Şapşığ Çerkezliğinde Demirkapı ve Ben Nogaytürk..

ŞAPSIĞ ÇERKESLİĞİNDE DEMİRKAPI ve BEN NOGAYTÜRK…

Bu gece telefonuma, çağrı müziği olarak ( DOMBIRA, artık aptalları kandırmak için, AKP nin müziği literatürüne girdiği için…) çerkeslerin efsanevi müziği olan, ağlatan QAFE yi indirmeye çalışırken, ister istemez çerkes müziklerine ve çerkes kültürüne ve çocukluğuma daldım.

Toprağa verdiğim, sevgili Necmiye annemi, Raziye nenemi, Demir dayımı, Fahriye teyzemi hatırladım… Öyle ya, benim Aziz babam NOGAY olsa da, annem katışıksız bir şapsığ-çerkes idi. Ve ben de, ilkokula gidinceye kadar doğru dürüst TÜRKÇE konuşamayan, ama çerkesce konuşan bir çocuktum. ANA DİL… ana dili derler yaaa, bir çocuk büyürken vaktini, anayla geçiriyor çünkü… Ve Anneannem hiç TÜRKÇE bilmediğinden, ‘yaviyvuvvv’ çekerdi benim yaramazlıklarıma ! Benim Türkçe konuşmalarıma…

Çerkesler TÜRKTÜR, RUSTUR, KAFKASTIR şu ırktır, bu ırktır veya ırk değildir v.s konularına ve tartışmasına girmeyeceğim. Çerkeslik ; benim gözümde önce kültürdür, önce asilliktir ve asalettir.

Çerkesleri ; Çerkesyadan, Adige Cumhuriyetinden, Abhazyadan, Çeçenistandan, Kafkasyadan itibaren… hepinizin tanımasını isterim. M.Ö 3.000 yıllarına dayanan bir tarihi geçmişi ve ünlü seslerin az kullanıldığı, kril alfabesinde 64 harfli… kendisine özgü bir dili vardır çerkeslerin. Dili olanın,haliyle lehçeleri ve şiveleri de vardır tabii ki. Şapsığla çeçenin konuşmaları o yüzden biraz farklıdır.

Çerkesler savaşçıdır, ama emperyalist ve sömürgeci değillerdir ve TÜRKİYE ÇERKESLERİ dediğimiz olgu da ; 1763-1864 yıllarındaki Rus Çarlığı - Kafkas Halklarının savaşları neticesinde 1853 ten itibaren, Rusların 1828 yılından beri savaştıkları Dağıstanlıları, çeçenleri, inguşları, abzeğ ve Hakuçilerin torunları olan şapsıgları, nogayları (yaklaşık 1,5 milyon halkları), 1864 yılında Anadolu ve Kırım sürgününe göndermesiyle, Kırım’dan Avrupa’ya, ordan Karadeniz yoluyla Anadolu’ya ve Anadolu’dan da Ortadoğu’ya inen çerkeslerin, Anadolu’da kalan kısmıyla başlamıştır.

Tarihin en acımasız asimilasyonu, en acımasız sürgünleri, katliamları ve soykırımları, Ruslara karşı savaşı kaybeden Abhaz sadz (ciget), Aibga, Pshu, şapsığ, natuhay, ahçipsou, ubıh çerkeslerine yapılmış ve bu sürgün yollarında sayısız, yüzbinlerce çerkes nüfus, çoluk-çocuk-kadın salgın hastalıklar ve açlık yüzünden helak olmuş, sağ kalan bir kısım çerkeslerle bugünkü Türkiye çerkes nüfusu ortaya çıkmıştır.

Bu tarihi soykırım ve sürgün, 21 MAYIS 1864 Tarihiyle anılır. Anneannem o sürgünde, Balıkesir/Susurluk Demirkapı Köyüne sağ salim gelebilen, batı çerkesi ( Şapsığlar-Abzehler, Bjeduglar, Hatkoylar, Çemguylar, Mehoşlar, Berzegler…) küçük bir şapsığ kız çocuğudur. Birkaç göçten sonra Demirkapı’ya gelmişlerdir. Kabardeyler, Besleneyler, Ubıhlar da… Doğu Çerkesleri olarak, sürgünde kısmen Anadoluya inmişlerdir. Kabartay, Bjeduğ, K'emguy, Besleney, Abaza ve Nogay gibi, daha önceleri Rus yönetimine girmiş olan yarı feodal toplulukların göçleri, daha derli toplu olmuşsa da, bunların soyluları, mallarını elden çıkarıp köle ve taraftarlarını da yanlarına alıp, öncesinden belirledikleri yerlere, göç etmişlerdir.

