçen ganimetlerin çokluğu, el koyduğu mülkler ve Pergamon’daki Roma hazinesine ait paralar sayesinde Mithradates, Küçük
Asya kentlerinin tributum (vergi) ödemesini beş yıl süreyle ertelemiş ve
vergi borcu olan kentlerin bütün borçlarını silmişti736. Bu durum cömert
kralın
737, halk arasındaki popülaritesini daha da arttırmıştı. Böylelikle
Pontos kralı, Küçük Asya’da, İÖ. 88 yılından İÖ. 85 yılına kadar devam
edecek yeni bir aera
738 başlatmış
739 ve Pergamon’da kendi adına altın
stater ve gümüş tetradrakhmon’lar740 bastırmıştır
741. Smyrna’da arka
yüzünde kralın portresi bulunan bronz tetradrakhmon’lar piyasaya sürülmüş
742, Ephesos, Miletos, Erythrai ve Tralleis kentlerinde ise, Roma’nın boyunduruğu altından kurtulmanın verdiği sevinç ve Mithradates’in teşvikiyle altın stater’ler743 basılmıştır
744.
Küçük Asya’da gerçekleşen bu katliam, kısa sürede Ege Adaları ve
Hellas’ta yaşayan Romalılar ve Hellenler tarafından önce şaşkınlıkla
karşılandı. Zamanla, bu şaşkınlık yerini Romalılar ve Roma yanlısı kentlerde üzüntü ve korkuya, Roma düşmanı yerleşimlerde ise, sevinç ve
coşkuya bıraktı
745. Özellikle Hellas’taki Roma karşıtı Hellenlere bu
durumu Romalıların boyunduruğundan kurtulmak açısından iyi bir fırsat 

***
not--
725 Thukydides’e (III. 82) göre, bu çeşit felaketler insan mizacı aynı kaldıkça ortaya
çıkacak; ama yoğunluk ve özellikleri koşullara göre değişecektir. 726 App. Mithr. 23. Athenaios’a (Deip. V. 213 b) göre, tapınaklara sığınan Romalıların bir kısmı tanrı heykellerinin önünde yüzükoyun yatmışlar; diğer bir kısmı ise,
kendilerini Hellen pelerinleri altına gizleyerek, bu katliamdan kurtulmuşlardır.
Plinius’a (nat. II. 96. 209) göre –söz konusu infaz sırasında, Lydia’daki Roma vatandaşlarından bazıları, Gyges (Marmara) Gölü’nün sazlıkları arasına sığınarak hayatta kalmayı başarmışlardır. Zira bu göl kamışlarla ve sazlarla örtülüdür. Bu kamışlar kuruyarak üzerlerinde insanların oturabileceği adacıklar oluştururlar. Söz konusu
adacıklar sadece su üzerinde yüzmekle kalmaz, üzerindekileri uzun sırıklar vasıtasıyla istenilen yere götürebilir (ayrıca bk. Texier 2002, II. 65 dn. 158). 727 Memnon (31. 4) ve Valerius Maximus (IX. 2 ext. 3) söz konusu katliam için,
80.000; Plutarkhos (Sull. XXIV. 4) ise, 150.000 gibi rakamlar verirken, Cicero (Leg.
Man. III. 7; V. 11)’de binlerce masum kurbandan bahsetmektedir. Bu rakamlar Roma’nın Küçük Asya’yı hangi koşullarda ele geçirdiğine dramatik bir hava kazandırmak için, abartılmış olsa gerektir.
 Orosius (hist. VI. 2. 2-3) ise, Küçük Asya’daki söz konusu katliamı ve ne kadar
Romalının öldürüldüğünü anlatmaya kelimelerin kifayetsiz kalacağını dile getirmektedir. Appianos (Mithr. 22-23; 54; 58; 62)’de, ölü sayısı konusunda herhangi bir
yorumda bulunmamaktadır-729 Ephesos örneği için bk. App. Mithr. 61. Bu durum bize, Küçük Asya’daki insanların önceden maruz bırakıldıkları acıların intikamını Romalılardan aldığını göstermesi bakımından ilgi çekicidir 731 Cassius Dio’ya (XXXI. 101. 1) göre, πάντες οἱ Ἀσιανοί=bütün Asya vatandaşları bu katliama katıldılar. 

***

olarak görüp, halkı onlara karşı ayaklanmaya teşvik etmeye başladılar746. Bu sırada Küçük Asya’daki olayları yakından takip eden Atina,
Epikuros747 Felsefesi’ne bağlı bir filozof olan Aristion748 başkanlığındaki bir elçi heyetini Mithradates’in yanına göndererek, durumu yakından incelemiş ve sonunda Pontos kralıyla ittifak kurmaya karar vermişti.
Kral ise, Atina’dan gelen elçilere karşı içtenlikle davranarak, onları
Romalıların hegemonyasından kurtaracağına, barış ve konfor içinde
yaşatacağına ve kentlerinde demokrasiyi yeniden canlandıracağına ikna
etti. Onlara dostça davranıp armağanlar verdikten sonra, yanlarına bir de
koruma gücü katıp geri gönderdi. Bu bakımdan Atina elçileri, kente zafer kazanmış bir birlik edasıyla girdi749.
Aristion halka kentteki Dionysos tiyatrosunda seslendi. Pontos kralıyla ittifak kurulması halinde, Atina’nın Roma Senatus’unun anarşik
boyunduruğundan kurtularak tekrar bağımsızlığına kavuşacağını, katlanarak artan dış borçların silineceğini ve kentlerinde yeniden demokratik
rejime geçileceğini müjdeledi750. Daha sonra da Romalıların Atina’daki
anarşik rejimleri yüzünden tapınakların ve halk meclisinin kapatıldığını,
kehanet merkezlerinin kullanılmaz hale geldiğini, gymnasion’ların
751
yağsız kaldığını, kent meclisini tiyatrolarda dahi toplayamadıklarını,
mahkemelerin ve felsefe okullarının sessizliğini dile getirdi. Konuşmasını, artık Atina’nın eskiden olduğu gibi, gene kendi kendini yönetmesinin vakti geldiğini söyleyerek bitirdi752. Böylelikle galeyana gelen halk, 

***
not

747 İÖ. 341-İÖ. 270 yılları arasında yaşamış Hellen filozoftur. Felsefesini esas
itibariyle Sokrates’in öğrencisi Kyrene’li Aristippos’un hazcı ahlakını geliştirerek ve
bunu Leukippos ile Demokritos’un atom teorisiyle birleştirerek oluşturmuştur. Haz
ve yarar ilkesine ve arzuların sınırlandırılmasına dayalı, bireysel mutluluğu amaç
edinen etik kuramıyla tanınır (Arsl

***
Aristion’u önce στρατηγÚν ἐπὶ τῶν ὅπλων=hoplit/ağır silahlı askerlerin
komutanı olarak atamış, sonra, İÖ. 88/87 yılı ἄρχων=arkhōn’u753
 seçmiştir754. Ardından, söz konusu yılın diğer memuriyetleri belirlenmiştir755. Aristion göreve başladığı gün, ilk iş olarak Atina’nın Romalılarla olan eski ittifakının feshedildiği ve Mithradates’le birleştiği ilan
edilmiştir756. Aristion daha sonra, aynen Küçük Asya’daki Mithradates
yanlısı Pergamon, Ephesos, Miletos, Tralleis, Erythrai757 ve Smyrna758
kentleri gibi, İÖ. 87-86 yılları arasında Pontos kralıyla müttefikliğini açıkça vurgulayan altın stater’ler tedavüle sokmuştur. Söz konusu
stater’lerin ön yüzünde, başında miğfer taşıyan bir savaşçı; arka yüzünde ise, Atina’nın simgesi baykuş figürünün yanında bir Pontos amblemi
olan hilal ay ve yıldız motifi ile Βασιλε. Μιθραδάτης ᾿Αριστίων=Kral
Mithradates ve Aristion’un lejandları yer almıştır
759. Daha sonra da, bir
tiran/dictator gibi, kendisine karşı gelenlerin bir bölümünü öldürüp,
diğer bir bölümünü kentten sürerek, onların mallarını açık arttırmayla
satmıştır
760. Bu bakımdan, o sıralar Akademeia’nın başında bulunan
filozof Philon, Aristion’un bu acımasız ve sert yönetimine dayanamayarak, diğer Atinalılarla birlikte Roma’ya kaçmıştır
761. Bu durum, Delos
Adası
762 dışındaki birçok yerleşimin Atina örneğini takip ederek Romalılardan yüz çevirmesine neden olmuştur.
Küçük Asya ve Hellas’ta bu olaylar meydana gelirken, Romalılar hâlâ kendi iç işleriyle uğraşıyorlardı. Halbuki, daha Pontos kralının, İÖ. 89
yılında, Küçük Asya’da Romalılar üzerine düzenlediği ilk saldırıdan
sonra, Senatus, Mithradates’e savaş ilan etmişti. Ancak, gerek Roma’daki Sulla ve Marius taraftarlarının çekişmesi gerekse, İÖ. 91 yılında, Italia’da Müttefikler Savaşı’nın –Bellum Italicum– patlak vermesi, Romalıların bütün dikkatlerini kendi sorunlarının çözümü için harcamalarına
neden olmuştu763. Savaşın nedeni –casus belli, şimdiye kadar Roma’nın gelişmesi ve büyümesi yolunda bütün güçleriyle çalışmış olan Picentines, Vestini, Marsi, Frentani, Paeligni, Hirpini, Marrucini, Venusini,
Pompeiiani, Apulianes, Samnites, Umbri, Salluvi ve Luciani gibi İtalik
müttefiklerin764 birçok teşebbüste bulunmuş olmalarına karşın, henüz
Roma vatandaşlık (civitas) hakkını alamamış olmalarıydı. Bu bakımdan,
İÖ. ca. 91/90 yılında, ayaklanarak Roma’yla olan müttefikliklerinden
ayrıldıklarını bildirdiler765. Bunun üzerine Roma’yla bağlaşıkları arasında savaş başlamış ve kısa süre içinde bütün Italia’ya yayılmıştı
766. Bu
dönemde bir grup İtalik, Pontos Kralı VI. Mithradates’in Italia’ya sefer
düzenlemesini teklif etmiş, kral ise, Küçük Asya’da Pontos egemenliğini
kurduktan sonra, onların yardımına geleceğine söz vermişti767. Bununla birlikte, Senatus tarafından önce, İÖ. 90 ve daha sonra da
İÖ. 89 yılında çıkarılan vatandaşlık yasalarının ardından, İÖ. 88 yılında
Müttefikler Savaşı son bulmuştur. Çünkü Müttefikler Savaşı’nın ilk
senesi Roma için oldukça ümit kırıcı geçmiş ve Romalılar birçok cephede yenilmişlerdir. Fakat aralarında Marius ve Sulla’nın bulunduğu
birçok komutanın çeşitli askeri grupların başında savaşa katılmalarıyla
Romalılar, müttefikler karşısında başarılar elde etmeye başlamışlardır.
Romalıların söz konusu savaşlar sırasında aldığı yenilgiler ve büyük
oranda insan kaybı, Roma’nın müttefiklere de vatandaşlık verilmesi
fikrine daha sıcak bakmasına neden olmuştur. Böylelikle, İÖ. 90 yılında
kabul edilen lex Calpurnia de civitate768
ve özellikle lex Iulia de civitate769 adlı Senatus kararnameleriyle gerek Roma’ya sadık kalmış gerekse şimdiye kadar kendilerine karşı savaşan bütün müttefiklere silahlarını bırakmak kaydıyla vatandaşlık hakkı tanınmıştır. Lex Iulia ile henüz
taraf tutmamış olan müttefikler Roma saflarına katılmıştır. İÖ. 89 yılında ise, Roma’daki iki halk tribunus’unun (tribunus plebis) yaptığı yasa
teklifiyle kabul edilmiş lex Plautia Papiria770’ya göre, o sırada Italia’da
oturan ve 60 gün içinde silahlarını bırakacak her müttefike tam vatandaşlık hakkı tanınacağı ilan edilmiştir. Daha sonra da, İÖ. 89 yılı
consul’ü Gnaeus Pompeius Strabo’nun Gallia Cisalpina halkına vatandaşlık hakkını veren lex Pompeia771 kanunu yürürlüğe girmiştir. Böylelikle, hem o zamana kadar kendilerine bağlı kalan müttefiklerin ayaklanmaları önlenmiş hem de Roma’ya karşı vatandaşlık hakkı kazanmak
üzere baş kaldırmış olan birçok müttefik gönüllü olarak silahlarını bı-rakmıştır
772. Bu tarihten itibaren Roma, ilgisini Küçük Asya meselelerine yöneltmiştir773.
Pontos Kralı VI. Mithradates’le çarpışmak isteyenlerin başında
Lucius Cornelius Sulla774, Gaius Iulius Caesar Strabo775 ve Gaius Marius
776 gelmekteydi. Ancak Sulla, Müttefikler Savaşı’ndaki büyük başarılarından dolayı
777 Quintus Pompeius Rufus’la birlikte, İÖ. 88 yılı consul’lüğüne seçilmiştir778. Ardından Asia Eyaleti Valiliği’ne getirilmiş ve
aynı zamanda, o sıralar Roma’daki her komutanın rüyalarını süsleyen
Mithradates’e karşı yapılacak olan savaşın idaresi kendisine verilmiştir779. Bunun üzerine, Romalı ünlü general Marius, halk tribunus’u780Publius Sulpicius Rufus’la781 işbirliği yapmış ve leges Sulpiciae kararları uyarınca Mithradates Savaşı komutanlığının Sulla’dan geri alınarak,
kendisine verilmesini sağlamıştır. Bu olay, Roma’da çok büyük karışıklıklara neden olmuş; Q. Pompeius Rufus canını kaçarak kurtarmış; Sulla
ise, P. Sulpicius Rufus’un hançerli adamları tarafından Marius’un evine
sığınana kadar kovalanmıştır
782. Bununla birlikte Sulla, hatıralarında
bunun bir kovalamaca olmadığını, kendisinin ὡς βουλευσόμενος=istediği için Marius’un evine ἀπολογεῖται=konsültasyon yapmak üzere
gittiğini yazmaktadır
783. Sebebi her ne olursa olsun, Marius o zaman
Sulla’nın düşmanı olmasına rağmen, onun kendi evinde Sulpicius’un
adamları tarafından öldürülmesine izin vermemiş ve onu korumuştur784.
Sulla ise, kısa süre sonra Nola’da bulunan ordugahına kaçarak, iyi eğitilmiş altı Roma legio’sundan oluşan ordusunu toplamıştır. Roma üzerine yürüyüşe geçerek kenti zapt etmiş ve dost, akraba ve yakınlarına hiç
aldırmadan, çok sayıda insanı katletmiştir785. Ayrıca, Roma Senatus’unu
toplamış, Marius786 ve halk tribunus’u Sulpicius dahil olmak üzere bir-çok kişiyi ölüm cezasına çarptırmıştır
787. Çok geçmeden P. Sulpicius
Rufus, kölelerinden birinin ihbar etmesi sonucunda yakalanarak öldürülmüş
788; Marius ise, Africa’ya kaçmıştır
789. Livius’a (ibid.) göre;
P. Sulpicius cum in quadam villa lateret, indicio servi sui retractus et occisus est. Servus ut praemium promissum indici
haberet, manumissus et ob scelus proditi domini de saxo
deiectus est=P(ublicius) Sulpicius, şehir dışındaki bir villada
gizleniyordu, bir kölesinin ihaneti sonucu yakalanmış ve öldürülmüştür. Köle vaat edilmiş olan ödülü alabilmesi için, önce
azat edilmiş daha sonra da ‘efendisini ihbar etmenin cezası olarak’ –Tarpeia– Kayası’ndan aşağıya atılmıştır. 

"790 XI. Ptolemaios II Aleksandros’un anneannesi III. Kleopatra, ca. İÖ. 102 yılında,
genç prensi önemli miktarda parayla birlikte Kos’lulara emanet etmişti. Ayrıca,
kendisine ait değerli sanat eserleri, kıymetli taşlar ve ziynet eşyalarından oluşan
mücevheratı bütün hazinesiyle birlikte Kos Adası’na yollamıştı"

3. Mithradates’in Rhodos Kuşatması

Bu sırada Mithradates, Rhodos’a karşı düzenleyeceği seferin hazırlıklarını büyük ölçüde tamamlayıp, Kos (İstanköy) Adası’na doğru yelken
açtı. Ada halkı Pontos kralını büyük bir ilgiyle karşıladı. Ardından adalarında bulunan Mısır Kralı X. Ptolemaios I Aleksandros’un oğlunu,
değerli sanat eserlerinden oluşan paha biçilmez eşyalar ve önemli miktarda parayla beraber Mithradates’e teslim ettiler790. Kral, bu değerli rehineyi, kraliyet hazineleriyle birlikte Pontos’a gönderdi791. Ayrıca,
Musevi bankerler tarafından adadaki kutsal tapınaklarda saklanan 800
talanta paraya el koydu792. Bununla birlikte kral, adadaki Asklepion
Tapınağı’nın kutsal alanına (asylon) saygı gösterdi. Ayrıca Kos’luları,
tapınağın temenos duvarları içine sığınan Romalıları katletmemiş olmalarından dolayı cezalandırmadı
793. Khios Adası’ndan gelen müttefiklerinin de donanmasına katılmasıyla, İÖ. 88 yılının yazında, Mithradates
memnuniyetle adayı terk ederek Rhodos’a doğru yelken açtı
794.
Rhodos’lular ise, bu sırada kentlerinin savunma duvarlarını sağlamlaştırmış, limanlarını tahkim etmiş, kuvvetli donanmalarını elden geçirerek inşa ettikleri savaş makinelerini kentlerinin stratejik açıdan önemli
noktalarına yerleştirmişlerdi. Rhodos Adası aynı zamanda, hem Küçük
Asya’daki katliamdan kurtulan İtaliklerin hem de Anadolu’daki Pontos
hakimiyetine karşıt güçlerin toplandığı bir üs durumundaydı. Küçük
Asya eski proconsul’ü Gaius Cassius’un da aralarında bulunduğu önemli miktarda Romalı mültecinin yanı sıra, Telmessos (Fethiye) ve
Lykia’nın birçok kentinden gelen askerlerle795, Khairemon’un oğulları
gibi, Roma yanlısı Hellenler bu adada konuşlanmışlardı
796. Ayrıca,
Lykia Birliği kentleri gerek kendilerini büyük bir tehdit altında hissetmeleri gerekse Rhodos’lularla aralarındaki müttefiklik (= symmakhia
[συμμαχία]) antlaşması uyarınca, Patara’lı (Gelemiş) amiral (= nauarkhos [ναύαρχος]) Kreinolaos önderliğindeki savaş filosunu Mithradates’e karşı Rhodos saflarında savaşması için gönderdiler797. Rhodos’lular öncelikle, Kreinolaos komutasındaki Lykia’lıları Kos Adası’nı gözetlemekle görevlendirdiler798. Böylelikle kralın donanmasının demir attığı ve Rhodos’a saldırmak üzere son hazırlıklarını tamamladığı Kos limanındaki ana karargahına ilişkin detaylı bilgi toplamaya başladılar799.
Rhodos’lular, Pontos Kralı VI. Mithradates’in donanmasıyla üzerlerine doğru yelken açtığı haberini aldıkları zaman, amiralleri Euphranor’un oğlu Damagoras’ı
800, Rhodos donanmasının hafif ve hızlı teknelerinden oluşan bir filosuyla, kralı karşılamak üzere gönderdiler. Ardından kralın adalarındaki konumunu zorlaştırmak amacıyla kentin civarında onun faydalanabileceği her şeyi tahrip ederek, kente çekildiler801.
Damagoras’ın amacı; Mithradates’in Rhodos kuşatması için mühimmat
ve asker taşıyan nakliye gemilerine zarar vermek veya batırmak ve beklenen Pontos saldırısını geciktirmek ya da sekteye uğratmak olsa gerekti.
Mithradates’in Kos’tan Rhodos’a doğru yelken açarken takip edeceği en
kolay rota, Knidos (Deveboynu) Burnu’yla Nisyros ve Telos adaları
arasındaki Karia sahilleri boyunca uzanıyordu802. Bu bakımdan Damagoras, Halikarnassos (Bodrum) Yarımadası’nın açıklarında mevki almıştı. Böylelikle hem Kos Körfezi içinde sıkışma hem de çevrilerek imha
edilme tehlikesine karşı filosunu güvence altına aldı. Söz konusu durum
Rhodos’lulara, bir yandan açık denize kaçabilme olanağı sağlarken,
diğer yandan da kralın Rhodos’a gitmesini geciktirmiş oluyordu. Bu
bakımdan çarpışma için, Kos ile Kalimnos adaları arasında, Halikarnassos Yarımadası’nın ucunda, Myndos (Gümüşlük) Geçidi olarak adlandırılan boğaz seçildi803.
Savaş, Rhodos filosunun kralın donanmasına cepheden ve sol kanattan saldırmasıyla başladı. Rhodos donanması sayı bakımından az olmasına rağmen savaştıkları suları iyi tanıyordu. Dahası, deniz tecrübeleri, taktik bilgileri, tam donanımlı gemileri ve iyi eğitilmiş mürettebatlarıyla Pontos donanmasına üstün geliyordu804. Fakat, kralın amiral gemisi
quinqueremis’ten (beş sıra kürekli savaş gemisi), Pontos donanmasının,
kanatları genişleterek düşmanı çembere alma emri vermesi üzerine,
Rhodos filosu çevrilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu nedenle  Lykia Birliği’nin Patara’lı Artapates’in oğlu Kreinolaos komutasındaki donamasının iki amacı vardı. Bunlardan ilki, Rhodos donanmasını Mithradates’e karşı verdiği savaşta güçlendirmek; ikincisi ise, düşmanın Kos Adası’ndaki karargahını  dikkatli bir şekilde gözetlemekti. Marek 1995, 10; 19; Arslan 2002a, 123. 

