Şubat Günü Dostları

“ŞUBAT GÜNÜ DOSTLARI” 

Merhaba.

Alışılmış yıllara aykırı bir Şubat gününün aldatıcı sıcaklığında bilgi sarayın (sizinki bilgisayar, benimki bilgi saray) başında kukumav kuşları gibi oturmuş; “Ne olacak bizim bu hallerimiz”, “Aslında yazacak çok şey var, çokkk”… Ama nerde bende o yürek diye düşünürken, benim sırnaşık yarenlerim, Pat! . Yanımda bitiverdiler.

Sevgili dostlar. Benim bu yarenlerle tanışmam geçen yaz gerçekleşti.

Nasıl mı? Anlatayım. Geçen yaz, Erdek sahillerinde dostlarla oturmuş sohbet ederken, aynı bugünkü gibi "Pat" diye yanıma birisi oturuverdi, meğer “Keyfimmiş”

Konuştukça, ‘’Keyfimin’’ benim gibi olmadığını konuşma ve hareketlerinden anlıyorum tabi. ‘’Keyfim’’ insanları kızdırmaktan, kışkırtmaktan tahrik etmekten haz alan kılın teki. Tam benim zıddım. Onunla aramda geçenleri, kalemim el verdiğince yazmaya çalışacağım.

Yine bir yaz (belki de sonbahar) günüydü ve biz Erdek Kültür Sanat Grubu olarak yine Sanat Kafe’de buluşmuş, rutin şiir toplantılarından birini yapıyorduk ki; bir baktım, Fikret Ağabeyim orada. Sarıldık, öpüştük derken; ‘’Sana Bandırma’dan bir arkadaş getirdim’’ dedi. Bende; ‘’Kim?’’ diye sorunca; ‘’Kim olacak, ‘’Keyfinin Kahyası” dedi, bana da teşekkür edip kabullenmek düştü.

Şimdi Size birazda ‘’Keyfimin Kahyası’’ndan bahsedeyim. ‘’Keyfim’’ denen arkadaş ne kadar kılsa, bu; onun zıddı. Adı gibi. Dünya yıkılsa umurunda değil. Bir rahattt, bir keyifçiiii; bildiğiniz gibi değil. O kadar ki ‘’Keyfim’’ denen arkadaşı bile deli ediyor.

O gün bugündür, bu ‘’Keyfim’’ ile ‘’Keyfimin Kahyası’’ bir an olsun beni bırakmadılar. Hep yanımdalar. ‘’Kendim’’ (yani ben) ‘’Keyfim’’ ve ‘’Keyfimin Kahyası’ sürekli beraberiz.

Hayır yani; her şeyin aşırısı insana nasıl rahatsızlık verirse, benim durumumda bu. Beni baya kasıyor ve sıkıyor! Bazen bu durumdan kurtulmak istiyorum; istiyorum amma Nerdeee! Yok arkadaş! Ben nereye onlar oraya. Hem de devamlı. İnanır mısınız; tuvalette bile rahat yok, O kadar yani.

Pastırma Yazı'nın Erdek iklimine has sıcaklığı yerini soğuklara bırakınca, geçen kış geçirdiğim hastalık ve yediğim serumları hatırladım. Bu durumda yapmam gereken neyse bende onu yaptım. Emekli maaşımın zavallılığında, istemeye istemeye nefret ettiğim Kredi Kartımı kullandım; bir ısınma gereci almak için. Tabi ki taksitle. Hem de ne taksit. 2020 yılımı ipotek ettiren taksitler.

Neyse; maaşımızın bir bölümünü taksitlere, bir bölümünü de kira ve faturalara yatırınca, an geliyor ekmek alacak para bile kalmıyor. Hele hele, iki ayda bir biten tüp gazın her defasında artan fiyatı karşında "MECBUREN ALMA ZORUNLULUĞU"; gençliğe gitmeyen bu yaşımızda uykularımızı kaçırmak bir yana, "MECBURİ HİÇLİK" hayatımızı daha zor çıkmazlara sokuyor.

Boşuna dememişler; ‘’Parasız Adam Lüzumsuz Adam!!’’ diye.

Sokağa adım atmanın paraya dayandığı bu kış günlerinde bende kabuğuma çekildim. O kadar ki, mecburi ve acil işlerin dışında evden dışarıya adım bile atmadım. Tabi ki sadece bunlar değil. Sistemin faturalı hayata uyguladığı aşırı zam yağmurundan korunmak için hangi şemsiyeyi veya yağmurluğu  alırsam alayım; yok arkadaş, Korumuyor. Ne yaparsan yap illaki ıslanıyor, dolayısıyla yanıyorsun.

Nasıl mı?.