Çerkes sürgününe, soykırımına tanıklık eden yaşlı bir çerkes ağabeyimizin hatıratından ; “ DENİZ KENARINDA YEDİ YIL BOYUNCA ATILMIŞ İNSAN KEMİKLERİ VARDI. KARGALAR, ERKEK SAKALLARINDAN VE KADIN SAÇLARINDAN YUVALARINI KURARLARDI. DENİZ YEDİ YIL BOYUNCA, KARPUZ GİBİ KAFATASLARINI ATIYORDU. BENİM ORADA GÖRDÜKLERİMİ, DÜŞMANLARIMIN BİLE GÖRMESİNİ İSTEMEM..! “

Ruslar, Çerkes köylerini basıp yakarak, geri dönüşü imkansızlaştırmak için de, tarlaları tahrip ettiler, meyve ağaçlarını bile keserek, halkı Karadeniz kıyısına doğru, zorla sürdüler. Bu durum karşısında önce, Ağustos 1863'te Abzehler, savaştan çekildiler. Şapsığlar da ardından, direnişe son verdiler (Kasım 1863). Kış koşulları, yani Karadeniz'in ulaşıma elverişli olmaması nedeniyle, Şapsığlara 6 Mart 1864'e kadar, köylerinde kalma izni verildi. Ruslar, Şubat ve Mart 1864'te, ateşkesin yürürlükte olduğu Şapsığ toprakları üzerinden, henüz boyun eğmemiş olan ve Şapsığların güneyde bulunan Ubıh topraklarına doğru ilerlemeye başladılar ; Ubıhlar 24 Mart 1864'te teslim oldular. Ruslar 25 Mart 1864'te,şimdiki Soçi kenti yerinde bulunan eski Rus kalesi Navaginsk'i, çarpışmasız yeniden ele geçirdiler. Ubıhlar, Osmanlı'ya göç etmek istediklerini Rus komutanlığına bildirdiler. Rus komutanlığı hazırlanmaları için bir ay süre tanıdı. Daha sonra Abhaz Ahçıpsı, Aibga ve Pshu toplulukları üzerine büyük bir askeri harekât başlatıldı. Nisan ve mayıs ayları boyunca süren harekatla dağlık bölgelerdeki halk deniz kıyısına indirildi. 21. MAYIS bu yüzden çerkes veya Kafkas sürgününün miladı olmuştur.

Adıge/Çerkes/Kafkas sürgünü sırasındaki Rus politikası, Çerkes nüfusu bir an önce Rusya sınırları dışına göndermek ve onlardan ebedi kurtulmak biçiminde uygulanmıştır. Karadeniz kıyısına yığılan sivil nüfus, nine ve dedelerimizce de doğrulandığı gibi, Rus askerlerinin süngü ve dipçik darbeleriyle de zorlanarak, bazı durumlarda oturmaya bile yer kalmayacak biçimde ve insanlar, yığınlar halinde gemilere doldurulmuştur. Bu yüzden zayiat da büyük olmuştur.

Osmanlı yönetimi ile koordineli olarak, Batum, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Sinop, kefken şimdiki Akçakoca, Burgaz, Varna ve Köstence'de, bu tarihte çerkes sürgününe karşın, göçmen kampları kurulmuştur. Bu yerler açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle, kısa sürede ölüm kamplarına dönüşmüştür. 1864'te Türk yönetiminde olan Batum'a 70 bin, Trabzon'a ilk posta 24.700 (19 bini öldü), ardından 63.900 Çerkes (günde 180-250 kişi ölüyordu), Samsun'a da 110 bin Çerkes (günde ortalama 200 kişi ölüyordu) çıkarılmıştır. Kısa bir süre içinde, kampların çevreleri yer yer toplu Çerkes mezarlıklarına dönüşmüştür.

1863'te daha çok, Natuhay ve Abadzehler ile yarı feodal topluluklar,1864'te ise Şapsığ, Hak'uç, Ubıh ve Cigetler göç etmişlerdir veya öyle de demeyelim göç ettirilmişlerdir. Bu arada salgın hastalıklar nedeniyle İstanbul'a göçmen sokulması yasaklanmış, sevkiyat Balkanlar'a yönlendirilmiştir.

Calib-i dikkat ; işbu soykırımı yazan tarihçiler başta, çerkesler dahi nedense… bu soykırımı yapan Rus Çarının, Rus İmparatorunun adını, pek yazmazlar. II. Aleksandr Nikolayeviç 29.04.1818-13.03.1881 yılları arasında hüküm sürmüş bir Rus İmparatorudur… Ve bu sürgünlerden bizzat sorumludur.