savaşı bırakarak hızla geri çekildiler. Kralın takibi, bu suları iyi bilen
Rhodos filosunun hafif ve süratli gemilerini yakalamaya yetmedi. Sonunda, Damagoras komutasındaki savaş gemileri, Rhodos’un güvenli
limanına sığındı. Kentin kapıları kapatıldı. Böylece Rhodos’luların hareketinin stratejik gayesi elde edilmiş oldu. Kralın Rhodos’a ulaşması,
kısa süreliğine de olsa geciktirilmiş ve düşman donanmasının gücü hakkında bir fikir edinilmişti. Mithradates, Rhodos sahillerine geldiğinde
kent, artık kralı kuvvetli surlarının ardında karşılamaya hazırdı
805.
Rhodos’luların başkenti, adayla aynı adı taşıyordu. Kent, coğrafi
konumu itibariyle Küçük Asya’nın güney kıyısındaki Loryma (Bozburun) Yarımadası’nın karşında; adanın ise, doğu burnunda yer almaktaydı. Deniz sularının oyduğu iki doğal koy ve kayalık bir sahil üzerinde
tahkimli bir kaleye sahipti. Şehrin dört bir yanında gösterişli dış limanlar, rıhtımlar, tersane ve doklar yükseliyordu. Kapatılabilen limanlar ve
tersaneler hem kuvvetli bir sur hem de kalın zincirlerle korunuyor; ayrıca savaş makineleriyle destekleniyordu. Kente ait dış limanlardan bazıları ise, gizli tutuluyor ve buralara kimsenin girmesine izin verilmiyordu. Kent yolları, su sistemi, silah ve erzak depolarının yerleşim düzeni açısından ideal bir plana göre inşa edilmişti806. Diğer bir deyişle,
Rhodos gerek savaş gemilerini imal, teçhiz ve tamir ettiği tersaneleri
gerek gemi inşaatı açısından lüzumlu kereste, katran, keten, ip gibi ham
maddeleri stokladığı erzak depoları gerekse donanmasını ve mürettebatını kapatılabilen limanlar ve tahkimli surlar içinde ikmal edebildiği
istinat noktalarıyla ideal bir kara üssüne sahipti.
Bu yüzden Mithradates önce, liman ağzına demirleyerek, kent yakınlarında kamp kurdu. Daha sonra da, liman tarafından kente girmek
için çeşitli denemelerde bulundu. Fakat kısa süre sonra, yaptığı işin
yararsızlığını kendi de anladı. Kenti hem karadan hem de denizden kuşatarak807 Küçük Asya’daki ağır silahlı askerlerin gelmesini beklemeye
başladı. Bu arada Rhodos’lularla çarpışmaya devam ediyordu. Çünkü
Rhodos’lular, bir yandan kendilerini surlardaki askerleriyle savunurken,
diğer yandan da hızlı gemilerine ve tecrübeli denizcilerine güvenerek
savaş filosunu her an düşmana saldıracakmış gibi hazırda bekletiyor ve
her fırsatta Pontos gemilerine saldırıyorlardı
808. Böylelikle yavaş yavaş
kralın kuvvetlerini yıpratmaya başladılar. Bu arada kral, Rhodos limanı-nın ağzını geniş hacimli tekneler, ağır yük ve savaş gemileriyle kapayarak kenti abluka altına almış olsa da, bazen ters esen rüzgarlar bazen de
tecrübesiz adamlarının disiplin dışı davranışları
809 kuşatmanın Rhodos’lular tarafından zaman zaman yarılmasına neden oluyordu. Ayrıca
kral, üç sıra kürekli süratli teknelerini (= triērēs
810 [τριήρης]) uzun süre
denizde tutamıyordu. Çünkü söz konusu tekneler, basit bir biçimde,
yalnızca kürek çekme ve düşman gemilerine pruvalarındaki –burunlarındaki– ağır tunç mahmuzlarıyla (= embolon [ἔμβολον]) çarpma işlevleri açısından donatılmış ve dengesiz olma pahasına hız için tasarlanmış savaş gemileriydi. Bu bakımdan, iyi hava ve sakin denize bağımlıydılar. Bu durum, triērēs’lerle yapılacak uzun süreli bir deniz kuşatmasını neredeyse olanaksız kılıyordu. Zira bu teknelerde subay kamaraları, mürettebat için savaş görev yerleri, yiyecek deposu ya da mutfak
yoktu. Bundan dolayı triērēs’lerin denizde uzun süre kalmaları imkansızdı. Rhodos gibi bir kentin deniz kuşatmasında, Pontos triērēs’lerinin
günde en az bir defa, ikmal için dönebilecekleri yakın bir kara üssüne
ihtiyaçları vardı
811.
Diğer yandan nitelikli mürettebat eksikliği Pontos donanması açısından en önemli sorundu812. Donanmadaki eğitilmiş mürettebatın azlığı, kısa süre içinde kendini çeşitli şekillerde gösterdi. Savaş gemileri,
ne kadar iyi tasarlanmış ya da sayı bakımından ne kadar çok olurlarsa   olsunlar, amaca uygun, iyi eğitilmiş ve morali yüksek mürettebata ihtiyaçları vardı. Çünkü antikçağda deniz savaşları çevik manevralardan
ibaretti. Klasik savaş gemileri olan triērēs’lerle yapılan çarpışmalarda
aslolan ya düşman teknesinin yanından süratle geçerek onun küreklerini
parçalamak ya da geminin karnında mancınıklar, kargılar veya mahmuz
darbesiyle yarık açmaktı. Yeri geldiğinde ustaca yapılan bir mahmuz
darbesi düşman gemisini ikiye bölebilirdi813. Bununla birlikte, teknenin
hızı ve manevra kabiliyeti kaptanın, dümencinin ve tüm gemi mürettebatının ortak uyumu sonucunda ortaya çıkıyordu. Yalnızca birkaç insanın
bile yanlış kürek çekmesi, bütün bir sıranın uyumunu bozarak geminin
manevra yeteneğinin ve hız denetiminin bozulmasına neden oluyordu.
Bu bakımdan Pontos donanması sayıca üstün olmasına rağmen süratli,
manevra kabiliyeti yüksek, deneyimli ve iyi eğitilmiş gemicilerden oluşan Rhodos filoları tarafından sık sık tuzağa düşürülüyordu814. Rhodos
triērēs’leri pruvalarındaki ağır tunç mahmuzlarıyla Pontos savaş gemilerine şiddetle çarparak ya teknelerini batırıyor ya süratle yanlarından
geçerek küreklerini parçalıyor
815 ya da birtakım kancalar vasıtasıyla
kendilerini düşman gemilerinin bordalarına yapıştırdıktan sonra, onları
yedeklerine alarak limanlarına götürüyorlardı
816. Kral ise, donanmasının
sayı üstünlüğünden yararlanarak Rhodos’luları denizde çembere alıp
yok etmek için fırsat kolluyordu817. Bu arada, zaman geçiyor ve yaz
yerini sonbahara bırakıyordu. Yine bu çeşit çarpışmalardan birinde, Pon-

***
NOT . 810 Triērēs, İÖ. VI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren uzun bir süre en çok kullanılan savaş gemisi niteliğindeki yeni bir tekne türüdür. Bu tekneye Latince’de triremis
adı verilmekteydi. Kelime anlamı itibariyle ‘üç sıra kürekli’ demek olan söz konusu
hızlı savaş gemilerini, o çağın ‘destroyerleri’ olarak kabul edebiliriz.
 Triērēs’lerin uzunlukları 35-40m arasında değişmekte olup genişlikleri 5-6m
kadardı. Su altındaki derinlikleri takriben 1m, deniz seviyesinden yükseklikleri ise,
mümkün olduğu ölçüde suya yakındı. Söz konusu yassı ve uzun teknelerdeki kürek
sıraları deniz seviyesinin öyle yakınından başlıyordu ki; dalgalar en alt sıranın ancak
bir karış altında kalıyordu. Her bir triērēs’te 170 kürekçi (= epikopoi [ἐπίκοποι]),
8-10 tane tayfa (= nautai [ναῦται]), ayrıca ağır silahlı askerler (= hoplitai [ὁπλίται]) ve mancınıkçılardan (= sphendonētai [σφενδονῆται]) oluşan, sayıları 14 ile
30 arasında değişen deniz askeri (= epibatai [ἐπιβάται]) bulunmaktaydı. Her tekneyi bir kaptan (= triērarkhos [τριήραρχος]) donanmayı ise, amiral (= nauarkhos
[ναύαρχος]) kumanda etmekteydi.
814 Halkçı bir yönetim sistemine sahip olan Rhodos Adası’nda yoksul halkın erzak
eksiklikleri varlıklı vatandaşlar tarafından giderilirdi. Böylelikle, hem yoksul kişi
yiyeceğini sağlar hem de kentte, özellikle donanmanın kuvvetlenmesi açısından
yetenekli mürettebat hiçbir zaman eksik olmazdı (Strab. XIV. 2. 5 c. 653; ayrıca bk.
Diod. XXXVII. 28). Çünkü donanma ve denizcilik, her çeşit ihtisas alanında olduğu
gibi, ustalık gerektiren bir meslek işiydi. Durumun gereğine göre, ek bir şey olarak
çabucak yaratılamazdı (Thuk. I. 142). 815 Böylelikle, hareket kabiliyetini kaybeden gemiye hücum edilerek kolayca ele
geçiriliyordu.
816 Diod. XXXVII. 28; App. Mithr. 25-26. Üç sıra kürekli tekneler deniz savaşı
sırasında mahmuzlanarak delindiklerinde, savaş gemisi olarak tamamen yararsız
hale gelmelerine rağmen, diğer tekneler tarafından rahatlıkla yedeklerine alınarak
çekilebiliyor ve onarılabiliyordu
818 Savaş gemisinin pruvasında yer alan mahmuzun iki yanına yerleştirilen ve mahmuzun düşman gemisinin bordasını yarması için pekiştirilen sivri tahtalara verilen
addır. 819 App. Mithr. 25; ayrıca bk. Memnon 31. 3. Kral, o zaman bu olayı önemsememiş
gibi görünse de, daha sonra Khios’lulardan bunun hesabını sormuştur (App. Mithr.
46-47).
820 Arkadan mahmuzlama ya da arkadan bindirme olarak adlandırılan bu donanma
manevrası periplous diye de bilinir. Bu manevrada savaş teknesi rakip gemiyi kıç
tarafından mahmuzlar ve daha sonra da çark ederek döner, yine kıça doğru saldırır. 821 App. Mithr. 26; ayrıca bk. Val. Max. V. 2 ext. 2. Cicero’ya (Verr. II. (1) 65. 159)
göre, bu sıralar Rhodos’lular her ne kadar VI. Mithradates’ten her şeyden çok nefret
etmelerine karşın, ona ithafeten kentlerinin en merkezi yerinde dikmiş oldukları
heykeline dokunmadılar. Böyle bir şeyi, kent ağır kuşatma koşulları altında çok zor
ve tehlikeli anlar yaşadığında dahi gerçekleştirmediler. Kendilerini abluka altına
alan kralı uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapmalarına rağmen, onun kentlerinin
göbeğinde yer alan heykeline kimse saygısızlık etmedi. Cicero, hayatının bir bölümünü Rhodos’ta geçirmiş bir kişi olarak, Rhodos’luların bu davranış şeklini, kültürlerinde önemli bir yer tutan kutsal şeylere duydukları saygıya bağlamaktadır. Zira
halk, bir zamanlar dost oldukları kralı onurlandırmak üzere diktikleri heykele bakıyordu, onda gördükleri, şu an kendilerine karşı savaşan düşmanları değildi."

