Sinem Arıtemiz Yazdı..Psikoterapi Nedir ?

 

PSİKOTERAPİ NEDİR  ?

        …Ve sümüklü mendiliyle gözlerini siliyordu. Bense yanağına yapışmış sümüğe kayıyordum. Gözümü alıyorum ama inatla geri ona dönüyordu. Uzun, hafif sarı, şeffaf, ince bir tabakaya dönecekti kurursa. O sümük yumağı beni çekiyor, ben geri ona dönüyor, bir yandan da anlattıklarını dinliyordum.

"Aman Allah’ ım 27 yaşını görebilmiş olmasına şükürler olsun."  

Defalarca tedaviyi deneyip pes etmiş, ölümün eşiğinde olduğunu söylüyor ve karşımda oturuyordu. Bense kafamda bir sürü hipotez, bir yığın kuram; anlattıklarının arasında bir parça sümüğe ve kurgularıma tutunmaya çalışıyordum. Derinleşen hislerimi sümük parçasını sevebilmem azaltabiliyordu ancak. Psikoterapi biraz da buydu, insani bir sevgi ve kabulün üzerine konuşlanmış bir bilim. Biliyordum onlarca kuramın arasından sıyrılan bir şey vardı burada, usul usul aramızda salınan bir denge. Bir yanımız içerde ve uyanık bir yanımız birbirine uzanmış, zihinsel bir difüzyon… Ve o alanda, o alanı taşıyan kısacık anlarda, devamlı yoklanıyordum. “Dayanabilecek mi?” Gözyaşlarını taşıyabilecek miydim, onu kaldırabilecek miydim?

*H.’ nin ilk seansıydı. Odaya bir hayalet gibi süzülerek gelmişti, koltuğun içine dökülmüş ve anlatmaya başlamıştı, gözleri ateş gibi cayır cayır yanarak başladığı konuşma sessizleşip bir inilti halini alana dek… Babası onun gözyaşlarına öfkelenirdi, annesi daha çok ağlanıp sızlanmaya başlardı. Benden de aynı şeyleri bekliyordu. Ama belli ki bir yanı da orda durabilmemi, her şeye rağmen orada kalabilmemi istiyordu.

Taş gibi duramazdım, insandım; “Tamam! Hepsi geçti!” diyemezdim, terapisttim. Tabi ki sustum…

Sırtında taşıdığı yüklerin hepsi tek tek elekten geçecekti. Elekte kalan işlenmemiş her bir anı H.’ nin zihninde bir kördüğümdü, kimisi yoğun duygularla anımsanan kimisi hiç anımsanmayan. Duyguların yoğunluğu seanstaki ilişkide her söze döküşte azalacak ve H. ‘nin bunları kaldırma kapasitesi artacaktı. Bu kapasite arttıkça yaşamını kurgulayabilecek ve korkmadan özgürlüğünün tadını çıkarabilecekti. Gerçek kendiliğini bu süreçte tökezleyerek de olsa inşa edecek, iç görü ve farkındalıkla, bugüne kadar onu var eden sahteliği adım adım bırakacaktı. Tüm bu süreçte daha önce bilmediği bir ilişki biçimi deneyimleyecekti. “Önemli ötekiler” dediğimiz, çocukluğunun temel dayanaklarını kuran insanlardan edindiği ilişki mirası yeni bir bağlanma deneyimiyle kendisi için gerçek bir hazineye dönüşecekti. “Güvenli bir dayanak” (terapist) tarafından koşulsuz sevgi ve kabul görmek, en nihayetinde anlaşılmak, yaşamının ilk yıllarında eksik kalan ya da fazla gelen ilişkisel deneyimleri sağaltarak H.’ yi gerçekçi bir düzleme çekecekti.

En azından psikoterapiden beklediğimiz buydu. 

Eğer H. orta kulak iltihabı ile bana gelseydi ve ben bir KBB Uzmanı olsaydım, farmakolojinin nimetlerinden yararlanarak H.’ nin ağrı ve sıkıntısına bir çözüm oluşturabilirdim. Ancak psikolojik rahatsızlıklarda iyileşme oranı diğerlerine göre oldukça düşüktür ve “bir bilimin uygulayıcısı olan” terapistin elinde “Günde üç defa, aç karnına”  ifadeleriyle yazılmış bir reçete ya da süper hızlı iyileşme sağlayan antibiyotikler yoktur. Verdiğimiz ev ödevleri bile danışanın kişilik örüntüsüne takılabilir ya da aylarca danışan terapiste uyumlanabilir, bazen de terapistle sıcak ya da soğuk bir kavgayı tetikler. Ancak tamamen “bilimsel” bir zeminde yapılan çalışmalar, belki yıllarca süren kontrollü deneylerle piyasaya sürülmüş ilaçların dahi biyoyararlanım denen engele takıldığı düşünüldüğünde, psikoterapinin oturduğu 100 yıllık bilim, daha da öncesine dayanan felsefe ve ahlak kuramları bugün psikoterapi yolculuğunda bize ışık tutmaktadır. Tabi süreçte her bir anın yeni bir yaratım, iki kişi arasında cereyan eden bir sanat olduğu düşünüldüğünde danışanın kararlığı, inancı, azmi, istekliliği psikoterapötik süreci belirleyen en önemli faktör olarak karşımıza çıkar.

Terapi ne kadar sürecek, danışana bağlıdır. Ortaya konan sorunun niteliğine ve derinliğine danışanın talebine bağlı olarak değişir. Süreç içinde Pandora’ nın Kutusu’ndan ne çıkacak belli değildir, danışanın iç dünyası kendisinin de farkında olmadığı nedenlerle dolu olabilir. Psikotepi bu yüzden biraz da cesaret ister, içeri doğru uzanan bir yol…

Yolun sonu ise her bir insanın içindeki çiçek bahçesinin keyfini sürebilme ve bunu özgürce paylaşabilme olgunluğu…                          

  *Yazıda geçen şahıs/şahıslar tamamen kurgusaldır.