Özellikle, solcu, sosyalist, KOMÜNİST olmuş veya sempati besleyenler, çarın temizliğini sürdüren LENİN’e, STALİN’e laf gelecek diye, Leninist ve stalinist olamayacağız diye, bu soykırımın asıl faillerini pek zikretmezler ki ; ben o yüzden çerkes arkadaşlarıma, hep demişimdir ; Arkadaş, size ve bize yakışmayan tek fikir ; emperyalizmin, sömürünün ağa babalığını yapan ve çerkesleri ve Kafkas halklarını ve avrasyadakileri katliamlarla yok eden çarlar da, ruslar da, rus leninler de, rus stalinler de… size örnek bize lider olmamalıdır. Katilinize aşık, sizi vatansız bırakanlardan yana olmamalısınız ! Olmamalıyız !

Ama, sürgünde Avrupa’ya, Ortadoğu’ya veya Anadolu’ya düşen çerkeslerin çoğu, sosyal yaşamlarından ötürü ya kendi içlerindeki işbirlikçilerce asimile edilmişler ya çok dindar ya da çok komünist yapılmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, TÜRK Nüfus cüzdanı ile eşit vatandaş olarak yaşayan çerkeslerin, içinden çok az da olsa çıkan TC Düşmanı çerkesler, veya şimdi TC nin yıkılışına seyirci olup, katkı sunacak şekilde sözde dindar partilerde yer alan çerkesler, bölücü ve ayrılıkçı çerkesler… beni hep utandırmışlardır.

Benim gibi bazıları da, yaşadığımız vatana ihanet etmemek saygımızdan dolayı, TÜRK ve Türk Milliyetçiliği fikriyatını benimseye gelmişiz. Çerkes Sürgününde Manyas’a yerleşen BERZEG lerden olan, 70’li yıllarda ben Susurluk Ülkü Ocaklarının Başkanlığını yaparken, o da Bandırma’da Ülkü Ocakları Başkanı olan, sonradan öldürülen Mahmut BERZEG arkadaşımı, rahmetle anıyorum.

Bir ara, nogayköydeki ev ve çocukluk halimi, çerkes evimi yazmıştım biraz… ( https://www.facebook.com/notes/rama... ) Çerkes toplumu, kendi içindeki tarihsel gelenek ve görenekleri ile yaşayan bir toplumdur. Bu gelenek ve göreneklere, yazılı olmayan ama sözlü örfi hukuk kurallarıyla biçimlenmiş adıyla, HABZE denir. Halk arasında da, Çerkes Adetleri olarak bilinir.

Çerkeslerdeki geleneksel toplumsal yapı ; soy topluluğu (klan) ve boy-kabile yapılanması özelliklerini çok taşır. Çünkü, sosyal yaşamlarının birinci ölçütü, insan sevgisi ve saygıdır. Ortak bir atadan geldiğine inanan ve aynı soyadını taşıyan aileler tlepk (lhepk olarak da yazılır; лъэпкъ) denen soy topluluklarını, yani sülaleleri oluşturur. Aynı tlepk'ten olan herkes, birbirini yakın akraba sayar ve aralarında kesin evlenme yasağı uygularlar. Çerkesler, hem tek eşli, hem de akraba evliliklerine karşı topluluklardır. Evlenme yasağı, anne tarafından tlepk için de geçerlidir. Yani baba soyundan, ata soyundan gelenler nasıl aile içi görülmüşse, ana soyundan gelenler içinde aynı şey düşünülür. Her tlepkin kendine ait bir damgası vardır. Macarlar da olduğu gibi, Çerkes(çe)de de sülale adı önce, şahıs adı ise, sonra gelir: Tevune Haçim. Sülale adlarında «... oğlu» anlamındaki takı (-ka, -ko, -kua, -kue) Doğu Çerkesçesinde -kwue, Batı Çerkesçesinde kwo biçiminde yazılır. Bu sistem, diğer Türk boylarıyla aynilik arz eder.

Çerkeslerin en önemli değerlerinden bir tanesi de, saygıdır. Çerkeslerle yapılan bir mülakatta “Çerkes denilince aklınıza gelen ilk özellik nedir?” sorusuna çoğu kişi ; “saygı” karşılığını verir. Örnekseyecek olursam…; Annem, 14 yaşında gelin olmuş, ama evlendikten sonra asla büyüklerinin yanında sofraya oturup, yemeğini onlarla birlikte yememiştir. Çerkes gibi süzülme ve çerkes gibi dikilme ! sözü ordan gelir. Çünkü, evin gelininin, kocasıyla da olsa büyükleri yemek yerken, onlarla oturup yemek yemesi, ayıp karşılanır. Çerkes Gelini daima, sofrayı kaldırdıktan sonra, varsa çocuklarıyla yemeğini yer. Belki de bu saygılarından dolayı, çerkes kızlarıyla evlenmek isteyenler, daima çok olmuştur.