***

tos müttefiklerinden üç sıra kürekli, sağlam ἐπωτίδες=epōtides’lerle818
donatılmış bir Khios savaş teknesi şaşırıp, yanlış bir manevra yaparak
Mithradates’in beş sıra kürekli amiral gemisini (quinqueremis) mahmuzladı. Kralın gemisini manevra yapamaz hale getiren bu tuhaf kaza,
neredeyse Mithradates’in, Rhodos’lular tarafından esir alınmasına neden
oluyordu819.
Bu sırada, kralın kara kuvvetleri ellerindeki nakliye gemileriyle
triērēs’ler eşliğinde Rhodos Adası’na doğru yelken açtılar. Fakat
Kaunos (Dalyan) açıklarında şiddetli bir fırtınaya yakalanarak, Rhodos
sahillerine doğru sürüklenmeye başladılar. Kasırganın etkisiyle sular
üzerinde oraya buraya dağılan, dalgaların arasında yalpalayarak ilerlemeye çalışan Pontos gemilerini gören Rhodos’lular, mürettebatın ve
askerlerin şaşkınlığından yararlanarak bütün güçleriyle onlara saldırdılar. Çünkü Pontos kralı için gerek asker desteği gerekse savaş mühimmatı taşıyan bu geniş hacimli gemiler aşırı derece yüklenmişti. Teknelerdeki aşırı kalabalığa, bir de şiddetli fırtına ve panik eklenince kaptanlar gemileri rotalarında tutmayı başaramadılar. Bu bakımdan Rhodos’lular kolaylıkla Pontos kralına gönderilen nakliye teknelerinin bir bölümünü ele geçirdiler. Diğer bir bölümünü ise, ya hızlı savaş gemileriyle
arkadan mahmuzlayıp
820 batırdılar ya da yaktılar ve yaklaşık 400 kişiyi
esir alarak limanlarına çekildiler82 Böylelikle kralın Rhodos kuşatması önemli ölçüde sekteye uğratıldı.
Yine de söz konusu durum, Mithradates üzerinde bekleninin aksine ters
bir tepki yarattı. Kral, bir yandan kent üzerindeki kuşatmayı daha da
şiddetlendirirken, diğer yandan da surlara çıkmak için devasa büyüklükte bir savaş makinesinin (= sambykē
822 [sambÊkh]) inşasına başladı ve
onu iki geminin üzerine monte etti. Akabinde, Rhodos surlarının daha
alçak olduğu Zeus Atabyrios Tapınağı’nın yer aldığı tepeden, gece karanlığında kente baskın yapmayı kararlaştırdı. Bu yüzden, ordusunun bir
kısmını gemilere yükledi. Plana göre, kralın gece karanlığında gemiler
ve sambykē’yle kentin limanına saldırdığı sırada kara ordusu da düşmanın şaşkınlığından yararlanarak önemli kuvvetlerle müdafaa edilmediği
haber verilen Atabyrios Tepesi’ndeki alçak surlara tırmanacaktı. Bununla birlikte, Rhodos’lu nöbetçiler sessizce yaklaşan Pontos kuvvetlerini
fark ettiler. Hücum başladığında ise, buranın birçok birlik tarafından
güçlü bir şekilde savunulduğu ve karşı tarafın tuzağına düştükleri anlaşıldı
823.
Gene de kral, şafakla birlikte hem karadan hem de denizden geniş
kapsamlı bir saldırıya başladı. Rhodos’lular özellikle, denizden Isis Tapınağı’nın yer aldığı duvarlara doğru yaklaşmakta olan heybetli sambykē’yi gördükleri zaman dehşete düştüler. Sambykē üzerinde, aynı zamanda çalışabilen birçok savaş makinesi yer almaktaydı. Rhodos donanmasının bütün çabaları kentlerine doğru ilerleyen, bu yüzen kuleyi durdurmaya yetmedi. Şimdi Pontos askerleri ve tekneler sambykē’nin muazzam cüssesinden yararlanarak surlara kadar rahatça ilerliyor ve duvarlara tırmanmaya çalışıyorlardı. Böylelikle kral, kara kuvvetleri, donanması
ve sambykē eşliğinde bütün gücüyle Rhodos surlarına hücum etti. Rhodos’lular, bu sefer Pontos saldırısını geri püskürtemediler. Fakat bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Rhodos duvarları önlerine gelen sambykē’nin devasa kütlesi kendi ağırlığına daha fazla dayanamayıp çöktü824.   Bütün çabalarına rağmen, bu girişimin de boşa çıkması ve kış mevsiminin yaklaşmış olması nedeniyle Mithradates, iyi müdafaa edilen
kente karşı ikinci bir saldırı teşebbüsünde bulunmadı. Bunun üzerine,
Rhodos donanmasının ve ada halkının serbest kalmaması için ada çevresinde bir Pontos filosu bıraktıktan sonra, Lykia’nın güney kıyılarına
doğru yelken açtı
825. Çünkü Lykia’lılar savaşın başından beri hem
Mithradates VI Eupator’un hakimiyetini tanımayarak, onun generalleriyle çarpışmışlar826 hem de kendisine karşı savaşan Rhodos Adası’na
yardım göndermişlerdi827. Patara, Rhodos’tan sonra bölgedeki en önemli
ikinci limandı. Ayrıca Küçük Asya’daki en önemli ikinci donanma ve
asker gücü Lykia Birliği’nin elinde olup, Patara söz konusu birliğin en
önemli üç limanından biriydi828 –diğer ikisi Phaselis ve Andriake’dir–.
Bu nedenle Mithradates önce, Pontos hakimiyetine karşı direnen Patara
kentini hem karadan hem de denizden kuşattı. Kısa süre sonra, savaş
makineleri ve mancınıklar yapmak üzere Ksanthos yakınlarındaki
Letoon829 (Kumluova) kutsal alanında Leto’ya adanmış ağaçları kesmeye başladı. Ancak rüyasında tanrıça tarafından durması emredilince
kesim işine son verdi830. Gerek abluka altındaki kent gerekse Pontos
egemenliğine halen boyun eğmemiş Lykia yerleşimlerine karşı savaşması için komutanlarından Pelopidas’ı Pontos ordusunun ve donanmasının
bir bölümüyle birlikte burada bıraktı. Pontos donanmasının ana bölümü
ise, Pergamon ve Propontis’e doğru yelken açtı. Çünkü Mithradates, artık Romalıların Hellas’taki eyaletlerini ele geçirmeyi düşünüyordu. Bu
yüzden, İÖ. 88/87 yılı kışını geçirmek amacıyla Karia Bölgesi üzerinden, yeni kraliyet başkenti Pergamon’a doğru yola çıktı
831. Bununla birlikte, Birinci Mithradates–Roma Savaşı (İÖ. 89-85) sırasında, Mithradates VI Eupator’un generallerine direnen; Pontos kralına karşı savaşan Rhodos Adası’na yardım gönderen ve bizzat kralın
kendisine karşı savaşan Lykia Bölgesi’ndeki hangi kentlerin Mithradates
tarafından ele geçirildiğine dair şu an için yeterli bilgiye sahip değiliz.
Appianos’un konuya ilişkin ifadelerinden832 Pisidia, Lykia ve Pamphylia’nın Pontos kralına karşı savaştıklarını öğrenmekle birlikte, söz
konusu bölgelerden hangi kısımların Pontos kuvvetleri tarafından işgal
edildiğini ve kralın generallerinin bu bölgelerde nerelere kadar ilerlemiş
olduklarını kesin olarak bilemiyoruz. Ancak, Lykia’ya gönderilmiş olan
generallerin bölgenin kuzeyindeki dağlık yöreleri Pamphylia Ovası’nı
çevreleyen dağlara kadar istila etmiş oldukları düşünülmektedir833. Aynı
şekilde, Pisidia’nın müstahkem kentlerinden Termessos (Güllük Dağı),
Roma’ya bağlı kalarak Pontos kralına karşı direnmiş gibi gözükmektedir. Bu bakımdan, Pontos kuvvetlerinin Kibyra (Gölhisar, Horzum)
kentini ele geçirdikten sonra, Termessos kontrolündeki Yenice Boğazı’ndan geçerek Pamphylia’ya girmiş oldukları kabul edilmektedir834.
Mithradates’in bu geçiş esnasında, Termessos’un egemenlik alanını
istila ederek çok sayıda insanı esir aldığı, daha sonra Roma halkı tarafından çıkartılan lex Antonia de Termessibus835 adlı bir kararnameyle
(plebiscitum836) açıklığa kavuşmuştur837.
Bu arada, her ne kadar Karia’nın kıyı kentleri –Kaunos838, Knidos839, Kos840– Pontos hakimiyetini kabul etmiş olsalar da, bölgenin iç kesimlerindeki kentlerden bazıları –Stratonikeia841, Tabai842– hâlâ Pontos kralına karşı direniyorlardı. Bunun üzerine kral, büyük bir ihtimalle
Telmessos üzerinden Physkos’a (Marmaris) kadar sahil şeridini izledikten sonra, Karia’nın iç kısımlarından Pergamon’a giden yolu takip etmiştir843. Stratonikeia’nın Pontos kralına karşı olan savunması uzun
ömürlü olmamıştır. Kuşatılan kent, Mithradates VI Eupator tarafından
güç kullanılarak işgal edilmiş ve Pontos Krallığı’nın hakimiyetine boyun
eğmediği için cezalandırılmıştır. Bu nedenle Stratonikeia’lılar, krala
önemli miktarda savaş tazminatıyla haraç vermek ve kentlerinde bir
Pontos garnizonu bulundurmak zorunda kalmışlardır
844. Tabai kenti de
Pontos kralına karşı gelmiş; fakat sonunda, o da bir şekilde Mithradates’e boyun eğmiştir845. Kral bu sırada Stratonikeia’da gördüğü, Philopoimenos’un Monime adlı güzel kızıyla evlenmiş ve onu da yanına
alarak, Hellas’a düzenlemeyi düşündüğü yeni seferin hazırlıklarını tamamlamak üzere Pergamon’a gitmiştir846. Mithradates, İÖ. 88/87 yılı kışını Pergamon’da Roma’nın Hellas
hakimiyetine son vermek amacıyla ordusunda ve donanmasındaki son
eksikleri tamamlayarak geçirdi847. Bu sırada Roma ise, Müttefikler Savaşı’na son vermiş
848 ve kendini yeniden toparlayarak bütün dikkatini
Pontos Kralı VI. Mithradates’in üzerine yöneltmişti. Romalılar artık,
Küçük Asya ve Hellas üzerinde egemenlik kurma emelini besleyip,
bunu gerçekleştirme yolunu tutmuş olan Pontos kuvvetlerine karşı mücadele etmeye karar vermişlerdir849. Öyle ki, Romalılar Mithradates’in
üzerine ciddi bir ordu göndermeden, onun hakkından gelemeyeceklerini
anladılar. Durum böyle olunca Senatus, kalabalık bir ordu toplama kararı almıştır. Fakat bu sefer de, söz konusu savaşı kimin yöneteceği sorunu, partiler arası çekişmelere yol açmış ve Roma’da Sulla ile Marius
taraftarları arasında yeni bir iç savaşın çıkmasına neden olmuştur. Sonuçta Sulla’nın, bu savaştan da galip çıkmasına; Marius’u ve taraftarlarını Roma’dan sürmesine karşın, hazırlanan ordunun yola çıkması
aylarca gecikmiştir850. Söz konusu durumun bir sebebi, o sıralar Romalıların Sulla’nın, Mithradates’e karşı yapacağı savaşın masraflarını karşılayacak mali destekten yoksun olmalarıdır. Bu yüzden, kısa bir süre
önce ele geçirdikleri Numidia Krallığı’nın kraliyet hazinelerini ve tanrılara adanmış değerli eşyaları kısa zamanda satarak ordunun ad stipendium frumenti=iaşesi için gerekli parayı temin etmişlerdir85 Böylelikle Roma’da bu olaylar sona erdi. Fakat, İÖ. 87 yılında gerek halk gerekse Senatus, Sulla’ya karşıt partiden demokrat/halk
(populares) Lucius Cornelius Cinna’yı, Gnaeus Octavius’la birlikte
consul atadı
852. Sulla birçok kişinin kinini yatıştırmak için, bu duruma
sevinir gibi yaptı. Lucius Cinna’nın consul seçilmesine ses çıkarmadı.
Ardından Pontos Kralı VI. Mithradates’le savaşmak üzere emrindeki altı
legio’yla Hellas’a doğru yola çıktı
853.
4. Hellas Savaşları
Delos Adası
854, İÖ. II. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, birçok Italia
asıllı tüccarın sıkça ikamet ettiği bir yer olmuş ve adada yaşayan Romalı
nüfusu giderek artmıştı
855. Diğer yandan ada, Birinci Mithradates–Roma
Savaşı sırasında ekonomik açıdan iyi gelir getiren açık bir limana sahip
olması ve burada ikamet eden çok sayıda Romalının etkisi nedeniyle Pontos kralına karşı cephe almıştı. Böylelikle Delos, aynı Rhodos gibi,
İÖ. 88 yılı ilkbaharında, Küçük Asya’daki katliamdan kurtulan Romalıların sığındıkları bir merkez haline gelmiş ve Ege Denizi’ndeki Pontos
hakimiyetine karşı koymaya başlamıştır.
Bunun yanı sıra, ekonomik ve siyasi olduğu kadar stratejik açıdan
da856 hem Pontos hem de Atinalılar için büyük önem taşıyan Delos Adası, İÖ. 167 yılından857 itibaren Atina’ya bağlı olmasına rağmen, İÖ. 88
yılında Pontos kralının tarafına geçen Atina ve ona bağlı olan diğer bazı
adalarla sitelerin tersine Romalılara sırt çevirmemişti. Bu yüzden Delos,
önce Mithradates yanlısı politika izleyen ve Atina arkhōn’u ve generali
seçilen ‘tiran’ Aristion’un858 komutanı Teos’lu Apellikon tarafından,
İÖ. 87 yılı ilkbaharında hem denizden ve hem de karadan abluka altına
alındı. Fakat kuşatmanın adada bulunan Roma praefectus’u Orbius tarafından kırılmasıyla Atinalılar geri püskürtüldüler859. Bu başarısız girişim, Atinalıların yalnız başına Delos’u alamayacaklarını açıkça ortaya
koydu. Bu bakımdan Atinalılar, birkaç yüz gemiden oluşan donanmalarını Mithradates’in emrine verdiler. Bunun üzerine Mithradates, aynı yıl
Ege Denizi’nde Pontos hakimiyetine direnen adaları ve daha sonra da
bütün Hellas’ı egemenliği altına almak üzere generallerinden Arkhelaos’u büyük bir donanmayla birlikte Delos’a gönderdi860.
Bu arada Birinci Mithradates–Roma Savaşı’nda Pontos’un müttefiki
olan bazı Thrakia kabileleri861, İÖ. 91 yılından itibaren Mithradates’in
teşvikiyle Hellas ve Makedonia üzerine çeşitli kereler yağma akınları düzenlemişlerdi862. Bu durum büyük bir ihtimalle, Mithradates’in Thrakia’lılar vasıtasıyla Romalıları Makedonia ve Kuzey Hellas’tan atma
girişimiydi. Thrakia’lılar, İÖ. 92 yılından İÖ. 87 yılına kadar Makedonia’da praetor’luk (vali) yapan Gaius Sentius Saturninus’a863 karşı düzenledikleri akınların çoğunda Romalıları bozguna uğratmışlardı
864.
Hatta zaman zaman Epeiros’a kadar ilerleyerek, bölgenin ünlü kehanet
merkezi Dodona’yı
865 dahi yağmalamışlardı
866. Ancak, sınırlı bir kuvvetle867, kendilerine karşı başarıyla mücadele eden Roma praetor’unu
bir türlü Makedonia’dan sürememişlerdi. Sonunda Sentius tarafından
ağır bir yenilgiye uğratılan Thrakia Kralı Sothinos, kendi bölgesine
çekilmek zorunda kaldı
868. Bu sebeple Mithradates, İÖ. 87 yılında, oğullarından Arkathias ve generallerinden Taksiles’in ortak komutalarındaki
büyük bir kara ordusunu, Thrakia üzerinden Makedonia Bölgesi’ne
gönderdi869. Böylelikle bu ordu, Makedonia üzerinden Hellas’a inebile-cek ve orada Arkhelaos komutasındaki Pontos donanmasıyla birleşerek,
Romalıların olası saldırılarına karşı birbirlerine destek olabilecekti.
 Arkathias, Thrakia üzerinden Makedonia’ya doğru ilerlerken,
Arkhelaos, İÖ. 87 yılının baharında, Delos’u kanlı bir şekilde ele geçirdi. Ada içinde yer alan kentleri temellerinden yıktı
870. Önemli bir
bölümü Romalılardan oluşan yaklaşık 20.000 kişiyi kılıçtan geçirdi.
Geri kalan ada halkını köle olarak sattı
871. Delos’la beraber birtakım
adaların yönetimini tekrar Atinalılara bağladı. Ayrıca, Delos Adası’nda
yer alan Apollon kutsal alanı başta olmak üzere, tapınaklara ait bütün
hazineleri Aristion’a ve Atinalılara teslim etti. Daha sonra söz konusu
hazineleri korumak ve Aristion’un Atina’daki hakimiyetini sağlamlaştırmak için 2.000 Pontos askerini kente gönderdi872.
Aristion ise, bu kuvvetle –görünürde Atina’daki rejimin güvenliğini
sağlamak, gerçekte kendi tiranlığını kurmak için– önce bütün muhaliflerini susturdu. Gene οἷς (scil. ἀνδράσι) ὁ Ἀριστίων συγχρώμενος
ἐτυράννησε τῆς πατρίδος=bu kişilerle işbirliği yaparak Aristion kendisini vatanına tiran yaptı. Kentte Roma taraftarı siyaset izleyenleri
ortadan kaldırdı
873. Fakat bu arada, Roma yanlısı, saygıdeğer Atinalılardan bir grup yurttaşın Roma’ya kaçmasına engel olamadı
874. Öte yandan, o sıralar Roma’ya hiç de dost olmamakla birlikte Aristion’un sert
yönetimine dayanamayan ve tiranlıktan nefret eden birçok Atina vatandaşı eski bir Atina kolonisi olan Karadeniz sahillerindeki Amisos’a
(Samsun) göçtüler875. Ancak sonunda, kenti terk etmek isteyen insanların sayısı öyle bir raddeye geldi ki, Atina’yı bırakıp gidenlerin ölüm
cezasına çarptırılacağı ilan edildi. Kent kapıları kontrol altına alındı. Stoacı Filozof Apameia’lı (Syria) Poseidonios’un kendi dönemindeki
(İÖ. 146-İÖ. 80) olayları kaleme aldığı “Tarih” kitabından alıntı yapan
Athenaios’a876 göre, insanlar geceleri iplerle kendilerini Atina surlarından sarkıtıp kaçmaya başladılar. Bunun üzerine Aristion, süvari birliklerini göndererek kaçanların bir bölümünü öldürtüp diğer bir bölümünü
aynı suçlular gibi kente geri getirmeye başladı. Sonunda kentte sıkı yönetim ilan ederek gece sokağa çıkma yasağı getirdi –tarihteki ilk sokağa
çıkma yasağı(?). Gündüzleri ise, ağır silahlı birlikler kent territorium’unda
geziniyor ve kent giriş-çıkışları kontrol altında tutuluyordu. Yollarda
yakalanan şüpheliler kente getirilerek kırbaçlanıyor ve işkence görüyordu. Hatta birçok kişi, daha mahkeme dahi edilmeden öldürülmeye başlandı.
Bu sırada Arkhelaos, Pontos donanmasıyla Peloponnesos Yarımadası’nın doğusundan Kyklades Adaları’na kadar bütün adaları hatta
Euboia’yı
877 (Eğriboz Adası) bile Pontos egemenliği altına aldı. Böylelikle Ege Denizi de tamamen Mithradates’in kontrolü altına geçmiş
oldu878. Daha sonra da, zaten onun gelişini bekleyen Hellas’a, hiçbir
güçlükle karşılaşmadan çıkarma yaptı. Pontos egemenliğini ilk anda
kabullenemeyen Thessalia’nın Demetrias ve Magnesia kentlerini kısa
bir kuşatmadan sonra ele geçirdi. Arkasından, Atina’dan başlayarak
Thessalia’ya kadar bütün kentleri Roma’ya karşı başkaldırıya ikna etti.
Sadece Boiotia’nın Thespiai kenti Arkhelaos’a karşı direndi. Fakat o da
Pontos kuvvetleri tarafından abluka altına alındıktan kısa süre sonra
düştü. Böylelikle Arkhelaos, bazen güç bazen ikna yoluyla; ama çoğunlukla Roma düşmanları tarafından desteklenerek, kısa süre içinde
Peloponnesos ve Orta Hellas’ı Pontos egemenliğine aldı Arkhelaos’un Hellas’ta arattığı hava öylesine güçlü ve etkileyici bir
hal almıştı ki, Damon Peripoltas adlı bir genç on altı arkadaşıyla birlikte
Boiotia’nın diğer bir kenti olan Khaironeia’da, bazı Romalılara suikast
düzenlemişlerdir. Yüzlerini kurumla kaplayıp, agora’da tanrılara kurban
sunan Romalı bir komutanı korumalarıyla birlikte öldürmüş ve kentten
ayrılmışlardır. Bunun üzerine Roma taraftarı meclis üyeleri Romalılara
yaranmak, kentlerinin daha sonradan bir zarar görmesini engellemek
amacıyla hemen toplanmış ve Damon ile arkadaşlarını idama mahkum
etmişlerdir. Ancak aynı akşam meclis üyelerinin her gece yaptıkları
olağan yemek ziyafeti sırasında, Damon ile arkadaşları baskın düzenlemişler ve kendilerini ölüme mahkum eden bütün meclis üyelerini kılıçtan geçirmişlerdir. Daha sonra dağlara çekilen Damon ve arkadaşları
haydutluk yapmaya ve kenti tehdit etmeye başlamışlardır
880.
Bununla birlikte Makedonia praetor’u Sentius’un legatus’u Quintus
Braetius Sura, İÖ. 87 yılı yazında, Mithradates’in komutanı Metrophanes’i Euboia yakınlarında yapılan küçük bir deniz savaşında yenerek
Skiathios Adası’nı ele geçirmiş ve adada yer alan Pontos’a ait erzak
depolarını yağmalamıştı
881. Daha sonra da Boiotia Bölgesi’ni istila eden
Arkhelaos ve Aristion’un birleşik kuvvetlerinin ilerleyişini durdurarak,
Khaironeia yakınlarında onlara karşı çeşitli kereler başarıyla çarpışmıştı
"

NOT 
881 App. Mithr. 29; ayrıca bk. IG IX 2. 613. Bu sırada Ege Denizi’ndeki hemen hemen bütün adalar gibi, Skiathios ve Peparethios adaları Pontos hakimiyetine boyun
eğmişlerdir. Fakat Thasos (Taşöz) Adası, Roma’nın en çok sadakate ihtiyacı olduğu
bu anlarda Romalılarla olan dostluk ve müttefiklik bağlarını koparmamıştır. Ada
halkı Pontos’luların saldırılarına sonuna kadar direnmiş ve Romalılarla olan ittifaklarını fes etmektense, gerekirse ailelerini katledip ölene kadar savaşacaklarına dair
yemin etmişlerdir. Nitekim, Thasos Adası’nda gerek Sulla’nın dictator’luğu (İÖ. 82-
79) gerekse, onun komutanlarından Dolabella’nın Hellas’ta bulunduğu –İÖ. 78– döneme ait çeşitli mektuplar ve bir Senatus kararnamesi bulunmaktadır. Sulla için bk.:
Epistulae L. Cornelii Sullae cum Senatus Consulto de Thasiis=Sherk 1969, 116
vdd. no
 20 str. 2-8; Dolabella için bk. Epistulae Cn. Cornelii Dolabellae=Sherk
1969, 119 vdd. no
 21.
 Bu bakımdan Birinci Mithradates-Roma Savaşı’nın sona ermesiyle Thasos’lular
Romalılara olan sadakatlerinden dolayı özgürlüklerini kazanmalarının yanı sıra;
Skiathios ve Peparethios adaları da kontrolleri altına verilmişti

"

882. Ancak, Akhaia’lıların ve Lakedaimon’luların, Arkhelaos ile
Aristion’a yardım etmeleri883
 ve o sıralar bölgeye gelen Sulla’nın komutanı/yetkili elçisi Lucius Licinius Lucullus’un ona hemen yerini yolda
olan Sulla’ya vermesini emretmesi üzerine Sura, derhal Boiotia’dan
ayrılarak Sentius’un yanına gitmiştir. Böylelikle Braetius Sura sınırlı
sayıda askere ve savaş donanımına sahip olmasına rağmen –yürekliliği
ve sağduyusu sayesinde–, Mithradates’in komutanlarına karşı hem denizde hem de karada –herkesin hatta kendisinin bile, umduğundan çok
daha– başarılı sonuçlar elde etmiş ve Sulla’nın geciken kuvvetlerinin bu
bölgeye rahatça yerleşmesini sağlamıştır
884. Lucullus ise, Braetius Sura
tarafından(?) konuşlandırılmış olan Roma garnizonlarını kendi komutası
altına alıp, Sulla’nın yanına dönmeden önce Boiotia Bölgesi’ndeki ufak
tefek karışıklıkları gidermiştir885.
Sulla, İÖ. 87 yılının yazında beş legio, bir miktar piyade ve az sayıda
süvariden oluşan ordusuyla Epeiros’ta karaya çıktı. Fakat ordusu hem
sayı bakımından Mithradates’in generallerinin elindeki ordudan azdı
hem de denizde güvenliği sağlayacak donanmadan yoksundu   886. Bu yüzden ordusunu güçlendirmek ve yeterli erzak ve para sağlamak için
önce Aitolia ve Thessalia üzerine yürüdü. Kendisine karşı direnen bütün
kentleri kısa süre içinde ele geçirdi. Daha sonra da kanlı bir şekilde ilerleyerek Boiotia’ya girdi. Bunun üzerine, Thebai gibi daha önce Pontos
hakimiyetini tanıyan bütün kentler hemen Sulla’nın tarafına geçtiler887.
Çünkü, söz konusu kentlerin Romalılara karşı duydukları korku, Pontos
kralına olan inançlarından fazlaydı. Böylece Sulla, İÖ. 87/86 yılı kışında, Khaironeia’da ordugah kurdu. Bu sırada Thrakia’daki Odrysai Kralı
Sadalas, Sulla’ya Hellas’taki Pontos güçlerine karşı savaşmak üzere
Amatokos komutasında bir süvari birliği gönderdi. Sulla da, Arkhelaos
ve Aristion’un birleşik kuvvetlerine karşı Boiotia Bölgesi’nde –Khaironeia– savaşarak onları bozguna uğrattı
888. Bu çarpışmadan sonra, Sulla’nın karşısına çıkaracak, ne yeterli askere, ne de cesarete sahip olan
Aristion, Atina’ya; Arkhelaos ise, Atina’nın limanı Pire’ye (= Peiraieus
[Πειραιεύς]) sığındı
889. Amaçları Thrakia ve Makedonia üzerinden gelecek orduyla burada buluşmaktı
890. Sulla ise, kolayca ilerleyerek Attika
Bölgesi’ne girdi. Burada da kentler Romalılardan korktukları için birer
ikişer Sulla’nın birliklerine teslim oldular. Böylelikle Sulla, İÖ. 87/86 kışında Mithradates’in Hellas’taki merkezi üssü olan Atina önlerine kadar gelerek, kentin limanı Pire’yi kuşattı
891.
4.A. Sulla’nın Atina Kuşatması
Sulla bir an önce kenti ele geçirmek için, her türlü kuşatma aleti kullanarak, çeşitli saldırı yöntemleriyle, birçok kereler Pire’ye akınlar düzenledi. Amacı bir an önce savaşı kazanıp, Roma’ya geri dönmekti. Çünkü
Roma’daki olaylardan endişe ediyordu892. Bu bakımdan, kendini ve
ordusunu riske atarak, birçok kereler surlara saldırdı ve büyük harcamalara katlanıp, savaşa hız verdi893. Fakat büyük ölçüde yerel kireç
taşından kesilmiş taş bloklardan inşa edilen kent suru894 düzenli bir duvar örgüsüne sahipti ve yaklaşık 15m yüksekliğindeydi895. Ayrıca,
Mithradates’in en tecrübeli generallerinden Arkhelaos tarafından hem
karadan hem de denizden savunuluyordu. Arkhelaos o sıralar, Sulla’nın
ordusuna kıyasla yeterli sayıda askere ve askeri donanıma sahip değilse
de, Pire limanını Romalılara karşı başarıyla savunuyor ve Roma ordusunu yıpratıyordu. Bunun yanı sıra, durumun gereğine göre, bazen gece 

