SÖZ GİDER YAZI KALIR

SÖZ GİDER YAZI KALIR

Bandırma Kitap Günleri, yazarları ve kitapları Bandırmalılar ile buluşturan harika bir etkinlik.

Bu etkinlik kapsamında “Bandırmalı yazarlar” ile panel düzenlenmesi ise övgüye değer bir yaklaşım.

Ben de, panelde eline mikrofon alan konuşmacılardandım. Ama konuşma süresi 10 dakikadan

4 dakikaya indirilince, dört dakikama iki dakika daha ekletme şansım olamadı.

Belki de, iyi oldu. “Söz gider, yazı kalır” deme fırsatı buldum.

Panelde dinleyici olan okuyuculardan tekrar olan kısımlar için özür dileyerek:

‘Bir fıkra ile başlayalım.

Bir yazar, dilenen kör bir adamın yanına sokulur; elindeki kutuya bir lira bırakır ve günlük kazancını

sorar.

Dilenci:

(fıkra bu ya) “On lira” der.

Yazar:

“Şu boynunda asılı tabelada ‘körüm bana yardım edin’ yazıyor. Senin günlük gelirini artıracak başka

bir şey yazmak isterim, ne dersin?”

Dilenci:

“Tamam” der.

Yazar, dilencinin boynundaki tabelayı ters çevirir ve dilencinin gelirini artıracağını düşündüğü

cümlesini yazdıktan sonra,

“Bir sonraki gelişimde sonucu söylersin” deyip yoluna devam eder.

Bir hafta sonra dilenciye uğrar, kendisini tanıtıp sorar:

“Gelirinde bir değişiklik oldu mu?”

“Size ne kadar teşekkür etsem azdır, gelirim ikiye katlandı. Çok merak ediyorum, ne yazdınız?”

Yazar:

“Bahar gelecek ve ben yine göremeyeceğim.”

Kıssadan hisse: Bir şeyi anlatmanın çok yolu vardır.

*

Yazı nedir, kim yazardır gibi bir soruya da verilecek pek çok cevap olmalıdır.

Şimdi sorsak: Her yazan, yazar mıdır?

Cevap: Elbette, hayır olacaktır.

-Sınıfta öğretmenin anlattıklarını defterine not eden öğrenci,

-CV hazırlayarak deneyimleri ile kendini tanıtma gayret eden işsiz,

-İddianame düzenleyen savcı,

-Anayasa metni hazırlayan profesör, yazmaktadırlar

amaaa

Öğrenci de, işsiz de, savcı da, anayasa profesörü de yazarak aslında İŞLERİNİ yapmaktadırlar!

*

Bildiğiniz gibi:

Ağatha Chistie, eczacı asistanı;

Charles Dickens, fabrika işçisi;

Dostoyevski, askeri mühendis;

Franz Kafka, vergi memuru;

Jack London, istiridye avcısı;

George Orwell, polis memuru;

John Stenbeck, tur rehberi;

Dan Brown; öğretmen;

Mehmet Akif Ersoy, veteriner;

Namık Kemal, tercüman;

Orhan Kemal, bulaşıkçı ve matbaa işçisi;

Oktay Rıfat, avukat;

Yaşar Kemal, ırgat katibi ve kütüphane memuru idi bir zamanlar…

Ama biz onları bu işleri yaparken yazdığı evraklardan tanımıyoruz.

Ağatha Chistie’i Doğu Ekspresinde Cinayet;

Charles Dickens’i Oliver Tiwist;

Dostoyevski’yi Suç ve Ceza;

Jack London’u Beyaz Diş;

George Orwell’i Hayvan Çiftliği;

John Stenbeck’i Gazap Üzümleri;

Dan Brown’ı Da Vinci Şifresi;

Mehmet Akif Ersoy’u Safahat;

Namık Kemal’i Vatan Yahut Silistre;

Orhan Kemal’i Bereketli Topraklar Üzerinde;

Oktay Rıfat’ı Dana Burnu;

Yaşar Kemal’i İnce Memed;

Kemal Tahir’i Devlet Ana gibi kitaplarından biliyoruz.

Onlar ve pek çok diğer yazar,

Düşüncelerini

Araştırmalarını

Hayallerini

Duygularını

Umutlarını

Deneyimlerini anlatmak için yazdılar.

Bir heykeltıraşın yontusu, bir müzisyenin notaları veya bir ressamın tablosu gibi

elle tutulur, gözle görünür bir iş yaptılar, ortaya yazılı bir eser koydular.

*

Doktorluk, avukatlık, sekreterlik, şoförlük, pilotluk, çiftçilik, itfaiyecilik, noterlik, sigortacılık gibi

mesleklerin yerine geçebilecek yapay zekâ’ya ağacın, ormanın, hür olmanın, kardeşliğin verilerini

en geniş şekilde tanırsalar;

yapay zekâ:

Bir ağaç gibi tek ve hür

Bir orman gibi kardeşçesine dizelerini yazabilir mi?

*

Zevkle okuduğumuz yazarlar, yazarken:

-Zaman ayırmış, gecelerini gündüzlerine katmış

-Kelimeleri özenle seçmeye gayret etmiş

-Defalarca okuyup düzeltmeler yapmış

-Yorulmuş ama yılmamış

-Hayal kırıklıkları olmuşsa bile devam etmiş

-Vazgeçip, vazgeçip tekrar kalemi ele almış veya klavyenin başına oturmuş

-‘İlle de, yazarak anlatacağım’ demiş olmalılar.

Kuşkusuz:

Bu çalışma temposu tam zamanlı bir işe eşdeğerdir.

Bilmeliyiz ki, emek ve olağanüstü gayret sonucu ortaya çıkan eserler ile maddi ihtiyaçlarını

karşılayabilenler şanslıdırlar ve pek azdır. Benim kitabım satar, geliri de akmasa bile damlar

diyorsanız doğru masa başına…

Çünkü sizi büyük bir macera bekliyor.

Yazarken kendinizi tekrar tanıyacak, dünyaya yepyeni bir pencereden bakmaya başlayacaksınız.

Ve

kitabınız raflarda yerini aldığında okurların kitabınıza ilgi göstermesini, onu okumak istemesini

arzulayacak, dileyeceksiniz.

*

Unutmamak gerekir ki:

TÜİK verilerine göre ülkemizde bir kişi:

Kitap okumaya günde bir dakika ayırırken TV izlemeye 6 saat ayrılmakta,

bir ihtiyaç listesi hazırladığında ise:

Kitap okumak 235. sırada yer bulmaktadır.

Kitap okuma oranı:

Fransa’da yüzde 21,

Japonya’da yüzde 14,

ABD’de yüzde 12,

Türkiye’de ise binde bir olup, 100 kişiden sadece 4’dü kitap okumakta; çocuklara kitap hediye

edilmesi söz konusu olduğunda ise ülkemiz 180 ülke arasında 140. sırada bulunmaktadır.

Peki, Ülkemizde okuma yazma oranı %98 olduğu halde, neden az okuyoruz?

Bilemiyorum, bildiğim tek şey:

İçinden gelen, herkesin yazabileceği; maddi durumu elveriyorsa parayı bastırıp kitabını veya

kitaplarını okuyucu karşısına çıkarabileceğidir.

Netice olarak:

Yazmak önemlidir ama OKUNMAK, yazmaktan daha önemlidir.

*

Yazdıklarınızda:

Özgür ve özgün olmanızı…

Okuduklarınızda:

Kirli ve bulanık satırlardan uzak kalabilmenizi dilerim.