Ve çocukken çok şaşırdığım bir saygı enstantenesi de, gerek annemin gerekse nenemin, yolda yürürken karşıdan bir erkek gelip yaklaştığında, yolun kenarına çekilip, arkalarını dönüp, o erkeğin geçişini beklemeleriydi… Sanırım bu adet, islamlaşan boylarda daha fazlaydı.

Veya, cenaze çıkan bir evin önünden geçerken herkes susar, asla ıslık bile çalmazlardı.

Çerkeslerin en güzel özelliklerinden biri de; büyüklere olan saygı ile, küçüklere olan sevgi tezahürleridir ve misafirperverlikleridir. Hangi çerkes köyüne giderseniz gidin, sizi mutlaka ağırlarlar, mutlaka yedirip içirirler ve mutlaka en temiz yataklarında yatırırlar. Büyükseniz saygı görürsünüz, küçükseniz sevgi ve şevkat görürsünüz. Başınız okşanır. Ve bunu, hiç tanımadıkları ve hiçbir ilişkileri ve menfaatleri, olmadığı halde yaparlar.

Çerkeslerin evlerinde biliniz ki, mutlaka misafiri doyuracak bir zula, yatıracak bir temiz oda ve yatak vardır. Hatta, eskiden evlerde su tesisatı olmadığı zamanlarda, sabah kalktığınızda sizden önce mutlaka kalkmış evin hanımı, gelini, kızı... sizin dışarda el-yüz yıkamanız için su dolu bir ibrikle hazırdır. Ev sahipleri, misafirlerden önce kalkarlar ve hazır beklerler. Misafire yapılacak bir eksiklik, saygısızlık olarak görülür çünkü…

Aslında çerkes örfünde, kadın erkek eşitliği had safhadadır. Çünkü, gerek zegaslarda, gerek düğünlerde genç erkekler ve genç kızlar, bir evde toplanabilirler ve sabahlara kadar sohbetler yaparlardı. Katıldığım zegaslarda, asla kimse, kimseye yanlış yapamaz ama gerek kızlar ve gerekse genç erkekler, ileride evleneceğimiz kişileri orada bulmaya, orada onu tanımaya çalışırdık.

Veya genç erkekler, başka bir şehre veya köye düğüne gidecekseler, köydeki kızları da alırlar, onlarla 2-3 günlüğüne giderlerdi ve dönüşlerde kızların hepsi, tek tek evlerine bırakılırdı. Bugün şehirde hangi baba, kızını düğüne gidecek gençlere teslim eder, bilemem. Demirkapı’dan, taa Kepsut un çerkes köylerine, böyle kızlı erkekli gidip, orada evlerde misafir edilip, düğüne katkı sunup, döndüğümüz günleri... mutlulukla hatırlarım. ERTAN-FERDAN, KENAN, FEVZİ gibi hatırlayabildiğim arkadaşlar, mızıka çalarlar, tahta çalarlar, çerkesce şarkılar bile söylerlerdi ki, bu katkılarıyla düğün renk kazanırdı. O günlerdeki gibi düğün ve zegaslar, hala var mıdır bilmiyorum…! Var olmasını, ümid ediyorum.

Bu gecenin bana verdiği otantizmden dolayı, ağlayan cafeyi defalarca dinlerken, gözlerimin ıslanmasından dolayıdır ki… bu yazımı yazdım.

Bu yazımdan dolayıdır ki ; eğer vakit bulursam, bir gün de çerkes sürgününü ve soykırımını, çerkes adet ve geleneklerini v.s konu eden, bir şeylerde yazmayı… istiyorum artık. Yazım için ; Vahşi kapitalist düzenimizden dolayı, bu anlattıklarından eser kalmamıştır gibi, bir yorumda bulunmayın bence… Çünkü köyüm Demirkapı’da, geçen yıl İrfan-Seval ASTUNÇ arkadaşıma misafir olmuştum da... bunların bu güzel adetlerin aynını, hala devam ettirdiklerini, misafirperverliklerini gördüm. Aslında öyle de demeyeyim, hala çerkes köyleri ve o köylerde yaşayan çerkesler var, ve ben de onların çerkesliklerini gördüm…demeliyim. Şehirlerdeki dezenformasyon, batı tipi sosyal yaşam, köyde yaşayanları tam eskitememiş, eskitemesin ve bu HABZE... yaşasın efendim !

AĞLATAN QAFE ;  https://www.youtube.com/attribution...

29.03.2017 NOGAYTÜRK