***
NOT: 
892 Çünkü Sulla, İÖ. 87 yılının baharında Roma’yı terk ederek Mithradates üzerine
sefere çıktıktan sonra, o senenin consul’lüğüne seçilmiş olan Cinna, Sulla’nın koyduğu yeni düzeni değiştirmeye başlamıştı. Önce halk tribunus’u Verginius’u, Sulla
hakkında dava açması için görevlendirmiş, daha sonra da Marius ve taraftarlarını
Roma’ya geriye çağırmıştı (Plut. Sull. X. 4; 12. 2; Sert. IV. 4-5; V. 1-3). 893 Plut. Sull. XII. 2. Sulla’nın Atina’yı almak için acele etmesinin diğer bir nedeni
de, o sıralar Thrakia üzerinden Makedonia’ya doğru ilerleyen Mithradates’in büyük
kara ordusuyla Arkhelaos’un ve Atinalıların birleşmesini önlemek olsa gerekti. Daha
detaylı bilgi için bk. Sherwin-White 1984, 137 vd. 894 Perslerin, İÖ. 480 yılında Hellas’tan kovulmasından sonra, Themistokles’in
öğüdüyle Atinalılar kentlerini kısa süre içinde kuvvetli bir surla tahkim etmişlerdi
(Thuk. I. 69; 88-93; ayrıca bk. 107-108). Perikles zamanında (İÖ. 460-429), Peloponnesos Savaşları’ndan (İÖ. 431-404) hemen önce tahkim edilmiş ve onarılmış
olan Atina’nın ünlü surları (Thuk. II. 13; App. Mithr. 30), Atina ve müttefiklerinin
Sparta ve müttefikleri tarafından yenilmesinden sonra, İÖ. 404 yılında Sparta’lı Komutan Lysandros tarafından yıktırılmış (Ksen. Hell. II. 2. 23; ayrıca bk. Strab. IX. 1.
15 c. 396); fakat kısa süre sonra, İÖ. 393-392 yılında Atinalı komutan Konon tarafından tekrar tamir edilmişti (Ksen. Hell. IV. 8. 9-10; 12). Bununla birlikte, Makedonia hakimiyeti sırasında, yeterli bakım görmediğinden yıpranan surlar, İÖ. 200 yılından itibaren restore edilmeye başlanmış; ancak Atina, Mithradates’le bağlaşık olduktan sonra, İÖ. 88-87 yılları arasında önemli ölçüde tamir ve tahkim edilmişti. 
i topraklarının yarısından alınan yıllık geliri, bu tapınaklara bağışlamıştır (Diod.
XXXVIII/XXXIX. 7 dn. 2; Plut. Sull. XIX. 6; Paus. IX. 7. 5; App. Mithr. 54). Ancak Pausanias’a (IX. 7. 6) göre, kısa süre sonra Thebai’liler, Romalıların izniyle söz
konusu topraklarını yeniden geri kazanmışlardır. Ayrıca bk. Seletsky 1982, 75.
 Sulla, ettiği bir yeminle Boiotia ve Attika sınırında bir kent olan Oropos’u, onun
yakınındaki Amphiaraos Tapınağı’nı ve kehanet merkezini dokunulmaz ilan etmiş,
topraklarını genişletmiş ve ayrıca vergi muafiyeti bahşetmiştir. Söz konusu karar,
İÖ. 80 yılında Senatus tarafından da onanmıştır. Fakat, İÖ. 73 yılında publicanus’lar
bu kentin ve tapınağın vergi muafiyetine Amphiaraos’un bir tanrı olmadığı gerekçesiyle itiraz etmişlerdir (Cic. de nat. deor. III. 49; ayrıca bk. Sherk 1969, 136 vd.).
Aslında Troia Savaşı sırasında kahin olan Amphiaraos’a, İÖ. V yüzyıldan itibaren

***
bazen de gündüz aniden huruç harekatı düzenleyerek Romalılara zor
anlar yaşatıyordu. Bu yüzden Sulla, kısa süre sonra kenti ele geçirmenin
sandığı kadar kolay olmadığını anlayarak, yorgunluktan tükenen ordusunu Eleusis ve Megara kentlerine geri çekmek zorunda kaldı
896. Bununla birlikte ağır kuşatma kulelerinin ve çeşitli savaş araçlarının yapımına
ağırlık verdi. Fakat söz konusu aletlerin, kendi ağırlıkları nedeniyle
kırılmaları, çökmeleri ya da bozulmalarının yanı sıra, büyük bir bölümünün Arkhelaos’un kuvvetleri tarafından durmadan ateşe verilerek
yakılmaları sonucunda Atina civarındaki ormanlar bu iş için gerekli
ahşabı karşılamaz oldu. Bu durum karşısında Sulla, hiç duraksamadan
kentin yakınlarındaki kutsal koruların –Akademeia ve Lykeion– ağaçlarını kestirerek devasa büyüklükte kuşatma kuleleri inşa ettirdi897. Daha
sonra da, hem kuleleri surlardan atılan ateşli oklardan korumak hem de
kulelerin ileri hareketleri sırasında legionarius’ları oklardan muhafaza
etmek için siper olarak ham ve tabaklanmış hayvan derileri kullandı.
Bunlardan başka, Sulla’nın kentin kuşatmasını sürdürebilmesi ve savaşa devam edebilmesi için çok paraya gereksinimi vardı. Bu yüzden, o
da Hellas’ın kutsal sayılan yerlerini soymaya başladı. Bunlardan
Epidauros’taki Asklepios; Olympia’daki Zeus ve Delphoi’daki Apollon
tapınaklarında, tanrılara adanan en değerli ve en kutsal armağanları ya
kendisine getirtti ya da Lucullus’un nezareti altında Peloponnesos’ta
kurulan darphanelerde erittirerek paraya çevirtti898. Ardından tekrar Pire limanı üzerine yürüdü. Kanlı çarpışmalar sonunda limanın surları önünde topraktan bir tepe inşa etmeyi başardı
899. Fakat, Romalıların toprak
yığınını yükseltmeye başlayıp kuşatma kulelerini söz konusu tümseğin
üzerine konuşlandırmaya çalışmaları üzerine Arkhelaos, surların üzerinde devasa büyüklükte savaş kuleleri inşa etti. Bu kulelerin üzerinde aynı
anda çalışabilen birçok savaş makinesi yer almaktaydı. Arkhelaos, Sulla’dan sayı bakımından çok daha az askere sahip olduğundan, Ege Denizi’ndeki adalardan takviye birlikler ve savaş mühimmatı getirtti. Ardından, gece karanlığında surlardan çıkış harekatı düzenleyerek Romalıların savaş kulelerini ateşe verdi ve bölgedeki mevzilerini yıktı. Fakat Sulla, on gün içinde yeni kuşatma araçları yapıp, tekrar eski yerlerine monte etti900. Pontos’lulara misilleme olsun diye, Arkhelaos’un Pire önlerinde limanı daha iyi savunmak için inşa ettirmiş olduğu ahşap kuleye saldırdı. Ama kule, Arkhelaos tarafından şapla kaplanmış olduğundan her
taraftan tutuşturulmasına rağmen, bir türlü yakılamadı. Romalılar çeşitli
kereler tekrar tekrar ağaçtan yapılmış kuleyi ateşe vermek için saldırdılar.
Kulenin dibine kadar ilerleyerek, onu savunan bütün Pontos ve Atinalıları öldürmeleri ve hatta kulenin etrafına odun yığarak ateşe vermeleri
dahi kuleyi yakmaya yetmedi. Askerlerinin bütün girişimleri sonuçsuz
kaldı. Bu duruma hayret eden Sulla ve Romalılar sonunda geri çekilmek
zorunda kaldılar901.
Bu sırada Mithradates deniz yoluyla, Dromikhaites komutasındaki
yeni bir orduyu Arkhelaos’a yolladı. Bunun üzerine Arkhelaos, bütün
gücüyle Romalılara saldırdı. Arkhelaos’un bu ani akınının yarattığı şaşkınlık ve sayılarının üstünlüğü nedeniyle, Romalılar önce gerilemeye 
daha sonra da kaçmaya başladılar. Sulla’nın komutanlarından Lucius
Licinius Murena’nın gayretiyle tekrar bir araya toplanmaya çalışan Romalıların feryatlarını, o sıralar yiyecek ve yakacak toplamaya çıkmış bir
Roma legio’su duyup arkadaşlarına yardıma koşmasaydı, Arkhelaos kolaylıkla düşmandan daha üstün durumda olarak onları cebir ve kuvvetle
yenebilirdi. Yani, bütün ordunun perişan olması işten bile değildi. Böylelikle sayı üstünlüğü Romalıların tarafına geçti ve Arkhelaos yaklaşık
2.000 kişi kaybederek tekrar surların arkasına sığınmak zorunda kaldı.
Bununla birlikte, İÖ. 86 yılının ilk aylarında kışın iyice bastırması ve
Arkhelaos’un ani saldırıları yüzünden Sulla kampını Eleusis’e taşımıştır.
Kamp, Pontos donanması tarafından rahatsız edilmemek için kıyıdan biraz içeride yer alan müstahkem bir tepenin üzerine kurulmuştur. Arkhelaos’un atlı birliklerinin hücumlarından korunmak için etrafı geniş ve
derin bir hendekle çevrilmiş; ayrıca kalın sırıklardan yapılmış bir çitle
kuşatılmıştır
902. Bu sırada Sulla donanmaya ihtiyaç duyduğundan komutanlarından Lucullus’u bu işle görevlendirmiştir. Lucullus ise, Roma
müttefiklerinden Syria ile Ptolemaios krallıkları ve Rhodos gibi, Pontos
Krallığı’nın hakimiyetine karşı direnen kentlerden bir donanma oluşturmak amacıyla gizlice yola çıkmıştır
903.
Bu arada Sulla Roma’dan ayrıldıktan sonra, kendisi aleyhine yürütülen demokratik hareket hız kazanmış ve Marius taraftarları tekrar kente dolmuşlardı. Sonuçta, İÖ. 87 yılı consul’lerinden Sulla yanlısı aristokrat partiye (optimates) mensup Octavius, Marius taraftarları karşısında
yenilmiş ve Cinna’nın adamlarından Gaius Marcius Censorinus tarafından öldürülmüştür904. İÖ. 86 yılı Ocak ayında, Roma’da yeni yılın consul’leri Cinna ve Marius seçilmiş; böylelikle Roma tekrar Marius taraftarı aristokratların eline geçmiştir. Bununla birlikte, Marius yedinci
consul’lüğünün on yedinci gününde –Ocak 18– hastalanarak ölmüştür905. Fakat Marius’un ölümünden sonra, demokrat/halk parti Cinna’nın önderliğinde –dominatio Cinnae– yardımıyla Italia’daki hakimiyetini
devam ettirmiş ve Sulla’ya karşı şiddetli tedbirler almaya başlamıştı.
Bundan dolayı Senatus, Sulla’yı halk düşmanı ilan ederek, kendisinin
komutanlıktan alındığını duyurmuştu. Akabinde Roma’daki evi yıkılmış, malları yağma edilmişti. Karısı Metella ve çocukları ise, aynen
Sulla yanlısı aristokratik partiye mensup aristokratlar gibi, Roma’dan
kaçarak Atina önlerindeki Roma ordugahına sığınmak zorunda kalmışlardı. Böylelikle kısa zamanda Sulla’nın yanında, bir tür Senatus oluşmuştur906.
Aristion her ne kadar Roma kuşatmasından önce, kente önemli miktarda erzak yığmış olmasına karşın, Atina’da kıtlık baş gösterdi. Bu
yüzden Arkhelaos, Atina’ya tahıl yardımında bulunmaya başladı. Fakat
söz konusu durum, Pire’deki kompradorlar tarafından Sulla’ya bildirildi.
Birkaç gece sonra, Atina’ya tahıl sevk eden Arkhelaos’un kardeşi, diğer
bir Pontos generali olan Neoptolemos komutasındaki bir birlik Sulla
tarafından pusuya düşürüldü. Neoptolemos’un yaralandığı çatışmada,
Pontos’lular yaklaşık 1.500 kişi kaybettiler. Ardından Sulla, her çeşit
savaş aletini kullanarak Pire’ye defalarca saldırı düzenledi; fakat her
seferinde Arkhelaos’un birlikleri tarafından geri püskürtüldü. Bunun
üzerine cesareti kırılan ve demoralize olan Sulla, Pire’yi ele geçirme
fikrinden vazgeçerek limanın çevresindeki kuşatmayı kaldırdı
907
 ve o sıralar ciddi şekilde açlık sıkıntısı çeken Atina’yı abluka altına aldı.
Bu sırada Atina’da bir medimnos908 buğdayın fiyatı bin drakhmai’a
yükselmiş; halk akropolis’in çevresinde biten papatyalarla beslenip, 
ayakkabıları ve derileri kaynatıp yemeye başlamıştı. Bu durumdan cesaret alan Sulla, kent üzerindeki kuşatmayı daha da şiddetlendirdi. Bütün
gücüyle kentin surlarına yüklendi. O zamana kadar kuşatmanın her türlü
zorluklarına karşı inatla direnen Atina’da tahıl ve yenecek hayvan stokları tamamen tükenmiş ve salgın hastalıklar kenti yaşanmaz bir hale getirmişti. Aç insanlar artık, ölenleri yemeye başlamışlardı. Kent, Sulla’nın
saldırıları ve açlıktan bitkin düşmüştü. Bu sırada Romalılar, Atina’nın
Heptakhalkon yakınlarındaki surlarında zayıf bir nokta buldular. Mancınıkları, nişancıları ve kuşatma kuleleriyle kentin siperlerini atış yağmuruna tutarak kısa zamanda surlarda gedik açmayı başardılar. Akabinde
Sulla komutasındaki bütün Roma ordusu, her yandan aynı anda hücuma
geçti. Böylelikle, gerek surlara dayattıkları merdiven ve iskelelerden gerekse Heptakhalkon yakınlarındaki surlarda açtıkları gediklerden kente
giren Romalılar, Atina’yı İÖ. 86 yılının 1 Martı’nda ele geçirdiler909.
Bunun üzerine, Aristion’un komutası altındaki birlikler ve kaçabilenler akropolis’e sığındılar. Kentte acımasız bir kıyım yaşandı. Sulla ve
adamları uzun süre uğraşıp da alamadıkları ve ağır kayıplara uğradıkları
Pire kuşatmasının öcünü Atinalılardan çıkardılar. Romalılar yaşlı, kadın,
çocuk ayırımı yapmaksızın, ellerinin ulaşabildiği her şeyi ve herkesi
insafsızca katlettiler. Kenti ise, baştan aşağı yağmalayarak harap ettiler.
Sonunda ordusunda yer alan sürgün Atinalılar –Medeias910, Kallipon–,
ile Roma’dan kaçarak ordugahına sığınan senatörler kentin bağışlanmasını istediler. Sulla, kendisinin ve ordusunun, artık çalmaya ve kana doyduğuna kanaat getirdiği için, yaşayanları ölülerin hatırına bağışladığını ilan etti. Fakat bu kıyım ve yağmadan sonra, gerçekte, ne viran olmuş
kentin ne de insanların, artık bağışlanacak bir hali kalmıştı
911.
Sulla daha sonra akropolis’e kaçan Aristion’u abluka altına alması
için komutanlarından Gaius Scribonius Curio’yu görevlendirdi912. Kendisi ise, Pire kuşatmasına geri döndü. Askerler Atina’yı almış olmanın
getirdiği şevkle, bütün güçleriyle çeşitli kereler surlara saldırdılar. Fakat
her seferinde Arkhelaos’un birlikleri tarafından geri püskürtüldüler.
Sulla’nın yıktığı her duvarın arkasına Arkhelaos yenisini ördü913. Bununla birlikte bir süre sonra, yukarı kentte Curio tarafından muhasara
altına alınan Aristion açlıktan ve susuzluktan bitkin düşerek teslim oldu914. Athena Tapınağı’na sığınan tiran, Sulla tarafından tanrıçanın sunağından uzaklaştırılarak öldürüldü915. Aristion’la birlikte kentin akropolis’ine sığınan adamlarından hiçbirine ayrıcalık tanınmadı ve hepsi
kılıçtan geçirildi916. Kentin kutsal tapınakları ve hazineleri yağmalandı
917. Böylelikle Arkhelaos’un, Pire’yi savunmasını gerektirecek hiçbir
neden kalmadı. Hem Atina hem de Aristion Romalıların eline düşmüş,
kent tanınmaz hale getirilmiş ve Pontos taraftarı tiran ortadan kaldırıl-mıştı. Şimdi, bir zamanların incisi olan kent, aynen Kartaca918 ve Korinthos919 örneklerinde olduğu gibi, Romalılar tarafından bir harabeye çevrilmişti. Bunun üzerine Arkhelaos önce, Pire limanının hemen önünde
yer alan kuvvetli surlarla çevrili adaya –Munykhia– daha sonra Thessalia’ya çekildi. Arkasından Thermopylai’da gerek kendi gerekse Dromikhaites’in kuvvetlerini bir araya topladı
920. Bu arada Sulla, korunmasız
bırakılan Pire’ye girdi. Hıncını taşlardan çıkardı. Önce, kendisine bu
kadar güçlük çıkaran limanı yaktı. Sonra da, ünlü mimarlar tarafından
yapılan limana ait bütün yapıları enkaz haline getirdi921.
4.B. Khaironeia Muharebesi ve Sonuçları
Bir süre sonra, Sulla’nın harabeye çevirdiği Attika Bölgesi, Romalıları
besleyemez oldu. Zaten barış zamanında bile, ancak kendilerine yetecek
kadar ürün veren bu topraklar Sulla’nın yağmasından sonra, acınacak bir
hal almıştı. Bunun üzerine Sulla, Pontos ordusunun vurucu gücünü oluşturan savaş arabaları ve atlı birlikleri açısından elverişsiz olan sarp, engebeli Attika’yı terk ederek ovalara, Boiotia’ya gitti. Kendisine yardımcı
kuvvetler –bir legio=6.000 kişi– getiren praetor Lucius Hortensius’la
Phokis Bölgesi’nde birleşti. Böylelikle açlık ve kıtlıktan kaçmak için
savaşı göze aldı
922.
Bu sırada Mithradates’in, oğullarından Arkathias komutasında yolladığı büyük kara ordusu, İÖ. 87 yılında, Thrakia üzerinden Makedonia’ya girmişti. Arkathias bölgede yer alan Roma birliklerini923 kolaylıkla bertaraf ettikten sonra, Makedonia’yı ele geçirmiş ve bölgenin yönetimi
için Pontos kralına bağlı satraplar atamıştı. İÖ. 86 yılının başında
Makedonia’dan, o sıralar Atina ve Pire’yi kuşatmakla meşgul olan Sulla
üzerine yürüyüşe geçmişti. Fakat Arkathias, yolda garip bir şekilde hastalanmış ve kısa süre sonra da Thessalia Bölgesi’nin kuzeyinde yer alan
Tisaion kenti yakınlarında ölmüştü924. Bunun üzerine Mithradates’in
generallerinden Taksiles, komutayı ele alarak Sulla’ya doğru ilerlemeye
devam etti. Yolda, Pontos hakimiyetine boyun eğmeyen Abdera925
 ve
Amphipolis926 kentlerini ele geçirdi. Ayrıca birçok kereler Sulla’ya
Thessalia’dan yardım getiren Hortensius’un komutasındaki birliklerle
çarpıştı
927. Phokis Bölgesi’ndeki Elateia kentini muhasara ederken Atina’daki duruma ilişkin haber alınca kent üzerindeki kuşatmayı kal-dırdı
928. Askerleriyle Attika Bölgesi’ne doğru ilerlemeye başladı
929.
Sonunda, İÖ. 86 yılının baharında, Thessalia’da Arkhelaos’un kuvvetleriyle birleşti. Bu arada Mithradates’in yolladığı taze kuvvetlerin de
kendilerine katılmasıyla oluşan muazzam büyüklükteki Pontos ordusu
esas itibariyle, Thrakia, Pontos, Skythia, Bithynia, Phrygia ve Galat kabilelerinden meydana gelmişti. Söz konusu ordu, yaklaşık 110.000 yaya,
10.000 süvari ve 90 tane, dört atın çektiği tırpanlı arabaya sahipti930. Her
bir kabilenin başında kendi komutanı olmakla birlikte, hepsi Arkhelaos’un komutası altındaydı. Sulla’nın ordusu ise, özellikle İtaliklerden
oluşmakta olup, bazı Hellen ve Makedonia kentlerinden gelen birlikler
de bu orduda yer almaktaydı. Takriben 40.000 yaya ve az sayıda atlı
askerden meydana gelen Roma kuvvetleri931, toplamda Pontos ordusunun üçte biri kadardı
932.
Arkhelaos, İÖ. 86 yazı başında Pontos kuvvetlerini Thessalia üzerinden Boiotia’ya getirdi. Kısa süre sonra da, Elateia Ovası’nın ortasında