Ödersen parasız, ödemezsen hizmetsiz kalıyorsun. O zaman; karanlıkta oturup televizyon seyreden, üşümemek için kat ve kat kazaklar giyinen hatta ve hatta yatağın içine girip sıkıca örtünerek ısınmaya çalışan birine dönüşüyorum. Buna rağmen yine iki yüz bazen üç yüz lirayı aşan elektrik faturası. Ya su? Neredeyse iki haftada bir yıkanan biri oldum. Buna rağmen gelen su faturası yüz, yüz elli lira arası. Ha; sırf ben miyim? Tabi ki değilim. Gazete ve televizyonlarda anlatılan ‘’bankalara binlerce vatandaşın, bilmem şu kadar milyar borcu var’’ haberinin, bireylerinden sadece biriyim. Ama bir bakıyorsun; mağazanın biri açılış yapıyor, vatandaş kapıda. Dükkan açılmadan. Kuyrukta. İzdiham oluyor. Herkes birbirini eziyor. Özel güvenlik ancak sayıyla adam alıyor. Hani para yoktu? Hani herkes sıkıntıdaydı?.

Yılbaşından evvel. Bilmem hangi vergilerin alınmadığı son günler. Bir telefon. Son model. Yılbaşından sonra alınırsa fiyatı artacak. Peki ucuz mu? Şöyle diyeyim; asgari ücretle çalışan biri; iki aylığına yakın komple maaşını verse ALAMAZ! Biz emeklileri düşünmek bile istemiyorum. Ama bir bakıyorsun ki, gençler geceden yatıya girmiş, o telefonu almak için. Kuyruklar oluşuyor sanki bedava veriliyorlarmış gibi. aynı soruları bir daha sorayım: Hani para yoktu? Hani herkes sıkıntıdaydı? Hani herkes borçluydu? Hani gençler işsizdi?

Anlamıyorum!!!

Geçenlerde Bandırma’ya gitmiştim. Dolaşıyorum meydanda. Safi lokantalar, kafeler, tatlıcılar, kokoreççiler, şu bu. Her neyse. Bir baktım, ev yemekleri yapan oldukça şık ve temiz, ama fiyatları az buçuk diğerlerinden biraz daha pahalı bir lokanta ve içerisi diğer lokantalardan kat ve kat kalabalık. Millet masa ve yer bulmak için dışarıda tur atıyor.

(Not: Bir keresinde bende merak diye o lokantaya girdim. Yemekleri gerçekten çok leziz, doyurucu ve güven verici. Günümüzün artan et, sebze vs. Fiyatlarla maliyet hesaplanınca, hakkını alıyor intibaını da vermiyor değil.)

Her ne kadar hesabı ödedikten sonra Erdek’e dönmek için zorlandıysak ta; yine de bir ders aldık, kendimizce.

O’da şu: Paran oldu mu; her şeyin en iyisi, en sağlıklısı, en güzeli, en güvenli ve en lezzetlisine sahip olursun ki; günümüzde buna sağlıkta dahil.

Biraz ötedeyse benden beter biri. Suratı pislikten ve kirden görünmeyen, tıp fakültesi öğrencilerinin ders olarak faydalanacakları kadavra haline gelmiş deri-kemik halinde zayıf bir beden, üstünde yırtık pırtık paltosu, altında yamalı ve parçalanmış pantolonu, ayağında tabanından ayrılmış ayakkabısı ve yırtık çorabından füze gibi fırlamış tırnağı kesilmemiş koskocaman bir ayak baş parmağı, başındaysa Fenerbahçe beresiyle adeta ülke gerçeği. Orta meydanda ki lokantalar arasında tur yapan belediye otobüsleri gibi dolanıp duruyor; karnının açlığından.

Bir tarafta parası olanlar, öte tarafta bizim gibi garibanlığa mecbur edilmiş emekliler ve kendini koyuvermiş, sokakları mesken edinmiş, neredeyse insanlıktan çıkmak zorunda kalmış bir genç… Ne tezat değil mi?.

Böyle bir durumda içimden bir şeyler yazmak hiç geçmedi, çünkü KEYFİM KAÇMIŞTI. Kilitlendim adeta. İyi ki bir Sevgililer Günü geldi de bir şeyler karaladım.

İşte böyle düşüncelerle doluyken, kaçan Keyfim arsızca gelip yanıma oturmasın mı, Hoş geldin hani Kahya’n nerede demeye kalmadı ben de buradayım sen merak etme Ümidini yitirme bunların hepsi geçer sen kendine iyi bak dedi, Sizler de Kendinize iyi bakın sevgili okurlar. Sevgiyle kalın..

27-02-2020/ERDEK