Şıpıdık Terlikler

Muhterem’i ilk gençlik yıllarından beri tanırım. Emekli olduktan sonra gelişerek değişmiş alçakgönüllü biridir.

Tatlısu’da buluşup hoş beş etmek için sözleşmiş, buluşma yerine biraz erken gitmiştim. Arkamda sesini duyar gibi oldum, dönüp baktığımda ne göreyim: Çay bahçesinde oturanların eğlenceli bakışlarını umursamadan, işaret ve orta parmaklarının ucunu birbirine sürtüp, şıklatıyor; “Para, para, para/ varlığı bir dert, yokluğu yara” diye diye kıvrak hareketler yaparak bana doğru yürüyordu. Yıllardır tanıdığım gösterişsiz adam gitmiş de yerine deneyimli bir aktör gelmişti. Tam karşımda durdu,

“Ne oldu, tuhafına mı gitti? Sen, hiç vergileri artıra artıra halkını oynatan padişah hikayesi duymadın mı?” dedi ve yanımdaki sandalyeye oturdu.

“Hoş geldin! Bu ne hal? Karpuzlu, beyaz peynirli sofradan mı kalktın,” dememe fırsat vermeden:

“Derin ekonomik krizi atlatmak için hamle üstüne hamle yapıyor, dün ‘kara’ dediklerine bugün ‘ak’ diyorlar. Öyle yapıyorlar, böyle ediyorlar; ama olmuyor! Motorlu taşıt vergisini iki kere istemek, özel tüketim vergisinde yüzde iki yüz kırk dört artış yapmak yetmiyor!

AKP’nin ileri gelenlerinden biri de çaresizlikten şaşırmış olmalı ki, “Biz de servet sahipleri olarak içinden geçtiğimiz zorlu süreçte devletimizin zarar almadan yönetilebilmesi için ek vergi talep ediyoruz’ diyecek zengin aramaya başlamış. Servet sahiplerinin gövdelerini taşın altına koymaları gerekliymiş, yoksa bu işin esnaf, işçi, çiftçi, dar gelirli, ücretli, emekli ve köylüye bırakılmasından doğacak ateş herkesi yakarmış…

Bilirsin, ekonomisi çıkmaz sokağa sapan devletlerin zorlandığı hareket IMF’e gitmektir. Çünkü IMF:

-Döviz kurunu yükseltir,

-Darphanenin para basmasına engel olur,

-Şeytanın bile aklına gelmeyecek yeni vergiler konmasını ister,

-Alışverişi durma noktasına getirir, ayrıca siyasetin ekonomiye müdahalesini istemez; ancak vergilerin nerelere harcanacağının hesabını vereceksen, kamu

ihalelerini yakınlarının değil de hak edenin alacağını garanti edersen Stand-by anlaşmasını masaya koyar.

Bu anlaşmanın imzalanması ile verilecek para ‘yaraya merhem’ olmaz. Sadece kredi kuruluşlarınca güvence olarak görünür. İşlerin yoluna gireceğini ve sabırla koruğun helva olacağı söylenmeye başlanır.

Sonrası malum; leşe çökmüş yırtıcıları andıran tefeciler, her türlü ekonomik zorluğa rağmen ayakta durmaya çalışanların üzerine çöker, sülük misali kanını emer, iliğini kemiğini sömürür.” dedi.

Ne içeceğimizi sormaya gelen garson, onu dinlemeye dalmıştı. Neredeyse yorgunluk atmak, kısa bir soluk almak için sandalyeyi çekip yanımıza oturacaktı… Muhterem, son derece ciddi bir tavırla,

“Evlat, bize iki tiryaki çayı getir,” dedikten sonra devam etti:

“IMF, bize uymaz, vergilerin harcamasına ve ihaleleri kime, nasıl vereceğimize kendimiz karar veririz deniyorsa; eldeki avuçtaki değerli varlıkları satmak, kiraya vermek veya ‘iş birliği’ yapmak gerekir. Takım elbiseler giyilir, çantalara satılacak veya kiralanacakların bilgileri ile ‘iş birliği projeleri’ konur, uçağa hediyeler yüklenir, mesela körfez ülkelerinin yolu tutulur. Şıpıdık terlikleri ve eskiden erkeklerin giydiği gece elbisesine benzeyen milli kıyafetleri içerisinde toplantıya katılan şeyh veya kralla artık titri her neyse ‘pazarlama’ ve ‘iş birliği’ ortamı aranmaya başlanır.

Pazarlanan veya iş birliği yapılacak olan; liman mıdır, silah fabrikası mıdır, rafineri midir, dünyada az bulunur madenlerden biri midir, sayfiyelik arazi midir bilemeyiz; ama hepsi bu milletin öz malıdır.

Ev alana vatandaşlık veriliyor ve ülkenin demografisi değişiyor telaşına kapılan benim gibiler için milletin öz malı olan varlıkların satılması, kiralanması katlanılmayacak acıdır, tarif etmek için kelimeler yetmez.” deyip sustu.

Çaylarımızı hiç konuşmadan denizi seyrederek içtik. Yanıma gelirken yaptığı neşeli hareketlerinden eser kalmamıştı. Dokunsam ağlayacaktı, sesi titreyerek,

“Paraya ihtiyaç var. Para da şıpıdık terliklilerde demesinler, itibardan tasarruf etsinler, milletin malı olan stratejik varlıkları elde tutsunlar,” dedi.

Sordum, “Ya şıpıdıklar yeterli desteği vermez, iş birliği yapalım deyip ipe un sererlerse ne olur?”

“Hiçbir şey olmaz! Yerel seçimlere kadar idare edebilirlerse ederler, sonra Uluslararası Para Fonu’na giderler, kredi isterler.”

“Uluslararası Para Fonu, IMF değil mi? IMF defteri kapanmamış mıydı?” dediğimi duymamış gibi kalktı,

“Darlandım! Sonra konuşuruz,” dedi. Parmaklarını şıklatmadan, kıvrak hareketler yapmadan; geçim derdine düşmüş, asık suratlı, dalgın emeklilerden biri gibi gitti.

Hesabı ödedim, çaya henüz ÖTV ve motorin zammı yansımamıştı; ama bugün değilse yarın fiyatları artırmak zorunda kalacaklardı.

Merak etmedim desem yalan olur. Boş tost, boş gözleme, boş çi börekten sonra yarım ayran ve yarım çay listelerde yerini alacak mı?

SUHA ORAL – TATLISU / ERDEK

30
A+
A-
REKLAM ALANI