NOT : üzerinde su bulunan bir tepede konuşlanmış olan Sulla’nın ordusu karşısında savaş düzeni aldı. Her iki ordu birbirlerine yaklaştığı zaman Pontos ordusunun atlı birlikleri, savaş arabaları ve çeşitli kabilelerin bölük
bölük askerleri büyüklü küçüklü kalkanları ve yöresel silahlarıyla ovayı
doldurdular. Dolayısıyla Sulla’nın kuvvetleri Pontos ordusu karşısında
çok az göründüler. Bu bakımdan Romalıların gözü korktu. Zira savaşta
önce göz korkardı. Plutarkhos’a933 göre, Romalılar tereddüt etmekte
haksız sayılmazlardı; çünkü,
“ .... altın ve gümüşle ince bir biçimde işlenmiş silahların parıltıları, bakırla çeliğin parlaklığına karışan ışıltılı Media ve Skythia zırhlı ceketlerinin renkleri, askerler kıpırdadıkça ve sallandıkça alev gibi yanıyordu ve öyle korkunç görünüyorlardı ki;
Romalılar ordugahlarına çekildiler, Sulla askerlerinin korkularını geçiştirecek bir söz bulamadı ve kaçmalarını zorla önlemek
istemediğinden susup bekledi”.
Arkhelaos çeşitli kereler ordusunu savaş düzenine sokarak Sulla’yı bekledi934; fakat Sulla ve ordusu kendilerinden sayı bakımından bir hayli
üstün olan Pontos kuvvetleriyle açık alanda savaşmak konusunda tereddüt ediyordu. Bununla birlikte iki ordu arasında ufak tefek çatışmalar
oldu. Ancak Sulla, Pontos ordusu karşısında sürekli olarak temkinli
davranıyordu. Katı bir disipline uyan ordusunda tedbiri elden bırakmıyordu. Yürüyüş sırasında tam güvenlik, savunmada ise, tam koruma
sağlamaya çalışıyordu. Sulla’nın Arkhelaos komutasındaki Pontos güçlerine karşı yürüyüp, savaşa yanaşmamasının nedeni, askerlerini nitelik
bakımından değil; ama sayı bakımından oldukça aşağı görmesiydi. Bu
sebeple Arkhelaos’u, uzun kazıklardan yapılmış bir çitle çevrilmiş ve
derin bir hendekle kuşatılmış müstahkem Roma kampında karşılamayı
tercih ediyordu. Zira, Pontos ve müttefik birliklerinin gelişigüzel donanımlarını göstererek Romalıları nedensiz yere hor görmelerine göz yummakla zaferi daha kolay kazanacağını düşünmekteydi. Nitekim düşündüğü gibi de oldu. Pontos’lular düşmanın kendisini küçük göstermesine

kanarak büyük bir disiplinsizliğe düştüler. Pontos ordusundaki askerler,
zaten orduda kendilerine emir veren çok olduğu için, kumandanlarının
sözünü dinlememeye başladılar. Yağma ve çapulculuk hevesine kapılarak genellikle ordugahtan birkaç günlük yola uzaklaşıyorlardı. Ordunun
küçük bir kısmı ordugahta kalıyordu. Durum öyle bir hal almıştı ki;
askerler kendi başlarına aldıkları kararla Khaironeia’nın komşu kentlerinden Panopeos’u yağmaladıktan sonra, baştan aşağı yakıp yıkmışlardı.
Lebadeia kentini ise, talan ettikten sonra, kentin ünlü kehanet merkezini935
 soymuşlardı. Daima tetikte duran ve düşmanı gözetleyen Sulla,
Pontos ordusunu uygun bir mesafeden izleyerek savaşmak için uygun
bir zaman ve yer kollamaya başladı. Niyetlerinde daima atak; ama eylemlerinde tedbirli ve temkinli davranmaya devam ediyordu. Gözünün
önündeki kentlerin düşmanları tarafından harap edilmesine karşın o
askerlerini tahkimli Roma kampında işsiz bırakmıyordu. Adamlarına
Khaironeia yakınlarındaki Kephissos Irmağı yatağı civarındaki araziyi
çevirmeleri ve siper kazmaları emrini verdi. Amacı, askerlerin bu işlerin
yorgunluğundan bıkmasını ve tehlikeye atılmalarını sağlamaktı. Üçüncü
gün sonunda askerlere, artık çalışmak istemediklerinden gürültü yaparak
ve yalvararak ondan kendilerini düşmana karşı yürütmesini istediler.
Bunun üzerine Sulla, adamlarını Khaironeia yakınlarında, bir zamanlar
Parapotamos’ların akropolis’i olan tepeye sevk etti. Bu durumu fark
eden Arkhelaos ordusundaki χαλκάσπιδας=tunç kalkanlıları tepeyi
Romalılardan önce ele geçirmek üzere gönderdi. Fakat geç kaldıklarından Romalılar tarafından geri püskürtüldüler936. Bunun üzerine Arkhelaos ordusunu Boiotia ile Phokis bölgeleri arasındaki Akontion ile Hedylion dağlarına doğru sevk etti. Orada kuvvetli bir istihkam yaparak ordusunu konuşlandırdı
937. Sulla ise, Arkhelaos’un kayalık bir arazide Romalılardan hiç çekinmeden karmakarışık bir halde ordugah kurduğunu
öğrendiği zaman, Assos Irmağı’nı aşarak Hedylion Dağı’nın eteklerine
geldi. Assia Ovası denen yerde, Pontos ordusunun tam karşısında kamp
kurdu. Pontos’luların geri çekilmelerine fırsat vermeyip ansızın saldırmayı tasarlıyordu. Arkhelaos’un konuşlandığı dağların topoğrafyası üze- rine bilgi edindi. Ordusunu savaş düzenine sokarak Arkhelaos’un birliklerine biraz daha yaklaştı. Böylelikle Pontos ordusunun yolunu kapadı
ve Arkhelaos’u ister istemez burada kendisiyle savaşmak zorunda bıraktı
938. Bu sırada Khaironeia’lılardan önemli yardımlar aldı
939.
Sulla askerlerine bir günlük dinlenme verdikten sonra, düşmanları
savaşa girmek arzusunu gösterdikleri zaman şaşırtmak amacıyla komutanlarından Murena’yı bir legio ve iki cohors’la orada bıraktı. Ordunun
geri kalan birliklerini yanına alarak önce Kephissos Irmağı boyunca kurban kesti. Olumlu işaretler alması üzerine, düşmanları tarafından işgal
edilmiş Thourion940 (Isoma) olarak adlandırılan tepede keşif yapmak
üzere Khaironeia kentine gitti. Khaironeia’ya yaklaşan Sulla’yı kentin
tribunus’u askeri bir törenle karşıladı ve ona defneden bir çelenk sundu.
Sulla ise, askerlere ve kent halkına bir konuşma yaparak onları tehlikeye
atılma konusunda cesaretlendirdi. Bu sırada Homoloïkhos ve Anaksidamos adında iki Khaironeia’lı Sulla’nın yanına geldiler. Kendilerine az
sayıda asker verilirse, Pontos ordugahının karşısında, stratejik açıdan
önemli Thourion Tepesi’ni işgal etmiş olan düşman kuvvetlerini oradan
atabileceklerini söylediler. Zira düşmanın konuşlandığı tepenin hemen
arkasında Petrakhos denen bir dağ vardı. Buradan da Thourion Tepesi’ne Museion’dan geçerek varan, düşmanların bilmediği bir patika olduğunu belirttiler. Bu yolu kullanarak kolayca Pontos garnizonunun
konuşlandığı yerin üzerine geleceklerini ve onları yukarıdan taşlayacaklarını yahut da silahlarıyla ovaya püskürteceklerini iddia ettiler. Aulus
Gabinius’un bu adamların cesur ve emniyet edilir kişiler oldukları hak-kında teminat vermesi üzerine Sulla, onlara planı uygulama emri verdi941. Başlarına komutan olarak Ericius’u atadı
942. İşleri bu şekilde hallettikten sonra, kendisi Hedylion eteklerindeki ordugahına döndü.
Arkhelaos, Pontos ordusunun sayı ve donanım yönünden üstün olmasından dolayı, Sulla’nın kendisiyle karşılaşmaya cesaret edemeyeceğini düşünerek tedbiri elden bırakmış ve savaş için elverişsiz bir mevkide konuşlanmıştı. Bu yüzden, ordusunu bu alanda savaş düzenine sokamıyordu. Romalılar ise, Pontos ordusunun konuşlandığı Akontion ile
Hedylion dağlarının eteklerindeki Assia Ovası’nın kenarında yer alıyorlardı. Konumları gerek saldırmak gerekse geri çekilmek açısından idealdi943. Romalılar sayı bakımından az olmalarına rağmen, hareket kabiliyeti yüksek, Roma’nın müttefiklerine karşı verdiği savaşlarda cesaretini
kanıtlamış profesyonel askerlerden ve subaylardan oluşan disiplinli bir
orduya sahiptiler. Ayrıca, savaş tecrübeleri Pontos ordusundan fazlaydı.
Dahası, Roma’yı Akdeniz Dünyası’nın bir numaralı gücü konumuna
getiren legio düzeninde sıkı bir eğitim almışlardı ve komutanlarına karşı
itaatleri tamdı
944.
Pontos ordusu, sayı bakımından Romalılardan oldukça üstün olmasına karşın, değişik ulusların birliklerinden meydana geliyordu. Bundan
dolayı, ordu içinde karmaşa hakimdi. Ordunun dikkate değer bir kısmı
ise, –15.000 kişi– Mithradates’in verdiği bir kararla özgür bırakılıp ağır
silahlı yaya askerler arasına bölüştürdüğü kölelerden oluşuyordu945. Bununla birlikte orduda önemli miktarda çiftçi, tüccar ya da yalnızca kentlerinin milis kuvvetlerinde askerlik yapmış; savaş tecrübesi olmayan
kişiler yer almaktaydı.
Pontos ordusunun hafif piyade ve atlılardan meydana gelen kıtaları
ise, büyük ölçüde Thrakia, Media, Skythia946 ve Galatia’lı
947 askerlerden
oluşmaktaydı. Kavgacı karakter taşıyan bu kabileler savaşmayı severlerdi. Ülkelerinde her gün rastlanan kovalama, yol kesme, baskınlar
ve kabile reisleri arasında çıkan küçük ölçüdeki sayısız çarpışma içinde
yetiştiklerinden, savaş tecrübeleri ve cesaretleri tamdı. Fakat, kendileri-ne fazla güveniyorlardı ve disiplinsizdiler. Her bir kavim kendi ulusal
silahlarıyla yurdundaki usule göre, bireysel savaşıyordu. Bundan dolayı,
bu kadar çeşitli ve yabancı unsurları kendi bünyesinde barındıran Pontos
ordusundaki birlikler arasında uyum ve koordinasyon sağlanamıyordu.
Yukarıda sözü edilen kavimler, ordunun yürüyüşü sırasında birliklerin
korunmasına ve engebeli arazilerde, ormanlık alanlarda, kayalık ve derin
vadilerde gerilla taktiğine göre, kaçamaklı ani ataklar yaparak savaşmaya uygundular. Fakat, özellikle Roma legio’ları karşısında, ovalık ve düz
sahalarda yaptıkları çarpışmalarda başarılı değildiler948.
Romalıların, bu muharebede uyguladığı taktik dikkate değerdir. Roma ordusunun sağ kanadını
949 Sulla, sol kanadını ise, Murena idare ediyordu. Atlılar her iki kanada yerleştirilmişti. Galba ve Hortensius ise,
yedek cohors’larla arkada, tepelerin üzerinde nöbet bekliyorlardı. Zira,
düşmanın süvari ve hafif silahlı asker üstünlüğüyle kanatlarını uzatarak
Romalıları çevirme ihtimalini önlemek ve gerektiği taktirde Sulla ve
Murena’nın birliklerine yardıma gelmekle yükümlüydüler950. Sulla böylelikle ordusuna muharebe düzeni aldırdıktan sonra, kol halinde yürüyen
bölükleriyle başında bulunduğu vurucu gücü takviye eder etmez, en kısa
yoldan düşman ordusunun merkezine saldırmak üzere ileri harekata başladı. Diğer birlikler de savaş düzeninde peşinden yürüdü. Amacı, Pontos’luların açıkça savaş düzeni almasından ve kendisine saldırmasından
önce davranarak onlara hücum etmekti.
Bu sırada Khaironeia’lılar, Ericius komutasında gizlice Petrakhos
Dağı’nı aşıp Museion’dan geçerek Thourion’un tepesine vardılar. Birdenbire Thourion’da konuşlanmış olan Pontos’lulara göründüklerinde
bunlarda bir kargaşa ve kaçışma oldu. Khaironeia’lılar ve Ericius komutasındaki Romalıların düşmana bağırarak saldırmasıyla birlikte içlerinden bazıları öldürüldü. Diğerleri ise, mukavemet etmektense kendi
kamplarına doğru bayır aşağı kaçmayı yeğlediler. Fakat kargaşa sırasında birbirlerini iterlerken bir kısmı mızraklarının üzerine düştü, bir
kısmı Khaironeia’lılar ve Romalılar tarafından zırhsız yerlerinden vurularak öldürüldüler. Ovaya inebilmeyi başaranların bir bölümü ise, muharebe sırasına geçmiş olan Roma ordusunun sol kanadına komuta eden Murena’nın legionarius’ları tarafından imha edildiler. Sonuçta Thourion
civarında 3.000 Pontos askeri katledildi. Bu baskından hayatlarını kurtarabilenler ise, kendi ordugahlarına doğru kaçtılar951.
Bu saldırının beklenmezliği ve apansızlığı karşısında düşman soğukkanlılığını koruyamadı. Pontos safları karmakarışık oldu. Pontos’lular,
bu kadar çabuk çarpışmak zorunda kalacaklarını beklemediklerinden:
askerlerden kimi saftaki yerini almaya koşuyor, kimi diziliyor, kimi
atına gem vuruyor, kimi zırhını kuşanıyor ve herkes kendini korumaya
hazırlanıyordu. Böylelikle Arkhelaos daha Pontos saflarını oluşturmadan, Sulla hızlı bir yürüyüş ve geniş adımlarla ilerleyerek iki ordu arasındaki mesafeyi daralttı. Roma legio’larının talimlerde yüzlerce kez
denedikleri; savaşlarda ise, birçok defa uyguladıkları görünüşte basit
olan bu askeri manevra, tek bir adam bile kontrolsüzce ileri çıkmadan ya
da korkarak geride kalmadan kısa zamanda gerçekleşti. Bu sırada
Thourion Tepesi üzerindeki garnizonlarından kaçanlar henüz savaş düzeni almış hazır kıtaların içine karmakarışık bir halde atıldılar. Söz konusu durum, Arkhelaos’un savaş düzenine sokmaya çalıştığı Pontos
saflarında şaşkınlık ve korku yarattı. Ayrıca kumandanlarına boş yere
vakit kaybettirdiler. Çünkü Arkhelaos’un komutasındaki ordu hâlâ hareketsizdi ve yerlerini almaya koşan askerler henüz savaş düzenine girmeyi tamamlayamamışlardı. Bu sırada Pontos safları ne kadar dağınıksa,
Romalılarınki o kadar düzgün ve bir aradaydı. Böylelikle, Pontos ordusunun vurucu güçlerinden tırpanlı arabalar saf dışı bırakılmış oldu. Zira
bu arabalar, ilerlemelerine olanak veren düzlüklerde hız aldıklarında ve
savaş başladıktan sonra, düşman safları için tehlikeli oluyorlardı. Fakat
mesafe kısa olduğunda yeterli hıza ulaşamadıklarından saldırıları güçsüz
ve etkisiz olurdu. Bu yüzden Arkhelaos, tırpanlı arabaları kendilerine
karşı yürüyüş düzenindeki Romalılar üzerine gönderdiğinde bunlar önce
legionarius’ların önüne yerleştirilmiş olan sapancılar ve okçular tarafından karşılandı. Sonra sırasıyla bazı arabalar atları dizginlerinden yakalayarak arabacıları bertaraf eden Romalılar tarafından ele geçirildi. Bazı
arabalar ise, verilmiş olan emre göre, arabaların geldiği yönde açılmış
olan Roma saflarının arasından geçtiler. Böylece Roma ordusuna zarar
veremeden geçen arabaların sürücüleri kısa süre içinde Romalıların ok
ve mızrak yağmuru altında etkisiz hale getirildi952.Savaşı sapancılar ve okçular başlattılar. Sonra hafif birliklerin her
zaman yaptığı gibi, karşılıklı olarak geri çekildiler. Yerlerini ağır silahlı
askerlere bıraktılar. Göğüs göğüse çarpışma başladı. İki taraf da uzun süre
direndi. Arkhelaos komutasındaki Pontos ordusu, yürekliliğine, sayılarının çokluğuna ve süvari üstünlüğüne rağmen, disiplinli ve iyi eğitim
almış Roma legio’larına karşı, ağır piyade savaşında deneyimden yoksundular. Roma legio’ları gibi, durmadan bütün savaş taktiklerini tekrar
tekrar prova etmemişlerdi. Onlar, yalnızca dağınık bir kalabalık gibiydiler. Bununla birlikte savaş Arkhelaos’un, Romalıları çembere alma girişimiyle şiddetlendi. Hortensius ve Galba, seçme kuvvetlerin ağır süvari
saldırısı altında kalıp, düşmanlar tarafından çevrilerek dağlık alanlara
doğru gerilemeye başladıktan sonra, Sulla henüz savaşa girmemiş olan
sağ kanattan beş cohors’la onların yardımına koştu. Ancak Arkhelaos,
atların kaldırdığı tozdan Romalıların sağ kanadının Hortensius’un birliklerine yardıma geldiğini sezdi. Daha sonra da, bütün gücüyle başında
henüz kumandan yokken, Sulla’nın hareket ettiği Romalıların sağ kanadına saldırdı. Bu sırada Roma ordusunun sol kanadını koruyan Murena,
Taksiles komutasındaki Pontos ordusunun seçkin birliklerinden, tunç
kalkanlıların ağır baskısı altındaydı. Bu durumda Sulla, bir ara ne tarafa
gitmesi gerektiğini kestiremeyerek şaşırıp kaldı. Sonunda kendi birliklerinin başına dönmeye karar verdi. Yanındaki beş cohors’tan dördünü
Hortensius’a bırakıp, onu Murena’ya yardımcı gönderdi. Kendisi de
elinde kalan cohors’la kendi kanadına döndü. Romalıların sağ kanadındaki askerler, o ana kadar zaten Arkhelaos’un birlikleriyle başa baş dövüşüyorlardı. Sulla’nın da yardıma gelmesiyle Arkhelaos sayı üstülüğüne karşın, Sulla ile legionarius’larının kendilerini sıkıştıran, bu disiplinli
ve uyumlu hücumu karşısında etkili olamadı. Artık Pontos süvarisi de
Romalıları çevirip etrafını dolaşmak için açılmadı. Çünkü Roma atlıları
ve hafif silahlı askerleri tarafından etkisiz hale getirilmişlerdi. Bu sırada
Murena ve Hortensius da Taksiles’in komutasındaki tunç kalkanlıları
durdurmayı başarmışlardı. Kararlılıkla savaşmayı sürdüren Romalılar
karşısında daha fazla dayanamayan Pontos birlikleri sonunda geri çekilmek zorunda kaldılar. Bozulan ve bocalayan bazı Pontos birliklerinde
baş gösteren karmaşa, ordu içinde disiplinin kırılmasına ve panik çıkma-sına neden oldu. Böylelikle kaçış umumileşti. Dağılan birliklerin büyük
bir bölümü bilinçsizce kaçmaya çalışırken diğerleri de şaşkınlığa düşmüş ve korkmuş bir tarzda, sonunda tam bir firar halinde Akontion ile
Hedylion dağları üzerindeki ordugahlarına doğru koşmaya başladılar.
Bu arada Roma legio’ları ilerleyerek kaçan düşmanı amansızca takip
ediyorlardı. Arkhelaos’un Pontos kampının girişinde askerlerini tekrar
gayrete getirme çabaları da bir sonuç vermedi953. Pontos kuvvetlerinin
büyük bir bölümü savaş alanında, birçoğu da kendilerini ordugahlarına
atmak isterken kılıçtan geçirildi. Kısa bir kuşatmadan sonra, kapıları
kırarak Pontos ordugahına giren Romalılarla çarpışan Pontos’lular bir
kez daha bozguna uğradılar ve birlikleri dağıldı
954. Arkhelaos’un komutasındaki birliklerin her biri bir yana kaçtığı için, düşman da dağılarak
peşlerine düştü ve pek çok adam öldürdü. Ordunun en seçkin birlikleri
yok edilip, sağa sola kaçışanların bir kısmı esir alındıktan sonra, Pontos
ordugahı yağmalandı ve yakıldı. Böylelikle Sulla, önemli ölçüde savaş
esiri, silah ve ganimet elde etti955. Muharebenin sonunda, büyük Pontos
ordusundan –120.000 kişi– ancak 10.000 kişi Euboia Adası’ndaki
Khalkis kentine sığınabildi956. Bunun üzerine Sulla, savaşı mahareti
ve gücünün yanı sıra, talihi sayesinde kazandı diye, Arkhelaos’un askerlerini Assia
Ovası’daki Molos suyu yakınlarında bozguna uğrattığı yerde bir tropaion=zafer
anıtı diktirdi957. Üzerine de Ares, Nike ve
Aphrodite’ye ithafen bir yazıt yazdırdı.
Başka bir zafer anıtı da, Thourion Tepesi’ne
inşa edildi. Anıtın kaidesi üzerine, Pontos’-
luların Thourion Tepesi’nden atılmasında
gösterdikleri yiğitlikten ötürü Khaironeia’lı
Homoloïkhos ile Anaksidamos’un adları
kazındı
958. Arkhelaos komutasındaki Pontos kuvvetlerinin, Sulla komutasındaki
Roma ordusu tarafından, Khaironeia’da bozguna uğratılarak ağır kayıplar verdiği haberinin duyulmasıyla Mithradates’in Küçük Asya’daki
hakimiyeti sarsıldı. Söz konusu haber, Küçük Asya’daki Roma taraftarlarını sevindirirken, o zamana kadar Mithradates’in tarafını tutan Hellen
kentlerini düşündürmüş ve Pontos güçlerine olan sarsılmaz güvenlerini
kaybetmelerine yol açmıştı. Bu bakımdan Küçük Asya kentleri o anki
duruma göre, Mithradates’e karşı daha temkinli bir politika izlemeye ve
Pontos egemenliğine karşı ufak tefek memnuniyetsizliklerini belli etmeye başladılar. İyi bir haber alma teşkilatına sahip olan Mithradates ise,
kısa süre sonra durumun farkına vardı. Ajanları ona, Küçük Asya kentlerinde hareketlenmeler olduğuna ilişkin duyumlar aldıklarını bildirdiler.
Böylelikle kral, gerek kendisinin ortadan kaldırılmasına yönelik hazırlanan suikast girişimlerinden gerekse bazı Hellen kentlerinde Pontos hakimiyetine karşı yapılan ayaklanma planlarından haberdar oldu. Gerçi
kendisi de, bütün Hellen ittifaklarının, daima ilk yenilgiden sonra, hemen dağılarak sona erdiğini gayet iyi biliyordu959. Bu nedenle, o andan
sonra, Küçük Asya’daki kentlere karşı baskı önlemleri alma yoluna gitti.
Ancak, Mithradates’in kentlerde uyguladığı kuşkucu ve zalimce hareketler, sonunda halkı ve özellikle en önemli müttefiklerinden biri olan Galatları kendisinden uzaklaştırdı
960.
Mithradates, Khaironeia Muharebesi’nden önce, –belki de Galatların
kendisine olan sadakatlerini güvence altına almak için– Galat soylu ailelerinden altmışını, ağırlamak üzere kraliyet başkenti Pergamon’a davet
etmiş ve onurlarına şölenler düzenlemişti. Fakat kısa süre sonra, Galatlar kendilerini Pergamon’da tutsak gibi hissetmeye ve kralın kendilerine
karşı kibirli ve despotça davrandığını düşünmeye başlamışlardır. Bu
yüzden bazı Galat tetrarkhes’leri Mithradates’i ortadan kaldırmayı planlamış ve krala karşı çeşitli kereler suikast girişiminde bulunmuşlardır
961
:
“.... Mithradates haftada birkaç kez Pergamon gymnasion’unda
yüksek bir podyum üzerinde oturarak yargıçlık ediyordu. Galatların Tolistobogioi kabilesinin tetrarkhes’lerinden iri yapılı, güçlü ve korkusuz Poredoriks, Mithradates’i yargıçlık ettiği sırada
kolundan yakalayıp aşağı fırlatmayı düşünmüş; fakat bu suikast
girişimi ajanları tarafından Mithradates’e bildirildiğinden, kral o
gün gymnasion’a gelmemiştir. Komplonun ortaya çıkarıldığını
anlayan Poredoriks ve arkadaşları bu sefer hep birlikte kralın
üzerine saldırıp öldürmeyi planlamışlardır. Mithradates her nasılsa bu kez de, Galat şeflerinin planını öğrenmiş ve suikastı düzenleyen en tehlikeli şefleri birer birer saraya çağırıp öldürtmüştür. Poredoriks’in ölü vücudu da, dışarı atılmıştır. Tetrarkhes’in arkadaşlarından hiçbiri onun cesedinin yanına gitmeyi
denememiş; ama hayattayken bu Galat şefine olan aşkı bilinen
Pergamon’lu bir kadın, onunla gömülme riskini göze alarak
Poredoriks’in cansız bedenini gömmeyi üstlenmiştir. Kadını gören muhafızlar onu yakalayarak kralın huzuruna çıkarmışlar; fakat bu genç, masum kadını gören Mithradates duygulanarak onu
affetmiş ve Poredoriks’in, süs eşyalarıyla birlikte gömülmesine
izin vermiştir (Plut. mor. III. 23. 259 a-b; d: Mulier. Virt. XXIII).
 Ayrıca kral, kendisine komplo düzenleyenler arasında yaşıtları
arasında güzelliği ve çekiciliğiyle ön plana çıkan Bepolitanos adlı bir Galat delikanlısı hakkında verdiği ölüm cezasını daha sonradan üzülerek değiştirmiştir. Adamlarına; eğer genç sağ olarak
yakalanırsa onun gitmesine izin verilmesini emretmiştir. Bu sırada Bepolitanos üzerinde dikkat çekici derecede güzel bir giysiyle tutuklanmıştır. Bepolitanos’u yakalayan muhafız gencin
üzerindeki elbiseyi beğendiğinden onu hemen öldürmemiş ve giysiye kan sıçratıp kirletmemek için, ondan önce elbisesini çıkartmasını istemiştir. Tam bu sırada kralın habercisi koşarak yetişmiş ve Bepolitanos’un Mithradates tarafından affedildiğini ilan
etmiştir (Plut. mor. III. 23. 259 c: Mulier. Virt. XXIII)”Sonunda kral, altmış Galat şefini barışmak ve ülkeleri hakkındaki görüşlerini onlarla tartışmak amacıyla karıları ve çocuklarıyla birlikte onurlarına verilen bir şölene çağırmıştır. Her zamanki gibi, çabuk unutan, gülmeyi, eğlenmeyi ve iyi yemek yemeyi seven Galatlar kralın davetine
uyarak şölene gitmişlerdir962. Ancak şölen sırasında kralın bir işaretiyle
salona bir bölük asker dolmuş ve şölendeki bütün tetrarkhes’ler, maiyetleri ve aileleriyle birlikte katledilmişlerdir. Aynı anda Galatia’da ise, gene Mithradates’in emriyle bütün Galat soyluları öldürülmüştür. Bu katliamdan yalnız üç Galat tetrarkhes’i kurtulabilmiştir. Mithradates’in askerlerinin kuşatmasını yarmayı başaran bu üç kişinin arasında daha sonraları Galatia kralı olacak olan, Pompeius ve Cicero’nun dostu Deïotaros
da vardır
 963.
Mithradates’in, Galat şeflerini ve aristokrat tabakasını böylece bir
hamlede ortadan kaldırmasının altında kendisine karşı düzenlenen suikast ve baş kaldırmanın öcünü alma düşüncesinin yanı sıra, politik nedenler de yatıyordu. Mithradates bu katliam sırasında, aynı zamanda,
yakın arkadaşlarından Galatları destekleyenleri ve ayrıca kendi siyasi
karşıtlarını da öldürmekten çekinmemişti. Böylece, başsız kalan Galatia
Bölgesi’ni ve Galatları kolayca egemenliği altında tutabilecekti. Çünkü,
Sulla Küçük Asya’ya yaklaştığında onun tarafına geçip kendisine karşı
savaşabilecek, sadakatlerine güven olmayan, bağlılık ve fedakarlık duygularından yoksun Galat tetrarkhes’lerin hemen hemen hepsini ortadan
kaldırmıştı. Bu yüzden, en acımasız komutanı Eumakhos’u Galatia’ya
satrap olarak atamıştır. Ne var ki, Mithradates’in Galat şeflerini ve aristokrat tabakasını ortadan kaldırarak öndersiz kalan Galatları kolayca
yönetme planı, katliamdan kurtulan Galat şefleri tarafından etkisiz hale
getirilmiştir. Bundan dolayı Eumakhos’un Galatia satraplığı uzun sürmemiştir. Kısa bir sürede iyi bir ordu örgütleyen Deïotaros ve diğer iki
tetrarkhes, Galatia Bölgesi’ni Eumakhos’a karşı ayaklandırarak, İÖ. ca.
86/85 yılında, onu Galatia topraklarından kovmuşlardır. Bu surette,
Mithradates’in yaptığı söz konusu katliamlar ve sefer sonucunda eline, Galatia Bölgesi’nden topladığı paralardan başka bir şey geçmemiştir964.
Bununla birlikte Mithradates’in bu gaddar planı Galatlar tarafından nefretle karşılanmış ve o zamana kadar çeşitli kereler ortak düşmana karşı
müttefik olan bu kavmi kendisinden, bir daha birleşmemecesine ayırmıştır. Başka bir ifadeyle, bu tarihten itibaren Galatlar Pontos Krallığı’na karşı savaşmak için fırsat kollar olmuşlar ve bu durum genel olarak, özellikle Roma’nın işine yaramıştır
965.
Bu arada Khios Adası’nın Romalıları desteklediğinden şüpheleniliyordu. Mithradates zaten, Rhodos kuşatması sırasında vuku bulan bir
deniz savaşında bindiği amiral gemisinin yanlışlıkla bir Khios savaş
gemisi tarafından mahmuzlanmasından beri ada halkına kızgındı
966. Bunun yanı sıra, Khios’lular adalarındaki Roma mallarından elde ettikleri
gelirlerden kralın payına düşen kısmı gizleyerek ona vermemişlerdi.
Ayrıca Romalıların mal ve mülklerinden elde ettikleri gelirler üzerinden
krala vergi ödemiyorlardı. Dahası ada halkının zenginleri arasında sayılan birçok kişi sonradan Italia’ya kaçmıştı. Şimdi ise, söz konusu insanlar Khios’lularla haberleşerek Pontos idaresine karşı bir ayaklanma
hazırlığı içine girmişlerdi. Ayrıca, gizlice Sulla’yla da irtibat halindeydiler. Mithradates’e karşı harekete geçmek için ise, sadece Roma gemilerinin ufukta belirmesini bekliyorlardı. Bu yüzden Mithradates, komutanlarından Zenobios’u Hellas’a yardım gönderme bahanesiyle Ephesos’tan yola çıkardı
967. Zenobios ise, gecenin karanlığından yararlanarak
Khios önlerinde demirledi. Gizlice karaya çıkan askerler geceleyin kenti
ve savunmasız kaleyi ele geçirdiler. Sabahla birlikte halkı tiyatroda toplayan Zenobios, vatandaşların silahlarını toplamış ve kentin ileri gelen-lerinin çocuklarını rehin alarak Erythrai’a göndermiştir. Birkaç gün sonra ise, ada halkının bütün yaptıklarından Mithradates’in haberdar olduğunu söyleyerek, Khios’luların bütün ihanetlerini teker teker saymış,
onların aslında ölümü hakkettikleri halde kral tarafından 2.000 talanta
cezaya çarptırıldıklarını bildirmiştir. Khios halkı tapınak hazinelerinden,
kadınların mücevherleri ve altınlarından istenilen parayı toplamışlardır.
Fakat, Zenobios tartıda hata yaptıklarını söyleyerek, cezanın tam olarak
ödenmediği gerekçesiyle bütün ada halkını köleleştirmiş ve Kolkhis’e
sürmüştür. Adaya Pontos’lu kolonistler yerleştirilmiş ve Khios’luların
mülkleri Pontos’lular arasında paylaştırılmıştır
968.
Bu sırada Khios örneğini haber almış bazı Küçük Asya kentleri,
kendi başlarına geleceklerden korkmuşlardır. Bu yüzden Zenobios ordusuyla Ephesos önlerine geldiğinde, halk meclisi temsilcileri insanları
korkutmamak amacıyla ordusunu dışarıda bırakarak kente yalnız maiyetindekilerle birlikte girmesini rica ettiler. Bu ricayı kabul eden Zenobios,
son zamanlarda Ephesos’a askeri vali olarak atanmış, Mithradates’in
kayınpederi –kralın son eşi Monime’nin babası– Stratonikeia’lı Philopoimenos’u ziyaret etmiştir. Daha sonra da, maksadını açıklamaksızın
ertesi gün Ephesos’luları tiyatroda toplantıya çağırmıştır. Özellikle önlerindeki Khios örneğinden sonra, Zenobios’un bu şüpheli davetinden korkan kentteki Roma taraftarları bir araya gelerek aynı gece halkı Mithradates’e karşı ayaklandırmışlardır. Önce Zenobios ve maiyetini tutuklayarak hapsetmişler; daha sonra da onları öldürmüşlerdir. Böylelikle
Küçük Asya’nın en zengin kentlerinden biri olan Ephesos969, Mithradates’e karşı açık bir şekilde isyan etmiş ve diğer Hellen kentlerini Pontos
kralına karşı birleşmeye davet etmiştir. Ephesos’lular daha sonra kanun
hükmünde bir kararname yayımlamışlardır. Söz konusu kararnamede
şöyle diyorlardı
970
: “… [halkın] ortak kurtarıcıları olan Romalılara karşı eski iyi niyetini [korudukları] ve onların tüm buyruklarına [özenli bir şekilde uymaya çalıştıkları sırada] Mithradates, Kappadokia’nın
[kralı], Romalılarla yaptığı anlaşmaları ihlal ederek, [kuvvetlerini] topladıktan sonra hiçbir şekilde kendisine ait olmayan ülkenin efendisi olmak için [teşebbüste bulundu], bizlerin önünde
uzanan kentleri ele geçirdikten sonra, hileyle, kuvvetlerinin kalabalıklığıyla ve beklenmedik saldırısıyla paniğe uğratarak bizim
şehrimizin efendisi oldu. Bizim halkımız başlangıçtan beri Romalılara karşı iyi niyetinde sadık kaldığı için, (şimdi) ortak menfaatler doğrultusunda onlara yardım etmek için uygun fırsat yakalayınca ve aynı düşünceyle bütün vatandaşların kendilerini bu şeyler uğruna mücadeleye adamasıyla Romalıların egemenliği ve ortak özgürlük adına Mithradates’e karşı savaş açmaya karar vermiştir:…”.
Ayrıca bu bildirgeyle Ephesos’luların tapınaklar ve kent adına açılmış
bütün davaları düşmüş, hangi sıfatla olursa olsun, devlet tarafından
cezalandırılmış bütün yurttaşlar medeni haklarına yeniden sahip olmuş,
mahkumiyetleri ve borçları silinmiştir. Halkın vergi ya da özel sektörlere olan borçları hafifletilmiş veya bağışlanmıştır. Eline silah alarak askeri yetkililer önünde Pontos kralına karşı savaşmak üzere başvuran, kentlerinde yaşayan yabancılar, köleler ve azatlılar tüm haklara sahip
yurttaş olarak ilan edilmiş; kamu tutsakları ise, özgürlüklerine kavuşturulmuştur.
Ephesos’u kuzeyde Smyrna’ya güneyde Tralleis’e kadar Metropolis,
Hypaipa, Sardeis, Kolophon ve diğer kentler izlemiş ve başlarındaki tiranları ve kentlerindeki Pontos garnizonlarını kovarak Mithradates’e
karşı ayaklanmışlardır
971. Bunun üzerine Mithradates, Pontos hakimiyetine karşı isyan eden kentlerin üzerine askeri kuvvetlerini göndermiş, ele
geçirdiği kentleri ve insanları şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır
972.
Mithradates daha sonra da, Küçük Asya’nın bazı kentlerinde Pontos
hakimiyetine karşı başlayan isyanların önüne geçebilmek ve diğer kentlere yayılmasını önlemek için genel bir bildiri yayımlamıştır. Küçük
Asya’daki Hellen kentlerini tekrar kendine bağlamak için; şimdiye kadar
kendisine bağlı kalan bütün kentleri özgür kıldığını, daha önceki bütün
borçlarını sildiğini, kentlerde oturan yabancılara (= metoikos [m°toikow])
vatandaşlık, kölelere özgürlük verdiğini ilan etmiştir. Böylelikle söz
konusu hareket beklenen sonucu vermiş ve isyanın diğer kentlere de
yayılması engellenmiştir. Çünkü borçlular, kentlerde yaşayan yabancılar, köylüler, köleler ve zenginlerin bir kısmı tekrar Romalıların ezici
hakimiyetindeki mahkum yaşamlarına dönmektense bir süre daha
Mithradates’e bağlı kalmayı yeğlemişlerdir973.
Diğer yandan Sulla’nın Hellas’taki başarılarını yakından takip eden
ve Romalıların Mithradates’in bütün gayretine rağmen yavaş yavaş
yaklaşmakta olduğunu gören servet sahipleri ya da soyca asil olan kesimler Mithradates’ten uzaklaşmaya başladılar. Hatta içlerinden bazıları
krala suikast hazırlayacak kadar ileri gittiler. Kralın yakın çevresinden
Smyrna’lı Mynnion ve Philotimos ile Lesbos’lu Kleisthenes ve Asklepiodotos, Mithradates’i ortadan kaldırmak üzere bir komplo hazırladılar.
Fakat son anda Asklepiodotos suikast planını Mithradates’e bildirerek
ortaklarını ele verdi. Duyduklarına inanamayan ve böyle bir şeyi yakın
çevresindeki dostlarına yakıştıramayan kral; ancak, bir gece Asklepiodotos’un davetiyle bir araya gelen komplocuları gizlendiği divanın altından
gözleriyle görüp kulaklarıyla işittikten sonra, söylenenlerin doğruluğuna inandı
974. Fakat söz konusu hıyanet kralda büyük bir paranoyaya yol
açtı. O andan sonra Mithradates kuşkucu bir insan haline geldi. Böylece
herkesten şüphelenmeye başladı. Ayrıca her şüphelendiğini de merhametsizce ortadan kaldırdı. Bu sırada birçok kişi aralarındaki rekabet,
kıskançlık ve nefretten dolayı hasmına iftira atarak onun katledilmesine
neden oldu. Bu bakımdan yalnızca Pergamon’un ileri gelen ailelerinden
seksen kişi krala komplo kurdukları gerekçesiyle itham edilerek önce
tutuklandılar, sonra da idam edildiler975. Böylelikle birkaç ay içinde Küçük Asya kentlerinde Mithradates’e karşı suikast düzenlemek, isyana
kalkışmak ya da bir şekilde Romalılar lehinde davranmakla suçlanan
yaklaşık 1.600 kişi yaşamını yitirdi. Malları açık arttırmayla satıldıktan
sonra, kraliyet hazinesine konuldu976.
Bu arada Roma’da Marius taraftarları, Cinna’nın da yardımıyla yönetimi ele geçirerek Sulla’yı vatan haini ilan etmiş ve arkadaşlarını öldürmüşlerdir977. Marius’un zamansız ölümü üzerine ise, onun yerine
Sulla karşıtı demokrat/halk partiden Lucius Valerius Flaccus978 consul
seçilerek Mithradates’e karşı yapılacak olan savaşın komutasına atanmıştır
979. Böylelikle Flaccus, İÖ. 86 yılında, yanına iki legio alarak,
sözde Mithradates’le çarpışmak, gerçekteyse Sulla’dan komutanlığı
alarak onu ortadan kaldırmak üzere Adriatik Denizi’ni aşarak Hellas’a
ayak basmıştır. Sulla ise, Khaironeia Muharebesi’nden sonra, Flaccus’un
Roma ordusuyla Hellas’a geldiğini ve kendisine doğru ilerlediğini duyunca onu karşılamak için Boiotia üzerinden Thessalia yolunu tutmuştur980. Bu arada Flaccus’un düşüncesiz davranışları, açgözlülüğü981
 ve
haksız yere askerlerini şiddetli şekilde cezalandırması yüzünden, kısa süre sonra ordusu kendisinden nefret etmeye başlamıştır. Hatta ordunun
bazı bölüklerinin Thessalia’da Flaccus’u terk ederek Sulla tarafına geçtikleri görülmüştür. Bu sırada Flaccus’un legatus’u Flavius Fimbria982
araya girerek askerleri yatıştırmış ve ordunun dağılmasını engellemiştir.
Bu bakımdan Flaccus, Khaironeia’da düşmanla çarpışarak onu bozguna
uğratmış Sulla’ya saldırmayı göze alamamış ve kuzeye; Makedonia’ya
doğru ilerlemeye devam etmiştir983.
4.C. Orkhomenos Muharebesi ve Sonuçları
Tam bu sırada Sulla, Mithradates’in sütkardeşi Dorylaos komutasındaki
en az ilki kadar büyük bir orduyu984, Hellas’a göndermiş olduğunu haber
aldı. Bundan dolayı Flaccus’un üzerine yürümekten vazgeçerek, Pontos
ordusunu karşılamak üzere geri döndü. Dorylaos, İÖ. 86 yazında, içinde
Pontos ordusunun iyi yetiştirilmiş, tecrübeli askerlerinin de yer aldığı
yaklaşık 80.000 kişilik bir orduyu büyük bir donanmayla birlikte Euboia’da karaya çıkartarak Khalkis’e getirmişti. Orada, Arkhelaos’un
Khaironeia Muharebesi’nden arta kalan 10.000 kişilik ordusuyla birleşti985. Daha sonra da Dorylaos ve Arkhelaos komutasındaki Pontos
ordusu Boiotia’ya doğru yelken açtı. İlk önce, zoraki olarak Mithradates’in komutanlarıyla ittifak yapmayı Roma boyunduruğuna tercih etmiş
olan Halai, Anthedon ve Larymna gibi bazı Boiotia kentleri, limanlarını

NOT: 
984 Pontos ordusunun beklenmedik bir şekilde Khaironeia’da yenildiği ve Romalılar
tarafından neredeyse yok edildiği haberi Küçük Asya’ya ulaşınca, Mithradates oldukça şaşırmış ve doğal olarak korkmuştur. Yine de bu durum onun yeni bir ordu
toplamasına engel değildi. Bu yüzden dikkate değer bir performans sergileyip, kendisine bağlı bütün uluslardan asker yardımı alarak kısa zamanda büyük bir ordu daha
meydana getirmiştir (Plut. Sull. XX. 2; App. Mithr. 46; ayrıca krş. Licin. XXXV.
62-63 “Criniti”; Oros. hist. VI. 2. 6).
 Pontos kralı Birinci Mithradates-Roma Savaşı boyunca bir yandan ordusuna yeni askerler kazandırmaya çalışırken diğer yandan da askeri harcamaları karşılamak
için önemli miktarda sikke bastırmaya devam etmiştir (Price 1968, 4). 985 Pontos ordusunun mevcudu Plutarkhos (Sull. XX. 1-2) ve Appianos’a (Mithr.
49) göre, 80.000; Eutropius (V. 6. 3) ve Orosius’a (hist. VI. 2. 5-6) göre, 70.000;
Licinianus’a (XXXV. 63-65 “Criniti”) göre ise, 60.000 yaya askerden meydana
geliyordu. Ayrıca bk. Strab. X. 4. 10 c. 477; OGIS 372. 

**

Dorylaos ve Arkhelaos’a açtılar ve Mithradates’le yapmış oldukları eski
ittifakı yeniden tanıdılar986.
Böylelikle Pontos ordusu, Boiotia’ya girip kısa zamanda bölgeyi ele
geçirdi. Bu sırada Dorylaos, bir an önce Romalılarla çarpışmaya atılmak
için sabırsızlandığından orduyu derhal düşman üzerine atmak için ısrar
ediyordu. Çünkü, gerek ona gerekse Mithradates’e göre, Khaironeia
Muharebesi’nde aldatılmışlardı. Savaşı arazinin darlığı nedeniyle kaybettiklerine inanıyorlardı. Zira, aksi taktirde her bakımdan Romalılardan
üstün olan Pontos ordusunun Sulla’ya yenilmesine ve bu kadar insan
kaybetmesine olanak yoktu. Buna karşılık Arkhelaos, Romalılara karşı
çok ihtiyatlı davranılmasını önerdi. Onun Romalılar karşısında edindiği
tecrübelere göre, düşmanın durumunu ve gücünü iyice kavradıktan ve
ona göre plan hazırladıktan sonra, kendileri için en elverişli mevkilerde
harekete geçilmesi gerekiyordu. İki ordu önce, Boiotia’daki Kephissos/
Kopaïs Gölü’nün987 güneyinde, Haliartos kentinin batısında yer alan
Tilphossion Dağı yakınlarında karşılaştı
988. Dorylaos, Roma ordusunun
savaş düzenini gördükten ve legio’larının disiplinini ve sağlamlığını
ufak bir çarpışmayla test ettikten sonra, Arkhelaos’a inandı. Sonra da
Pontos ordugahını Kephissos Gölü’nün batısında bulunan Orkhomenos
kenti yakınlarındaki ovada kurdu. Düzensiz bir rejime sahip Melas Irmağı’nın suladığı ve yer yer bataklıkların bulunduğu Orkhomenos Ovası, Boiotia’daki ovaların en genişiydi. Melas Irmağı’nın kenarlarındaki
bataklıklara kadar ağaçsız ve dümdüz bir zemin üzerinde uzanan ova, on
binlerce Pontos askerinin, tırpanlı savaş arabalarının ve süvarilerinin
Roma ordusu karşısında istedikleri savaş manevralarını yapabilmeleri ve
ortak harekatlarda bulunabilmeleri için yeter derecede geniş, meydanlık
bir alana sahipti989.
Pontos ordusunun birçok bakımdan kendi ordusundan üstün olmasına rağmen, İÖ. 86 yılının yaz ayları sonunda Sulla da Orkhomenos
Ovası’na gelerek Dorylaos ve Arkhelaos’un karşısına kampını kurdu.
Yakında saldırıya geçmesi bekleniyordu. Fakat Romalıların umulan
hücumu gerçekleşmedi. Dorylaos ve Arkhelaos düşman kıtalarında karışıklık yaratmak için tırpanlı savaş arabalarını ön saflara yerleştirdiler. İkinci sıra Pontos ve Makedonia phalanks’larından ve ağır silahlı askerlerden oluşuyordu ve onların her iki yanında üstün sayıdaki süvari
birlikleri konuşlandırılmıştı. Üçüncü sırada Pontos yardımcı kuvvetleri
yer almaktaydı. Bunların arasına Roma tarzında silahlandırılmış rejim
düşmanı Italik köleler serpiştirilmişti. Pontos ordusunun son sırası hafif
silahlı askerlerden oluşmaktaydı. Arkhelaos’un amacı, Orkhomenos
Ovası’nda konuşlanmış olan Roma kuvvetlerini kuşatarak kılıçtan geçirmekti. Fakat bu durumu fark eden Sulla, düzgün ve süvariler açısından saldırmaya elverişli toprakları kontrol altında tutmaya gayret ederek
her bir Roma safının önünde ve ordusunun her iki kanadında siperler
kazdırmaya başladı. Bununla da yetinmeyerek siperlerin arasına kuvvetli
hisarlar inşa ettirdi. Böylelikle hafif silahlı asker ve süvari bakımından
kendisinden çok üstün olan düşman tarafından çevrilme tehlikesinden
kurtuldu. Daha sonra üç sıra ağır silahlı askeri, gerektiğinde birbiri ardına düşman üzerine sevk etmek üzere yerleştirdi. Hafif silahlı birlikleri
ve süvarileri ordunun arka saflarında konuşlandırdı
990. Sulla’nın amacı,
sert ve atla geçilmeye müsait toprakların yolunu düşmana kapayarak
Pontos kuvvetlerini bataklık alana sıkıştırmak ve onların manevra kabiliyetini ve üstün süvari birliklerini etkisiz hale getirmekti991.
Fakat Pontos atlı birliklerinin ve savaş arabalarının, Sulla’nın siper
kazan adamlarına saldırmasıyla başlayan savaş Romalıların püskürtülmeleri ve kendi kamplarına doğru geri çekilmeye başlamalarıyla devam
etti. Bunun üzerine Sulla, ikinci safta yer alan postsignanus’lara992 derhal ordunun ön saflarına geçerek ellerindeki uzun kazıklarla savaş arabalarını ve süvarilerini durdurmalarını emretti. Savaş arabalarının Roma
saflarına yaklaştığı zaman ise, antesignani993
 sıralarını ellerindeki uzun
kazıklarla postsignanus’lara yardıma gönderdi. Daha sonra hafif silahlı
askerlerinin ok, mızrak ve sapan taşlarıyla savaş arabalarını Pontos süvarilerine karşı savaşmaları için ön saflara yardıma yolladı. Bu taktik
sayesinde Pontos savaş arabaları ve süvarilerinin uzun kazıklar yüzünden, daha düşman saflarına yaklaşamadan hızları kesildi. Hafif silahlı
Roma birlikleri tarafından da ağır kayıplara uğratıldılar994. Ancak Dory-laos ve Arkhelaos’un görülmemiş bir şiddetle üzerlerine atılmasının yarattığı korku ve dehşet, Roma saflarının düzenini yıktı. Romalıların kurtuluşu kaçmakta aramalarına neden oldu. Romalılar Pontos süvarileri tarafından amansız bir şekilde takip edilerek ağır kayıplara uğratıldılar.
Roma ordusunda çözülme ve dağılma etkilerinin görülmesi üzerine
Sulla atından inerek eline bir bayrak aldı. Tek başına Pontos ordusunun
üzerine yürüdü. Bir yandan da kaçan askerlerine şöyle bağırıyordu995
:
᾿Εμοὶ μὲν ἐνταῦθά που καλόν, ὦ Ῥωμαῖοι, τελευτᾶν, ὑμεῖς
δὲ τοῖς πυνθανομένοις ποῦ προδεδώκατε τὸν αὐτοκράτορα,
μεμνημένοι φράζειν ὡς ἐν ᾿Ορχομενῷ=Ey Romalılar, benim
için burada ölmek güzel bir şeydir; size imperator’unuzu nerede
düşmana terk ettiniz diye soranlara, Orkhomenos’ta demeyi
unutmayın.
Bu sözlerden utanan ve galeyana gelen askerler kaçmayı bırakıp, geri
döndüler ve onu izlediler. Pontos ordusunun şiddetli baskısına uzun süre
dayandılar. Çetin geçen çarpışmalar sırasında uzun zaman kimin galip
geleceği belli olmadı. Fakat sonunda Romalılar, Pontos saldırısını durdurarak onları ordugahlarına geri çekilmeye zorladılar. Daha sonra siper
kazmaya devam eden Roma ordusuna, Arkhelaos ve Dorylaos’un tüm
güçleriyle saldırmasıyla savaş tekrar şiddetlendi. Çarpışma sırasında
Pontos ordusundaki okçular Romalılar tarafından sıkıştırıldılar. Geri
çekilecek ve yaylarını gerecek yer bulamadıklarından ellerine birçok ok
alıp kılıç niyetine düşmana bunlarla vurdular. Sulla ise, legio’ların ve
süvarilerin başına geçerek Arkhelaos’un komutasındaki süvarilere saldırdı. Arkhelaos’un oğlu Diogenes, üstün bir asker olduğunu göstererek,
ordunun sağ kanadında savaşırken herkesin gözü önünde öldü996. Bu
yüzden komutası altındaki süvari birlikleri dağıldı ve Roma süvarileri
tarafından ordugahlarına kadar kovalandılar. Sonunda ağır kayıplara
uğratılan Pontos’lular ordugahlarını dolduran yaralılar ve korku yüzünden kötü bir gece geçirdiler997.
Pontos ordugahının önünde ve ovaya açılan sol tarafında Roma
kampı ve siperleri, arka ve sağ kanadında ise, sazlarla örtülü bataklık ve Kephissos Gölü bulunuyordu998. Böylesine elverişsiz bir konuma düşürülen Pontos’luların sabahın alacakaranlığında başlayan Roma hücumlarını kırmak için yaptıkları her teşebbüs başarısızlıkla sonuçlandı. Pontos’lular son güçleriyle Romalılara saldırdılar. Fakat Romalılar tarafından tekrar geri püskürtülerek ordugahlarına kadar kovalandılar. Kısa bir
kuşatmanın ardından, kapıları kırarak ordugahtan içeriye giren Romalılarla bir süre göğüs göğüse çarpışan Pontos’luların birlikleri dağıldı ve
ordu içinde panik çıktı. Askerlerin çok azı direnmeye yeltendiyse de
kısa zaman içinde öldürüldüler. Geri kalanlar ise, ordugahlarını kaybetmenin yarattığı korku ve dehşetle düzensiz bir şekilde bütün süratleriyle
kaçmaya koyuldular. Bundan sonra Pontos’luların bozgunu korkunç bir
hal aldı. Firar için kaçacak bir yer bulamayan birçokları Kephissos Gölü
kıyılarındaki sığ sulara girerek yürüyüşlerine devam ettiler. Fakat Romalılar tarafından amansız bir şekilde takip edildiklerinden, bataklıklarda ve gölde okla öldürüldüler. Bazıları bu kıyımdan yüzerek kaçmayı
bile denedi. Bunların bir kısmı derin sulara gömülerek boğuldu, diğer bir
kısmı ise, yorgunluktan bitap düşerek sığ yerlere dönmek için çabalarken Romalılar tarafından katledildiler. Kephissos Gölü ile gölle aynı
ismi taşıyan ırmak ve çevresindeki bataklıklar ölülerin kanları ve cesetleriyle doldu999. Böylelikle, Pontos ordusunun yarıdan fazlası –yaklaşık
50.000 kişi
1000– iki gün içinde yok edildi. Geri kalanların büyük bir
bölümü ise, –takriben 25.000 kişi
1001– Romalılar tarafından esir alındı
1002. Arkhelaos ise, günlerce –3 gün1003– bataklıkta gizlendikten sonra, bir kayık bularak Euboia Adası’ndaki Khalkis kentine sığınmıştır. Daha
sonra da Mithradates’in Hellas’ta bulunan askerlerinden arta kalanları
bir araya toparlayıp hepsini Khalkis’e getirmiştir1004.
Sulla ise, elinde hiç gemi bulunmaması yüzünden Euboia kanalını
geçememiş ve Orkhomenos Muharebesi’nden sonra da Arkhelaos’u takip etmesine rağmen onu yine yakalayamamıştır. Ayrıca kendisinin donanma kurmakla görevlendirdiği legatus’u Lucullus’tan1005 da henüz bir
haber alamamıştır
1006. Bu bakımdan öfkesini, Orkhomenos Muharebesi’nden önce taraf değiştiren Boiotia kentlerinden çıkarmış ve Anthedon,
Larymna ve Halai gibi kentleri yakıp yıkmıştır. Daha sonra da ordusunun erzak ihtiyacını karşılamak ve İÖ. 86-85 yılı kışını geçirmek üzere
Thessalia’ya gitmiştir1007.
Bu sırada Flaccus az bir kuvvetle, Pontos’lular tarafından savunulan
Makedonia’ya girmiş ve kısa zamanda bölgeyi ele geçirmişti. Böylelikle
kısa süre önce Pontos’lular tarafından istila edilen Makedonia, bu sefer
de Flaccus’un ordusu tarafından yağmalanmıştır. Bununla birlikte özellikle Fimbria’nın komutası altındaki kıtalar tarafından ele geçirilen esirler ve savaş ganimetleri, zulüm gören halkın Flaccus’a şikayeti üzerine
consul tarafından geri verdirilmeye çalışılmıştır. Zaten açgözlü tavırları
ve askerlerine karşı acımasız ve haince davranışları yüzünden Flaccus’a
karşı ordusunda büyük bir hoşnutsuzluk mevcuttu. Consul’ün bu hareketi ise, –her ne kadar ona Makedonia’lıların takdirini kazandırmış olsa
da– kişisel cesareti, savaştaki ustalığıyla sivrilmiş, ordusu tarafından
sevilen ve cesur bir komutan olan legatus’u Fimbria’yla arasını bozmuş
ve askerlerini genel bir isyanın eşiğine getirmiştir1008.
Bu arada Flaccus, Sulla’nın Orkhomenos’ta Pontos ordusunu bir kez
daha bozguna uğrattıktan sonra, Makedonia yolu üzerinde; Thessalia’da
ordugah kurduğunu haber aldı. Sulla’nın kendisine biraz daha yaklaşması halinde askerlerinin kendisini terk edeceğini düşünerek Makedo-nia’da daha fazla durmaya cesaret edemedi. Kış olmasına karşın Thrakia
üzerinden Byzantion’a doğru hareket emri verdi. Çünkü Sulla gibi, onun
da elinde Küçük Asya’ya geçmek için gemi yoktu. Bu yüzden Roma’ya
sadık kalarak hâlâ Pontos’lulara karşı direnen Byzantion üzerinden Küçük Asya’ya geçmeyi planlıyordu.
Flaccus, İÖ. 85 yılının ilk aylarında Byzantion önlerine geldi. Uzun
süre zor şartlar altında yolculuk yapmış askerlerinin kente girdiği takdirde yağma yapabileceklerini düşünerek ordugahını kentin surları dışında kurdu. Ordusunu Bosporos’un karşı yakasına geçirmek üzere gerekli olan vasıtalar hakkında Byzantion’lular ve Khalkedon’lularla (Kadıköy) müzakere etmek için yola çıktı. Ordunun komutasını ise, komutanlarından Quintus Minucius Thermus’a bıraktı. Flaccus’un ordugahtan
ayrılması üzerine, legatus’u Fimbria askerleri consul aleyhine kışkırtarak komutayı ele geçirdi ve Q. Minucius Thermus’u ordugahtan kovdu1009. Daha sonra da karlar ve çamurlar içindeki kamplarından hareket
ederek önce Romalıların müttefiki, zengin ve dost Byzantion’un kapılarını kırıp kente girdiler. Sonra da önlerine geleni kılıçtan geçirip, zorla
evlere girerek kente yerleştiler. Flaccus Khalkedon’dayken ordusunda
isyan çıktığını haber aldı ve derhal Byzantion’a döndü. Fakat isyancıların elinden canını zor kurtardı. Çareyi önce kendisini getiren kayıkla
Khalkedon’a daha sonra da Nikomedeia’ya (İzmit) kaçmakta aradı.
Ancak kendisini takip eden Fimbria’nın adamları tarafından Nikomedeia’da gizlendiği kuyuda bulundu. Başı kesilerek Propontis’e (Marmara
Denizi) atıldı. Cesedi ise, gömülmeyerek vahşi hayvanlara yem olmak
üzere bir kenara fırlatıldı
1010.
Askerlerinin Nikomedeia kentini yağmalamasına izin veren Fimbria1011 daha sonra da elindeki güçlerle Bithynia’nın büyük bir kısmını işgal ederek Mysia’ya doğru ilerlemeye başladı. Nikomedeia’nın başına
gelenlerden1012 korkan Nikaia (İznik) Romalılara kapılarını açtı
1013. Çünkü Fimbria kendisine karşı direnen, yolu üzerindeki kentleri ve kırsal alanları acımasızca yağmalıyordu1014. Bunun üzerine Mithradates,
Pontos’tan çağırdığı oğlu ve veliahdı, kendi ismini taşıyan Mithradates’i, tecrübeli generallerinden Taksiles, Diophantos ve Laodikeia’lı
süvari komutanı Menandros’la birlikte büyük bir ordunun başında Fimbria’nın ilerleyişini durdurmak üzere gönderdi. Pontos ordusu önceleri
Fimbria’ya karşı başarılı saldırılar düzenleyerek onun yürüyüş kolunu
yavaşlattılar ve Romalıları geri çekilmeye zorladılar. Bu bakımdan
Fimbria, Lydia’nın kuzeydoğu sınırındaki kaynaklardan doğup Mysia’daki Daskylitis (Manyas) Gölü’ne dökülen Rhyndakos (Kocaçay)
Irmağı yakınlarında müstahkem bir mevkide konuşlanarak kamp kurmak zorunda kaldı. Daha sonra da ordugahın çevresine derin bir hendek
kazdırıp, kalın sırıklardan yapılmış bir çitle çevirerek tahkim ettirdi.
Kanatlara da iki set ördürdü. Hazır kıtalarını savaş düzeninde bekletti.
Ordusunu ise, bu sınırların arkasında tuttu. Romalılar karşısında kazandıkları ufak başarılardan cesaret alan Pontos’lular ise, tedbirsizce Fimbria’ya saldırdılar. Özellikle süvarilerin ağır kayıplar verdiği bu çarpışma
sonucunda Pontos ordusu yaklaşık 6.000 kişi kaybederek nehrin karşı
yakasındaki ordugahlarına çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Romalılar düşman uykuya çekilir çekilmez, geceleyin gizlice Rhyndakos
Irmağı’nı yürüyerek geçilebilecek sığ bir yerinden aşarak Pontos ordugahına baskın düzenlediler. Bu beklenmedik saldırının Pontos ordugahında doğurduğu kargaşa ve paniği gecenin korkunçluğu bir kat daha
arttırdı. Böylelikle Pontos ordusu, Romalılar tarafından kılıçtan geçirildi. Mithradates’in oğluyla birlikte baskından kurtulabilen az sayıda asker çareyi Pergamon’a1015 kaçmakta buldu1016.
Öyle anlaşılıyor ki; Orkhomenos yenilgisi ve Fimbria karşısında aldığı mağlubiyetler, Mithradates’in gerek kendisine gerekse ordusuna
olan güvenini kırmıştı. Bu bakımdan olayları şimdiye kadar olduğundan
başka gözle görmeye başladı: Sulla ve Fimbria karşısında kaybettiği
savaşlar onun Hellas ve Küçük Asya’daki hakimiyetini temelden sarsmıştı. Bu arada zaten Deïotaros ve diğer iki Galat tetrarkhes’i kısa sürede Galatları bir araya getirerek bir ordu oluşturmuşlar ve Eumakhos’akarşı ayaklandırarak, İÖ. ca. 86/85 yılında, onu Galatia topraklarından
kovmuşlardı
1017. Khaironeia Muharebesi’nden sonra, Küçük Asya’da
Pontos hakimiyetine karşı başkaldıran kentler ise, kralın Orkhomenos
yenilgisi üzerine kendilerini daha bir gayretle savunmaya başlamışlardı
1018. Ayrıca Sulla’nın Küçük Asya’ya geçmesiyle şimdiye kadar
baskıyla itaat altında tuttuğu kentlerin de kendisine karşı ayaklanacaklarına şüphe yoktu. Hellen kentlerinde doğabilecek yeni başkaldırılar bulaşıcı bir hastalık gibi şimdiye kadar Küçük Asya’da oluşturmaya çalıştığı düzeni yıkmaya yetebilirdi. Çünkü kentler mevcut duruma göre
davranışlarını belirler ve her zaman güçlüden yana olurlardı. Kimin
haklı, kimin haksız olduğuyla ilgilenmezlerdi. En basit ifadeyle, kazanan her zaman haklı, kaybedense haksızdı. Bundan dolayı Mithradates
Küçük Asya’daki kontrolü tamamen kaybetmeden, Sulla’yla anlaşmanın
yolunu aramaya başladı. Komutanı Arkhelaos’a en kısa zamanda Sulla’yla makul koşullar altında bir anlaşmaya varmasını emretti1019.
Sulla da stratejik ve politik sebeplerden dolayı bir an önce barış yapılması taraftarıydı. Savaşa son verip Roma’ya geri dönmek istiyordu.
Çünkü o Roma’yı terk ettikten sonra, Marius taraftarları yönetimi ele
geçirmiş ve Sulla’yı destekleyenlerin bir kısmını öldürmüş diğer bir
kısmını ise, Roma’dan sürmüşlerdi1020. Bu nedenle Sulla, hemen Arkhelaos’la buluşmak istedi. Sulla ile Arkhelaos arasındaki ilk görüşme Boiotia’nın kuzey kıyısında, Euboia Adası’nın karşında yer alan Delion kentindeki Apollon Tapınağı’nın önlerinde gerçekleşti1021. Uzun tartışmalardan sonra, şu maddeler üzerinde görüş birliğine vardılar: Mithradates, Ege Denizi’ndeki bütün adalar, Küçük Asya, Bithynia ve Paphlagonia’dan çekilecek, Bithynia’yı Nikomedes IV Philopator’a, Kappadokia’yı Ariobarzanes I Philoromaios’a geri verecek, Romalılara 2.000 talanta ödeyecek ve Sulla’ya donanmasından tam donanımlı 70 gemi tesis
edecekti. Her iki taraf da ele geçirdikleri savaş esirlerini, rehineleri, iltica etmiş askerlerini ve firari köleleri iade edecekti. Bunun üzerine Sulla,
Mithradates’e, İÖ. 89 tarihinden evvel Pontos Krallığı’nın hükmü altında bulunan toprakların kendisinde kalmasını garanti edecek ve onun Roma’nın dostu ve müttefiki olduğunu açıklayacaktı
1022.
Sulla ve Arkhelaos arasında kararlaştırılan bu anlaşmanın maddeleri
elçiler tarafından Mithradates’e gönderildi. Daha sonra da, İÖ. 85 kışının sonlarında, Sulla yanına ‘yeni dostu’ Arkhelaos’u1023 da alarak
Thessalia’dan Makedonia’ya doğru yürüyüşe geçti1024. Makedonia sınırına geldiğinde Enetoi, Dardanoi, Sintoi, Skordoskoi, Maidoi ve Thrakia
kabileleri üzerine yürüdü. Çünkü söz konusu kabileler devamlı Makedonia’ya akınlar düzenleyerek bölgeyi yağmalıyorlardı
1025. Böylelikle
Sulla, bir yandan Makedonia ve Thrakia civarında ikamet eden kabile-lere boyun eğdirip onların güçlerini kırarken1026 diğer yandan da ordusunun savaş tecrübesini arttırıyor ve elde edilen ganimetler sayesinde
askerlerini zenginleştiriyordu1027.
Bu sırada Mithradates’in elçileri Roma kampına gelerek Sulla’ya
kralın, bütün koşulları onayladığını; fakat yalnızca Paphlagonia’nın elinden alınmasını ve gemilerin hepsini vermeyi kabul etmediğini bildirdiler. Bununla birlikte, belki de kralın Fimbria’yla daha elverişli şartlar
altında anlaşabileceğini ima ettiler. Bunun üzerine elçilere sinirlenen
Sulla’yı Arkhelaos araya girerek yatıştırdı. Kendisinin bizzat Mithradates’le konuşacağını ve onu ikna edeceğini söyleyerek kralın yanına gitti.
Sulla ise, bu arada Makedonia’nın Maidike yöresini yağmaladı. Makedonia’da bir süre konakladıktan sonra, Hellespontos’a doğru yola çıktı.
Philippoi yakınlarına geldiğinde kralla görüşmüş olan Arkhelaos’u kabul etti. Arkhelaos, Sulla’ya kralın konuşulan bütün koşulları kabul ettiğini; ancak ne pahasına olursa olsun kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi. Bu isteğin en önemli nedeni o sıralar Batı Anadolu’da pek çok
kenti yağmalayan ve insanları acımasızca katleden Fimbria’ydı
1028.
Fimbria, İÖ. 85 yılında Mithradates’in göndermiş olduğu komutanları yendikten sonra, Mysia üzerine yürümüştü. Pontos kralının artık
Romalılar karşısında kendilerine yardım edemeyeceğini anlayan kentler
birer birer Fimbria’ya kapılarını açtılar. Fakat bu durum bile onları
Fimbria’nın zulmünden ve yağmasından kurtaramadı. Kyzikos’a (Belkıs) gelen Fimbria, önce kentin en zenginlerini tutuklatarak kırbaçlattı.
Sonra aralarından iki tanesini suçlu bularak öldürttü ve servetlerine el
koydu. Geri kalanların hayatlarını ise; ancak bütün servetlerini kendisine
hibe ettirdikten sonra bağışladı
1029. Daha sonra da Pergamon’a doğru
yürüyüşe geçti. Bunun üzerine Mithradates Pergamon’u terk ederek Pitane’ye (Çandarlı) sığındı. Kaikos Irmağı’nın Elaitikos (Çandarlı) Körfezi’ne döküldüğü sahil şeridinde yer alan Pitane aynı zamanda Pergamon’un liman kenti konumundaydı. Böylelikle Mithradates adalara dağılmış olan donanmasını Elaitikos Körfezi’nde topladı. Ancak kısa süre sonra Fimbria tarafından Pitane kentinde kuşatıldı. Şiddetli Roma saldırıları karşısında kentte zor anlar yaşamaya başladı. Bu arada Mithradates, Romalıların ellerinde gemi olmadığından hiç olmazsa o an için,
Fimbria’dan korunabileceğini umuyor ve bir yandan da Sulla’yla anlaşmaya çalışıyordu1030.
Fakat bu sırada, Sulla’nın İÖ. ca. 87/86 yılında Atina’yı kuşatırken
Roma müttefiklerinden gemi ve erzak tedarik etmek için gönderdiği
legatus’u Lucullus çeşitli kereler korsanlar tarafından yakalanma tehlikesi atlatmasına karşın sonunda –İÖ. 85 yılı baharında– Ege sahillerine
ulaşabildi. Yanında ise, Krete (Girit), Kyrene, Libya, Aigyptos (Mısır),
Phoinike (Fenike), Pamphylia ve Lykia sahillerindeki kentler ile Kypros
(Kıbrıs) Adası’ndan temin ettiği yardımlar sayesinde oluşturduğu bir
donanma vardı. Özellikle Mithradates’in Rhodos kuşatması sırasında
öne çıkan yetenekli amiral Damagoras komutasındaki Rhodos donanmasının da Lucullus’a katılmasıyla Romalılar Ege Denizi’ndeki Pontos
hakimiyetini tehdit edebilecek hale geldiler. Böylelikle Küçük Asya’nın
güneybatı sahillerindeki Karia kentlerinden Knidos (Datça) ve Kos
(İstanköy) Adası halkı, kentlerindeki Pontos garnizonlarını kovdular ve
Lucullus’a katılarak Samos (Sisam) Adası’na saldırdılar. Bunu, Mithradates’in Kolophon’a (Değirmendere) atadığı tiran Epigonos’un Lucullus
tarafından yakalanarak hapse atılması, sonra da Khios (Sakız) Adası’nın
işgal edilerek Pontos’luların adadan kovulması izledi1031.
Bu arada Fimbria, bir yandan Pitane’nin karadan kuşatmasını şiddetlendirirken, diğer yandan da o sıralar Khios Adası’nda konuşlanan
Lucullus’a, Pontos kralını denizden abluka altına almasını rica etti. Lucullus’a; eğer kendisiyle müşterek hareket ederse, Mithradates’i Elaitikos Körfezi içinde hem karadan hem de denizden çember içine alacak
ve Roma’nın en büyük düşmanı olan bu savaşçı kralı
1032 ele geçireceklerdi. Böylelikle Pontos’un bu azimli Kralı Mithradates VI Eupator
esir edilecek ve yıllardan beri devam eden bu savaşa bir son verilecekti. Fimbria, Lucullus’a bu fırsatı kaçırmaması için yalvardı
1033. Fakat Lucullus, sebebi her ne olursa olsun hasmının bu teklifini reddetti1034. Daha
sonra da donanmasıyla birlikte Hellespontos’a doğru yelken açtı
1035.
Lucullus komutasındaki Roma ve müttefiklerine ait donanmanın
Hellespontos’a doğru yelken açmasının ardından, Fimbria’nın giderek
şiddetlenen saldırıları karşısında Mithradates artık bunalmıştı. Bu bakımdan, Neoptolemos komutasındaki kuvvetli donanması sayesinde
deniz yoluyla Pitane kentini terk etti. Lesbos Adası’nın başkenti Mitylene’ye doğru yelken açtı. Daha sonra da Neoptolemos’u Lucullus’un
üzerine yolladı. Lucullus’un Khios Adası’ndan Hellespontos’a doğru
yelken açarken takip edeceği en kolay rota, Adramytteion (Edremit)
Körfezi’nin kuzeybatı kıyısında yer alan Lekton (Bababurun) Burnu’yla
Tenedos (Bozcaada) arasındaki Troas sahilleri boyunca uzanıyordu. Bu
bakımdan Neoptolemos, Pontos donanmasının hafif ve hızlı gemilerinden oluşan bir filoyu Lucullus’u Lekton Burnu açıklarında karşılamak
üzere gönderdi. Neoptolemos’un amacı Lucullus’un ilerleyişini sekteye
uğratmak ve düşman donanmasının gücü hakkında bir fikir elde etmek
olsa gerekti. Bunun üzerine, Lucullus’un donanmasıyla Pontos filosu ilk
önce Lekton Burnu önlerinde karşılaştılar. Kısa bir çarpışmadan sonra,
Pontos’lular savaşı bırakarak hızla geri çekildiler. Lucullus’un takibi
Pontos gemilerini yakalamaya yetmedi. Böylelikle Neoptolemos’un bu
hareketinin stratejik gayesine ulaşıldı. Roma ve müttefiklerinden oluşan
donanmanın gücü hakkında fikir sahibi olunmuş; az da olsa düşman
donanmasına zarar verilmiş ve Lucullus’un ilerleyişi sekteye uğratılmış 
Bununla birlikte Neoptolemos komutasındaki asıl Pontos donanması
Tenedos önlerinde Lucullus’u bekliyordu. Lucullus ve Rhodos’lu amiral
Damagoras komutalarındaki Roma donanması Tenedos açıklarında savaş düzenine geçmiş olan ağır silahlı ve tam donanımlı Pontos donanması karşısında yerlerini aldılar. Çarpışma Neoptolemos’un, Damagoras
komutasındaki hafif ve hızlı teknelerinden oluşan Rhodos filosuna cepheden tam süratle mahmuzlama harekatı yapmasıyla başladı. Sayıca
üstün Pontos donanmasının kalın bronz zırhlı ve ağır silahlarla donatılmış gemilerinin saldırmasıyla, savaş tecrübesi ve taktik bilgisi yüksek
bir amiral olan Damagoras çarpışmanın gücünü hafifletmek için gemilerine geri çekilme emri verdi. Böylelikle Pontos saldırısının şiddeti büyük
ölçüde kırıldı. Bunun üzerine Lucullus komutasındaki savaş gemileri,
Damagoras’ın yardımına gelerek Pontos filosuyla kanlı bir savaşa tutuştu. Birinci Mithradates–Roma Savaşı’nın son çarpışması olan bu deniz
harekatı Lucullus’un Pontos saflarını bozması ve Neoptolemos’u açık
denize sürmesiyle sonuçlandı. Böylelikle Lucullus Roma’nın Akdeniz’deki müttefikleri sayesinde oluşturduğu donanmayla Mithradates’in
denizlerdeki egemenliğini de büyük ölçüde sarsmış oldu1037.
Pitane önünde tasarladığı başarıyı elde edemeyip, Roma’nın düşmanı
‘savaşçı kralı’ yakalama fırsatını elinden kaçıran Fimbria ise, bu sefer
de hırsını önce Pitane daha sonra da Küçük Asya’nın diğer kentlerinden
çıkardı. Kendisine teslim olan kentlerdeki Mithradates taraftarlarını acımasızca cezalandırdı. Karşı koyan kentleri ise, merhametsizce tahrip etti
ve kırsal alanlarını yağmaladı
1038. Sulla’nın, Thrakia üzerinden Küçük
Asya’ya doğru ilerlediğini haber aldığında ise, onu karşılamak üzere
hızla Hellespontos’a doğru yürüyüşe geçti. Troas Bölgesi’ndeki Ilion’a
(Hisarlık) geldiğinde kente teslim olmalarını ve kapılarını açmalarını
emretti. Fakat Ilion’lular daha önce, Sulla’ya elçiler göndererek kenti
kendisine teslim edeceklerini bildirmiş ve ondan himaye ve yardım istemişlerdi. Bu sebeple Ilion’lular Fimbria’ya kentin zaten Roma’ya tabi
olduğunu ve kapılarını Sulla’ya açacaklarını bildirmişlerdir. Fimbria da
kendisinin de bir Romalı olduğunu söyleyerek kentin kapılarının ordusuna açılmasında ısrar etti1039. Fakat Ilion’lular, daha önce Fimbria’ya kapılarını açan Kyzikos’luların başlarına neler geldiğini bildiklerinden
onun kente girmesine izin vermediler. Bunun üzerine Fimbria, Ilion’u
kuşatarak on birinci günde1040 kenti ele geçirdi. Kadın-erkek, yaşlı–genç
ayrımı yapmaksızın halkı kılıçtan geçirdi, surları yıktı ve kenti ateşe
verdi. Hatta Athena Tapınağı’na sığınan insanları bile kutsal tapınakla
birlikte yaktırdı ve kenti yağmalayarak harabeye çevirdi1041. Bu arada
Sulla’nın öncü kıtaları Sestos1042 üzerinden Hellespontos (Çanakkale)
Boğazı’nı aşarak Anadolu yakasındaki Abydos (Nara) kentine geldiler.
Bunun üzerine, nedense kendisine doğru yaklaşmakta olan Sulla’yla
karşılaşmaktan korkan Fimbria, Hellespontos sahil şeridinden uzaklaştı
1043. Bu sefer de Hellespontos Phrygia’sını yağmalayarak Thyateira’ya
(Akhisar) doğru ilerlemeye başladı
1044. 
5. Dardanos Antlaşması

Sulla, İÖ. 85 yılının baharında ordusuyla Makedonia üzerinden Thrakia’ya geldi. O zamana kadar Mithradates yanlısı bir politika izleyerek
Makedonia’ya akınlar yapan Thrakia kabileleri1045 üzerine yürüdü. Bir-çok kereler onları ağır yenilgilere uğrattıktan sonra1046, Khersonesos’a
(Gelibolu Yarımadası) ulaştı. Orada uzun süre haber alamadığı legatus’u
Lucullus’la buluştu1047.
İÖ. 85 yılının yaz ayları sonunda Sulla, Lucullus’un gemileriyle
Hellespontos’u aştı. Lesbos Adası’nın Mitylene
kentinden hareket eden Mithradates ile Troas
Bölgesi’ndeki Dardanos (Maltepe/İntepe) kentinde bir araya geldiler1048. Bu buluşma esnasında Mithradates’in yanında iki yüz kürekli gemi,
yirmi bin silahlı asker, altı bin süvari ve çok
sayıda tırpanlı savaş arabası vardı. Sulla’nın o
anki kuvvetleriyse, dört cohors –2.400 kişi– ve
iki yüz atlıdan oluşmaktaydı
1049. Görüşme esnasında Mithradates, savaşın nedenini bir yandan
ilahi güçlerin, bir yandan da Romalıların üzerine
atarak kendini haklı göstermeye çalışmıştır
1050.
Mithradates’ten sonra1051, …ὑπολαβὼν ὁ Σὺλλας ἔφη πάλαι μὲν
ἑτέρων ἀκούειν, νῦν δʹ αὐτὸς ἐγνωκέναι τὸν Μιθριδάτην δεινότατον ὄντα ῥητορεύειν=söz alan Sulla, Mithradates’in son derece usta
bir konuşmacı olduğunu eskiden beri başkalarından duyduğunu; şimdi
ise, buna bizzat kendisinin de şahit olduğunu söylemiştir.
Çünkü Mithradates, gerçekleştirdiği bu kadar kötü ve kanunsuz işleri, üstelik 150.000 kadar İtalik’in öldürülmesini haklı göstermek için
güzel sözler sarf etmişti1052. Bütün bu konuşmalardan sonra, her iki taraf
anlaşmaya vararak1053, Troas Bölgesi’nin sahil şeridinde yer alan Dardanos kentinde, tarihe “Dardanos Antlaşması” olarak geçecek olan ‘sözlü anlaşmayı’ aşağıdaki koşullar altında yapmışlardır
1054.
Bu antlaşmada alınan kararlar uyarınca:
“Mithradates; Sulla tarafından Bithynia Kralı Nikomedes IV
Philopator ve Kappadokia Kralı Ariobarzanes I Philoromaios’la
barıştırılarak, onlara krallıklarını iade edecek; Küçük Asya ve
Paphlagonia topraklarından geri çekilecekti1055”.
“Savaş başladıktan sonra, kentlere ve stratejik açıdan önemli bölgelere yerleştirmiş olduğu bütün Pontos garnizonlarını kaldıracaktı
1056”.
“Ayrıca, Galatia Bölgesi’ni boşaltacak ve Pontos’lular savaştan
önceki sınırlarına geri çekileceklerdi1057”.
“Her iki taraf da ele geçirdikleri rehineleri1058
, savaş esirleri ile iltica etmiş askerleri ve firari köleleri geri vereceklerdi1059”.“Sulla ise; Romalılar adına, savaş sırasında Pontos saflarına geçen Hellas ve Küçük Asya kentleri için umumi bir af ilan edecekti1060”.
“Mithradates’e kalan yerlerin hakimiyetini onaylayıp, onun Roma’nın dostu ve müttefiki olan krallardan biri olduğunu açıklayacaktı
1061”.
Bunun üzerine Mithradates, Sulla’ya 2.000 talanta savaş tazminatı ödeyip1062, tam donanımlı yetmiş savaş gemisiyle1063 beş yüz okçu verdikten sonra, İÖ. 85 yılının yazında Pontos’a gitmek üzere denize açıldı
1064.
Böylece Birinci Mithradates–Roma Savaşı sona ermiş oldu1065. Sulla ise, Mithradates’le anlaştıktan hemen sonra bütün kuvvetleriyle
Fimbria’nın üzerine yürüdü1066. Onun Thyateira civarında ordugah kurduğunu haber alınca, ona yakın bir yerde kendi kampını kurdu. Fimbria
önceleri, ne teslim olmaya, ne de savaşmaya yanaştı. Bunun üzerine
Sulla, Fimbria’nın ordugahının çevresini derin bir hendek ve kazıklarla
çevirtti. Kendi vatandaşlarına karşı savaşmak istemeyen Fimbria’nın
askerleri, birer ikişer ordugahlarından firar ederek, Sulla’nın saflarına
katılmaya başladılar. Fimbria’nın bütün çabaları, –rica, tehdit, para,
mevki– ne askerlerini ne de subaylarını tekrar kendine bağlamaya yetmedi. Her geçen gün ordusundan kaçarak Sulla’ya iltica edenlerin sayısı
artıyordu. Sadakatinden emin olduğu adamların birçoğu, artık Fimbria’ya sırtlarını çevirdiler1067. Bu yüzden Fimbria, kölelerinden birini
para ve özgürlük vaat ederek Sulla’yı öldürmek üzere gizlice Roma
kampına gönderdi. Şüpheli davranışlarda bulunan ve korkan köle sonunda kendisini ele verdi ve suçunu itiraf etti. Bu durumu öğrenen Sulla’nın
askerleri Fimbria’nın ordugahı yakınlarına gelerek Fimbria’ya sövüp
saydılar1068 ve ona Athenion1069 gibi çirkin lakaplar taktılar. Bunun üzerine Fimbria son çare olarak Sulla’nın merhametine sığındı. Sulla ise, Fimbria’yla görüşmek dahi istemedi. Ama komutanlarından Rutilius’u ona gönderdi. Rutilius ise, Fimbria’ya açık bir şekilde,
derhal Küçük Asya’dan gemiyle uzaklaşması kaydıyla hayatının bağışlanacağını bildirdi. Fimbria ise, kendisinin “ ...biraz daha değişik; ama
daha iyi bir rotası” olduğunu söyleyip, Rutilius’un teklifini kabul etti.
Daha sonra da Pergamon’a gitti. Asklepios Tapınağı’na girdi ve kılıcını
kendine sapladı. Ancak yarası ölümcül değildi. Bunun üzerine kölesine
kendisini öldürmesini söyledi. Sadık köle efendisinin ıstırabını dindirdikten sonra, aynı kılıçla kendini öldürdü1070. Böylelikle Fimbria’nın
komutasındaki ordunun büyük bir bölümünün komutası Sulla’nın kontrolüne geçti1071. O zaman Sulla, komutanlarından Gaius Scribonius Curio’yu, IV. Nikomedes’i Bithynia; I. Ariobarzanes’i ise, Kappadokia tahtına tekrar oturtmakla görevlendirdi. Kendisi ise, İÖ. 85 yılının sonbaharında Küçük Asya’da gerekli gördüğü düzenlemeleri yapmak üzere
Ephesos’a gitti1072. 

DEVAM EDECEK